Bir bayan okurumuz dün bize, bir arkadaşının erkek arkadaşıyla başından geçen olayları anlatan bir mektup gönderdi. Bizler site olarak bu tür mektupları zaman zaman almaktayız. Bu mektuplara genellikle yazının yorum köşesinde cevap vermekteyiz, bazen de okuyucumuzun vermiş olduğu posta adresine göndererek okuyucumuzun sorusunu yanıtlamaya çalışmaktayız. Bize gelen dünkü mektubun içeriğine benzer şu ana kadar bir çok mektup aldığımızdan, okurumuza verdiğimiz cevaptan herkesin yararlanmasını uygun görerek burada yayınlamaya karar verdik. İnşallah hayırlara vesile olur…
***
Dün sitemize gelen mektup:
hocam bir kız arkadaşımın ciddi boyutta hayır diyememe hastalığı var onun adına ben soruyorum önceden bir erkek arkadaşı vardı. kız her ne kadar içten istemese de o çocuğun her dediğini yapıyordu. onu çocuktan uzak tutmaya çalıştım, ama olmadı eski sevgilisi arkadaşımla birlikte olmak istiyordu fakat arkadaşım Allah korkusu taşıdığı için her defasında bunu reddediyordu, ama çocuk yakasını bırakmadı, arkadaşım da hayır diyemediği için beraber olmuşlar. ama bunu istemeyerek ve ağlayarak yaptığını söylüyor. bunun zina mı yoksa tecavüz mü olduğunu merak ediyor hocam arkadaşım hep vicdan azabı çekiyor. hocam keşke hayır diyebilseydim diye...
***
Cevabımız:
Bismihi Teala
Selamun aleykum,
Sayın okuyucumuz, eğer haram ve günahların küçükken önlemi alınmazsa o haram büyür ve başka günah ve haramları da beraberinde getirir. Namahrem bir kızla erkeğin arkadaşlık yapması, (zaruret dışında) konuşması, gezmesi, oynaması, şakalaşması, telefonlaşması, çetleşmesi, mesajlaşması… vb. haramdır. Allah Teala namahrem kızla erkeğin tokalaşmasını bile yasaklamış ve haram ilan etmiştir. İsterse bu kız amcakızı olsun, teyze kızı olsun… bunun sebebi bir sonraki aşama gelir ve iş istenmeyen noktalara dayanabilir düşüncesiyledir. İslam’da içki içmek haramdır. İsterse bir yudum olsun, isterse bir fıçı olsun. Peki neden bir yudumuna bile izin verilmiyor? Nedeni açıktır. İnsanın nefsi doyumsuz ve bir sonrakini isteme özelliğine sahiptir. Azla kani olmaz daha fazlasını ister, bir adım gidilirse ikinci adımını ister… bir damla içki içtiği zaman ikinci adımını da, üçüncü adımını da… isteyeceği için Allah en başından çizgiyi çekmiş ve sınırı belirlemiştir. Hiçbir şekilde içki içemezsin demiş. Neden? çünkü bir sonraki adımı atmaması için. Burada da durum aynıdır. Namahrem biriyle tokalaşmaya başladığında ikinci adım da gelecektir… Allah namahremlere bakmanın göz zinası olduğunu buyurmuştur. Bunun nedeni de aynıdır. Çekici özellikte olan birisine birinci bakış kendisini kaptırma kapısını açar, ikinci bakışı onu derinlere çeker. Üçüncü, dördüncü derken gözünü alamaz… (sonra bu adet halini alır ve herkese aynı şekilde bakar ve en sonunda kendisini kaybeder ve) daha sonra imkanı varsa o veya başka namahremlere yakınlaşmaya başlar. Yakınlaştıkça bir sonraki adımını atmak ister. Daha sonra dokunmak, öpmek… derken zinaya bulaşır. Bu ister zorla olsun isterse karşı tarafın isteğiyle olsun fark etmez. Hatta bazen bu şiddet kazanır ve nefsini serbest bırakır ve kendisini tatmin edecek uygun bir ortam veya koşullar olmazsa nefsi onu çok daha kötü şeylere sürükleyebilir. Bu bazen (yabancı birisiyle yakınlaşma koşullarının olmamasından dolayı) çaresiz ve mazlum bir küçük kızla da olabilir, küçük bir erkekle de olabilir, yaşlı bir kadınla da olabilir, çaresiz bir hayvanla da olabilir, hatta iş bazen o kadar çığırından çıkar ki kendi mahremi olan anne, kız-erkek kardeşiyle… bile olabilir. Maalesef bunların hepsi Allah’ın sınırlarının aşılmasından kaynaklanmaktadır. Ve maalesef bunlar şu anda dünyada olan şeylerdir. Nefsin dizginlerini bırakmak demek çirkeflik demek, azgınlık demek, bataklık demek, kan demek, tecavüz demek… haram demektir. Ama eğer insan en başından kendisini kontrol etse ve Allah’ın yasaklarına riayet ederse bunların hiçbirisi yaşanmaz. Dolayısıyla günahın büyüğü küçüğü olmaz. Günah günahtır ve sakınılmalıdır. Günah küçüktür, bir kerecikten bir şey olmaz diye önemsemezlik etmek demek bataklığa düşmek demektir.
Arkadaşınızın başına gelenler, haramları göz ardı edip yaratanımız olan Allah’ın emirlerine uymamanın bir sonucudur. Bizler ne her ne zaman nefsimize yenik düşüp yaratanımızın emrinden dışarı çıkmışsak mutlaka o işin sonu hüsranla bitmiştir. Ama arkadaşınız işin başında olduğu için vicdan azabı duymakta, üzülmekte ve ağlamaktadır. Bundan emin olun ki eğer günahları artar ve bu minval üzere hareket etmeye devam ederse kısa bir süre sonra bu vicdanı da ölür ve artık karşı cinslerle ilişkiye girmek onun için sıradanlaşır… bu durum öteki günahlar içinde geçerlidir. İnsanların günah sonrası vicdanlarının sızlaması, üzüntü duyması Allah’ın o kişiye olan merhametidir. O kişiyi bu şekilde günahından döndürmek ve özüne gelmesi için Allah’tan bir rahmet ışığıdır. Ama her günahla bu vicdan biraz zayıflar ve kalpte kararma oluşur. Günahlarla birlikte bu kararma artar ve en sonunda Allah’a tek giden yol olan kalp kaskatı kasılarak kararır ve işte o an artık o kişinin kurtuluş yolu kapanır ve kalbine mühür vurulur. Arık bu kişinin hiçbir şekilde kurtuluşu söz konusu olmaz. Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de bu konuya şöyle işaret etmiştir: “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.”[1] “Hevâ ve hevesini ilah edinen ve Allah'ın (kendi katındaki) bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâla ibret almayacak mısınız?”[2] Allah Teala kullarına karşı çok merhametlidir. İnsanların günahlarından dönmesi için bir çok şeyler yapar. Ama gaflet uykusuna daldığımızdan Allah’ın bize karşı olan lütuflarını görememekte ve O’na pişmanlık duyarak geri dönememekteyiz. Dolayısıyla her ne olursa olsun Allah’ın insanoğluna bahşetmiş olduğu en büyük hediyelerden biri olan vicdanımızı korumalıyız. Eğer onu da kaybedersek artık dünya ve ahretimizi kaybettik demektir. Bazıları dünyadan kastımızın maddi olduğunu sanabilir, ancak buradaki kasıt manevidir. Bir kişinin malı mülkü olabilir, ancak elinden huzur ve mutluluğu alındığında o mal ve mülk ona huzur ve mutluluk vermez. Hatta yediği yiyeceklerden, bindiği arabadan, oturduğu en lüks evden bile lezzet ve tat almaz. Çünkü tadı veren, huzuru veren, mutluluğu veren… Allah’tır. Eğer ona sırtımızı dönmüşsek, yani yasakladığı ve haram ettiği şeyleri yapmışsak, yapmamızı istediği ve farz kıldığı şeyleri yapmamışsak o zaman O’ndan uzaklaşmışız demektir. Ondan uzaklaşmak demekte cehennem ateşi demektir. Cehennem ateşi ise Ahirette başlamayacaktır. Dünyada cehennem ateşi kurulmuştur. Şu anda insanların büyük bir kısmı dünyada cehennem ateşinde yanmaktadır. Eğer insanlar streste ise, eğer insanlar bunalımda ise, eğer insanlar huzursuz ise, eğer insanlar mutsuz ise… bunun anlamı o kişinin ateşte olduğudur. Bu tür sıkıntı ve depresyonlar cehennem ateşidir. Cehennem demek sadece etimizin ve kemiğimizin yanması demek değildir. ondan daha kötüsü ruhumuzun yanmasıdır. Cehennemde de batını ve ruhi olarak yanmak zahiri olarak yanmaktan çok daha şiddetli olacaktır. Eğer insanlar paralar içinde yüzüyorsa ve yine de mutsuzluktan ve hayattan tat alamadıklarını söyleyerek intiharlara sürükleniyorlarsa, bunun sebebi günahlar içinde boğulduklarından dünyadaki cehennem azabının şiddetinden dolayı bir kurtuluş olarak intiharı umut olarak gördüklerindendir. Ama akılsız ve gafil olduğundan ahirette de yanmaya devam edeceğinden habersiz olarak bu işi yapmaktadır… kısacası her ne kadar günah ve haramlara müptela olursak mutsuzluk ve huzursuzluğumuzdan o oranda bir eksilme ve noksanlık başlar. Haram ve günah arttıkça huzur ve mutlulukta azalma olur… en sonunda onun zirveye çıkmasıyla burada kendisini bitirir ve artık kalbi mühürlenir. Burada da aslında kalbimizi kendimiz mühürlemekteyiz. Günahların çoğalması kalbin kararması demektir bu da yavaş yavaş mühürleniyor demektir. En sonunda günahlar tamamını kapladığından kalp[3] artık işlevini yitirir ve mühürlenerek damgalanır. İşte bu anda Allah’ta tüm uyarılarına rağmen (Peygamberler göndermiş, masum imamlar görevlendirmiş, Kur’an vermiş, vicdan ve pişmanlık gibi içsel güçler vermesine rağmen) o kişinin bunları yerine getirmediğinden artık o kişinin kalbini resmen mühürler. İşte o kişinin artık kurtulma şansı yoktur. gidecek bir yeri de yoktur. çünkü her yer Allah’ındır. Dünyada O’nundur, ahrette. Nereye gidebilir ki?! Ölmeyi kurtuluş görür, ama nafile ölüm yokluk olmadığı için orada da dünyada yaptıklarının cezasını çekmeye devam eder ve ebedi olarak maddi ve ruhi olarak yanar. Öyle bir noktaya gelir ki artık: «Keşke toprak olsaydım!» diyecektir.”[4] (tabi bu isteğin asıl ve doruk noktası kıyamette olacaktır) Artık iş işten geçmiştir. Yapılacak bir şey kalmamıştır. Artık insana dünyaya yeniden geri dönme izni de verilmeyecektir. “Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında: «Rabbim! der, beni geri gönder;» «Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım.» Hayır! Bu onun ağzından çıkan (boş) bir laftan ibarettir.”[5]
(Ama eğer Allah’ın emirlerini yerine getirir ve günahlardan uzak durursak o zamanda bunun tersi baş gösterir. Her farz ameli yapıp günahtan kaçındıkça mutluluk ve huzurumuz o oranda artar, arttıkça dünyadaki cennetimiz başlar. Ne kadar sevap işlersek, ne kadar Allah’ın yasaklarından sakınırsak o kadar cennet, o kadar huzur bize bahşedilir. Çünkü cennet demek refah demek, huzur demek mutluluk demektir. Burada insanlar bunu yaptıkça huzuru ve mutluluğu artacaktır. Daha sonra amellerine göre dünyadaki cennet derecesi de değişerek artacaktır. En sonunda tüm dünyayı verseler bir dakikalık mutluluk ve huzurunu vermeyecektir. Bu yüzden irfan ve seyri suluk yolunda bu makamlara gelen insanlar ‘eğer dünyanın en zengin insanları, kralları, yöneticileri bizim dünyadan aldığımız tat ve lezzetin tadını bilselerdi, bu tadın sadece bir dakikalığını tatmak için tüm servetlerini verirlerdi’ diye buyurmaktadırlar. Çünkü cennetle cehennem mukayese edilemez. Bir insan cennetlik mi cehennemlik mi olduğunu bilmek istiyorsa bu noktalara dikkat etsin. Eğer burada denilmek istenenler anlaşılırsa herkes şu anda cehennemlik mi, yoksa cennetlik mi olduğunu anlar.)
Kısacası bu tür acılar ve huzursuzluklar yaşamak istemiyorsak Allah Teala’nın emirlerinin dışına çıkmamamız gerekmektedir. Her ne oranda O’nun emrinden dışarı çıkarsak o oran miktarınca kendimizi ateş ve huzursuzluğa yaklaştırmışız demektir. Zaten bu yüzden yüce yaratıcı Kur’an’da her defasında “Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler.”[6] diye buyurmaktadır.
Sorunuza dönecek olursak eğer, arkadaşınız en başından itibaren Allah’ın emir ve yasaklarına tam olarak uymadığından kendisi için böyle bir ortam yaratmıştır. Dolayısıyla başına gelenlerden dolayı kendisinden başka kimseyi suçlamamalıdır. (bu işi yapan erkeğin suçu yerinde ve sabittir, o ayrıca Allah katında suçludur ve cezasını çekecektir). Arkadaşınız istemeyerek de olsa karşı tarafa bu fırsatı verdiği için tecavüz olması çok uzak bir ihtimaldir.(hatta imkansızdır, çünkü sorunuzda da açıkça belirttiğiniz gibi ‘keşke yok diyebilseydim’ demektedir. Demek ki zorlama ve ikrah yoktur. sadece kızlık masumiyetinden ve ileride yaşanabilecek şeyleri düşündüğünden bu şekilde bir birliktelik yaşamak istememiştir…) Eğer insan uçurumun kenarına gelmişse çaresiz olarak uçurumdan düşecektir. Eğer kendi isteğinizle bataklığa kadar gelmişseniz artık bataklığa düşersiniz. O sırada birisinin sizi itmesi bir şeyi değiştirmez, çünkü kendiniz kendi isteğinizle oraya gelmişsiniz. Hatta isterse o anda pişmanda olunsa bu pişmanlık bir şeyi değiştirmez...
Ancak merhamet ve şefkat kaynağı olan bağışlayan ve esirgen Allah, kullarına kendilerini düzeltmeleri için yeni fırsatlar ve bahaneler sunmaktadır. Kişi hata yaptı diye hemen kulunu atmaz. Ona kendisini ıslah etmesi ve hatalarını telafi etmesi için zemineler yaratır. Bu zeminelerden birincisi kişinin pişman olmasıdır. İlk yapılması gereken şey pişmanlık duymak ve Allah’a tövbe etmektir. Tövbeden maksat geri dönmektir. Yani yaptığım şeylerin yanlışlıklarını anlayıp sana geri dönüyorum ey rabbim! demektir. Tabi tövbenin şartları vardır. bu şartlara tam olarak uyulursa önceki günahlar silindiği gibi yerine göre önceki günahları sevaba bile dönüştürülebilir…
Kısacası yapmanız gereken şeyler şunlardan ibarettir:
Yaptığı haram ve günahlardan pişmanlık duymak, tövbe etmek, bir daha bu tür şeylere yaklaşmamak. O veya başka namahrem erkeklerle hiçbir surette görüşmemek (yaşadıkları bu tür şeyleri unutmak ve başkalarına hiçbir şekilde açmamak ve anlatmamak). Allah’ın tüm haram ve farzlarını öğrenerek farzları yerine getirmek, haramlardan sakınmak… eğer bu denilenlere riayet edilirse Allah böyle yapan kişiye yeni kapılar açar. Hem dünyada hem de ahrette huzura kavuşur inşallah…
ABNA.İR
[1] - Bakara, 7. [2] - Casiye, 23.[3] - Buradaki kalpten maksat hepsinin bir anlamda olduğu insanın ruhu, canı ve nefsidir. Bildiğimiz kalp değildir.[4] - Nebe, 40. [5] - Müminun, 99 – 100.[6] - Yunus, 44.)
***
Dün sitemize gelen mektup:
hocam bir kız arkadaşımın ciddi boyutta hayır diyememe hastalığı var onun adına ben soruyorum önceden bir erkek arkadaşı vardı. kız her ne kadar içten istemese de o çocuğun her dediğini yapıyordu. onu çocuktan uzak tutmaya çalıştım, ama olmadı eski sevgilisi arkadaşımla birlikte olmak istiyordu fakat arkadaşım Allah korkusu taşıdığı için her defasında bunu reddediyordu, ama çocuk yakasını bırakmadı, arkadaşım da hayır diyemediği için beraber olmuşlar. ama bunu istemeyerek ve ağlayarak yaptığını söylüyor. bunun zina mı yoksa tecavüz mü olduğunu merak ediyor hocam arkadaşım hep vicdan azabı çekiyor. hocam keşke hayır diyebilseydim diye...
***
Cevabımız:
Bismihi Teala
Selamun aleykum,
Sayın okuyucumuz, eğer haram ve günahların küçükken önlemi alınmazsa o haram büyür ve başka günah ve haramları da beraberinde getirir. Namahrem bir kızla erkeğin arkadaşlık yapması, (zaruret dışında) konuşması, gezmesi, oynaması, şakalaşması, telefonlaşması, çetleşmesi, mesajlaşması… vb. haramdır. Allah Teala namahrem kızla erkeğin tokalaşmasını bile yasaklamış ve haram ilan etmiştir. İsterse bu kız amcakızı olsun, teyze kızı olsun… bunun sebebi bir sonraki aşama gelir ve iş istenmeyen noktalara dayanabilir düşüncesiyledir. İslam’da içki içmek haramdır. İsterse bir yudum olsun, isterse bir fıçı olsun. Peki neden bir yudumuna bile izin verilmiyor? Nedeni açıktır. İnsanın nefsi doyumsuz ve bir sonrakini isteme özelliğine sahiptir. Azla kani olmaz daha fazlasını ister, bir adım gidilirse ikinci adımını ister… bir damla içki içtiği zaman ikinci adımını da, üçüncü adımını da… isteyeceği için Allah en başından çizgiyi çekmiş ve sınırı belirlemiştir. Hiçbir şekilde içki içemezsin demiş. Neden? çünkü bir sonraki adımı atmaması için. Burada da durum aynıdır. Namahrem biriyle tokalaşmaya başladığında ikinci adım da gelecektir… Allah namahremlere bakmanın göz zinası olduğunu buyurmuştur. Bunun nedeni de aynıdır. Çekici özellikte olan birisine birinci bakış kendisini kaptırma kapısını açar, ikinci bakışı onu derinlere çeker. Üçüncü, dördüncü derken gözünü alamaz… (sonra bu adet halini alır ve herkese aynı şekilde bakar ve en sonunda kendisini kaybeder ve) daha sonra imkanı varsa o veya başka namahremlere yakınlaşmaya başlar. Yakınlaştıkça bir sonraki adımını atmak ister. Daha sonra dokunmak, öpmek… derken zinaya bulaşır. Bu ister zorla olsun isterse karşı tarafın isteğiyle olsun fark etmez. Hatta bazen bu şiddet kazanır ve nefsini serbest bırakır ve kendisini tatmin edecek uygun bir ortam veya koşullar olmazsa nefsi onu çok daha kötü şeylere sürükleyebilir. Bu bazen (yabancı birisiyle yakınlaşma koşullarının olmamasından dolayı) çaresiz ve mazlum bir küçük kızla da olabilir, küçük bir erkekle de olabilir, yaşlı bir kadınla da olabilir, çaresiz bir hayvanla da olabilir, hatta iş bazen o kadar çığırından çıkar ki kendi mahremi olan anne, kız-erkek kardeşiyle… bile olabilir. Maalesef bunların hepsi Allah’ın sınırlarının aşılmasından kaynaklanmaktadır. Ve maalesef bunlar şu anda dünyada olan şeylerdir. Nefsin dizginlerini bırakmak demek çirkeflik demek, azgınlık demek, bataklık demek, kan demek, tecavüz demek… haram demektir. Ama eğer insan en başından kendisini kontrol etse ve Allah’ın yasaklarına riayet ederse bunların hiçbirisi yaşanmaz. Dolayısıyla günahın büyüğü küçüğü olmaz. Günah günahtır ve sakınılmalıdır. Günah küçüktür, bir kerecikten bir şey olmaz diye önemsemezlik etmek demek bataklığa düşmek demektir.
Arkadaşınızın başına gelenler, haramları göz ardı edip yaratanımız olan Allah’ın emirlerine uymamanın bir sonucudur. Bizler ne her ne zaman nefsimize yenik düşüp yaratanımızın emrinden dışarı çıkmışsak mutlaka o işin sonu hüsranla bitmiştir. Ama arkadaşınız işin başında olduğu için vicdan azabı duymakta, üzülmekte ve ağlamaktadır. Bundan emin olun ki eğer günahları artar ve bu minval üzere hareket etmeye devam ederse kısa bir süre sonra bu vicdanı da ölür ve artık karşı cinslerle ilişkiye girmek onun için sıradanlaşır… bu durum öteki günahlar içinde geçerlidir. İnsanların günah sonrası vicdanlarının sızlaması, üzüntü duyması Allah’ın o kişiye olan merhametidir. O kişiyi bu şekilde günahından döndürmek ve özüne gelmesi için Allah’tan bir rahmet ışığıdır. Ama her günahla bu vicdan biraz zayıflar ve kalpte kararma oluşur. Günahlarla birlikte bu kararma artar ve en sonunda Allah’a tek giden yol olan kalp kaskatı kasılarak kararır ve işte o an artık o kişinin kurtuluş yolu kapanır ve kalbine mühür vurulur. Arık bu kişinin hiçbir şekilde kurtuluşu söz konusu olmaz. Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de bu konuya şöyle işaret etmiştir: “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.”[1] “Hevâ ve hevesini ilah edinen ve Allah'ın (kendi katındaki) bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâla ibret almayacak mısınız?”[2] Allah Teala kullarına karşı çok merhametlidir. İnsanların günahlarından dönmesi için bir çok şeyler yapar. Ama gaflet uykusuna daldığımızdan Allah’ın bize karşı olan lütuflarını görememekte ve O’na pişmanlık duyarak geri dönememekteyiz. Dolayısıyla her ne olursa olsun Allah’ın insanoğluna bahşetmiş olduğu en büyük hediyelerden biri olan vicdanımızı korumalıyız. Eğer onu da kaybedersek artık dünya ve ahretimizi kaybettik demektir. Bazıları dünyadan kastımızın maddi olduğunu sanabilir, ancak buradaki kasıt manevidir. Bir kişinin malı mülkü olabilir, ancak elinden huzur ve mutluluğu alındığında o mal ve mülk ona huzur ve mutluluk vermez. Hatta yediği yiyeceklerden, bindiği arabadan, oturduğu en lüks evden bile lezzet ve tat almaz. Çünkü tadı veren, huzuru veren, mutluluğu veren… Allah’tır. Eğer ona sırtımızı dönmüşsek, yani yasakladığı ve haram ettiği şeyleri yapmışsak, yapmamızı istediği ve farz kıldığı şeyleri yapmamışsak o zaman O’ndan uzaklaşmışız demektir. Ondan uzaklaşmak demekte cehennem ateşi demektir. Cehennem ateşi ise Ahirette başlamayacaktır. Dünyada cehennem ateşi kurulmuştur. Şu anda insanların büyük bir kısmı dünyada cehennem ateşinde yanmaktadır. Eğer insanlar streste ise, eğer insanlar bunalımda ise, eğer insanlar huzursuz ise, eğer insanlar mutsuz ise… bunun anlamı o kişinin ateşte olduğudur. Bu tür sıkıntı ve depresyonlar cehennem ateşidir. Cehennem demek sadece etimizin ve kemiğimizin yanması demek değildir. ondan daha kötüsü ruhumuzun yanmasıdır. Cehennemde de batını ve ruhi olarak yanmak zahiri olarak yanmaktan çok daha şiddetli olacaktır. Eğer insanlar paralar içinde yüzüyorsa ve yine de mutsuzluktan ve hayattan tat alamadıklarını söyleyerek intiharlara sürükleniyorlarsa, bunun sebebi günahlar içinde boğulduklarından dünyadaki cehennem azabının şiddetinden dolayı bir kurtuluş olarak intiharı umut olarak gördüklerindendir. Ama akılsız ve gafil olduğundan ahirette de yanmaya devam edeceğinden habersiz olarak bu işi yapmaktadır… kısacası her ne kadar günah ve haramlara müptela olursak mutsuzluk ve huzursuzluğumuzdan o oranda bir eksilme ve noksanlık başlar. Haram ve günah arttıkça huzur ve mutlulukta azalma olur… en sonunda onun zirveye çıkmasıyla burada kendisini bitirir ve artık kalbi mühürlenir. Burada da aslında kalbimizi kendimiz mühürlemekteyiz. Günahların çoğalması kalbin kararması demektir bu da yavaş yavaş mühürleniyor demektir. En sonunda günahlar tamamını kapladığından kalp[3] artık işlevini yitirir ve mühürlenerek damgalanır. İşte bu anda Allah’ta tüm uyarılarına rağmen (Peygamberler göndermiş, masum imamlar görevlendirmiş, Kur’an vermiş, vicdan ve pişmanlık gibi içsel güçler vermesine rağmen) o kişinin bunları yerine getirmediğinden artık o kişinin kalbini resmen mühürler. İşte o kişinin artık kurtulma şansı yoktur. gidecek bir yeri de yoktur. çünkü her yer Allah’ındır. Dünyada O’nundur, ahrette. Nereye gidebilir ki?! Ölmeyi kurtuluş görür, ama nafile ölüm yokluk olmadığı için orada da dünyada yaptıklarının cezasını çekmeye devam eder ve ebedi olarak maddi ve ruhi olarak yanar. Öyle bir noktaya gelir ki artık: «Keşke toprak olsaydım!» diyecektir.”[4] (tabi bu isteğin asıl ve doruk noktası kıyamette olacaktır) Artık iş işten geçmiştir. Yapılacak bir şey kalmamıştır. Artık insana dünyaya yeniden geri dönme izni de verilmeyecektir. “Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında: «Rabbim! der, beni geri gönder;» «Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım.» Hayır! Bu onun ağzından çıkan (boş) bir laftan ibarettir.”[5]
(Ama eğer Allah’ın emirlerini yerine getirir ve günahlardan uzak durursak o zamanda bunun tersi baş gösterir. Her farz ameli yapıp günahtan kaçındıkça mutluluk ve huzurumuz o oranda artar, arttıkça dünyadaki cennetimiz başlar. Ne kadar sevap işlersek, ne kadar Allah’ın yasaklarından sakınırsak o kadar cennet, o kadar huzur bize bahşedilir. Çünkü cennet demek refah demek, huzur demek mutluluk demektir. Burada insanlar bunu yaptıkça huzuru ve mutluluğu artacaktır. Daha sonra amellerine göre dünyadaki cennet derecesi de değişerek artacaktır. En sonunda tüm dünyayı verseler bir dakikalık mutluluk ve huzurunu vermeyecektir. Bu yüzden irfan ve seyri suluk yolunda bu makamlara gelen insanlar ‘eğer dünyanın en zengin insanları, kralları, yöneticileri bizim dünyadan aldığımız tat ve lezzetin tadını bilselerdi, bu tadın sadece bir dakikalığını tatmak için tüm servetlerini verirlerdi’ diye buyurmaktadırlar. Çünkü cennetle cehennem mukayese edilemez. Bir insan cennetlik mi cehennemlik mi olduğunu bilmek istiyorsa bu noktalara dikkat etsin. Eğer burada denilmek istenenler anlaşılırsa herkes şu anda cehennemlik mi, yoksa cennetlik mi olduğunu anlar.)
Kısacası bu tür acılar ve huzursuzluklar yaşamak istemiyorsak Allah Teala’nın emirlerinin dışına çıkmamamız gerekmektedir. Her ne oranda O’nun emrinden dışarı çıkarsak o oran miktarınca kendimizi ateş ve huzursuzluğa yaklaştırmışız demektir. Zaten bu yüzden yüce yaratıcı Kur’an’da her defasında “Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler.”[6] diye buyurmaktadır.
Sorunuza dönecek olursak eğer, arkadaşınız en başından itibaren Allah’ın emir ve yasaklarına tam olarak uymadığından kendisi için böyle bir ortam yaratmıştır. Dolayısıyla başına gelenlerden dolayı kendisinden başka kimseyi suçlamamalıdır. (bu işi yapan erkeğin suçu yerinde ve sabittir, o ayrıca Allah katında suçludur ve cezasını çekecektir). Arkadaşınız istemeyerek de olsa karşı tarafa bu fırsatı verdiği için tecavüz olması çok uzak bir ihtimaldir.(hatta imkansızdır, çünkü sorunuzda da açıkça belirttiğiniz gibi ‘keşke yok diyebilseydim’ demektedir. Demek ki zorlama ve ikrah yoktur. sadece kızlık masumiyetinden ve ileride yaşanabilecek şeyleri düşündüğünden bu şekilde bir birliktelik yaşamak istememiştir…) Eğer insan uçurumun kenarına gelmişse çaresiz olarak uçurumdan düşecektir. Eğer kendi isteğinizle bataklığa kadar gelmişseniz artık bataklığa düşersiniz. O sırada birisinin sizi itmesi bir şeyi değiştirmez, çünkü kendiniz kendi isteğinizle oraya gelmişsiniz. Hatta isterse o anda pişmanda olunsa bu pişmanlık bir şeyi değiştirmez...
Ancak merhamet ve şefkat kaynağı olan bağışlayan ve esirgen Allah, kullarına kendilerini düzeltmeleri için yeni fırsatlar ve bahaneler sunmaktadır. Kişi hata yaptı diye hemen kulunu atmaz. Ona kendisini ıslah etmesi ve hatalarını telafi etmesi için zemineler yaratır. Bu zeminelerden birincisi kişinin pişman olmasıdır. İlk yapılması gereken şey pişmanlık duymak ve Allah’a tövbe etmektir. Tövbeden maksat geri dönmektir. Yani yaptığım şeylerin yanlışlıklarını anlayıp sana geri dönüyorum ey rabbim! demektir. Tabi tövbenin şartları vardır. bu şartlara tam olarak uyulursa önceki günahlar silindiği gibi yerine göre önceki günahları sevaba bile dönüştürülebilir…
Kısacası yapmanız gereken şeyler şunlardan ibarettir:
Yaptığı haram ve günahlardan pişmanlık duymak, tövbe etmek, bir daha bu tür şeylere yaklaşmamak. O veya başka namahrem erkeklerle hiçbir surette görüşmemek (yaşadıkları bu tür şeyleri unutmak ve başkalarına hiçbir şekilde açmamak ve anlatmamak). Allah’ın tüm haram ve farzlarını öğrenerek farzları yerine getirmek, haramlardan sakınmak… eğer bu denilenlere riayet edilirse Allah böyle yapan kişiye yeni kapılar açar. Hem dünyada hem de ahrette huzura kavuşur inşallah…
ABNA.İR
[1] - Bakara, 7. [2] - Casiye, 23.[3] - Buradaki kalpten maksat hepsinin bir anlamda olduğu insanın ruhu, canı ve nefsidir. Bildiğimiz kalp değildir.[4] - Nebe, 40. [5] - Müminun, 99 – 100.[6] - Yunus, 44.)
Yorum