Burada, çeşitli nefsanî hastalıkları tanımakta yararlanacağımız yol ve vesilelere değinmemiz gerekecek:
1- AKLI GÜÇLENDİRME:
İnsanı diğer yaratıklardan ayıran onun yüksek ve melekûtî mertebesi, varlığının en mükemmel noktası Kur’an-ı Kerim ve rivayetlerin değişiyle ruh, nefs, kalp ve akıl gibi çeşitli adlarla adlandırılmaktadır. Bunların hepsi tek başına bir tek hakikati açıklığa kavuşturduğu halde çeşitli sebeplerden dolayı çeşitli adlarla adlandırılmıştır (isimlendirilmiştir). Düşünme, tefekkür ve akıl etme kaynağı olduğu için “akıl” diye adlandırılmıştır.
Akıl, kitap ve sünnette özel bir yere sahip olup hatta özel bir faslı kendine mahsus kılmıştır. Akıl, rivayetlerde varlıkların en şereflisi, sorumluluğun, sevap ve cezanın kaynağı olarak tanıtılmıştır. Örneğin:
İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyurmuşlardır: “Allah'u Teâlâ aklı yarattığı zaman onu konuşturdu ve “gel” diye buyurdu; akıl da itaat etti. Sonra “dön” diye buyurdu; yine akıl itaat etti. Daha sonra da “izzet ve celalime andolsun! Senden daha iyi ve daha sevgili bir varlık yaratmadım ve seni sadece kendisini sevdiğim kimsede mükemmelleştiririm. Bil ki; benim emir ve nehyim sana yönlenmiştir ve sana (bunun karşılığında) sevap ve ceza vereceğim!”[1]
İnsan, aklı vasıtasıyla düşünür ve gereçekleri idrak eder, iyi ve kötüyü, yararlı ve zararlı şeyleri ayırt eder. Allah’ı ve kendini aklın vasıtasıyla tanır, vazifelerini teşhis eder; eğer insanın aklı olmasaydı onunla diğer hayvanlar arasında bir fark kalmazdı; dolayısıyla Allah'u Teâlâ Kuran-ı Kerim’de düşünme, tefekkür etme, akıl etme ve araştırma üzerinde önemle durmuş ve insandan aklın kullanmasını istemiştir. Örneğin Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklar; umulur ki akıl erdiresiniz.”[2]
Başka bir yerde ise şöyle buyuruyor: “Siyah gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri oluversin?”[3]
Diğer bir ayette de buyuruyor ki: “Gerçek şu ki, Allah katında, yerde debelenenlerin (insan dahil bütün canlıların) en kötüsü, (bir türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir.”[4]
Allah-u Teâlâ aklı, kulağı ve dili olup da gerçekleri tanımak için ondan yararlanmayanları hayvanların safında ve hatta onlardan daha aşağılık tanıtmıştır, çünkü onlar akıllarını kullanmamışlardır ve buyuruyor ki:
“O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar.”[5]
İnsanın bütün güzel yönü onun aklı içindir. Aklı vasıtasıyla Allah’ı tanır ve ibadet eder. Ahiret'e iman eder ve onun için hazırlanır, peygamberleri kabul edip onlara itaat eder, ahlâkî değerleri tanır ve kendini onlarla yetiştirir. Rezaletleri tanıyıp onlardan kaçınır. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde akıl övülmüştür:
İmam Cafer-i Sadık (a.s) kendisinden (akıl hakkında) soru soran bir kimsenin cevabında: “Akıl, kendisi vasıtasıyla Allah’a ibadet edildiği ve Cennetinin kazanıldığı bir şeydir.”[6] buyurdu.
Başka bir yerde İmam Sadık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir: “Her kimin aklı varsa dini de vardır ve dini olan kimse ise Cennet'e girecektir.”[7]
İmam Musa-i Kâzım (a.s) Hişam b. Hakem’e şöyle buyurmuşlardır:
“Allah’ın halka iki hücceti vardır; biri zahiri hüccet, diğeri ise batini hüccettir, zahiri hüccet Peygamberler ve Masum İmamlar'dır. Batıni hüccet ise akıllardır.”[8]
İmam Sadık’tan (a.s) şöyle naklediliyor: “Akıl açısından halkın en mükemmeli, ahlâkı en güzel olanlarıdır.”[9]
Yine imam Sadık buyuruyor ki “Akıl müminin kılavuzudur.”[10]
İmam Rıza (a.s)'dan şöyle naklediliyor: “İnsanın dostu onun aklı ve düşmanı ise cehaletidir.”[11]
Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “İnsanın kibirli olması onun aklının zaafını gösterir”[12]
İmam Musa-i Kâzım (a.s) Hişam b. Hekem’e şöyle buyurmuşlardır: “Malı olmaksızın zengin olmayı, kalbinin kıskançlıktan kurtulmasını ve dininin sağlam kalmasını isteyen kimse yalvarıp yakararak Allah'u Teâlâ’dan aklını kemâle ulaştırmasını istemeli; aklı olan kimse kendisi için yeterli olan miktarla yetinir, yeteri miktarla yetinen kimse de ihtiyaçsız olur ve yeteri miktarla yetinmeyen kimse ise hiç bir zaman ihtiyaçsız (gani) olmaz.”[13]
Ey Hişam! Akıllı kimseler dünyaya ait olan fazla ve gereksiz işleri terkederler. Hele günahlara hiç yanaşmazlar, oysa dünyayı terketmek fazilettir, günahları terketmek ise farzdır.”[14]
“Ya Hişam! Akıllı bir kimse nefsi yalana meyilli olsa bile yalan söylemez.”[15]
“Ey Hişam! Mürüvveti olmayanın dini yoktur, aklı olmayanın mürüvveti yoktur ve halkın en üstünü ise dünyayı önemsemeyen ve ona değer vermeyen kimsedir. Bilin ki; vücutlarınızın karşılığı sadece Cennet'tir; öyleyse Cenne'tten başka bir şeyle onu değiştirmeyiniz.”[16]
Bu hadislerden, aklın değerini ve onun maarif ve ilim edinmede, tahsil etmede Allah’a tapınmada, marifette, ahlâkî değerlerden yararlanmada, günah ve rezaletlerden kaçınmadaki önemli rolü anlaşılmaktadır. Burada şu noktayı hemen belirtelim ki bu hedeflere ulaşmak için sırf aklın varlığı yeterli değildir; bilakis aklı kullanmak ve ondan yararlanmak da şarttır. Akıl vücutta adaletli ve işinin ehli bir hakim ve kadı gibidir. Ancak onun için emniyetli bir ortam hazırlanıp kadılığı kabul edildiği durumda kadılığını iyi bir şekilde yapabilir. O, bilgili, güçlü tedbirli ve iyiliksever bir hakim gibidir, ancak onun hakimiyetinin tesbit ve teyid edilmesi de şarttır. Kendisiyle müşavere edilen, bilgili, güvenilir ve iyliksever bir kimse gibidir o; ancak kendisiyle müşavere edilmesi ve sözlerinin dinlenilmesi gerekir.
Akıl vücutta hakim olur da nefsanî güdü ve eğilimleri kontrol ederse ülkesini (vücudu) en güzel şekilde idare eder, eğilimlerle diğer güç ve kuvvetler arasında denge kurar, herkesi tekâmül ve Allah’a doğru seyr ve süluk doğrultusunda hareket ettirir; ancak hayvanî eğilim ve istekler, o kadar kolay bir şekilde aklın hakimiyetini kabul edip onun emirleri karşısında teslim olurlar mı ki?!Nefsanî eğilimler, aklı saf dışı etmek için ellerinden geldiği kadar bozgunculuk yapıp fitne çıkarırlar. Bunun tek kurtuluş yolu aklı güçlendirmektir. Zira akıl her ne kadar güçlü ve etkili olursa iç düşmanları daha iyi tanır ve onları dizginleyip ezmek için daha güçlü olur. Kendi aklımızı güçlendirip sağlamlaştırmak için. çalışıp çaba harcamak ise bize düşer.
1- AKLI GÜÇLENDİRME:
İnsanı diğer yaratıklardan ayıran onun yüksek ve melekûtî mertebesi, varlığının en mükemmel noktası Kur’an-ı Kerim ve rivayetlerin değişiyle ruh, nefs, kalp ve akıl gibi çeşitli adlarla adlandırılmaktadır. Bunların hepsi tek başına bir tek hakikati açıklığa kavuşturduğu halde çeşitli sebeplerden dolayı çeşitli adlarla adlandırılmıştır (isimlendirilmiştir). Düşünme, tefekkür ve akıl etme kaynağı olduğu için “akıl” diye adlandırılmıştır.
Akıl, kitap ve sünnette özel bir yere sahip olup hatta özel bir faslı kendine mahsus kılmıştır. Akıl, rivayetlerde varlıkların en şereflisi, sorumluluğun, sevap ve cezanın kaynağı olarak tanıtılmıştır. Örneğin:
İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyurmuşlardır: “Allah'u Teâlâ aklı yarattığı zaman onu konuşturdu ve “gel” diye buyurdu; akıl da itaat etti. Sonra “dön” diye buyurdu; yine akıl itaat etti. Daha sonra da “izzet ve celalime andolsun! Senden daha iyi ve daha sevgili bir varlık yaratmadım ve seni sadece kendisini sevdiğim kimsede mükemmelleştiririm. Bil ki; benim emir ve nehyim sana yönlenmiştir ve sana (bunun karşılığında) sevap ve ceza vereceğim!”[1]
İnsan, aklı vasıtasıyla düşünür ve gereçekleri idrak eder, iyi ve kötüyü, yararlı ve zararlı şeyleri ayırt eder. Allah’ı ve kendini aklın vasıtasıyla tanır, vazifelerini teşhis eder; eğer insanın aklı olmasaydı onunla diğer hayvanlar arasında bir fark kalmazdı; dolayısıyla Allah'u Teâlâ Kuran-ı Kerim’de düşünme, tefekkür etme, akıl etme ve araştırma üzerinde önemle durmuş ve insandan aklın kullanmasını istemiştir. Örneğin Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklar; umulur ki akıl erdiresiniz.”[2]
Başka bir yerde ise şöyle buyuruyor: “Siyah gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri oluversin?”[3]
Diğer bir ayette de buyuruyor ki: “Gerçek şu ki, Allah katında, yerde debelenenlerin (insan dahil bütün canlıların) en kötüsü, (bir türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir.”[4]
Allah-u Teâlâ aklı, kulağı ve dili olup da gerçekleri tanımak için ondan yararlanmayanları hayvanların safında ve hatta onlardan daha aşağılık tanıtmıştır, çünkü onlar akıllarını kullanmamışlardır ve buyuruyor ki:
“O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar.”[5]
İnsanın bütün güzel yönü onun aklı içindir. Aklı vasıtasıyla Allah’ı tanır ve ibadet eder. Ahiret'e iman eder ve onun için hazırlanır, peygamberleri kabul edip onlara itaat eder, ahlâkî değerleri tanır ve kendini onlarla yetiştirir. Rezaletleri tanıyıp onlardan kaçınır. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde akıl övülmüştür:
İmam Cafer-i Sadık (a.s) kendisinden (akıl hakkında) soru soran bir kimsenin cevabında: “Akıl, kendisi vasıtasıyla Allah’a ibadet edildiği ve Cennetinin kazanıldığı bir şeydir.”[6] buyurdu.
Başka bir yerde İmam Sadık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir: “Her kimin aklı varsa dini de vardır ve dini olan kimse ise Cennet'e girecektir.”[7]
İmam Musa-i Kâzım (a.s) Hişam b. Hakem’e şöyle buyurmuşlardır:
“Allah’ın halka iki hücceti vardır; biri zahiri hüccet, diğeri ise batini hüccettir, zahiri hüccet Peygamberler ve Masum İmamlar'dır. Batıni hüccet ise akıllardır.”[8]
İmam Sadık’tan (a.s) şöyle naklediliyor: “Akıl açısından halkın en mükemmeli, ahlâkı en güzel olanlarıdır.”[9]
Yine imam Sadık buyuruyor ki “Akıl müminin kılavuzudur.”[10]
İmam Rıza (a.s)'dan şöyle naklediliyor: “İnsanın dostu onun aklı ve düşmanı ise cehaletidir.”[11]
Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “İnsanın kibirli olması onun aklının zaafını gösterir”[12]
İmam Musa-i Kâzım (a.s) Hişam b. Hekem’e şöyle buyurmuşlardır: “Malı olmaksızın zengin olmayı, kalbinin kıskançlıktan kurtulmasını ve dininin sağlam kalmasını isteyen kimse yalvarıp yakararak Allah'u Teâlâ’dan aklını kemâle ulaştırmasını istemeli; aklı olan kimse kendisi için yeterli olan miktarla yetinir, yeteri miktarla yetinen kimse de ihtiyaçsız olur ve yeteri miktarla yetinmeyen kimse ise hiç bir zaman ihtiyaçsız (gani) olmaz.”[13]
Ey Hişam! Akıllı kimseler dünyaya ait olan fazla ve gereksiz işleri terkederler. Hele günahlara hiç yanaşmazlar, oysa dünyayı terketmek fazilettir, günahları terketmek ise farzdır.”[14]
“Ya Hişam! Akıllı bir kimse nefsi yalana meyilli olsa bile yalan söylemez.”[15]
“Ey Hişam! Mürüvveti olmayanın dini yoktur, aklı olmayanın mürüvveti yoktur ve halkın en üstünü ise dünyayı önemsemeyen ve ona değer vermeyen kimsedir. Bilin ki; vücutlarınızın karşılığı sadece Cennet'tir; öyleyse Cenne'tten başka bir şeyle onu değiştirmeyiniz.”[16]
Bu hadislerden, aklın değerini ve onun maarif ve ilim edinmede, tahsil etmede Allah’a tapınmada, marifette, ahlâkî değerlerden yararlanmada, günah ve rezaletlerden kaçınmadaki önemli rolü anlaşılmaktadır. Burada şu noktayı hemen belirtelim ki bu hedeflere ulaşmak için sırf aklın varlığı yeterli değildir; bilakis aklı kullanmak ve ondan yararlanmak da şarttır. Akıl vücutta adaletli ve işinin ehli bir hakim ve kadı gibidir. Ancak onun için emniyetli bir ortam hazırlanıp kadılığı kabul edildiği durumda kadılığını iyi bir şekilde yapabilir. O, bilgili, güçlü tedbirli ve iyiliksever bir hakim gibidir, ancak onun hakimiyetinin tesbit ve teyid edilmesi de şarttır. Kendisiyle müşavere edilen, bilgili, güvenilir ve iyliksever bir kimse gibidir o; ancak kendisiyle müşavere edilmesi ve sözlerinin dinlenilmesi gerekir.
Akıl vücutta hakim olur da nefsanî güdü ve eğilimleri kontrol ederse ülkesini (vücudu) en güzel şekilde idare eder, eğilimlerle diğer güç ve kuvvetler arasında denge kurar, herkesi tekâmül ve Allah’a doğru seyr ve süluk doğrultusunda hareket ettirir; ancak hayvanî eğilim ve istekler, o kadar kolay bir şekilde aklın hakimiyetini kabul edip onun emirleri karşısında teslim olurlar mı ki?!Nefsanî eğilimler, aklı saf dışı etmek için ellerinden geldiği kadar bozgunculuk yapıp fitne çıkarırlar. Bunun tek kurtuluş yolu aklı güçlendirmektir. Zira akıl her ne kadar güçlü ve etkili olursa iç düşmanları daha iyi tanır ve onları dizginleyip ezmek için daha güçlü olur. Kendi aklımızı güçlendirip sağlamlaştırmak için. çalışıp çaba harcamak ise bize düşer.
Yorum