Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

KURTULUŞ ÇAĞRISI

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    KURTULUŞ ÇAĞRISI

    BİSMİ TEALA
    HAMD ALEMLERİN RABB'İ ALLAH'A SALAT VE SALAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLLSUN
    Selamun aleykum Değerli din yoldaşlarıma ve yaratılışda eşit KARDEŞLERİME.. Hayırlı cumalar...
    RABB'İM ECİRLERİNİZİ YÜCE KILMASINI DUA EDERİM...
    Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm) buyurdu ki: «Kimin aklı varsa dini vardır, kimin dini varsa cennete girer.»
    Hz. İmam Ali (a.s) : Gönüller bir olmadıkça cokluğun bir anlamı olmaz.
    Allah Teala buyuruyor: "Benim yolumdan giden kişinin gören gözü ve işiten kulağı Ben kendim olurum."

    1- ...Muhammed b. Müslim,[1] Ebu Cafer (Muhammed Bakır aleyhisselâm)’ın şöy­le dediğini bildirdi:

    «Allah, aklı yaratınca onu konuşturdu, ardından ona: "Beri gel." dedi, akıl beri geldi. Sonra: "Geri git." dedi, akıl geri gitti. Sonra şöyle buyurdu: İz­zetim ve celâlim hakkı için senden daha sevimli bir şey yaratmış değilim. Senin ek­siksiz, olgun halini ancak sevdiğim kimselere bahşederim. Sadece sana emreder, yal­nız sana yasaklarımı yöneltir, sırf seni cezalandırır ve yalnızca seni ödüllendiririm.»

    2- ...Esbağ b. Nubate, Ali b. Ebu Tâlib (aleyhisselâm)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Cebrail, Âdem (aleyhisselâm)’ın yanına indi ve dedi ki: "Ey Âdem! Üç şey­den birini seçmeni önermekle emrolundum. Birini seç, diğer ikisini bırak."

    Âdem ona: "Ey Cebrail! Bu üç şey nedir?" diye sordu.

    Cebrail: "Akıl, hayâ ve dindir." dedi.

    Âdem: "Ben aklı seçtim." dedi.

    Bunun üzerine Cebrail hayâ ve dine: "Haydin dönelim, onu bırakın." dedi.

    Hayâ ve din dedi ki: "Ey Cebrail! Bize, akıl neredeyse siz de orada olun." diye emredildi. Bunun üzerine Cebrail: "Öyleyse size emredildiği gibi hareket edin." dedi ve geldiği yere doğru yükseldi.»

    HZ.RESULULLAH (S.A.A) İLİM, AKIL VE bİlİnçsİzlİk HAKKINDAkİ sözlerİ
    İlim öğrenin; çünkü ilim öğrenmek, hasene (mükâfatı olan bir amel)dir ve onu okuyup okutmak zikirdir. İlmi aramak cihâd, bil­meyene öğretmek sadaka ve ehline yaymak ise Allah’a yakınlıktır. Çünkü ilim, helâl ve harâmı bilme yoludur; talibini cennet yollarına sevkeder; yalnızlıkta arkadaş ve gurbette dosttur; zorluklarda kıla­vuz, düşmanlara karşı silah ve dostların gözünde ise ziynettir. Allah, ilim ile bazı insanları yüceltir ve onları hayırlı işlerde uyul­ması gereken önderler kılar. Öyle ki, amelleri başkalarının ilgisini çeker ve eserleri iktibas edilir. Melekler onlarla dost olmayı ister. Çünkü ilim, kalplerin hayatı, gözlerin körlüğünü önleyen nur ve bedenlerin zaafını gideren güçtür. Allah-u Teâla, ilim sahibine, dostlarının safında yer verir; dünya ve ahirette iyilerle oturup kalk­mayı ona nasib eder. İlim ile Allah’a itaat ve ibadet edilir. İlim ile Allah tanınır ve tevhidine inanılır. İlim ile akrabalık bağı korunur, helâl ile haram tanınır ve ilim aklın öncüsüdür.

    Allah-u Teâla aklı, bahtiyar kimselere ilham eder; bedbaht kim­seleri ise ondan mahrum bırakır. Akıllı kimsenin özellikleri şun­lardır: Kendisine cahillik yapana yumuşak davranır. Kendisine haksızlık yapanı affeder. Kendisinden aşağıda olanlara alçak gönüllü olur. İyilikte, kendisinden üstün olanlarla yarışır. Konuşmak istediğinde önce düşünür; konuşacağı iyi bir şey ise, söyler ve faydalanır; kötü ise susar ve kurtulur. Bir fitneyle karşılaştığında, Allah’a sığınır. Elini ve dilini fitneden korur. Bir fazilet gördüğünde, ganimet bilip elde etmeye çalışır. Hayâdan ayrılmaz. Onda ihtiras görülmez. Akıllı kimse, işte bu

    on özellikle tanınır.

    Cahilin nişaneleri ise şunlardır: İlişkisi olduğu kimseye haksızlık yapar. Kendisinden aşağıda bulunanlara haksızlıkta bulunur. Üst seviyede olan kimselere karşı gelir. Düşünmeden konuşur. Konuştuğunda günaha düşer; sustuğunda gaflete dalar. Bir fitneyle karşılaştığında, ona doğru koşup helak olur. Bir fazilet gördüğünde, yüz çevirir ve ağır davranır. Geçmiş günahlarından korkmaz. Kalan ömründe de günah işlemekten vazgeçmez. Hayır işlerde gevşeklik yapar. Elinden çıkan ve zayi ettiği hayırları da önemsemez. İşte bu on haslet, akıl nimetinden mahrum kalan ca­hilin özelliklerindendir.

    AHİRET YOLCULUĞU İÇİN AZIK OMUZA!


    Zühri şöyle diyor:

    Karanlık ve soğuk bir gecede, Ali bin Hüseyin’i bir miktar yiyecek omzuna alıp giderken gördüm. "Ey Resulullah’ın torunu! Bu nedir? Nereye götürüyorsun?"diye sordum.

    İmam (a.s),“Ey Zühri! Ben yolcuyum, bu da yol azığıdır; (yolculuk anında eli boş ve azıksız kalmamam için) götürüp emniyetli bir yere bırakmak istiyorum!”dedi.

    Zohri, "Ey Resulullah’ın torunu! Bu, benim kölemdir, müsaade edin bu yükü o götürsün ve istediğiniz yere ulaştırsın."dedi.

    İmam (a.s), “Allah aşkına, bırak kendim kendi yükümü götüreyim, sen kendi yoluna devam et, benimle işin olmasın!”dedi.

    Zohri bir kaç gün sonra İmam (a.s)’ı görüp şöyle dedi:

    “Ey Resulullah’ın torunu! Ben o gece hakkında konuştuğunuz yolculuktan bir eser görmedim.”

    İmam (a.s),“Ahret yolculuğunu diyordum, ölüm yolculuğunu kastetmiştim, onun için hazırlanıyordum!” dedi.

    Daha sonra İmam (a.s), o gece muhtaçların evine o azığı götürmekten hedefinin ne olduğunu izah edip şöyle buyurdu:

    “Ölüm için hazırlanmak; haramlardan uzak durmak ve hayır işler yapmakla gerçekleşir.”

    Allah' emanet olun....



    #2
    Ynt: KURTULUŞ ÇAĞRISI

    Rabbim [color=rgb(128, 0, 128)]Kaleminizi doğrularının üzerinden ayırmasın, [/color]emeklerinizi layıkıyla ödüllendirsin!
    [color=green][size=10pt]Akıllı kimsenin lisanı kalbindedir. Düşünerek söyler. [color=red]İmam Ali (a.s)



    [color=black][size=10pt]Düştü Hüseyin atından sahray-ı Kerbelâ’ya...Cibril git haber ver Sultan-ı Enbiya’ya

    Yorum


      #3
      Ynt: KURTULUŞ ÇAĞRISI

      BİSMİ TEALA
      HAMD ALEMLERİN RABB'İ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN
      RABB'İMDEN ECİRLERİNİZİN YÜCE OLMASINI DUA EDERİM
      AMİN CÜMEMİZİNDE İNŞALLAH KARDEŞİM
      Selamun Aleykum Ey aziz canlar! Ey Muhammed Ve Al-i Muhammed Şiaları!
      RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH ADIYLA
      Elhamdu lillahi Rabbi’l-Alemin, Ves-salati vesselamu ala Resulillahi Hatemen-nebiyyin. Ve ala alihit-tayyibine’t-tahirin . Ve lanetullahi ala e’daihim ecmain, minel-ane ila kiyami yevmi’d-din.

      Hamd alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. Salat ve selam iki cihan serveri, pegamberler peygamberi, dininin tebliğcisi, sırrının koruyucusu Mevlamiz Ebu’l-Kasim Muhammed (saa) ve O’nun her çeşit hata ve günahtan temiz kılınan ehl-i beytinin üzerine olsun.

      “Ey Muhammed Ve Al-i Muhammed Şiaları! Allah’a karşı takvalı olun.Mü’min ile fasık arasındaki fark da takvadır Allah sizleri ve ailenizi Muhammed Ve Al-i Muhammedin seçkin şialarından karar kılsın ve kaim olan muntazarın, yardımcılarından eylesin. (ilahi amin bi hakki Muhammedin Ve Al-i Muhammed)

      Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez. (Mübarek Cum’a Suresi 5.ayet)

      Ey aziz can! değerli kişi! Allah sana ilahi basireti ve yakinliği ihsan etsin, öyle ki her basiret sahibi anlamıştır Allah’ın bu seçkin beyanını. Öyle ki kitap ve hikmet ilminden yoksun olanlar zahirde satır ilminden birkaç kitabı okuyanlar ve millete biz alimleriz , biz kıbleyiz biz varolan yol, müracaat edilecek menzilleriz iddasında olanlar aslında bu ayet-i kerimenin muhataplarıdırlar.

      Ve Allah beyan etti ki aslında onların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Rabbani olan alimler kitap ve hikmet ilmine sahiptirler ve onlar onunla amel ederler ve Allah’a ve kullarına karşı alçakgönüllüdürler.

      Bazıları buna itiraz edecek ve “ayette geçen ve kastedilen yahudi ulemasıdır” diyerek işin içinden çıkmaya gayret edecektir. Ben derim ki doğrudur, burada yahudi ulemasından bahsediliyor; ama yüce Allah’ın ilahi beyandaki asıl mesajı şudur: “Ey iman edenler! sakın siz de bu gazaba uğrayanlar gibi olmayın. Dini ve ilmi çıkarlarınız için kullanmayın. Dünyalık için ahiretinizi satmayın, bakın yahudi uleması böyle yaptı siz de aynısını tekrar etmeyinizdir.” Allah’ı tanımayan ve onun rızasını gözetmeyen kişi istediği kadar ilim okusun ve istediği kadar şeriatte fakih olsun, yine de Allah katında onun hali ve durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Çünkü ilim Allah’a ulaşmada bir araçtır. Eğer amaç olursa bu yolda en büyük hicap ve şirktir.

      Ey aziz can! Ey Muhammed ve Al-i Muhammed Şiası! Allah’ın kelamında oku bu zalimlerin hallerini ve bu konuda kendi nefsine öğüt verenlerden ol.

      Bak Rabbimiz olan Alemlerin Rabbi olan Allah bu hali nasılda aşikâr ediyor;

      İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde "Allah'a ve ahiret gününe inandık" derler.

      Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah'ı ve müminleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir.

      Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elîm bir azap vardır.


      Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz" derler.

      Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin anlamazlar.

      Onlara: İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin, denildiği vakit "Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!" derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler (veya bilmezlikten gelirler).

      (Bu münafıklar) müminlerle karşılaştıkları vakit "(Biz de) iman ettik" derler. (Kendilerini saptıran) şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise: Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz, derler.

      Gerçekte, Allah onlarla istihza (alay) eder de azgınlıklarında onlara fırsat verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.

      İşte onlar, hidayete karşılık dalâleti satın alanlardır. Ancak onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir. (Mübarek Bakara Suresi 8-16. Ayetler)

      Ben derim ki; Hazret-i İmam Ali (a.s)’dan dinle bu işin aslını, bak ne buyuruyor muttakilerin imamı; (Allah’ın selamı ve selatı üzerine olsun)

      Hazret-i Emir’ul Mu’minin Ali ibni Ebutalib (a.s) beyan eder ki:

      “Ey Kumeyl, bu kalpler koruyucu kalplerdir; bunların en iyisi daha geniş ve daha koruyucu olanıdır. Öyleyse söylediklerimi iyi koru. İnsanlar üç kısımdır: Ya rabbanî alimdir, ya kurtuluş için öğrenendir, ya da her sesin peşice giden ve her rüzgara kapılan beyinsiz kimselerdir ki, ne ilim nuruyla aydınlanmış, ne de sağlam bir temele dayanmışlardır.”

      Velâyette ilk nokta imandır ve esası tevella ile teberra’dır. Ben derim ki; tevella ve teberra’nın esası mu’minin tüm varlığını Allah adına ve Allah için karar kılıp ona adanmasıdır.

      Yüce Allah'a ve O'nun gönderdiklerine iman eden herkes Allah'ın dostluğu için ilk adımı atmış olur. Bu adımda her mümin ortaktır. Yani her mümin velidir. Ancak bu, veliliğin ilk merhalesidir ki derece derece yükselir ve hasların yakınlaştırmış makamına kadar ulaşır. Bu da ihlas üzerine sağlam tevella ve teberra ile olur. Yani Allah adına ve Allah için.

      “Mü’minler(in hepsi) Allah’ın dostudur…” (Bakara, 257) fakat ben derim ki: Allah’a manen yakın olma şerefi her mü’mine nasip olmaz. ‘Velayet-i hassa’ denilen ‘özel velilik’ (dostluk) yolu; ancak Resûlullah (s.a.a)’ın ve Ehl-i Beyt (a.s)’ın maneviyatının varisleri olan Rabbani alimlerin rehberliğinde gidilebilen bir yoldur.

      Ariflerin belirttiği gibi, iman dairesine girdikten sonra sonsuz velâyet dereceleri, farklı kulluk makamları, birbirinden güzel manevi haller, bitmez tükenmez ilâhi zevkler ve ilimler mevcuttur. Herkesin Allah katındaki derecesi, değeri ve fazileti değişiktir. Her mümin sahip olduğu ilim, amel, yakîn, teslimiyet, marifet, muhabbet, ibadet, hizmet, edeb ve takva ölçüsünde Allah katında sevilir, O’na yakınlık kazanır, ilâhi huzurda kabul görür.

      Maddi rızıklar gibi manevi rızıklar da farklıdır. Allahu Tealâ dilediği kullarına bol ikram ve ihsanlarda bulunur. Bir kuluna vermediğini, diğerine verir. Bazıları itiraz ederek derler ki; Allah mutlak adilse neden bir kuluna vermediğini, diğerine verir. Ben derim ki, biri Allah’a iman etmiş, ona dayanmış, ona karşı şükrünü eda etmiş ve Allah’ın hakkını gözeterek iyiliği emretmiş ve çirkinliği men ederek Allah’ın kulları arasında adaleti ikame etmiştir, diğeri ise nankörlük ederek hakkın nimetini inkar etmiş, nefsine uyup şeytan ve hizbine dahil olmuş, Allah’ı ve müminleri düşman görmüştür. Kaldı ki Allah’ın mümine vermiş olduğu bu dereceler dünyalık değildir.

      O halde ey aziz can! a değerli kişi! Ey Muhammed Ve Al-i Muhammed Şiası! bu hakikati Allah’ın kitabından oku ve can kulağını iyi aç. Allah beyan ediyor ki:

      "Baksana, biz insanların bir kısmını diğerine nasıl üstün kılmışızdır! Elbette ki ahiret, derece ve üstünlük bakımından daha hayırlıdır." (İsra/20) Ayette geçen insanların bir kısmından kasıt salih amel işleyen ilim, amel, yakîn, teslimiyet, marifet, muhabbet, ibadet, hizmet, edeb ve takva sahipleridirler. Allah bu gayret sahiplerini elbette kendine yakınlaştıracaktır. Ahlaksızları ve kötülük sahiplerini kendinden uzaklaştıracaktır. Allah herkese akıl vermiş ve onu iradesinde serbest bırakmıştır. Burda zulüm söz konusu olamaz.
      Bu beyanıma delil yüce Allah’ın kitabında mevcuttur ve Allah şöyle beyan ediyor:

      İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.(Mübarek Rum Suresi 41. Ayet)

      Ey basiret sahipleri! iyi bilin ki, insan kendi eliyle kazanır ve kendi eliyle de kaybeder. Bazıları nefsim beni kandırdı veya Şeytan’a uydum gibi bahaneleri öne sürerek kendi eliyle istediğini inkâr eder ve suçu başkasında arar.

      Ey Muhammed Ve Al-i Muhammed şiası! Bu iddiacılar iddialarında yalancıdırlar. Ben derim ki, hiçbir el gönülden gizli bir iş yapamaz.

      İnsanı bir işe sevk eden kendi hisleridir. Dışa yansıttıklarımız, içimizden akseden davranışlarımızdır. Yani her hareket, fikri ve hissi bir zeminde meydana gelir. Onun için, bir kimsenin ameliyle fikir ve his dünyası arasında bir beraberlik mevcuttur.

      Ey aziz can! Ey Muhammed ve Al-i Muhammed Şiası! Bu sebeple Allah beyan eder ki: "Herkes için yapmış olduğu amellerden dolayi farklı dereceler vardır." (Ahkâf/19) ey aşık! Bu ayette Allah’ın adaletini müşahade et ve sende nefsine bunu telkin et :"Herkes için yapmış olduğu amellerden dolayı farklı dereceler vardır."

      Salih amel işleyen ilim, amel, yakîn, teslimiyet, marifet, muhabbet, ibadet, hizmet, edeb ve takva sahiblerini elbette kendine yakınlaştıracaktır.

      “Allah sana iman edenleri yükseltir. Kendilerine ilim verilmiş olanları ise, dereceler ile yükseltir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır." (Mücadele/1 )

      Ey değerli aziz can! Ey Muhammed ve Al-i Muhammed Şiası! Uzak durma bizden, yakın ol, daha da yakınlaş.

      Bu makam ve fazilet hangi şart ile verilir mümine bilir misin ey aziz aşık can? Bunu yüce Allah’ın mukaddes buyruğundan öğren. Can kulağını iyi aç ve kalbini Muhammed ve Al-i Muhammed’in velayet ve muhabbet nuruyla apaydın kıl, öyle bir nur ki seni Allah’a ulaştırır ve makamını yüceltir.

      Ey iman edenler! Eğer Allah’tan sakınırsanız, Allah size hakla batılı/iyiyle kötüyü ayırma gücü olan furkanı (kitap,hikmet ve marifet )verir, kötülüklerinizi örter. Allah, o büyük lütfun sahibidir. (Enfal 29.ayet)

      Ey muhammed ve Al-i Muhammed Şiası!, Bu fakir Allah’ın kitabında bulunan bu seçkin ayet-i kerime üzerinde durmak istiyor. Bu mübarek ayette, iman eden bir kulu eğer takva ehli olursa ve Allah’tan sakınırsa, Allah ona furkanı ihsan eder buyurur. Nedir bu furkan? Esasta furkan, hak ile batılı ayırt etme idraki, yani ilahi şuur ve ilahi basiret ve ilahi idraktir. Tabi Allah bunu her iman edene ihsan etmiyor. Sadece muttaki olan takva ehline veriyor bu ilahi şuur ve basireti.

      FEREC DUASİ (turkce anlami)

      RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’İN ADİYLA

      Allah’ım! Zulüm çoğalmıştır ve gizliler açılmıştır. Kapalı perde kalkmıştır ve ümitler yok olmuştur; yeryüzü daralmış, gökyüzü senin rahmetinden mahrum kalmıştır. Ey Allah’ım! Sen varsın ve ancak sen yardım edersin, yüce makamına şikayet ediyoruz. Kolaylık ve zorlukta güvenimiz sensin.

      Allah’ım, peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.a) ve onun pak evladına rahmet et. O emir sahiplerine ki, onlara itaati bizler için farz etmiştin ve onların yüksek makamlarını bizlere tanıtmıştın. Onların yüzü suyu hürmetine bize ferahlık ver, acil ve yakın; tıpkı göz açıp kapama gibi ya da ondan daha yakın.
      Ey Muhammed, ey Ali; ey Ali, ey Muhammed ; bana kafi geliniz ki, bana kafi gelen sizlersiniz. Bizlere yardım edin, bizim yardımcımız sizsiniz.

      Ey saygı değer, ey zamanın sahibi ve imamı. Feryat, feryat, feryat; sesimi duy, sesimi duy, sesimi duy; hemen, hemen, hemen; acil, acil, acil; ey merhamet edenlerin en merhametlisi. Hz. Muhammed’in ve onun pak evlatlarının yüzü suyu hürmetine onun gelişini çabuklaştır.
      Allah'a emanet olun...



      Yorum


        #4
        Ynt: KURTULUŞ ÇAĞRISI

        http://www.tahahaber.com/haber/893-r...r-ve-vasiflari (devamı için okumanızı önemle yavsiye ederim)

        Yorum


          #5
          Ynt: KURTULUŞ ÇAĞRISI

          BİSMİ TEALA
          HAMD ALEMLERİN RABB'İ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN
          RABB'İMDEN ECİRLERİNİZİN YÜCE OLMASINI DUA EDERİM

          Selamun Aleykum Ey aziz canlar! Ey Muhammed Ve Al-i Muhammed Şiaları!


          Resulullah (Allah'ın rahmeti ona ve onun Ehl-i Beyt'ine olsun) şöyle buyurmuştur: "Ben yüce ahlakı tamamlamak üzere gönderildim."

          Güzel ahlak olmaksızın kıyamet ve dünya işlerinden hiç biri bir düzene giremez ve hayatta bir huzur sağlanamaz. O halde; ahlakını düzeltip güzel temeller üzerine oturtmadan, fazla amelin bir yarar sağlayabileceğini sanmak hatadır. Aksine kötü huy, hayır ameli, aynen sirkenin balı bozduğu gibi, bozup yok eder. Sonu fesat olan bir şeyin ne gibi bir yararı olabilir ki? Ahlakı ıslah etmeksizin, fazla ilim sahibi olmanın bir yarar sağlayacağını da sanmayınız. Kesinlikle böyle olmaz. Ehl-i Beyt İmamları (Allah'ın rahmeti ve selamı onlara olsun) şöyle buyurmuşlardır:

          "Böbürlenen, kibirli alimlerden olmayınız. Zira batıl olan tarafınız, hak olan tarafınızı da yok edip götürür."

          Kötü ahlak sahibinin baba ve annesiyle, çocuklarıyla, eşiyle, dostlarıyla, komşusuyla, hocası ve öğrencileriyle olan ilişkilerinden mutluluk duyup, huzura kavuşacağını da sanmayınız. İnsanların tümü, elinden eziyet çekip ondan nefret edeceklerdir. Böyle bir kimse, halk arasında dağılmış olan yüce kemâlleri nasıl kazanabilir? Oysa kemal ehli olan kimseler, ondan nefret edip kaçarlar.

          Ehl-i Beyt'in (Allah'ın selamı onlara olsun) gidişatına dikkat edip onlardan nakledilen davranış ve sözleri inceleyen bir kimse, onların, güzel ve yüce ahlaklarıyla halkı hidayet edip dine doğru çektiklerini görür. Şiilerine de bunu emretmiş ve buyurmuşlardır ki: "Halkı dilinizle değil, amellerinizle (hakka) davet ediniz." Yani; yüce ahlakınız ve güzel amellerinizle, diğerlerine örnek olunuz. Bu açıklamalardan anlaşıldığı gibi, dünya ve Ahiret işlerinin güzel ahlak olmaksızın bir düzene giremeyeceğine ve bütün varlık alemini ilgilendiren bi'setin faydası da yüce ahlakı tamamlamak olduğuna göre, ahlakını güzelleştirmek, bütün farzlardan önde gelir. Bunun yanı sıra her hayrın anahtarı, her güzelliğin kaynağı, her yararın nedeni ve her amelin başlangıcı da güzel ahlaktır. Kafirlerin bile iyi ahlak sebebiyle hayrı elde ettiklerini bildiren hadislere dikkat ediniz! Resulullah'ın (s.a.a) elinde esir olan cömert bir müşrik hakkında, Cebrail nazil oluyor ve Allah'ın, onun öldürülmemesini emrettiğini bildiriyor. Bu ise onu dünyada ölümden kurtardığı gibi, Ahirette de (iman ettiğinde) cennete nail olmasına yol açıyor.

          Güzel ahlak sahibi herkesin tasdik ettiği bu önbilgileri kavradıktan sonra bilmeliyiz ki, (Allah bizi muvaffak kılıp hidayet etsin) ahlak alimlerinin de ifade ettikleri gibi, ahlak hususunda Ehl-i Beyt İmamlarının (Allah'ın selamı onlara olsun) bazı ilke ve kanunları vardır. Onları bilmek, iyi ahlak edinmeyi kolaylaştırıp, bir zorluk olmaksızın ona erişmeyi sağlar. "Hak Teâla'nın bize zorluk değil, kolaylık istediğini ve dinde bize bir zorluk çıkarmadığını" bildiren ayetlerden de anlaşıldığı gibi; Resulullah (s.a.a) şeriat ilminde kolay olan şeriatı getirdiği gibi, tarikat ilminde de bize kolaylık kapılarını açıp, zorluk kapılarını kapatmıştır. O halde "Bu iş zordur, nefisle cihad edip ağır riyazetlere katlanmak gerekir; siz böyle zorluklara katlanabilir misiniz?" gibi bahanelerle Şeytan, bizi ahlak ilminden nasibimizi almaktan alıkoymamalıdır. Oysa ki, birçok zor riyazet sahibi ve nefsiyle cihad ehli olanlar vardır ki, Ehl-i Beyt'in ahlaki yönteminden haberdar olmadıkları ve sırf zahirlerini onlara benzetmeğe çalıştıkları için, dünyevi hedefler ve düşük makamlardan gayri bir şeye ulaşamıyorlar...

          Hakikat şudur ki, Allah Teâla yüce hikmeti ve güzel yaratışı gereği, kullarını imtihana tabi tutmuş, onlardan büyük şeyler istemiş, bunların anahtarını ise küçük amellerde gizlemiştir. Bu ulaştırıcı şeyleri küçük sayıp da, gevşeklik gösteren kimseler, kendilerinden istenilen amaca ulaşmaktan geri kalırlar. Bu ise, onlar için en büyük acılardan biri olur. Fakat bu küçük vasıtalara sarılan kimseler, o büyük ve sevilen, genel amaca da ulaşırlar. Bu ise, onlar için büyük bir saadet vesilesi olur.

          Bu açık hikmetleri, biraz tefekkür edip de düşündüğümüz zaman! Hak Teâla'nın yaratıklarına nasıl da açık bir delil ikram ettiğini ve onlara sayısız nimetleri indirdiğini görürüz. Nasıl da bu küçük şeylerle onları, o yüce makamlara ulaştırmıştır! Buna rağmen; halkın kendilerini nasıl da ebedi helaka ve acı azaba attıklarına bak. Oysa, bazı küçük şeyleri yapmak onları kurtarabilirdi. Bu hikmeti, Ehl-i Beyt'ten nakledilen "Rızkın azını azımsayan, çoğundan da mahrum kalır." hadisinden anlıyoruz. Bütün belalar ve musibetlerin başlangıcı, küçüğü küçümsemek ve azı azımsamaktır. Buna karşılık hadisten de anlaşıldığı gibi, rızkın azını azımsamayan çoğundan da mahrum olmaz. Sonra, eğer bu manayı iyice düşünecek olursak, konuyu açığa kavuşturan diğer misalleri de bulabiliriz. Şüphesiz; sayısız Ehl-i Beyt hadisleri de buna şahittir. Örneğin: "Günahların küçüğünden korkunuz." Hakeza "Hiçbir itaati küçümsemeyin, belki Allah'ın rızası onda olur; ve hiçbir günahı küçümsemeyin, belki Allah'ın gazabı onda olur." Bu vb. birçok hadisler hidayet talibi olanlara, şeriat-ı Muhammedi'nin, Allah Teâla'nın izniyle en yüce ve sevilen amaçlara ulaştıran küçük ve kolay hükümler üzerine kurulmuş olduğunu açıklamakta yeterlidir sanıyoruz. Hak Teâla bir hadis-i kutside: "Bana bir karış yaklaşana, ben bir adım yaklaşırım." diye buyurması da konuyu daha bir açıklığa kavuşturmaktadır. Hak Teâla, kendisine yaklaşana, yaklaştığına ve sırt çevirene çağrıda bulunduğuna göre; O'na yönelip kapısını çalana nasıl davranır. Bu konuda Hz. İmam Zeynu’l-Abidin'in (a.s) Seher duasındaki:

          "Sana kavuşmak için hareket eden şahsın yolu kısa mesafelidir. İnsanların dünyevi arzuları (ya da "Kötü amelleri&quot engel olmazsa, sen onlara gizli kalmazsın."

          Kısacası, insanlardan istenilen, yüce ilahi ahlaklarla süslenmektir. Bu ahlaklar, taşıdıkları değer sebebiyle Allah'a isnat edilerek ilahi ahlak diye anılmaktadır. Ehl-i Beyt'ten gelen hadislerde de şöyle buyrulmuştur:

          "Allah'ın ahlakıyla ahlaklanın."

          Bu ahlak; Hz. Muhammedin, onun pâk Ehl-i Beyt'inin (Allah'ın salat ve selamı onlara olsun) ve onlara uyanların ahlakıdır.

          Ey Allah'a yönelmek isteyen ve böyle bir yüce makama ulaşmayı arzulayan kardeş, Ehl-i Beyt'ten ulaşan nurlu gerçekleri sana sunmak isteyen ve senin hayrını dileyen birisi olarak benim şu sözümü dinle:

          Bu yüce ahlakı edinmenin yolu, sürekli bir istikamet göstermek, ifrat ve tefritten kaçınmaktır. O halde; elinden geldiği kadarıyla itaat etmek ve Allah'ın sevmediği kötü amellerden kaçınmakla, Allah Teâla'ya yakın olmaya çalış! Küçük veya büyük hiçbir şeyde müsamaha etmeyip, işini ciddiyet temeli üzerine kur. Her ne kadar senin nazarında küçük bile olsa, hayır bildiğin, hayır olduğu malum olan her işi yapmayı kendine amaç edin! Bunun aksine her ne kadar senin nazarında küçük bile olsa, kötü bildiğin her şeyi de terk edip, ondan kaçınmayı kendine bir vazife bil. Küçük olsun, büyük olsun, işlerinde asla gevşeklik ve müsamahaya yer verme! Aksine her zaman işini itina ve dikkat temeli üzerine kur. Asla çok amel yaparak işlerindeki ciddiyet ve sağlamlığı kenara atma! İstenildiği şekilde yapılan bir hayır amel, binlerce hayır amelin sonucunu verir; dikkatsizlikle yapılan binlerce hayır amel, gerektiği şekilde dikkatle yapılan tek bir amelin bile sonucunu veremez. Hatta; hikmet ve marifet sahiplerinin yanında bunlar, asla birbiriyle mukayese edilemez.

          Maksadım, sizde en küçük hata bile vuku bulmasın, demek değildir ki, bu işin zorluğunu düşünerek kendi kendine: "Ben bu halimle böyle ağır bir şeye nasıl katlanırım?" diyesiniz. Maksadım odur ki, işinizi gevşeklik ve müsamahaya terketmeyin, müsamaha ve gevşeklik yüzünden en küçük bir hatanın bile sizden görülmesine müsaade etmeyin. Ama eğer; hava ve hevesin galebesi veya şeytanın ve nefsin aldatması sonucu sizden bir hata görülürse, bu ayrı bir şeydir. Mâsum olmayan insanlarda bu olabilir.

          Başka bir tabirle maksadımız, şeriatın cüz'i sayılan işle-rinde bile önem verip, nefsinizi müsamaha göstermemeye alıştırmanızdır. Bu ise yüce makamlara ulaşmaya yol açar. Allah Teâla kendi izniyle bunu, o yüce makamlara ait hazinelerin anahtarı kılmıştır. Allah'ın hazinelerinin anahtarını alan ise, gani olup büyük saadete ulaşır.

          Eğer sözün uzamasından korkmasaydım, bu konuda daha fazla açıklamada bulunup birçok örnekler zikrederdim. Gerçi uzasa da değeri vardır. Çünkü bu, binlerce ilahi hikmet kapısının açıldığı en ince ve en sağlam kapıdır. Belki de gelecekteki bölümlerde de bu konu hakkında yine bazı açıklamalarda bulunuruz, inşaallah.

          Allah'a emanet olun...

          Yorum


            #6
            Ynt: KURTULUŞ ÇAĞRISI

            BİSMİHİ TEALA
            HAMD ALEMLERİN RABB'İ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN
            RABB'İMDEN ECİRLERİNİZİN YÜCE OLMASINI DUA EDERİM

            Selamun Aleykum Ey aziz canlar! Ey Muhammed Ve Al-i Muhammed Şiaları!

            AYET VE HADİSLERLE AHLAK

            Güzel Ahlâk

            Güzel ahlâk, başkalarını muhabbet tuzağında esir eden bir kementtir. Güzel ahlak ve güzel bir diyalogdan hoşlanmayan ve insanın cazip tavırlarından etkilenmeyen bir kimse var mıdır?

            İmam Sadık’a (a.s): “Güzel ahlâkın haddi ve sınırı nedir?” diye sorduklarında şöyle buyurdular: “Ahlâkını yumuşatman, sözlerini temizlemen ve din kardeşlerinle açık ve güler bir yüzle karşılaşmandır.”

            Açık ve güler yüzlülük, Allah Resulünün en bariz sıfatlarındandı. İnsanları İslam’a çeken ve onları İslam Peygamberi’nin (s.a.a) kendisine hayran bırakan da yine bu güzel ahlak ve sıfat idi.

            Allah-u Teâlâ, kendi Resulü hakkında şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz sen, elbette yüce bir ahlâk üzeresin.”

            Yine buyurmuştur ki: “Allah’ın rahmeti sayesinde onlara yumuşak davrandın! Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi.”

            Allah-u Teâla ayetin devamında şöyle buyurmaktadır: “Öyleyse onları affet; onların bağışlanmalarını dile, iş hakkında onlara danış.”
            Demek ki, “affetmek”, “bağışlama dilemek” ve “istişare yapmak” güzel ahlâkın, halkı gözetmenin ve cazip davranışların diğer örnekleridir. Çünkü bu, insanlara itimat etme ve onlara değer vermenin bir şeklidir. Aynı zamanda böyle davranış, şahsın cazibe etkenidir.

            İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz güzelin en güzeli, güzel ahlaktır.”

            Allah Resulü (s.a.a): “Güzel ahlak, dünya ve ahiret hayrıyla birliktedir.”

            Ali (a.s): “Güzel ahlak, her iyiliğin başıdır.”

            Allah Resulü (s.a.a): “Kimin ahlakı güzel olursa Allah onu gündüzleri oruç tutan, geceleri ise ibadetle geçiren bir kimsenin makamına ulaştırır.

            Hakeza: “Kıyamet günü kulun terazisine konulacak ilk şey güzel ahlakıdır.”

            Hakeza Resulullah (s.a.a): “Şüphesiz kıyamet günü bana en sevimli ve en yakın olanınız, ahlakı en güzel ve tevazusu en fazla olanınızdır.”

            Resulullah (s.a.a), Emiru’l-Müminin Ali’ye (a.s); “Sana, ahlakıma en çok benzeyeninizi haber vereyim mi? ” diye sorunca, Emiru’l-Müminin Ali (a.s), “Evet” dedi. Bunun üzerine
            Resulullah (s.a.a); “Ahlakı en güzel olanınız, hilmi en büyük olan, yakınlarına en çok iyilik eden ve en çok insaf göstereninizdir” buyurdular.

            Güzel ahlak o kadar değerli ve yücedir ki yüce İslam Peygamberi onun kendisinin biset sebebi olduğunu ilan buyurmuştur: “Şüphesiz ben ahlakı yücelikleri tamamlamak için gönderildim.”

            Allah Resulü: “Şüphesiz ben ahlak güzelliğini tamamlamak için gönderildim.”

            Hakeza: “Güzel ahlak, dinin yarısıdır.”

            İmam Ali (a.s): “Müminin kitabının başlığı ahlakının güzelliğidir.”

            İmam Sadık (a.s): “Güzel ahlaktan daha tatlı bir hayat yoktur.”
            İyi Ahlakın Sonuçları

            Resulullah (s.a.a): “Kul, ibadetinde ne kadar da zayıf olsa, güzel ahlak sayesinde ahirette büyük derecelere ve yüce makamlara ulaşır.”

            Resulullah (s.a.a): “Şüphesiz güzel ahlaklı insanın, gündüzleri oruç tutup geceleri ibadetle geçiren kimse gibi sevabı vardır.”

            Resulullah (s.a.a): “Amel terazisinde güzel ahlaktan daha ağır gelen bir şey yoktur.”

            Resulullah (s.a.a): “Şüphesiz sizlerden bana en sevimli ve kıyamet günü bana en yakın oturanınız ahlak açısından en güzeliniz ve en çok tevazu göstereninizdir.”

            Resulullah (s.a.a): “Müminlerin iman açısından en kamili, ahlak açısından en güzel olanıdır.”

            Güzel Ahlakın Anlamı

            İmam Ali (a.s): “Güzel ahlak üç şeydedir: Haramlardan sakınmada, helal rızık talep etmede ve ailesinin refahını sağlamada.”
            İmam Ali (a.s): “Şüphesiz selam vermek güzel ahlaktandır.”
            İmam Sadık (a.s) güzel ahlakın tarifi hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Yumuşak huylu olman, güzel ve edepli konuşman ve kardeşine güler yüzlü davranmandır.”

            Ahlaki Yücelikler

            Resulullah (s.a.a): “Şüphesiz Allah ahlaki yücelikleri sever ve aşağılık huylardan hoşlanmaz.”
            İmam Ali (a.s): “Ahlaki yücelikler üzere olun. Şüphesiz ahlaki yücelikler (insanın) yücelişini sağlar. Ahlaki aşağılıklardan sakının. Şüphesiz ahlaki aşağılıklar şerafetli insanı düşürür ve azameti yok eder.”

            İmam Ali (a.s): “Ahlaki yücelikleri elde etmekte çalışkan ve dayanıklı olun.”


            İmam Ali (a.s): “En üstün yücelik nimetleri tamamlamaktır.”

            Güzel Ahlakın Meyveleri

            Resulullah (s.a.a): “Güzel ahlak dostluğu kökleştirir.”

            İmam Ali (a.s): “Ahlakını güzelleştir ki Allah hesabını hafifletsin.”

            İmam Sadık (a.s): “Güzel ahlak rızkı artırır.”

            İmam Sadık (a.s): “Şüphesiz iyilik ve güzel ahlak evleri imar eder ve ömürleri uzatır.”

            İmam Sadık (a.s): “Güzel ahlak güneşin buzu erittiği gibi günahları eritir/tüketir.”

            Üstün Ahlak

            İmam Ali (a.s): “En üstün ahlak cömertlik ve faydası en genel ahlak ise adalettir.”

            İmam Ali (a.s): “En şerafetli ahlak tevazu, hilim ve yumuşak huyluluktur.”

            İmam Bakır (a.s), en üstün ahlak hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Sabır ve bağışlayıcılık.”

            Ahlaki Konulardan

            İmam Sadık (a.s): “Şüphesiz yüce hasletler birbirine bağlıdır.”

            Sevgi İlanı

            “İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O’nun varlığının belgelerindendir. Bunlarda, düşünen topluluk için dersler vardır.”

            İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların sevgisini elde edebilen kimseye Allah rahmet etsin.”

            İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın nimetini küfre çeviren kimseye eyvahlar olsun; birbirini Allah için seven kimseye de ne mutlu.”

            Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s): “İnsanların ihsan açısından en üstünü, sevgiyi başlatandır.”

            Kudsi bir hadiste şöyle yer almıştır: “Yaratıklar benim ailemdir. Benim nezdim de en sevimli olanlar, onlara en şefkatli davrananlar ve ihtiyaçlarını gidermede en çok çalışanlardır.”

            İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kadınları sevmek Peygamberlerin ahlakındandır.”

            İslam Peygamberi (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Erkeğin kadına: “Seni seviyorum” demesi alsa kadının kalbinden gitmez.”

            İmam Sadık (a.s) ise şöyle buyurmuştur: “Erkeğin kadına sevgisi çoğaldıkça imanı da artar.”
            Affetmek

            Güzel ahlaklardan bir de affetmektir. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
            “O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.”

            “Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.”


            Kin beslemek ve inatçılık, hakir ve basit insanların özelliğidir. Tersine yüksek görüşlü, geniş ruhlu ve seviyeli olanlar; özürleri kabul eder, başkalarının hatalarına göz yumar ve kendi şahsi haklarından vazgeçerler. İnsanın yüksek görüşlü olması, başkalarının kalplerindeki sevginin etkenidir. Bu, insanın kendisi için de bir çeşit ruhî lezzettir. Hani derler ki: “Affetmede, intikamda bulunmayan bir lezzet vardır.”
            Affetme, geçinme, göz yumma, başkalarının kusur ve gevşekliklerini görmezlikten gelme, muhabbeti meydana getiren etkenler olup başkalarının güzel görmesine, vefalı olmasına ve sevgiyle kalmasına yol açar.

            İmam Seccad (a.s), “Mekarim’ul-Ahlâk” adlı duasında Allah’tan (c.c) şöyle istemektedir: “Allah’ım! Ayaklarımı sabit ve sağlam kıl ki, halis olmayan ve hıyanet edenlere karşı, hayırlarını isteyen bir şekilde davranayım, benden yüz çevirene iyilik yapayım, benden esirgeyene bağışta bulunayım, benimle ilişkisini kesenle irtibat kurayım, gıybetimi yapanı iyilikle anayım, başarı nasip et ki iyiliğe karşı teşekkür edebileyim ve… Kötülüğe göz yumayım ve ondan vazgeçeyim.”

            Bunların her biri, sosyal ilişkilerde birer parlak cevherdir. Bunları dil ile söylemek kolaydır, ancak onlarla amel etmek çok zordur. Yüksek bir azim ve güzel bir manevi yapıya olanların dışında kimse uygulayamaz. Bu konularda başarı Allah’tan istenmelidir.

            Bu konuda Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah bağışlayıcıdır ve bağışlamayı sever.”

            Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim Müslüman’ın sürçmesini affederse Allah da kıyamet günü onun sürçmesini affeder.”

            İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biz öyle bir Ehlibeyt’iz ki mürüvvetimiz bize zulmeden kimseyi bağışlamaktır.”

            Allah Resulü (s.a.a): “İnsanların hatalarını görmezlikten gelin ki Allah da onunla cehennem azabını sizden defetsin.”

            Ali (a.s): “Az bağışlamak, ayıpların en çirkinidir; intikam hususunda acele etmek ise günahların en büyüğüdür.”

            Hakeza Ali (a.s): “İnsanların en kötüsü, sürçmeleri affetmeyen ve ayıpları örtmeyendir.”

            İmam Sadık (a.s): “Affetmek, cezalandırmaksızın, kabalık göstermeksizin ve kınamaksızın olmalıdır.”

            Allah' emanet olun...

            Yorum


              #7
              Ynt: KURTULUŞ ÇAĞRISI

              BİSMİ TEALA
              HAMD ALEMLERİN RABB'İ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN
              RABB'İMDEN ECİRLERİNİZİN YÜCE OLMASINI DUA EDERİM
              AMİN CÜMEMİZİNDE İNŞALLAH KARDEŞİM

              Selamun Aleykum Ey aziz canlar! Ey Muhammed Ve Al-i Muhammed Şiaları!

              Nefsine karşı savaşan ve kalplerini kötülüklerden arındırmaya çalışan bazı salih ve takvalı kardeşler, ahlak ilmini öğrenmeye çalışmanın gerekliliği hakkında yanılgıya düşmüşlerdir. Hz. Muhammed’in (s.a.a), en faziletli cihad olarak nitelediği nefse karşı cihad etmeye koyulduklarını görünce Şeytan, büyük bir şüpheyi onların kalbine sokarak onları aldatmak istemiştir. Şöyle ki: «Biz nefsimize karşı çıkıp onu yenemiyorsak ve bildiklerimizle amel etmeyerek yanlış hareketlere başvuruyorsak, o halde ahlak ilminin temel unsuru olan nasihatleri dinlemenin, bu gibi şeylerden haberdar olmanın ve bu konularda gerçeği aramamızın ne gereği vardır? Çünkü, bunun halimize bir faydası olmadığı gibi zararı da vardır. Bu konuda her ne kadar bilgimiz fazla olursa, günahımız ve suçumuz da bir o kadar artar; ilimden sonra gaflet göstermemiz suçumuzu daha da ağırlaştırır. Çünkü; alimin günahı, cahilin günahıyla eşit değildir. O halde insanın bilgisi ne kadar az olursa, o kadar az sorguya çekilir ve de mazeretli görülür!!»

              Bu sözleri ben onlardan duyduğumda bunun, lanetli Şeytan’ın bir hilesi olduğunun farkına varıp, onlara Şeyh Hürr’ün, el-Cevahir-üs Seniyye adlı kitabında rivayet ettiği şu hadis-i kudsiyi hatırlattım:

              "Öğrenip de sonra amel etmemekten korkuyo-ruz, demeyiniz; öğreniyoruz sonra da amel etmek ümidimiz vardır,deyiniz. Ben size her ne verdimse, amacım, onlarla size rahmet etmektir."

              Bu ilahi hitap, bahsi geçen şüpheyi kökünden kesip atmak için yeterlidir. Gerçi Şeytan’ın hilesi olmasaydı herhangi bir yanılgı söz konusu olmazdı. Neticede bu açıklamaya da gerek kalmazdı. Konunun daha bir açıklığa kavuşması, ahlak ilminin ilim ve amelde ne kadar gerekli ve yararlı olduğunun bilinmesi için konuyla ilgili şu açıklamaya da dikkat edelim.

              Şurası açıktır ki, amelsiz ilmin bir faydası olmadığı gibi, ilimsiz amelin de bir faydası yoktur. Bizler, bunların her ikisini de kazanmakla görevliyiz. Bunların her biri sahibini takviye edip, güçlendirir.

              Öyleyse kim; halka karşı böbürlenmek ve ilmin güzellikleri ve halk arasındaki yüce değeriyle kendi çirkin ahlak ve amellerini örtmek için ilim öğrenirse, şüphe yok ki, böyle bir adam Şeytan’ın arkadaşı olur ve ilmi de onun için bir vebal olur. Hatta cehennem ehli bu gibi alimlerin azabından eziyet çekerler.

              «Şüphesiz onlar kendi yükleriyle birlikte diğerleri-nin de yüklerini (günahlarını) yüklenen kimselerdendir.»(Ankebut/13)

              Gerçekte onlar insan suretinde olan birer şeytandırlar. Böyle olmaktan Allah’a sığınırız.

              Yine kim ilmi, bir âdet olarak alır, riya ve gösteriş için öğrenirse, bu da önceki gruba dahil olup, yükü kitap olan bir merkepten farkı olmaz. Gerçi bunun kullara olan zararı öncekine oranla daha azdır.

              Akıllı ve bilinçli olup, ilimden kendi salahını ve her iki dünyanın saadetini isteyen kimse ise Allah’a yönelip, O’nun katında olan şeylere rağbet eder.

              Ahlak ilmindeki hitaplar da böyle bir kimseye yönelik olup, istenilen doğrultuda onu terbiye eder ve ilerlemesini sağlar. Böyle bir kimse bilmelidir ki, ona ilimden bir kapı açıldığında amel etmesi kolaylaşacak, neşe ve rağbetini de çoğaltacaktır. Öğrendiği ilimle amel ettiğinde de bu, ona bilmediği yeni bilgilerin verilmesine sebep olacaktır. Nitekim Ehl-i Beyt İmamları da (Allah’ın selamı onlara olsun) bu hususa işaret ederek şöyle buyurmuşlardır:

              «Kim bildiği ilimle amel ederse, bilmediği şeyin ilmi de ona verilir.»

              Yani insanın ameli gerçekte, onun için bir nevi talim olur. Zira amel, ilmin çoğalmasına sebep olmakta ve ilim doğurmaktadır. Böylece ilmin fazileti ve methi için gelen sağlam hadisler, ilim öğrenmeyi de içine alır. İşte burada, amele sebep olan ilim ve ilimden kaynaklanan amel sebebiyle insan gerçek saadete ulaşır. Çünkü saadet, ilim ve amelin bir arada olmalarının ürünüdür. Ancak, bu ikisinden, Allah katında en faziletli olanı ilimdir. Evliya arasındaki dereceler bununla belirlenir. Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:

              «Birazcık marifet (ilim), amelin çoğundan daha hayırlıdır. İlim ile amel, aynen niyetle amele veya ruhla bedene benzer; ki üstünlük niyet ve ruhundur.»

              Allah'a emanet olun...

              Yorum


                #8
                Ynt: KURTULUŞ ÇAĞRISI

                BİSMİ TEALA
                HAMD ALEMLERİN RABB'İ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN
                RABB'İMDEN ECİRLERİNİZİN YÜCE OLMASINI DUA EDERİM
                AMİN CÜMEMİZİNDE İNŞALLAH KARDEŞİM

                Selamun Aleykum Ey aziz canlar! Ey Muhammed Ve Al-i Muhammed Şiaları!



                İnsan, ebedi ve sonsuz olan ahiret yaşantısı için yaratılmıştır. Allah Teala, dünyayı Ahiret için bir tarla kılmış ve bu dünyada yapılan iyi amellere karşılık olarak, Ahiret mükafatını hazırlamıştır. Kulların bu saadete layık olmaları da, ancak, amelleri vesilesiyle olur. Diğer taraftan insan, bu kısa ömrünün tamamını Allah'a ibadet ve itaatla geçirse bile yine de Ahiretteki ilahi mükafatın karşısında çok eksik kalır ve onunla mukayese edilemez. Bundan dolayı Allah Teala, kendi ilahi merhameti gereği, bağış kapılarını açıp ebedi mükafata ulaşmayı, insanlara aşağıda açıklanacağı üzere mümkün mertebede kolaylaştırmıştır. Gerçekte Allah'ın bütün nimetleri, insanlara bir lütuftur. Örneğin: Allah Teala'nın insanlara olan lütuflarından biri, onların ömür ve yaşantılarının sona ermesiyle amel defterlerinin kapanmamasıdır. Yani insanların ameli, dünyanın ömrüne eşittir; yeryüzünde tek bir amel eden kişi var oldukça, insanın ameli devam edebilir. Zira Allah Teala, halkı hayra ve doğruya götürecek bir sünnet (adet, gelenek, kanun, kuruluş vs.) koyan kimseye o sünneti koymasının sevabının yanı sıra, kıyamete kadar onunla amel edenlerin sevabı miktarınca sevap vereceğini vaat etmiştir. Nitekim, halkı yanlış ve sapıklığa götüren bir gidişat koyan kimseye de, bu işinin günahına ilaveten, kıyamete kadar onunla amel edenlerin günahı miktarınca da günah yazılacağını söylemiştir. Aynı şekilde, çocukların var olmasında etkili nedenlerden oldukları için, anne ve babayı çocuklarının yaptıkları hayırlı amellerede ortak etmiştir. Bu da kıyamete kadar devam edecek olan bir zincirdir. Yine amellere karşılık sevap verdiği gibi, bu ameller nedeniyle de bazı melekler yaratır ki, kıyamete kadar Allah'a ibadet ederler ve bunların ibadetlerinin sevabı, o amelin sahibine yazılır. Ayrıca, insanlara olan büyük lütfün nişanesi olarak, bir gecenin ibadetini, bin ayın ibadetine denk saymış ve hatta; ondan daha üstün olduğunu bildirerek buyurmuştur ki: "Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır."

                Bir kısım rivayetlerde yer aldığı üzere; bir saat tefekkür etmek, altmış sene ibadet etmekten daha üstün kılınmıştır. Hz. Ali (a.s) da, bir gece uyanık kalmanın sevabını, yedi yüz sene ibadet etmenin sevabına eşit tutmuştur. Böylece, mü'min bir kimsenin ihtiyacını gidermenin karşılığı olarak; gündüzleri oruçla geçirilen bin yılın ve geceleri ibadetle geçirilen dokuz bin yılın sevabı vaat edilmiştir. Ayrıca her aydan üç gün oruç tutmağa karşılık, bütün asırlar boyunca oruç tutmanın sevabı vaat edilmiştir.

                Bütün bunlar Allah Teala'nın, mü'min kullarına olan lütuf ve sevgisini gösterir. Onlara, dünyanın sonuna kadar ibadet etme imkanını vermesi, kendi kerem ve bahşişiyle bu değerli makama layık olma şevkini onlarda yaratması içindir. Öte yandan, bütün bunlar Hak Teala'nın, kullarının kulluk ve itaat makamına ehil olmalarını istemesi karşısında yeterli olmadığından dolayı, Allah Teala nimetini tamamlamak amacıyla, amelden daha hayırlı olan niyete göre karşılık verme kapısını da kullarına açmıştır. Allah Teala, mü'minlerin niyetlerine karşılık olarak da, cennette ebedi kalmayı onlara bağışlamıştır. Çünkü mü'minler dünyada ebedi kalacak olsalardı, ebedi olarak Allah'a ibadet ve itaat edeceklerdi. Böylece, kafirlerin niyetlerine karşılık olarak da, onların azapta ebedi kalmalarına karar verdi. Çünkü, kafirler dünyada ebedi kalacak olsalardı, daima Allah'a karşı isyan edeceklerdi.

                Öyleyse, ey hidayet isteyen kardeş, şunu bil ki, amellerin sen öldükten sonra da devam edecektir; sen onu zahirde kesilmiş olarak görsen de gerçekte o kesilmemiştir. Bazı hadislerde şöyle buyrulmaktadır:

                "Ölümüyle günahları da ölen (kesilen) kimse ne mutludur."

                Bunun manası şudur ki ; eğer bir kimsenin herhangi bir yanlış hareketi olur, fakat ölümden sonra ona uyulmaz ve onunla amel edilmezse bu onun saadetindendir. Ama ona uyularak bu yanlış yola devam edilirse, kıyamet gününe kadar, o vesileyle yapılan günahların vebali o şahsa da ulaşacaktır. Bundan Allah'a sığınırım. Meğer ki, Allah Teala o günahı yok edip gidermekle bir lütufta bulunmuş olsun. Öyleyse ciddi bir şekilde titizlikle günahtan kaçının. Çünkü günah, nesilden nesile olumsuz etkilerini bırakır. Allah'a itaat etmeğe yönel. Zira Allah için olan amel, büyüyüp gelişerek insan öldükten sonra da kıyamete kadar nesilden nesile tesir etmektedir. Öyleyse uyan ve basiretli olmaya çalış.

                Allah'a emanet olun...

                Yorum


                  #9
                  Ynt: KURTULUŞ ÇAĞRISI

                  BİSMİ TEALA
                  HAMD ALEMLERİN RABB'İ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN
                  RABB'İMDEN ECİRLERİNİZİN YÜCE OLMASINI DUA EDERİM
                  AMİN CÜMEMİZİNDE İNŞALLAH KARDEŞİM

                  Selamun Aleykum Ey aziz canlar! Ey Muhammed Ve Al-i Muhammed Şiaları!


                  Allah'a giden yollar, mahlukların nefesleri sayısıncadır. Her bir şahıs için, bütün mahlukların nefesleri sayısı kadar Allah'a giden yol vardır. Günah bataklığına saplanmış insana ise kudretiyle her şeyi kaplayan Allah'ın rahmeti sıkıcı gelir ve bu durum rahmet kapılarının üzerine kapanmasına sebep olur. Allah'ın rahmetine karşı daima ümitli ve iyi niyetli olunması, insanı olgunluk derecesine en kısa yoldan ulaştırır. Allah Teala, mü'min kulunun niyetine göre takdir eder. Niyet hayır olursa, ilahi irade ve takdir hayra vardırır, aksi durumda insanın şerre varması önlenemez.

                  İnsan, nefsin ve şeytanın ortaklaşa aldatması sonucu, alemlerin Rabb'ine karşı kendisini kötü zanlı olmaya alıştırır. Yaratılış, hikmet ve felsefesi doğrultusunda imtihan gereği küçük bir olay karşısında sıkıntıya düşme korkusuyla ümitsizliğe kapılır, şeytana ve nefsine yenik düşerek suizanna, umutsuzluğa kapılır. Bu suizan ve kötümserlik, kaçmak istedikleri belaya tutulmalarına sebep olur.

                  Allah'a karşı kötü zanlı olmaktan, yine O'nun rahmetine sığınırız.

                  Allah Tebarek ve Teala, affetmediği takdirde insanın bu suizannı ve kötümserliği, Rabb'inin karşısında gereği gibi muamele görmesine sebep olur.

                  Resul-i Ekrem (s.a.a), olayları hayra yorar, kötü yorumlardan hoşlanmazdı.

                  Resul-i Ekrem (s.a.a), Ravzat-ül Kafi'de yeralan bir hadiste şöyle buyurur:

                  "Bir şeyi uğursuz sanmak, insanın nazarına, görüşüne bağlıdır. Eğer hafif görürse hafif olur, ağır görürse ağır olur. Hiçbir şey görmezse, hiçbir şey olmaz."

                  O halde Resulullah'ın (s.a.a) sünnetine uymaya çalışan bir mü'min, nefsini Rabb'ine karşı hüsn-ü zanlı olmaya alıştırmalı ve Allah-u Teala'dan az bir amel karşılığı, fazlasını beklemelidir. Zira Hak Teala hakkında her ne kadar hayır çeşitlerinden zan edip beklese de Allah'ın lütfü, keremi onun üstündedir; insanın zannının sonu vardır. Ama O'nun kereminin sonu yoktur. Hak Teala ihsanının, hüsn-ü zannın karşılığı olduğunu haber vermiştir. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:

                  "Sana hüsn-ü zanlı olanın zannını doğrula."

                  O halde, -evliyanın diliyle açıklamak gerekirse- Hak Teala'nın kullarına karşı hüküm ve takdiri, hüsn-ü zan besleyenlerin zanlarını doğrulayıp gerçekleştirmek olarak tarif edilebilir. Bu durumda Hak Teala'nın kendisi buna daha evladır. Hatta insan, hadisleri incelediğinde Hak Teala, bir şahsın herhangi bir şeye hüsn-ü zannı olduğunda onu doğrulayıp, işi; onun güzel zannı doğrultusunda takdir buyurur, bu da Allah'a olan hüsn-ü zannından başka bir şey değildir. Bütün hayırların Allah'tan olduğunu bilip, hüsn-ü niyetle hareket edersek, bu güzel zanlarımızın, Allah Teala'dan doğrulanmış olarak bizlere iade edildiğini görürüz.

                  Sahih olan hadislerde duyurulduğuna göre eğer; birisinin bir taşa bile hayır zannı olursa, Allah-u Teala o taşta hayır yaratır. Ravi, İmam'dan, "Taştan da mı?" diye sorunca İmam, "Hacer-ül Esved'i görmüyor musunuz?" diye cevap verdi. Bu hadisten de Hak Teala-'nın, mü'minlerin birbirleri hakkında olan iyi niyetlerini doğrulayıp gerçekleştirdiğini anlıyoruz.

                  Allah Teala'nın mü'minlerin, ölen birisi hakkında ondan hayırdan başka bir şey bilmediklerine dair verdikleri şehadetlerini doğrulaması, hüsn-ü zannın önemini ortaya koyar. Hüsn-ü zannın, gereğinden başka bir şey söylememenin, insan için ne denli etkili olduğuna güzel bir örnektir bu. Hak Teala bu şahadeti geçerli kılar. Hadise göre, hakkında hüsn-ü zan olan ölü konusunda önemli bir engel olmadığı takdirde Allah Teala, hüsn-ü zannın gereğini, hem hüsn-ü zan sahibi ve hem de hakkında hüsnü zanda bulunulan şahıs hakkında gerçekleştirir. Ama hakkında hüsn-ü zan olan şahısta bir engel söz konusu olursa, onu yalnızca hüsn-ü zan sahibi hakkında gerçekleştirir. Aynı şekilde eğer birisi, diğer birisine, onu hayır ehlinden zannettiği için saygı gösterirse, Allah Teala'nın, gerçekte ikram edilen şahsın cehennem ehli olduğunu bilmesine rağmen, hüsn-ü zanda bulunan şahsı, cennete götüreceği hadislerde geçmektedir.

                  Kısacası, mü'min kardeşi hakkında ona emredilen hüsn-ü zan vazifesini yerine getirirse bunun sevabı hem mü'min kardeşine, hem de hüsn-ü zanda bulunana yetişir. Allah Teala'nın rahmetiyle, onun zannı doğrulanır, zannı gereğince iş yürür, ya da zannı yalnızca kendisi hakkında gerçekleşir. Zannedilen hakkında gerçekleşmemesi ise, zannedene bir zarar getirmez.

                  Mü'minlere karşı hüsn-ü zan taşımak büyük bir rahmet kapısıdır. Belki de cemaat namazının büyük sevabı olduğuna dair hadisler bu yüzdendir. Zira mü'minler cemaat imamına olan hüsn-ü zanları gereğince onun namazının kabul olduğunu zanneder ve onu kendileriyle Allah Teala arasında vasıta kabul ederler. Allah Teala da, bu hüsn-ü zan sebebiyle hepsinin namazını kabul eder. Bu gibi örnekler çoktur. Bereket vesilesi sayarak mü'minin artığından içmek de bu yüzdendir. Zemzem suyundan alınan fayda da ondan umulana göredir. Büyüklerden birçoğu dünyevi veya uhrevi maksatlar için Zemzem suyundan içerek muratlarına erişmişlerdir.

                  Bazı dualarda istenmesi gereken en iyi rızık, kesin iman ve Allah'a hüsn-ü zan olarak belirlenmiştir. Hatta bazı hadisler konunun önemini vurgulamak için, Allah Teala'nın, yersiz hüsn-ü zan iddiasını bile doğruladığını haber veriyor. İmam Sadık'tan (a.s) ulaşan bir hadiste şöyle buyuruluyor:

                  "Kıyamet günü, bir kulun cehenneme götürülmesi emredildiğinde o dönüp geri bakar. Allah Teala, "Kulumu geri çevirin" der. Geri getirilince Allah Teala ona, "Neden dönüp geri baktın" diye buyurur. O şöyle der: "Rabb'im, sana olan zannım bu değildi." O zaman Allah Teala, "Zannın ne idi?" diye sorar. O ise, "Rabb'im, sana olan zannım, beni affedip kendi rahmetinle bana cennette yer vermendi." der. O zaman Allah Teala şöyle buyurur: "Ey meleklerim, kendi izzetime, büyüklüğüme ve yüceliğime ant olsun ki, bu kulum bir saat bile bana hüsn-ü zanda bulunmamıştır. Eğer, bir saat bile bana hüsn-ü zanda bulunsaydı, onu ateşle korkutmazdım. Fakat yine onun bu yalanını doğrulayıp onu cennete götürün."

                  İşte bu ve benzeri ilahi Mükafat ve rahmetleri açıklayan diğer hadislere dikkat ettiğimizde, kalbimizdeki ilahi mükafatlara olan arzuların da Allah'a olan hüsn-ü zandan sayılması yönü güçleniyor. Çünkü bu arzular eğer; gerçek hüsn-ü zan olmasa da en azından buna aday olan niyetlerdir. Allah Teala kendi keremiyle bunları da gerçek hüsn-ü zanlar gibi doğrulayıp gerçekleştirir. Allah Teala'nın her iki dünyada da hükmü birdir. "Rahman (Allah)'ın yaratışında bir farklılık göremezsin."

                  Fakat hüsn-ü zan taşımak, hüsn-ü zannı bahane ederek işi bırakıp rahata dalmak anlamında değildir. Aksine, bu şeytanın hilelerinden birisidir. Allah Teala, Muhammed (s.a.a) ve pâk Ehl-i Beyt'i hürmetine bizi ve bütün mü'minleri şeytanın şerrinden korusun. Tam aksine hüsn-ü zan, Allah katında olana bütün bir vücutla yönelip, O'nun bah-şişlerine daha bir rağbetle bağlanmayı gerektirir. Zira, ilahi mükafatlarla tanışıp ondan yararlananlar, buna daha istekli olur, buna ulaşma yönünde zorlukların kolaylaştığını görürler. Ne istediğini ve istediğinin değerini bilen birisi için karşılığında verdiği şey az gelir.

                  Hz. İmam Rıza'dan (a.s) gelen bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: "Allah Teala, Hz. Davud'a (a.s) şöyle vahyetti: "Kulum bir hayır iş yaparsa onu cennete götürürüm." Hz. Davud (a.s): "O hayır nedir ya Rabbi?" diye sordu. Allah Teala şöyle buyurdu: "Bir mü'min kulumun üzüntüsünü, bir hurmanın yarısıyla bile olsa gidermektir." O zaman Hz. Davud (a.s): "Allahım, seni tanıyan kimse asla senden ümidini kesmez." dedi."

                  Öyleyse yer ile gök arası büyüklüğünde, hiçbir aklın düşünemediği hiçbir gözün görmediği, gerçek saadet yurdu olan cenneti, yarım hurma karşılığında lütfeden Allah'a, cahillerden başka kim sırt çevirir?!

                  Böyle kerem sahibi birisiyle muamele yapmayı kim terk eder?! Terk ederse ne elde eder? yerini neyle doldurabilir?! O halde bir an için olsun Allah'a yönelmekte gaflet eden kimse, yerini hiçbir şeyin dolduramayacağı büyük bir şey kaybetmiş ve büyük bir zarara uğramıştır!

                  Heyhat heyhat! bununla karşılığı olmayan bir fırsatı el-den kaçırmış ve hiç bir şeyin telafi edemeyeceği bir zarara düşmüştür. İşte bunun için ve Allah Teala'nın kullarına olan büyük merhametinden dolayıdır ki, mukaddes İslam şeriatında; müminlerin bütün hareket ve duruşlarına büyük sevaplar vaadi verilmiştir. Hatta Hz. İmam Zeynül Abidin, (a.s) Şialarına şu duayı okumalarını öğretmiştir: "Ey Allah'ım, kalplerimizin bütün fısıltılarını, organlarımızın bütün hareketlerini ve dillerimizin bütün konuştuklarını, senin mükafatını kazanan şeylerden kıl." Diğer bir duada da şu tabirin yer aldığını görüyoruz: "Ey Allah'ım, senin zikrinden gayrı bir lezzetten, sana istiğfar ederim." Allah Teala'nın, mümin kullarından isteği, ondan muamele etmekten gaflet ederek, telafisi olmayan bir zarara düşmemeleridir. Bunun için ona giden yolları, mahlukatın nefesleri sayısınca karar kılmıştır. öyle ki, "Her kim, su içtiğinde Hz. İmam Hüseyin'in, (a.s) susuz şehid edildiğini, anıp o hazreti şehid edenlere lanet ederse, Allah Teala, ona yüz bin hayır yazıp, yüz bin günahı ondan giderir; onu yüz bin derece yüceltir. Yüz bin köleyi azad etmiş gibi sevap kazanır ve kıyamet günü onu korkusuz olarak meb'us kılar.

                  Böyle kerem ve mükafat sahibi sınırsız zenginliğe sahip olan Allah’ın kendisine muhtaç olan kulunun bir nefesini bile zayi etmeye razı olacağını mı sanıyorsun? Asla! O, bu zavallı kulunun tam manasıyla ona yönelmesini istiyor. Zira, O'na yönelmekten başka bir şeref olmadığı gibi, ondan gayri bir hayır kaynağı da yoktur. Kulu O'na yönelince, O da kuluna yönelir. O kuluna yönelince de fazl ve keremince davranıp onu bütün düşünceleriyle, hareketleriyle, duruşlarıyla, uykusu ve ayıklığıyla Rabb'inin rızasını kazanmayı amaçlamaya hidayet eder.

                  Hz. İmam Muhammed Bâkır'dan, (Allah'ın selamı ona olsun) gelen bir hadis de şöyle buyruluyor: "Allah Teala, Hz. Davud'a vahy ederek: Kavmine bildir, onlardan herhangi birisi, ben emrettiğim takdirde bana itaat ederse; benim de ona itaat ederek, bana itaat etmesinde ona yardımcı olmam bana hak olur. Eğer benden bir şey isterse ona veririm, eğer beni çağırırsa ona icabet ederim. Eğer bana sığınırsa ona sığınak olurum. Eğer benden yardım dilerse ona yardımcı olurum. Ve eğer bana tevekkül ederse onun açık noktalarında ben koruyucu olurum, eğer bütün halk ona bir hile yapmağa koyulsalar bile, ben hepsinin üstesinden gelirim." buyurmuştur.

                  Yine geniş rahmetinden dolayıdır ki, zavallı kulunu zararlı olanı bırakın, hatta yararsız olan şeylerle meşgul olmaktan şiddetle men etmiştir. El-Cevahir-üs Seniyye kitabında şunlar yer almaktadır: "Ey Adem oğlu, eğer kalbinin kasavetli, cisminin hasta, malının noksan, rızkının yoksun olduğunu görürsen bilmelisin ki, bunlar konuştuğun faydasız sözlerin yüzündendir."

                  Boş sözlerin böyle bir etkisi olduğuna göre haram sözlerin nasıl bir etkisi olacağı kendiliğinden bellidir. Buna göre boş söz konuşmak sana zehirden daha zararlıdır. Zira zehir senin ancak cismini tahrip edebilir. Oysa boş sözler kalbi katılaştırır, malı azaltır, rızktan mahrum eder, cismi de hasta eder.

                  Merhamet sahibi yüce Allah ise, kulunun böyle bir büyük bedbahtlığa düşmesine elbette ki razı olmaz. Hatta Allah Teala'nın, kulunu faydasız sözlerden dolayı hesaba tuttuğu gibi, faydasız bakışlardan dolayı da hesaba çekeceği, bazı hadislerde yer almıştır.

                  İşte kulunun, bir bakışının da boşa gitmesini istememesinden dolayıdır ki, alimin yüzünü Kabe'ye, Resulullah'ın (s.a.a) neslinden olan seyyitlere ve ibret almak için mahluklara bakmayı ibadet kılmıştır. Hatta, bir saat düşünmeyi altmış sene ibadet etmeye eşit kılmıştır. "Nereye dönseniz orası Allah'ın vechidir." İmam Sadık (a.s), babaları yoluyla Hz. Resulullah'dan (s.a.a) rivayet ediyor ki:

                  "Allah Teala, Davud peygambere (Allah'ın selamı ona olsun) vahiy ederek şöyle buyurdu: Güneşte oturana güneş dar olmadığı gibi, rahmetime girene de rahmetim dar gelmez. Kötümser düşüncelere kapılmayana bir zarar gelmediği gibi de kötümser olanlarsa fitneden kurtulamazlar."

                  Görüldüğü üzere bu kutsi ilahi hitap, kurduğumuz bu ilkeye en büyük şahidlerden biridir ki, kötümser olan kimse, Allah Teala'ya olan su-i zannı yüzünden fitneden kurtulmayıp bedbahtlığa düşer. Kötümser olmayan kimseye ise, Allah Tela'ya iyi niyet taşıdığından dolayı kötümser olan şeyler bir zarar vermeyip, Hak Teala'ya olan hüsn-ü zannı hürmetine bela ondan def olur.

                  Kendisini Ehl-i Beyt'ten gelen hadislere adayarak onlara uyup, Allah'ın rahmetine giren bir kimse içinse, asla darlık söz konusu olamaz. Aksine her kapısından bin kapı açılan kapılar onun yüzüne açılır, sonunda ise ilim ve marifet nuruyla onu kalp ferahlığı makamına ulaştırır. Bu makam ise, Hak Teala'nın, peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a) hakkında övdüğü en faziletli makamdır. Allah Teala, Kur'an'da şöyle buyuruyor: "Senin sadrini (göğsünü) açmadık mı?"

                  Allah Teala bir kuluna minnet koyup bu makama ulaştırırsa o artık dünya ve Ahiret belalarının ulaşmadığı kimselerden olur ve eğer herhangi bir bela da ona ulaşırsa bu ancak diğerinin ve halkın nazarında beladır; yoksa onun kendi nazarında Allah Teala'nın ona gösterdiği bu belaya sabretme sonucu ulaşacağı Allah'ın rızası ve yüce makamlara nazaran en büyük lezzetlerden ve en afiyetli bahşişlerdendir.

                  İşte bu yüzden Aşura günü İmam Hüseyin 'in (a.s) bazı ashaplarına, belalar şiddetlendikçe yüzleri daha da açılır ve onları daha çok sevinç alırdı.

                  Allah Teala size ve bize bu makamları bağışlasın.

                  Dünyaya düşkün insanlar nerede böyle lezzetlere ulaşabilirler! Allah Teala bize yardımcı ve vekil olmakta yeterlidir.

                  ne güzel mevla ve ne güzel yardımcıdır.

                  Alla'A emanet olun...

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: KURTULUŞ ÇAĞRISI

                    BİSMİHi TEALA
                    HAMD ALEMLERİN RABB'İ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN
                    RABB'İMDEN ECİRLERİNİZİN YÜCE OLMASINI DUA EDERİM
                    AMİN CÜMEMİZİNDE İNŞALLAH KARDEŞİM

                    Selamun Aleykum Ey aziz canlar! Ey Muhammed Ve Al-i Muhammed Şiaları!

                    .
                    Bu bölümde, insanın kendi benliğine nazaran hakirliği, Hak Teala'ya olan bağlantısına nazaran ise, makamının yüceliği hakkında bahsetmek istiyoruz.

                    Ey hakikatten uzak kalıp, nefsini ıslah etmekten gafil olan kardeşim! Senin iki yönün var:

                    1- Kendi nefis ve zatın, başka bir deyişle, senin sen olman yönün ki, genellikle bu yönünü dikkate alırsın. Bu yönünle sen; zail olup giden; değeri olmayıp hesaba katılmayan bir varlıksın; hatta Kur'an-ı Kerim'in deyişiyle, sen hiçbir şey değilsin.

                    2- İkinci yönün ise senin, ilahî kudret ve gücün mazharı olup, Hak Teala'nın mahluku olma yönündür. Bu yönünden ise yeryüzü, doğu ve batı arasında olanlardan ziyade, arşdan toprağa, yedinci gökten yedinci yere kadar bütün alemle bağlantı halindesin; o halde eğer; iyi bir iş yaparsan bütün alemlerde iyi bir etki bırakırsın, aksi takdirde ise kötü tesirin olur. Arşın altında senin bir misalin vardır. Senin yaptıklarını o da yapar. Sen kötü bir iş yaptığında Allah-u Teala arş ehlinin nezdinde rezil olmaman için misalinin üzerine bir perde çekip onu örter. Ancak iyi bir iş yapacak olursan, Allah-u Teala o perdeyi alır. İşte dualarda yer alan: "Ey güzeli açıp gösteren; kötüyü örten Allah!" cümlesinin manası da budur.

                    Miftah-ül Felah kitabında Şeyh Bahai (Allahın rahmeti ona olsun), İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu naklediyor:

                    "Her müminin "arş"da bir misali vardır. Bir insan rüku ve secde gibi hayır işlerle meşgul olduğunda, onun misali de kendisi gibi secde ve rüku eder, melekler de onu görüp Allah-u Teala'dan, onun için rahmet ve bağış dilerler, ama o insan bir günahla meşgul olursa, Allah-u Teala onun misalinin üzerine bir perde çekerek meleklerin bundan haberdar olmasını önler."

                    Yine şüphesiz günlük yaptığın ameller, her gün sabah ve akşamları, Resulullah'a (Allah'ın selamı ve rahmeti ona ve Ehl-i Beyti'ne olsun) ve İmamlara (Allah'ın selamı onlara olsun) özellikle de asrın velisi olan İmam-ı Zaman'a (Allah onun zuhurunu yaklaştırsın) sunulmaktadır. Hayırlı amellerin onları sevindirir, hoşnut eder. Hatta Ehl-i Beyt İmamlarından biri şöyle buyurmuştur:

                    "Ant olsun Allah'a, bir mümin muhtaç olan kardeşinin ihtiyacını giderdiğinde, onun bu hareketinden ihtiyaç sahibinden daha çok Resulullah (s.a.a) hoşnut olur."

                    Şüphesiz, Resulullah (s.a.a) ile Ehl-i Beyt (a.s) alemin erkanı olup, melekler dahil diğer bütün varlık alemi onların emri altındadırlar. Eğer birisi alemin sultanını hoşnut ederse, onun emri altındakilere de tesir edip hepsi sultanları sevindiği için sevinirler. O zaman, alemdeki bütün varlıklar bu ihsan sahibi kula dua ederek "Sen bizi sevindirdiğin gibi Allah-u Teala da seni sevindirsin" derler.

                    Ancak kötü bir harekette bulunursa, Resulullah'a (s.a.a) ve onun Ehl-i Beyt'ine (a.s) kötülük yapmış olur. Bu yüzden de ağaçlar kurur, ürünler bozulur, yağmur azalır ve fiyatlar yükselir. Buna göre ey zavallı insan! Bil ki, senin itaat ve isyanın; amellerini yazmakla görevli olan melekleri; hoşnut veya rencide etmekle kalmıyor bilakis, bütün alemde etki bırakıyor.

                    Geçmiş ve gelecek, müminlere hayır ulaştırmakta açıklanan hakikat için ayrı bir örnektir: Bir kimse "Allah'ım, bütün mümin erkek ve kadınları mağfiret et" derse hadislerde yer aldığına göre bütün erkek ve kadın müminler "bu şahıs bize mağfiret diledi" diyerek onun için şefaat ederler.

                    Yine hadislerde, "alim" için göklerde ve yerlerde olan her şey, hatta denizlerdeki balıkların bile mağfiret dilediği yer almaktadır. Allah-u Teala Kuran-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:

                    "Arşı taşıyanlar ve arşın çevresinde bulunanlar, Rablerine tesbih ve hamd edip ona inanıyorlar ve iman edenlere mağfiret dileyerek, ey Rabbimiz, sen her şeyi rahmet ve ilmin ile kapsamışsın, tevbe edip yoluna tabi olanları bağışla ve onları cehennem azabından koru" (Gafir (Mü'min)/7.) derler.

                    Buna göre, Hak Teala'nın kudretine bağlanarak, ilahi azamete mazhar olduğun ve bu ikinci yönünle bütün alemde etki bıraktığın açıklığa kavuştu. O halde bir hiç sayıldığın birinci yönüne bakarak nasıl gaflete dalıp bu hakikati görmezlikten gelebilirsin. Sen kendi nefsini ihmal etsen bile Rabbin seni başı boş bırakmaz. Kur'an-ı Kerim de bu konuda şöyle buyuruyor: "İnsan başı boş olarak mı bırakıldığını sanıyor.?"(Kıyamet/36.) İmam Ali (a.s) şu şiirinde ne güzel buyurmuştur:

                    "İlacın kendindedir, fakat sen görmüyorsun.

                    Derdin de kendindedir, fakat farkında değilsin.

                    Küçücük bir cisimden ibaret olduğunu mu sanıyorsun?

                    Oysa şu koca alem sen de özetlenmiştir.

                    Sen, ayetleriyle gizli olanın açığa kavuştuğu Mubin kitapsın."

                    O halde, ey gaflet uykusuna dalan! Uyan ve seni insan yapan bu ikinci yönüne dikkat et. Rabbin de böyle istemiştir. Eğer hak yolundan uzaklaşmış, bedbahtlardan olduğunu görüyorsan bilmelisin ki, "Allah-u Teala, istediğini siler ve istediğini de zapteder, ümm-ül kitap (ana kitap) onun nezdindedir."(Ra'd/39.) İnsan kılığında bir şeytan olmaktan kaçın! Aksi takdirde bilmelisin ki, ilahi lütuf ve ihsanı kendinden uzaklaştırmış ve kendi fesadınla bütün alemi fesada çekip, Peygamberler, Allah’a çok yakın melekler ve bütün gök ve yer ehlinin kalbini incitmiş olursun. Yer, onun üzerinde hareket edip yürümenden, gök ise, senin üzerine gölge salmaktan feryat edip, Hak Teala'ya şikayet eder. Hadislerde, yerin, sünnet edilmeyen birisinin idrarından dolayı kırk gün feryat edip Allah-u Teala'ya şikayet ettiği geçmektedir. Oysa bu sadece mekruh bir iştir. Ama, senin halin ne olabilir? Kısacası sen, böyle oldukça Allah-u Teala'yla harp etmektesin. Allah-u Teala'nın mülkü olan bütün her şey sana düşmandır. Onun mülkünden nereye kaçabilirsin ki?! Oysa ki, senden intikam almak için bütün mahluklar, Allah-u Teala'dan izin istemekteler. Sen bu zaaf ve hakirliğinle onların hepsine nasıl karşı koyabilirsin?

                    Sana kim yardım edebilir, kim sığındırabilir, oysa sen, Allah'la harbe girmişsin; o halde senin için ondan gayri bir sığınak ve kurtuluş yoktur. Allah Teala, Resulullah'ın (s.a.a) diliyle şöyle buyuruyor:

                    "O halde Allah'a koşup O'na sığının, ben size açık bir korkutucuyum"(Zariyat/50.)

                    Bir şeyden korkan ondan kaçar; ancak, Hak Teala'dan korkan ise O'na (Allah'a) doğru koşar. Sen de eğer; ona koşanlardan isen, Hz. İmam Sadık'ın (Allah'ın selamı ona olsun) ceddi Resulullah'dan (s.a.a) naklettiği bu hadis-i kudsiye kulak ver. Hak Teala buyuruyor ki:

                    "Bir kulumun kalbine baktığımda, onun kalbinde bana halis itaat etme sevgisi ve benim rızam olduğunu görürsem, onun durumunu ıslah etmeyi (sorunlarını halletmeyi) kendim üstlenirim."

                    Yine Resulullah'tan (s.a.a) nakledilen diğer bir hadisi kudsi de şöyledir:

                    "Kulumun asıl hedefinin bana yönelmek olduğunu görürsem; onun sadece bana dua edip benimle münacat etmekten zevk almasını sağlarım. Bir kulum böyle olunca da bir hataya düşmek isterse, önüne geçip engel olurum. İşte onlar benim hak velilerimdir. Ve gerçek cesurlar da onlardır. Onlar öyle kimselerdirler ki, yer ehlini bir azapla helak etmek istediğimde, onların hatırı için azabı yeryüzü ehlinden uzaklaştırırım."

                    Bu hadis üzerinde düşün ve Hak Teala'nın yeryüzü ehlinden bu velilerin hatırına azap ve belaları nasıl uzaklaştırdığına dikkat et. O halde, bu velilerin varlıklarının alem için bir sadaka olduğu söylenebilir. Zira alemin helak olmaktan korunmasına, sebep olan onlardır. Kısacası, bu alemin tüm parçaları birbirleriyle bağlantılıdır ve bu alem ise bir insan gibidir. Vücudunun herhangi bir organında meydana gelen bir acı, onun tüm vücuduna yayılır. Bu acı, o organdan giderilince de tüm organlar rahatlığa kavuşur. Hadis-i şerifde şöyle buyrulmuştur:

                    "Bir kul, bir hamd ettiğinde bütün namaz kılanların duasını kazanır; zira namaz kılanlar; "Semiallahu limen hamideh" yani (Allah'ım, bütün hamd edenlerin hamdını duyar ve kabul eyler) demekteler."

                    Bir insanın, bütün namaz kılanlarla bağlantı kurup, tek bir söz söylemekle nasıl onların duasını kazandığına dikkat et.

                    Yine işini sağlam yapan kimse, Resulullah'ın (s.a.a) duasını kazanır; çünkü Resulullah (s.a.a) buyuruyor ki:

                    "Allah-u Teala, yaptığı işi sağlam yapana rahmet eylesin."

                    Şüphe yok ki, Resulullah'ın (s.a.a) duası, kesin olarak icabete ulaşır. Allah'ın rahmetini kazanan bir kimse ise, helak olmaktan kurtulur.

                    Bu asırda; Resulullah'ın (s.a.a) duasını kazanmak için, Peygamber'in döneminde olmayı arzulayıp, bunun artık telafisi mümkün olmayan ve elden çıkan bir nimet olduğunu sananlar, gerçekte yanılmaktadırlar. Çünkü, bu asırda da kolaylıkla, Peygamber-i Ekrem'in (s.a.a) duasını kazanmak mümkündür. Zira, dediğimiz gibi işini sağlam yapan kimse, Resulullah'ın (s.a.a) rahmet duasını kazanır; Veya Şaban ayında bir gün oruç tutan bir adam Resulullah'ın (s.a.a) şu duasına nail olur:

                    "Şaban ayı benim ayımdır, Allah-u Teala benim ayımda orucuyla bana yardım edene rahmet etsin"

                    Resulullah'ın (s.a.a) asrımızın halkını, duasının bereketlerinden mahrum edeceği de düşünülemez. Aksine Resulullah (s.a.a), bazı genel vasıflara sahip olanlara dualarda bulunmuşlardır. İsteyen herkes, bu vasıfları kazanarak icabet edilen o duaları kazanabilir.

                    Kardeşim! kendine dön! Hak Teala'nın rahmetiyle senin için, rahmeti gerektiren ne güzel vasıflar hazırladığını görmen gerekirken sen, kendi gaflet ve aldırmazlığın yüzünden, bütün alemin nefretine yol açan kötü vasıfları edinmek istiyorsun.

                    Bir mümini inciten kimse, Hz. Resulullah'ı (s.a.a), daha sonra İmam Ali'yi, (a.s) daha sonra İmam Hasan'ı, daha sonra İmam Hüseyn'i ve sonra da diğer masum İmamları ve bilahare alemde bulunan her şeyi incitmiş olur. Dolayısıyla da, alemde bulunan her şey, hep bir dille, bizi incittiğin gibi, Allah-u Teala da seni incitsin diye ona bedduâ ederler; o halde ey kardeşim! Makamın çok büyük olduğu gibi, karşı karşıya bulunduğun tehlikeler de çok büyüktür. Sen ise bütün davranışınla iki yol ayırımındasın: Allah'a yönelirsin veya ondan yüz çevirirsin. Eğer sen O'na yönelirsen O da sana yönelir ve eğer sen O'ndan yüz çevirirsen O da senden yüz çevirir. Allah-u Teala, senden yüz çevirince de artık her şey senden yüz çevirir. Sen devamlı olarak bu iki yol ayırımındasın ve bundan ayrılamazsın. Ey, kendisine yönelenlere yönelip, kendi fazilet ve rahmetlerini bahşeden Rab, devamlı olarak bizim sana ve senin de bize yönelmeni sağlayacak bir hale erişmeği bize nasip et. Ve bizi kendi kudretinle güzel edeple edeplendir. Sen rahmet edenlerin en merhametlisisin. Allah-u Teala'nın selamı ve rahmeti mahlukatın en şereflisi, en üstünü olan, Hz. Muhammed (s.a.a) ve onun pâk Ehl-i Beyti'ne (a.s) olsun.

                    Allah'a emanet olun...

                    Yorum

                    YUKARI ÇIK
                    Çalışıyor...
                    X