Bu yazıda Ehli Beyt (sa) siyerine ve kendilerinden günümüze dek gelen rivayetlerine bakarak İslami dayanışmaya bakış açılarını irdelemeye çalışacağız.
Giriş:
İslami dayanışma, yıllarca Seyyid Cemaleddin Esedabadi, Ayetullah Kaşani, imam Humeyni, şehid Mutahhari ve İslam inkılabı rehberi Ayetullah Hamanei gibi büyük alim ve düşünürlerin kavuşmaya ve yaygınlaştırmaya çalıştığı bir şiar olmuştur. Hicri şemsi 1386 yılı İslam düşmanlarının yeni komploları yüzünden İslami vahdet ve dayanışmanın önem kazanması bakımından İslam inkılabı rehberi tarafından milli vahdet ve İslami dayanışma yılı olarak adlandırıldı.
Düşmanlar propagandaları ile, psikolojik savaşları ile, türlü sinsi çabaları ile İran milleti saflarında ihtilaf yaratmaya çalışıyor. Etnik bahaneler, mezhebi bahaneler, sınıfsal bahanelerle milletin vahdetini yok etmeye çalışıyor. Bunun dışında İslam dünyası genelinde de düşmanın İran milleti ile diğer Müslüman toplumlar arasında uçurum yaratmaya çalıştığı gözleniyor. Onlar mezhebi ihtilafları büyütüyor, dünyanın neresinde olursa olsun Şii Sünni savaşı çıkarmaya ve İran milletinin diğer millet nezdinde kazandığı azametini, ki hamd olsun bu güne dek hep artmış bulunuyor, yok etmeye çalışıyorlar.
İslami vahdet Ehli Beyt (sa) siyerinde ve Şii alimler ve ehli sünnet büyükleri arasında da kendini gösteriyor. Bu dayanışmanın sonucu İslamiyet'in çeşitli dönemlerinde İslami medeniyetin gelişmesine neden olmuş ve olacaktır.
Bu yazıda Ehli Beyt (sa) siyerine ve kendilerinden günümüze dek gelen rivayetlerine istinaden İslami vahdet ve dayanışmaya bakışlarını irdelemeye çalışacağız.
a - İslam peygamberinin (saa) siyerinde İslami dayanışma:
İslam peygamberi (sav) yaşamı boyunca sürekli birlik içinde güçlü bir toplum kurmayı hedefledi. Böyle bir toplumun ilk gereksinimlerinden biri, üyeleri arasında vahdetti. Bu doğrultuda İslam peygamberi (sav) Medine'de kurduğu hükümetin ilk günlerinde 3 anlaşma imzaladı. Bu anlaşmalar İslam peygamberi (sav)'in hükümet temellerinin pekişmesinde önemli rol oynadı. İlk anlaşma Medine'de yaşayan tüm Müslümanlar ve Yahudiler başta olmak üzere gayri Müslimleri kapsıyordu ve ikinci anlaşma ise muhacirler ve Ansar arasında yapılan anlaşma idi. Medine halkını genel anlaşmasının ilk maddesinde kent sakinlerinin mezhep seçimi özgürlüğü ve ister Müslüman ister Yahudi tüm Medine halkının dış düşmana karşı vahdeti vurgulanıyordu (1).
Bu anlaşmada göze çarpan anlayış kendi başına özellikle İslam ülkeleri başta olmak üzere tüm ülkeler arasında barış ve dostluk anlaşması için bir örnek olabilir. Ancak üzülerek belirtmek gerekir ki ve bazı İslam ülkeleri Amerika ve Fransa gibi İslam'ın düşmanları ile barış anlaşmaları imzalamış, lakin İslam ülkeleri arasında böyle bir anlaşma söz konusu olmamıştır. Kuşkusuz eğer son zamanlarda gündeme gelen İslam ülkeleri vahdet bildirgesi pratikte hazırlanıp uygulanacak olursa hiç şüphe yok ki İslam ülkeleri arasında vahdet konusuna büyük bir adım olacaktır. Buna göre Şii ve Sünni Müslümanlar mezhebi eğilimlerinin yanı sıra hürdür ve sergileyeceği dayanışma ile İslam düşmanlarına karşı daha güçlü bir şekilde duracaktır.
İslam peygamberi (sav) Müslümanlar arasında sevgi ve yakınlığı geliştirmek ve İslami toplumun çeşitli kesimleri arasında vahdet duygusunu pekiştirmek amacı ile kardeşlik antlaşması adında bir kurum kurdu. Dolaysıyla İslam peygamberi (sav) risaleti boyunca iki kez buna emretti. Bunlardan ilki Mekke'de hicretten önce ve ikincisi de hicretin ilk yılında Medine'deydi. İslam peygamberi (sav) yüce Allah tarafından muhacirler ve Ansar'ı kardeş yapmakla görevlendirildi. Bu yüzden genel bir oturumda tüm Müslümanlara hitaben ikişer ikişer kardeş olmalarını buyurdu. İbni Hişam gibi Müslümanların önemli tarihçileri karşılıklı kardeş olanların adını kayda geçti.
Gerçekte İslam peygamberi (sav) gündeme getirdiği siyasi vahdet planı ile Müslümanların manevi vahdetini de pekiştirdi ve böylece İslami vahdetin temelini atmış oldu (2). Asr-i saadette ve İslam peygamberi (sav)'in döneminde Müslümanların zafer ve onur sırrı, Allah'a olan imanları sayesinde ve semavi mesaja ve İslam peygamberi (sav)'in hikmetli nasihatlerine kulak verme ve etnik emel ve çıkarlardan vazgeçmekle elde ettikleri vahdet ve gönül birliğidir.
Kardeşlik antlaşması sayesinde elde edilen vahdet, tüm İslami mezhepler arasındaki ortak ilkelere dayanarak elde edilir. İslam peygamberi (sav) sadece Müslümanlar arasında vahdeti değil, aynı zamanda tüm semavi dinlerin arasında barışı da istemiş ve bu doğrultuda Medine çevresindeki Yahudilerle de barış anlaşması imzalamıştır.
b - Hz. Ali (sa) siyerinde İslami dayanışma:
Hz. Ali (sa)'nın siyerinde İslami vahdet ve dayanışmayı o hazretin hilafetinden önce ve sonraki olmak üzere iki ayrı dönemde ele almak gerekir.
1 - Hilafetten önceki dönem:
Hz. Ali (sa)'yı Sakife olayından sonra halifelere karşı askeri eylem yapmaktan alıkoyan en önemli ekten, hiç kuşkusuz İslami nizamın maslahatını korumaktı. Çünkü böylece siyasi huzur çerçevesinde ve her türlü tefrika ve ihtilaftan uzak kalınmak suretiyle yeni yeni ayakta duran İslami hükümetin temelleri güçlenmiş olacaktı. Dr. Şeriati bu alanda vahdet teorilerine değindikten sonra vahdet için en ideal teorinin Hz. Ali (sa)'nın siyeri olarak tanıtıyor: Bu 3. yolda kendi Şii inançlarımızı korumak ve onlarla olan fikri ve pratik ihtilaflarımıza karşın ortak düşmana karşı birlik olabiliriz. Bu, tarihte ilk kez Hz. Ali (sa) tarafından gündeme gelen şiar ve yoldur. Bu yüzden bence İslam ayakta kalmasını Hz. Ali (sa)'nın kılıç ve cihad ruhundan ziyade onun susması ve tahammül etmesine borçludur. Hz. Ali (sa)'nın kılıcı İslam'a güç verdi, ancak onun susması, İslam'ın kalmasında büyük rol ifa etti. Hz. Ali (sa) inanç üzerindeki ihtilaflarımızı iç muhalefetlere karşı ve vahdetimizi dış düşmanlara karşı korumanın temelini attı. Bu yüzdendir ki Hz. Ali (sa) vahdetin temelini atan ilk insandır (3).
Hz. Ali (sa) bizzat suskunluğunun hesaplı bir şekilde gerçekleştiğini, kendisinin karşı karşıya bulunduğu iki yoldan, İslam'ın maslahatına olanı seçtiğini vurgulayarak şöyle buyuruyor: Düşünüyordum acaba tek başıma hakkımı almak için kıyam mı etsem? Yoksa şu yarattıkları karanlık ve boğucu ortamda sabırlı mı olsam? Öyle bir ortam ki yaşlıları yıpratıyor, gençleri yaşlandırıyor, ve Allah'ın imanlı kullarını kıyamete dek üzüyordu. O zaman doğru bir değerlendirme yaparak sabretmeyi daha akıllıca buldum ve bu yüzden sabrettim, ancak gözüme diken batmış ve boğazımda kemik parçası kalmış gibiydim (3).
İmam Ali (sa)'nın İslam peygamberi (sav)'in vefatı ardından izlediği yol, o hazretin hayır düşüncesi, maslahatı gözetlemesi ve vahdettalep anlayışının en iyi göstergesidir (4). İmam Ali (sa) mirasının yağmalandığına tanık olurken, kavminin İslam peygamberinin yakınlarına yönelik namertçe tutumlarını izlerken, sadece İslam ümmetinin maslahatı için susmakla yetinmeyip aynı zamanda halifelere yardıma da koşuyor ve tarihte en büyük fedakarlık simgesi oluyor. Bu konuyu doğrulama açısından şehid Mutahhari, Nehc'ul Belağa'ya bakış adlı eserinde imam Ali (sa)'dan naklen şöyle anlatıyor: Allah'a yemin ederim eğer Müslümanlar arasında tefrika ve küfür ve karanlığa dönüş korkusu olmasaydı bizim onlara (Sakife ashabına) karşı tutumumuz başka türlü olurdu.
Hz. Ali (sa) Basra'ya doğru yola çıkmadan önce de bir hutbesinde şöyle buyurur: Baktım ki sabretmek, Müslümanların tefrikaya düşmesinden ve kanlarının akmasından daha iyidir. İnsanlar yeni yeni Müslüman olmuş ve din en ufak bir sarsıntı ile yok olacak ve en ufak bir insan bile onu yok edebilecek.
İmam Ali (sa) ayrıca kendisinin haklı olduğu ve muhaliflerin haksızlığını bir şiir kalıbında anlatan ve gerçekte onu tahrik etmeye çalışan birini böyle sözler sarf etmekten men ediyor ve şöyle buyuruyor: Bizim için İslam'ın sağ kalması ve İslam'ın temelinin kalması her şeyden daha iyi ve daha değerlidir (5).
Kuşkusuz Hz. Ali (sa)'in 25 yıl boyunca üç halifeye yönelik maslahatçı yaklaşımı ve sabrını göz ardı edemeyiz. Çünkü eğer böyle olmasaydı ta baştan kılıcını kuşanıp açıkça muhalefete kalkışması ve birinci halifeye rağmen onunla biat etmek isteyenlerin biatini kabul etmesi veya en azından halifelerin döneminde siyaset arenasından çekilip hilafet erkanına verdiği desteği kesmesi gerekirdi. Oysa Hz. Ali (sa) bu iki yoldan hiç birini seçmedi, bilakis kendisini tüm ihtilaflara karşın mevcut düzene yardım etmek ve alabildiğince işleri yoluna koymak için yükümlü hissetti ve bu yüzden çok kritik dönemlerde hilafet sisteminin imdadına koştu ve onlara en doğru olan yolu gösterdi (6).
İmam Ali (sa), Malik Eşter'e yazdığı mektupta bu tür davranışının amacını şöyle açıklıyor: En başta elimi ayağımı çekti, ancak baktım ki bazı insanlar İslam'dan el çekiyorlar ve başkalarını Muhammed'in dinini yok etmeye davet ediyorlar. İşte o zaman korktum ki eğer İslam ve Müslümanlara yardım etmezsem, öyle bir yıkımla karşılaşacağım ki bunun musibeti iktidarı kaybetmekten daha ağır olacak. Bu yüzden o kargaşada ayaklandım ta ki batıl tamamen yok oldu ve din güçlendi ve kendi yerine oturdu (7).
Ömer'e yönelik suikastın ardından halifenin belirlenmesi için kurulan 6 kişilik konsey macerasında gerçi yine de bazılarının kasıtlı tutumları yüzünden bir kez daha hilafet hakkı çiğnendi, ancak Hz. Ali (sa) sabır ve uzlaşma stratejisini sürdürdü. Hz. Ali (sa) şöyle diyordu: Hepiniz biliyorsunuz ki ben, hilafet için başkalarına göre daha layık biriyim. Allah'a and olsun uzlaşmaya devam edeceğim, varsın Müslümanların işi yolunda gitsin de sadece bana haksızlık edilmiş olsun. Ben bunu sizin, uğruna rekabet ettiğiniz servet ve iktidara olan hevessizliğim ve sadece ilahi mükafat talebi yüzünden yapıyorum (8).
Hz. Ali (sa)'nın halifelere karşı tutumu:
Hz. Ali (sa)§ halifelerle yakından görüşüyordu, onların cemaat namazına katılıyor ve önemli işlerde onlara istişare yardımında bulunuyordu. Hz. Ali (sa)'nın ikinci halife üzerindeki etkisi öylesine fazla idi ki halife, Hz. Ali'nin bulunduğu camide hiç kimsenin konuşma veya fetva verme hakkı olmadığını emretmişti.
Hz. Ali (sa)§ sahabeyi tefrikacı eylemlerden ve bağnazlık ve cehalet simgesi olan lanetleme ve küfretme gibi hareketlerden şiddetle sakındırıyor ve şöyle diyordu: Ben sizlerin küfredenlerden olmanızı istemiyorum. Ancak eğer başkalarına davranışlarını ve yanlışlarını hatırlatırsanız daha doğru olurdu (9).
Ehli Beyt (sa) ve§ İslami vahdet adlı makalenin yazarı Hz. Ali (sa)'nın ihtilaf konusu olan meselelere yaklaşımını şöyle anlatıyor: Bir başka tabir ile Müslümanların vahdetine özel ilgi duyan ve bu yolda çok zorluk ve acı çeken Hz. Ali (sa), Müslüman kesime yönelik tavsiye ve nasihatlerinde onları geçmişe ait olan ve ihtilafları körükleyecek konuları gündeme getirmekten sakındırırdı ve anlaşılan o ki gündeme gelmesi durumunda da o hazret ihtilafların fazlaca karıştırılmasını caiz görmemiştir, hatta eğer vahdet amaçlı olsa bile, çünkü bu işler her halükarda olumsuz etkisini gösterecektir. Buna karşı Hz. Ali (sa) Müslümanların karşı karşıya bulundukları sorunlar hakkında bilgilendiriyor (10)
Bu yüzden Hz. Ali (sa) güncel sorunların çözümü için halifelerle işbirliği yapıyor ve böylece İslam dünyasının iç sorunlarının küfür dünyasına karşı zayıf gözükmesini engellemeye çalışıyordu.
2 - Hilafetten sonraki dönem:
3. halife döneminde başlayan halk isyanlarının ardından Hz. Ali (sa) hayırsever bir yaklaşımla toplumun işlerini düzeltmeye çalıştı ve çok kez arabuluculuk yaparak kanlı bir fitnenin çıkmasını engellemek istedi. Hz. Ali (sa), halifenin katledilmesi olayını şöyle değerlendiriyor: O istibdatla davrandı, kötü bir istibdat ve siz öfkelendiniz ve kötü bir sabırsızlık gösterdiniz ve Allah kıyamette bencil ve sabırsız olanların hakkında hükmedecektir (11).
Hz. Ali (sa)'nın sabırlı tutumu ve uzlaşmacı yaklaşımının aksine, hilafet makamı onu verildiğinde iktidar ve güç hırsı ile yanıp tutuşanlar her taraftan ayaklanmaya ve ateşler yakmaya başladı. Gerçekte onlar bu hareketleri ile tefrika yaratmak istedi ve böylece binlerce Müslümanlar kişisel çıkarları ve emelleri uğruna feda etti. Bu şartlarda da imam Ali (sa) büyük bir sabırla fitnelerin çıkmasını engellemeye çalıştı ve mecbur olmadıkça kılıcını kullanmadı ve her fırsattan huzurun sağlanması için yararlanmaya çalıştı. Hz. Ali (sa) savaşmadan önce diyalog veya mektup yazmak gibi barışçı yollardan (örneğin hazretin emri ile azledilen ve bu yüzden tefrika çıkarmaya çalışan Muaviye macerasında olduğu gibi) savaşı önlemeye ve ihtilafları barışçı yollardan çözümlemeye çalışıyordu, öyle ki çevresindeki bazı sahabeler kendisine savaşı başlatmakta gecikmeli davrandığı için itiraz etmeye başlamıştı. Sıffeyn macerasında Ebu Musa Eş'ari'yi yazdığı mektupta Hz. Ali (sa) şöyle diyor: Şunu bil ki hiç kimse Muhammed'in ümmetini bir araya getirmek ve onları uzlaştırmakta benden daha hırslı olamaz. Ben bunun için yüce Allah'tan iyi bir mükafat ve saygın bir konum bekliyorum (12).
c - Diğer masum imamların siyerinde İslami dayanışma:
Diğer masum imamların siyerine de bakıldığında onların da Müslümanlar arasında vahdet arzuladığı açıkça anlaşılıyor. Masum imamlar ister ehli sünnet hükümdarlar, ister ehli sünnet alimler ve ister ehli sünnet kesimlere karşı tutumlarında İslam'ın korunması ve ilahi hükümlerin yaygınlaşmasını esas tutmuştur. Yani Müslümanlar arasında vahdet, küfür dünyasına karşı İslam'ın korunması için zaruri olduğundan masum imamlar tefrika çıkarmak ve muhaliflerle savaşmaktan sakınmıştır. Tabi İslam'ın korunması maslahatı icap ettiğinde öz İslam'ı hedef alanlara karşı ya kıyam etmiş ya da onları ıslah etmeye çalışmıştır.
Bu konuda Irak'ın siyasi liderlerinden şehid Ayetullah Muhammed Bagır Hekim yazdığı bir kitabında şöyle diyor: İslami vahdet ilkesi, masum imamlarca çok önemli sayılan bir dizi ilkelerin arasında yer almış ve onların bir çok hak ve özel vecibelerinden önce gelmiştir. Çünkü Müslümanlar ancak aralarında ve toplumlarında vahdet sağlandığı zaman etkili olup kendi topraklarını koruyabilir ya da genel olarak Muhammedi nidayı dünyalılara duyurabilir. Ayrıca Müslümanlar İslami vahdet ve birliği kuramadıkları takdirde düşmana karşı da aciz kalacaktır ve bu arada fikri, siyasi, ilmi, iktisadi yüzleşmeler arasında hiç bir farklılık söz konusu değildir (13).
Ehli Beyt (sa) Hz. Ali (sa)'dan sonra bir kaç muhalif ehli sünnet grupla karşı karşıya idi. Bunlar ehli sünnet hükümdarlar, ehli sünnet alimler ve ehli sünnet halk kitleleri idi ve masum imamların bu kesimlere karşı davranışı o kesimin kendine özgü özelliklerine şekilleniyordu.. Şimdi bu davranışları ayrı ayrı ele alacağız.
a - Masum imamların ehli sünnet hükümdarlara karşı tutumu:
Masum imamları hükümdarları resmiyete tanımaz ve asla onlarla işbirliği yapmazdı. Masum imamlar asla hiç bir hükümet makamını kabul etmedi. Bunun sebebi de gayet açıktı. Çünkü masum imamların hükümdarlarla kavgası, söz konusu hükümdarların sebep olduğu sapkınlıklarla mücadele etmekti. Hükümdarlar çok kez ilahi alanda sapıyordu, şeriatı tahrif ediyordu, Allah'ın kullarına İslam peygamberi (sav)'in siyerine tamamen karşı olacak şekilde zulmediyordu. İmam Bagır (sa) bir rivayette şöyle diyor: Zalim liderler ve onları izleyenler Allah'ın dininden uzak ve ona yabancıdır (14).
Masum imamların hükümdarlara yönelik tutumlarına bazı örneklere gelince, imam Hasan (sa)'nın kendi çağındaki hükümdarlara karşı tutumu, din ve maslahat eksenli tutuma birer örnektir.
Bilindiği üzere Muaviye'nin sahtekarlıkları ve sinsi politikaları yüzünden İslami toplum adeta büyülenmiş ve tüm değerler alt üst olmuştu, öyle ki Müslümanlar İslam dini asla onlara din adına iktidar olan zalim bir hükümdara itaat etmemelerini emretmesine karşın yine de zafiyet, korku ve bazen de bilinçsizlik yüzünden zalim hükümdarlara destek veriyordu ve bu politikanın sonucu olarak Müslümanlar Kuran'ı Kerim'in mantığına ve İslam peygamberi (sav)'in tealiminin tersine adeta birer korkak ve uzlaşmacı insan olmuştu. Tarihi kaynaklarda da belirtildiği üzere imamın Muaviye karşısında kıyam etmesini engelleyen sebeplerden biri imam Hasan'ın barış anlaşması ve Muaviye'nin dini jesti idi (15). Bu etkenlerden hareketle gerçi imam kıyam etmedi, lakin Hac mevsimi gibi hassas dönemlerde Muaviye'nin din karşıtı mahiyetini ifşa etmeye çalışıyordu (16).
Ancak daha sonra Yezid döneminde büyük itiraz için gereken zemin hazırlanınca imam en ufak bir müsamaha göstermedi ve Allah'ın resulünün ümmetini ıslah etmek için kıyam etti ve böylece daha fazla sapmaların önüne geçmek ve o dönemin hükümetinin din karşıtı mahiyetini ifşa etmek istedi. gerçekte Yezid iktidarının tehlikesi tüm İslam toprakları ve bütün Müslümanları ilgilendiren bir konu idi. Bu yüzden imam Hüseyin (sa) Müslümanlar tarafından vekaleten bu tehlike ile mücadele sorumluluğunu üstlendi. Belki de tüm İslami mezheplerin bu kıyamı onaylama sırrı da bu noktada gizlidir. İslam tarihinde imam Hüseyin (sa) kıyamının gördüğü kesin kabul ve Yezid'in tüm Müslüman alimlerce ret ve inkar edilmesi, Aşura kıyamının sadece ve sadece İslam dini ve Müslümanların maslahatı için gerçekleştiğini ve Emevilerin bu kıyamı başka türlü gösterme çabasının sonuç vermediğini gösteriyor (17).
İmam Hasan (sa) hakkı beyan etmek ve İslam'ı savunmak için asla taviz vermedi. İmam Hasan (sa) aleni biçimde Muaviye'yi eleştiriyor ve onun ve sülalesinin, yani Emevilerin çirkin ve ayıp dolu geçmişini ifşa ediyordu. İmam Hasan (sa)'nın Muaviye ve onun işbirlikçileri ile tartışmaları ve onları haksız çıkarmaları bu görüşün doğruluğunu yansıtıyor. Gerçekte imam Hasan (sa)'nın Muaviye'ye karşı muhalefeti sadece Müslümanların maslahatı içindi. Bu iddianın ispatı için imam Hasan (sa)'nın Muaviye'nin Hosere Esedi kıyamının bastırılması için gönderdiği mesajına verdiği şu cevabı göstermek yeterlidir: Ben Müslümanların canını korumak için senden el çektim, ancak bu, senin adına başkaları ile savaşmam anlamına gelmez (18). Gerçekte imam Hasan (sa), Müslümanların pek yararı olmadığı bir savaşta canını kaybetmelerini istemiyordu ve bu yüzden ve tarihte yazılan bir çok sebepten dolayı Muaviye ile savaşmaktan vazgeçti. Bu iddianın bir başka ispatı da imam Hasan (sa)'nın Muaviye ile imzaladığı barış anlaşmasının içeriğidir. İmam Hasan (sa) bu anlaşmanın 5. maddesinde Muaviye'den Şam, Irak, Hicaz topraklarında yaşayan ve hangi ırktan olursa olsun insanların Muaviye'nin tacizinden korunması için güvence alır (19). İmam Hasan (sa)'ya göre İslam toplumunda tüm İslami mezheplerin hükümdarların tacizinden korunması gerekir ve bu yüzden İslam toplumunda kamu güvenliğini sağlamak için imam Hasan, söz konusu maddeyi Muaviye ile yaptığı barış anlaşmasında konulmasını emretti. Kuşkusuz masum imamlar hükümdarlara karşı muhalefetlerinde yalnız değildi ve bazı ehli sünnet alimler de dolaylı dolaysız hükümdarlarına karşı çıkıyor ve hatta bu muhalefetlerini silahlı mücadele safhasına kadar götürüyordu.
Öte yandan masum imamlar, adil ve şeriat yanlısı hükümdarları destekliyor ve onları teşvik etmeye çalışıyordu. Masum imamlar kısmen de olsa Müslümanların maslahatına uyan (gerçi onlar da meşru sayılmazdı) ve İslami nizam ve hükümette ilgili kanunları yerine getiren hükümdarlara İslam ve Müslümanların haşmetini korumak bağlamında söz konusu hükümdarlara yardımcı olmaya çalışıyor ve hükümet işlerinde onları izliyordu. Örneğin Roma imparatorluğunun Müslümanların adına sikke darbetmeme yolunda tehditte bulunduğu ve Müslümanların iktisadi yaşamı tehlikeye düşmesi gündeme geldiği zaman imam Bagır (sa) dönemin iktidarına bizzat sikke darp etmeyi önerdi ve bunun yolunu da öğretti ve böylece Müslümanların iktisadi hezimete uğramasını engelledi (20). Ehli Beyt (sa) fertlerinin diğer bazı mezheplerin alimleri ile tartışmaları da bu doğrultuda idi. Masum imamlar hükümdarların ve onların çevresindekilerin cevaplayamadığı soruları cevaplandırıyor ve böylece kafirlerin İslam karşıtı komplolarını önleyerek Müslümanların inancının zayıflamasını engelliyordu (21).
b - Masum imamlarının ehli sünnet alimlere karşı tutumu:
Masum imamlar bilginleri ve fikri liderlere karşı tutumlarında da çeşitli yöntemler izliyordu. Masum imamlar inanç üzerindeki ihtilaflarda açık oturum ve yapıcı eleştiri yöntemini izliyordu.
Masum imamlar dönemindeki ehli sünnet alimleri ikiye ayırmak mümkün. Bu alimlerden bir kesimi saraya mensup alimlerde ve hükümetlere sonsuz destek veriyor ve dünyevi amaçların dışında başka bir şey düşünmüyordu. Bir başka kesim ise hükümdarlardan uzak durarak bağımsız düşünüyordu. Bu kesim en çok din ve dini maarifi düşünüyordu.
Masum imamlar saraya bağlı alimlere karşı kesin tavır koyuyordu ve tartışma ortamları veya mektuplaşma yolu ile onların hükümdarların gönlünü kazanmak için yarattıkları sapmaların önüne geçiyordu. Örneğin imam Seccad (sa)'nın Muhammed Bin Müslim Zehri ile mücadelesine değinebiliriz (23). Kuşkusuz her dönemin hükümdarı bazı ulemayı kendi etrafında toplayarak onlardan kendi amaçları uğruna yararlanmaya çalışıyordu. Bazı masum imamların ehli sünnet alimlerle tartışmaları da hükümdarların isteği üzerine gerçekleşiyordu. Buna örnek olarak imam Cevad (sa)'nın Yahya Bin Eksem (24) veya imam Sadık (sa)'nın Ebu Hanife ile tartışmaları, imam Rıza (sa)'nın Süleyman Maruzi ve Ali Bin Muhammed Bin Cehm (25) ile tartışmaları veya imam Hadi (sa)'nın Yahya Bin Eksem ve Mütevekkil sarayındaki fakihlerle tartışmasını gösterebiliriz.
Ancak bir başka ehli sünnet alim vardı ki ehli Beyt (sa) fertleri onlara özel saygı ile davranıyordu. İmam Sadık (sa) ehli sünnet alimlerine öylesine iyi davranıyordu ki hepsi o hazretin davranış biçiminden övgü ile söz etmiştir. Bu konuda Malik Bin Ens şöyle diyor: Ne zaman imam Sadık'ı görseydim, bana saygı gösterirdi, bana yastık getirirdi ve kıymetimi bildiğini belirterek şöyle buyururdu: Ey Malik ben seni severim. Ben de bu sözlerden mutlu olurdum ve Allah'a bu dostluk için şükranlarımı sunardım. O hazret bir çok hadis anlatır ve onunla birlikte olmak çok faydalıydı (26).
Masum imamlar ehli sünnet alimleri ile bilimsel diyaloglarda bulunur ve onlara yardımcı olur ve onları açık yüzle karşılar ve asla onların sorularını cevaplamaktan sakınmazdı. Ehli sünnet alimleri de hiç korkmadan ve tam bir hürriyet içinde masum imamların huzuruna çıkar ve açıkça Şii inancına yönelik eleştirilerini gündeme getirirdi. Masum imamlar ehli sünnet alimlerine kendi dindaşları gibi davranır ve onlara karşı bir Müslüman'ın haklarına riayet eder ve tartışma sırasında büyük bir sevgi ile onların şüphelerini gidermeye çalışırdı (27).
Ehli Beyt (sa) fertlerinin ehli sünnet alimlerine karşı iyi tutumu, onlardan bir çok alimin masum imamların derslerinden yararlanmasına yardımcı oldu. Ehli sünnetin dört büyük fakih'i dolaylı dolaysız masum imamların derslerine talebelik yapmış ve onların ilmi azametine itiraf etmiştir. Ebu Hanife çok kez eğer iki yıl imam Sadık (sa) nezdinde talebe olmasaydım, helak olmuştum (28) demiştir ve yine ben Cafer Bin Muhammed'den daha bilgili ve daha fakih olanı görmedim (29) demiştir. Malik Bin Ens da imam Sadık (sa) hakkında şöyle diyor: ilim ve ibadette Cafer Bin Muhammed'den üstün ne göz görmüş ne de kulak duymuş ne de hiç bir kulun gönlüne gelmemiştir (30). İmam Şafii de imam Sadık (sa)'yı ilim ve fazilet sahibi biliyor ve bir çok alimin onun nezdinde talebelik etmiş olmalarını onlar için fazilet sayıyor (31).
Cahız ise şöyle diyor: Cafer Bin Muhammed'in ilimi dünyayı sarmış (32). Ebu Hanife ve Sofyan Suri de onun talebeleriydi. Bir çok hadis rivayetçisi de o hazretten rivayet ettiklerini bildirmiştir (33). İmam Şafii ve Ahmed Bin Hanbel de dolaylı olarak ehli Beyt (sa) fertlerinden ders almıştır.
Genel bir değerlendirmede ehli Beyt (sa) siyerinde Şii Sünni arasındaki ilmi ilişki sürekli özel bir saygınlık görmüş diyebiliriz. Çağımızda bütün herkesin kabul ettiği İslami dayanışma zarureti gereği Şii ve Sünni alimler arasında diyalog kurmak gerekir ki onlar da karşılıklı ve aracı olmaksızın kendi aralarındaki sorunları çözümleyebilsin ve yine ehli Beyt (sa) fertlerinin yaptığı gibi tartışma oturumları düzenlemek ve ahlak kriterleri ve saygı çerçevesinde ve Müslümanların maslahatını gözeterek ve her türlü bağnazlıktan uzak bir şekilde görüş alış verişine zemin hazırlamak gerekir. Belki de böylelikle tefrikacıların eli kesilmiş olur ve bu tür ilişkiler sayesinde Muhammedi ümmet içinde İslami dayanışma öylesine güçlenir ki kafirlerin fitneleri asla işlemez olur.
c - Masum imamların ehli sünnet kitlelerine karşı tutumu:
masum imamlar İslam toplumunun normal vatandaşı olan ehli sünnet Müslümanları ile irtibatı bulunuyor ve onların sosyal etkinliklerine katılıyor ve Şii Müslümanlara ehli sünnet kardeşlerine karşı iyi davranmalarını ve onların camilerinde namaz kılmalarını ve onların sosyal etkinliklerine katılmalarını tavsiye ediyordu. Masum imamlar izole yaşamaktan sakınıyor ve herkesi İslam'ın azametine sebep olacak umumi törenlere katılmayı tavsiye ediyordu. Masum imamlar bu tavsiyelerin yanı sıra izleyenlerini ehli sünnetin duygularını tahrik edecek veya İslam toplumunda kaos ve kargaşaya neden olacak davranışları engellemelerini ve uygun olmayan ortamlarda gündeme getirmemelerini ve böylece gerilim ve ihtilafı önlemeyi tavsiye ediyordu. İmam Sadık (sa)'dan bir rivayette Abdulali'ye şöyle deniliyor: Bizim şialarımıza Allah'ın selam ve rahmetini tebliğ et ve Cafer Bin Muhammed'in onlara şöyle dediğini söyle: Allah rahmet etsin halkın sevgisini kendisi ve bizim için kazanan kulu...
masum imamlar muhtaç insanlara yardım konusunda da Şii Sünni ayrımı yapmazdı. Masum imamların ehli sünnete yönelik tutumu ehli Beyt (sa) fertlerinin onlara din kardeşi gibi baktığını ve onları tüm İslami haklarda ortak gördüğünü yansıtıyor. Masum imamlar normal yaşamlarında ehli sünnet Müslümanlarla yakından irtibatı bulunuyor ve aralarında hiç bir ayrım görünmüyordu. Onlar karşılıklı bir birini evlerinde ziyaret ediyor, aynı sofraya oturuyor, işlerde ortaklık ediyor ve dini etkinliklerde ve ibadetlerde bir araya geliyordu (34). Örneğin Hz. Ali (sa) hiç bir zaman Beytulmal ve diğer sosyal imtiyazlarda kendi şiaları ile başkaları arasında bir fark tanımazdı ve hepsine adaletli davranırdı.
Ehli Beyt (sa) açısından İslami dayanışma siyasi, iktisadi ve sosyal alanlar başta olmak üzere çeşitli alanlarda gerçekleşmesi mümkündü.
Siyasi arenada İslami dayanışma:
İslam toplumunda tüm üyeler bir birine karşı bir takım hak ve görevleri söz konusudur. Bu çerçevede hükümdarların da halka karşı ve halkın da hükümdara karşı bir takım hak ve görevleri söz konusudur. Dolaysıyla tüm Müslümanların bir birine karşı görev ve sorumlulukları söz konusudur ki bunların bir kısmı da Şii ve Sünni kesimlerin karşılıklı işbirliği ile ilgilidir. Rivayetlere göre bu görevlere şu örnekleri vermek mümkün.
1. Şii ve Sünnilerin yaşam hakkının tanınması ve bu hakka saygı duyulması.
Allame Şerefeddin şahadetlerin değeri ve Müslümanların kanının saygınlığı hakkında bir çok Şii ve Sünni kaynaktan rivayetler anlatır ve bu tür hadislerin ününün gün ortasındaki güneşten daha fazla olduğunu vurgular. Kendisi Sahih Buhari ve Sahih Müslim'den bir rivayeti şöyle anlatır: Usame Bin Zeyd şöyle diyor: Resulüllah bizi Harke'ye savaşa gönderdi. Sabaha karşı düşmanı yendik. Ben ve ensardan biri bir Harkeliyi yakaladık ve etrafını sardık. Adam hemen Lailahaillallah dedi. Ensardan olan adam kılıcını indirdi, ancak ben Harkalı adama mızrakla vurdum ve onu öldürdüm. İslam peygamberinin huzuruna çıktığımızda olaydan haberdar olduktan sonra şöyle buyurdu: Ey Usame, acaba o adam Lailahaillallah dedikten sonra mı onu öldürdün? Ben, o adam böylece aman almak istedi dedim. Ancak Resulüllah aynı soruyu tekrarlamaya devam etti, öyle ki keşke daha geç Müslüman olsaydım da böyle bir iş yapmamış olsaydım diye arzuladım (35).
Müslümanların ister Şii ister Sünni, kanı ve malının saygınlığı hakkında bir çok rivayet söz konusudur ki hepsinde ister Şii ister Sünni, tüm Müslümanların kanının korunması gerektiğine vurgu yapılmıştır (36). Gerçekte bu rivayetler İslami insan hakları bildirgesinin ikinci maddesinde tüm Müslümanların yaşam hakkını güvenceye alıyor.
2. Şii ve Sünnilerin Müslüman olması:
Bir çok Şii ve Sünni rivayetlerde şahadetleri dile getirenlerin Müslüman olduğu ve kafir sayılmaması gerektiği vurgulanmıştır. Bu konuda Allame Şerefeddin şöyle diyor: Bizim önderlerimizden aktarılan bir çok rivayete göre onlar Sünnilerin de Şiiler gibi Müslüman olduğuna ve Sünnilerin de Şiiler gibi olduğuna hükmetmiş ve İslam ahkamının bütün hepsi için geçerli olduğunu vurgulamıştır. Bu nokta bizim mezhebimizde gayet net bir şekilde ortadadır ve hiç bir insaflı ve ılımlı insan bundan kuşku duymaz. Bu yüzden bu konuda detaylı anlatmıyorum, çünkü kesin olan bir şeyi fazlaca izah etmeye çalışmak doğru olmaz ve sadece zaruret icabı bir kaç rivayete değineceğim. İmam Sadık (sa) şöyle buyurur: İslam, bütün herkesin zahirde sahip olduğu görünümdür, yani Allah'ın yegane oluşuna ve Muhammed'in risaletine şahadet getirmek, namaz kılmak, zekat ödemek, hacca gitmek ve ramazanda oruç tutmak (36).
Daha sonra Allame Şerefeddin bir çok Şii ve Sünni kaynaktan hadisler anlatıyor. Allame Şerefeddin bir çok Şii ve Sünni alimin Müslümanların saygınlığına ve muvahhidlerin kurtuluş ehli olduğuna fetva verdiğini hatırlatıyor ki hepsi de Şii veya Sünnilerin tekfir edilişinin batıl olduğunu ispat ediyor. Bu rivayetlerden anlaşıldığı üzere şahadetlerin değeri ve bunu dile getirenlerin Müslüman olduğu ve tüm İslam ahkamının ona kapsadığı gerçeğidir. Bu rivayetlere istinaden en Şiiler Sünnileri ve ne de Sünniler Şiileri kafir olmakla suçlayamaz, nitekim bu siyer geçmişte Şii ve Sünni alimlerce de vurgulanmıştır. Örneğin bir çok ehli sünnet alim şu sözleri imam Şafii'den nakletmiştir: Ben hiç kimseyi heves yüzünden işlediği günah nedeni ile tekfir etmem. Ben hiç bir kıble ehlini işlediği günah yüzünden tekfir etmem. Ben hiç kimseyi tevile sarılarak zahiri şeylerden uzak duranları günahları yüzünden tekfir etmem. Ben Hutabiye dışında tüm bidat ehlinin şahadetlerini kabul ederim (37).
3. Müslümanlar arasında barış ve uzlaşma sağlamak:
Bir çok Şii ve Sünni kaynaklardaki hadislerde barışçılığın İslam ümmeti arasındaki vahdetin zemini olarak önemine vurgu yapılmıştır. Örneğin imam Sadık (sa)'dan bir rivayeti aktarıyoruz: insanlar arasında araları bozulduğu zaman barış ve uzlaşmayı sağlamak ve bir birinden uzaklaştığı zaman yakınlaşmalarını sağlamak yüce Allah'ın sevdiği bir sadakadır (38). Bu tür rivayetler gerçekte İslam ülkeleri arasında her türlü kin ve tefrikadan uzak durmak ve İslam düşmanları karşısında tek bir yürek olmak için barış ve dostluk anlaşmalarının temelini oluşturabilir.
4. Müslümanların sorunlarının giderilmesi için işbirliği zarureti:
Bir çok rivayette Müslümanların sorunlarının giderilmesine vurgu yapılmış ve bunun her bir Müslüman'ın görevi olduğu belirtilmiştir. Bu konuda imam Sadık (sa) şöyle diyor: Kim gününe başlar ve Müslümanları işleri ile ilgilenmezse, Müslüman değildir.
İslam peygamberi (sav)'den bir rivayette de şöyle deniliyor: Müminler kardeştir ve bir birinin bazı ihtiyaçlarını karşılar ve giderir. Bazılarını diğer bazılarının ihtiyaçlarını gidermeleri yüzünden yüce Allah onların kıyamet günündeki ihtiyaçlarını giderir.
İmam Sadık (sa)'dan bir başka rivayette de şöyle okumaktayız: Kim Allah'ı seven kullarının ihtiyaçlarını karşılamak için çaba sarf etmezse, Allah'ın düşmanlarına muhtaç kalır.
Tüm bu rivayetlerden anlaşıldığı üzere Müslümanlar Müslüman ve kardeş olma hükmü gereği bir birinin ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüdür. Eğer Müslüman bir ülke bir başka Müslüman ülkenin ihtiyaçlarını giderebiliyorsa bunu yapması gerekir ve eğer böyle bir işbirliği gerçekleşirse Müslümanlar tek bir ümmet olur ve hiç bir kafir güç bu güçlü birliği kıramaz. Nitekim imam Sadık (sa) da şöyle buyurur: Müslüman Müslümanla kardeştir, ona zulmetmez, onu hor görmez ve ona ihanet etmez. Müslümanların dayanışma ve vahdet için çaba harcamaları gerekir (39).
Eğer Müslüman bir ülke bir başka Müslüman ülkenin ihtiyaç ve sorunlarına karşı duyarsız kalacak olursa, birlik nimetini kaybederler ve düşmana kulluk etmek ve böylece zillete düşmek zorunda kalırlar. Zaten bu, Müslümanların geri kalmışlığının en büyük nedenlerinden biridir. Çünkü görüldüğü üzere Avrupa ve Amerika gibi gayri Müslim ülkeler tüm ihtilafları bir kenara bırakıp kolayca birlik anlaşmaları imzalıyor, oysa Müslüman devletler hala düşman tarafından yaratılan ihtilaf ve fitneleri çözümlemekle uğraşıyor ve maalesef bazen iş öyle bir aşamaya geliyor ki kafir bir ülke arabulucu oluyor ve askerlerini iki Müslüman devletin arasında konuşlandırıyor ve böylece iki Müslüman toplumun çatışmasını engellemeye çalışıyor. Oysa eğer Müslümanlar İslam öğretilerine bağlı kalırsa hiç bir zaman ihtilaf yaşamayacak ve aralarındaki sorunları kendileri çözümleyecektir.
Sosyal açıdan İslami dayanışma:
İslami dayanışma, ancak Müslümanlar yan yana ve kardeşçe yaşadıkları zaman gerçekleşebilir. Bu bağlamda Müslümanların diğer İslami mezheplerin izleyicileri ile barış içinde ve kardeşçe yaşamaları ve özellikle azınlık konumunda olanlara karşı ahlaki ve saygı ilkelerine riayet etmeleri ve vatandaşlık haklarına saygı göstermeleri büyük önem arz etmektedir. Bu alanda davranışlarımız ahlak ve hoşgörü ilkesine uygun olması gerekir ki bu konu masum imamların siyerinde, sünnette ve mukaddes kitabımızda yer almaktadır. Hoşgörülü olmaya ve iyi ahlaka ve sosyal ve dini işbirliğine çağrı da masum imamların uyum ve dayanışma eğilimlerinin bir başka boyutudur.
İmam Seccad (sa)'nın halifelerin atadığı kişilerce kılınan cemaat ve bayram namazlarına katılması ve imam Sadık (sa)'dan cemaat namazına katılma faziletleri hakkındaki rivayetler ve yine masum imamların Şiileri muhaliflerle sevgi ve hoşgörü yaklaşımı ile karşılaşmaları tavsiye etmelerini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Böylece anlaşıldığı üzere masum imamların siyeri vahdet ve birlik ilkesine bağlılık ve bu ilkelerin gerçekleşmesi için çaba harcamaya yöneliktir
(40)Bu konuda imam Sadık (sa) şöyle buyurur: camilerde kılınan cemaat namazlarına katılmak ve insanlarla barış içinde yaşamak ve şahadet getirmek ve cenazelerine katılmak sizin görevinizdir ve onlara karşı tavırlarınızda bundan başka çare yoktur. Bilin ki hiç bir insan yaşarken diğer insanlardan bağımsız değildir ve her bir insan başkasına muhtaç olabilir (41). Muaviye Bin Veheb imam Sadık (sa)'dan Şii olmayanlara karşı nasıl davranılması gerektiğini sorduğu vakit, imam şöyle karşılık verir: kendilerine iktida ettiğiniz imamlara bakın ve onların davrandığı gibi davranın. Allah'a and olsun o imamlarınız onların hastaları da ziyaret eder ve cenaze namazlarına da katılır ve onların yararı ve zararına şahadet getirir ve emanetlerini de öderdi (42).
İmam Sadık (sa) bir başka yerde de şöyle buyurur: Bizim için ayıp sayılacak amellerden sakının, çünkü kötü evlat, babasının aybıdır. Bizim için zinet kaynağı olun, çirkinlik kaynağı değil. Onların topluluklarında namaz kılın, hastalarını ziyaret edin, cenazelerine katılın. Sakın hiç bir hayır amelde sizi geride bırakmasınlar, çünkü siz onlardan daha layıksınız (43).
İmam Hasan Askeri (sa) da babası imam Sadık (sa)'dan naklen Şii olan veya Şii olmayan herkesle iyi konuşun diye buyurur.
Sofyan Bin Said de imam Sadık (sa)'dan şöyle rivayet eder: Allah resulü uzak bir yolculuğa çıkmak istediği zaman şöyle buyururdu: Rabbim beni insanlarla geçinmeye emretti, farizaları yerine getirmeye emrettiği gibi (44).
İktisadi açıdan İslami dayanışma:
Müslüman ülkelerin kafirlerin sultasına maruz kalmasına ve dünyanın süper güçlerine karşı koymakta aciz kalmalarına sebep olan en büyük sorunlardan biri hiç kuşkusuz iktisadi sorunlardır. Ortadoğu bölgesindeki çoğu İslam ülkesinin ekonomisi ağır ölçüde petrol gelirine bağlıdır ve bu durum diğer iktisadi alanlarda geri kalmalarına sebebiyet vermiştir. Öte yandan gayri Müslim ülkelerin ürünlerine olan bağımlılık ve bu tür bağımlılığın yarattığı hasarlar, İslam ülkelerinin iktisadi gelişmelerinin ağırlaşması ve geri kalmışlığına neden oluyor. Müslümanların elinde bulunan teknoloji genellikle ithal ve yerel olmayan teknolojiler olup bu teknolojilerin kullanımında da gayri Müslim ülkelere bağımlılık söz konusudur. Bu arada İslam ülkeleri arasında iktisadi işbirliği de çok zayıf ve düşmanın iktisadi işbirliği karşısında yok denecek kadar düşük seviyededir.
Müslümanların iktisadi bağımsızlığı ve kendi kendine yeterli hale gelmesi, ancak ve ancak İslam ülkeleri arasındaki iktisadi vahdet ve işbirliğinin gelişmesi ile mümkün olur.
Rivayetlerden masum imamlar iktisadi ve mali yardımlarında asla Şii Sünni ayrımı yapmadıkları ve bütün Müslümanları iktisadi ve mali işbirliğine çağırdığı anlaşılıyor. Bu konuda imam Sadık (sa) şöyle diyor: Müslüman, Müslüman'ın kardeşidir ve Müslüman'ın Müslüman kardeşi üzerindeki hakkı, kardeşi açken karnı tok olmamasıdır, kardeşi susuzluk çekerken sudan doymamasıdır, kardeşi çıplak dolaşırken elbisesi olmamasıdır. Dolaysıyla ne büyüktür Müslüman'ın Müslüman kardeşi üzerindeki hakkı (45).
Öte yandan Müslüman kardeşlerin iktisadi durumu ile ilgilenmek bir çok rivayette vurgulanmıştır. Gerçekte çağımızda da Müslümanların iktisadi bağımsızlığına vesile olacak şey, teknolojik alanda işbirliğidir. Müslüman ülkeler bizzat bilim ve teknoloji üretmesi gerekir ve kendi bilimsel ve teknolojik bulgularını başka Müslüman ülkelere de sunması gerekir. Böylece hep birlikte hasta ekonomilerine çare bulmalı ve ecnebilerin iktisadi sultasından kurtularak kendi kendine yeterli hale gelmelidir. Ehli Beyt (sa) siyerinde görüldüğü üzere masum imamların iktisadi kazanımlarından tüm Müslümanlara ve hatta tüm insanlar yardım ettiği anlaşılıyor. Bu konuda Mualla Bin Hanis şöyle diyor: Yağmurlu bir gecede imam Sadık (sa) Zelle-i Beni Saide'ye gitmek üzere evden dışarı çıktı ve ben de kendilerinin ardından çıktım. Ta ki imamın bir çuval ekmek taşıdığını anladım. Kendisine canım sana feda olsun, izin ver de yardım edeyim, dedim. İmam Sadık (sa) şöyle karşılık verdi: Hayır, bunu kendim taşımalıyım, ancak sen de benimle gel. Zelle-i Beni Saide'ye kadar imam Sadık (sa) ile birlikte gittim ve orada uyumakta olan bir topluluk gördüm. İmam Sadık (sa) benden daha erken davranıp ilerledi ve her bir yükün altında yavaşça bir ekmek bıraktı, öyle ki son uyuyan kişiye kadar bu iş devam etti. Geri döndük. Yolda imam Sadık (sa)'dan sordum: Acaba bunların hepsi hak mezhebinden miydi? Şöyle karşılık verdi: Eğer hak mezhebinden olsalardı tüm her şeyimizde, hatta tuzumuzda onları ortak ederdik (46).
Tüm masum imamların siyeri, muhtaç insanlara yardım etmekti ve hiç bir zaman yardımlarını ister Şii ister Sünni, hiç kimseden esirgemedi. Evet, doğru yol, ehli Beyt (sa)'nın izlediği yoldu.
Ahlaki açıdan İslami dayanışma:
İslami ahlak, İslam peygamberi (sav)'in sürekli peşinde olduğu yüce emellerden biriydi ve kendilerinin tabiri ile ahlaki mekarim, o büyük insanın Bi'seti'nin temel amacıydı. İslami ahlaka uymak, sadece Müslümanlar arasında değil, aynı zamanda gayri Müslimlerle yakınlaşma zeminini oluşturma bakımından da çok önemli bir konudur. Müslümanların ilişkileri üzerinde egemen olan bazı ahlaki ilkeler şöyle sıralanabilir:
İyi söz etmek ve küfretmek ve hakaret etmekten sakınmak: İmam Bagır (sa) bir ayetin tefsirinde şöyle buyurur: İnsanlara kendinizin duymak istediği hoş sözlerden daha hoş sözler söyleyin. Allah lanet etme, küfretme ve müminlere laf atmaya düşmandır (47).
İyi niyet ve ihtilaf yaratacak konulardan kaçınmak: Musade Bin Ziyad, imam Sadık (sa)'nın babasından şöyle naklettiği anlatır: Resulüllah şöyle buyurmuştur: kötü zanlardan kaçının, çünkü kötü zanda bulunmak yalandır, yalandır. Allah'ın buyurduğu gibi nefret yaratmayın ve insanların özel yaşamını araştırmayın ve küfretmeyin ve başkaları hakkında gıybet etmeyin ve çatışma ve düşmanlık ve ihtilaf çıkarmayın ve kıskanmayın çünkü kıskançlık imanı yok eder, ateşin ağacı yaktığı gibi (48).
Kaynaklar:
1) Mehdi Pişvayi, İslam tarihi.
2) Subhani Cafer, İslam peygamberinin tarihinden seçmeler, Meş'ar yayınları, bölüm 20, sayfa 214. ve yine İbni Hişam siyeri, cilt 2, sayfa 123. ve yine Musayyib Ekberi, İslami iki kesin ilke olarak vahdet ve kardeşlik, İslami mezhepler üniversitesi dergisi, sayı 18, h. k. 1834 ilkbahar sayısı.
3) Ali Şeriati, vahdet kurucusu Ali, Nasr yayınları, h. k. 1350 yılındaki konuşması, sayfa 48 - 52, ve yine suskunluk felsefesi konusunda Seyyid Muhammed Bagır Hekim'in İslami vahdetle ilgili Arapça eseri, Mecmaul alem yayınları, sayfa 133. ve yine و طفقت ارتئى بين ان اصول بيد جذاء آو اصبر على طخية عمياء يهرم فيها الكبير، و يشيب فيها الصغير، و يكدح فيها مومن حتى يلقى ربه. فرايت آن الصبر علىهاتا احجى فصبرت و فى العين قذى و فى الحلق شجا» (Nehc'ul Balağa, hutbe 3).
4) Fahali Muhammed Tagi, İslami mezheplerin söylemleri.
5) Murtaza Mutahhari, Nehc'ul Balağa'ya bakış, Sadra yayınları, 5. bölüm, sayfa 179 - 181.
6) Allame Abdulhüseyin Emini, Musuel Kadir adlı eserinde Hz. Ali (sa)'nın çok kez halifelerin yardımına koştuğu ve onları yıkılmaktan koruduğuna ve onlara yol gösterdiğine örnekler veriyor. Ve yine Emini, el-Kadir, cilt 6, sayfa 83325, Darulkütüp İslamiye, Tahran, ve yine Nehc'ul Balağa, hutbe 134 ve hutbe 146.
7) فأمسكت يدى حتى رأيتُ راجعة الناس قد رجعت عن الاسلام يدعون الى محق دين محمد صلى الله عليه و اله فخشيت إن لم أنصر الاسلام و أهلَه أرى فيه ثلماً أوهدماً تكونُ المصيبةُ به عليَّ أعظم من فوت ولايتكم الَّتي انَّما هي متاع ايّام قلائل يزول منها، ما كان كما يزول السَّراب أو كما يتقشع السَّحاب فنهضتُ فى تلك الأحداث حتى زاح الباطل و زهق و اطمأنّ الدين و تنهنه... (Nec'ul Balağa, mektup 62).
8) لقد علمتم أنّى أحق بها من غيرى والله لأسلمن ما سلمت أمور المسلمين و لم يكن فيها جورٌ إلاّ عليَّ خاصهً التماساً لأجر ذلك و فضله و زهداً فيما تنافستموه من زخرفه و زبرجه (Nehc'ul Balağa, hutbe 74).
9) Nehc'ul Balağa, hutbe 206.
10) Osman Radpey, ehli Beyt ve İslami vahdet adlı makalesi, 14. uluslar arası İslami vahdet konferansı, h. k. 1380, İslami mezhepler üniversitesi yayınları.
11) إستأثر فأساء الاثرة و جزعتم فأسأتم الجزع و لله حكمٌ واقعٌ فى المستأثر و الجازع (Nehc'ul Balağa, hutbe 30).
12) ليس رجلٌ فاعلم أحرصُ على جماعة محمد صلى الله عليه و اله و أُلفتها منِّى أبتغى بذالك الثَّواب و كرم المأب (Nehc'ul Balağa, hutbe 78).
13) Seyyid Muhammed Bagır Hekim, kitap ve sünnete göre İslami vahdet, çeviren Abdul Hadi Fıkhizade, Tebyan yayınları sayfa 135.
14) Kafi, cilt 1, sayfa 184.
15) Mehdi Pişvayi, önderlerin siyeri, imam Sadık (sa) kurumu yayınları, sayfa 147.
16) Aynı kaynak, sayfa 151 ve sonrası.
17) Seyyid Muhammed Bagır Hekim, kitap ve sünnete göre İslami vahdet, çeviren Abdul Hadi Fıkhizade, Tebyan yayınları sayfa 138.
18) Mehdi Pişvayi, önderlerin siyeri, imam Sadık (sa) kurumu yayınları, sayfa 95.
19) Mehdi Pişvayi, önderlerin siyeri, imam Sadık (sa) kurumu yayınları, sayfa 114.
20) Seyyid Muhammed Bagır Hekim, kitap ve sünnete göre İslami vahdet, çeviren Abdul Hadi Fıkhizade, Tebyan yayınları sayfa 139.
21) Muhammed Ali Tashiri, ehli Beyt merciliğine göre İslami vahdet, çeviren Seyyid Celal Mir Ağayi, İslami mezhepler kurumu yayınları, sayfa 87 ve sonrası.
22) Mehdi Pişvayi, önderlerin siyeri, imam Sadık (sa) kurumu yayınları, sayfa 631.
23) Mehdi Pişvayi, önderlerin siyeri, imam Sadık (sa) kurumu yayınları, sayfa 277.
24) Mehdi Pişvayi, önderlerin siyeri, imam Sadık (sa) kurumu yayınları, sayfa 544. diğer tartışmalar konusunda da aynı kaynak geçerlidir.
25) Mehdi Pişvayi, önderlerin siyeri, imam Sadık (sa) kurumu yayınları, ve yine Bihar'ul Envar, cilt 49, ve yine Uyun-i Ahbar imam Rıza (sa), ve yine Mesned'ul imam Rıza (sa), cilt 2.
26) Davudi, Fatıma Zehra, kitapta ve sünnette ehli Beyt (sa), 14. uluslar arası İslami vahdet konferansı, h. k. 1380, İslami mezhepler üniversitesi yayınları, sayfa 19.
27) Aynı kaynak.
28) El-imam Cafer Sadık (sa), Abdul Halik el-Cündi, sayfa 252, ve yine Nazarat'ul Filkutub'ul Halide, Hamid Hafni Davud, sayfa 182, ve yine Abdullah Bin Saba, el-Seyyidi Murtaza Askeri, cilt 1, sayfa 16.
29) Şeyh Muhammed Ali Ensari, Elmusuetul fakihiyel Misere, cilt 1, sayfa 33.
30) و قال عنه مالك: «جعفر بن محمد اختلفت إليه زمانا فما كنت أراه إلا عليى إحدى ثلاث خصال، إما مصل وإما صائم و إما يقرأ القرآن، و ما رأت عين و لا سمعت اذن و لا خطر على قلب بشر أفضل من جعفر بن محمد الصادق علما و عبادة و ورعا ( şeyh Muhammed Ali Ensari, cilt 1, sayfa 33).
31) . و قال محمد بن طلحة الشافعى: «جعفر بن محمد هوم علماء أهل البيت و ساداتهم، ذو علوم جمة، و عبادة موفورة - ثم أخذ يعد صفاته الحميدة ثم قال: - نقل عنه الحديث و استفاد منه العلم جماعة من أعيان الامة وأعلامهم - ثم عد أسماءهم ثم قال: - و عدوا أخذهم منه منقبة شرفوا بها و فضيلة اكتسبوها (şeyh Muhammed Ali Ensari, cilt 1, sayfa 33).
32) قال عنه أبو بحر الجاحظ: «جعفر بن محمد، الذى ملأ الدنيا علمه وفقهه و يقال: إن أبا حنيفة من تلامذته، و كذلك سفيان الثورى، و حسبك بهما فى هذا الباب (şeyh Muhammed Ali Ensari, cilt 1, sayfa 33).
33) و قال عنه ابن حجر الهيثمى: «جعفر الصادق نقل الناس عنه من العلوم ما سارت به الركبان و انتشر صيته فىجميع البلدان، و روى عنه الأئمة الأكابر، كيحيى ابن سعيد، ابن جريح، مالك، السفيانين، أبى حنيفة، شعبة، و أيوب السجستانى». و قال الشهرستانى: «جعفر بن محمد الصادق هو ذو علم غزير و أدب كامل فى الحكمة و زهد فى الدنيا و ورع تام عن الشهوات (şeyh Muhammed Ali Ensari, cilt 1, sayfa 33).
34) Davudi, Fatıma Zehra, kitapta ve sünnette ehli Beyt (sa), 14. uluslar arası İslami vahdet konferansı, h. k. 1380, İslami mezhepler üniversitesi yayınları.
35) Allame Seyyid Abdulhüseyin Şerefeddin Ameli, İslami vahdet ile ilgili bir kaç söz, çeviren Seyyid İbrahim Alevi, Mutahhar yayınları, sayfa 39.
36) Seyyid Şahabeddin Hüseyni, Şii Sünni arasında ortak hadislerde İslami vahdet, İslami mezhepler kurumu araştırma merkezi yayınları. Ve yine Allame Seyyid Abdulhüseyin Şerefeddin Ameli, İslami vahdet ile ilgili bir kaç söz, çeviren Seyyid İbrahim Alevi, Mutahhar yayınları, sayfa 37.
37) Allame Seyyid Abdulhüseyin Şerefeddin Ameli, الفصول المهمة فى تأليف الامة , sayfa 32, irfan yayınları...
38) Seyyid Şahabeddin Hüseyni, Şii Sünni arasında ortak hadislerde İslami vahdet, İslami mezhepler kurumu araştırma merkezi yayınları, 15. bölüm, sayfa 97.
39) Bu bölümün hadisleri de Seyyid Şahabeddin Hüseyni, Şii Sünni arasında ortak hadislerde İslami vahdet, İslami mezhepler kurumu araştırma merkezi yayınları, sayfa 84, 86 ve 85'ten alıntıdır.
40) Fahali Muhammed Tagi, İslami mezhepler söylemleri mecmuası, aynı bölüm, sayfa 71 - 73.
41) Aynı kaynak.
42) إيّاكم أن تعملوا عملاً يعيرونا فانّ ولدالسُّوء يعير والدهُ بعمله كونوا لمن انقطعتم اليه زيناً و لا تكونوا عليه شيناً صلوافى عشايرهم و عودوا مرضاهم و اشهدوا جنايزهم و لايسبقونكم الى شىء من الخير فانتم اولى به منهم (Aynı kaynak), ve yine Kelini, el-Kafi, cilt 2, sayfa 219, Babul Takiye, cilt 11.
43) Seyyid Şahabeddin Hüseyni, Şii Sünni arasında ortak hadislerde İslami vahdet, İslami mezhepler kurumu araştırma merkezi yayınları, bölüm 11, sayfa 92.
44) Seyyid Şahabeddin Hüseyni, Şii Sünni arasında ortak hadislerde İslami vahdet, İslami mezhepler kurumu araştırma merkezi yayınları, bölüm 11, sayfa 87, ve yine Bihar'ul Envar, cilt 71, sayfa 221.
45) Fahali Muhammed Tagi, İslami mezhepler söylemleri mecmuası, aynı bölüm, sayfa 71 - 73. ve yine Kafi Usulu, cilt 4, sayfa 8, babul Sadakatul Leyl, cilt 3.
46) Seyyid Şahabeddin Hüseyni, Şii Sünni arasında ortak hadislerde İslami vahdet, İslami mezhepler kurumu araştırma merkezi yayınları, bölüm 11, sayfa 94, ve yine Seyyid Şahabeddin Hüseyni, Şii Sünni arasında ortak hadislerde İslami vahdet, İslami mezhepler kurumu araştırma merkezi yayınları, bölüm 11, sayfa 94.
47) Muhammed Ali Recebi, Şii alimleri ve Siyonizm ve İsrail.
48) İslam inkılabı rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamanei'nin bayram mesajı.
HAZIRLAYAN : Muhammed Hüseyin TARAMİ