Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

İÇTİHAD, MÜÇTEHİTLİK, FETVA, TAKLİD

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    İÇTİHAD, MÜÇTEHİTLİK, FETVA, TAKLİD

    TAKLİD ve HADİS

    İmam Hasan Askeri (a.s) : Nefsini koruyan, dinini muhafaza eden, heva ve hevesine uymayan, Allah'ın emrine itaat eden fakihleri (müçtehitleri), avam halk kesimi taklit etmelidir.” Vesail’uş-Şia, c. 18, s. 95

    İmam Mehdi (a.s) da şöyle buyurmuştur: “ (Gaybet döneminde ) ORTAYA ÇIKACAK YENİ HUSUSLARDA hadislerimizi rivayet edenlere (fakihlere) müracaat edin. Şüphesiz onlar benim sizler üzerinizdeki hüccetim ve ben de Allah’ın sizin üzerinizdeki hüccetiyim.” (Bihar’ul Envar, c.2, s.90, 13. hadis ve c. 75, s. 380, 1. hadis)

    Ortaya çıkan ve çıkacak olan bir çok yeni Hususu Hadislerde bulabilir misiniz? Örneğin Sezeryanla doğum Caiz mi değil mi? Organ Nakli? Ve daha bir çok mesele... ?... Öyle ise bu hadis bize neyi anlatıyor?

    Bu iki hadisten çok net olarak şunu anlamaktayız: Gaybet döneminde dini alanda uzmanlaşmış olan müçtehitler, Hz. Mehdi’nin (a.s) genel anlamda vekilleridir. Dolayısıyla bu dönemde dini doğru anlamanın yegâne kaynağı taklit mercileridir. Şia mektebinin en önemli dinamiği de merceiyet konusudur. Her dönemde olduğu gibi bugün de Şiiliği güncel kılan, gündemde tutan ve her türlü tahriften uzak şekilde varlığını sürdürmesini sağlayan şey hiç şüphesiz merceiyettir. Şiiliğin dinamizmi kendi içindeki bulunan bu kuvvet noktasında gizlidir.

    Eğer Şia’da bulunan müçtehitlik ve merceiyet müessesesi ortadan kalkacak olursa köşe başlarında ve merdiven altlarında taşkınlar ve şaşkınlar…. dükkan açıp insanların manevi duygularını şahsi çıkarları uğrunda kullanmaya, inançları bozarak bozgunculuk çıkarmaya başlarlar. Böylece İngilizler için de güzel bir pazar oluşur.

    Bu galeride yalnızca küçük resimleri görüntüleyebilirsiniz. Bu galeride 2 fotoğraf var.

    #2
    TAKLİT VE İÇTİHAD KONUSUNDA USUL-İ KAFİ'DEN BİR NAKİL
    HADİS İHTİLAFI BAB'I

    (Tane Tane Okuyup Anlamak ümidi ile...)

    Ömer b. Hanzala şöyle rivayet eder:

    Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’a sordum ki:

    Bizim ashabımızdan iki adam, bir borç veya miras yüzünden tartışırlarsa ve sonunda sultana veya kadılara başvururlarsa, bu onlar için helâl olur mu?

    Buyurdu ki: «Kim hak veya bâtıl için onların hükmüne başvurursa, hiç kuş­kusuz tağutun hükmüne başvurmuş olur. Bunların verdiği hükme dayanarak bir şe­yi almak, kişinin tartışılmaz hakkı da olsa, bir haramı almak gibidir. Çünkü kişi, ta­ğutun hükmü sonucu onu almış olur. Oysa Allah, tağutun hükmüne karşı gelip red­dedilmesini emretmiştir: "Tağutun hükmüne başvurmak istiyorlar. Hâlbuki onu inkâr etmeleri emredilmişti..." (Nisa, 60)

    Dedim: Peki, aralarında ihtilaf bulunan bu iki arkadaşımız ne yapsınlar?

    Dedi: «O zaman sizden olup da bizim hadislerimizi rivayet etmiş, helâlimizi, haramımızı bilmiş ve verdiğimiz hükümleri tanımış kişiye başvursunlar. Eğer o kişi bir hüküm verirse buna razı olsunlar. "Ben onu sizin başınıza hâkim olarak tayin et­tim." Bu kişi bizim verdiğimiz hüküm doğrultusunda hüküm verdiği halde ihtilaflı kişilerden biri onun verdiği hükmü kabul etmezse, Allah'ın hükmünü hafife almış ve bizi de reddetmiş sayılır. Bizi reddeden de Allah'ı reddetmiş olur ki, bu da Allah'a ortak koşmak kadar ağır bir suçtur.»

    Dedim: Eğer bu iki adamın her biri, ashabımızdan birisinin hakemliğini istese ve bunların vereceği hükme razı olacaklarını ifade etseler, sonra bunlar da sizin ha­dislerinizin ihtilafından dolayı farklı hükümler verseler ne yapmak gerekir?

    Dedi: «En âdil, en fakih, hadis rivayetinde en doğru ve en muttaki olanının hükmü benimsenir, diğerinin vereceği hükme iltifat edilmez.»

    Dedim: Şayet bu iki adam bizim arkadaşlar tarafından hoşnutlukla kabul edi­len, biri diğerinden üstün tutulmayacak kadar sevilip sayılan kimseler iseler ne yap­mak gerekir?

    Dedi: «Verdikleri hükmün dayanağı olan ve bizden aktarılan hadise bakılır. Bu hadislerden dostlarımızın üzerinde ittifak ettikleri rivayet esas alınır ve dostları­mız arasında meşhur olmayan, şaz olan rivayet bir kenara bırakılır. Çünkü üzerinde ittifak edilen bir şeyde ihtilaf olmaz.

    Olgular üç kısma ayrılır: Birinin doğruluğu apaçıktır, uyulur.
    Birinin eğriliği apaçıktır, sakınılır.

    Biri ise, doğruluğu ve eğriliği belli olmayacak kadar karışık ve içinden çıkıl­mazdır. Böyle bir olgunun bilgisi Allah Azze ve Celle ve Resulü (sallallahu aleyhi ve âlihi)'ye bırakılır. Resûlullah şöyle buyurmuştur: Helâl de haram da açıktır. Bu ikisi­nin arasında yer alan şeylerse şüphelidirler. Şüpheli şeyleri terk eden kimse haramlar­dan kurtulmuş olur. Şüpheli şeylere uyanlar ise haramları işlemek durumunda kalır­lar. Bilmedikleri bir yönden helak olup giderler.»

    Dedim: Şayet iki hakemin verdikleri hükme esas oluşturan rivayetlerin her ikisi de meşhur ve ravileri güvenilir kimselerse ne yapmak gerekir?

    Dedi: «Bunlardan hangisi kitaba ve sünnete uygun, ammenin (Sünni çoğunlu­ğun) görüşüne aykırı ise o benimsenir, kitaba ve sünnete aykırı, ammenin görüşüne uygun olanı terk edilir.»

    Dedim: Sana kurban olayım, her iki fakih verdikleri hükmü Kur'ân ve sünnete dayandırsalar ve biz de rivayetlerden birinin ammenin görüşüne uygun olduğunu, diğerininse aykırı olduğunu görürsek, bu rivayetlerden hangisini benimseyelim?


    Dedi: «Ammenin (Sünni çoğunluğun) görüşüne aykırı olan rivayeti tutun. Çün­kü aydınlık, hidayet ondadır.»


    Dedim: Eğer iki rivayet ammeden (Sünni çoğunluktan) iki gurubun görüşüne uygun ise bunlardan hangisine uyulur?


    Dedi: «Onların hâkimlerinin ve kadılarının hangisine eğilim gösterdiklerine bakılır ve onların "eğilim göstermedikleri" görüş benimsenir.»


    Dedim: Eğer onların hâkimleri her iki habere uygun görüş belirtmişlerse ne yapmak gerekir?


    Dedi: «Böyle bir durumla karşılaştığın zaman İmamın ile karşılaşıncaya kadar bir şey yapma; çünkü şüpheli olguların yanında durmak, helak edici badirelere düş­mekten iyidir.»

    Bu galeride yalnızca küçük resimleri görüntüleyebilirsiniz. Bu galeride 1 fotoğraf var.

    Yorum


      #3
      Bu ayet Kıyamet Süresinde geçmektedir.

      İmam Mehdi as'ın gaybette olduğu dönemde Allah bizleri başı boşmu bıraktı? Bizlere gidin Ehl-i Beytin hadislerine bakin ve nasil anliyorsaniz öyle amel edin diye bir emir mi geldi? Kuran ve hadislerde bulamadigimiz meselelerde, bizi başı boş mu biraktilar? Gidin ne yaparsanız yapin diyen mi oldu?

      Elbette ki hayır. Başı boş birakilmadik. Ve her animizin hesabini vereceğiz. Ademden Hateme, Hatemden Gaybete kadar başı bos degildik diyenin, Gaybetten Zuhura kadar insanin basibos birakildigini zannetmesi büyük bir cehalettir...
      Bu galeride yalnızca küçük resimleri görüntüleyebilirsiniz. Bu galeride 1 fotoğraf var.

      Yorum


        #4
        Bilmiyoruz. Konulara vakıf değiliz. Okudukça öğreniyor, öğrendikçe mutlu oluyoruz. Son 2 aydır yaptığım araştırmalarda benden yardımını esirgemeyen, kaynak, tercüme, bilgi ve belge konusunda desteklerini esirgemeyen Alimlerimizden ve özellikle Kum ve Necef ilim havzasinda eğitim gören Azerbaycanlı genç talebe dostlarımıza minnettarım. Sayelerinde azda olsa çokta olsa bir şeyler öğrendik ve öğrenmeye devam ediyoruz. Azerbaycanlı kardeşlerimiz ilmi manada maşaallah çok aktif calisiyorlar. Allah bu mektebe samimi ve ihlasane hizmet eden herkesten razı olsun.Bilmiyoruz. Konulara vakıf değiliz. Okudukça öğreniyor, öğrendikçe mutlu oluyoruz. Son 2 aydır yaptığım araştırmalarda benden yardımını esirgemeyen, kaynak, tercüme, bilgi ve belge konusunda desteklerini esirgemeyen Alimlerimizden ve özellikle Kum ve Necef ilim havzasinda eğitim gören Azerbaycanlı genç talebe dostlarımıza minnettarım. Sayelerinde azda olsa çokta olsa bir şeyler öğrendik ve öğrenmeye devam ediyoruz. Azerbaycanlı kardeşlerimiz ilmi manada maşaallah çok aktif calisiyorlar. Allah bu mektebe samimi ve ihlasane hizmet eden herkesten razı olsun.

        Yorum


          #5
          BİR HADİS VE HEDEF SAPTIRMA!


          Söz konusu hadis: İmam Cafer Sadık (aleyhisselam) Hz. Resul-ü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve alihi vesellem) şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir; "Kıyasa amel eden hem kendisi helak olur ve hem de helak eder ve ilimsiz olarak nasihi, mensuhu, muhkemi, müteşabihi bilmeden fetva veren helak olur ve helak eder. (Usulu-u Kafi c,1, bab 12 hadis, 9)

          Bir kaç sayfada, bazı kardeşlerimiz bu hadisi paylaşarak, Allah Resulü s.a.a'in ve Ehl-i Beyt a.s'ın İÇTİHAD'I, TAKLİD'İ, FETVA'yı Reddettiğini ileri sürerek farkında olmadan, Allah Resulü s.a.a'in ve Ehl-i Beyt'in sözünün gerçek manasını saptırmışlardır. Bu ise büyük bir vebaldir ki; İmam Cafer-i Sadık a.s bir hadisinde şöyle buyuruyor: "Bir kavim vardır ki beni kendilerinin İmamı sanırlar. Allah'a andolsun ki ben onların İmamı değilim. Allah onlara lânet etsin. Ben her ne kadar onu örttüysem, onlar o örtüyü yırttılar. Ben kezâ ve kezâ diyorum. Onlar da diyorlar ki: "İmam başka bir şey söylemek istiyordu." Ben sadece bana itaat edenlerin imamıyım." (Gaybet-i Numani)

          Yukarıda ki hadis konusunda daha önce bir takım delil ve belgeler beyan etmiştik. Ancak kısaca izah edelim. Bu hadis İçtihad, Taklit ve Fetvayı YASAKLAMIYOR. Tam tersi İÇTİHAT, FETVA ve TAKLİD'in Caiz olduğunu belirtiyor. Nasıl mı? Hadise dikkat ederseniz, Allah Resulü s.a.a, Kıyasla amel edenlerin Helak olacağını belirtiyor. Ayrıca İLİMSİZ insanların bir takım ilmi kaideleri (nasihi, mensuhu, muhkemi, müteşabihi) bilmeden Fetva verenlerinde helak olacağını belirtiyor. Bu hadiste Kıyasla ve ilimsiz şekilde fetvanın caiz olmadığını ve helak edici olduğunu rahatlıkla anlayabiliyoruz. Kıyassız ve İlmi Kaidelere vakıf olan kimselerin Fetva vermesi caizdir. Nitekim buna dair gerek El Kafi'de gerekse çeşitli hadis kaynaklarında muteber ve sahih hadisler söz konusudur.

          Konu ile alakalı Usul-i Kafi'de Hadis İhtilaf'ı Babında, 198 Nolu Hadisi Okuyabilir ve bu hadisin İçtihad, Taklid, Fetva, İcma ve Alemiyyete nasıl onay verdiğini ve belirttiğini okuyabilirsiniz. Selam ve dua ile...





          Yorum


            #6
            Hadislerde Taklid, İçtihat...

            Dayanağı, Kur'an, Sünnet, İcma ve Akıl olan Fetva, Müslümanlar için kaçınılmazdır. Ancak bu fetva eğer bir Kıyas'a, bir Zann'a dayanıyor ise o Fetvadan Şiddet ile kaçınmak gerekmektedir. Ehl-i Beyt İmamları, bu durumu sıklıkla vurgulamış ve Şiilerini Fakihlere İtaate Mecbur etmiştir. Ya dinî hükümler konusunda içtihat/ihtisas derecesine sahip olmalı ve bizzat kendisi şer'î hükümleri kavramakta ve algılamakta kâfi derecede ilim ve ehliyete sahip olmalıdır ya da mukallit olmalıdır; yani şer'î meselelerde müçtehit/ihtisas sahibi olan birisine uyarak onu taklit etmelidir. Başka bir ifadeyle, dinî hüküm ve meselelerde uzman ve mutahassıs birine müracaat etmelidir. Dinimizin Furuatı hakkında bilgi sahibi olmadığımızdan Fakihlerden istifade etmemiz ve onlara Taklit etmemiz zaruridir. Bu konuda bir çok hadis mevcuttur. Her kim, İçtihat ve Taklid konusunda Hadislerde bir delilin olmadığını iddia ederse kesinlikle ya bilmediğindendir ya da taassup dolu cehaletindendir. İnşaallah burada kısa, kısa İçtihat, Taklit ve Fakihe Müracaat konusunda bir miktar hadisi sunacağım.

            Hz. Mehdi a.s: Fakihler içerisinde nefsine karşı dikkatli olan, dinini koruyan, heva ve hevesine muhalif olan ve Mevlasının (İmamının) emrine itaat eden kimseye gelince, Avam Cemaat ona TAKLİD ETMELİDİR. Bu ise Şiarın bütün fakihlerine ait değil, bazısına aittir. Şöyle ki; (Onların içinden) hangi birisi başka alimler gibi kötü amellere, çirkin işlere yönelirse, Onun bizim hakkımızda dediği sözü kabul etmeyin. Böylelerinin hiç bir fazileti yoktur. (Şeyh Tabersi, El İhticac c.2 s.263)

            İmam Hasan Askeri (a.s) : Nefsini koruyan, dinini muhafaza eden, heva ve hevesine uymayan, Allah'ın emrine itaat eden fakihleri (müçtehitleri), avam halk kesimi taklit etmelidir.” Vesail’uş-Şia, c. 18, s. 95

            İmam Mehdi (a.s) da şöyle buyurmuştur: “ (Gaybet döneminde ) ORTAYA ÇIKACAK YENİ HUSUSLARDA hadislerimizi rivayet edenlere (fakihlere) müracaat edin. Şüphesiz onlar benim sizler üzerinizdeki hüccetim ve ben de Allah’ın sizin üzerinizdeki hüccetiyim.” (Bihar’ul Envar, c.2, s.90, 13. hadis ve c. 75, s. 380, 1. hadis)

            İmam Hüseyin (as) babası İmam Ali (as)'dan şunları rivayet etmektedir: “İşler ve ahkâmlar Allah'ı tanıyan, haram ve helali bilen âlimlerin eliyle yürütülmelidir.” Tuhafü'l Ukul, s. 373.

            İmam Sadık a.s'ın şöyle buyurduğu nakledilmektedir: AHKAM'IN KURAL VE USULLERİNİ BİZ BEYAN EDERİZ, AHKAM'IN FURU VE AYRINTILARINI ONLARDAN ÇIKARMAK DA SİZİN GÖREVİNİZDİR. (Vesail'uş Şia C.18 S.41)

            İmam Muhammed Bagır a.s, Eban bin Tağlib'e şöyle buyuruyor; "Medine Mescidinde oturarak halka fetva ver, çünkü ben senin gibilerini Şiilerim arasında görmeyi severim." (Şeyh Tusinin Fihristinde s.17)

            Ömer Bin Hanzala Hadisi: http://www.velayet.com/forum/hadis/h...ihtilafi-bab-i

            İmam Sadık a.s şöyle buyurmaktadır: "SİZLERDEN HADİS NAKLEDEBİLEN, HELAL VE HARAMIMIZDA GÖRÜŞ VEREBİLEN, (İSLAM HÜKÜMLERİNİ) ELDE EDEBİLEN, HÜKÜMLERİMİZİ BİLENİNİZİ SİZE HAKİM KILDIM, ONUN HÜKMÜNE RAZI OLUN. O BİZİM HÜKMÜMÜZLE HÜKMEDER ANCAK SİZ KABUL ETMEZSENİZ ALLAH'IN HÜKMÜNÜ HAFİFE ALMIŞ, BİZİ REDDETMİŞ OLURSUNUZ. BİZİ REDDETMEK İSE ALLAH'I REDDETMEKTİR; BU İŞ İSE ALLAH'A ORTAK KOŞMA GİBİDİR. (Usul-i Kafi c.1 s.67)

            İmam Sadık a.s şöyle buyurmuştur: "...Bizim helal ve haramımızı tanıyan bir kimseyi kendi aranızda hakim kılın, çünkü ben onu sizin aranızda hakim kıldım..." (Tehzib'ul Ahkam c.6 s.303 Beyrut Basımı)
            Bu galeride yalnızca küçük resimleri görüntüleyebilirsiniz. Bu galeride 1 fotoğraf var.

            Yorum


              #7
              RED MAKAMININ BİRAZ DÜŞÜNMESİ...RİCAMIZDIR?

              Öncelikle izah edelim! Burada kastımız ve muhatabımız sadece ve sadece, İçtihad'ı, Müçtehidi, Taklidi ve İcmayı Reddedenlerdir. Ricamız şudur ki, lütfen kimse gerekli, gereksiz yorum yazıp, kopyalama yapmasın.

              Facebook ortamında, İçtihad'ı Reddedenleri sık, sık görüyoruz. Büyük çoğunluğu listemizde değil. Ancak sayfamızı takip ettiklerini ve okuduklarından haberdarız. Dolayısı ile bu takipçilerimin düşünmeleri için ve özelden istediğim cevabı vermeleri ümidi ile yazıp, sorum cevap isteyeceğim...

              1- Madem İçtihad olayı bir efsanedir... Ve Masum İmamlarımız biz Şiilerin, AHBAR dışında hiç bir şeye müracaat edip, İçtihat etmemesini istiyor ise...

              2- Madem, İçtihat, Taklid, Fetva ve İcma BATIL-HARAM ise...

              SİZLERDEN "ZAYIF" DAHİ OLSA NET BİR HADİS İSTİYORUZ...
              Her hangi bir Müçtehidin Fetvasını, bir Tevili, bir şerhi vs... İSTEMİYORUZ...

              Olmazsa olmazınız olması hasebiyle soruyoruz. İmam Huseyn a.s'dan sonra yaşayan 9 Masum İmamımız a.s vardır. Bu Masum İmamlarımızın, herhangi birisinden, "ZAYIF" dahi olsa, "AŞURA GÜNÜ BAŞINIZA KAMA VURUN" veya "KAMA VURMAK CAİZDİR" veya "BEN ŞİİLERİMİN AŞURA GÜNÜ BAŞLARINA KAMA VURMASIYLA HOŞNUT OLURUM." türünden "NET" bir Hadis, Hadis Kaynaklarımızda var mıdır? Şayet var ise bize sunmanızı ümid ederiz... Şayet yok ise siz, Kama Vurmayı Fetvaya göre mi kabul ettiniz? Yoksa bir takım Tarihi Rivayetleri kendinizce Tevil ederek mi kabul ettiniz? Eğer birincisidir derseniz, "Bu İçtihadı Reddinizle çelişmez mi?" Eğer ikincisidir derseniz, bu da bir nevi "İçtihat Etmek" demek değil midir?

              Unutmayın!

              1- Hz. Zeynep s.a, başını, çadırın direğine, Hörgücün tahtasına vurdu vs...
              2- Falan Peygamber Kerbeladan geçerken attan düştü başı yarıldı vs...

              Türünden rivayetler istemiyorum. Gayet NET bir hadis ve delil istiyorum...

              Şimdi sizler ki, İÇTİHAD'ı reddediyorsunuz... Bu sorunun cevabını arayınız... Var mı böyle bir hadis?

              Hakikat şu ki, biz cevaptan ziyade, "DÜŞÜNÜP, AKLEDİP" Samimi ve ihlaslı gençlerimizin bu yanlıştan (İçtihadı Red...) dönmelerini ümid etmekteyiz.

              Yorum


                #8
                ŞEYH SADUK İÇTİHAT ETMİŞ MİDİR?

                Önce İddia sahibinin iddiasına şöyle kısaca bir göz atalım. İddia sahibi, "Eğer bir şey hakkında Kur'an ve sünnetten bir delil yoksa, fakihin görevi susmak ve ihtiyat etmektir. Eğer bir fakih susmazsa, fetva verirse o, dine bid'at katmış olur ve İmamların a.s yolundan çıkmış olur. Eski, Kadim Şia alimlerinden hiç birisi bu akidede (İçtihat-Fetva) olmamış ve onların hepsi Kur'an ve Hadisde olmayan meselelerde susmuş ve ihtiyat etmişlerdir."

                Evet! Gördüğünüz gibi bu iddia, günümüzde İçtihatı kabul etmeyen şahısların iddialarıdır. Biz daha evvel Allame Meclisi'nin beyanı ile Eski Kadim Şia alimlerinin İçtihadı kabul ettiğini ve hatta bir kaç tanede örneğini sunmuştuk. Son Bir aylık paylaşımlarım içerisinde bu mevcuttur. Ancak burada sohbetimiz Şeyh Saduk üzerinden gitmektedir.

                Bu insanlar gerçekten ya kaynaklara vakıf değiller (Bu kesinlikle böyledir) Ya da bilip, bilmeden öylesine konuşuyorlar. Şahsen "Ben bu cahil halimle" bu konuları irdeledikçe bir çok güzelliğe ve yüzlerce delile şahit olarak İnancımın, Şia'nın ne kadar güçlü ve kuvvetli olduğuna bir kez daha şahit oldum.

                Gelelim anlatmak istediğimiz konuya. Şeyh Saduk, Men la Yehzuruhul Fakih isimli eserinde bir hadisi naklederek şöyle der: "Zürare İmam a.s'dan naklediyor: "Bütün namazlarda Kunut vardır. (Yani kunut okunmalıdır)

                Üstadımız Muhammed bin Velid, Sad bin Abdullah'tan nakleder ki, O şöyle diyordu: Kunutda Farsça dua okumak caiz değildir.

                Muhammed Seffar ise onun caiz olduğunu söylüyor. Ben de (Şeyh Saduk) caiz olduğunu söylüyorum.

                Dikkat edelim! Burada mesele "Şübhutu Tahrimiyye" konusunu içeriyor. Bu ise Ahbarilerle, Usuliler arasında en önemli ihtilaflardandır. Yani Usuliler burada meseleye caiz, ahbarilər ise tevekküf ve ihtiyat edilmelidir diyorlar.

                "Şübhetu-Tahrimiyye" konusu "bir şeyin haramlığının şüpheli olmasıyla ilgilidir. Yani fakih onun önemli olmadığını bilir, ama onun haram veya caiz olması arasında şüphe ediyor.

                Örneğin, sigara içmek. Sigaranın önemli olmadığını fakih bilir. Fakat onun haram veya mübah olmasında şüphe ediyor.

                Burada da mesele aynen bu şekildedir. Kunutda olmayan Arap dilinde dua okumak hakkında haram diyen var. Fakih (Örneğin, Şeyh Saduk) bu amelin vacib olmadığını bilir. Fakat, onun haram veya caiz olmasında şüphe ediyor. Demek ki mesele "Şübhetu-Tahrimiyyeyle" alakalı bir meseledir. Şimdi ise bakalım Şeyh Saduk (ra) meseleye nasıl bir delil getiriyor: Çünkü İmam as buyuruyor ki: Önemli olan kişinin namazda Rabbine istediği gibi münacat etmesinde hiçbir sorun yoktur.

                Evet! Burada Şeyh Saduk "Kunutda Farsça dua okumak caizdir" fetvasına bu hadisi delil getiriyor. Fakat ilginç olan Şeyhin Saduk'un sonraki sözleridir. Yani Şeyh Saduk şöyle diyor: Eğer bu hadis (yukarıdaki gibi) olmasaydı, ben onu aşağıdaki hadise göre caiz bilebilirdim. İmam Sadık as buyuruyor ki: Hakkında yasak gelene kadar, her şey mutlaktır. Namazda (Kunutda) Farsça dua okumak konusunda ise hiç bir yasak mevcut değil ... "

                Kaynak: Men la Yehzuruhul Fakih c.1 s.208

                Yorum


                  #9
                  İÇTİHAD KAÇINILMAZDIR

                  Şia alimi, Hüseyin El Mahuzi Ahbarla ilgili değil, Ahbarilerle ilgili diyor ki; Ahbariler, söyledikleri gibi hareket etmeyen ve farkında olmadan taklide başvuran kimselerdir. (Hansari, Ravdatul Cennet C.8 S.204)

                  Ahbariler her ne kadar İmam a.s'ı takip ettiklerini söyleseler de, gerçekte AVAM-ULEMA ilişkisinden uzak kalamamışlardır. Onlar, Masum a.s'ın dışında birisine Taklid'i haram bilmelerine rağmen, kendileride RİSALEİ AMELİYYELER (İlmihaller) kaleme almışlardır. Bu sebepten, Müçtehitlerin hazırlamış olduğu ilmihallerle bunlar arasında bazı farklılıkların bulunmasına rağmen, esasta birbirlerine yakın oldukları görülür. (Muhsini, En Nakdi S. 299-300)

                  Tek fark şu ki; Ahbariler hazırlamış olduğu Risaleleri, sadece İmamların Hadislerine dayanarak kaleme aldıklarını söylemelerine rağmen, Usulilerin buna ilave olarak, akli istinbat metodlarına dayanmış olmalarıdır. Neticede Ahbariler de, usuliler kadar olmasa bile, İçtihat türü bir faaliyetten uzak kalamamışlardır. (Behrani, Ed Dürerü'n Necefiyye S.258)

                  Yorum


                    #10
                    İçtihad, Müçtehid, Taklid ve Fetvayı inkar eden Ahbarilerle ilgili, Ayetullah Vahidi Behbehani şöyle bir değerlendirmede bulunmaktadır. Üzerinde düşünmek gerekir:

                    "Ahbariler, Masumun dışındaki kimselere taklidi caiz görmezler. Gerçekte ise bu, taklidden alıkoymaktır; Çünkü İmamların hadislerinden istifade etmek, taklid değildir. Onlar bu noktaya, Usul-i din'de ne içtihadın ne de taklidin caiz olmadığı düşüncesinden yola çıkarak varırlar ve bunu, dinin Furuuna ait meselelere de teşmil ederler. Halbu ki bu da bir çeşit ZAN'dır. Çünkü Naslardan da anlaşıldığı gibi, bunun tutarsızlığı ortadadır. ZATEN TAKLİD'İN CAİZ OLDUĞUNA İŞARET EDEN, BİR ÇOK AYET VE HADİS VARDIR. FETVANIN VE FAKİHE BAŞVURMANIN CAİZ OLDUĞUNA DELALET EDEN HADİSLER, AYNI ZAMANDA İÇTİHAD VE TAKLİDİN CEVAZINA DA İŞARET ETMEKTEDİR. Kısacası Hadislerin Tetkik edilmesiyle TAKLİDİN CAİZ OLDUĞU ORTAYA ÇIKAR. Onun cevazı üzerinde İCMA olduğu gibi, bu aynı zamanda Dinin Bedihiyatındandır. Bundan da öte Zaruriyattandır. AHBARİLER, (Bu hakikati) DİLİYLE İNKAR ETMEKLE BİRLİKTE, BUNU KENDİSİDE UYGULAMAKTADIR VE İDDİASININ AKSİNE TAKLİDİ, MASUMA TAKLİDİN DIŞINDA BİR ŞEKLE BÜRÜNDÜRMÜŞTÜR. (Ayetullah Vahidi Behbehani, Fevaid'ul Hairiyye S.21-22)

                    Yorum


                      #11
                      5 KADİM ŞİA ALİMİNİN, FAKİH, FETVA, İÇTİHAT ÜZERİNE SÖZLERİ-1

                      MUHAKKİK HİLLİ:

                      Hicri 676'da vefat eden Muhakkık Hilli şöyle demiştir: “İmam’ın (a.s) payını müstahakları yolunda harcama yetkisini gaibin farzlarını yapma görevini üstlenen İmam’ın naibi makamındaki kimse üstlenmelidir.”

                      Hicri 966'da Şehid olan, Şehid-i Sani diye bilinen Zeynuddin Ali Ameli bu cümleleri izah ederek şöyle yazmıştır: “Adil olan Fakih fetva vermenin tüm şartlarına sahip olan kimsedir. Zira böyle bir şahıs imamın naibi ve onun tayin ettiği kimsedir.” (Zeynuddin b. Akli el Amili el Ceb’ii Mesalik’ul Efham c. 1, s. 53)

                      MUHAKKİK KERKİ

                      Hicri 940'da vefat eden Muhakkik Kerki şöyle demiştir: Şii fakihler müçtehid olarak adlandırılan tüm şartlara sahip fakihin niyabetin gerektiği her hususunda masum imamların naibi olduğu konusunda görüş birliği içindedir. Dolayısıyla onun yanında muhakeme olmak ve verdiği hükme itaat etmek farzdır. Böyle bir şahıs zaruret olduğu taktirde hakkını eda etmeyen kimsenin malını satabilir. O gaip olanlar, çocuklar, akılsızlar, iflas edenler, ve bilahare İmam (a.s) tarafından tayin edilen hakim için sabit olan her şey hakkında velayet sahibidir. Bu konunun delili ise Amr b. Hanzala’nın rivayeti ve onunla aynı anlam ve içerikte olan rivayetlerdir. (Muhakkık Kerki, Vesail’ul Muhakkıkı’s Sani, Risalet-u Selat’il Cum’a, c. 1, s. 142)

                      Daha sonra Muhakkık Kerki şöyle demektedir: “Eğer birisi insaf üzere Seyyid Murtaza, Şeyh Tusi, Bahr’ul Ulum, ve Allame Hilli gibi büyük Şii alimlerinin siretini inceleyecek olursa, onların bu yolu kat ettiklerini, bu metodu ihya ettiklerini ve serlerinden doğruluğuna ve dürüstlüğüne inandıkları her şeyi yazdıklarını görür.”

                      MEVLA AHMET MUKADDESİ ERDEBİLİ

                      Hicri 990'da vefat eden, Mukaddes Erdebili zekatı fakire vermenin müstahak olduğu hakkında şöyle yazmaktadır: “Bunun da delili önceden zikredildiği gibi fakihin zekatı tüketeceği yerleri daha iyi bilmesidir. İnsanların her çeşidi fakihin nezdinde toplanır, dolayısıyla bu işte kimin asıl ve evleviyet sahibi olduğunu bilir. Fakih masum İmam’ın (a.s) naibidir. Dolayısıyla ona verilen şey, gerçekte masum İmam’a (a.s) verilmiştir.” (Mukaddes Erdebili, Mecme’ul Faide ve’l Burhan, c. 4, s. 205)

                      CEVAD BİN MUHAMMED HÜSEYNİ AMİLİ

                      Hicri 1226'da vefat eden Cevad bin Muhammed Hüseyni Amili, Miftah’ul Keramet adlı değerli kitabın sahibidir ve Şii fakihlerin görüşü hakkında tam bir ilim sahibidir. Fakihi İmam-ı Zaman’ın (a.s) naibi ve onun tayin ettiği bir kimse olarak kabul etmiş ve şöyle demiştir: “Fakih, Sahib-i Emr (a.f) tarafından tayin edilmiştir. Buna akıl, icma ve rivayetlerde delalet etmektedir. Akıl deliline gelince; eğer fakih İmam-ı Zaman (a.s) tarafından böyle bir izin ve niyabete sahip olmazsa insanların işi çok zorlaşır ve sıkıntıya düşerler. Hayatın düzeni dağılır. İcma deliline gelince, icma tahakkuk ettikten sonra itiraf edildiği gibi rahat bir şekilde iddia edebiliriz ki bu konuda Şii alimler görüş birliği içindedir ve onların ittifakı hüccettir. Rivayet deliline gelince, bu konuya delaletleri tam ve yeterlidir. Bu cümleden Şeyh Saduk’un Kemal’ud Din kitabında naklettiği rivayeti nakledebiliriz. İmam (a.s) İshak b. Yakub’un sorularına yazdığı cevapta şöyle buyurmuştur: “Olaylarda bizim hadislerimizin ravilerine müracaat edin. Zira onlar benim sizler üzerindeki hüccetimdir ve ben de Allah’ın hüccetiyim” (Hüseyni Amili, Miftah’ul Keramet (Kitab’ul Kaza c. 10, s. 21))

                      MOLLA AHMET NERAKİ

                      Hicri 1245 Yılında Vefat eden, bu büyük alim şöyle demiştir: Fakih iki şeyde velayet sahibidir:

                      1-Peygamber ve insanların hakimi ve İslam’ın sağlam kaleleri olan imamların velayet sahibi olduğu her şeyde fakih de velayet sahibidir. Elbette nas ve icma ile veleyet-i fakihin dışında birakılan hususlar bunun dışındadır.

                      2-İnsanların din ve dünyasıyla ilgisi bulunan, aklen veya adeten insanların yapması gereken, fert veya grubun ahiret ve dünyasının kendine bağlı olduğu, insanların din ve dünya düzeninin rehini olduğu şeriatte yapılması emredilen, fakihlerin icma ettiği, bir hadis gereği zararı nefyeden, zorluğu ve darlığı gideren, Müslümana gelebilecek bir tehlikeyi önleyen, veya başka bir delille farz kılınan, yapılması veya terk edilmesi hususunda şeriat sahibinden izin alınan, belli veya belli olmayan bir şahıs veya grubun sorumluluğuna havale edilmeyen, yapılması gerektiğini bildiğimiz, şeriat sahibinden yapılması için icazet alınan, ama icra ile memur olanın belli olmadığı tüm hususlarda fakih işleri uhdesine almalıdır. Ama birinci emrin (delilin istisna ettiği hususlar dışında Peygamber ve İmam’ın velayet sahibi olduğu her hususta fakihin de velayet sahibi olduğu hususunun) delili ise fıkhın kesin ilkelerinden sayıldığı bir biçimde gerçekleşen fakihlerin icmasının bulunmasının yanı sıra, bu konuyu açıkça ifade eden rivayetlerdir.

                      İkinci emrin (Allah’ın terk edilmesini hoş görmediği hususların) delili ise fakihlerin icma ve ittifakının yanı sıra iki husustur...” (Ahmed Neraki, Avaid’ul Eyyam, s. 187-188)

                      Yorum


                        #12
                        FAKİH, FETVA, İÇTİHAT, NAİB ÜZERİNE 5 KADİM ŞİA ALİMİN SÖZLERİ-2

                        Şeyh Muhammed Hasan Necefi, (Ö. H. 1266)

                        Benim görüşüme göre Allah fakihe itaati, ulu’l emr olarak bizlere farz kılmıştır. Bunun delili de fakihin hükümetinin delili, özellikle de Sahib’ul Emr’in (af) rivayetidir. (Şeyh Hur Amili, Vesail’uş Şia, c. 18, s. 101 (Kitab’ul Kaza, Ebvab-u Sifat’ul Kadı, 9-11. Bölümler)

                        Elbette fakihin velayeti şeriatın hüküm veya mevzusunda bir müdahalenin olduğu veya şer’i hükümlere özgü oluşu iddiasının icma-i mürsel ile red edildiği her şeyde geçerlidir. Zira fakihler velayet-i fakihi çeşitli yerlerde beyan etmişlerdir. Bütün bu yerlerde hükümet delillerinin mutlak oluşu dışında bir delil mevcut değildir. Bu konuyu teyid eden bir husus da İslam toplumunun toplumu idare için fakihe olan ihtiyacının, şer’i hükümlerde fakihe olan ihtiyacından daha çok oluşudur”. (uhammed Hasan Necefi, Cevahir’ul Kelam, c. 15, s. 421-422)

                        Şeyh Murtaza Ensari (Ö. H. 1281)

                        Şeyh Ensari Kitab’ul Kaza’da, Masum İmam (a.s) ile ilgili işleri, şahsi görevi olan işler ile üzerinde velayeti bulunan şeyler diye ikiye ayırdıktan sonra şöyle diyor: “Birincisi Masum İmam’ın (a.s) kendi zamanıyla ilgilidir. Ama ikincisi tüm zamanları kapsamaktadır.” Ardından fakihlerin Masum İmam (a.s) tarafından tayininin ikinci kısımla ilgili olduğunu belirtmekte ve fakihlerin velayetinden; gaybet dönemindeki hükümetleri diye bahsetmektedir. (Şeyh Murtaza Ensari, Kitab’ul Kaza ve’ş Şehadet, s. 243, 244)

                        Hacı Aga Rıza Hamedani (Ö. H. 1322)

                        “Her haliyle şartları haiz bir fakihin İmam-ı Zaman (a.s) tarafından niyabet makamına atandığı çok açıktır. Bu konuyu Şii fakihlerin sözü de açıkça teyit etmektedir. Sözlerinin zahirinden de anlaşıldığı üzere bu fakihler, şartları haiz bir fakihin fıkhın tüm bablarında İmam’ın (a.s) naibi olduğu konusunu, kesin hususlardan sayılmışlardır. Hatta bazıları fakihin genel niyabet ilkesinin delilini icma saymışlardır.” (Hacı Aga Rıza Hamedani, Misbah’ul Fakih, Kitab’ul Hums, s. 160-161)

                        Ayetullah Burucerdi (Ö. H. 1382)

                        Velhasıl bu dediklerimiz esasınca insanların genelinin müptela olduğu böylesine önemli işleri yerine getirmek için adil bir fakihin tayin edilmiş olmasının hiç bir sakıncası yoktur. Bunu ispat etmek için İbn-i Hanzala’nın makbul rivayetine bile gerek yoktur. Gerçi onu da bunun şahitlerinden biri saymak mümkündür.” ( Kitab’ul-Bedr’uz-Zahir, Takrirat-i Ayetullah Burucerdi, s. 52)

                        İmam Humeyni (Ö. H. Ş. 1368)

                        “Bu söylenenlerden şu sonuç elde edilmektedir ki fakihler, İmamlar (a.s) tarafından, kendilerinin velayetinin olduğu her konuda velayet hakkına sahiptirler. Bu genel kaideden bir hususu istisna etmek için rivayetlerde yer alan “İmam falan işin sorumlusudur” veya “imam böyle emretmektedir” ifadelerinin tersine Masum İmam’a erişmek gerekir. Zira adil fakih için bu tür şeyler önceden söylenen şartlar sebebiyle sabittir. Önce de işaret ettiğimiz gibi Peygamber (s.a.a) ve İmam’ın (a.s) hükümet ve yöneticilik hakları fakih için de sabittir. İmam Humeyni (r.a), Kitab’ul-Bey’, c. 2, s. 488-489

                        Yorum


                          #13
                          ŞER'İ HÜKÜMLERDE İÇTİHAD VE TAKLİD

                          Daha evvel bu konuya devam edeceğimizi belirtmiştik. Bu konuda ki hassasiyetimizin nedeni, delilsiz ve mesnetsiz bir şekilde Şii toplumlar içerisine serpilen "İçtihat ve Taklid" karşıtı söylemlerden kaynaklanmaktadır. Bundan önce, bu konuda bir miktar paylaşımda bulunmuş ve bu konuda bir takım delilleri kısa, kısa sunmuştuk. İçtihat ve Taklid'i reddeden "Ahbari" Düşünce sistemine mensup bir çok bireyin "Kuran'ı Kerim" noktasında Tahrif iddiaları olduğundan onlar için "...Eğer bilmiyorsanız Zikir Ehline sorun..." (Nahl 43) Ayetinde ki delili sunamıyoruz. Nitekim bu ayette, hem Masum a.s'a ve hemde Fakihlere şamil bir durum söz konusudur. (Bunu ayrı bir zamanda izah etmeye gayret edeceğiz.)

                          Biz burada, kendilerine Tarih boyunca "Biz Hadis Ehliyiz" veya "Biz ahbariyiz" diyenlerin İçtihad ve Taklid için "RED" iddialarına yine onların usulü ile Hadislerden delil sunacağız... Daha Evvel sunduğumuz Hadisleri tekrardan sunmamızın bir gereği olmadığından, onları burada nakletmiyoruz. Bu sefer ki Hadis'i, Şia'nın Kadim alimlerinden Hürrü Amili'nin yazdığı Vesail'uş Şia'dandır. 18. cildinin 41 nolu sayfasında İmam Sadık a.s'ın şöyle buyurduğu nakledilmektedir: AHKAM'IN KURAL VE USULLERİNİ BİZ BEYAN EDERİZ, AHKAM'IN FURU VE AYRINTILARINI ONLARDAN ÇIKARMAK DA SİZİN GÖREVİNİZDİR.

                          Gördüğünüz gibi bu hadiste "İÇTİHAD" söz konusudur. Ve İçtihad meselesine Hadis babında güçlü bir delildir. Bu hadise "TAKLİD" olarak daha evvel sunduğumuz uzun bir hadisin içinden kısa bir alıntı yaparak Taklide'de delili sunmak niyetindeyiz.


                          Daha evvel, Usul-i Kafi'nin 1.ci Cildinde, Hadis İhtilafı babından, 198 Nolu Hadisde Ömer bin Hanzala Rivayetini sunmuştuk. O Hadisin içinde İmam Sadık a.s'a şöyle bir soru sorulmuştu: "...Peki, aralarında ihtilaf bulunan bu iki arkadaşımız ne yapsınlar?" Bu soruya İmam Sadık a.s şöyle ceevap vermişti; "...O zaman sizden olup da bizim hadislerimizi rivayet etmiş, helâlimizi, haramımızı bilmiş ve verdiğimiz hükümleri tanımış kişiye başvursunlar. Eğer o kişi bir hüküm verirse buna razı olsunlar..." Burada ek olarak şunu da belirtelim ki aynı hadis içerisinde TAKLİD için müthiş bir delil olan bu cevaptan sonra Taklid'de "ALEMİYYET" içinde güzel bir delil mevcuttur. İnşaallah o delili de sunayım inş. Aynı şahıs, İmam Sadık a.s'a tekraren şöyle soruyor: "...Eğer bu iki adamın her biri, ashabımızdan birisinin hakemliğini istese ve bunların vereceği hükme razı olacaklarını ifade etseler, sonra bunlar da sizin ha*dislerinizin ihtilafından dolayı farklı hükümler verseler ne yapmak gerekir?" Bu soruya ise İmam Sadık a.s'ın verdiği cevap "Alemiyyet" için büyük bir delildir. İmam a.s buyurdu ki; "...En âdil, en fakih, hadis rivayetinde en doğru ve en muttaki olanının hükmü benimsenir, diğerinin vereceği hükme iltifat edilmez..." Uzun olan bu hadisde, "İCMA" üzerine de, delil bulunmaktadır.

                          Taklid konusunda Şia'nın büyük alimlerinden Merhum Muhammed Kazım Horasani'nin güzel bir beyanı vardır. diyor ki; "Sıradan halkın, şeri vazifesini yerine getirmek için kendi araştırması sonucu ulaştığı delile uyması imkansızdır. Çünkü sıradan herkes Kitap ve Sünnetten delile dayanarak vazifesini teşhis edemez."

                          İçtihat makamında olan bir Fakih'in Fetvaları ya Kuran'a, ya Hadis'e, ya icma'ya, ya da Akıl'a dayanmaktadır. İmamlarımız a.s, içinde kıyas ve Zan olan ve ehliyetsiz kimselerin kendi reyleri ile verdikleri Fetvaların Batıl olduğunu sık, sık belirtmiştir. Maalesef "Ahbari" düşünceye sahip bir çok kimse bu tür hadislerin, genel manada İçtihat ve Fetva Vermenin Haram olduğu olarak algılamışlardır. Bu tür hadislerin bir kısmı, Usul-i Kafi'de "Kıyas, Bidat" Başlıklarında yer almaktadır. Başlığından da, İmam a.s'ın hangi tür Fetvaların haram olduğunu belirttiğini anlamak zor değildir.

                          Son olarak şu hadisi nakledelim. İmam Muhammed Bagır a.s, Eban bin Tağlib'e şöyle buyuruyor; "Medine Mescidinde oturarak halka fetva ver, çünkü ben senin gibilerini Şiilerim arasında görmeyi severim." (Şeyh Tusinin Fihristinde s.17)

                          Yorum


                            #14
                            FETVA'NIN DAYANAK VE KAYNAKLARI

                            İçtihat zorluklara tahammül, çaba ya da kudret ve güç demektir. Fıkhi terim olarak ise kaynak ve delillerden şer’i hükümleri çıkarmak için azami ilmi çabayı sarf etmek anlamındadır.

                            Şii fıkhında fetvanın temeli içtihat kaynakları olarak bilinen Kur’an, sünnet, akıl ve icmadır. Ancak bu kaynaklardan, faydalanma ve istinbat etmek için Arap edebiyatı, Masumların (a.s) zamanındaki muhavere örfünü, mantık, usul-u fıkh, rical, Kur’an, hadis vs. ilimleri bilmek gerekir. Her fakih bu ilimleri bilmenin yanı sıra onların tümünde bir ekole de sahip olması gerekir ki, onlardan içtihat kaynaklarını anlama yönünde faydalanabilsin.

                            Şimdi daha fazla bilgi için müçtehitlerin fetva vermek için onların asıl kaynakları olan Kur’an, sünnet, akıl ve icma’ya ve her birinin sahip olması gereken ekollere işaret edeceğiz:

                            1- Kitap (Kur’an-ı Kerim): Kur’an İslami kanunların ve hükümlerin ilk kaynağıdır. Bu, bütün Müslümanların kabul ettiği bir konudur. Ama Kur’an’dan ahkam ve fetvaların çıkarılması şu esaslara dayalıdır: Müçtehit Kur’an ilimlerinin bazı önemli konularında belli bir görüşe sahip olmalıdır. Örneğin, vahyin yüce manaları bizlerin kavrayabileceği bir şey midir, değil midir? Vahiyde değişim ve tahrif olabilir mi, olamaz mı? gibi.

                            2- Sünnet (Masumun söz, davranış veya teyidi): Resulullah’ın (s.a.a) sünnetinin -ki söz, davranış ve teyidinin - itibar ve hüccetliğini ispat etmeye gerek varsa da Kur’an’ın nasslarına göre bunu ispat etmek zor değildir. İslam alimleri bunu kabul ettiklerinden üzerinde uzun uzadıya durmaya gerek yoktur.Aynı şekilde Masum İmamların da (a.s) söz, fiil ve teyitleri sünnettir. İmamiyye al mlerinin inancı şudur: Hz. Peygamber (s.a.a) Masum İmamları (a.s) ümmeti için bir merci olarak düşünmüş ve onu defalarca açıklamıştır. Nitekim buyuruyor: ‘Ben sizin aranızda iki ağır emanet bırakıyorum: Biri Allah’ın kitabı diğeri de Ehl-i Beyt’imdir. Onlara sarıldığınız sürece asla sapmazsınız.’ Öyleyse Resul-ü Ekrem (s.a.a) veya Masum İmamlar (a.s) bir dini görevi belli bir şekilde yerine getiriyorlarsa ya da başkaları bazı dini vazifelerini onların huzurunda yerine getiriyor ve Onlar da (a.s) bunları teyit ediyorlar veya bu amellerin karşısında susuyorlarsa bir fakih bunlara yetinebilir.

                            Sünnet, Kur’an’ı sınırlandırıp tahsis edebilir mi? Çeşitli durumlar sünnete etki edebilirler mi? Bunlarda müçtehitlerin sünnetten hüküm çıkarabilmeleri için görüş sahibi olmaları gereken konulardandır.

                            3- İcma (Fakihlerin bir konudaki görüş birliği): Şii alimlerine göre icma Peygamberin (s.a.a) ve Masum İmamların (a.s) sözünü ispat edip ortaya çıkarırsa hüccet olur. Örneğin bir meselede Peygamberin (s.a.a) zamanındaki Müslümanların tamamı istisnasız bir akide ve görüşe sahip oldukları ve aynı şekilde amel ettikleri anlaşılırsa onu Peygamberden (s.a.a) aldıklarını gösterir. Veya Masum İmamlardan (a.s) birinin bütün ashabı bir meselede görüş birliğinde iseler bu onu İmamın (a.s) kendisinden aldıklarına delil olur. Böyle bir icma kesinlikle hüccettir.

                            4- Akıl: İslami öğretilerde çok az şey akıl kadar övülmüştür. Bu övgü öyle bir şekildedir ki, akıl gerçekleri tanıma, çeşitli itikadi, ibadi, bireysel, toplumsal vb. alanlarda yanlışı doğrudan ayırma özelliklerine sahiptir. Bütün bunlardan -şeriatında belirttiği gibi- aklın zati bir itibar, önem ve hücciyetinin olduğu neticesine ulaşabiliriz. Bundan dolayı Şii alim ve bilginleri eskiden beri aklın itibar ve hücciyetini kabul etmişlerdir. Dolayısıyla Şia’ya göre aklın hüccet oluşunun manası şudur: Eğer bir konuda akıl kesin bir hüküm vermişse bu hüküm hüccettir. (Şehid Mutahhari, Aşinay-i Ba Ulum-u İslami, c.3, s.19)

                            Yukarıda anlatılanlardan alınan sonuç şudur: Fakih ve müçtehid bu dört kaynağa dayanarak kendi içtihadi ekolüne göre fetva verir. ANCAK BİLMEK GEREKİR Kİ, İÇTİHAT KAYNAKLARI YUKARIDA BEYAN EDİLENLERLE SINIRLI DEĞİLDİR.

                            Üstad Mehdi Hadevi Tahrani
                            En son Mufazzal tarafından düzenlendi; 24.02.2015, 16:24. Sebep: Hatalı

                            Yorum


                              #15
                              İÇTİHAT ÜZERİNE

                              Ekte ki Kaynak üzerinden ve Allame Meclisi'nin açıklaması üzerinden devam edelim. Dikkat ederseniz Allame Meclisi Ahbari (Muhaddis) Alimlerinde İçtihat ettiğini, içtihat edebileceğini ve bu durumun onlar içinde kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Şimdi Allame Meclisinin bu açıklaması doğrultusunda, O Alimlerden birine değinip örnek verelim...

                              ŞEYH SADUK

                              Kendisi Şii Alimi olup, Şia'nın 4 Ana Kaynağından Men La Yahzuru’l Fakih'in yazarıdır. Şeyh Saduk'un kendisinin Ahbari bir alim olduğunu gerek Usuli Alimler, gerekse Ahbari bilinen diğer alimler itiraf etmiştir. Ancak Şeyh Saduk'un Ahbariliği, sonra ki dönemler ortaya çıkan Aşırıcı, hakaretçi, aklı reddeden Ahbariler gibi değildir. Şeyh Saduk İçtihadı kabul eden bir alimdir. Onun Ahbari değilde, "Muhaddis" dersek daha doğru olur. Biz Ahbari dedikleri için bunu dikkate alıp öyle devam edeceğiz. Şeyh Saduk bu kitabını yazarken, yazım sebebini açıkladıktan sonra şöyle diyor: “Musannifler gibi tüm rivayetleri yazmayı düşünmüyorum, SADECE FETVALARIMA UYGUN OLAN VE SAHİH BİLDİĞİM RİVAYETLERİ ZİKREDECEĞİM.” Şimdi gelin Şeyh Saduk'un İçtihatlarına 2 Örnek verelim.

                              1. Fetva: İslam dininden olmayan insanın kestiği hayvanı yemeyiniz. Yahudi, Hristiyan ve Mecusilerin (Hayvanı Keserken) Allah'ın Adını söylediklerini işitmediğiniz sürece, onların kestiği hayvanı yemeyin. Eğer Allah'ın adını zikrederlerse, o hayvanın etinden yenilmesinin hiç bir sakıncası yoktur. (El Makna - Şeyh Saduk S.417)

                              2. Şarap bulaşmış elbiseyle namaz kılmanın sakıncası yoktur. Çünkü Allah Şarabı haram etmiştir. Şaraba bulaşmış elbise ile namaz kılmayı değil. (S.453)

                              Örnek olarak sunduğum ikinci fetvanın hakkında diğer Ahbari Şeyh Saduk'un sözünün tersini söylemektedir. Bu da gösteriyor ki; Diğer Ahbari Alimlerde İçtihat etmiştir. Ve bu durum Allame Meclisinin Ekteki sözünü doğrulamaktadır. Şimdi gelelim İkinci Alim Örneğine...

                              ŞEYH TUSİ

                              Şeyh Tusi, Muhaddis Alimlerimizden olup, Ahbari diye bilinmektedir. Ancak Şeyh Tusi'nin kendiside, İçtihat ve Fetvayı asla reddetmemiştir. Şeyh Tusi Kutub'u Erbaa'dan 2 tanesinin yazarıdır. Yazdığı "el-İstibsar fi ma İhtalaf min’el Ahbar" adlı eseri yazmadaki amacını zikrettikten sonra Şeyh Şöyle diyor: “Her babta ÖNCE FETVA'NIN DOĞRULTUSUNDA OLAN rivayetleri daha sonra karşıt rivayetleri beyan ederek imkân dâhilinde bunları birleştirmeye çalıştım ve rivayeti cerh etmekten sakındım. Kitabın başlangıcında ise rivayetleri birbirine tercih etmedeki Kuran ve kaidelere işarette bulundum.” (el-İstibsar, c. 1, s. 43 ve 44)

                              Anlaşıldığı gibi Şeyh Tusi'nin döneminde dahi Fetva ve İçtihat vardı. Bu kitabı yazarken, dikkate aldığı ilk rivayetler MEVCUT FETVALARIN DOĞRULTUSUNDA Tasdik edici Rivayetlerdir. Daha sonra ise O rivayetlere karşıt olan Rivayetleri beyan etmiş ve bunları birleştirmeye çalışmış.
                              Bu galeride yalnızca küçük resimleri görüntüleyebilirsiniz. Bu galeride 1 fotoğraf var.

                              Yorum

                              YUKARI ÇIK
                              Çalışıyor...
                              X