Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Japon Bir Kadının (Nakata Khaula) Örtü Hakkındaki Tecrübeleri

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Japon Bir Kadının (Nakata Khaula) Örtü Hakkındaki Tecrübeleri

    Doğduğumdan beri mensubu olduğum dini bırakıp, İslâm’la tanışıp İslâm’ı yaşamaya başladığım ilk günlerde Müslüman kızların okul içinde örtülerini örtmeleri hakkında Fransa’da hâlâ süregelen çok şiddetli münazaralar olurdu. Ekseriyet, okul içinde örtü takmanın yönetimin prensiplerine karşı art niyetli kişilerce plânlanmış bir muhalefet şekli olduğu, okulların inanca bakış açısının tarafsız hâle getirilmesi gerektiği görüşündeydiler. Gayrimüslimlerin, Müslüman öğrencilerin başlarını örtüp örtmemeleri gibi böylesine önemsiz bir konuda fiyasko çıkarıp, işi çığırından çıkarmalarını anlayamıyordum.

    Bu münazaralar, gayrimüslim tarafta; “Müslüman kadınlar örtülerini örtmekte diretiyorlar; çünkü onlar geleneklerinin kölesi hâline gelmişler, böylelikle de bu örtü meselesi bir zülüm, gericilik sembolünden ibarettir.” şeklinde yansıma buluyordu. Öncelikle örtüyü bir kenara itmedikçe, kadının özgür ve bağımsız olmasının imkânsız olduğu görüşündeydiler.

    Bu safça düşünce, bilinçsiz ve cahil Müslümanlar arasında da revaçtaydı. Alışıldık şekilde laiklik adı altında, din ayrımı yapıp değişik düşüncelere kapalı olmaları, onların İslâm’ın evrensel ve ebedî bir din olmasını anlamalarını imkânsız kılıyordu. Bütün bunlar bir tarafa, Arap olan-olmayan dünya üzerindeki İslâm’ı kucaklamış, ona gönül vermiş tüm Müslüman kadınlar, saptırılmış bir gelenekten dolayı değil, dinlerinin bir gereği olarak örtünüyorlar. Bu kadınların bir örneği de benim. Hicabım; ırkımın, geleneksel kimliğimin bir parçası değil... Hiçbir sosyal veya politik özelliği yok, sadece tümüyle inancımın bir parçası.

    Hicabımı Paris’teyken İslâm’ı kabul ettiğim, ona gönül verdiğim ilk günlerden beri giyiyorum. İslâmî hükümlere tam bir riayetle örtülen örtü, ülke içinde başka insanları başkalaştırıp ya da bireylerde İslâmî bir uyanışı getirebiliyor. Fransa’da elbisemle uyumlu basit, kullanışlı bir örtüyle gayet şık olabiliyorum! Şimdi ise Suudi Arabistan’da uzuvlarımı belli ettirmeyecek derecede örten siyah bir çadıra giyiyorum… Bunlar benim hicap konusunda basitten kemale ermiş bir hicaba doğru yaşadığım deneyimlerim... Örtümün benim için ne anlam ifade etmesi gerektiği ve örtü hakkında okuduğum yabancı birçok yazarın düşüncelerini ifade ettiği birçok kitap ve makale oldu. Bütün bunların nelere riayet edeceğimi anlamama ve anlatmama yardımcı olacağını ümit ediyorum.

    İslâm’ı kabul ettiğimi açıkça söylediğimde, günde 5 vakit namaz kılabileceğimi veya örtünebileceğimi düşünemiyordum. Böyle ciddi bir kararı verdiğimde, olumsuz bir neticeye varacağım konusunda korkutuldum ve bu Müslüman olma hakkındaki düşüncemi etkiledi. Paris’te bir camiye gidinceye kadar İslâm adına yaptığım hiçbir şey yoktu, ne namaza, ne de örtüye aşinaydım. Aslında ikisi de tarifi imkânsızdı benim için ve içimdeki güçlü bir şekilde Müslüman olma azmi, seçtiğim yola tamamen amel etmem konusunda gayretli kılıyordu beni.

    Paris’teyken İslâmî konularda derslerin yapıldığı camideki derslere iştirak etmemin faydası, camiden çıktıktan sonra örtümü açsam da, cami içerisinde hicaba riayet ederek ona alışmam oldu. Takip ettiğim bu dersler ise, önceden hiç tatmadığım bir biçimde ve kolay bir şekilde kaybetmek istemediğim manevî bir doyuma ulaştırdı beni. Dersleri takip ettiğim günlerdeki soğuk havaların tesiriyle çok fazla motivasyon sağlayamadım; ama sanki Allah’ın himayesindeymişim gibi arındırılıp korunduğumu hissediyordum.

    Paris’te bir yabancı olarak erkeklerin çoğu zamanki dikkatli bakışları beni huzursuz ediyordu. Tesettürlüyken dikkat çekmeyerek kendimi hoş olmayan bakışlara karşı koruyabiliyordum. Tesettürüm hem Allah’a boyun eğmenin belirtisi olup, hem de inancımı ortaya koyduğundan beni mutlu kılıyordu. Batıl inançlara ihtiyacım yoktu. Hicabımın Müslümanların yolunda ilerlediğimi bariz bir şekilde göstermesi, İslâmî kardeşlik bağlarının kuvvetlenmesini sağlıyordu. Örtünün gelecek için tam bir gönüllüsüydümse de, ona sahip olmam bir anda olup biten bir şeydi. Hiç kimse örtünmem için beni zorlamadı. Zorlasalardı, muhtemelen isyan edip örtünmeyi reddedecektim. Oysa ki, okuduğum ilk İslâmî kitapta ılımlı bir şekilde “Allah ısrarla örtünmeyi emrediyor.” diyordu ve İslâm’ın anlamı teslimiyet olduğundan, bu bağlamda ben de İslâmî sorumluluklarımı zorlama olmadan, kendi isteğimle yerine getirdim, elhamdülillah.

    Hicabım, gören herkese Allah’ın ezelî varlığını hatırlattığı gibi, bana da bir Müslüman olarak davama lâyık hareket etmemi anlatan sadık bir öğütleyici konumunda... Bir polis memurunun, üniforması içinde profesyonel bir biçimde pür dikkat olması gibi, ben de tesettürlüyken kendimi o kadar dikkatli hissediyorum.

    Müslüman olduktan iki hafta sonra bir aile düğünü için Japonya’ya geri döndüğümde, Fransa’daki öğrenimimi devam ettirmemeyi düşünmüştüm. Fransız edebiyatı benim için tüm cazibesini kaybetmiş, yerini Arapça öğrenme arzusu doldurmuştu. Yeni bir Müslüman olarak çok az İslâmî bilgiyle, Müslümanlardan tamamen ayrık bir şekilde Japonya’da, küçük bir kasabada İslâm’ı yaşamaya çalışmak benim için büyük bir sınamaydı. Bu yalnızlık şiddetlendiğinde, az da olsa var olan İslâmî bilincimle biliyordum ki yalnız değilim, Rabbim benimle. Bu dönemde birçok kıyafetimden vazgeçip, terzilikten anlayan bir arkadaşımın yardımıyla Pakistanlıların elbiselerine benzer birçok kıyafet diktik. İnsanların tuhaf bakışlarına rağmen hiç rahatsız olmadım.

    Japonya’da altı aydan sonra Arapça öğrenme isteğim gitgide arttı ve ben bir tanıdığın da bulunduğu Kore’ye gitmeye karar verdim .Ev sahiplerimden hiçbirisi Japonca ya da İngilizce bilmiyorlardı ve bana evi gezdiren bayan başından ayağına kadar siyaha bürünmüştü. Hatta yüzü bile örtülüydü. Kendisi şimdi aynı zamanda burada, Riyad’da en yakın arkadaşım. Onu ilk gördüğümde, çok şaşırdığımı ve Fransa’da yaşadığım böyle bir olayda, bu tip giyinmiş bir kadını gördüğümde, “Arap gelenekleri tarafından esir edilmiş bilinçsiz bir İslâm kadını!” diye düşündüğüm anı hatırladım. Kore’deyken bu hanıma bu tarz bir kıyafetin doğallıktan, estetikten uzak, anormal ve abartılı olduğunu söylemek istemiştim; fakat bunu söylemek bir yana, sonrasında şimdiye kadar abartılı bulduğum bu tarz kıyafetin Allah’ın rızasını kazanmaya sebep olacağını, ziynetleri en iyi şekilde örttüğü için Müslüman bayanlara da yakışanın ve gereksinimlerimizi karşılayacak olanın bu şekilde kıyafetler olduğunu anladım. Japonya’ya geldiğimde de kendime biraz kumaş alıp hımar (genellikle Pakistanlıların kullandığı bir çeşit tesettür) denilen, kolları ve uzuvları tamamen kapatan bir elbise diktim.

    Genellikle Mısır asıllı olup batı kültürüne ayak uydurmuş gençler de, gözlemlediğim hımar giyinen bayanlarla konuşurken seviyeyi korumaları ve onlara “kardeşim” diye hitap etmeleri olmuştu. Erkekler, hımar giyinenlere karşı saygı ve özel bir nezaket gösteriyorlardı. Hicaplı bayanlar sokakta karşıdan gelen tanıdık olsun veya olmasın bir bayana selâm vererek Hz. Resullah’ın (s.a.a) tavsiye ettiği kardeşlik bağlarını kuvvetlendirmek için çaba sarf ediyorlardı.

    Gözlemlediğim şeylerden birisi de, bayanlardan Allah rızasını dikkate alarak örtünenlerin geleneksel örtüye sahip olanlardan her konuda daha takvalı olduklarıydı.

    Müslüman olmadan önce kıyafet açısından tercihim, bayanlara yönelik etek türü kıyafetler değil, revaçta olan pantolon tarzı kıyafetlerdi. Fakat Kore’de kendimi içinde daha zarif ve rahat hissettiğim uzun elbiseler giymek daha çok hoşuma gitti.

    Batı tarzında özellikle gece kıyafetlerinde siyah renk, güzelliği ve takılan takıları daha belirgin hâle getirdiği için favori renk konumundaydı. Yeni arkadaşlarım ise siyah çarşaflarının içinde nurlu yüzleriyle çok daha doğal bir güzelliğe sahiptiler. Suudi Arabistan’a gittikten sonra Paris’e yaptığım gezide özellikle dikkatimi çeken şey, Müslüman bayanlarla rahibelerin kıyafet açısından benzerlikleriydi. O da bir Müslüman bayan gibi Allah’a olan bağlılığın sembolüydü.

    Bazen insanların neden Katolik rahibelerin örtüsü hakkında hiçbir şey söylemediğini, fakat Müslüman bayanların örtüsünü terör, zülüm sembolü addederek, örtülerine şiddetli bir şekilde saldırıya geçmelerinin, tepki göstermelerinin nedenini merak ediyorum.

    Eskiden de siyah yerine kullanılabilecek aşırı tonlardaki renklere aldırış etmiyor, sevmiyordum. Aslında Müslüman olmadan önce bile kıyafet açısından uzun bir tarzım vardı… Kore’de altı ay içinde Japonya’ya döndükten sonra da giymeye karar verdiğim uzun kıyafetleri iyice benimsemiştim.

    Şanslı olduğum bir nokta vardı ki, Japonya’da, insanları alışık olmadıkları koyu renkli tesettürlü kıyafetlere oranla daha az korkutup şaşırtacak kıyafetler yerine açık tonlarda kıyafetlerim vardı. Ben doğru olanı yaptığıma inanıyordum, onların verecekleri tepkiler de umurumda değildi bu yüzden... Keza Japonların beyaz renkli tesettürüme tepki göstermeleri bir kenara, dinî bir kimliğe sahip olduğumu düşünüp saygı göstereceklerini düşünüyordum. Bayanın birisi eskiden Müslümanların giydiği şekilde giyinen Budist bir rahibe olduğundan bahsetmişti. Bir defasında ben de trendeyken yaşlı bir adam bana, “Neden böyle tuhaf giyinmişsin?” diye sormuştu, ben de adama Müslüman olduğumu ve İslâm’ın Müslüman bayanlardan kendilerini erkeklerin şehvet dolu, kendilerine zarar verebilecek nitelikte bakışlardan incinmeyecekleri şekilde örtünmelerini istediklerini anlattığımda etkilenmişti. Trenden ayrıldığında bana teşekkür etmiş, İslâm hakkında benle daha fazla konuşma imkânının olmasını istediğini söylemişti.

    Bu örnekte de olduğu gibi, hicap; normalde İslâmî konularda konuşma imkânı bulunmayan birisi gibi gözüken insanlarla bile diyaloga geçmeyi kolaylaştırıcı rolü ön plâna çıkıyor.

    Kore’de hicabım, Müslüman kimliğimin sembolü olup İslâm’ı tanımak isteyenlere kapı açarken, kendimin de İslâm’la ilk tanışmaya başlamamın bir grup örtülü bayanı görüp onlarla aramızdaki farklılıkları ve hangimizin doğru yolda olup olmadığını sorgulamamın sayesinde olduğunu hatırladım.

    Japonya’dayken ise sıcak havalarda uzun kollu elbiselerle, başım örtülü dışarı çıktığımda, babam benim için endişelenirdi; fakat ben hicabımın beni güneşten koruduğunu hissederdim. Bunun aksine benden küçük kardeşimin kısa pantolon giydiğini görüp bacaklarına baktığımda kendimi huzursuz hisseder, bu hâlinden tedirginlik duyardım.

    İslâm’la tanışmadan önce bile, bayanların vücut hatlarını açıkça belli ettiren dar ve ince elbiseler giymelerinden hayâ eder, onların yerine ben utanırdım bu hâllerinden. Ben saklı kalması gereken bir şeylerin başkası tarafından görüldüğünün tedirginliğini yaşarken ve bu tip şeyler beni böyle utandırırken, bu tip görüntülerin erkekler üzerindeki tesirini tahmin bile edemiyorum.

    İslâm, kadınlardan, erkeklere gösterişsiz, vücudunun teşhir olmasına neden olmayacak derecede kapalı kıyafetler giymelerini ister. Ölçünün ise, bireysel ve toplumsal düşünce tarzını değiştirmeyecek tarzda, toplumu fesada sürüklemeyecek şekilde kıyafetlerin olduğu gayet açıktır.

    Örneğin Japonya’da bir elli yıl öncesinde mayoyla yüzmenin son derece müstehcen olduğu düşünülürken, şimdi bikini bile halk için normal hâle geldi. Bir kadın bikini giydiğinde, insanlar onun hayâdan yoksun olduğunu düşünürdü; fakat bu durum güney Fransa sahillerine doğru gidildikçe öyle bir hâl alıyor ki, çıplaklık gayet doğal kabul ediliyor. Çıplaklık yanlılarından birisi, ne uzuvlarını açıkça onlar gibi gösteren, ne de İslâm’ın istediği gibi örten bir bayana, “Ellerin ve yüzün kadar doğal olan diğer vücut uzuvlarını neden örtüyorsun?” diye sorsa, bayan ona nasıl bir cevap verebilir ki, yaptığının sebebini nasıl açıklayabilir ki?

    Böyle toplumlarda ne yazık ki, kadının hangi uzuvlarının örtülü kalması gerektiği ölçüsü erkeklerin veya başkalarının isteklerine göre değişmekte… Fakat İslâm’da ölçüyü koyan insanları yaratan, onların faydasına olan şeyleri kendilerinden bile daha iyi bilen, menfaatlerine olan şeyi kusursuzca tespit eden Allah-u Teala’dır. Bizler, isteklerine göre uzuvlarımızı teşhir ettiğimiz birilerinin kuklası değil, bize herkesten daha merhametli olan Rahman’ın kullarıyız.

    Çıplaklık yanlıları bilinçsiz halkı yalancı sevgi gösterileriyle yoldan çıkararak, utanma duygularını talan edip onları hayvanlardan farksız konuma getirmektedirler. Japonya’da kadınlar sadece dışarıya çıktıkları zaman makyaj yaparlar ve evdeki hâlleriyle dışarıya çıkmak, toplum içinde kınanacak bir özelliktir bayanlar için. Ama İslâm’da kadın yalnız kocasına güzel görünmek için, kocası da yalnız hanımı için uğraşmakta… Karı ve koca ilişkilerinde alçakgönüllülük söz konusudur.

    İslâm’a mensup olmayan toplumlarda, Müslümanlar dış görünüşü göz ardı etmekle, yeterli önemi vermemekle itham olunurlar; fakat bugünlerde sıklıkla rastlanan taciz olayları, Müslümanların kıyafetle ilgili görüşlerindeki haklılıklarını ortaya koyar nitelikteler. Bazen sadece bir pantolonla tişört, erkeklere “Ben senin için elde edilebilirim.” mesajı verirken, hicaplı birinin kıyafeti âdeta, “Ben senin için yasağım.” diye haykırmakta…

    Hz. Peygamber, (s.a.a) kızı Fatıma’ya (s.a), “En iyi kadın kimdir?” diye sorduğunda, Fatıma (s.a), “Hiçbir namahreme bakmayan ve hiçbir namahremin görmediği kadındır.” diye buyuruyor. Bu cevap üzerine Resullah (s.a.a) da ona, “ Sen hakikaten benim kızımsın.” buyuruyor. Bu sözler, kadınlar için hareket tarzının neler olması gerektiğini ve ölçüyü güzel bir biçimde ortaya koyuyor.

    Müslüman bir kadının, erkeğinin mülkiyetinde olup, o örtünmeyi istediği için örtünme düşüncesi taşıması yanlış bir kanıdır. Kadın kendisi Allah’ın rızasına talip olduğu için örtünmeli ve örtüsü sayesinde de vakarını koruyup, yabancı tehditleri savurmalıdır.

    Tesettürsüzlük ise, onu reddedenlerin özenle ve büyük bir hassasiyetle korumaları gereken mücevherlerini yabancı göz ve ellerin zarar verebileceği şekilde ortada bırakmalarından başka şey değildir. Namahremlere karşı tesettüre riayet etmek, saklı olanın görünmesini ve elde edilmesini imkânsız kılıyor. Yalnız tesettür sadece şekilden ibaret olursa, kalıcılığından şüphe duyulur ve işlevini birçok yerde yerine getiremez. Tıpkı şairin dediği gibi:

    Örtü beyinin içinde olmalı

    Olursa sadece şekilden ibaret.

    Bir rüzgar bile savurabilir ötelere

    Tesettürüne dikkat etmeyerek, bakışların üzerinde toplanmasını sağlamanla, tesettürlüyken bile gözlerinin haramda olması ve bakışlarını kontrol etmemen, İslâm’ı algılamadaki eksikliğinin göstergesidir. Dışardan bakan birisine göre, İslâm insanları sınırlayabilir; fakat içerde İslâm’ı yaşayan insan, İslâm’ın özünün tecrübe edilmeden ne oldukları anlaşılmayacak huzurdan, özgürlükten ve neşeden ibaret olduğunu bilir. İslâm’ı yaşayan bir ailede dünyaya gelen ve yaşamanın çabasında olanlar veya sonrasında bir yaşama şekli olarak İslâm’ı benimseyen Müslümanlar, yalancı bir özgürlük ve dünyevî hayatın yerine tercih etmişlerdir İslâm’ı. Eğer İslâm kadına eziyet ediyor, onu sınırlıyorsa, neden Avrupa’da, Amerika’da, Japonya’da, Avustralya’da yüksek öğrenim sahibi birçok kadın, dünyada atılan yalancı liberallik, özgürlük çığlıkları yerine “Müslüman’ım!” diye haykırıyor ve İslâm’ı tercih ediyorlar?

    İnsanlar önyargıları sayesinde körleşip, Müslüman bir bayanın hicabı içinde kendisini güvende, huzurlu ve vakarlı hissederek bir melek gibi nurlu güzelliğini, çarşafının içinde bir inciye benzemesini göremeyebilirler. Yüzünde baskının, zulmün hiçbir izi yoktur. “Doğrusu gözler kör olmaz; ancak sinelerdeki kalpler körelir.” (Hacc, 46) Hakikati kabul edenler ve reddedenlerin anlayışlarındaki fark, daha başka nasıl açıklanabilir ki?
YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X