Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

TEVELLA VE TEBERRA (2)

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    TEVELLA VE TEBERRA (2)

    İnsanın kemali, onun iradi amellerinin sayesinde gerçekleşir, yapmayı irade ettiği ameller de muhabbetinin mahsulüdür. İnsanın bir şeye muhabbeti yoksa onu irade edemez, irade etmezse eylem ve hareketi de yapamaz. Aynı şekilde birşeyden keraheti ve inzicarı yoksa onu terk etmesi de sözkonusu olamaz. Velayet ve beraet, muhabbet ve adavetten kaynaklandığı için tevelli ve tebberi, dinin esaslarından karar kılınmıştır. İnsanın sevdiğine tevellisi, buğz ettiğinden de teberrisi vardır. Muhabbetın ve adavetin ölçüsü açıklanmadığı müddetce Tevelli ve Teberri meçhul kalacak ve anlaşılamayacaktır. Bir önceki makalede Tevelli ve Teberrinin, iradet ve kerahet ile ve muhabbet ve adavet ile olan ilişkisini ve aynı şekilde şehvet ve gazap ile ve cezb ve def’ ile olan bağını açıklamaya çalıştık. İnsandaki bu duygunun, en alt seviyesinin “cezb ve def’”, en yüksek ve yüce derecesinin ise “ Tevelli ve Teberri” olduğunu beyan ettik. Bu iki makam arasında çeşitli merhale ve aşamalar da mevcuttur. Yine önceki makalede açıkladık ki; muhabbetin merkezi ve yeri insanın kalbidir ve insanın birden fazla kalbi yoktur. Hakka muhabbet, batılı sevmeyle bağdaşmaz ve bir yerde toplanamazlar. Ve bu konuyla ilgili ayetleri de delil olarak aktardık.

    İmam Sadık (a.s.) buyuruyor:” İman, hub ve buğzdan başka birşey değildir.” Dinin özü muhabbettir, insan tüm eylem ve hareketlerini muhabbet esası üzerine yapar.


    Hz. İbrahim (a.s.), kendisine melekut alemi gösterilmesiyle birlikte, tevhide delil getiriken muhabbet yolunu seçiyor: “Ben batanları sevmem.” (Araf / 6) Yok olacak birşeyin mahbub olmaya liyakatı yoktur. İnsan eğer kendisine veya tabiat alemindeki varlıklardan birisine muhabbet beslerse bir batışla yok olan birşeye gönül bağlamış olacaktır, Mahbub yok olunca, mahbubu ile arasında bağ olan muhabbet de yok olup kendisine zarar verecektir. Muhabbet, mahbub daimi ve ebedi olursa devamlı olacak ve insana fayda sağlayacaktır. Mahbub, fani olursa ona beslenen muhabbet, insanı derde salacağı gibi onun yok olmasıyla da yok olacaktır çünkü mahbubsuz muhabbet devamlı azap verir insana. Allah’tan başkasına muhabbet beslemek inhiraf olduğu gibi bu muhabbetin kendisi de zarar vericidir. Bunun için Hz.İbrahim(a.s.) ibadet ve kulluğa layık olanın mahbub olması gerketiğini söylüyor. Allah-u teala da müminleri, Hz. İbrahim’in (a.s.) gittiği yolu ihya etmeye davet ediyor. Hz. İbrahim (a.s ), “Ben batanları sevmem” sözüyle Allah’ı sevdiğini belirtiyor, Allah da, O’nu kendisine dost edindiğini beyan ediyor, “Allah ibrahim’i kendisine halil seçti” sözüyle. Müminlere hitaben buyuruyor: “İbrahim’e gerçekten de en yakın olanlar, ona tabi olanlarla bu peygamberdir.” Al-i İmran / 68... Müminler ve Peygamber Hz. İbrahim’e tabi olarak onun mantığını ihya etmeye herkesten daha evladırlar, melekut aleminin sırlarını görmekten kaynaklanan mantık şudur: batan yok olan ve fani olan mahbub olamaz. Bu mantık imamların ibadet felsefesinde de görülmektedir; buyuruyorlar: Biz, Allah’a onu sevdiğimizden dolayı kulluk ve ibadet ediyoruz, cennet arzusuyla ibadet eden tüccarlar gibi ve cehennem korkusuyla ibadet eden köleler gibi değildir bizim ibadetimiz. İmamların ibadeti bu asıl ve mantığa göredir. Çünkü ölümsüz ve hayy olana, muhabbet ebedi olabilir, nefsi istek, arzu ve geçici lezzetlerin hiç birisi bu mantıkta yer alamaz.


    Unutulmaması gerekiyor ki, muhabbet tarikattır, muhabbet yoldur, muhabbet şeriattır. Muhabbet insanın kafasında birşeyi tasavvur edip onu seviyorum demesi değildir. Al-i İmran süresinde belirtildiği gibi “De ki Allah’ı seviyorsanız bana uyun”; sevmek, Resulullah’a (s.a.a) tabi olmak, O’na uymaktır, eğer birisi Allah’ı sevdiğini iddaa eder Resulullah’ı takip etmezse bilmelidir ki onun iddaası burhansız ve yalandır.


    Allah-u Teala Nur süresinde (62) müminlerin Resulullah’ı yanlız bırakmayacaklarını ve önemli işlerde devamlı yanında olacaklarını beyan ediyor: “Müminler, ancak Allah’a ve Resulüne inanırlar ve onunla beraber, topluluğu icab ettiren bir işte bulunurlarsa izin almadan bırakıp gitmezler.” İtikadi olarak Allah’a ve Resulüne iman ederler, toplumsal alanda ümmetin hep beraber yapması gereken işlerde rehber ve önder olan Peygamberı yalnız bırakmazlar. Kendi şahsi işleri olsa dahi Peygamberden izin almadan, onunla istişare etmeden ayrılmazlar. Bütün dini meselelerde Peygamber lider ve rehber olduğundan önde gider ve ilahi hükümleri uygular, Allah’ın muhabbetini kalbinde taşıyan müminler de arkasından hareket ederler. Arz ettiğimiz gibi muhabbet sessiz kalmak ve oturmakla bağdaşmaz. Önceki makalede kimlerin Allah’ın mahbubu olduğunu ve bu makama nasıl ulaşılması gerektiğini ayetler ışığında açıkladık.


    Rivayetlerimizde Allah’ın mahbubları arasında kimin daha yüksek makama sahip olduğu da beyan edilmiştir. İmam buyuruyor: “ İnsanların en üstünü, ibadete aşık olandır....” Aşk, muhabbetin kamil merhalesidir. Aşk, var olanı koruyan ve sahip olmadığını talep etme şevkidir. İnsan, şevkle ibadet eder, ibadet aşıkına ulaşmak için. Çünkü İmam buyuruyor : “İnsanların en üstünü, ibadete aşık olandır....” İbadetin kendisi de ma’buda aşık olmaya götüren bir yoldur. İbadete aşık olmak başlangıçtır, yolun yarısında olamaktır, ibadete aşık olan henüz hedefe ulaşmamıştır. Kimin maşuku, ma’bud olan Allah olursa o hedefe ulaşmıştır sadece ibadete aşık olmak yetmez. Rivayette belirtilen “İnsanların en üstünü, ibadete aşık olandır....” maksat, ibadeti sadece ilahi teklif olarak yerine getiren, ibadetten lezzet alan ve ibadeti seven değildir, bunların yanısıra muhabbetin en yüksek derecesi olan “aşk” derecesine ulaşandır. İslam’ın iftiharlarından olan Seyyid bin Tavus (r.a) çocuğunun buluğ çağına erdiği günü bayram olarak kutluyor ve şöyle diyor: “Allah’a şükür et ki, ölmedin ve Allah’ın emirlerinin muhatabı oldun. Şimdiye kadar Allah seninle konuşmuyor, seni muhatap almıyordu ve senden birşey istemiyordu ama artık sen, Allah’ın, “ Ey iman edenler” sözünün muhatabı oldun. Allah’ın bu sözüyle konuştuğu kimselerden biri oldu. Bu hitap, ilahi emirleri yerine getirmek için seni mükellef kılmıyor, ilahi emirleri yapmak ile şereflendiriyor. Çünkü Allah’ın emirlerini yerine getirmek zahmet ve külfet değil şereftir.” İşte bu sözler o gerçek muhabbetin ürünüdür. “ İnsanların en üstünü, ibadete aşık olandır....” rivayetinin sırrı budur. İnsan, bu dereceye ulaşdığında anlar ki, yalan aşk, maşukun yok olmasıyla dert verir, azap verir. Mahbubun yok olmasıyla verdiği dert ve azabı herkes anlayamaz yalnız gerçek muhib anlar. İnsanların en üstünü “Ölümsüz Hayy” olana aşık olanlardır. Mahbub ebedi olduğundan mahabbetin son derecesi olan aşk da gerçek olacaktır. Aşk, maşukun eserlerini aşık olanda ihya eder, yaşatır. Aşk kelimesi arapçada “aşaka” kelimesinden alınmıştır. Aşaka sarmaşığa benzer bir bitkidir. Ağaçların gövdesine sarılır ve ağacın nefes almasını engelleyerek yapraklarının sararmasına sebep olur ve ağacın vaktinden erken solmasını sağlar. Aşıkın, sararmış görunmesinin sebebi, aşkın onun nefes almasını engellemesinden, aşk ve şevkin, insanın hayvani boyutunun gelişmesine mani olmasındandır. Aşk, İnsanın bedensel ve cismi olarak gelişmesini engeller ve herşeyden üstün olan kendi gelişmesinin peşindedir. “İbadete aşık olan insanların en üstünüdür” sözü, yani ibadetin insanı tamamen çepeçevre sarması bütün varlığıyla ibadeti hissetmesidir. Namaz kılarken edilen niyyet fikhi olarak niyyet sayılır ama mana ehlinin yanında bunun kendisi gaflettir. Bir kimse namaz kılarken: “ Öğle namazını kılıyorum gurbeten ilellah” cümlesini aklından geçirirse bu fıkhi olarak niyyet sayılır ama irfan ehlinin nezdinde niyyet değil, gaflettir. Çünkü niyyet, tabiat aleminden kopup, Allah’a yönelme, mahbuba koşmadır. Namazın başından sonuna kadar dünya işlerini düşünen ve aklı insanlar arasında olan kimsenin, namazın sonunda “Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuh” demesi nasıl doğru olabilir. Çünkü dışarıda olan biri içeri girdiği zaman, insanların arasında olmayan biri, onların yanına geldiği zaman selam verir, insanların arasında olan selam vermez ki. Namazda aklı tamamen dünyada ve insanlarda olan birisi insanlardan ayrılmamış ki bitince “ Esselamu aleykum...” diyor. Ama Namazını, “Namaz, müminin miracıdır” hadisine göre kılan, “Namaz kılan, kiminle münacat ettiğini bilse asla namazı bitirmez” hadisini anlayarak, Rabbu’l-alemin ile münacat eden ve “Namaz, her muttaki insanın (Allah’a) yaklaşma vesilesidir” hadisine teveccüh ederek namazını kılan insan, niyyetiyle tabiat aleminden uçmuş, dünya ve insanlardan kopmuş ve kimseyi aklından geçirmemiş, sadece kendisi ve ma’budu vardır namazında ve namazı sona erince miraçtan iniyor, Allah ile münacattan bitiyor ve insanların arasına dönüyor bundan dolayı “ Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuh” diyor. Tekbiret-ül ihramı (Allah-u Ekber) ihram bağlamak olan, Lailaheillelleh’ı, Allah’a teslim olmak olan ve Selam’ı bitiş olan namazdan sonra verilen selam gerçek selamdır. “İnsanların en üstünü, ibadete aşık olandır....” hadisi her türlü ibadete aşık olmayı içerir; maddi, manevi, batini ve zahiri her türlü ibadete aşık olmayı, onunla sarmaş dolaş olmayı ve bütün varlığıyla onu hissetmeyi beyan ediyor.


    İnsanın bu makama ulaşmasını engelleyen, yükselmesine mani olan dünya sevgisidir. “Dünyayı sevmek bütün hataların başıdır” hadis-i şerifi, bütün günahların ve hataların sebebinin insanın dünyaya gönül vermesi ve sevmesi olarak belirtiyor. Diğer bir hadisde şöyle buyuruyor: “Çobansız bir koyun sürüsüne, her iki taraftan kurtların saldırıp verdiği zarar- ziyan, dünyayı seven ve makam peşinde olan müslüman kimsenin dinine verdiği zarardan daha fazla değildir.” Yalan ve geçici muhabbetin, dünyaya alaka bağlamanın, makam ve mevki peşinde olmanın insanın dinine vurduğu darbe, verdiği zarar kurtların koyun sürüsüne verdiği zararla mukayese edilemez. Çünkü kurt sürüye saldırdı mı yırtıcılığı oranında parçalar, yalnız yiyebileceği miktarda parçalamaz, gazap ateşini söndürüne kadar parçalar ve onun parçalama duygusu asla doymaz. Dünya muhabbeti kalbinde olan insan, bu özelliğe sahip olan kurttan daha tehlikelidir. Bu gibi hadisler hakkında islam alimleri birçok makale yazmıştır.


    Allah’a muhabbetin, bütün hayır, fazilet ve doğruluğun kaynağı, dünya sevgisinin ise her günah ve hatanın başlangıcı olduğu rivayetlerin ışığında anlaşılmaktadır. Allah’a muhabbetin faydası ve meyvesi hakkında önceki yazımızda Kuran ayetler çerçevesinde bahs etmiştik. Ama “dünyanın her hata ve günahın başı olduğu ise” Nahl /106 da farklı tabirle beyan ediliyor.” Fakat kim kalbini kafirliğe açarsa, işte Allah’ın gazabı bunlaradır”. Kalp ve canlarını küfr ile dolduran, günah ve inkar ile kalplerini genişleten, isyan ve tuğyanlarının neticesinde kendi sonunu hazırlamıştır. İlahi gazabı hakkeden kendi sonunu hazırlamıştır. Kalbini, ilahi maarif için açması gerekirken dünyaya meyletmesi sonucu günah ve isyan, küfür ve tuğyanla doldurmaktadır. Kalp, Allah’ın muhabbetinin yeri olması gerekirken dünya muhabbetinin ve küfrün sahnesine dönmüştür. İlahi gazabı hakkeden kendi sonunu hazırlamıştır. “Sizi rızıklandırdığımız tertemiz şeyleri yiyin ve bu hususta taşkınlık etmeyin, sonra size gazabım vacip olup ve kime gazabım vacip olursa uçuruma yuvarlanır, helak olur.” Taha /81. Ayet beyan ediyor: insan tuğyan ederse, Allah’ın gazabını hakkeder, gazabı hakkeden helak olur, helak olan ise artık tekamul yoluna giremez. Nahl süresinin devamında bütün bunların sebebini dünya sevgisi olarak belirtiyor: “ Bu da dünya yaşayışını sevip ahiretten üstün tutmalarındandır.” Nahl /107. Onlar dünyayı kendilerine mahbub olarak seçip ahirete tercih ettiler. İnsanı, Allah’a yaklaştıran ahirettir, ahiret sevgisinin öteki dünyada karşılığı vardır ama dünya sevgisi, insanı bu dünyada Allah’tan uzaklaştırdığı gibi ahirette de azap görmesine sebep olacaktır. İlahi intikamların hepsinin kaynağı dünyayı sevmek ve onu mahbub karar kılmaktır. Batıl muhabbeti tercih eden hedefe ulaşamaz: “şüphe yok ki, Allah, kafir olan topluluğu doğru yola sevketmez.” Kafir olan, hakk yoldan saptığı gibi aklı da devre dışı bırakmış yanlış yola sapmıştır.” Onlar, öyle kimselerdir ki Allah, onların kalplerini, gözlerini, kulaklarını mühürlemiştir ve onlardır gaflet edenlerin ta kendisi”. Onlar gafildirler, kalpleri mühürlü olduğundan anlamaları gereken ilahi maarifi anlamazlar, kulakları mühürlü olduğundan duymaları gereken hakkı duyamazlar, gözleri mühürlü olduğundan batini gözle görmeleri gereken şeyleri göremezler. Şüphesiz gafildirler, gaflette olanda hüsrana uğramıştır.” Şüphe yok ki onlar, ahirette hüsrana uğrayanlardır.” Gafletten aklı körelmiş ve idrak edemeyen insana hayal hakim olmüştur; akıl ve vahiyden mahrum kalan insan, hayal tuzağına düşmüştür. Hayalperest asla muhabbet yolunu gidemez, böyle olunca da Allah’ın mahbubu olamaz, Allah’ın sevdiklerinin arasında yer alamaz.” .. ve Allah övünüp kibirlenen hiçkimseyi sevmez.” (Hadid /23) Ayette geçen “muhtal” kelimesi, hayalperest, hayal ile hareket eden, tahayyulatın esiri olmuş, vahme kendisini kaptırmış, hayal ürününe dayanan ve hayalin değer verdiği itibari ünvanlara sığınan kimseye denir. Allah’tan başka her şey itibaridir ve bir kimse hayal ürünlerine sığınıp ona değer verirse, o insana muhtal denir. Muhtal kimse kibirlenir, kibir batıl olduğu için de Allah’ın mahbubu olamaz. Çünkü muhabbetin yolu aklın yoludur vahim ve hayalin değil, bir kimse Allah’ın mahbubu olmak istiyorsa akıl ve vahyin yolunu gitmelidir. Bir insan sahip olmuş olduğu makam ile kibirlenir böbürlenirse bilmelidir ki muhabbet yolundan sapmış ve asla Allah’ın sevdiği kimselerden olamayacak ve dinden de uzakalaşacaktır. İmam Sadık (a.s.) buyuruyor: “Din, hub ve buğzdan başka birşey deşildir”. Dinin çabası, insanı, aklının idare etmesini, vahyin de yol göstermesini sağlamaktır. İmam bakır (a.s.) buyuruyor: “Dünyaperest, dünyaya aldanan insan, ipekböceği gibidir; çabaladıkca kendi etrafında döner, döndükçe daha fazla üretir ve ürettiği kendi emeği kendisini boğar arada kalıp ölür.” Dünyayı sevmek, insanın Allah’a ulaşmasını engeller, ipekböceği gibi çalışıp çabalar ve kendi çabası ve emeği kendisini öldürür. Dünya, eğitim ve ve terbiyet alemi olarak görülürse dut yaprağı ipeğe çevrilir, insan doğru yolu katederse melek sıfatlı olur ve kanatlanıp mahbuba uçar, ipekböceği gibi yolun yarısında kendi mahsulünde boğulmaz. Rivayetlerde Allah’tan başka her şey dünya olarak belirtiliyor ve ona gönül bağlamak her günahin kaynağı olarak tanıtılıyor.“ Bu da dünya yaşayışını sevip ahiretten üstün tutmalarındandır” ayet-i celilesi buna işaret etmektedir.


    Kalbi dünya muhabbetiyle dolan insan gafildir. Allah muhabbeti de yalnız kalb ile olduğundan dünyayı seven insan Allah muhabbetinden mahrum kalacaktır. Resulullah’a (s.a.a.), kalbi gaflet ile dolan insan ile irtibati kesilmesi emrediliyor: “Sabah, akşam rızasını dileyerek rablerine dua edenlerle beraber sabret ve dünya yaşayışının ziynetini dileyenlere uyup ayırma gözlerini onlardan ve bizi anmamaları için gönüllerine gaflet verdiğimiz heve ve heveslerine uymuş ve işi hadden aşıp taşmış kişiye itaat etme.” (Kehf / 28) Ayet, Resulullah’a (s.a.a) kiminle beraber olması gerektiğini ve kimlerden uzak durması gerektiğini beyan ediyor. Mustazaf ve fakir tabaka ki Allah’ı devamlı yad ediyorlar onlarla beraber ol. Dünya ziynetine gönül verenler, Resulullah’a teklif ediyorlar :” şu fakir, fukarayı terk et, biz senin yanında yer alalım, onlarla beraber olmak bize ağır geliyor”. Allah buyuruyor:” ve dünya yaşayışının ziynetini dileyenlere uyma”, mustazaflardan ve fakirlerden gözünü ayırma. Dünya muhabbeti kalbine dolmuş insanlar Allah’ı zikr etmekten gaflettedirler, en büyük nimet olan Allah’ı yad edmekten mahrumdurlar, onların canları Allah’ın muhabbetine layık değildir, sakın onlarla beraber olma. Allah, kendisini yad etmeyen, peygambere tabi olmayan, Allah’ın kitabı Kuran’ı terk eden kimselerin kalbinden Allah’ı zikr etme ve kıyameti hatırlama tevfikini alır. Kıyameti yad etmek özel bir nimettir ve Allah, onu herkese nasip etmez yalnızca özel kullarına verir: “Biz onları daima yurtları olan ahireti anma huyuyla yarattık da özleri temiz, ihlas sahibi kullar kıldık.” Sad /46. Bu nimet layık olmayanlara verilmez: “Yeryüzünde haksız yere ululuk satanlara ayetlerimizi idrak ettirmeyeceğiz...” (Araf / 146), “Allah gönüllerini döndürmüştür onların, çünkü onlar anlamaz bir topluluktur”. (Tevbe / 127) Onlar din yolunu terk edip haktan ayrıldılar mı Allah, onların hakkı anlama yeteneklerini alır ve onları bu nimetten mahrum bırakır.





    Netice olarak şu noktalar açıklanmış oluyor:





    1.- Tevelli ve teberrinin temelini, muhabbet ve adavet oluşturur.


    2- Muhabbetin merkezi kalptir ve insanın bir kalbi vardır.


    3- Kuran’da muhabbet ve adavet konusu incelenmediği müddetce Tevveli ve teberi anlaşılamaz.


    4- Allah muhabbeti ve dünya muhabbeti bir kalpde birleşmez


    5- Tevellinin özünü, Allah muhabbetı oluşturur


    6- Tevelliyi engelleyen en büyük engel, dünya sevgisidir.


    7- Tevelli ve teberri makamına ancak Peygambere tabi olmak ile ulaşılır.


    8- Tevelli ve teberri insanın hayatının her alanlnda tecelli etmeli; ibadet, dua ve irtibat

    9- Tevelli ve teberri Allah’a gerçek kulluğun temelini oluşturur.

    10- Dinin özü tevelli ve teberriden başka birşey değildir.
    vela hevla vela kuvvete illa billahul ALİYYUL AZİM
    [center]
YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X