[color=black][Her büyük devrimin iki cephesi vardır ve her büyük oluş iki yönüyle kendisini tamamlar. Geleceği değiştirme ve bugünü düzeltme iddiası, yanı sıra kan ve haber olmadıkça kalıcı ve geçerli olamaz.
İlk haberi Hz. Hüseyin verdi. O ve dostları Kerbelâ'da akıtılacak kanları pahasına bir büyük oluşun kıvılcımını tutuşturdular. Zeyneb. ise bu kıvılcımın söndürülmemesi görevini üstlendi. Akıtılan kanların ne anlam taşıdığını haber vermek O'nun sorumluluğundaydı artık.
Neydi bu haber, düşünelim... Ölüler arasında dirinin, kanlar içinde heyecanın verdiği bu haber, Zeyneb'in ince ve hassas omuzlarına yüklenmiş bir emanetti. Kardeşi ölümü seçmişti, Zeyneb kalmıştı geride.. Ama kolay mıydı yaşamak ve her şeye rağmen katlanmak olacaklara? Ardında esir kervanı, önündeyse düşman safları giderken, kardeşinin mesajı da sırtında ağırlaşan bir yük gibi duruyordu Kufe'de, pazarda, halkın arasında; sarayda, İbn-i Ziyad'ın huzurunda... Derken asıl amaçlanmış hedef, Şam'a varacaklardır. Onları bekleyen, yıkılmışlığı, pişmanlığı, beyat olmasa da en azından yenik düşmüşlüğü ve sessizliği bekleyen Yezid'dir. Kudretin, donukluk ve acımasızlığın, zulüm ve ihanetin merkezinde, cinayet planlarının saltanatı korumak amacıyla tezgâhlandığı otağa gitmektedir bu yolun sonu... Develerin adımları bile isteksizce, yavaştır. Zeyneb ise isteksizliğin ne olduğunu düşünememekte, akıp giden saatlerin sayısını hesap edememekte, sadece sorumluluğunu düşünmekte, taşıdığı emanetin sorumluluğunu ve haberin korkunç ağırlığını duymaktadır.
Öylece varır Şam'a ve haykırır Yezid'e, sarayda:
"Hamd-ü Sena Allah'a ki bize bunca yüceliği ihsan etti... Peygamberliği, şehadeti nasip etti..,"
Şehidler ne demek isterlerdi o sırada... Rabb'leri katında rızıklandırılan, ölü değil diri olan şehidlerin dilidir, yüreğidir Zeyneb... içinde çarpan bir tek yürek değildir, onlarca yürektir sanki. Bu kanın neden döküldüğünü haber vermezse hem şehitler mahzun olacaktır hem de gelecek zaman... Bu kanın neden döküldüğünü nesillerin bilmesini istiyordu. Hüseyin ve dostları ve anlatacaktı, anlattı Zeyneb.
Güç bir haberdi vereceği... Tüm insanlara ulaştırılması gereken bir borçtu ve Hüseyin'in şehadetine ağlayanların işitmesi gerekiyordu bunu. "Yaşam ancak bir cihaddır; başka bir şey değil demişti" Hüseyin. Buna nasıl inandığına, hayata nasıl sırtını döndüğüne tanık olmalıydı insanlar; inananlar ve inanmayanlar. Ve Zeyneb bu haberi verirken diyordu ki: "Ey duyanlar. Peygamber (s.a.s.)'in risaletine inananlar; her asırda, her zamanda, nerede olursanız olun Kerbelâ şehidlerinin haberini dinleyin, duyun" diyordu Zeyneb.
Hüseyin'in habercisiydi Zeyneb. Her büyük oluşta da sorumluluk sahipleri iki görevden birini yüklenmek zorundadırlar. Ya kanlı ölümle karşı karşıya kalarak buna rağmen yıkılmaksızın ölüme koşmak; ya da haberciliğin ağır sorumluluğuna gönülden sahip çıkmak... Ya Hüseyin gibi can vermek, dosttan gibi sakınmadan gitmek ölüme, ya da diri kalmışken Zeyneb gibi, her türlü zor şartlarda ne pahasına olursa olsun haberciliğini sürdürmek... Bunlardan birisini yapmak, kirli tarihi aklayacak ve ışıklandıracaktır geleceğe uzalı yollardan birini. Her ikisinden dışlanmak ise, günü gelince yaşamdan dışlanmakla noktalayacaktır ömürleri.
Zeyneb'in yaşam öyküsü, bir noktayla son bulmayacaktır ama. Zeyneb gibi yaşamak, soluk almadan, susmadan yaşamaktır çünkü... Hala konuşuyorsa Zeyneb, hala anlatıyorsa haberi ve övülüyorsa haberciliği, yaşam öyküsü de son bulmamış anlamına gelmektedir bu.
Onun yaşam öyküsünden alınacak ders, yaşamın kaçınılmaz ve tartışılmaz mücadelesinde en doğru yörüngeyi tespit etmenin ve bu yörünge etrafında söz konusu edilebilecek tüm görevleri katıksız bir ödev bilinciyle üstlenmenin gerekliliği olmalı. Ölmek elbette ki çok zaman yaşamaya yeğlenebilir. Ancak bu ölümün niteliğine bağlıdır çök zaman. Zeyneb'in yaşaması, zilletle geçmesi istenen bir ömrün çilelerine katlanmasını getirebilirdi. Kendisinden istenen uzlaşmaya uymak, ölümden de beter bir acıyı tattırabilirdi O'na. Ne var ki Zeyneb'in uzlaşmaya yanaşması, bunun için sonuna kadar direnmesinde toplanır tüm sorun ve bu odaklanışa dikkat çekilmesi gün gelir zorunluluk haline gelir tüm insanlar için. Gereğince ve yeterince öğrenilmesi için bu dersin, gereğinden ve yeterinden az olmayan bir çaba, mücadele, özveri istenir. Kimi zaman sayfalara sığdırılması mümkün olmayan kavram ve tanımlamaları anlamak ve açmak için bir insan, bir soluk ve bir saatlik ders yeterli olabilir.
Bu kavrayışın ve sahiplenişin yaygınlık kazanması için verilen bir mücadele destanının kadın kahramanıdır Zeyneb. O'nun gibi kadınların az olmadığını göstermiştir tarih ve gösterecektir de...
Dualarımız ve onlarla bütünleşen eylemlerimiz buna koşmaktadır.
VESSELAM...../color]
İlk haberi Hz. Hüseyin verdi. O ve dostları Kerbelâ'da akıtılacak kanları pahasına bir büyük oluşun kıvılcımını tutuşturdular. Zeyneb. ise bu kıvılcımın söndürülmemesi görevini üstlendi. Akıtılan kanların ne anlam taşıdığını haber vermek O'nun sorumluluğundaydı artık.
Neydi bu haber, düşünelim... Ölüler arasında dirinin, kanlar içinde heyecanın verdiği bu haber, Zeyneb'in ince ve hassas omuzlarına yüklenmiş bir emanetti. Kardeşi ölümü seçmişti, Zeyneb kalmıştı geride.. Ama kolay mıydı yaşamak ve her şeye rağmen katlanmak olacaklara? Ardında esir kervanı, önündeyse düşman safları giderken, kardeşinin mesajı da sırtında ağırlaşan bir yük gibi duruyordu Kufe'de, pazarda, halkın arasında; sarayda, İbn-i Ziyad'ın huzurunda... Derken asıl amaçlanmış hedef, Şam'a varacaklardır. Onları bekleyen, yıkılmışlığı, pişmanlığı, beyat olmasa da en azından yenik düşmüşlüğü ve sessizliği bekleyen Yezid'dir. Kudretin, donukluk ve acımasızlığın, zulüm ve ihanetin merkezinde, cinayet planlarının saltanatı korumak amacıyla tezgâhlandığı otağa gitmektedir bu yolun sonu... Develerin adımları bile isteksizce, yavaştır. Zeyneb ise isteksizliğin ne olduğunu düşünememekte, akıp giden saatlerin sayısını hesap edememekte, sadece sorumluluğunu düşünmekte, taşıdığı emanetin sorumluluğunu ve haberin korkunç ağırlığını duymaktadır.
Öylece varır Şam'a ve haykırır Yezid'e, sarayda:
"Hamd-ü Sena Allah'a ki bize bunca yüceliği ihsan etti... Peygamberliği, şehadeti nasip etti..,"
Şehidler ne demek isterlerdi o sırada... Rabb'leri katında rızıklandırılan, ölü değil diri olan şehidlerin dilidir, yüreğidir Zeyneb... içinde çarpan bir tek yürek değildir, onlarca yürektir sanki. Bu kanın neden döküldüğünü haber vermezse hem şehitler mahzun olacaktır hem de gelecek zaman... Bu kanın neden döküldüğünü nesillerin bilmesini istiyordu. Hüseyin ve dostları ve anlatacaktı, anlattı Zeyneb.
Güç bir haberdi vereceği... Tüm insanlara ulaştırılması gereken bir borçtu ve Hüseyin'in şehadetine ağlayanların işitmesi gerekiyordu bunu. "Yaşam ancak bir cihaddır; başka bir şey değil demişti" Hüseyin. Buna nasıl inandığına, hayata nasıl sırtını döndüğüne tanık olmalıydı insanlar; inananlar ve inanmayanlar. Ve Zeyneb bu haberi verirken diyordu ki: "Ey duyanlar. Peygamber (s.a.s.)'in risaletine inananlar; her asırda, her zamanda, nerede olursanız olun Kerbelâ şehidlerinin haberini dinleyin, duyun" diyordu Zeyneb.
Hüseyin'in habercisiydi Zeyneb. Her büyük oluşta da sorumluluk sahipleri iki görevden birini yüklenmek zorundadırlar. Ya kanlı ölümle karşı karşıya kalarak buna rağmen yıkılmaksızın ölüme koşmak; ya da haberciliğin ağır sorumluluğuna gönülden sahip çıkmak... Ya Hüseyin gibi can vermek, dosttan gibi sakınmadan gitmek ölüme, ya da diri kalmışken Zeyneb gibi, her türlü zor şartlarda ne pahasına olursa olsun haberciliğini sürdürmek... Bunlardan birisini yapmak, kirli tarihi aklayacak ve ışıklandıracaktır geleceğe uzalı yollardan birini. Her ikisinden dışlanmak ise, günü gelince yaşamdan dışlanmakla noktalayacaktır ömürleri.
Zeyneb'in yaşam öyküsü, bir noktayla son bulmayacaktır ama. Zeyneb gibi yaşamak, soluk almadan, susmadan yaşamaktır çünkü... Hala konuşuyorsa Zeyneb, hala anlatıyorsa haberi ve övülüyorsa haberciliği, yaşam öyküsü de son bulmamış anlamına gelmektedir bu.
Onun yaşam öyküsünden alınacak ders, yaşamın kaçınılmaz ve tartışılmaz mücadelesinde en doğru yörüngeyi tespit etmenin ve bu yörünge etrafında söz konusu edilebilecek tüm görevleri katıksız bir ödev bilinciyle üstlenmenin gerekliliği olmalı. Ölmek elbette ki çok zaman yaşamaya yeğlenebilir. Ancak bu ölümün niteliğine bağlıdır çök zaman. Zeyneb'in yaşaması, zilletle geçmesi istenen bir ömrün çilelerine katlanmasını getirebilirdi. Kendisinden istenen uzlaşmaya uymak, ölümden de beter bir acıyı tattırabilirdi O'na. Ne var ki Zeyneb'in uzlaşmaya yanaşması, bunun için sonuna kadar direnmesinde toplanır tüm sorun ve bu odaklanışa dikkat çekilmesi gün gelir zorunluluk haline gelir tüm insanlar için. Gereğince ve yeterince öğrenilmesi için bu dersin, gereğinden ve yeterinden az olmayan bir çaba, mücadele, özveri istenir. Kimi zaman sayfalara sığdırılması mümkün olmayan kavram ve tanımlamaları anlamak ve açmak için bir insan, bir soluk ve bir saatlik ders yeterli olabilir.
Bu kavrayışın ve sahiplenişin yaygınlık kazanması için verilen bir mücadele destanının kadın kahramanıdır Zeyneb. O'nun gibi kadınların az olmadığını göstermiştir tarih ve gösterecektir de...
Dualarımız ve onlarla bütünleşen eylemlerimiz buna koşmaktadır.
VESSELAM...../color]