KENDİNİ TANIMA VE YETİŞTİRME
İnsan tek gerçeğe sahip olsa da çeşitli boyutları olan bir varlıktır. İdrak ve şuursuz topraktan başlamış olan varlığı, soyut melekûti cevhere ulaşmaktadır.
“Ki O, yarattığı her şeyi ne güzel yapan ve insanı yaratmaya da bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale’den) basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra da onu düzeltip belli bir biçime soktu ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, göz ve gönüller var etti. Ne kadar da az şükretmektesiniz?!”[10] Kur’an’ın buyurduğu gibi insan, varlığın çeşitli derece ve boyutlarına sahiptir. Bir taraftan tabii bir cismin özelliklerine sahipken, diğer taraftan bitkisel (gelişen ve eğitilen) bir varlıktır. Bir başka yönüyle ise hayvandır ve onda bulunan özellikleri taşır. Sonuç olarak kendisinde bulunan bir takım özelliklerden dolayı da insan olur.
“Benim yemeğim, benim erginliğim ve benim gelişmem” derken sahip olduğu bitkisel cismin derecesini beyan etmektedir. “Benim hareketim, benim şehvetim ve benim öfkem” derken kendi hayvanî boyutunu anlatmaktadır. “Benim düşüncem, benim fikrim ve benim aklım” dediğinde ise yüce insanlık boyutunu anlatmaktadır. Demek ki insanın çeşitli “ben” ve “ego”ları vardır: Cismî ben, nebâtî (eğitilen ve gelişen) ben, hayvanî ben ve insanî ben... Ancak asalet ve değer, onun insanî benine aittir. İnsanı insan yapan ve diğerlerinden üstün kılan şey onun mücerret olan melekuti ruhudur.
“Andolsun, biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine (sülâle ve rahime) yerleştirdik. Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alakı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası (cenin) daha sonra et parçasından kemik yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratılışla (soyut melekûtî ruhu üfürerek) onu inşâ ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir.”[11]
Allah Teâlâ “Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir.” kelamını insanın yaratılışı hakkında buyurmuştur. İşte bu melekûtî ruh vasıtasıyla insan öyle yüce bir makama ulaşır ki Allah Teâlâ meleklere: “Ona (Adem’e) bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üflediğimde hemen ona secde ederek kapanın.”[12] emrini veriyor.
Eğer insana ululuk verilmişse ve Allah Teâlâ onun hakkında: “Andolsun, biz Ademoğlunu yücelttik, onları karada ve denizde (çeşitli araçlarla) taşıdık, temiz-güzel şeylerden rızıklandırdık ve yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık.”[13] buyuruyorsa, bu onun sözkonusu melekûtî boyutu içindir.
Eğer insan kendini yetiştirmek istiyorsa insanî boyutunu yetiştirmeli ve ıslah etmelidir hayvanî veya cismi boyutunu değil. Peygamberlerin hedefi de insana, kendini yetiştirmesi ve insanî boyutunu ıslah etmesi için yol göstererek destek olmak ve yardım etmektir. Peygamberler, insanlara: “Kendinizi, yani insanî yönünüzü unutmayın, eğer insanî yönünüzü hayvanî istek ve eğilimlere feda edecek olursanız zarar etmiş olursunuz” diye buyurmaktadırlar.
Kur’ân-ı Kerim’de de: “De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini (insanî egolarını), hem de yakınlarını hüsrana uğratanlardır. Haberiniz olsun; bu apaçık hüsranın tâ kendisidir.”[14] diye buyurulmaktadır.
Hayvanî hayattan başka bir şey düşünmeyen kimseler gerçekten kendilerinin insanî kişiliklerini kaybettikleri halde onu aramamaktadırlar.
Mü’minlerin emiri Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Kaybettiği eşyayı bulmak için çalıştığı halde kaybettiği kendi (insanî) nefsini bulmak için çaba harcamayan kimseye şaşarım.”[15]
İnsanın dünyada, insanî ve gerçek kişiliğini kaybetmesinden daha kötü ve daha acı bir hüsran yoktur. Böylelerinin elinde hayvanlıktan başka boyut kalmamıştır.
İnsan tek gerçeğe sahip olsa da çeşitli boyutları olan bir varlıktır. İdrak ve şuursuz topraktan başlamış olan varlığı, soyut melekûti cevhere ulaşmaktadır.
“Ki O, yarattığı her şeyi ne güzel yapan ve insanı yaratmaya da bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale’den) basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra da onu düzeltip belli bir biçime soktu ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, göz ve gönüller var etti. Ne kadar da az şükretmektesiniz?!”[10] Kur’an’ın buyurduğu gibi insan, varlığın çeşitli derece ve boyutlarına sahiptir. Bir taraftan tabii bir cismin özelliklerine sahipken, diğer taraftan bitkisel (gelişen ve eğitilen) bir varlıktır. Bir başka yönüyle ise hayvandır ve onda bulunan özellikleri taşır. Sonuç olarak kendisinde bulunan bir takım özelliklerden dolayı da insan olur.
“Benim yemeğim, benim erginliğim ve benim gelişmem” derken sahip olduğu bitkisel cismin derecesini beyan etmektedir. “Benim hareketim, benim şehvetim ve benim öfkem” derken kendi hayvanî boyutunu anlatmaktadır. “Benim düşüncem, benim fikrim ve benim aklım” dediğinde ise yüce insanlık boyutunu anlatmaktadır. Demek ki insanın çeşitli “ben” ve “ego”ları vardır: Cismî ben, nebâtî (eğitilen ve gelişen) ben, hayvanî ben ve insanî ben... Ancak asalet ve değer, onun insanî benine aittir. İnsanı insan yapan ve diğerlerinden üstün kılan şey onun mücerret olan melekuti ruhudur.
“Andolsun, biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine (sülâle ve rahime) yerleştirdik. Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alakı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası (cenin) daha sonra et parçasından kemik yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratılışla (soyut melekûtî ruhu üfürerek) onu inşâ ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir.”[11]
Allah Teâlâ “Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir.” kelamını insanın yaratılışı hakkında buyurmuştur. İşte bu melekûtî ruh vasıtasıyla insan öyle yüce bir makama ulaşır ki Allah Teâlâ meleklere: “Ona (Adem’e) bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üflediğimde hemen ona secde ederek kapanın.”[12] emrini veriyor.
Eğer insana ululuk verilmişse ve Allah Teâlâ onun hakkında: “Andolsun, biz Ademoğlunu yücelttik, onları karada ve denizde (çeşitli araçlarla) taşıdık, temiz-güzel şeylerden rızıklandırdık ve yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık.”[13] buyuruyorsa, bu onun sözkonusu melekûtî boyutu içindir.
Eğer insan kendini yetiştirmek istiyorsa insanî boyutunu yetiştirmeli ve ıslah etmelidir hayvanî veya cismi boyutunu değil. Peygamberlerin hedefi de insana, kendini yetiştirmesi ve insanî boyutunu ıslah etmesi için yol göstererek destek olmak ve yardım etmektir. Peygamberler, insanlara: “Kendinizi, yani insanî yönünüzü unutmayın, eğer insanî yönünüzü hayvanî istek ve eğilimlere feda edecek olursanız zarar etmiş olursunuz” diye buyurmaktadırlar.
Kur’ân-ı Kerim’de de: “De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini (insanî egolarını), hem de yakınlarını hüsrana uğratanlardır. Haberiniz olsun; bu apaçık hüsranın tâ kendisidir.”[14] diye buyurulmaktadır.
Hayvanî hayattan başka bir şey düşünmeyen kimseler gerçekten kendilerinin insanî kişiliklerini kaybettikleri halde onu aramamaktadırlar.
Mü’minlerin emiri Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Kaybettiği eşyayı bulmak için çalıştığı halde kaybettiği kendi (insanî) nefsini bulmak için çaba harcamayan kimseye şaşarım.”[15]
İnsanın dünyada, insanî ve gerçek kişiliğini kaybetmesinden daha kötü ve daha acı bir hüsran yoktur. Böylelerinin elinde hayvanlıktan başka boyut kalmamıştır.
Yorum