Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Hz.Zeyneb ve Annesinin Özellikleri.

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Hz.Zeyneb ve Annesinin Özellikleri.

    [b]
    İslam âleminde insaniyet açısından, üstünlükler açısından birbirlerine o
    kadar benzeyen başka bir ana kız meydana gelmemiştir daha. Dünya
    kadınlarının seyyidesi Fatıma Zehra (s.a) ve kızı Zeynep-i Kübra gibi bir
    ana-kız henüz görülmemiştir insanlık tarihinde. Üstünlükleri iki yönlüdür.
    Neseb açısından Zehra Hatem’ül Enbiya’nın kızı idi. Zeynep de vasilerin
    efendisi, Allah’ın galip aslanı Ali bin Ebi Talib’in kızıdır.
    Fatıma Zehra’nın annesi müminlerin annesi Hatice-i Kübra’dır. Zeyneb’in de
    annesi kadınların efendisidir, tertemiz bir süt emmiştir. Zehra peygamberin
    terbiyesi altında büyümüştü. Zeynep de Allah’ın büyük velisi, Muhammed’in
    varisi yani Muhammed’in nefsi olan Emir’ul Mü’minin’in terbiyesi altında
    büyümüştü.
    Zehra’nın Hasan ve Hüseyin diye iki çocuğu vardı. İkisi de Allah yolunda
    şehit olmuştu. Zeyneb’in de Avn ve Muhammed diye iki çocuğu vardır. Onları
    Allah yolunda kurban etti ve Aşura gününde öldürüldüler.
    İlim ve amelle olan hasbi şereflilik
    Hasbi şereflilik ve zati şereflilik yönünden nefsi faziletler iki şey
    üzerinde seçilmiştir. Bu iki şey de ilim ve ameldir. İlmi ve ameli güç, iki
    kanat üzerinde yer eder. Şerefli insani ruh için bu iki güç her kimde daha
    fazla olursa onun fazileti, büyüklüğü ve şerefliliği de daha fazla olur.
    İlim açısından da bazı dereceler vardır. İlimden maksat ilm’ul-Yakin ve
    Hakk’ul-Yakin derecelerini kapsayan yakin derecesidir. Bu konu yeri
    geldiğinde geniş bir şekilde açıklanacaktır.
    Yakin’in de dereceleri vardır, fiili, sıfatı ve zati tevhitten ibaret olan
    ilahi tevhide yakin ilim denir ve yakin için var olan makamdan daha yüce
    değildir.
    Miadla ilgili ilmin de hakk’ul-yakin derecesine ulaşıncaya kadar dereceleri
    vardır. Zira Zeynep’in babası Emir’el-Mü’minin şöyle buyurmuştur: “Eğer
    perdeler kaldırılacak olsa yakinim artmaz.
    Zeynep de annesi Zehra gibi yakin’in en üstün derecesinde yer almaktadır.
    Fiillerde ve davranışlarda ameli güç
    Ameli bir güç olan ikinci yön; davranış durum, gidiş ve amellerde ilim ve
    yakinle mutabıktır. Yani onun amel merhalesindeki ilim ve yakinin etkisinden
    nefsanî olgunlukları ortaya çıkar.
    Örneğin yakin derecesinin etkilerinden olan ibadet ve ubudiyyet her yakin
    ölçüsünün daha fazla artması halinde kalbin. Âlemin Rabbi için olan tevazu
    ve huşusu daha da artacaktır. Annesi Fatıma Zehra’nın (Allah’ın selamı
    üzerine olsun)’ ibadeti konusunda bize ulaşan rivayetlerin aynısı Zeyneb
    (s.a) için de nakledilmektedir. “Reyahin-i Şeria” adlı eserde şöyle
    nakledilmiştir: “Zeynep, ömrü boyunca gece namazını ve gece uyanıklığını
    hiçbir zaman terk etmedi. Hatta on bir Muharrem gecesi tüm o üzüntü ve
    kedere, bedenindeki eleme, karşılaştığı musibetlere rağmen imam Seccad’ın
    rivayet etiğine göre o gece namazını kılmaktan geri durmamıştır. İmam Seccad
    şöyle diyor:
    “Halam Zeynep, gece namazını oturarak kıldı.” Diğer bir rivayetinde de;
    “Halam Zeynep, Kerbela’dan Şam’a gelinceye kadar bile nafileleri terk
    etmedi.” Demektedir. Yine bir başka rivayette bu mübarek zat şöyle
    demektedir: İmam Hüseyin kız kardeşi Zeynep’le vedalaşmağa geldiğinde şöyle
    buyurdu:
    “Ey kardeşim, beni gece namazında anmayı sakın unutma!”
    Örneğin sabır, ilim ve yakinin bir parçasıdır. Sabır derecesine de sahiptir.
    Sabrında dereceleri vardır. Onun yakin gücü her ne kadar çoksa sabrı ondan
    daha çoktur. Tıpkı Rıza derecesine sahip olduğu gibi gerçek zühd, cesaret,
    mürüvvet, cömertlik, sabır, sevgi, şefkat, rahmet… Bunların tümü ameli
    güçtür ki yakin derecesinin gereklerindendir. Nitekim Allah’u Tela’ya karşı
    gösterdiği ubudiyet derecesinde çok iyi bilindiği ve büyüklüğüne yakin
    ettiği için onun tevazu ve huşuunun çokluğu ve ilmi dereceye olan
    bağlılığındandır.

    Zeynep’teki ameli güç çok yüksek bir derecede idi. Zeynep’te var olan sabrın
    âlem de bir benzeri yoktur. Ebi Abdullah Hüseyin’in mukaddes mekânını
    ziyaret esnasında söylenen sözün, Zeynep konusunda da söylenmesi mümkündür.
    O söz şudur:”Senin taşıdığın sabırdan dolayı semadaki melekler bile
    hayretler içine girmektedirler”
    Gerçekten Zeynep için söylenenler de aynıdır. Geçmişte kendisi üzerine
    söylenen şeyleri bilmelisiniz. Mazlum Hüseyin’in Aşura günü ilan ettikleri
    tamamlandı. Fakat Zeynep böyle miydi acaba? Onun Aşura gecesinde taşıdığı
    ağırlıkları bir düşünün. Kendisinde var olan sıkıntı, keder ve elemlerle
    birlikte onu bir değerlendirin. Aşureden bir sonraki gecesinde o mübarek ve
    değerli insan ne tür hengâmelerle karşı karşıya idi. Karşı karşıya
    bulunduğu zorlukları, esareti bir hesap edin. Açlık, susuzluk, yağmalanma,
    eziyet, işkence, tüm bunlarla birlikte o baş döndürücü çölün ortasında bir
    arada toplatılan perişan çocuklar ve onların gözetim altında tutulmaları.
    Evet, Zeynep’i tüm bu olaylarla birlikte değerlendirin.
    Allah, ona ne güçlü ruhi bir kuvvet vermiştir ki ilmi gücün gereğinden olan
    ameli güç derecesinde boş bırakmamıştır.
    Yakin derecesinde bir benzeri olmadığı gibi yakinin gerekleri konusunda da
    benzersizdir. Bu muhterem ve değerli hanımefendinin ruhani makamını
    anlayabilecek kim var?
    Zeynep’te gerçek zühdü arayın
    Eğer sabrı bir kenara bırakacak olursak, onun başka üstünlükleriyle karşı
    karşıya geliriz. Zühd gibi, onun zühdü de ameli güce yöneliktir.
    Gerçek zühd odur ki Allah’tan başkasından kopuk olsun. Kalbinin ilgisi
    sadece Allah ile olmalı. O’na yönelik olmayan her şey, heva, heves ve
    arzular bir kenara itilmeli. “Ben” ve “Benlik” ortadan kaldırılmalı, sadece
    Allah kalmalı. İlahi olan bir şeyde dünyalık olan bir şey aranmamalı, ama
    zahitliğin manası dünyayı istememek de değildir, ya da mala sahip olmamak
    demek değildir. Aksine gerçek zahitlik kalbi bir şeydir, bu da Allah’tan
    başka her şeye karşı göz kapamaktır. Allah’tan başkasına gönül bağlamamak,
    ahreti dünyaya tercih etmek, Allah için nefsi arzu ve isteklerden
    vazgeçmektir. Zühdün en yüce makamı, Nübüvvet ve imamet makamına yöneliktir.
    Yani peygamberlik ve imametin şartlarından biri de zahit olmaktır.
    Ondan sonra da Allah’ın veli kulları ve dostlarına yöneliktir. Zeynep’in
    ruhaniyetinden bizler pek haberdar değiliz. Fakat onun zühd makamında nasıl
    olduğunu anlıyoruz:
    Allah’tan başkasından, dünyalık istek, arzu, süs ve güzelliklerden
    uzaklaşmak.
    Zeyneb’in eşi Abdullah bin Ca’fer-i Tayyar
    Zeynep, cömertlik ve kerem okyanusu olan eşi, koruyucusu Abdullah bin
    Ca’fer’in evinde yaşıyordu.
    Abdullah, Medine’nin zengin ve büyük sermayedarlarındandı. Sahip olduğu
    serveti de Peygamber (s.a.a)’in yaptığı bir duanın sonucundaydı. Babası
    Ca’fer-i Tayyar öldürülünce peygamber (s.a.a) çocuğuna karşı bağışlanma ve
    lütufta bulunma dileğinde bulunmuştu. Bir keresinde Abdullah’ın yaptığı bir
    davranıştan dolayı Allah Resulü (s.a.a) onun için duada bulundu. Şöyle dedi:
    “Allah’ım bu davranışını mübarek kıl. Abdullah bin Ca’fer’e, yaptığı bu
    davranışın dan dolayı bereketini bağışla”. Peygamber (s.a.a)’in duasının
    bereketiyle Abdullah en meşhur zenginlerin arasına girmişti. Bir o kadar da
    cömertlik ve keremde söz sahibi idi. Zira Medine’de bir darb-ı mesel olmuştu
    onun cömertliği. Evinin kapısı her zaman açık, fakirlerin, güçsüzlerin ve
    muhtaçların daimi bir uğrak yeri olmuştu.
    Bütün rahatlıklardan vazgeçiyor ve….
    Zeynep öyle bir evde yaşıyor ki saltanat gücü onun elindedir. Var olan tüm
    imkânlardan en güzel bir şekilde yararlanmakta, her şey kendisi için hazır
    bir vaziyette, köleler, hizmetçiler, cariyeler ve rahatlatıcı her türlü
    vasıtalar onun için her an hazır beklemektedir. Yani hiçbir sıkıntı ve
    kederinin olmadığı bir evde yaşıyor. Ansızın Hüseyin (a.s)’in hareket etmek
    istediğini görüyor. O da bütün rahatlık ve güzellikleri terk edip kendisini
    sıkıntı, elem ve rahatsızlıklar okyanusuna atıveriyor. Bu nasıl bir
    zahitliktir? Gerçekten çok hayret verici bir şeydir. Eğer nelerin
    olabileceğini bilmemiş olsaydı önemli değildi. Fakat daha o günün gecesinden
    itibaren korku ve endişeyle Medine’den kaçtıkları ve Mekke’ye doğru hareket
    ettikleri Receb’in 28 gecesinde dedeleri Allah Resulü (s.a.a)’nün,
    babalarının ve annelerinin de haber verdikleri musibetlerle karşılaştılar.
    Kısacası, gerçek ve görünürdeki bir sultanın kızı ve Abdullah gibi birisinin
    eşi olan Zeynep gibi birisinin bunca ilme, bu yakin ve manaya sahip olmasına
    karşın belaların içine bile bile dalması, esaretin olduğu bir mekâna doğru
    ilerlemesi, çöllerde başıboş gezmesi, yolculuğun zahmetlerine, onca
    musibetlere katlanması beklenir miydi?
    İbn-i Abbas ve Zeynep’in hareketinin engellenmesi
    İbn-i Abbas, İmam Hüseyin’in önüne geçti ve şöyle dedi: “Mademki sen gitmek
    istiyorsun, o halde bırak Zeynep kalsın. Onu götürme” Zeynep, mahmelden
    başını kaldırdı ve şöyle dedi: “Ey İbn-i Abbas, sen benim ve kardeşim
    Hüseyin (a) arasına bir ayrılık mı koymak istiyorsun?”
    Allah’u Ekber, bu ne büyük bir cesaret! Bütün rahatlık ve huzurun
    gölgesinden çıkmış bela, şiddet, elem ve rahatsızlıklarla dopdolu olan bu
    çölde kendinden geçmek de neyin nesidir? Akıllar şaşar bunun karşısında. Bu
    nasıl bir ilgidir? Bu ne tür bir ruhaniyettir. Bu nasıl bir maneviyattır.
    Yüce âlemle nasıl bir irtibattır? Peygamber (s.a.v) ve imamda var olan
    ruhaniyetin aynısı Zeynep’te de mevcuttur.
    Evlatlarını Allah yolunda bağışlıyor(kurban ediyor)
    Bundan daha yüce olan ameli güçten olan cömertlik ve kerem konusudur.
    İnsanlığın fazilet ve iftiharlarından olan cömertlik ve kerem, Peygamber ve
    imam’da en yüksek derecede mevcuttur. İmana sahip olan herkeste cömertlik ve
    keremden bir parça bulunur. Zeynep’teki cömertlik en yüksek bir derecede
    idi. Kardeşi Hüseyin’in ameli gücünde var olan cömertlik ve keremin aynısı
    muhterem ve değerli Zeynep’te de mevcuttu.
    Cömertlik ve kerem, bağışlama ve affetme, gönülden çıkarıp atma ve Allah
    yolunda vermektir. Akıl ehli, mal mı daha önemlidir yoksa evlat mı sorusuna
    karşılık; evlat çok değerli ve yüce bir şeydir der. Gönlün meyvesi, ömrün
    neticesidir. İki âlemin değerli insanı Zeynep, kendi malından geçmekle
    beraber iki göz nuru olan evlatları Avn ve Muhammed’i de Allah yolunda
    verip, Hüseyin (a)’a feda etti. Acaba bundan daha büyük ve daha yüce bir
    cömertlik ve kerem düşünülebilir mi? Subhanallah’il Azim.
    Ali Ekber için ağıt yakıyor ama…
    İnsanın, Zeynep’in anılarından çıkarabileceği bir başka incelik de bu
    mübarek insanın ne temiz bir nur olduğudur.
    Olayı duymuşsunuzdur: Onun iki göz nuru, tek varlığı olan iki oğlu Avn ve
    Muhammed savaş meydanına gidiyorlar ve öldürülüp şehit oluyorlar. Ebi
    Abdullah’il-Huseyn (a) onların ölülerini çadıra doğru getirince Zeynep kendi
    çadırından hiç çıkmadı. Fakat bunun aksine Hüseyin (a) onların ölülerini
    çadıra doğru getirince Zeynep kendi çadırından hiç çıkmadı. Fakat bunun
    aksine Hüseyin’in oğlu Ali Ekber’in ölü bedeni üzerinde acı çığlıklar
    atıyor, ağlıyor ve “ Eyvah Anana!” diyordu. Sanki kendi çocuğuymuş gibi,
    onun annesi gibi ağlıyordu.
    O ne idi ve bu nedir? Ben şaşıyorum nasıl tarif edeyim bunu? Kendi
    evlatlarının ölüsü üzerine niçin gelmediği acaba bu şaşırtıcı davranışla
    belli olmuyor mu?
    Halis ameli önemli görmüyor
    Göz önünde bulunan iki incelik var:
    Birincisi bu davranış Zeynep’in sonsuz derecedeki samimiyetini halisliğini
    ortaya çıkarıyor. Davranışı halisane bir şekilde (samimi olarak) Allah
    rızası içindi. Allah yolunda ve onun dostluğunu kazanmak için bir davranışta
    bulunan bir kimsenin amelini görmemesi nefsini öne çıkarmaması, kendisini
    önce görmemesi bir iş yaptığını zannetmemesi onun samimiyetinin gereğidir.
    Zeynep’in bu davranışı samimiyettir. İki göz nurunu kaybetmiş fakat
    çadırından çıkmamış, inleyip ağlamıyor, yardım dilemiyor. Yani insan, Allah
    yolunda verdiği şeyi artık hatırında tutmaz.

    Sonsuz derecedeki keremle birlikte taşıdığı hayâ
    Diğer bir incelik te şudur: Zeynep sahip olduğu bu samimiyet ve halislikle
    birlikte başka bir olgun sıfata da sahiptir. Bu sıfat, bağışlama hayâsı
    olarak adlandırılır. Bu da çok hayret verici bir özelliktir. Bağışlayan biri
    bağışlayıcı (kerim) olduğu için yaptığını çok küçük görür. Alçak gönüllülük
    ve tevazu onun nefsindedir.
    Hüseyin (a)’in dört bin dirhemi fakirlere dağıttığını ve az oldu diye
    utandığını duymuşsunuzdur. İşte bu, “bağışlama hayâsı” olarak
    adlandırılmaktadır.
    Cimri olan verdiği o kapkara parayla bin bir minnet eder. Bu cimriliktir,
    sahibini alçaktır ve rezil eder. Cömert olan her şeyin en fazlasını
    bağışlar, her şeyin en değerlisini verir bunu yaparken de hiçbir vermemiştir
    diye hayâ duyar.
    Zeynep de iki evladını veriyor, yine de hayâ ediyor. Buna rağmen; “Ne yazık
    ki Hüseyin(a)’in yolunda gereği gibi bir hizmet yapamadım, bir iş
    yapamadığım dost karşısında başı dik nasıl durabilirim?” diyerek utangaçlık
    ve hayâsını belirtiyor. Fakat Hüseyin (a)’in oğlu Ali Ekber’e karşı şefkat
    duyguları kabarıyor. Burası, sevgi ve şefkat yeridir. Öyle sevgi ve şefkat
    gösterdi ve gönlü o kadar kırıktı ki Husyen (a) onu Ali Ekber’in ölüsü
    üzerinden zar-zor kaldırabildi.
    Burada onun sahip olduğu bir başka üstün sıfatı ortaya çıkıyor. O da
    merhamet ve şefkattir. Hüseyin’le dert ortaklığı yapmaktadır. Aşura gecesi
    şöyle buyuruyordu: “Ah keşke, kardeşimin yerine benim öldürülmemi kabul
    etselerdi.
    Zeynep’in isminin anıldığı ve onun iftihar dolu sıfatlarının konuşulduğu şu
    anda bunu işiten aziz dinleyiciler, Allah’tan bu değerli hanımefendiye
    verilmiş olan üstün özelliklerden bizlere de bağışlamasını, bu iki âlemin
    değerli insanının bereketinden bize de nasip etmesini onun ameli gücünün
    üstünlüklerinden olan şeyleri bize de bağışlamasını dileyelim.

YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X