Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Kırk Hadis Şerhi/İmam Humeyni/;Artık Nefsimizle Başa Çıkacağız

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Kırk Hadis Şerhi/İmam Humeyni/;Artık Nefsimizle Başa Çıkacağız

    Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,

    Hamd Alemlerin Rabbi Allah'a salat u selam onun Kutlu habibine ve Mutahhar Ehl-i Beytine olsun...

    Bu bölümde Merhum Hz. Humeyni (k.s.)'nin muhteşem eseri kırk hadis şerhinden bölüm bölüm alıp incelemeyi düşünüyorum.. Umarım faydalı olur. Çünkü bu eserden alacağımız çok şey var..Bu tür ilmi konuların bir anda saman alevi gibi yazılıp geçilmesini beklememeliyiz. bu bir süreç alacaktır inşaAllah


    #2
    Ynt: Kırk Hadis Şerhi/İmam Humeyni/;Artık Nefsimizle Başa Çıkacağız

    Birinci Hadis: Nefisle Cihad

    عن السكوني، عن أبي عَبْدِ اللهِ عليه السّلام: أنَّ النَّبيَّ- صلى الله عليه و آله- بَعَث سَرِيَّهً فَلَمَّا رَجَعوا قالَ: مَرْحَباً بِقَوْمٍ قَضَوُا الجِهادُ الأصغروبقئ عليهم الجِهادُ الأكْبَرُ. فقيلَ يا رَسولَ اللهِ: مَا الجِهادُ ألأ كْبَرُ؟ قالَ: جِهادُ النَّفْسِ.
    Sekuni’nin naklettiğine göre Ebu Abdullah (İmam Sadık) -a.s- şöyle buyurmuştur:“Şüphesiz Resulullah (günün birinde) bir seriyye gönderdi. Seriyye geri döndüğünde Peygamber (s.a.a) onlara şöyle buyurdu: “Merhaba küçük cihadı yerine getirip de (üzerinde) büyük cihadı baki kalanlara.” Denildi ki, “Ya Resulullah! Büyük cihad da neyin nesi?” Resulullah (s.a.a), “Nefs ile cihad!” buyurdu”

    Şerh
    Bil ki insan iki ayrı neş’et ve aleme sahip ilginç bir varlıktır. İnsanın bedeni olan zahirî, mülkî ve dünyevi neş’eti ile diğer bir aleme ait olan batınî, gaybi ve melekutî neş’eti. Gayp ve melekut alemine ait olan nefs ise birçok makam ve derecelere sahiptir. Bunlar bazen genel olarak yedi , bazen dört , bazen üç ve bazen de iki kısma ayrılmışlardır
    ayrılmışlardır. Bu makam ve derecelerden her biri için kendisini en yüce melekut alemi ile saadete davet ve cezb eden rahmani ve aklani ordular olduğu gibi, kendisini en alçak melekut alemi ile şekavete davet ve cezb eden şeytani ve cehlani ordular da vardır. Bu iki ordu arasında daima cidal ve niza vardır. İnsan, bu iki taifenin savaş meydanı konumundadır. Eğer rahmani ordular galip gelecek olursa insan mutluluk ve rahmet ehli olur. Melekler sülûkunda bulunur, enbiya, evliya ve salihler zümresine katılır ve onlarla mahşur olur. Ama şeytan ve cehalet ordusu galip gelirse, gazap ve mutsuzluk ehli olur, şeytanlar, kafirler ve (Allah’ın rahmetinden) mahrumlar zümresiyle haşrolur. Bu sayfalarda Allah izin verirse tafsilata kaçmadan nefsin bazı makamlarına işaret edecek, onun mutluluk ve mutsuzluk şekillerini icmalen beyan edecek ve aynı makamda nefsle cihadın keyfiyetini de açıklamaya çalışacağız.

    Birinci Makam
    1. Bölüm: Nefsin İlk Makamına İşaret

    Bil ki, nefsin ilk makamı ve en düşük menzili, mülk, zahir ve dünya menzilidir ki, bu hissedilir beden ve zahirî bünyeye onun gaybi nurları ve ışıkları saçılmış, bu da ona yersel bir hayat bağışlamış ve bu bedende ordular techiz etmiştir.
    Nefsin savaş meydanı işte bu bedendir. Zahirî kuvvesi ise yedi mülkiye iklimine yayılan ordu; yani kulak, göz, dil, mide, tenasül or-ganı, el ve ayaktan ibarettir. Bu yedi iklime yayılan bütün dağınık güçler ise vehm makamında, nefsin tasarrufunda bulunmaktadır. Zira vehm, nefsin bütün zahirî ve batınî kuvvelerinin sultanıdır.
    O halde eğer vehm şeytanın veya kendisinin tasarrufuyla onların üzerinde hükümet kuracak olursa bu kuvveler şeytan orduları şekline dönüşür ve bu memleket şeytanın sultası altına girer, akıl ve rahman orduları izmihlale uğrar, insan dünya ve mülk neş’etinden yenik olarak ayrılır, hicret eder ve orası şeytana ait bir memleket haline gelir.
    Ama eğer vehm, akıl ve şeriat nezaretinde olur, sükunetleri akıl ve şeriatın disiplini altına girerse o zaman da bu memleket rahmani ve aklani olur ve şeytan tüm ordularıyla birlikte ayrılır, çekip gider.
    Öyleyse büyük bir cihad olup Allah yolunda öldürülmekten de yüce olan nefsle cihad, bu makamda insanın kendi kuvvelerine galebe çalmasından, onları yaratıcısının emir ve fermanı altına sokmasından ve bu memleketi şeytan güçlerinin ve ordusunun pisliklerinden temiz-lemesinden ibarettir.

    _______________________

    İsmail b. Ebi Ziyad Sekuni,Ehl-i Sünnet alimlerinden olup İmam Sadık’tan (a.s) hadis nakletmiştir. Şeyh Tusi İddet’ul Usul kitabında şöyle yazmıştır: “Şii alimleri onun rivayetleriyle amel etmiştir.” (c. 1, s. 38)
    Seriyye ordunun bir bölümü, yani birlik anlamındadır ve “En hayırlı birliğin, dört yüz kişi olduğu” söylenmiştir. (Vesail’uş Şia,c. 11, s. 103, Kitab’ul Cihad, 54. Bab, 1. Hadis. Rivayetin diğer kelimelerinin anlamı ise açıktır.
    Furu-i Kafi, c. 5, s. 12, Kitab’ul Cihad Bab-u Vucuh’il Cihad, 3. Hadis
    Hacı Molla Hadi Sebzevari nefsin yedi kısmını Esfar’ın haşiyesi c. 7, s. 36’da şöy-le saymıştır: “Nefis, kalp, akıl, ruh, sır, hafiyy, ehfa. Merhum Şehabadi ise Kitab’ul İnsan-i ve’l Fıtret, adlı kitapta aklın mertebesini kalpten önce saymıştır ama Molla Sadra şöyle sıralamıştır: “Tabiat, nefis, kalp, akıl, ruh, sır ve hafiyy (gizli) o da “ahfa” kısmını zikretmemiş ve “tabiat” kısmını eklemiştir. “Esfar” c. 7, s. 36
    Bazıları insanın aklı için dört mertebe saymışlardır: Heyulai (ilk) akıl, meleke aklı, bil fiil akıl ve müstefad (istifade edilen) akıl. (Şevahid’ur Rububiyye s. 202-207) ha-keza Molla Sadra insan nefsini gizli ve açık, bu ikisini de zahir ve batın diye böl-müştür ki bunlar da nefis için dört aşama sayılabilir (Esfar, c. 7, s. 38)
    İbn-i Sina nefis kuvvelerini ilk aşamada nebati (bitkisel) nefis, hayvani nefis ve in-sanî nefis diye üçe ayırmıştır. Diğer bir üç bölümleme ise mülk, berzah ve akıl mer-tebelerine matuftur. İmam (r.a) bu hadisin şerhinde nefsin üç mertebesi olduğunu söylemiştir: Birinci mertebesi mülk, zahir ve dünya makamıdır. İkinci makamı ise nefsin batın ve melekutudur. Üçüncü makamına ise hadisin şerhinin sonunda işaret etmiş ve açıklamadan geçmiştir ve bu da amel makamıdır. Nitekim bunu 24. ha-disin şerhinde açıklamıştır.
    Bu bölümleme ise nefsin zahir ve batın veya başka bir ifade ile gizli ve açık, mülk ve melekut, dünya ve ahiret ayırımına işarettir.
    Bu makamda toplam 6 bölüm vardır.

    Yorum


      #3
      Ynt: Kırk Hadis Şerhi/İmam Humeyni/;Artık Nefsimizle Başa Çıkacağız

      evet insan denmiş bir alem. insanda kainatta var olan tüm maddeler mevcut. beden olarak. maddi olarak tabiatta hangi madenler varsa insanda bizzat var. bunları bilirdim de insanda biri şeytan ve topraktan gelen kötülüklerle biri de Allah'ın ruhundan gelen iyilik merkezlerinin bulunduğunu da bilirdim. İnsan bu ikisinin savaş alanı. hangisi galib gelirse ona göre iyi ya da kötü oluyor. ama bilmezdim ki bu iki karşıt güçler büyüük bir alana sahip. insanın içi geniiş iki dünyadan oluşmakta. ve tam anlamıyla bir savaş alanı.. askerleri mevzileri konakları silahları olan iki ayrı dünya varmış insanın içinde..

      gelen konular bunları ele alıyor. bakalım bunlar nelermiş daha ayrıntılı görelim:

      Yorum


        #4
        Ynt: Kırk Hadis Şerhi/İmam Humeyni/;Artık Nefsimizle Başa Çıkacağız

        2. Bölüm: Tefekkür
        Bil ki, nefsle mücadele ve Hak Teala’ya doğru hareketin ilk şartı tefekkürdür. Ahlak alimlerinden bazısı, kitaplarının Bedayat1 kısmında tefekkürü beşinci mertebede ele almışlardır ki, bu da kendi makamında doğru bir davranıştır.
        Bu makamda tefekkür, insanın her gece ve gündüz az da olsa bir miktar, kendisini bu dünyaya getiren, rahatlığı için her türlü vesileyi hazırlayan, kendisine salim bir beden ve her biri herkesin aklını hayrete düşürücü bir takım faydaları haiz bunca kusursuz güçleri ihsan eden, bunca nimet ve rahmet sistemini genişleten, bir taraftan da bunca peygamberler gönderen, kitaplar nazil kılan, kılavuzluk eden ve davet-lerde bulunan Malik’ul Müluk (padişahların padişahı) Mevla’mız karşısında ne gibi bir vazife ve sorumluluğu olduğunu düşünmesi ve derince bir tefekkür etmesinden ibarettir.
        Acaba bütün bu işler, tüm hayvanlarla ortak yönümüz olan bu şeh-vetlerin tatmini ve dünyevi hayat için mi öngörülmüştür? Yoksa başka bir maksat mı var işin içinde? Acaba mükerrem nebilerin, muazzam velilerin, büyük hikmet sahiplerinin ve milleti akıl ve şeriat kanunlarına davet eden ve onları hayvani şehvetler ve bu fani dünyadan sakındıran değerli alimlerin insanlara bir düşmanlığı mı vardı veya vardır? Yoksa şehvetlere dalmış biz çaresizlerin ıslah yolunu bizim kadar mı bilmiyorlardı? Akıl sahibi bir insan biraz düşünecek olsa bütün bu iş-lerden maksadın başka bir şey olduğunu hemen anlar. Bu yaratılıştan maksat, daha yüce ve büyük bir alemdir. Bu hayvani hayat asıl maksat değildir. Akıllı insan kendini düşünmeli, çaresizliğine acımalı ve ken-disine şöyle hitap etmelidir: Ey uzun yıllar boyunca şehvetler peşinde koşmakla ömrünü tüketen şaki nefs! Şimdiye kadar hasretten başka eline ne geçti ki? Biraz da kendine acı, Maliku’l Müluk’tan haya et ve biraz da ebedi hayat ve daima saadete sebep olacak olan aslî maksat yolunda yürü. Ebedi saadeti, büyük zahmetler ve takat sınırını aşan meşakkatler sonucu bile ele geçmeyen ve fani olan birkaç günün şeh-vetleriyle değiştirme ve geçmişten günümüze gördüğün dünya ehlinin halini düşün! Onların çektiği zahmet ve meşakkatlerin elde ettikleri rahatlıklar karşısında ne kadar da fazla ve büyük olduğunu mülahaza et. Halbuki bu rahatlık ve boşluk da herkes için müyesser değildir. İn-san suretinde, (ama) şeytan ordusundan ve onun elçisi olan, seni şeh-vetlere doğru çağıran ve “Maddi hayatımızı temin etmeliyiz” diyen in-sanın halini göz önünde bulundur ve onu sorguya çek, bak bakalım kendisi bu durumdan razı mıdır? Yoksa kendisi müpteladır da başka birisini de düçar kılmak mı istiyor?
        Her halinde, tam bir acziyet ve yakarışla Allah-u Teala’dan seninle O’nun arasında amaç olması gereken vazifelerine seni aşina kılmasını temenni et. Şeytan ve nefs-i emmare ile mücahede maksadıyla yapılan bu tefekkürün senin için başka bir yol açması ve böylece de mücahede menzillerinden bir diğerine geçmekte muvaffak olman ümid edilir.

        _______________

        1 Kitabın giriş bölümleridir ki burada kastedilen şahıs da, tanınmış ahlak alimi arif Abdullah Ensari'dir. Bu alim Menazilu's-Sairin isimli kitabında (s. 13’de) Seyr'i on kısma ayırmış, bu kısımların ilki olan Bedayat'ın taksiminde ise Tefekkür’ü beşinci mertebede zikretmiştir.

        Yorum


          #5
          Ynt: Kırk Hadis Şerhi/İmam Humeyni/;Artık Nefsimizle Başa Çıkacağız

          3. Bölüm: Azim
          Tefekkür menzilinden sonra mücahit bir insan için azim menzili söz konusudur. Bu menzil, Şeyhu’r-Reis’in İşarat adlı kitabında arif-lerin derecelerinin ilki olarak kabul ettiği iradeden başka bir şeydir.
          Bazı şeyhlerimiz (Allah uzun ömürler versin) şöyle buyuruyorlardı: “Azim insaniyetin cevheri ve insanın imtiyaz ölçüsüdür. İnsanın derece farklılığı da işte bu azim derecelerinin farklılığından kaynaklan-maktadır.
          Bu makamda söz konusu olan azim ise, günahları terk etmek üzere karar almak, farzları yerine getirmek ve hayattayken vaktinde eda edemediği ibadetlerini kaza etmekten ibarettir. Bilahare azim, insanın kendi suret ve zahirini aklî ve şer’î bir insan şekline sokabilmesidir ki, şeriat ve akıl da zahire hükmederek bu şahsın bir insan olduğunu söy-leyebilsin. Şer’î insan; şeriatın istediği tarzda hakaret eden, zahirini Resul-i Ekrem’in (s.a.a) zahirî gibi kılan ve tüm hareket ve sükunetin-de, bütün fiillerinde ve terk edişlerinde Peygamber’e uyabilen kimse-den ibarettir. Bu, herkes için müyesser olan bir şeydir. Zira zahirini Peygamber gibi kılmak, Allah’ın tüm kulları için makdur (güç yetiri-lebilecek) bir şeydir.
          Bil ki insan ilk etapta şeriatın zahiriyle işe başlamadığı müddetçe ilahî marifet yolunda bir tek adım olsun ileri gidemez. Hak şeriat ada-bıyla edeblenmediği müddetçe de güzel ahlaklardan hiç birisine (hak-kıyla) sahip olamaz, ilahî marifet nuru kalbinde tecelli etmez, batın ilminin ve şeriat sırlarının kendisine keşfolması da mümkün değildir. Hakikatin keşfi ve marifet nurlarının kalbinde tecelli etmesinden sonra da zahirî adapla edeblenmiş olur. Öyleyse bazılarının, “Zahir terk edi-lirse, batın ilmî elde edilebilir” veya “Batın ilmî elde edildikten sonra, artık zahirî edeplere riayete gerek yok” diye iddia etmeleri yanlış ve batıl bir şeydir. Bu iddia, sahibinin ibadet makamlarına ve insanlık de-recelerine olan cehaletini göstermektedir. Ben de Allah’ın izniyle mu-vaffak olursam bu sayfalarda onun bazı makam ve derecelerini beyan etmeye çalışacağım.

          _______________

          Hüseyin b. Abdullah b. Sina (H. K. 370-427 veya 428) Ebu Ali Sina diye meşhur-dur. İbn-i Sina İslami tıp bilginlerinden ve gezimci, ünlü filozoflardan biridir. Diğer ilimlerde de görüş sahibi biriydi. En büyük özellikleri fevkalade bir kabiliyete ve güçlü bir hafızaya sahip olmasıydı. Kısa bir sürede eğitimini tamamlamış ve farklı ilim dallarında bir çok eserler yazmıştır. Kitaplarından bazısı şunlardır: Mantık, Tabiiyyat ve ilahiyat bölümlerinden oluşan el-İşarat ve’t Tembihat. Bu kitabın bir çok şerhi vardır. En tanınmış şerhleri ise Şerh-i Fahr-u Razi ve Şerh-i Hace Nasır Tusi’dir. İbn-i Sina’nın diğer bir kitabı ise Mantık, Riyaziyat, Tabiiyyat ve İlahiyat bölümlerinden oluşan Şifa kitabıdır ve detaylı bilgilere sahiptir. Hakeza en-Necat ki-tabı ise felsefi bir kitaptır. el-Mebde ve’l Miad, tıp ilminde Kanun, Kaside-i Ayniye, ve Talikat kitapları da İbn-i Sina’nın meşhur kitaplarındandır.
          İbn-i Sina İşarat ve Tenbihat kitabının 9. Kısm’ının 7. Bölüm’ünde şöyle yazmaktadır: “Ariflerin seyrinin ilk basamağı, irade olarak adlandırılmaktadır. Bu da yakinden kalkıp, kanıtla basiret elde ettiği veya imandan dolayı güvene erdiği sebebiyle ortaya çıkan Allah’ın sağlam ipine sarılmayı isteme haletidir. Neticede onun batını ittisal ruhuna erişmek için Kuds’e doğru seyretmektedir. Arif bu basamakta olduğu müddetçe “mürit” olarak adlandırılmaktadır.

          Yorum


            #6
            Ynt: Kırk Hadis Şerhi/İmam Humeyni/;Artık Nefsimizle Başa Çıkacağız

            4. Bölüm: Azmin Afatı
            Ey aziz! Azim ve irade sahibi olabilmek için ciddi bir şekilde ça-lışmalısın. Allah göstermesin, eğer bu dünyadan azimsiz olarak göçe-cek olursan, beyinsiz zahirî bir insan sayılırsın ve ahirette ise insan şeklinde haşrolamazsın. Zira o alem batının keşif ve sırların zuhur mahallidir. Günah işlemeye cüret etmek ise, insanı yavaş yavaş azimsiz kılar ve bu değerli cevheri insandan çekip alır. Değerli üstadımız -gölgesi başımızdan eksik olmasın- şöyle buyuruyorlardı: “İnsanın irade ve azmini her şeyden daha fazla yok eden şey, tağanniyata (müziğe) kulak vermesidir.”
            Öyleyse ey kardeş! Günahlardan sakın, Allah’a doğru hicret etmeye azmet, zahirini insan zahirî kıl, şeriat ehli kimselerin yoluna gir, halvet köşelerinde Allah-u Teala’dan bu maksadında sana yardımcı olmasını dile, sana tevfik vermesi ve meydana gelmesi muhtemel sürçmeler karşısında elinden tutması için de Resul-i Ekrem’i (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’i şefaatçi kıl. Zira insanın hayatında o kadar derin sürçmeler vardır ki, bir an içinde insanın bu felaket uçurumuna düşmesi ve böylece de kendisi için hiç bir şey yapamaz bir hale gelmesi müm-kündür. Belki de artık kendisi için bir çare bile düşünemez hale gelir ve o zaman da Allah korusun şefaatçilerin şefaatinden mahrum kalır.

            5. Bölüm: Muşarete, Murakabe ve Muhasebe
            Mücahit bir insan için gerekli ve lüzumlu işlerden biri de muşarete, murakabe ve muhasebedir. Muşarete, insanın mesela her günün baş-langıcında, “Bugün Allah Tebarek ve Teala’ya karşı muhalefet etme-yeceğine” dair kendisiyle şartlaşması ve bu hususta ciddi bir karar al-ması demektir. Malumdur ki, insanın bir gün muhalefet etmemesi ol-dukça kolay bir şekilde uhdesinden gelebileceği bir iştir. Sen azmet, şartlaş ve tecrübe et de bunun ne kadar kolay bir şey olduğunu gör. Şeytan ve bu mel’unun orduları bu işi senin gözünde abartıp büyüt-meye çalışabilir. Ama bil ki bu şeytanın bir hilesidir. Ona kalben ve gerçek bir şekilde lanet et, batıl evhamları kalbinden dışarı sür ve bir gün (olsun) tecrübe et, o zaman (bu işin ne kadarda kolay olduğunu) sen de tasdik edeceksin.
            Bu muşareteden sonra da murakabe menziline girmelisin. Bu da şart koşulduğu müddet boyunca amel etmeye dikkat etmek ve kendini bu hususta yükümlü bilmekten ibarettir. Allah göstermesin eğer Allah’ın emrinin hilafına olan bir işe bulaşmak gönlünden geçerse, bil ki bu şeytan ve onun ordusundandır ve seni şartlaştığın husustan saptırmak, kaydırmak istemektedirler. Onlara lanet et ve şerlerinden Allah’a sığın. O batıl hayalleri kalbinden çıkar ve şeytana de ki: “Ben bugün Allah-u Teala’nın emrinin hilafına davranmayacağıma dair kendimle şartlaştım. Velinimet’im uzun yıllardır bana nimet vermiş, sıhhat, selamet ve emniyet bağışlamış ve ebediyete kadar kendisine hizmet edecek bile olsam şükrünün uhdesinden gelemeyeceğim merhametler ihsan etmiştir. Benim de böylesine cüz’i bir şart hususunda ahde vefa göstermemem doğru değildir.”
            Ümid edilir ki Allah’ın izniyle şeytan tardedilsin, el çektirilsin ve böylece de rahman orduları galib gelsin.
            Bu murakabenin, kazanç, seyahat, tahsil ve benzeri işlerinden hiç birisiyle herhangi bir zıddiyet ve aykırılığı yoktur. Akşama kadar da bu hal üzere kal ki artık muhasebe vaktidir. Bu da, “Allah ile şartlaştığım hususlara riayet ettim mi veya bu cüz’i muamelede Velinimet’ime ihanette bulundum mu?” Diye nefsini hesaba çekmenden ibarettir. Eğer gerçek bir şekilde vefa etmişsen, bu tevfik sebebiyle Allah’a şük-ret ve bil ki bir adım ilerledin, ilahî nazar altına girdin. Artık Allah-u Teala dünya ve ahiret işlerinin ilerlemesi için sana kılavuzluk edecek, böylece yarınki işin daha da bir kolaylaşacaktır. Bir müddet bu hal üzere kal. Ümid edilir ki, bu artık senin için bir meleke (aptitude) olsun ve oldukça rahat ve kolay bir iş haline gelsin. O zaman da artık Allah’a itaat etmek ve günahlardan kaçınmaktan (bu dünyada) lezzet alırsın. Burası mükafat ve ceza alemi olmamakla birlikte yine de lezzet alırsın ve ilahî mükafat işe karışıp seni lezzetlere boğar adeta.
            Bil ki, Allah-u Teala sana ağır tekliflerde bulunmamış, uhdesinden gelmeyeceğin ve güç yetirmeyeceğin şeyleri sana yüklememiştir. Ama şeytan ve ordusu bu işi senin gözünde büyütmekte ve zor bir şeymiş gibi göstermektedir. Allah göstermesin, muhasebe esnasında şart koş-tuğun hususta bir gevşeklik ve zaaf görecek olursan Allah-u Teala’dan özür dile ve artık yarın için şartlaştığın üzere amel edeceğine dair ye-niden söz ver. Bu hal üzere kal, ta ki Allah-u Teala tevfik ve mutluluk kapılarını yüzüne açsın ve seni insanlığın doğru yoluna ulaştırsın.

            _____________________

            Şartlaşmak, dikkat etmek ve hesaba çekmek.

            Yorum


              #7
              Ynt: Kırk Hadis Şerhi/İmam Humeyni/;Artık Nefsimizle Başa Çıkacağız

              6. Bölüm: Tezekkür
              Nefs ve şeytanla mücahedede insana tam bir destek sağlayan ve mücahit bir insanın daima dikkat etmesi gereken şeylerden birisi de tezekkürdür ve biz onu da zikrederek, bir çok konuya değinilmediği halde bu makamın beyanına son vereceğiz. Bu makamda tezekkür, in-sanın daima Allah-u Teala’yı yad etmesi ve kendisine merhamet bu-yurduğu nimetleri hatırlamasıdır.
              Bil ki, insanın ihsan sahibi birine saygı göstermesi, fıtri ve yaratılış-tan gelen bir özelliktir. Kendi zat kitabını iyice bir mütalaa eden her-kes, orada insanın kendisine herhangi bir nimet ihsan eden kimseye karşı ihtiram ve saygı göstermesi gerektiğinin yazılmış olduğunu görür. Malumdur ki, ihsan edilen nimet ne kadar büyük olur ve ihsan sahibi kimsenin de bunda herhangi bir garazı (art niyeti) olmazsa, fıtrat gereği böyle bir kimseye ihtiramın da aynı oranda fazla olması gerektiğine hükmedilir. Mesela size art niyeti olarak bir at veren kimsenin ihtiram ve saygınlığı ile, minnet bile etmeden size bir köy veren birinin ihtiram ve saygınlığı arasında oldukça açık bir fark vardır. Hakeza eğer bir doktor sizi körlükten kurtaracak olursa fıtrat gereği hemen ona saygı gösterirsiniz. Eğer sizi ölümden kurtaracak olsa daha fazla saygı gösterirsiniz. Ama gel gör ki, tüm cin ve insanlar Maliku’l Müluk’un bizlere ihsan ettiği zahirî ve batınî nimetlerden sadece birini bile veremezken, bizler yine de kalkmış bütün bunlardan gaflet etmekteyiz. Mesela gece gündüz teneffüs ettiğimiz şu havayı bir düşünelim. Kainattaki tüm mevcudatın hayatı bu havaya bağlıdır. Eğer hava onbeş dakika kadar kısa bir zaman bile olmayacak olsa hiç bir canlı hayatta kalmaz. Bu (hava) o kadar büyük bir nimettir ki bütün cin ve insanlar onun bir benzerini bizlere vermeye kalkışsalar, şüphesiz ki bundan acze düşerler. Biraz da beden selameti türünden ilahî nimetleri, zahirî kuvvetler türünden göz, kulak, tatma ve dokunma organlarını ve batınî kuvvetler türünden hayal, vehm, akıl ve sayısız faydası bulunan diğer ilahî nimetleri hatırla. Maliku’l Müluk bütün bu nimetleri bizler istemeden ve üzerimize hiç bir minnet de koymadan inayet etmiştir. Hiç bir itaat ve ibadetimize ihtiyacı yokken ve kendisi için bizlerin itaat ve isyanı da hiç mi hiç fark etmezken, yine de verdiği bunca nimetlerle yetinmemiş, bizlere enbiya ve peygamberler göndermiş, kitaplar nazil buyurmuş, mutluluk ve mutsuzluk ile cennet ve cehennem yolunu göstermiş, dünya ve ahirette ihtiyaç duyduğumuz şeylerin tümünü bizlere inayet etmiş ve sadece bizim yararımıza olan bir takım emir ve yasaklarda bulunmuştur. Detayları şöyle dursun, genel olarak bile saymaktan tüm insanlığın aciz kaldığı bu nimetleri ve diğer binlerce nimeti zikrettikten sonra acaba sizin fıtrat ve vicdanınız da böyle bir ikram sahibine ihtiram ve saygı göstermek gerektiğine hükmetmiyor mu? Acaba böyle bir velinimete ihanette bulunmanın akla göre hükmü nedir?
              Büyük ve azamet sahibi şahıslara saygı gösterilmesi hadisesi de fıt-rat kitabında sabit ve yazılı olan bir şeydir. Halkın dünya ve servet ehli sultanlara ve büyük şahsiyetlere karşı kail olduğu saygı da, onları büyük ve azim olarak teşhis ettikleri sebebiyledir. Acaba Malik’ul-Müluk’un azamet ve büyüklüğünden daha üstün bir azamet düşünüle-bilir mi? Onun değersiz ve en alçak yaratığı olan şu dünya bile, en kü-çük bir alem ve en dar bir neş’et olmasına rağmen şimdiye kadar hiç bir mevcudun aklı ona ermemiş, hakikatine ulaşamamıştır. Diğer güneş sistemlerinden daha küçük ve öbür güneşlere nispeten hissedilir bir değere de sahip olmayan şu bizim güneş sistemi karşısında bile dünyanın en büyük kaşifleri hiç bir şey söyleyememiş ve şimdiye kadar da hakikati hususunda yeterli bir bilgi edinememişlerdir. Acaba bir tek işaretle bütün bu alemleri ve diğer binlerce gaybi alemi yaratan azim ve azamet sahibi bir kudrete saygı göstermek akıl ve fıtrat nazarında gerekli ve lüzumlu bir şey değil midir?
              Hatta insanın huzurunda hazır bulunan bir kimseye saygı göstermek de fıtrat kitabında yer alan bir husustur. Mesela Allah göstermesin insan birisinin gıyabında kötü laflar etse de huzurunda kendisine fıtrat gereği ihtiram göstermekte ve karşısında susmaktadır. Malumdur ki Allah Tebarek ve Teala her yerde hazır ve nazırdır ve tüm varlık memleketi onun nazarı altında sevk ve idare olmaktadır. Belki hepsi de bizzat huzur olup tüm alemler onun nazarı altında idare edilmektedir. Bütün alem Rububiyyet huzurudur.
              Şimdi söyle bakayım ey yazarın habis nefsi, böyle azametli ve bü-yük bir zatın mukaddes huzurunda bizzat kendisinin ihsan etmiş oldu-ğu bir nimet olan şu kuvvelerinle günah ve günah işlemekten daha bü-yük bir zulüm ve suç düşünülebilir mi? Acaba bir tek hardal tanesi ka-dar bile hayan olsa utançtan erimen ve yere yıkılman gerekmez mi?
              Öyleyse ey aziz! Allah’ın azametini daima hatırında tut. O’nun ni-met ve merhametlerini an ve her zaman/mekan içinde onun huzurunda olduğunu aklından çıkarma. Ona karşı günah işlemeyi ve isyankarlığı terk et. Bu büyük savaşta şeytan ordularına galebe çal, kendi memle-ketini rahmani ve hakkani bir memleket kıl ve şeytan orduları yerine hak Teala ordularının karargahı haline getir. Böylece Allah Tebarek ve Teala başka bir makamda yapacağı mücahedede ve önünde duran daha büyük bir savaş meydanında sana tevfik inayet etsin. Bu da (mezkur meydan), nefsin ikinci makamı sayılan batın aleminde nefsle cihaddan ibarettir ki Allah izin verirse biraz da ona işaret etmeye çalışacağız.
              Sana kendi kendine ümit bağlamamanı hatırlatırım. Zira Allah-u Teala’dan başka hiç kimsenin elinden bir şey gelmez. Tam tersine ağ-layıp yakararak bizzat Allah-u Teala’dan bu mücadelede sana tevfik inayet etmesini dile ki böylece inşallah belki galip gelirsin.
              Şüphesiz başarı veren sadece Allah’tır.

              Yorum


                #8
                Ynt: Kırk Hadis Şerhi/İmam Humeyni/;Artık Nefsimizle Başa Çıkacağız

                ALLAH RAZI OLSUN ABİ. İLGİ İLE TAKİP EDECEĞİM.

                Yorum


                  #9
                  Ynt: Kırk Hadis Şerhi/İmam Humeyni/;Artık Nefsimizle Başa Çıkacağız

                  "Malumdur ki, insanın bir gün muhalefet etmemesi ol-dukça kolay bir şekilde uhdesinden gelebileceği bir iştir. Sen azmet, şartlaş ve tecrübe et de bunun ne kadar kolay bir şey olduğunu gör. Şeytan ve bu mel’unun orduları bu işi senin gözünde abartıp büyüt-meye çalışabilir. Ama bil ki bu şeytanın bir hilesidir. Ona kalben ve gerçek bir şekilde lanet et, batıl evhamları kalbinden dışarı sür ve bir gün (olsun) tecrübe et, o zaman (bu işin ne kadarda kolay olduğunu) sen de tasdik edeceksin."

                  bu müthiş bir başlangıçtır Allah yoluna girmeye. Ve nefis düşmanına karşı elimizi güçlendirecek kesin galibiyetle bitecek bir yoldur. Başka alanları demiyorum ama münker dediğimiz fuhşiyat ve diğer dış unsurlara karşı konulmuş haramlardan bizi koruyacak kesin bir yoldur. Deneyelim başaracağız..

                  çünkü Yüce Şia akidesi buna çok müsait uygun bir altyapı hazırlamıştır. Çünkü şiaya göre hiç günah işlemeyen bir sürü insan ve her dönemde de mutlaka bir insan vardır. ki bunlar da bizim gibi iradeli varlıklardır. Ve kendi iradeleriyle günahlardan arınmışlardır.

                  biz yaşama gayesi sadece Allah olan ve bu yüzden lezzeti sadece Allah'a itaat ve kulluktan alan o masumlar gibi olamasak da en azından görünür haramlardan sakınabiliriz. bu mümkündür. Bir günün başında Allahımız ile sözleşerek ona söz verir: "Rabbim bu gün şeytana hiç yenilmeyip sadece seni dinleyeceğim kalbimi bundan hiç gafil kılmayacağım. ne zaman unutur ve eski alışkanlıklarım tercihimde beni bilinçsizliğe sürüklerse Sen beni uyar ben senin kollayıcılığına sığınırım lanetli şeytanın şerrinden" deyip Onunla sözleşirsek bunun mümkün olduğunu göreceğiz.

                  bir tanıdığım daha sünni inançlarından yeni sıyrılmanın eşiğindeyken günah işlememenin mümkün olmayacağını çünkü insan beşer şaşar günah işler demişti. nasıl bir gün boyunca hiç günah işlemeden durulabilir mutlaka bir yerde insan yenilir demişti.. ben de kendisine peygamberleri ve imamları göstermiştim..

                  Haklıydı ki sünni akidesine göre İmamların masumluğu bir yana Peygamberler bile hata yapan, zelle denilen küçük günah işleyen varlıklardı. Hatta bazı sünni hocalar Peygamberlerin, günah işleyenlere nasıl tevbe edip günahtan dönülmesi gerektiğini göstermek için hata yaptırılırmış. Önemli olan günah işlemek değil günahtan tevbe etmekmiş...

                  İşte bu düşünce sünnileri günah işlemeye sevk etmektedir. Ve onlar günah işlememe konusunda değil günaha tevbe etme konusuna odaklanmakta, şeytan bu yolla onları bir kere günaha daldırdıktan sonra ikinci aşama olan tevbe aşamasında daha bir kolay aldatabilmekte gaflete düşürebilmekte.

                  Çünkü tertemiz bir kalbi günaha düşürmemek tevbe etmekten daha kolaydır. Günah işleyen bir kalbe siyah nokta konmakta ve bu nokta kalbin tercihini de etklimektedir. Galip durunman yenik duruma düşmektedir. tıpkı kendine güvenen bir takımın nasıl olsa telafi ederim deyip bir gol yemesi ve kendini maça tam konsantra etmemesi gibi. ki bu ruh haliyle yediği golün moral yıkmasıyla maça konsantra mı olacaktır, yeni golleri mi engelleyecektir veya yediği golü mü telafi edecektir..

                  Oysa en iyi tedbir baştan kalbin ilgi alanını yüce mertebelere çevirmek ve o alanda yoğunlaşmasını sağlamaktır. Günahları telafiye değil verilen onca nimetin borçlarını nasıl ödeyeceğimize çevirmektir.

                  O yüzden günün başında Allah ile sözleşmeliyiz. Ve gün boyunca bu sözümüzü hatırlamalıyız. ilk başta bu zor görünebilir ama ruhumuzu ve nefsimizi buna inandırmak da bizim elimizdedir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde buna dair yollar daha açık gösterilecektir ancak şu kadarını burda ifade etmek gerekirse bu denenmiş ve başarılmış bir yoldur. Ki bu Allah'ın boş bir vaadi değildir. Allah böylesine boş şeyler vaadetmekten münezzehtir. Oysa asla günahsız yapamayacağımızı, insanın beşer olduğu beşerinse şaşar anlamına geldiği türünden batıl mantık yürütme şeytanın vaadidir. ve boştur.

                  Eğer Allah insanın tabiatında günah işlemeyi koymuş olsaydı ya da günah işlemek insanın ayrılmaz bir özelliği olsaydı bu durumda Allah'ın günahı kesinkes yasaklaması hikmetiyle bağdaşmazdı. Bu O'nun hikmetinden uzaktır. Ve yine eğer günah işlemek insanın Allah'ın yarattığı tabiatından kaynaklansaydı adaletli bir Yaratıcının işlenen günahların hesabını sorması da yakışık almazdı..

                  işte bu ve benzeri bir sürü delil nedeniyle sözleşmemizin hak olduğunu ve günah işlemeden günümüzü geçirebileceğimizi ve sanılanın aksine bu işin o kadar zor bile olmadığını kesin olarak bilebiliriz.

                  bu işin sonucunda bize yollarını gösteren Allah'a hamd etmek olacaktır...

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: Kırk Hadis Şerhi/İmam Humeyni/;Artık Nefsimizle Başa Çıkacağız

                    Ben bu güzel kitabı okumuştum iki ciltlikti aslında bu kitabı bir kez değil defalarca okumak gerek hastalıklar ve tedavileri var çok güzel bir kitap herkese tavsiye ederim kitaba ulaşamayanlarda sayenizde buradan takip ederler Allah razı olsun ehlibetin_izinde kardeş...
                    QUR WAY IS THE WAY OF İMAM MOOSA AL KADHEM
                    WHO TEACHED US TO LİVE IN THE PRISON......

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: Kırk Hadis Şerhi/İmam Humeyni/;Artık Nefsimizle Başa Çıkacağız

                      İkinci Makam: Nefsin Batınî Melekutî Makamı
                      1. Bölüm: Nefs Batınının Şeytani ve Rahmani Ordularının Çe-kişmesi
                      Bil ki, insan nefsi için başka bir memleket ve makam daha vardır. O da batın memleketi ve melekut neş’etidir ki, nefs orduları oradan daha fazla ve zahir memleketine nispeten daha da bir öneme sahiptir. Orada Rahmani ve şeytani ordular arasında var olan niza ve cidal daha da büyük ve o neş’ette galibiyetler daha fazla ve ehemmiyetlidir. Hatta zahir memleketinde var olanlar da oradan inmiş ve mülkte zuhur etmiştir. Şeytani ve rahmani ordulardan birisi orada galip gelecek olursa bu memlekette de galip gelmiş demektir. Ahlak ve sülûk ehli büyük şeyhlerin nezdinde bu makamda nefsle cihad, oldukça büyük bir öneme sahiptir. Belki bu makamı bütün mutluluk ve şekavetlerin, derece ve basamakların kaynağı olarak değerlendirmek de mümkün-dür. Dolayısıyla da insan bu cihadda kendisine oldukça dikkat etmeli-dir.
                      Allah göstermesin bu memlekette rahmani ordular mağlup olur da işbu mekan şeytan ordusundan bir takım gasıp ve ehliyetsizler tarafın-dan işgal edilecek olursa insan daimi bir helakete doğru sürüklenir ki artık bunu telafi edebilmek de müyesser olmaz, şefaatçilerin şefaati kendisine şamil kılınmaz. Allah korusun Erhamu’r-Rahim'in ona gazap, nazarıyla bakar ve belki de şefaatçiler bile sonunda onun düşmanları olu-verir.
                      Şefaatçisi onun düşmanı olan kimsenin vay haline! Allah biliyor ya, bu ilahî gazab ve Hak Teala’nın velilerinin düşmanlığının ardında o kadar azaplar, zulmetler, zorluklar ve bahtsızlıklar vardır ki cehennemin tüm ateşleri bütün zakkumlar, yılanlar ve akrepler bile onun yanında bir hiç kalmaktadır. Allah göstermesin hikmet sahipleri, arifler, riyazet ve sülûk ehli kimselerin bu azaplar hakkında verdikleri haberler biz mustaz’af ve çaresizlerin başına gelsin. Öyle ki tasavvur edebildiğiniz tüm azaplar onun yanında kolay ve rahattır. Duyduğunuz tüm cehennemler onun yanında rahmet ve cennettir.
                      Genellikle Allah’ın kitabı ile enbiya ve evliyanın haberlerinde vasfedilen cennet ve cehennem, amel cenneti ve cehennemidir ve de iyi ve kötü amellerin cezası (karşılığı) için hazırlanmıştır. Bazen örtülü bir şekilde daha önemli olan ahlak cenneti ve cehennemine, bazen de her şeyden daha mühim olan lika cenneti ile firak (ayrılık) cehennemine işaret edilmiştir. Ama hepsi de perde arkasında ve o da ehli için… ben ve sen ise ehli değiliz, ama hiç olmazsa inkar etmeyelim ve Allah-u Teala ile velilerinin dediklerine iman edelim. Olabilir ki, bu icmali ima-nın da bizler için bir faydası olsun. Bazen de yersiz inkar ile ilim ve idrak olmaksızın zamansız yapılan retlerin insan için büyük zararlara yol açması mümkündür ve bu dünya zaten o zararlara iltifat alemi değildir. Mesela falan hikmet sahibi yada falan arif veya falan dervişten senin beğenmediğin ve hoşlanmadığın bir şey söylediğini işitecek olursan hemen batıl ve hayal olduğunu söyleme. Olabilir ki o konunun kitap, sünnet ve aklî bir kaynağı vardır da siz ona rastlama-mış, görmemişsinizdir. Bir fakih mesela az gördüğünüz diyetler ba-bında bir fetva verince, sizin kaynağına müracaat bile etmeden hemen onu inkar etmeniz ile sâlik-i ilallah ya da arif-i billah olan kimselerden birinin ilahî marifetler veya cennet ve cehennemin hali hakkında söy-lediği bir sözü, kaynağını bile araştırmadan hemen onu red ve inkar etmeye kalkışmanız arasında ne fark vardır? Yoksa hakaret ve cesaret-te bulunmak daha mı kolaydır? Olabilir ki o vadinin ehli ve o fennin sahibi olan mezkur şahsın Allah’ın kitabından veya Hidayet İmamla-rı’ndan nakledilen hadislerin birinde bir kaynağı vardır da sizler ona rastlamamışsınızdır. O zaman da siz Allah ve Resulünü inkar etmiş olursunuz. Dolayısıyla özrünüz de kabul edilmez. “Bana göre doğru değildi” veya “ilmim buraya ermemişti” ya da “minber ehlinden onun aksini işitmiştim” gibi özürler kesinlikle makbul değildir. Biz yine de maksadımızdan uzaklaşmayalım; ahlak ve melekeler cenneti ile ahlak ve melekeler cehennemi hakkında söylenenler, duymaya bile takatimiz olmadığı büyük bir musibet konumundadır.
                      Öyleyse ey aziz! Biraz olsun düşün, bir çaresine bak, kendin için necat yolunu ve kurtuluş vesilesini bul, “Erhamu’r-Rahimin” olan Al-lah’a sığın, karanlık gecelerde ağlayıp yakararak o mukaddes zattan bu nefs cihadında sana yardım inayet etmesini iste. Böylelikle inşaallah galip gelirsin, memleketi rahmani kılarsın, şeytan ordularını oradan dışarı çıkarıp evi sahibinin eline verirsin. Böylece Allah da sana o kadar mutluluk, mutluluk ve rahmetler ihsan etsin ki, cennet, huri ve köşklerin nitelikleri hakkında duyduğun her şey onun yanında hiç bir değer ifade etmesin. Bu (rahmet), evliyaullahın bu hak dine bağlı olan millete haber verdiği genel ilahî saltanattır ve aslında o şeylerden daha da yücedir ki ne bir kulak işitmiş, ne bir göz görmüş ve ne de bir insa-nın kalbinden geçmiştir.


                      ___________________

                      Peygamberin (s.a.a) şu hadisine işarettir: “Allah şöyle buyurmaktadır: “Ben salih kullarıma hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşer kalbinin içinden geçirmediği şeyler hazırladım.” (Mecme’ul Beyan, Secde/18. ayetin tefsirinde ve Bihar’ul Envar, c. 8, s. 198, Kitab’ul Adl-i ve’l Miad, Bab’ul Cennet, 168. hadis

                      Yorum


                        #12
                        Ynt: Kırk Hadis Şerhi/İmam Humeyni/;Artık Nefsimizle Başa Çıkacağız

                        2. Bölüm: Bazı Batini Kuvvetlere Kısaca Bir İşaret
                        Bil ki, Allah Tebarek ve Teala kendi kudret eli ve hikmetiyle gayb aleminde ve nefsin batınında sayısız menfaatleri bulunan bir çok kuv-vetler yaratmıştır. Bizim burada bahsetmek istediğimiz ise vahime, gazabiyye ve şeheviyye kuvveleridir. Bu kuvvelerden her birinin, tür ve şahsın muhafazası ile dünya ve ahiretin imarı hususunda ulemanın da zikrettiği sayısız menfaatleri vardır ki şu anda onları zikretmeyi ge-rekli görmüyoruz. Uyarı makamında söylenmesi gereken şey ise bu üç kuvvenin, tüm güzel ve kötü melekelerin kaynağı ve gaybi-melekutî suretlerin kaynağı olduğudur.
                        Bunun kısaca izahı şudur: Allah Tebarek ve Teala’nın nihai bir gü-zellik, zarafet ve harika bir karışımla yarattığı bu insanın dünyada mülkî-dünyevi bir sureti vardır ki, bütün filozof ve büyük şahsiyetlerin aklını hayrete düşürmüş, anatomi ilmî ise şimdiye kadar onun hakkında sağlıklı ve yetkin bir bilgi edinememiştir. Allah insana yaratıkları ara-sında belli bir karışım güzelliği ve güzel görünümlü bir cemal ihsan etmiştir. Aynı şekilde insanın melekutî-gaybi bir suret ve şekli de var-dır ki (ister berzah alemi olsun isterse kıyamet) ölümden sonraki alemde nefsin melekeleri ile batınî huylarına tabidir.
                        İnsanın batınî ahlakı ve deruni melekesi insanî olursa, onun melekutî sureti de insanî bir suret olacaktır. Ama eğer melekeleri insanî olmazsa (melekutî sureti de) insanî olmaz ve deruni melekeye tabi olur. Mesela eğer insan, batınî şehvet ve hayvanlık melekesine mağlup düşecek olursa ve batın memleketinin hükmü de hayvani bir hüküm haline gelirse, insanın melekutî sureti de ahlakıyla uygun bir hayvan şekline bürünür. Eğer batınına gazap ve yırtıcılık melekesi galebe çalacak olursa, batın memleketinin hükmü yırtıcılık hükmü olur ve gaybi-melekutî sureti de yırtıcı hayvanlardan biri haline gelir. Eğer vehm ve şeytanlık onda meleke (aptitude) haline gelir, batını şeytani meleklere sahip olur ve derunu hile, sahtekarlık, laf taşıyıcılık ve gıybet kabilinden şeytani melekeleri haiz bulunursa, o zaman gayb ve melekut sureti kendisiyle uyumlu bir şeytan haline gelir. O zaman artık hiç bir hayvanın şekline bürünmez; tam tersine oldukça garip bir surete bürü-nür ki bu alemde ondan daha korkunç ve vahşetli bir suret bulabilmek mümkün olmaz. Peygamber (s.a.a) bir hadisinde şöyle buyuruyor: “Bazı insanlar kıyamet gününde maymun ve şempanzeden daha çirkin bir surette haşrolacaktır.”
                        Hatta bir insan için o alemde birkaç suretin olması da mümkündür. Zira o alem, her şeyin sadece bir surette göründüğü bu alem gibi de-ğildir ve bu mesele kanıtlar ile de mutabıktır ve de kendi yerinde açık-lanmıştır.
                        Bil ki, sadece birinin insan, geriye kalanlarının ise başka şeyler ol-duğu bu muhtelif suretler hususunda ölçü, nefsin bu bedenden çıktığı ve berzah memleketi ile evveli berzahta olan ahiret sultanının galebesi peydahlandığı zamandır. (Nefs) bedenden çıktığı zaman dünyadan hangi melekeyle ayrılmışsa ahiretteki sureti de o melekeye göre şekil-lenir ve melekutî-berzahi gözü onu görmektedir. Eğer gözü olursa biz-zat kendisi de berzahi gözünü açtığında olduğu gibi bizzat kendisini müşahede etmektedir. İnsanın bu dünyada sahip olduğu surete ahirette de sahip olması diye bir zorunluluk yoktur. Allah-u Teala haşr zama-nında bazılarının şöyle dediğini haber veriyor: “Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin, oysa ben gören bir kimseydim.” Onlara şöyle cevap verilecek. “Böyledir, ayetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun, bugün de öylece unutulursun.”
                        Ey zavallı, sen sadece zahirî gören mülkî göze sahiptin, ama batının ve melekutun kör idi, körlüğünü şimdi idrak ettin. Halbuki sen daha önce de kördün. Allah’ın ayetlerini gören batınî basiret gözünden mahrum idin. Ey zavallı, sen boylu-pozlu ve mülkî endamlı birisin. Ama melekut ve batın ölçüsü başka bir şeydir. Batınî istikamete sahip olmalısın ki, melekutta de doğru endamlı biri olabilesin. Berzah ve ahiret aleminde insanî bir surete sahip olabilmek için ruhun insanî bir ruh olmalıdır. Yoksa sen sırların keşfi ve meleklerin zuhur alemi olan batın ve gayb aleminin de karışıklık ve yanlışlıklarla dolu işbu zahirî dünya alemi gibi olduğunu mu sanıyorsun? Göz, kulak, el, ayak ve sair organların hepsi melekutî dillerle, hatta bazısına göre melekutî su-retlerle yaptıklarını bir bir haber verecektir.
                        Uyan ey aziz! Kalb kulağının aç, himmet kemerini kuşan ve kendi bahtsızlığına acı ki, kendine insanî bir suret edinebilesin, kurtuluş ve mutluluk ehli olabilmek için bu alemden insanî bir surette ayrılabilesin. Sakın bunları salt bir öğüt ve hitabe olarak değerlendirme. Bütün bunlar büyük filozofların felsefi kanıt ve riyazet sahibi kimselerin keşfi ile sadık ve masumların verdiği haberlerin bir neticesidir. Ama bu sayfalarda kanıt ikamesine ve bir çok haber ve eserlerin nakline niyetli değiliz.

                        Yorum


                          #13
                          Ynt: Kırk Hadis Şerhi/İmam Humeyni/;Artık Nefsimizle Başa Çıkacağız

                          konunun bir benzeri açıldığı için kaldırılmasını talep ediyorum :

                          http://www.velayet.com/index.php?top...96.0;topicseen

                          Yorum

                          YUKARI ÇIK
                          Çalışıyor...
                          X