Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Allah Adildir

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Allah Adildir

    Biz Ehl-i Beyt dostlarına göre adalet, dinin temel ilkelerini oluşturan itikadi konulardan bir diğeridir. Adalet Allah Teala'nın sübutî sıfatlarından biri olup, İslam tarihinin ilk zamanlarından itibaren üzerinde önemle durulmuş ve daha sonraları, özellikle de İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık (a.s)'ın döneminde konu üzerinde bir takım tartışmalar ortaya çıkmış, bir çok değişik ve batıl görüşler ortaya atılmıştır. Hatta daha ileri gidilerek bu görüşler Müslümanlar'ın günlük yaşamına bile sızarak onlara yön vermiş ve bir çoğunu dalalet uçurumlarına sürüklemiştir. Resulullah (s.a.a)'in ilim şehrine, Ehl-i Beyt'in kapısından girmekten çekinen ve kendilerini imam sanan bazı saray alimlerinin bir çok sorular karşısında büyük hatalara düşmeleri bir yana, kendilerini Resulullah (s.a.a)'in halifesi olarak tanıtmaya çaba gösteren bir kısım makamperest zorbalar, saray alimlerinin de yardımıyla ilahi adalet hakkında uydurdukları görüşlerle, İslamî, hatta insani bile sayılamayacak işlerine İslamî bir çehre vermek yoluna gitmişlerdir. Böylece dünya düşkünü saray alimleri, mazlum halkı kendi menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyen baskıcı, sömürücü ve zalim hükümdarların zulmü altında daha fazla ezilmeye mahkum etmişlerdir. Ama insanlığa kurtuluş gemisi, hidayet meşalesi, ilim ve hikmet madeni ve Resulullah'ın hakiki varisleri olan Ehl-i Beyt İmamları, bu tür şeytanı görüşler karşısında tavır alarak hakikati, hakikat peşinde olanlara tanıtmaya özen göstermişlerdir. Böylece müstekbirlerin savunduğu bu görüşlerin gerçek çehresini ortaya koymakla birlikte, onların perde arkasında planladıkları komploları gözler önüne sermişlerdir. Öyle ki, artık adl-i ilahînin ve imametin usul-i dinden olduğuna inanmanın, Caferî mektebinin sembollerinden olduğu kabullenilerek, onlara usul-i mezhep ismi verilmiştir. Buna karşın adl-i ilahi meselesinde Ehl-i Sünnet grubu, adl-i ilahiyi kabul eden Mutezile ve kabul etmeyen Eş'arîler olmak üzere, iki ana kola ayrılmışlardır. Böylece Ehl-i Sünnet'ten Mutezile mezhebine mensup olanlar, biz Ehl-i Beyt dostlarının yanında yer alarak Adliye grubuna girerken, Eş'arîler bunun karşısında yer almışlardır. Ancak bu günün Ehl-i Sünnet'i çoğunlukla Eş'arî mezhebini benimsemişlerdir. Mutezile mezhebi ise, bir süre hakimiyet sürdürdükten sonra, uful ve sönüş dönemine girmiş ve bilahare sadece tarih ve kelam kitaplarında varlığını sürdüre gelmiştir.Usul-i din konusunda Ehl-i Sünnet arasında yaygın olan bir diğer mezhep de Muhammed bin Muhammed bin Mahmud Maturidi'nin tesis ettiği Maturidi mezhebidir. Her ne kadar bazıları onu kelam menheci açısından Eş'arî'ye, [51] bazıları ise Mutezile'ye, [52] daha yakın olduğunu iddia etmiş, diğer bazıları ise, bu ikisi arasında kendi başına müstakil bir yönteme sahip olduğunu savunmuşlarsa da, [53] Maturidi'nin ortaya koyduğu ilkelere baktığımızda onun Mutezile mezhebine daha yakın olduğunu görmekteyiz. Çünkü "Hüsn-ü Kubh-ü Akli" meselesinde Maturidi'nin de savunduğu ilke Mutezile'nin savunduğu görüşle ayniyet arz etmektedir. O halde Maturidi'yi de bu hususta Adliye grubundan saymak mümkündür.Şunu da belirtmeliyiz ki, Eş'arîler'in adl-i ilahiyi kabul etmediklerini söylerken, onların haşa Allah Teala'nın zalim olduğuna inandıklarını iddia etmiyoruz. Çünkü böyle bir şeyi Cenab-ı Hakk'a nispet vermek akıl açısından mümkün olmadığı gibi, Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın adil olduğunu belirtip, zulmü, Zat-i Mukaddes-i İlahi'den uzak bilen açık ayetleriyle de çelişmek olur. Dolayısıyla hiçbir Müslüman böyle bir şeye itikat edemez ve söyleyemez. Ancak Eş'arî grubu, "Hüsn-ü Kubh-ü Akli" meselesiyle, "Cebir ve İhtiyar" meselesinde bir takım görüşler ortaya atmışlardır ki, bu görüşlerin gereği, Allah Teala'yı adil bilmeme veya Allah Teala hakkında adalet ve zulmün bir anlam taşımadığı anlamı ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla Eş'arî grubu adalet sıfatına inanmayı inanç esaslarından kabul etmemiştir.Eş'arîler'le Adliye grubu arasındaki en önemli ihtilaf konusu "Hüsn-ü Kubh-ü Akli" konusudur. Adliye grubu "Hüsn-ü Kubh-ü Akli" ilkesini kabul edip savunurken, Eş'arîler onu reddetmektedirler.Adliye grubu şuna inanıyor ki; fiiller ve nesneler tekvin ve teşri açısından Allah Teala'ya nispet verilmeksizin kendi zatlarında hasen (güzel) ve kabih (kötü, çirkin) olmak üzere, iki gruba ayrılır ve insan aklı şeriatın beyanı olmaksızın mahiyetini idrak ettiği fiil ve nesnelerin zati güzellik ve çirkinliğini kavrayıp idrak edebilir. Dolayısıyla da insan aklı, akıl ve hikmet sahibi olan her varlığın, güzel olan işleri yapması ve emretmesi, çirkin işlerden de çekinmesi ve çekindirmesi gerektiğine hükmeder. Örneğin; insan aklı, öksüz bir çocuğun elinden malının haksız yere çıkarılmasını veya haksız yere bir insanın canına kıyılmasını yahut yalan konuşulmasını çirkin kabul edip, bunlardan kaçınılmasına ve kaçındırılmasına; ihsan ehlinin mükafatlandırılmasını ve yukarıda zikredilen zulümlerin önlenmesini ise, güzel kabul edip, her hikmet sahibi failin davranışının bu doğrultuda olmasına ve bunlara emretmesi gerektiğine hükmeder. Bu hükümleri vermesinde şeriat tarafından bu yönde açıklamalar gelmesini beklemez. İnsan aklına göre, Allah Teala da en üstün ilim ve hikmet sahibi olduğundan, O'nun işleri de aynı statüye girmektedir. Allah Teala ancak güzel olanı yapar ve güzel olana emreder, çirkin olanı ise kendi yapmadığı gibi, diğerlerini de çirkin olandan nehyeder. Aslında Zat-ı İlahi bütün çirkinliklerden münezzehtir.Elbette aklın, Allah Teala'nın devamlı olarak güzel işleri yaptığına ve güzel işlere emrettiğine, çirkin işleri yapmadığına ve çirkin işlerden de sakındırdığına hükmettiğini söylerken maksat, haşa aklın Allah'a bir nevi emredip teklif tayin ettiği değildir. Maksat, aklın bazı işlerin Allah Teala'nın sıfat-i kemaliyle uyum içinde olup olmadığını anlaması ve bazı işleri Allah Teala'ya yakıştırıp yakıştırmamasıdır. Yoksa yine aklın kendi hükmü gereğince, mutlak mülk sahibi ancak O'dur. Mutlak hakimiyet de ancak O'na aittir. Buna karşılık Eş'arî grubu, adaletin aklın idrak edebileceği kendi başına bir hakikat olmadığını savunuyor. Onlara göre, insan aklı fiillerin hasen (güzel) ve kabih (çirkin) olduğunu kestiremez. Tekvin aleminde neyi Allah yapmış ve yapıyorsa, tekvin açısından güzel odur. Teşri aleminde de neye emretmişse, teşri açısından güzel odur. Yoksa işin zati güzelliği olduğundan Allah onu yapmamış ve ona emretmemiştir. Aslında aklın Allah'ın fiillerine bir ölçek belirlemesi mümkün değildir. Allah'ın adil olmasının anlamı, O'nun adalet ilkelerine riayet ettiği değildir. O'nun kendi adaletin kaynağıdır. O, ne yaparsa, adaletin özüdür. Adalet Allah'ın fiillerinin ölçeği değildir. Allah'ın fiilleri adaletin ölçeğidir. Dolayısıyla, eğer Allah bütün zalimleri cennete götürür, bütün salih insanları ve masum peygamberleri de cehenneme götürürse, bu zulüm sayılmaz. Bu adaletin ta kendisi olur. Biz sonraki bölümlerde adaletin usul-i dinde yer almasının neden ve önemi hakkındaki masum imamların buyruklarını ve Ehl-i Beyt alimlerinin sözlerini aktaracağız. Fakat Adliye grubu ile Eş'arî grubu arasındaki ihtilafın iyice anlaşılması için, her şeyden önce adaletin ve zulmün ne olduğunu ve ne anlama geldiğini bilmek zorundayız.
YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X