Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Psikolojik yaklaşımla Nehc'ül-Belâğa'da Kadın

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Psikolojik yaklaşımla Nehc'ül-Belâğa'da Kadın

    Hz. Ali'nin (a.s) kadınlar hakkındaki tutum ve tavırları

    Bir insanın tutum ve tavırlarını bilebilmek için o insanın davranışlarını, davranışlarının temelini oluşturan ilkeleri ve kullandığı yöntemleri bilmemiz gerekir.

    Buna göre, "Tutum ve tavırlar, gerçekte belli bir alanda davranış biçimini belirleyen değişmez ilkelerdir." diyebiliriz. Başka bir ifadeyle; tutum ve tavırlar, insanın pratik mantığıdır. Ancak, nasıl ki teorik mantık alanında herkes düşünüyor ama herkes mantıklı düşünmüyorsa, pratik mantık alanında da herkes birtakım davranışlar sergiler ama herkesin davranışları belli ölçü ve esaslara dayalı olmaz. Bütün davranışları belli ölçü ve ilkeler dayalı insanların sayısı çok azdır. Çoğu insanın düşüncesine hâkim olan hercümerç ve mantıksızlık, davranışlarına da hâkimdir.1

    Hiç kuşkusuz, tutum ve davranışları belli ölçü ve ilkelere dayalı olan yüce insanlardan biri de Hz. Ali'dir. Bu nedenle onun kadınlarla ilgili tutum ve tavırlarını incelerken, aslında onun bu ilkelerini ve düşünce tarzını ortaya çıkarmaya çalışıyoruz.

    Nehc'ül-Belâğa ile Kur'ân arasındaki sıkı bağlantı

    Ehlibeyt'in, insanlara Kur'ân'ın feyiz kapılarını açanlar ve ilâhî kelâmın sözcüleri olduğu gerçeğinden hareketle, onların sözlerinin, engin ilâhî kaynaktan beslendiğini söyleyebiliriz. Gerçekte onlar, Kur'ân'ın gerçek müfessirleri, koruyucuları ve bu suskun kitabın konuşturucularıdırlar. Onlar, Kur'ân takipçilerinin, bu engin ve saf ilâhî kaynaktan faydalanmaları için güvenilir bir vasıtadırlar. Nitekim Hz. Ali (a.s), hiçbir zaman Kur'ân'dan ayrılmayan Ehlibeyt hakkında şöyle buyuruyor:

    "Onlar öyle kişilerdir ki hilimleri (veya hükümleri) ilimlerinden, susmaları konuşmalarından, görünüşleri iç yüzlerinden haber verir size. Onlar, dine karşı durmazlar ve dinde ayrılıklara düşmezler. Din, onların arasında gerçek tanıktır, sustuğu hâlde onların üstünlüğünü söyler durur."2

    Yine başka bir yerde şöyle buyuruyor: "Bu Kur'ân'dır, onu konuşturmaya çalışın; ama o konuşmaz. Lâkin ben ondan haber vereyim size; geleceğin bilgisi, geçmişe ait haberler, derdinizin ilâcı, aranızdaki düzenin gerektirdiği her şey ondadır."3

    Masum Ehlibeyt İmamları, Kur'ân'a sarılanların başında gelmekte ve bu ilâhî kelâma asla muhalefet etmemişlerdir. Sözlerinde ilâhî kelâma bağlılıktan başka bir şey görülmemiş ve inançlarının kaynağı Kur'ân olmuştur.

    İşte bu yüzden, konumuz olan kadınların hakkında Hz. Ali'nin (a.s) teorik yaklaşımına ulaşmanın en iyi yolu Kur'ân'dır.

    Daha önce de değindiğimiz üzere, Kur'ân'ı Kerim, kadını tüm ilâhî ihsanlardan nasiplenmiş, erkekle müşterek insanî kimliğe sahip, manevî olgunluklardan payına düşeni almış ve erkekle eşit insan haklarına sahip bulunan biri olarak ele alır. Öyle ki, iman edenlere imanın örneği olarak bir kadını tanıtıyor. Nitekim küfrün örneğini de yine kadınlar arasında gösteriyor.

    Şu bir gerçek ki, Kur'ân penceresinden kadın hakkında beyan ettiğimiz düşünceler, Hz. Ali de de mevcuttur. Kur'ân açısından kadın, kâmil bir insan, fakat Kur'ân-ı Natık olan Ali (a.s) açısından geri zekâlı, zayıf imanlı veya akrep ve şer gibi tabirlerle anılan bir varlık olması mümkün olamaz.

    Öyleyse Kur'ân'la Kur'ân'ın müfessiri arasındaki bu açık çelişkiyi nasıl yorumlayacağız? Oysa Nehc'ül-Belâğa, içerik olarak Kur'ân'ın ta kendisidir. Farklılık, Kur'ân-ı Kerim'in genel, asırlar ve nesiller üstü bir söyleme, Nehc'ül-Belâğa'nın ise, Kur'ân'ın genel meselelerini bir millet üzerinde tatbik eden, yani meseleyi daha özele indirgeyen bir söyleme sahip olmasındadır. Demek ki, Nehc'ül-Belâğa'yı Kur'ân'dan bağımsız bir şekilde incelemek, ruhsuz bir bedene bakmak gibidir. Nitekim Kur'ân'ı da Nehc'ül-Belâğa'dan ayırmak, ruhu bedenden ayırmak gibidir.4

    Başka bir ifadeyle; Hz. Ali'nin (a.s) kullandığı dil bir taraftan ilâhî, yani vahye dayalı bir dildir. Yani Peygamber'in dilidir, uzmanlık dili değildir. O da tıpkı Peygamber gibi halkın konuştuğu dille konuşur. Meselâ "su" dediği zaman halkın günlük içtiği suyu kasteder. Halbuki suyun, örneğin kimya bilimcinin yanındaki çağrışımı daha başkadır. Öte taraftan, insan aklına dayalı bir dildir. Yani ümmî bir dil olmakla birlikte uzmanlık kapılarını açan bir dildir. Tarihten söz ettiği zaman, tarih felsefesinin temel öğelerini açığa çıkarır. Psikolojiden bahsettiği zaman, sözler senfonisinden insan ruhunun bilinmeyen notalarını döker ortaya. Toplumla ilgili konuştuğu zaman, sosyolojinin kapılarını açar sonuna kadar. Onun için diyoruz ki, Ali'nin dili bir dildir ki, bir taraftan ilâhî vahye, öte taraftan da insanın sınırlı aklına dayalıdır.5

    Bu nedenle açık yüreklilikle diyebiliriz ki, Nehc'ül-Belâğa'da çizilen kadın portresi, kadının Kur'ân'daki tam görüntüsünün tek boyutlu açılımıdır. Bu yüzden Nehc'ül-Belâğa'da kadının görüntüsünü ve şahsiyetini anlayabilmek için Kur'ân'a müracaat etmeli ve Kur'ân'a tatbik ederek mütalâa etmeliyiz.

    İmam Ali (a.s) açısından dine yönelik tehlikeler ve bu noktada kadının rolü

    Nehc'ül-Belâğa, Kur'ân'ı tefsir eden bir kitap olarak, kadın fitneleri ve siyasî komplolarla dolu bir atmosferde ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda da zorunlu olarak kadının eksiklik ve noksanlık yönlerine değinilmiş, kadının şahsiyetinden söz edilmemiş, eksiklerinden bahsedilmiştir. Bu nedenle dinde görüş sahibi olanlar, Kur'ân'ı daha iyi anlayabilmek için ayetlerinin iniş sebeplerine dikkat etmek gerektiği gibi, Nehc'ül-Belâğa'yı da iyi anlayabilmek için, ondaki sözlerin irat sebeplerine dikkat edilmesi gerektiğinin altını çizmektedirler.

    Hitap şekli genel olmasına rağmen, Nehc'ül-Belâğa'da kadın hakkında geçen sözler, o dönemdeki bazı kadınlar kadınlara yönelik olup, bütün devirlerdeki kadın cinsini kapsamamaktadır. Demek ki, Hz. Ali (a.s) tarafından hutbe veya mektup irat edilmesine sebep tarihî münasebete kesinlikle dikkat etmek gerekir.

    Örnek olarak, Mısır'ın Amr b. As tarafından işgal edildiği sırada ve Muhammed b. Ebu Bekr'in şehadetinden sonra Hz. Ali'nin yazıp Mısır'a gönderdiği uzun mektubunun bir bölümü olan ve kadınlara ilişkin kapsamlı sözler içeren Nehc'ül-Belâğa'nın 80. hutbesini gösterebiliriz.6

    Bu uzun mektupta İmam Ali (a.s), Peygamber'den (s.a.a) sonra İslâm toplumunun başına gelen olayları açıklıyor. Aslında Peygamber'in vefatından sonra İslâm'ın siyasî tarihinden bir özet sunuyor, bu arada Cemel fitnesine de değinerek bu fitnenin meydana gelmesinde etkili olan nedenlere dikkat çekiyor ve işte bu noktada kadın konusuna değiniyor, bu fitne ve facianın hortlamasında büyük rolü olan bir kadından bahsediyor. Böylece İmam (a.s), toplumda mevcut olduğu zaman, her fitneci ve komplocunun yararlanabileceği zaaf noktalarına parmak basıyor.7

    Elbette şu hususa da dikkat etmek gerekir ki, İmam'ın (a.s) insanları hidayet etme misyonu tüm zamanları ve mekânları kapsar. İmam Ali'nin (a.s) 80. hutbesi, Cemel olayı ile ilgili olmakla beraber, çeşitli zaman ve mekânlardaki tüm insanları, dinin ve toplumdaki değerlerin yok olmasına sebep olacak ciddî zararlara karşı uyarmakta ve din düşmanlarının suiistimallerine sebep olacak etkenleri açık ve hissedilir bir şekilde göstererek herkesin dikkatini tarih boyunca bu zaaf noktalarına çekmek istemektedir.

    Gerçi Cemel Savaşı fitnesi, vuku bulduğu zamanla ilgili olup son bulmuştur ama, Allah Resulü'nün ashabından iki kişi ile eşlerinden birinin rehberliğinde meydana gelen böyle bir facianın etkileri, birçok tarihî facianın ve fırkalaşmanın başlangıcı oldu ve bu olayın istenmeyen etkileri, tarih boyunca İslâm toplumunu derinden etkiledi.

    Buna ilâveten, Cemel Savaşı son buldu ama, komplocular, hayat dini olan İslâmiyet'i ortadan kaldırmak için, sürekli başka fitneler ve kargaşalar icat etmek peşindedirler. Onun için bütün insanlar, İmam Ali'den (a.s) ders almalıdırlar ki İslâm âlemi bir daha bu tür acı olaylara duçar olmasın. Başka bir deyişle; dini korumak, Ehlibeyt İmamları'nın başlıca hedeflerinden biridir.

    Hz. Ali'nin ailesine karşı davranışı

    İmam Ali'nin (a.s) kadının şahsiyetine verdiği değeri daha iyi anlayabilmek için dikkat edilmesi gereken esaslardan biri de, Hazret'in eşleriyle, kızlarıyla olan ailevî ilişkilerindeki tarzına bakmaktır. Zira daha önce de işaret ettiğimiz gibi, masum imamın davranış ve hareketleri doğru esas ve ölçülerle orantılı ve paralel olmalıdır. Yani, imamın davranışı, her türlü dağınıklık ve kuralsızlıktan uzak ve belirli ölçüler zincirine uygun olmalıdır. Dolayısıyla İmam Ali'nin kadınlara karşı davranışı, kendisinde mevcut olan bu fikrî esas ve ölçülerden kaynaklanmaktadır.

    Eğer Hz. Ali'nin (a.s) kadının şahsiyeti bağlamındaki düşüncesine hâkim olan esaslar, kadının eksik ve şer bir varlık olduğundan bahsetseydi, kesinlikle pratikteki tarzına da bu esaslar hâkim olur ve bu düşünce esaslarına göre ailesine veya toplumun diğer kadınlarına karşı davranış sergilerdi.

    Fakat Hz. Ali'nin davranışı, özellikle de kendi ailesine karşı olan davranışı hakkında elimize ulaşan bilgiler, onun nazarında kadının yüce bir makama ve bütün olgunluklara sahip bir varlık olduğu yönündedir. Aslında İmam'ın (a.s) kadınlara davranışına hâkim olan esaslar, Kur'ân'dan esinlenen esaslardır, ki bu esaslar, o Hazret'in kadınlara karşı övgüye değer tutum ve davranışlarının sebebidir.

    Burada özetle, Hz. İmam Ali'nin davranışlarından bir kesit sunmaya çalışacağız. Umulur ki, o yüce imamın bütün takipçilerine, kadınlara karşı nasıl davranmak gerektiği noktasında ders olur.

    Devamı gelecek sayıda...

    1- Sîre-i Nebevî, Dilşad, Tahran, s. 12-30

    2- Nehc'ül-Belâğa, 14. hutbe

    3- Nehc'ül-Belâğa, 158. hutbe

    4- Zen Der Nehc'ül-Belâğa, Fatıma Alaî, s.42

    5- Âfât-ı Şahsiyyet, Abbas Nasr, s.38-39

    6- Mesadir-u Nehc'il-Belâğa ve Esaniduh, s.86

    7- Yadname-i Dovvumin Kongre-i Hezare-i Nehc'ül-Belâğa, s.80-81

    #2
    Ynt: Psikolojik yaklaşımla Nehc'ül-Belâğa'da Kadın

    Hz. Ali'nin (a.s) kadınlara karşı tutum ve davranışlarından örnekler:

    1) Hz. Ali’nin Hz. Fatımat'üz-Zehra’nın sözlerini delil göstermesi

    Kendisi imam ve insan-ı kâmil olan, bilgelikteki yüce şahsiyeti tartışma götürmeyen Hz. Ali (a.s), halka cenazeleri olunca metanetlerini koruyup güzel sözler söylemelerini tavsiye ederken Hz. Fatıma'nın sözlerine atıfta bulunarak şöyle buyuruyor:

    “Muhammed'in (s.a.a) kızı Fatıma, babası vefat edince kendisine destek olan Haşim Oğulları kadınlarına; ‘Azizimizin güzelliklerini saymayı bırakın da dua edin.’ buyurdu.”

    Hz. Ali (a.s), kendisi masum ve sözleri hüccet olduğu hâlde, sözünü güçlendirmek amacıyla eşi Fatımat'üz-Zehra’nın (s.a) sözlerini delil ve dayanak olarak gösteriyor. Buradan anlaşılıyor ki, Hz. Ali (a.s), Hz. Zehra’nın (s.a) sözleri ve davranışlarını kendi sözleri ve davranışları gibi Allah’ın hücceti bilmekte ve bu açıdan kadınla erkek arasında bir fark görmemektedir.-[1]-

    2) Hz. Zehra'yı kendisi için bir övünç kaynağı bilmesi

    Hz. Ali’nin Hz. Zehra’ya karşı pratik ve teorik yaklaşımının örneklerinden biri de, Hz. Fatıma’nın kendisinin eşi olmasını, kendisinin iftihar ve övünç kaynaklarından biri olarak göstermesidir. Nitekim Nehc'ül-Belâğa’nın 28. Mektubu'nda şöyle buyuruyor: “Âlemlerin en üstün kadını da bizdendir.”

    Hz. Ali’nin, eşiyle iftihar edip övünmesi, onun nazarında kadınların sahip olduğu yüce mevkii gösteriyor.
    3) Hz. Zehra’ya karşı kadirşinaslığı ve ev işlerinde ona yardım etmesi
    Hadis kaynaklarında belirtildiğine göre, Hz. Ali (a.s), eşinin ev işlerinden dolayı yorulup zorlandığını gördüğünde, elinden geldiği kadar ev işlerinde ona yardım ederdi.

    İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “Emir'ül-Müminin (a.s) odun hazırlar, su taşır ve ev süpürürdü; Fatıma da un öğütür, hamur yapar ve ekmek pişirirdi.”-[2]-

    Hz. Ali (a.s), bazı erkeklerin yaptığı gibi eşinin çektiği zahmetleri küçümsemez, bilakis ona müteşekkir kalırdı. Bu hususta İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor:


    “Zehra, ev içinde su taşıya taşıya göğsünde halat iz bırakmıştı. Un öğütmek için el değirmenini döndüre döndüre elleri nasır tutmuştu. Evi süpürmekten elbiseleri toza bulanırdı. Yemek pişirmek için tencerenin altında ateş yaka yaka elbiselerinin rengi değişmişti. Kısaca o, ev işlerinden dolayı sürekli zahmette idi.”-[3]-

    Eşinin çektiği bu zahmetleri gören ve elinden geldiğince ona yardım eden Hz. Ali (a.s) başkalarına da şu tavsiyede bulunurdu: “Ağır işlerinizi kadınlarınızın üzerine yüklemeyin.”-[4]-

    Hz. Ali (a.s) evi için aldığı ihtiyaç malzemelerini bizzat kendisi taşır ve şöyle buyururdu: “Ailesi için faydalı olan şeyleri taşımak, kemal sahibi insan için bir eksiklik teşkil etmez.”

    Hz. Ali (a.s), şahadetiyle sonuçlanan yaralanmasından sonra evlâtlarını toplayıp onlara ve dolaylı olarak bütün insanlara değerli tavsiyelerde bulundu ve özellikle kadınlar hakkında şöyle buyurdu: “Kadınlar hakkında Allah'ı göz önünde bulundurun, Allah'ı!... Peygamberinizin son sözü, kadınlar hakkındaki tavsiyesi olmuştur.”-[5]-
    4) Hz. Zehra’nın sosyal faaliyetlerine engel olmaması

    Hz. Ali'nin, müşterek yaşamları boyunca Hz. Fatıma'ya karşı sergilediği tutumlardan biri de, onun siyasî, sosyal ve ilmî faaliyetlerine engel olmamasıdır.

    Bu bölümde sözü toparlayacak olursak, kısaca şunu söyleyebiliriz: Hz. Ali’nin (a.s) kişisel hayatı ve eşine karşı olan davranış tarzı, tümüyle onun nazarında kadının yüce bir şahsiyeti olduğunu göstermektedir. Önceki bölümde belirttiğimiz gibi, masum imamın özelliklerinden biri de, amelleri ve davranışlarının, belli ölçü ve esaslara dayanıyor olmasıdır. Bu nedenle imamın ailesine karşı davranış tarzı, onun kadına verdiği insanî değeri anlatmaktadır. Eşine saygı göstermek, onunla iftihar etmek, onu anlamak, onunla aynı duyguları paylaşmak, ilmî ve içtimaî faaliyetlerine engel olmamak, işlerinde ona yardım etmek, hayatın zorluklarını paylaşmak ve ona karşı duyduğu sevgi ve muhabbeti dile getirmek, bir erkeğin nazarında, kadının sahip olduğu yüce değer ve mevkiin göstergesi değil de nedir acaba?!

    Psikolojik yaklaşımla İmam Ali’ye göre kadın erkek farklılıkları

    İmam Ali’nin (a.s) kadınlar hakkındaki görüşünü incelerken dikkat edilmesi gereken çok önemli konulardan biri de, kadınlarla erkekler arasındaki ruhsal ve fiziksel farklılıklar konusudur. Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, daha önce de değindiğimiz gibi, hem psikologlar, hem din adamları ve hem de bilim adamları, farklılıkları doğal ve saygı duyulması gereken bir durum olarak kabul etmekteler.

    1) Kadın ve erkeğin akıl ve duygu alanında farklılığı

    Kadınla erkek arasındaki inkâr edilmesi güç farklılıklardan biri, akıl ve duygu gücü açısından aralarında varolan farklılıktır. Bu bağlamda erkekte aklın, kadında ise duygunun daha güçlü olduğu gözlemlenmektedir. Elbette burada akıldan maksadımız, teorik akıldır. Çünkü pratik akıl alanında kadınlar, zayıf olmak şöyle dursun, bazen erkeklerden üstün bile olabiliyorlar. Teorik akıl derken, felsefî, matematiksel, yorumcu ve tahlilci aklı kastediyoruz.
    Genel olarak, kuru matematiksel ve sırf teorik akıl, erkek sınıfında kadın sınıfından daha aktiftir; ancak insanların olgunlaşması ve yücelmesiyle ilgili olan pratik akıl erkek ve kadında eşittir.-[6]-

    Matematiksel denklemleri çözmek, mantıksal önermeleri bir araya getirerek tasım oluşturmak, bilimsel bir beceridir, insanî bir değer değildir. Erkek sınıfının bu yönde kadın sınıfından farklı olması ve böyle bir gücün nicelik açısından bu iki sınıfta bir olmaması, birinin daha değerli olması anlamına gelmez. Çünkü pratik akılla ilgili olan azim, irade, hayat anlayışı, ahlâkî gelişme ve ilâhî bilgileri algılama konusunda kadın ile erkek eşittir. Hatta duygu ve sezgiyle bağlantılı bazı gerçekleri idrak etmek, kadınlar için daha kolaydır ve bu tür konularda kadınlar daha güçlüdürler.-[7]-

    Kısaca, insanî olgunluk ve yücelişle ilgili olan pratik akıl kadın ve erkekte eşit olduktan sonra, kadınların akıl dünyaları ile duygu ve sezgi dünyalarının farklı oluşu bu açıdan hiçbir şeyi değiştirmez.

    Her neyse, kadın ile erkek arasındaki bu farklılığa psikologlar da dikkat çekmişlerdir. Bu konuda Bayan Lamber şöyle diyor:

    “Kadında akıl gücü eksiktir. Zira güçlü duygusu onu meşgul etmektedir. Biz kadınlar çok zeki olmamıza ve meseleleri çok hızlı idrak etmemize karşın, sosyal konularla ilgili düşüncelerimize kopukluk, bağlantısızlık ve dağınıklık egemendir.”-[8]-

    Hz. Ali (a.s) da, Nehc’ül-Belâğa’nın 80. hutbesinde, kadınların akıl eksikliğine değinirken, kadınlar ile erkekler arasındaki bu farklılığa işaret etmiş olabilir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu eksiklikten maksat, değer eksikliği değil, kadınların akıl ve teoriye dayalı meselelerde erkeklere nazaran daha zayıf olduklarıdır. Ancak kadınların bu meseledeki zaaf ve eksikliği, onların değer dünyalarına hiçbir halel getirmemektedir.

    Aslında kadınlarla erkekler arasındaki bu farklılık, doğanın onlara yüklediği misyondan kaynaklanmaktadır. Kadının doğası gereği üstlenmiş olduğu annelik misyonu, onun duygularının daha güçlü olmasını gerektirmektedir. Bu husus, başlı başına kadın için bir ayrıcalıktır. Çünkü bilindiği üzere, insanın her türlü hareket ve faaliyetinin kaynağı, içindeki duygular ve içgüdülerdir. Psikologların deyimiyle; insanın hayatı boyunca sürdürdüğü faaliyet ve hareketlerin motor gücünü duygular teşkil etmektedir. Bu duyguların şiddet ve zaafının, insanın kişisel ve sosyal hayatındaki etkileri inkâr edilemez. İnsanın mutluluk ve mutsuzluk anahtarını, onun duygusal sağlığı ve bozukluğunda aramak gerek. Mcdogal şöyle diyor: “Duyguların düzenli ve dengeli olması, kişilik gelişiminin esasıdır. Her ferdin kişiliğini, genellikle duygularının kuvvet ve zaafı şekillendirir.”

    Duygular kadınlarda daha güçlü olduğundan, kadınların aklî idrakleri genelde duygularının etkisinde kalmaktadır. Bunun aksine, erkeklerde duygular daha güçsüz olduğundan, aklî idrakleri daha az duygularının etkisinde kalmaktadır. Bu yüzden erkekler duygusal açıdan, kadınlar ise düşünsel açından birbirlerine ihtiyaç duymaktadırlar. Başka bir deyişle; kadının aklî noksanlığı erkeğin aklî mükemmelliği ile, erkeğin duygusal eksikliği de kadının duygusal mükemmelliği ile telâfi edilmekte ve dengelenmektedir. Bu nedenle, insanoğlunun mutlu bir hayat sürüp beklenilen insanî olgunluğa kavuşması için, akıl kadar duygularının da varlığı gerekli ve zorunludur ve sonuç itibariyle, kadın ve erkek birlikte eksiksiz bir insan portresi oluşturmaktadır.

    2) Dinî görevler açısından kadın erkek arasındaki farklılık

    Kadınla erkek arasındaki farklılıklardan biri de, dinî görevler alanlarındaki farklılıklardır.
    Yukarıda açıkladığımız gibi, erkeğin beyninde aklî soyutlama ve genelleme faaliyetinin daha çok olması, erkek kafatasının daha büyük, beyninin daha ağır ve teorik aklının daha çok olması, asla erkeklerin yüce hakikate daha yakın oldukları ve varlık gerçeğini daha iyi anladıkları anlamına gelmez. Çünkü eğer erkek, hayata duyuları aracılığıyla ve teorik akıl penceresinden bakarak hakikate nail oluyorsa, kadın daha çok bir tür sezgi ve huzurî ilimle hayata bakmakta ve hakikate ulaşmaktadır. Eğer erkek hakikatleri akıl aynasında görüyorsa, kadın, onları kendi benliğinin aynasında görmektedir.-[9]-

    Kaldı ki dinî metinlerde geçen sözlerin çoğunda akıl, dinî görevleri yerine getirme ve amele yansıyan takva anlamında kullanılmıştır ve Allah katında insanın değerini belirleyen tek şeyin de takva olduğu bildirilmiştir. "Allah katında sizin en değerli olanınız, en takvalı olanınızdır."-[10]- Takva ise salih ameller sonucu geliştiği için, kadının teorik aklının zayıf ve sınırlı oluşu, bu açıdan ona hiçbir zarar vermez; aksine, sahip olduğu hassas ve duygusal kişiliğiyle, yaratıcısıyla irtibat kurması daha kolay olur.

    Genel olarak, pratikte takvalı olma ve ahlâkî olgunluğa ulaşmanın erkekler için daha zor olduğu söylenebilir. Çünkü bir yandan erkeklerin şehevî eğilim ve içgüdülerinin daha güçlü olması, öte yandan sert, kaba ve esneklikten uzak; kibir, bencillik ve isyana daha elverişli bir ruh yapısına sahip olmaları, buna engel olmaktadır. Halbuki erkeklerin aksine kadınlar, şehevî eğilim ve içgüdülerinin daha zayıf ve sınırlı olması ve latif, zarif, esnek ve çabuk etkilenen bir ruha sahip olmaları hasebiyle, takva ve imana daha meyillidirler. Kadınların akıl ve fikir güçlerinin erkeklere nazaran daha aşağı düzeyde olmasına karşın, sezgi ve duygu güçleri daha üst bir düzeydedir ve hayatın gerçeklerini erkeklerden daha iyi hissetmektedirler. Bu yüzden kadınların takva, amel, taahhüt, irfan ve kulluk yolunu kat etmeleri daha kolay olmaktadır.-[11]-

    Psikologlar da bu hususa dikkat çekmişlerdir. Fakat burada geniş bir şekilde onların görüşlerine yer vermemize imkân yoktur. Kısaca psikologlar, kadınların sahip oldukları iç sezgi sayesinde dindarlık ve iman alanında erkeklerden daha ileri ve daha güçlü olduğu hususunda hemfikirdirler. Ünlü psikolog Bayan Cina Lembruz şöyle diyor:
    “Sezgi, kadının iç gözüdür. Bu göz, olay vuku bulmadan önce onun sonucunu görebilmektedir. Kadının sezgisi, onu, yolunu kaybetmekten kurtaran bir pusuladır.”-[12]-

    Sadr-ı İslâm’da birçok kadın, kocasından önce Müslüman olmuş, delilleri görerek İslâm’ın hakkaniyetini anlamış ve ona iman etmiştir. Halbuki erkeklerden birçoğu, İslâm’ı kabullenmekten çekinmiş, onun hakkaniyetinden kuşku duymuş ve hatta onun nurunu söndürmek için çaba sarf etmiştir. Bu da, kadınların zeka ve dehalarını göstermekte ve dindarlıkta öncü olduklarını kanıtlamaktadır. Bu konuda Malik b. Enes, el-Muvatta adlı eserinde şöyle nakleder: “Bazı kadınlar, kocaları kâfir olduğu hâlde Müslüman olmuşlardı. Örnek olarak, kocası Safvan b. Ümeyye’den önce Müslüman olan Velid b. Muğire’nin kızını veya kocası İkrime b. Ebî Cehl’den önce İslâm’ı seçen Haris b. Hişam’ın kızı Ümmü Hekim'i gösterebiliriz."-[13]-

    Hz. Ali (a.s), Nehc'ül-Belâğa'da kadınların iman eksikliğinden bahsederken, onların âdet dönemlerinde namaz ve orucu terk etmeleri gerektiğini kastetmekte ve bunu açıkça ifade etmektedir. yani buradaki iman eksikliğinden amel eksikliği kastedilmiştir. Bu, kesinlikle kadınların inançlarında bir eksiklik olduğu anlamını taşımaz. Sadece âdet döneminde kadının özel fizikî ve ruhsal şartları sebebiyle, bazı şer’î görev ve yükümlülükler kendisinden istenmemiştir. Ancak bu dönemde kadınlarda oluşabilecek bir manevî boşluğun telâfisi için de namaz vakitlerinde abdest alıp zikir ve duayla meşgul olmaları tavsiye edilmiştir. Ramazan ayında özel hâli sırasında tutmadığı oruçları da zaten ramazan ayından sonra kaza etmesi gerekmektedir. Bu da dinî görevler alanında kadın ile erkek arasında bazı farklılıklar olduğunu göstermektedir. Ancak kesin olan bir şey var: Kur’an açısından, kadınlar erkeklerin sahip olduğu tüm manevî erdemlere sahiptirler. Bu nedenle de inanç ve iman açısından eksik bir kişilikleri olduğu söylenemez.-[14]-
    Devamı gelecek sayıda

    Dipnotlar:
    ________________________________________
    -
    -[1]-- Vesail'uş-Şia, c.14, s.39.
    -[2]-- Bihar'ul-Envar, c.85, s.329.
    -[3]-- Gurer'ul-Hikem ve Dürer'ül-Kelim, s.829.
    -[4]-- Tuhef'ul-Ukul, s.30.
    -[5]-- Allâme M. Taki Caferî, Şerh-i Nehc'ül-Belâğa.
    -[6]-- Asiye Firuzeçî, Nakd-i Kitap, Sayı: 12, Üstad Caferî ve Şahsiyyet-i İslâmiy-i Zen.
    -[7]-- Dr. Mahmud Behzad, Teoriy-i Tekamul ve Revanşinasî, s.128.
    -[8]-- Seyyid Mücteba Rekavendî, Revanşinasiy-i Zen, s.63-64.
    -[9]-- Seyyid Mücteba Rekavendî, Revanşinasiy-i Zen, s.147.
    -[10]-- Hucurat, 13.
    -[11]-- Cina Lembruz, Revanşinasiy-i Zen, s.20-21.
    -[12]-- Cuan Boris Anko, Cilvey-i Zindegiy-i Yek Zen, s.231.
    -[13]-- Cina Lembruz, Ruh-i Zen, c.1, s.19-20.
    -[14]-- Son zamanlarda tartışma konusu olan bazı dinî vazifelerin -cuma ve cenaze namazı gibi- kadınlar için de geçerli olup olmaması bir hayli konuşuldu. Ehlibeyt fıkhına göre, kadınlar da erkekler gibi cuma ve cenaze namazına, hatta günlük namazlara cemaatle katılabilirler.

    Yorum

    YUKARI ÇIK
    Çalışıyor...
    X