[b]
İslam âleminde insaniyet açısından, üstünlükler açısından birbirlerine o
kadar benzeyen başka bir ana kız meydana gelmemiştir daha. Dünya
kadınlarının seyyidesi Fatıma Zehra (s.a) ve kızı Zeynep-i Kübra gibi bir
ana-kız henüz görülmemiştir insanlık tarihinde. Üstünlükleri iki yönlüdür.
Neseb açısından Zehra Hatem’ül Enbiya’nın kızı idi. Zeynep de vasilerin
efendisi, Allah’ın galip aslanı Ali bin Ebi Talib’in kızıdır.
Fatıma Zehra’nın annesi müminlerin annesi Hatice-i Kübra’dır. Zeyneb’in de
annesi kadınların efendisidir, tertemiz bir süt emmiştir. Zehra peygamberin
terbiyesi altında büyümüştü. Zeynep de Allah’ın büyük velisi, Muhammed’in
varisi yani Muhammed’in nefsi olan Emir’ul Mü’minin’in terbiyesi altında
büyümüştü.
Zehra’nın Hasan ve Hüseyin diye iki çocuğu vardı. İkisi de Allah yolunda
şehit olmuştu. Zeyneb’in de Avn ve Muhammed diye iki çocuğu vardır. Onları
Allah yolunda kurban etti ve Aşura gününde öldürüldüler.
İlim ve amelle olan hasbi şereflilik
Hasbi şereflilik ve zati şereflilik yönünden nefsi faziletler iki şey
üzerinde seçilmiştir. Bu iki şey de ilim ve ameldir. İlmi ve ameli güç, iki
kanat üzerinde yer eder. Şerefli insani ruh için bu iki güç her kimde daha
fazla olursa onun fazileti, büyüklüğü ve şerefliliği de daha fazla olur.
İlim açısından da bazı dereceler vardır. İlimden maksat ilm’ul-Yakin ve
Hakk’ul-Yakin derecelerini kapsayan yakin derecesidir. Bu konu yeri
geldiğinde geniş bir şekilde açıklanacaktır.
Yakin’in de dereceleri vardır, fiili, sıfatı ve zati tevhitten ibaret olan
ilahi tevhide yakin ilim denir ve yakin için var olan makamdan daha yüce
değildir.
Miadla ilgili ilmin de hakk’ul-yakin derecesine ulaşıncaya kadar dereceleri
vardır. Zira Zeynep’in babası Emir’el-Mü’minin şöyle buyurmuştur: “Eğer
perdeler kaldırılacak olsa yakinim artmaz.
Zeynep de annesi Zehra gibi yakin’in en üstün derecesinde yer almaktadır.
Fiillerde ve davranışlarda ameli güç
Ameli bir güç olan ikinci yön; davranış durum, gidiş ve amellerde ilim ve
yakinle mutabıktır. Yani onun amel merhalesindeki ilim ve yakinin etkisinden
nefsanî olgunlukları ortaya çıkar.
Örneğin yakin derecesinin etkilerinden olan ibadet ve ubudiyyet her yakin
ölçüsünün daha fazla artması halinde kalbin. Âlemin Rabbi için olan tevazu
ve huşusu daha da artacaktır. Annesi Fatıma Zehra’nın (Allah’ın selamı
üzerine olsun)’ ibadeti konusunda bize ulaşan rivayetlerin aynısı Zeyneb
(s.a) için de nakledilmektedir. “Reyahin-i Şeria” adlı eserde şöyle
nakledilmiştir: “Zeynep, ömrü boyunca gece namazını ve gece uyanıklığını
hiçbir zaman terk etmedi. Hatta on bir Muharrem gecesi tüm o üzüntü ve
kedere, bedenindeki eleme, karşılaştığı musibetlere rağmen imam Seccad’ın
rivayet etiğine göre o gece namazını kılmaktan geri durmamıştır. İmam Seccad
şöyle diyor:
“Halam Zeynep, gece namazını oturarak kıldı.” Diğer bir rivayetinde de;
“Halam Zeynep, Kerbela’dan Şam’a gelinceye kadar bile nafileleri terk
etmedi.” Demektedir. Yine bir başka rivayette bu mübarek zat şöyle
demektedir: İmam Hüseyin kız kardeşi Zeynep’le vedalaşmağa geldiğinde şöyle
buyurdu:
“Ey kardeşim, beni gece namazında anmayı sakın unutma!”
Örneğin sabır, ilim ve yakinin bir parçasıdır. Sabır derecesine de sahiptir.
Sabrında dereceleri vardır. Onun yakin gücü her ne kadar çoksa sabrı ondan
daha çoktur. Tıpkı Rıza derecesine sahip olduğu gibi gerçek zühd, cesaret,
mürüvvet, cömertlik, sabır, sevgi, şefkat, rahmet… Bunların tümü ameli
güçtür ki yakin derecesinin gereklerindendir. Nitekim Allah’u Tela’ya karşı
gösterdiği ubudiyet derecesinde çok iyi bilindiği ve büyüklüğüne yakin
ettiği için onun tevazu ve huşuunun çokluğu ve ilmi dereceye olan
bağlılığındandır.
Zeynep’teki ameli güç çok yüksek bir derecede idi. Zeynep’te var olan sabrın
âlem de bir benzeri yoktur. Ebi Abdullah Hüseyin’in mukaddes mekânını
ziyaret esnasında söylenen sözün, Zeynep konusunda da söylenmesi mümkündür.
O söz şudur:”Senin taşıdığın sabırdan dolayı semadaki melekler bile
hayretler içine girmektedirler”
Gerçekten Zeynep için söylenenler de aynıdır. Geçmişte kendisi üzerine
söylenen şeyleri bilmelisiniz. Mazlum Hüseyin’in Aşura günü ilan ettikleri
tamamlandı. Fakat Zeynep böyle miydi acaba? Onun Aşura gecesinde taşıdığı
ağırlıkları bir düşünün. Kendisinde var olan sıkıntı, keder ve elemlerle
birlikte onu bir değerlendirin. Aşureden bir sonraki gecesinde o mübarek ve
değerli insan ne tür hengâmelerle karşı karşıya idi. Karşı karşıya
bulunduğu zorlukları, esareti bir hesap edin. Açlık, susuzluk, yağmalanma,
eziyet, işkence, tüm bunlarla birlikte o baş döndürücü çölün ortasında bir
arada toplatılan perişan çocuklar ve onların gözetim altında tutulmaları.
Evet, Zeynep’i tüm bu olaylarla birlikte değerlendirin.
Allah, ona ne güçlü ruhi bir kuvvet vermiştir ki ilmi gücün gereğinden olan
ameli güç derecesinde boş bırakmamıştır.
Yakin derecesinde bir benzeri olmadığı gibi yakinin gerekleri konusunda da
benzersizdir. Bu muhterem ve değerli hanımefendinin ruhani makamını
anlayabilecek kim var?
Zeynep’te gerçek zühdü arayın
Eğer sabrı bir kenara bırakacak olursak, onun başka üstünlükleriyle karşı
karşıya geliriz. Zühd gibi, onun zühdü de ameli güce yöneliktir.
Gerçek zühd odur ki Allah’tan başkasından kopuk olsun. Kalbinin ilgisi
sadece Allah ile olmalı. O’na yönelik olmayan her şey, heva, heves ve
arzular bir kenara itilmeli. “Ben” ve “Benlik” ortadan kaldırılmalı, sadece
Allah kalmalı. İlahi olan bir şeyde dünyalık olan bir şey aranmamalı, ama
zahitliğin manası dünyayı istememek de değildir, ya da mala sahip olmamak
demek değildir. Aksine gerçek zahitlik kalbi bir şeydir, bu da Allah’tan
başka her şeye karşı göz kapamaktır. Allah’tan başkasına gönül bağlamamak,
ahreti dünyaya tercih etmek, Allah için nefsi arzu ve isteklerden
vazgeçmektir. Zühdün en yüce makamı, Nübüvvet ve imamet makamına yöneliktir.
Yani peygamberlik ve imametin şartlarından biri de zahit olmaktır.
Ondan sonra da Allah’ın veli kulları ve dostlarına yöneliktir. Zeynep’in
ruhaniyetinden bizler pek haberdar değiliz. Fakat onun zühd makamında nasıl
olduğunu anlıyoruz:
Allah’tan başkasından, dünyalık istek, arzu, süs ve güzelliklerden
uzaklaşmak.
Zeyneb’in eşi Abdullah bin Ca’fer-i Tayyar
Zeynep, cömertlik ve kerem okyanusu olan eşi, koruyucusu Abdullah bin
Ca’fer’in evinde yaşıyordu.
Abdullah, Medine’nin zengin ve büyük sermayedarlarındandı. Sahip olduğu
serveti de Peygamber (s.a.a)’in yaptığı bir duanın sonucundaydı. Babası
Ca’fer-i Tayyar öldürülünce peygamber (s.a.a) çocuğuna karşı bağışlanma ve
lütufta bulunma dileğinde bulunmuştu. Bir keresinde Abdullah’ın yaptığı bir
davranıştan dolayı Allah Resulü (s.a.a) onun için duada bulundu. Şöyle dedi:
“Allah’ım bu davranışını mübarek kıl. Abdullah bin Ca’fer’e, yaptığı bu
davranışın dan dolayı bereketini bağışla”. Peygamber (s.a.a)’in duasının
bereketiyle Abdullah en meşhur zenginlerin arasına girmişti. Bir o kadar da
cömertlik ve keremde söz sahibi idi. Zira Medine’de bir darb-ı mesel olmuştu
onun cömertliği. Evinin kapısı her zaman açık, fakirlerin, güçsüzlerin ve
muhtaçların daimi bir uğrak yeri olmuştu.
Bütün rahatlıklardan vazgeçiyor ve….
Zeynep öyle bir evde yaşıyor ki saltanat gücü onun elindedir. Var olan tüm
imkânlardan en güzel bir şekilde yararlanmakta, her şey kendisi için hazır
bir vaziyette, köleler, hizmetçiler, cariyeler ve rahatlatıcı her türlü
vasıtalar onun için her an hazır beklemektedir. Yani hiçbir sıkıntı ve
kederinin olmadığı bir evde yaşıyor. Ansızın Hüseyin (a.s)’in hareket etmek
istediğini görüyor. O da bütün rahatlık ve güzellikleri terk edip kendisini
sıkıntı, elem ve rahatsızlıklar okyanusuna atıveriyor. Bu nasıl bir
zahitliktir? Gerçekten çok hayret verici bir şeydir. Eğer nelerin
olabileceğini bilmemiş olsaydı önemli değildi. Fakat daha o günün gecesinden
itibaren korku ve endişeyle Medine’den kaçtıkları ve Mekke’ye doğru hareket
ettikleri Receb’in 28 gecesinde dedeleri Allah Resulü (s.a.a)’nün,
babalarının ve annelerinin de haber verdikleri musibetlerle karşılaştılar.
Kısacası, gerçek ve görünürdeki bir sultanın kızı ve Abdullah gibi birisinin
eşi olan Zeynep gibi birisinin bunca ilme, bu yakin ve manaya sahip olmasına
karşın belaların içine bile bile dalması, esaretin olduğu bir mekâna doğru
ilerlemesi, çöllerde başıboş gezmesi, yolculuğun zahmetlerine, onca
musibetlere katlanması beklenir miydi?
İbn-i Abbas ve Zeynep’in hareketinin engellenmesi
İbn-i Abbas, İmam Hüseyin’in önüne geçti ve şöyle dedi: “Mademki sen gitmek
istiyorsun, o halde bırak Zeynep kalsın. Onu götürme” Zeynep, mahmelden
başını kaldırdı ve şöyle dedi: “Ey İbn-i Abbas, sen benim ve kardeşim
Hüseyin (a) arasına bir ayrılık mı koymak istiyorsun?”
Allah’u Ekber, bu ne büyük bir cesaret! Bütün rahatlık ve huzurun
gölgesinden çıkmış bela, şiddet, elem ve rahatsızlıklarla dopdolu olan bu
çölde kendinden geçmek de neyin nesidir? Akıllar şaşar bunun karşısında. Bu
nasıl bir ilgidir? Bu ne tür bir ruhaniyettir. Bu nasıl bir maneviyattır.
Yüce âlemle nasıl bir irtibattır? Peygamber (s.a.v) ve imamda var olan
ruhaniyetin aynısı Zeynep’te de mevcuttur.
Evlatlarını Allah yolunda bağışlıyor(kurban ediyor)
Bundan daha yüce olan ameli güçten olan cömertlik ve kerem konusudur.
İnsanlığın fazilet ve iftiharlarından olan cömertlik ve kerem, Peygamber ve
imam’da en yüksek derecede mevcuttur. İmana sahip olan herkeste cömertlik ve
keremden bir parça bulunur. Zeynep’teki cömertlik en yüksek bir derecede
idi. Kardeşi Hüseyin’in ameli gücünde var olan cömertlik ve keremin aynısı
muhterem ve değerli Zeynep’te de mevcuttu.
Cömertlik ve kerem, bağışlama ve affetme, gönülden çıkarıp atma ve Allah
yolunda vermektir. Akıl ehli, mal mı daha önemlidir yoksa evlat mı sorusuna
karşılık; evlat çok değerli ve yüce bir şeydir der. Gönlün meyvesi, ömrün
neticesidir. İki âlemin değerli insanı Zeynep, kendi malından geçmekle
beraber iki göz nuru olan evlatları Avn ve Muhammed’i de Allah yolunda
verip, Hüseyin (a)’a feda etti. Acaba bundan daha büyük ve daha yüce bir
cömertlik ve kerem düşünülebilir mi? Subhanallah’il Azim.
Ali Ekber için ağıt yakıyor ama…
İnsanın, Zeynep’in anılarından çıkarabileceği bir başka incelik de bu
mübarek insanın ne temiz bir nur olduğudur.
Olayı duymuşsunuzdur: Onun iki göz nuru, tek varlığı olan iki oğlu Avn ve
Muhammed savaş meydanına gidiyorlar ve öldürülüp şehit oluyorlar. Ebi
Abdullah’il-Huseyn (a) onların ölülerini çadıra doğru getirince Zeynep kendi
çadırından hiç çıkmadı. Fakat bunun aksine Hüseyin (a) onların ölülerini
çadıra doğru getirince Zeynep kendi çadırından hiç çıkmadı. Fakat bunun
aksine Hüseyin’in oğlu Ali Ekber’in ölü bedeni üzerinde acı çığlıklar
atıyor, ağlıyor ve “ Eyvah Anana!” diyordu. Sanki kendi çocuğuymuş gibi,
onun annesi gibi ağlıyordu.
O ne idi ve bu nedir? Ben şaşıyorum nasıl tarif edeyim bunu? Kendi
evlatlarının ölüsü üzerine niçin gelmediği acaba bu şaşırtıcı davranışla
belli olmuyor mu?
Halis ameli önemli görmüyor
Göz önünde bulunan iki incelik var:
Birincisi bu davranış Zeynep’in sonsuz derecedeki samimiyetini halisliğini
ortaya çıkarıyor. Davranışı halisane bir şekilde (samimi olarak) Allah
rızası içindi. Allah yolunda ve onun dostluğunu kazanmak için bir davranışta
bulunan bir kimsenin amelini görmemesi nefsini öne çıkarmaması, kendisini
önce görmemesi bir iş yaptığını zannetmemesi onun samimiyetinin gereğidir.
Zeynep’in bu davranışı samimiyettir. İki göz nurunu kaybetmiş fakat
çadırından çıkmamış, inleyip ağlamıyor, yardım dilemiyor. Yani insan, Allah
yolunda verdiği şeyi artık hatırında tutmaz.
Sonsuz derecedeki keremle birlikte taşıdığı hayâ
Diğer bir incelik te şudur: Zeynep sahip olduğu bu samimiyet ve halislikle
birlikte başka bir olgun sıfata da sahiptir. Bu sıfat, bağışlama hayâsı
olarak adlandırılır. Bu da çok hayret verici bir özelliktir. Bağışlayan biri
bağışlayıcı (kerim) olduğu için yaptığını çok küçük görür. Alçak gönüllülük
ve tevazu onun nefsindedir.
Hüseyin (a)’in dört bin dirhemi fakirlere dağıttığını ve az oldu diye
utandığını duymuşsunuzdur. İşte bu, “bağışlama hayâsı” olarak
adlandırılmaktadır.
Cimri olan verdiği o kapkara parayla bin bir minnet eder. Bu cimriliktir,
sahibini alçaktır ve rezil eder. Cömert olan her şeyin en fazlasını
bağışlar, her şeyin en değerlisini verir bunu yaparken de hiçbir vermemiştir
diye hayâ duyar.
Zeynep de iki evladını veriyor, yine de hayâ ediyor. Buna rağmen; “Ne yazık
ki Hüseyin(a)’in yolunda gereği gibi bir hizmet yapamadım, bir iş
yapamadığım dost karşısında başı dik nasıl durabilirim?” diyerek utangaçlık
ve hayâsını belirtiyor. Fakat Hüseyin (a)’in oğlu Ali Ekber’e karşı şefkat
duyguları kabarıyor. Burası, sevgi ve şefkat yeridir. Öyle sevgi ve şefkat
gösterdi ve gönlü o kadar kırıktı ki Husyen (a) onu Ali Ekber’in ölüsü
üzerinden zar-zor kaldırabildi.
Burada onun sahip olduğu bir başka üstün sıfatı ortaya çıkıyor. O da
merhamet ve şefkattir. Hüseyin’le dert ortaklığı yapmaktadır. Aşura gecesi
şöyle buyuruyordu: “Ah keşke, kardeşimin yerine benim öldürülmemi kabul
etselerdi.
Zeynep’in isminin anıldığı ve onun iftihar dolu sıfatlarının konuşulduğu şu
anda bunu işiten aziz dinleyiciler, Allah’tan bu değerli hanımefendiye
verilmiş olan üstün özelliklerden bizlere de bağışlamasını, bu iki âlemin
değerli insanının bereketinden bize de nasip etmesini onun ameli gücünün
üstünlüklerinden olan şeyleri bize de bağışlamasını dileyelim.
kadar benzeyen başka bir ana kız meydana gelmemiştir daha. Dünya
kadınlarının seyyidesi Fatıma Zehra (s.a) ve kızı Zeynep-i Kübra gibi bir
ana-kız henüz görülmemiştir insanlık tarihinde. Üstünlükleri iki yönlüdür.
Neseb açısından Zehra Hatem’ül Enbiya’nın kızı idi. Zeynep de vasilerin
efendisi, Allah’ın galip aslanı Ali bin Ebi Talib’in kızıdır.
Fatıma Zehra’nın annesi müminlerin annesi Hatice-i Kübra’dır. Zeyneb’in de
annesi kadınların efendisidir, tertemiz bir süt emmiştir. Zehra peygamberin
terbiyesi altında büyümüştü. Zeynep de Allah’ın büyük velisi, Muhammed’in
varisi yani Muhammed’in nefsi olan Emir’ul Mü’minin’in terbiyesi altında
büyümüştü.
Zehra’nın Hasan ve Hüseyin diye iki çocuğu vardı. İkisi de Allah yolunda
şehit olmuştu. Zeyneb’in de Avn ve Muhammed diye iki çocuğu vardır. Onları
Allah yolunda kurban etti ve Aşura gününde öldürüldüler.
İlim ve amelle olan hasbi şereflilik
Hasbi şereflilik ve zati şereflilik yönünden nefsi faziletler iki şey
üzerinde seçilmiştir. Bu iki şey de ilim ve ameldir. İlmi ve ameli güç, iki
kanat üzerinde yer eder. Şerefli insani ruh için bu iki güç her kimde daha
fazla olursa onun fazileti, büyüklüğü ve şerefliliği de daha fazla olur.
İlim açısından da bazı dereceler vardır. İlimden maksat ilm’ul-Yakin ve
Hakk’ul-Yakin derecelerini kapsayan yakin derecesidir. Bu konu yeri
geldiğinde geniş bir şekilde açıklanacaktır.
Yakin’in de dereceleri vardır, fiili, sıfatı ve zati tevhitten ibaret olan
ilahi tevhide yakin ilim denir ve yakin için var olan makamdan daha yüce
değildir.
Miadla ilgili ilmin de hakk’ul-yakin derecesine ulaşıncaya kadar dereceleri
vardır. Zira Zeynep’in babası Emir’el-Mü’minin şöyle buyurmuştur: “Eğer
perdeler kaldırılacak olsa yakinim artmaz.
Zeynep de annesi Zehra gibi yakin’in en üstün derecesinde yer almaktadır.
Fiillerde ve davranışlarda ameli güç
Ameli bir güç olan ikinci yön; davranış durum, gidiş ve amellerde ilim ve
yakinle mutabıktır. Yani onun amel merhalesindeki ilim ve yakinin etkisinden
nefsanî olgunlukları ortaya çıkar.
Örneğin yakin derecesinin etkilerinden olan ibadet ve ubudiyyet her yakin
ölçüsünün daha fazla artması halinde kalbin. Âlemin Rabbi için olan tevazu
ve huşusu daha da artacaktır. Annesi Fatıma Zehra’nın (Allah’ın selamı
üzerine olsun)’ ibadeti konusunda bize ulaşan rivayetlerin aynısı Zeyneb
(s.a) için de nakledilmektedir. “Reyahin-i Şeria” adlı eserde şöyle
nakledilmiştir: “Zeynep, ömrü boyunca gece namazını ve gece uyanıklığını
hiçbir zaman terk etmedi. Hatta on bir Muharrem gecesi tüm o üzüntü ve
kedere, bedenindeki eleme, karşılaştığı musibetlere rağmen imam Seccad’ın
rivayet etiğine göre o gece namazını kılmaktan geri durmamıştır. İmam Seccad
şöyle diyor:
“Halam Zeynep, gece namazını oturarak kıldı.” Diğer bir rivayetinde de;
“Halam Zeynep, Kerbela’dan Şam’a gelinceye kadar bile nafileleri terk
etmedi.” Demektedir. Yine bir başka rivayette bu mübarek zat şöyle
demektedir: İmam Hüseyin kız kardeşi Zeynep’le vedalaşmağa geldiğinde şöyle
buyurdu:
“Ey kardeşim, beni gece namazında anmayı sakın unutma!”
Örneğin sabır, ilim ve yakinin bir parçasıdır. Sabır derecesine de sahiptir.
Sabrında dereceleri vardır. Onun yakin gücü her ne kadar çoksa sabrı ondan
daha çoktur. Tıpkı Rıza derecesine sahip olduğu gibi gerçek zühd, cesaret,
mürüvvet, cömertlik, sabır, sevgi, şefkat, rahmet… Bunların tümü ameli
güçtür ki yakin derecesinin gereklerindendir. Nitekim Allah’u Tela’ya karşı
gösterdiği ubudiyet derecesinde çok iyi bilindiği ve büyüklüğüne yakin
ettiği için onun tevazu ve huşuunun çokluğu ve ilmi dereceye olan
bağlılığındandır.
Zeynep’teki ameli güç çok yüksek bir derecede idi. Zeynep’te var olan sabrın
âlem de bir benzeri yoktur. Ebi Abdullah Hüseyin’in mukaddes mekânını
ziyaret esnasında söylenen sözün, Zeynep konusunda da söylenmesi mümkündür.
O söz şudur:”Senin taşıdığın sabırdan dolayı semadaki melekler bile
hayretler içine girmektedirler”
Gerçekten Zeynep için söylenenler de aynıdır. Geçmişte kendisi üzerine
söylenen şeyleri bilmelisiniz. Mazlum Hüseyin’in Aşura günü ilan ettikleri
tamamlandı. Fakat Zeynep böyle miydi acaba? Onun Aşura gecesinde taşıdığı
ağırlıkları bir düşünün. Kendisinde var olan sıkıntı, keder ve elemlerle
birlikte onu bir değerlendirin. Aşureden bir sonraki gecesinde o mübarek ve
değerli insan ne tür hengâmelerle karşı karşıya idi. Karşı karşıya
bulunduğu zorlukları, esareti bir hesap edin. Açlık, susuzluk, yağmalanma,
eziyet, işkence, tüm bunlarla birlikte o baş döndürücü çölün ortasında bir
arada toplatılan perişan çocuklar ve onların gözetim altında tutulmaları.
Evet, Zeynep’i tüm bu olaylarla birlikte değerlendirin.
Allah, ona ne güçlü ruhi bir kuvvet vermiştir ki ilmi gücün gereğinden olan
ameli güç derecesinde boş bırakmamıştır.
Yakin derecesinde bir benzeri olmadığı gibi yakinin gerekleri konusunda da
benzersizdir. Bu muhterem ve değerli hanımefendinin ruhani makamını
anlayabilecek kim var?
Zeynep’te gerçek zühdü arayın
Eğer sabrı bir kenara bırakacak olursak, onun başka üstünlükleriyle karşı
karşıya geliriz. Zühd gibi, onun zühdü de ameli güce yöneliktir.
Gerçek zühd odur ki Allah’tan başkasından kopuk olsun. Kalbinin ilgisi
sadece Allah ile olmalı. O’na yönelik olmayan her şey, heva, heves ve
arzular bir kenara itilmeli. “Ben” ve “Benlik” ortadan kaldırılmalı, sadece
Allah kalmalı. İlahi olan bir şeyde dünyalık olan bir şey aranmamalı, ama
zahitliğin manası dünyayı istememek de değildir, ya da mala sahip olmamak
demek değildir. Aksine gerçek zahitlik kalbi bir şeydir, bu da Allah’tan
başka her şeye karşı göz kapamaktır. Allah’tan başkasına gönül bağlamamak,
ahreti dünyaya tercih etmek, Allah için nefsi arzu ve isteklerden
vazgeçmektir. Zühdün en yüce makamı, Nübüvvet ve imamet makamına yöneliktir.
Yani peygamberlik ve imametin şartlarından biri de zahit olmaktır.
Ondan sonra da Allah’ın veli kulları ve dostlarına yöneliktir. Zeynep’in
ruhaniyetinden bizler pek haberdar değiliz. Fakat onun zühd makamında nasıl
olduğunu anlıyoruz:
Allah’tan başkasından, dünyalık istek, arzu, süs ve güzelliklerden
uzaklaşmak.
Zeyneb’in eşi Abdullah bin Ca’fer-i Tayyar
Zeynep, cömertlik ve kerem okyanusu olan eşi, koruyucusu Abdullah bin
Ca’fer’in evinde yaşıyordu.
Abdullah, Medine’nin zengin ve büyük sermayedarlarındandı. Sahip olduğu
serveti de Peygamber (s.a.a)’in yaptığı bir duanın sonucundaydı. Babası
Ca’fer-i Tayyar öldürülünce peygamber (s.a.a) çocuğuna karşı bağışlanma ve
lütufta bulunma dileğinde bulunmuştu. Bir keresinde Abdullah’ın yaptığı bir
davranıştan dolayı Allah Resulü (s.a.a) onun için duada bulundu. Şöyle dedi:
“Allah’ım bu davranışını mübarek kıl. Abdullah bin Ca’fer’e, yaptığı bu
davranışın dan dolayı bereketini bağışla”. Peygamber (s.a.a)’in duasının
bereketiyle Abdullah en meşhur zenginlerin arasına girmişti. Bir o kadar da
cömertlik ve keremde söz sahibi idi. Zira Medine’de bir darb-ı mesel olmuştu
onun cömertliği. Evinin kapısı her zaman açık, fakirlerin, güçsüzlerin ve
muhtaçların daimi bir uğrak yeri olmuştu.
Bütün rahatlıklardan vazgeçiyor ve….
Zeynep öyle bir evde yaşıyor ki saltanat gücü onun elindedir. Var olan tüm
imkânlardan en güzel bir şekilde yararlanmakta, her şey kendisi için hazır
bir vaziyette, köleler, hizmetçiler, cariyeler ve rahatlatıcı her türlü
vasıtalar onun için her an hazır beklemektedir. Yani hiçbir sıkıntı ve
kederinin olmadığı bir evde yaşıyor. Ansızın Hüseyin (a.s)’in hareket etmek
istediğini görüyor. O da bütün rahatlık ve güzellikleri terk edip kendisini
sıkıntı, elem ve rahatsızlıklar okyanusuna atıveriyor. Bu nasıl bir
zahitliktir? Gerçekten çok hayret verici bir şeydir. Eğer nelerin
olabileceğini bilmemiş olsaydı önemli değildi. Fakat daha o günün gecesinden
itibaren korku ve endişeyle Medine’den kaçtıkları ve Mekke’ye doğru hareket
ettikleri Receb’in 28 gecesinde dedeleri Allah Resulü (s.a.a)’nün,
babalarının ve annelerinin de haber verdikleri musibetlerle karşılaştılar.
Kısacası, gerçek ve görünürdeki bir sultanın kızı ve Abdullah gibi birisinin
eşi olan Zeynep gibi birisinin bunca ilme, bu yakin ve manaya sahip olmasına
karşın belaların içine bile bile dalması, esaretin olduğu bir mekâna doğru
ilerlemesi, çöllerde başıboş gezmesi, yolculuğun zahmetlerine, onca
musibetlere katlanması beklenir miydi?
İbn-i Abbas ve Zeynep’in hareketinin engellenmesi
İbn-i Abbas, İmam Hüseyin’in önüne geçti ve şöyle dedi: “Mademki sen gitmek
istiyorsun, o halde bırak Zeynep kalsın. Onu götürme” Zeynep, mahmelden
başını kaldırdı ve şöyle dedi: “Ey İbn-i Abbas, sen benim ve kardeşim
Hüseyin (a) arasına bir ayrılık mı koymak istiyorsun?”
Allah’u Ekber, bu ne büyük bir cesaret! Bütün rahatlık ve huzurun
gölgesinden çıkmış bela, şiddet, elem ve rahatsızlıklarla dopdolu olan bu
çölde kendinden geçmek de neyin nesidir? Akıllar şaşar bunun karşısında. Bu
nasıl bir ilgidir? Bu ne tür bir ruhaniyettir. Bu nasıl bir maneviyattır.
Yüce âlemle nasıl bir irtibattır? Peygamber (s.a.v) ve imamda var olan
ruhaniyetin aynısı Zeynep’te de mevcuttur.
Evlatlarını Allah yolunda bağışlıyor(kurban ediyor)
Bundan daha yüce olan ameli güçten olan cömertlik ve kerem konusudur.
İnsanlığın fazilet ve iftiharlarından olan cömertlik ve kerem, Peygamber ve
imam’da en yüksek derecede mevcuttur. İmana sahip olan herkeste cömertlik ve
keremden bir parça bulunur. Zeynep’teki cömertlik en yüksek bir derecede
idi. Kardeşi Hüseyin’in ameli gücünde var olan cömertlik ve keremin aynısı
muhterem ve değerli Zeynep’te de mevcuttu.
Cömertlik ve kerem, bağışlama ve affetme, gönülden çıkarıp atma ve Allah
yolunda vermektir. Akıl ehli, mal mı daha önemlidir yoksa evlat mı sorusuna
karşılık; evlat çok değerli ve yüce bir şeydir der. Gönlün meyvesi, ömrün
neticesidir. İki âlemin değerli insanı Zeynep, kendi malından geçmekle
beraber iki göz nuru olan evlatları Avn ve Muhammed’i de Allah yolunda
verip, Hüseyin (a)’a feda etti. Acaba bundan daha büyük ve daha yüce bir
cömertlik ve kerem düşünülebilir mi? Subhanallah’il Azim.
Ali Ekber için ağıt yakıyor ama…
İnsanın, Zeynep’in anılarından çıkarabileceği bir başka incelik de bu
mübarek insanın ne temiz bir nur olduğudur.
Olayı duymuşsunuzdur: Onun iki göz nuru, tek varlığı olan iki oğlu Avn ve
Muhammed savaş meydanına gidiyorlar ve öldürülüp şehit oluyorlar. Ebi
Abdullah’il-Huseyn (a) onların ölülerini çadıra doğru getirince Zeynep kendi
çadırından hiç çıkmadı. Fakat bunun aksine Hüseyin (a) onların ölülerini
çadıra doğru getirince Zeynep kendi çadırından hiç çıkmadı. Fakat bunun
aksine Hüseyin’in oğlu Ali Ekber’in ölü bedeni üzerinde acı çığlıklar
atıyor, ağlıyor ve “ Eyvah Anana!” diyordu. Sanki kendi çocuğuymuş gibi,
onun annesi gibi ağlıyordu.
O ne idi ve bu nedir? Ben şaşıyorum nasıl tarif edeyim bunu? Kendi
evlatlarının ölüsü üzerine niçin gelmediği acaba bu şaşırtıcı davranışla
belli olmuyor mu?
Halis ameli önemli görmüyor
Göz önünde bulunan iki incelik var:
Birincisi bu davranış Zeynep’in sonsuz derecedeki samimiyetini halisliğini
ortaya çıkarıyor. Davranışı halisane bir şekilde (samimi olarak) Allah
rızası içindi. Allah yolunda ve onun dostluğunu kazanmak için bir davranışta
bulunan bir kimsenin amelini görmemesi nefsini öne çıkarmaması, kendisini
önce görmemesi bir iş yaptığını zannetmemesi onun samimiyetinin gereğidir.
Zeynep’in bu davranışı samimiyettir. İki göz nurunu kaybetmiş fakat
çadırından çıkmamış, inleyip ağlamıyor, yardım dilemiyor. Yani insan, Allah
yolunda verdiği şeyi artık hatırında tutmaz.
Sonsuz derecedeki keremle birlikte taşıdığı hayâ
Diğer bir incelik te şudur: Zeynep sahip olduğu bu samimiyet ve halislikle
birlikte başka bir olgun sıfata da sahiptir. Bu sıfat, bağışlama hayâsı
olarak adlandırılır. Bu da çok hayret verici bir özelliktir. Bağışlayan biri
bağışlayıcı (kerim) olduğu için yaptığını çok küçük görür. Alçak gönüllülük
ve tevazu onun nefsindedir.
Hüseyin (a)’in dört bin dirhemi fakirlere dağıttığını ve az oldu diye
utandığını duymuşsunuzdur. İşte bu, “bağışlama hayâsı” olarak
adlandırılmaktadır.
Cimri olan verdiği o kapkara parayla bin bir minnet eder. Bu cimriliktir,
sahibini alçaktır ve rezil eder. Cömert olan her şeyin en fazlasını
bağışlar, her şeyin en değerlisini verir bunu yaparken de hiçbir vermemiştir
diye hayâ duyar.
Zeynep de iki evladını veriyor, yine de hayâ ediyor. Buna rağmen; “Ne yazık
ki Hüseyin(a)’in yolunda gereği gibi bir hizmet yapamadım, bir iş
yapamadığım dost karşısında başı dik nasıl durabilirim?” diyerek utangaçlık
ve hayâsını belirtiyor. Fakat Hüseyin (a)’in oğlu Ali Ekber’e karşı şefkat
duyguları kabarıyor. Burası, sevgi ve şefkat yeridir. Öyle sevgi ve şefkat
gösterdi ve gönlü o kadar kırıktı ki Husyen (a) onu Ali Ekber’in ölüsü
üzerinden zar-zor kaldırabildi.
Burada onun sahip olduğu bir başka üstün sıfatı ortaya çıkıyor. O da
merhamet ve şefkattir. Hüseyin’le dert ortaklığı yapmaktadır. Aşura gecesi
şöyle buyuruyordu: “Ah keşke, kardeşimin yerine benim öldürülmemi kabul
etselerdi.
Zeynep’in isminin anıldığı ve onun iftihar dolu sıfatlarının konuşulduğu şu
anda bunu işiten aziz dinleyiciler, Allah’tan bu değerli hanımefendiye
verilmiş olan üstün özelliklerden bizlere de bağışlamasını, bu iki âlemin
değerli insanının bereketinden bize de nasip etmesini onun ameli gücünün
üstünlüklerinden olan şeyleri bize de bağışlamasını dileyelim.