Hz. Ali'nin (a.s) kadınlar hakkındaki tutum ve tavırları
Bir insanın tutum ve tavırlarını bilebilmek için o insanın davranışlarını, davranışlarının temelini oluşturan ilkeleri ve kullandığı yöntemleri bilmemiz gerekir.
Buna göre, "Tutum ve tavırlar, gerçekte belli bir alanda davranış biçimini belirleyen değişmez ilkelerdir." diyebiliriz. Başka bir ifadeyle; tutum ve tavırlar, insanın pratik mantığıdır. Ancak, nasıl ki teorik mantık alanında herkes düşünüyor ama herkes mantıklı düşünmüyorsa, pratik mantık alanında da herkes birtakım davranışlar sergiler ama herkesin davranışları belli ölçü ve esaslara dayalı olmaz. Bütün davranışları belli ölçü ve ilkeler dayalı insanların sayısı çok azdır. Çoğu insanın düşüncesine hâkim olan hercümerç ve mantıksızlık, davranışlarına da hâkimdir.1
Hiç kuşkusuz, tutum ve davranışları belli ölçü ve ilkelere dayalı olan yüce insanlardan biri de Hz. Ali'dir. Bu nedenle onun kadınlarla ilgili tutum ve tavırlarını incelerken, aslında onun bu ilkelerini ve düşünce tarzını ortaya çıkarmaya çalışıyoruz.
Nehc'ül-Belâğa ile Kur'ân arasındaki sıkı bağlantı
Ehlibeyt'in, insanlara Kur'ân'ın feyiz kapılarını açanlar ve ilâhî kelâmın sözcüleri olduğu gerçeğinden hareketle, onların sözlerinin, engin ilâhî kaynaktan beslendiğini söyleyebiliriz. Gerçekte onlar, Kur'ân'ın gerçek müfessirleri, koruyucuları ve bu suskun kitabın konuşturucularıdırlar. Onlar, Kur'ân takipçilerinin, bu engin ve saf ilâhî kaynaktan faydalanmaları için güvenilir bir vasıtadırlar. Nitekim Hz. Ali (a.s), hiçbir zaman Kur'ân'dan ayrılmayan Ehlibeyt hakkında şöyle buyuruyor:
"Onlar öyle kişilerdir ki hilimleri (veya hükümleri) ilimlerinden, susmaları konuşmalarından, görünüşleri iç yüzlerinden haber verir size. Onlar, dine karşı durmazlar ve dinde ayrılıklara düşmezler. Din, onların arasında gerçek tanıktır, sustuğu hâlde onların üstünlüğünü söyler durur."2
Yine başka bir yerde şöyle buyuruyor: "Bu Kur'ân'dır, onu konuşturmaya çalışın; ama o konuşmaz. Lâkin ben ondan haber vereyim size; geleceğin bilgisi, geçmişe ait haberler, derdinizin ilâcı, aranızdaki düzenin gerektirdiği her şey ondadır."3
Masum Ehlibeyt İmamları, Kur'ân'a sarılanların başında gelmekte ve bu ilâhî kelâma asla muhalefet etmemişlerdir. Sözlerinde ilâhî kelâma bağlılıktan başka bir şey görülmemiş ve inançlarının kaynağı Kur'ân olmuştur.
İşte bu yüzden, konumuz olan kadınların hakkında Hz. Ali'nin (a.s) teorik yaklaşımına ulaşmanın en iyi yolu Kur'ân'dır.
Daha önce de değindiğimiz üzere, Kur'ân'ı Kerim, kadını tüm ilâhî ihsanlardan nasiplenmiş, erkekle müşterek insanî kimliğe sahip, manevî olgunluklardan payına düşeni almış ve erkekle eşit insan haklarına sahip bulunan biri olarak ele alır. Öyle ki, iman edenlere imanın örneği olarak bir kadını tanıtıyor. Nitekim küfrün örneğini de yine kadınlar arasında gösteriyor.
Şu bir gerçek ki, Kur'ân penceresinden kadın hakkında beyan ettiğimiz düşünceler, Hz. Ali de de mevcuttur. Kur'ân açısından kadın, kâmil bir insan, fakat Kur'ân-ı Natık olan Ali (a.s) açısından geri zekâlı, zayıf imanlı veya akrep ve şer gibi tabirlerle anılan bir varlık olması mümkün olamaz.
Öyleyse Kur'ân'la Kur'ân'ın müfessiri arasındaki bu açık çelişkiyi nasıl yorumlayacağız? Oysa Nehc'ül-Belâğa, içerik olarak Kur'ân'ın ta kendisidir. Farklılık, Kur'ân-ı Kerim'in genel, asırlar ve nesiller üstü bir söyleme, Nehc'ül-Belâğa'nın ise, Kur'ân'ın genel meselelerini bir millet üzerinde tatbik eden, yani meseleyi daha özele indirgeyen bir söyleme sahip olmasındadır. Demek ki, Nehc'ül-Belâğa'yı Kur'ân'dan bağımsız bir şekilde incelemek, ruhsuz bir bedene bakmak gibidir. Nitekim Kur'ân'ı da Nehc'ül-Belâğa'dan ayırmak, ruhu bedenden ayırmak gibidir.4
Başka bir ifadeyle; Hz. Ali'nin (a.s) kullandığı dil bir taraftan ilâhî, yani vahye dayalı bir dildir. Yani Peygamber'in dilidir, uzmanlık dili değildir. O da tıpkı Peygamber gibi halkın konuştuğu dille konuşur. Meselâ "su" dediği zaman halkın günlük içtiği suyu kasteder. Halbuki suyun, örneğin kimya bilimcinin yanındaki çağrışımı daha başkadır. Öte taraftan, insan aklına dayalı bir dildir. Yani ümmî bir dil olmakla birlikte uzmanlık kapılarını açan bir dildir. Tarihten söz ettiği zaman, tarih felsefesinin temel öğelerini açığa çıkarır. Psikolojiden bahsettiği zaman, sözler senfonisinden insan ruhunun bilinmeyen notalarını döker ortaya. Toplumla ilgili konuştuğu zaman, sosyolojinin kapılarını açar sonuna kadar. Onun için diyoruz ki, Ali'nin dili bir dildir ki, bir taraftan ilâhî vahye, öte taraftan da insanın sınırlı aklına dayalıdır.5
Bu nedenle açık yüreklilikle diyebiliriz ki, Nehc'ül-Belâğa'da çizilen kadın portresi, kadının Kur'ân'daki tam görüntüsünün tek boyutlu açılımıdır. Bu yüzden Nehc'ül-Belâğa'da kadının görüntüsünü ve şahsiyetini anlayabilmek için Kur'ân'a müracaat etmeli ve Kur'ân'a tatbik ederek mütalâa etmeliyiz.
İmam Ali (a.s) açısından dine yönelik tehlikeler ve bu noktada kadının rolü
Nehc'ül-Belâğa, Kur'ân'ı tefsir eden bir kitap olarak, kadın fitneleri ve siyasî komplolarla dolu bir atmosferde ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda da zorunlu olarak kadının eksiklik ve noksanlık yönlerine değinilmiş, kadının şahsiyetinden söz edilmemiş, eksiklerinden bahsedilmiştir. Bu nedenle dinde görüş sahibi olanlar, Kur'ân'ı daha iyi anlayabilmek için ayetlerinin iniş sebeplerine dikkat etmek gerektiği gibi, Nehc'ül-Belâğa'yı da iyi anlayabilmek için, ondaki sözlerin irat sebeplerine dikkat edilmesi gerektiğinin altını çizmektedirler.
Hitap şekli genel olmasına rağmen, Nehc'ül-Belâğa'da kadın hakkında geçen sözler, o dönemdeki bazı kadınlar kadınlara yönelik olup, bütün devirlerdeki kadın cinsini kapsamamaktadır. Demek ki, Hz. Ali (a.s) tarafından hutbe veya mektup irat edilmesine sebep tarihî münasebete kesinlikle dikkat etmek gerekir.
Örnek olarak, Mısır'ın Amr b. As tarafından işgal edildiği sırada ve Muhammed b. Ebu Bekr'in şehadetinden sonra Hz. Ali'nin yazıp Mısır'a gönderdiği uzun mektubunun bir bölümü olan ve kadınlara ilişkin kapsamlı sözler içeren Nehc'ül-Belâğa'nın 80. hutbesini gösterebiliriz.6
Bu uzun mektupta İmam Ali (a.s), Peygamber'den (s.a.a) sonra İslâm toplumunun başına gelen olayları açıklıyor. Aslında Peygamber'in vefatından sonra İslâm'ın siyasî tarihinden bir özet sunuyor, bu arada Cemel fitnesine de değinerek bu fitnenin meydana gelmesinde etkili olan nedenlere dikkat çekiyor ve işte bu noktada kadın konusuna değiniyor, bu fitne ve facianın hortlamasında büyük rolü olan bir kadından bahsediyor. Böylece İmam (a.s), toplumda mevcut olduğu zaman, her fitneci ve komplocunun yararlanabileceği zaaf noktalarına parmak basıyor.7
Elbette şu hususa da dikkat etmek gerekir ki, İmam'ın (a.s) insanları hidayet etme misyonu tüm zamanları ve mekânları kapsar. İmam Ali'nin (a.s) 80. hutbesi, Cemel olayı ile ilgili olmakla beraber, çeşitli zaman ve mekânlardaki tüm insanları, dinin ve toplumdaki değerlerin yok olmasına sebep olacak ciddî zararlara karşı uyarmakta ve din düşmanlarının suiistimallerine sebep olacak etkenleri açık ve hissedilir bir şekilde göstererek herkesin dikkatini tarih boyunca bu zaaf noktalarına çekmek istemektedir.
Gerçi Cemel Savaşı fitnesi, vuku bulduğu zamanla ilgili olup son bulmuştur ama, Allah Resulü'nün ashabından iki kişi ile eşlerinden birinin rehberliğinde meydana gelen böyle bir facianın etkileri, birçok tarihî facianın ve fırkalaşmanın başlangıcı oldu ve bu olayın istenmeyen etkileri, tarih boyunca İslâm toplumunu derinden etkiledi.
Buna ilâveten, Cemel Savaşı son buldu ama, komplocular, hayat dini olan İslâmiyet'i ortadan kaldırmak için, sürekli başka fitneler ve kargaşalar icat etmek peşindedirler. Onun için bütün insanlar, İmam Ali'den (a.s) ders almalıdırlar ki İslâm âlemi bir daha bu tür acı olaylara duçar olmasın. Başka bir deyişle; dini korumak, Ehlibeyt İmamları'nın başlıca hedeflerinden biridir.
Hz. Ali'nin ailesine karşı davranışı
İmam Ali'nin (a.s) kadının şahsiyetine verdiği değeri daha iyi anlayabilmek için dikkat edilmesi gereken esaslardan biri de, Hazret'in eşleriyle, kızlarıyla olan ailevî ilişkilerindeki tarzına bakmaktır. Zira daha önce de işaret ettiğimiz gibi, masum imamın davranış ve hareketleri doğru esas ve ölçülerle orantılı ve paralel olmalıdır. Yani, imamın davranışı, her türlü dağınıklık ve kuralsızlıktan uzak ve belirli ölçüler zincirine uygun olmalıdır. Dolayısıyla İmam Ali'nin kadınlara karşı davranışı, kendisinde mevcut olan bu fikrî esas ve ölçülerden kaynaklanmaktadır.
Eğer Hz. Ali'nin (a.s) kadının şahsiyeti bağlamındaki düşüncesine hâkim olan esaslar, kadının eksik ve şer bir varlık olduğundan bahsetseydi, kesinlikle pratikteki tarzına da bu esaslar hâkim olur ve bu düşünce esaslarına göre ailesine veya toplumun diğer kadınlarına karşı davranış sergilerdi.
Fakat Hz. Ali'nin davranışı, özellikle de kendi ailesine karşı olan davranışı hakkında elimize ulaşan bilgiler, onun nazarında kadının yüce bir makama ve bütün olgunluklara sahip bir varlık olduğu yönündedir. Aslında İmam'ın (a.s) kadınlara davranışına hâkim olan esaslar, Kur'ân'dan esinlenen esaslardır, ki bu esaslar, o Hazret'in kadınlara karşı övgüye değer tutum ve davranışlarının sebebidir.
Burada özetle, Hz. İmam Ali'nin davranışlarından bir kesit sunmaya çalışacağız. Umulur ki, o yüce imamın bütün takipçilerine, kadınlara karşı nasıl davranmak gerektiği noktasında ders olur.
Devamı gelecek sayıda...
1- Sîre-i Nebevî, Dilşad, Tahran, s. 12-30
2- Nehc'ül-Belâğa, 14. hutbe
3- Nehc'ül-Belâğa, 158. hutbe
4- Zen Der Nehc'ül-Belâğa, Fatıma Alaî, s.42
5- Âfât-ı Şahsiyyet, Abbas Nasr, s.38-39
6- Mesadir-u Nehc'il-Belâğa ve Esaniduh, s.86
7- Yadname-i Dovvumin Kongre-i Hezare-i Nehc'ül-Belâğa, s.80-81
Bir insanın tutum ve tavırlarını bilebilmek için o insanın davranışlarını, davranışlarının temelini oluşturan ilkeleri ve kullandığı yöntemleri bilmemiz gerekir.
Buna göre, "Tutum ve tavırlar, gerçekte belli bir alanda davranış biçimini belirleyen değişmez ilkelerdir." diyebiliriz. Başka bir ifadeyle; tutum ve tavırlar, insanın pratik mantığıdır. Ancak, nasıl ki teorik mantık alanında herkes düşünüyor ama herkes mantıklı düşünmüyorsa, pratik mantık alanında da herkes birtakım davranışlar sergiler ama herkesin davranışları belli ölçü ve esaslara dayalı olmaz. Bütün davranışları belli ölçü ve ilkeler dayalı insanların sayısı çok azdır. Çoğu insanın düşüncesine hâkim olan hercümerç ve mantıksızlık, davranışlarına da hâkimdir.1
Hiç kuşkusuz, tutum ve davranışları belli ölçü ve ilkelere dayalı olan yüce insanlardan biri de Hz. Ali'dir. Bu nedenle onun kadınlarla ilgili tutum ve tavırlarını incelerken, aslında onun bu ilkelerini ve düşünce tarzını ortaya çıkarmaya çalışıyoruz.
Nehc'ül-Belâğa ile Kur'ân arasındaki sıkı bağlantı
Ehlibeyt'in, insanlara Kur'ân'ın feyiz kapılarını açanlar ve ilâhî kelâmın sözcüleri olduğu gerçeğinden hareketle, onların sözlerinin, engin ilâhî kaynaktan beslendiğini söyleyebiliriz. Gerçekte onlar, Kur'ân'ın gerçek müfessirleri, koruyucuları ve bu suskun kitabın konuşturucularıdırlar. Onlar, Kur'ân takipçilerinin, bu engin ve saf ilâhî kaynaktan faydalanmaları için güvenilir bir vasıtadırlar. Nitekim Hz. Ali (a.s), hiçbir zaman Kur'ân'dan ayrılmayan Ehlibeyt hakkında şöyle buyuruyor:
"Onlar öyle kişilerdir ki hilimleri (veya hükümleri) ilimlerinden, susmaları konuşmalarından, görünüşleri iç yüzlerinden haber verir size. Onlar, dine karşı durmazlar ve dinde ayrılıklara düşmezler. Din, onların arasında gerçek tanıktır, sustuğu hâlde onların üstünlüğünü söyler durur."2
Yine başka bir yerde şöyle buyuruyor: "Bu Kur'ân'dır, onu konuşturmaya çalışın; ama o konuşmaz. Lâkin ben ondan haber vereyim size; geleceğin bilgisi, geçmişe ait haberler, derdinizin ilâcı, aranızdaki düzenin gerektirdiği her şey ondadır."3
Masum Ehlibeyt İmamları, Kur'ân'a sarılanların başında gelmekte ve bu ilâhî kelâma asla muhalefet etmemişlerdir. Sözlerinde ilâhî kelâma bağlılıktan başka bir şey görülmemiş ve inançlarının kaynağı Kur'ân olmuştur.
İşte bu yüzden, konumuz olan kadınların hakkında Hz. Ali'nin (a.s) teorik yaklaşımına ulaşmanın en iyi yolu Kur'ân'dır.
Daha önce de değindiğimiz üzere, Kur'ân'ı Kerim, kadını tüm ilâhî ihsanlardan nasiplenmiş, erkekle müşterek insanî kimliğe sahip, manevî olgunluklardan payına düşeni almış ve erkekle eşit insan haklarına sahip bulunan biri olarak ele alır. Öyle ki, iman edenlere imanın örneği olarak bir kadını tanıtıyor. Nitekim küfrün örneğini de yine kadınlar arasında gösteriyor.
Şu bir gerçek ki, Kur'ân penceresinden kadın hakkında beyan ettiğimiz düşünceler, Hz. Ali de de mevcuttur. Kur'ân açısından kadın, kâmil bir insan, fakat Kur'ân-ı Natık olan Ali (a.s) açısından geri zekâlı, zayıf imanlı veya akrep ve şer gibi tabirlerle anılan bir varlık olması mümkün olamaz.
Öyleyse Kur'ân'la Kur'ân'ın müfessiri arasındaki bu açık çelişkiyi nasıl yorumlayacağız? Oysa Nehc'ül-Belâğa, içerik olarak Kur'ân'ın ta kendisidir. Farklılık, Kur'ân-ı Kerim'in genel, asırlar ve nesiller üstü bir söyleme, Nehc'ül-Belâğa'nın ise, Kur'ân'ın genel meselelerini bir millet üzerinde tatbik eden, yani meseleyi daha özele indirgeyen bir söyleme sahip olmasındadır. Demek ki, Nehc'ül-Belâğa'yı Kur'ân'dan bağımsız bir şekilde incelemek, ruhsuz bir bedene bakmak gibidir. Nitekim Kur'ân'ı da Nehc'ül-Belâğa'dan ayırmak, ruhu bedenden ayırmak gibidir.4
Başka bir ifadeyle; Hz. Ali'nin (a.s) kullandığı dil bir taraftan ilâhî, yani vahye dayalı bir dildir. Yani Peygamber'in dilidir, uzmanlık dili değildir. O da tıpkı Peygamber gibi halkın konuştuğu dille konuşur. Meselâ "su" dediği zaman halkın günlük içtiği suyu kasteder. Halbuki suyun, örneğin kimya bilimcinin yanındaki çağrışımı daha başkadır. Öte taraftan, insan aklına dayalı bir dildir. Yani ümmî bir dil olmakla birlikte uzmanlık kapılarını açan bir dildir. Tarihten söz ettiği zaman, tarih felsefesinin temel öğelerini açığa çıkarır. Psikolojiden bahsettiği zaman, sözler senfonisinden insan ruhunun bilinmeyen notalarını döker ortaya. Toplumla ilgili konuştuğu zaman, sosyolojinin kapılarını açar sonuna kadar. Onun için diyoruz ki, Ali'nin dili bir dildir ki, bir taraftan ilâhî vahye, öte taraftan da insanın sınırlı aklına dayalıdır.5
Bu nedenle açık yüreklilikle diyebiliriz ki, Nehc'ül-Belâğa'da çizilen kadın portresi, kadının Kur'ân'daki tam görüntüsünün tek boyutlu açılımıdır. Bu yüzden Nehc'ül-Belâğa'da kadının görüntüsünü ve şahsiyetini anlayabilmek için Kur'ân'a müracaat etmeli ve Kur'ân'a tatbik ederek mütalâa etmeliyiz.
İmam Ali (a.s) açısından dine yönelik tehlikeler ve bu noktada kadının rolü
Nehc'ül-Belâğa, Kur'ân'ı tefsir eden bir kitap olarak, kadın fitneleri ve siyasî komplolarla dolu bir atmosferde ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda da zorunlu olarak kadının eksiklik ve noksanlık yönlerine değinilmiş, kadının şahsiyetinden söz edilmemiş, eksiklerinden bahsedilmiştir. Bu nedenle dinde görüş sahibi olanlar, Kur'ân'ı daha iyi anlayabilmek için ayetlerinin iniş sebeplerine dikkat etmek gerektiği gibi, Nehc'ül-Belâğa'yı da iyi anlayabilmek için, ondaki sözlerin irat sebeplerine dikkat edilmesi gerektiğinin altını çizmektedirler.
Hitap şekli genel olmasına rağmen, Nehc'ül-Belâğa'da kadın hakkında geçen sözler, o dönemdeki bazı kadınlar kadınlara yönelik olup, bütün devirlerdeki kadın cinsini kapsamamaktadır. Demek ki, Hz. Ali (a.s) tarafından hutbe veya mektup irat edilmesine sebep tarihî münasebete kesinlikle dikkat etmek gerekir.
Örnek olarak, Mısır'ın Amr b. As tarafından işgal edildiği sırada ve Muhammed b. Ebu Bekr'in şehadetinden sonra Hz. Ali'nin yazıp Mısır'a gönderdiği uzun mektubunun bir bölümü olan ve kadınlara ilişkin kapsamlı sözler içeren Nehc'ül-Belâğa'nın 80. hutbesini gösterebiliriz.6
Bu uzun mektupta İmam Ali (a.s), Peygamber'den (s.a.a) sonra İslâm toplumunun başına gelen olayları açıklıyor. Aslında Peygamber'in vefatından sonra İslâm'ın siyasî tarihinden bir özet sunuyor, bu arada Cemel fitnesine de değinerek bu fitnenin meydana gelmesinde etkili olan nedenlere dikkat çekiyor ve işte bu noktada kadın konusuna değiniyor, bu fitne ve facianın hortlamasında büyük rolü olan bir kadından bahsediyor. Böylece İmam (a.s), toplumda mevcut olduğu zaman, her fitneci ve komplocunun yararlanabileceği zaaf noktalarına parmak basıyor.7
Elbette şu hususa da dikkat etmek gerekir ki, İmam'ın (a.s) insanları hidayet etme misyonu tüm zamanları ve mekânları kapsar. İmam Ali'nin (a.s) 80. hutbesi, Cemel olayı ile ilgili olmakla beraber, çeşitli zaman ve mekânlardaki tüm insanları, dinin ve toplumdaki değerlerin yok olmasına sebep olacak ciddî zararlara karşı uyarmakta ve din düşmanlarının suiistimallerine sebep olacak etkenleri açık ve hissedilir bir şekilde göstererek herkesin dikkatini tarih boyunca bu zaaf noktalarına çekmek istemektedir.
Gerçi Cemel Savaşı fitnesi, vuku bulduğu zamanla ilgili olup son bulmuştur ama, Allah Resulü'nün ashabından iki kişi ile eşlerinden birinin rehberliğinde meydana gelen böyle bir facianın etkileri, birçok tarihî facianın ve fırkalaşmanın başlangıcı oldu ve bu olayın istenmeyen etkileri, tarih boyunca İslâm toplumunu derinden etkiledi.
Buna ilâveten, Cemel Savaşı son buldu ama, komplocular, hayat dini olan İslâmiyet'i ortadan kaldırmak için, sürekli başka fitneler ve kargaşalar icat etmek peşindedirler. Onun için bütün insanlar, İmam Ali'den (a.s) ders almalıdırlar ki İslâm âlemi bir daha bu tür acı olaylara duçar olmasın. Başka bir deyişle; dini korumak, Ehlibeyt İmamları'nın başlıca hedeflerinden biridir.
Hz. Ali'nin ailesine karşı davranışı
İmam Ali'nin (a.s) kadının şahsiyetine verdiği değeri daha iyi anlayabilmek için dikkat edilmesi gereken esaslardan biri de, Hazret'in eşleriyle, kızlarıyla olan ailevî ilişkilerindeki tarzına bakmaktır. Zira daha önce de işaret ettiğimiz gibi, masum imamın davranış ve hareketleri doğru esas ve ölçülerle orantılı ve paralel olmalıdır. Yani, imamın davranışı, her türlü dağınıklık ve kuralsızlıktan uzak ve belirli ölçüler zincirine uygun olmalıdır. Dolayısıyla İmam Ali'nin kadınlara karşı davranışı, kendisinde mevcut olan bu fikrî esas ve ölçülerden kaynaklanmaktadır.
Eğer Hz. Ali'nin (a.s) kadının şahsiyeti bağlamındaki düşüncesine hâkim olan esaslar, kadının eksik ve şer bir varlık olduğundan bahsetseydi, kesinlikle pratikteki tarzına da bu esaslar hâkim olur ve bu düşünce esaslarına göre ailesine veya toplumun diğer kadınlarına karşı davranış sergilerdi.
Fakat Hz. Ali'nin davranışı, özellikle de kendi ailesine karşı olan davranışı hakkında elimize ulaşan bilgiler, onun nazarında kadının yüce bir makama ve bütün olgunluklara sahip bir varlık olduğu yönündedir. Aslında İmam'ın (a.s) kadınlara davranışına hâkim olan esaslar, Kur'ân'dan esinlenen esaslardır, ki bu esaslar, o Hazret'in kadınlara karşı övgüye değer tutum ve davranışlarının sebebidir.
Burada özetle, Hz. İmam Ali'nin davranışlarından bir kesit sunmaya çalışacağız. Umulur ki, o yüce imamın bütün takipçilerine, kadınlara karşı nasıl davranmak gerektiği noktasında ders olur.
Devamı gelecek sayıda...
1- Sîre-i Nebevî, Dilşad, Tahran, s. 12-30
2- Nehc'ül-Belâğa, 14. hutbe
3- Nehc'ül-Belâğa, 158. hutbe
4- Zen Der Nehc'ül-Belâğa, Fatıma Alaî, s.42
5- Âfât-ı Şahsiyyet, Abbas Nasr, s.38-39
6- Mesadir-u Nehc'il-Belâğa ve Esaniduh, s.86
7- Yadname-i Dovvumin Kongre-i Hezare-i Nehc'ül-Belâğa, s.80-81
Yorum