Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

NEBİLERİN, RESULLERİN ve İMAMLARIN TABAKALARI

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    NEBİLERİN, RESULLERİN ve İMAMLARIN TABAKALARI

    ..Hişam b. Salim şöyle rivayet etmiştir: Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm) buyurdu ki: «Nebi ve Resuller dört tabakaya ayrılırlar.

    1) Başkası için değil, sadece kendisi için peygamber olan nebi.

    2) Rüyada[2] gören, sesi işiten ve fakat uyanıkken böyle bir durumla karşılaşmayan ve hiç kimseye gönderilmeyen nebi. Onun da imamı ve yol göstericisi vardır. Örneğin İbrahim (aleyhisselâm), Lût (aleyhisselâm)’ın imamıydı.

    3) Rüyada gören, sesi işiten ve uyanıkken meleği gören nebi. Az veya çok sa­yıdaki bir topluluğa da gönderilmiştir. Yunus gibi yüce Allah onun hakkında şöyle buyurmuştur: "Ve onu yüz bin kişiye, yahut daha da artmakta olan bir topluluğa pey­gamber olarak gönderdik." (Saffat, 147) Yûnus (aleyhisselâm)’ın gönderildiği kavmin nüfusu yüz binden otuz bin daha fazlaydı. Onunda üzerinde bir imam vardı.

    4) Rüyada gören, sesi işiten ve uyanıkken karşılaşan peygamber. Ulul'azm peygamberler bu gruba girerler. İbrahim (aleyhisselâm) bir süre nebiydi; ama henüz imam değildi. Nihayet Allah ona: "Ben seni imam yapacağım." dedi. "O, Benim so­yumdan da." dedi. Allah: "Zâlimlere ahdim ermez." (Bakara, 124) dedi. Putlara, hey­kellere tapanlar, imam olamazlar.»
    "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
    "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

    #2
    Ynt: NEBİLERİN, RESULLERİN ve İMAMLARIN TABAKALARI

    ..Zeyd eş- Şahham şöyle rivayet etmiştir:

    Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’ın şöyle dediğini duydum: «Allah Tebareke ve Teâlâ, İbrahim'i nebi yapmadan önce kul edindi, resul yapmadan önce nebi yaptı, onu halil edinmeden önce resul yaptı ve onu imam yap­madan önce halil edindi. Bütün meziyetleri üzerinde toplayınca dedi ki: "Seni insan­lar için imam yapacağım."(1) İbrahim bu makamı gözünde büyüttüğü için dedi ki: "Be­nim soyumdan da." Allah dedi ki: "Zâlimlere ahdim ermez." (Bakara, 124)

    "Akılsız, beyinsiz kimse, muttaki insanın imamı olamaz."»

    USUL-U KAFİ c.1 s 235-236-237


    DİPNOT
    (1)

    "Seni insanlara imam yapacağım." Yani seni insanların izlediği bir önder yapacağım. Senin sözlerine ve fiillerine uyacaklardır. Çünkü imam, insanların peşinde gittikleri, kendilerine önder kabul ettikleri kimsedir. Bundan dolayı bazı tefsir bilginleri, önderlikten maksadın "peygamberlik misyonu" olduğunu söylemişlerdir. Çünkü ümmet din hususunda peygamberine uyar. Allah buyuruyor: "Biz her peygamberi, Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesi için gönderdik." (Nisa, 64) Ama bu yaklaşım, yani İbrahim'e bahşedilen önderliğin peygamberlik olarak değerlendirilmesi son derece yanlıştır. Çünkü:

    Birincisi: İfadedeki "imamen" kelimesi ikinci mefuldür, etkeni (âmili) de "câiluke" ifadesidir. Oysa ism-i fail mazi anlamım ifade ediyorsa, meful üzerinde etkili olmaz. Ancak şimdiki zaman ya da gelecek zaman anlamını ifade ettiğinde meful üzerinde etkisi söz konusu olabilir. Bu yüzden, "Seni in­sanlara imam yapacağım." sözüyle İbrahim'e (a'.s) gelecekte imamet vaadi verilmiştir. Bu da, vahiy yoluyla verilen bir vaattir ki, ancak peygamberlik misyonuna sahip kimseler için mümkündür. İbrahim de (a.s) imamlık niteliğini almadan önce peygamber olarak görevlendirilmişti. Şu hâlde ayette sözü edi­len "imâmet"ten maksat, bazı tefsir bilginlerinin ileri sürdükleri gibi peygamberlik görevi değildir.

    İkincisi: İmamlıkla görevlendirilme olayı İbrahim (a.s)'ın ömrünün son demlerinde, meleklerin gelip ona İsmail ve İshak'ı müjdelemelerinden sonra gerçekleşmişti. Melekler, Lût kavmine uğrayıp on­ları yeryüzünden silmek üzere yola çıkmışlarken ona uğramış ve ona bu müjdeyi iletmişlerdi. Hz. İbra­him bu sırada ilâhî mesajı insanlara sunmakla görevlendirilmiş bir peygamberdi. Dolayısıyla imam ol­madan önce peygamber olmuştu. Yani onun imamlık misyonu, peygamberlik misyonundan farklıydı.

    Yukarıda sunduğumuz yorumlama biçiminin kaynağı, Kur'ân'da yer alan kavramların sürekli olarak kullanımından kaynaklanan aşınma ve anlam kaymasıdır. Bu şekilde içerik aşınmasına uğrayan kavramlardan biri de "imamet'tir. Bazıları bu kavramı, peygamberlik, öncülük ve sınırsız itaat edilirlik olarak yorumlamışlardır. Diğer bazı tefsir bilginleri, imamlık misyonunu, din ve dünya işleri ile ilgili halifelik, vasilik veya başkanlık olarak açıklamışlardır. Ama bunların hiçbiri olmaz. Çünkü "nübüvvet "in anlamı, Allah katından haber getirmektir. "Risalet'in anlamı ise, tebliğ misyonunu üstlenmektir. Ha­lifelik ise, bir tür naipliktir. Vasilik de öyle. Başkanlık kavramı da itaat edilirliği ifade eder. Bu da top­lumsal yönetimde otorite işlevini görür. Ama bunların hiçbirisi imamlığın anlamını ifade etmez. İmam­lık bir insanın başkalarınca izlenmesidir, söz ve fiillerinin tıpatıp uygulanmasıdır. Dolayısıyla, itaat edil­mesi zorunlu olan bir peygambere, "Seni insanlara imam yapacağım." ya da "Peygamberliğinin gereği sunduğun mesaj noktasında seni itaat edilen biri yapacağım." demenin bir anlamı yoktur. Bir peygam­bere, "Seni din hususunda emreden, nehyeden bir başkan, bir vasi, insanlar arasında baş gösteren anlaş­mazlıkları Allah'ın hükmüne göre çözümleyen yeryüzü halifesi yapacağım." demenin ne anlamı vardır?

    İmamlık kavramı salt sözel olarak az önceki kelimelerle çelişmez ve sırf bu açıdan kendine öz­gü bağımsız bir kavram olarak ön plâna çıkmaz. Çünkü -peygamber olarak görevlendirildikten sonra itaat edilmesi bu görevinin öngördüğü bir zorunluluk olan- bir peygambere, "Seni itaat edilmesi gere­ken biri yaptıktan sonra, insanların itaat ettikleri biri yapacağım." demek doğru olmaz. Birtakım ifade-sel değişikliklerle de olsa bu anlama gelebilecek sözler sarf etmek uygun düşmez. Çünkü aynı mahzurla karşılaşılacaktır. Ayrıca ilâhî nimetler, sırf ifadesel anlamlarla sınırlı değildir. Bunların gerisinde yatan başka gerçekler vardır. Dolayısıyla, imamlık kavramı, bunlardan öte başka gerçekleri ifade etmektedir.

    İlâhî kelâma baktığımızda görüyoruz ki, imamlık kavramına yer verilen her yerde, açıklayıcı bir unsur olarak da peşinden "hidayet" kavramına yer veriliyor. Yüce Allah Hz. İbrahim'in yaşam öykü­sünden kesitler sunduğu ayetlerde şöyle buyuruyor: "Ona İshak'ı hediye ettik, üstelik Yakub'u da. Hepsini de salih insanlar yaptık. Onları, emrimizle doğru yola ileten imamlar yaptık." (Enbiyâ, 72-73) "Onların içinden, emrimizle doğru yola ileten imamlar yaptık." (Secde, 24)

    Bu ayetlerde imamlık misyonu, tanımlayıcı bir unsur olarak hidayet, yani doğru yola ileticilik sıfatı ile açıklanıyor. Ayrıca yüce Allah, bu misyonu "emir" ile kayıtlı kılıyor. Bununla demek istiyor ki, imamlık misyonunun hidayet işlevi mutlak değildir. Tersine, bu misyon Allah'ın emriyle gerçekle­şen bir misyondur. Emir meselesi de şu ayet-i kerimelerde açıklığa kavuşturuluyor: "Onun emri, bir şeyin olmasını istedi mi ona sadece 'ol' demektir, hemen oluverir. Yücedir O ki, her şeyin melekûtu O'nun elindedir." (Yâsîn, 82-83) "Bizim emrimiz yalnız bir tektir, göz açıp yumma gibidir." (Kamer, 50) Bu iki ayeti açıkladığımızda, ilâhî emrin, bu ayetlerden birinde "melekut" olarak isimlen­dirildiğini ve bunun yaratılışın bir başka yönü olduğunu vurgulayacağız. Yaratılışın bu yönüyle yaratık­lar her türlü zaman ve mekân kaydından temizlenmiş değişim ve başkalaşım unsurlarından soyutlanmış olarak Allah'a yönelirler. "Ol" kelimesi ile kastedilen de budur ve bu, bir şeyin objektif varlığından baş­ka bir şey değildir. Ki bu, şeylerin diğer yönü olan yaratma karşısındadır. Değişkenlik, tedricîlik, hare­ket ve zaman yasalarına uyarlanma da bu yönde (yaratmada) söz konusudur.

    Kısacası, imam yol ileticidir, kendisine eşlik eden melekutî bir emirle doğru yola iletir. Bu ba­kımdan imamlık misyonu batınî olarak insanların işleri üzerinde bir tür velayet yetkisine sahip olmak demektir. Allah'ın emri ile hidayet etmesi de, insanları istenen hedefe ulaştırmasıdır; salt bir yol göster­me işi değildir. Çünkü yol gösterme, nebi ve resulün görevidir. Her mümin de nasihat ve güzel öğüt aracılığı ile insanlara Allah'ın yolunu gösterebilir. Nitekim Allah şöyle buyuruyor: "Biz, her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara açıklasın. Sonra, Allah dilediğini saptırır, dile­diğini yola iletir." (İbrahim, 4) Allah, Firavunoğulları arasında yer alan bir müminle ilgili olarak şöyle buyurur: "İnanan adam dedi ki: Ey kavmim, bana uyun, sizi doğru yola götüreyim." (Mü'min, 38) Bir diğer ayet: "Her topluluktan bir grubun toplanıp dini iyice öğrenmeleri ve kavimleri kendile­rine dönüp geldikleri zaman kaçınmaları için onları uyarmaları gerekmez mi?" (Tevbe, 122)

    Yüce Allah, söz konusu kullarına imamlık misyonunu bahsedişinin gerekçesini şu şekilde açık­lıyor: "Sabrettikleri ve ayetlerimize kesinlikle inandıkları için..." (Secde, 24) Burada, söz konusu misyonu hak edişlerinin geri planındaki sebep, Allah yolunda sabırlı oluşları olarak açıklanıyor. İfade­de sabırla ilgili bir kayda yer verilmiyor. Dolayısıyla bu kavram, insanın tâbi tutulduğu her türlü sınav­la, kulun kulluğunun sınandığı her türlü musibetle ilgilidir. Bir de onların kesinlikle inananlar olduğun­dan söz ediliyor. Yine Hz. İbrahim'in yaşam öyküsü sunulurken şöyle bir ifadeye yer veriliyor: "Böyle­ce biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun." (En'âm, 75) Ayetin zahirinden şöyle bir sonuç elde edilebilir: Hz. İbrahim'e melekûtun gösterilmesi, kesin inanca ulaşması için bir mukaddime konumundaydı. Böylece, kesin inancın melekûtu gözlemlemenin ayrılmaz bir unsuru olduğu açığa çıkıyor. Şu ayetler de bu gerçeği vurgulamaya yöneliktirler: "Hayır, kesin bilgi ile bilseydiniz, elbette cehennemi görürdünüz." (Tekâsur, 5-6) "Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler, kalplerinin üzerine pas olmuştur. Hayır, doğrusu o gün onlar, Rablerinden perdelenmişlerdir. Sonra onlar elbette cehenneme gireceklerdir...Hayır, iyilerin yazısı İlliyyîn'dedir. İlliyîn'in ne olduğunu sen nereden bileceksin? Yazılmış bir kitaptır. Yaklaştırılmış olanlar o-nu görürler." (Mutaffıfîn, 14-21) Bu ayet-i kerimeler gösteriyor ki, yaklaştırılmış olanlar, kalbi ilgilen­diren bir perde sonucu Rablerinden perdelenmeyen kimselerdir. Bu perde günah, cehalet, şek ve şüphe­dir. Yaklaştırılmışlar kesin inanç sahipleridirler ve onlar cehennemi gördükleri gibi îlliyîn'i de görürler. Kısacası, imam kesin inanca sahip bir insan olmalıdır. Allah'ın kelimeleri aracılığı ile melekût âlemim gözlemleyebilmelidir. Bundan önce "melekût" kavramının "emir" olduğunu, onun da şu âlemin iki yönünden birini oluşturduğunu vurgulamıştık. Çünkü Allah'ın, "emrimizle doğru yola iletirler." İfa­desi gösteriyor ki, imam, hidayet kavramı ile ilgili olan her şeyin -kalpler ve amellerin- batınım ve ha­kikatini bilir. Söz konusu şeyin emirle (melekûtla) ilgili yönü imamın gözü önündedir, ona gizli ola­maz. Bilindiği gibi kalpler ve ameller diğer şeyler gibi iki yönlüdürler. Dolayısıyla imam kulların hayır ve şer nitelikli amellerini görür. O her iki yolu da kontrol eder. Yani hem mutluluk, hem de bedbahtlık yolunu... İmam, emirle hidayete erdirdiğine göre- emir kelimesinin orijinalinin başındaki "ba" harfi ya nedensellik veya aletsellik anlamını kazandırır- öncelikle kendisi bu emirle beraberdir, onunla iç içedir. Bu emir ondan insanlara yayılır. İnsanlar kulluk makamlarının farklılığı oranında bunlardan yararlanırlar

    O halde imam, içsel (batini) feyizlerin (Allah tarafından) verilip (kullar tarafından) alınması ameliyesinde Allah ile insanlar arasında rabıta görevini icra etmektedir.

    Peygamber ise, zahiri feyizlerin (peygambere vahiy yoluyla inen ilahî şeriat, rabbani kanunlar) (Allah tarafından) verilip (kullar tarafından) alınması işleminde rabıta görevini icra etmektedir. Bu ilâhî yasalar peygamberden insanlara yayılır, onlar arasında yaygınlaşır. İmam, ruhları makamlarına ileten bir rehberdir. Peygamber, insanları hak inançlara ve salih amellere ileten bir kılavuzdur. Bazen peygam­berlik ve imamlık görevi aynı kişide toplanabilir. İbrahim, İsmail, İshak (a.s)...

    Allah bir ayette şöyle buyuruyor: "Her milleti imamıyla çağıracağımız gün..." (İsrâ, 71) Burada amel kitabının dışında gerçek imamın kastedildiğini ileride açıklayacağız. Çünkü ayetin zahi­rinden böyle bir sanıya kapılabilir insan. İmam sırların yoklanıp ortaya döküleceği gün insanları Allah'a doğru yürütür. Tıpkı şu dünya hayatının zahirî ve batınî alanlarında onları sevk ettiği gibi. Bu ayet-i ke­rime bunun yanı sıra, hiçbir zamanın imamsız olmayacağını, her zamanın bir imamı olması gerektiğini ortaya koyuyor. "Her millet..." ifadesi bunu gösterir. [Bakınız (562.) hadisin dip notu (İsrâ, 71) tefsiri.] Ancak bu anlam, yani imamlık misyonu, yüceliği ve onurlu bir makam oluşuna göre ancak ken­di zatından dolayı mutluluk niteliğine sahip kimse için geçerli olabilir. Çünkü zâtına zulüm ve bed­bahtlık unsurlarının bulaşması muhtemel olan birisinin mutluluğu ancak kendisinin dışındaki birinin hi­dayetine bağlıdır. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "...Hakka götüren mi uyulmaya daha lâyık­tır, yoksa yola götürülmedikçe kendisi doğru yolu bulamayan mı?" (Yûnus, 35) Bu ayette doğru yola ileten ile ancak başkası tarafından iletilebilen kişi arasında bir karşılaştırma yapılıyor. Bu karşılaş­tırmadan çıkan sonuca göre, doğru yola ileten kimse, kendiliğinden hidayet bulmuş olandır. Başkası ta­rafından doğru yola iletilen kimse ise, elbette hakka hidayet edici olamaz. Yaptığımız bu açıklamalardan şu iki sonuç çıkıyor:

    a) İmamın sapıklık ve günaha karşı korunmuş (masum) olması zorunluluğu vardır. Aksi takdir­de kendisinden dolayı hidayet edici olamaz. Şu ayette bu hususu vurgulamaya dönüktür: "Onları, em­rimizle doğru yola ileten imamlar yaptık ve onlara hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk eden insanlardı." (Enbiyâ, 73) Şu hâlde imamın işleri hayırdır, hayra dönüktür. Bu işleri başkasının yol göstericiliği ile değil, kendi nefsinin ulaşması ve ilâhî destek ve Rabbani yardım ile gerçekleştirir. Bunun kanıtı da "hayırlı işler yapma" ifadesinin orijinalinde geçen masdarın muzaf oluşu [fı'le'el-hayrati] ve bunun da fiilen gerçekleşmiş bir şeyi göstermesidir. Yani bu ifade, "Onlara hayırlı işler yapın diye vahy ettik" ifadesinden farklı bir yapıdadır. Çünkü bu tarz bir ifa­de gerçekleşmişliği, yaşanmışlığı anlatmaz. Oysa "Onlara hayırlı işler yapmayı vahyettik." ifadesi, onla­rın işlemiş oldukları hayırlı amellerin batınî bir vahiy ve semavî bir destek ile gerçekleştiğini gösterir.

    b) Sapıklık ve günaha karşı korunmuş (masum) olmayan biri elbette gerçeğe iletici imam olamaz. Bu açıklamadan çıkan sonuç şudur: "İbrahim, 'Soyumdan da.' deyince Allah,'Benim ahdim zalimlere ermez.' demişti." ifadesindeki "zalimler" deyimini kısıtlayan bir kayıt yoktur. Bu yüzden kendisinden şirk ve günah gibi herhangi bir zulüm sadır olan herkes bu deyimin kapsamına girer. Öm­rünün belli bir döneminde, böyle bir duruma düşse ve sonra tövbe edip durumunu düzeltse bile.

    Üstatlarımızdan birine; bu ayetten hareketle, imamın masumluğu sonucunun nasıl çıkarıldığı so­ruldu. O şu cevabı verdi: Aklî bir bölme olarak insanlar dört gruba ayrılırlar, a) Bütün ömürleri boyunca zalim olanlar, b) Bütün ömürleri boyunca hiç zulüm işlemeyenler, c) Ömrünün başlangıcında zalim olup da sonunda bundan vazgeçenler, d) Ömrünün başında zulümden kaçınıp da sonunda zulüm işle­meye başlayanlar. İbrahim (a.s), soyundan birinci ve dördüncü kategoriye girenler için imamlık niteliği­ni istemeyecek kadar büyük bir kişiliktir. Geriye iki kısım kalıyor. Allah bunlardan birini ahdinin kap­samına almayı reddediyor. Bunlar, ömürlerinin başlarında zulüm işleyip de sonunda bundan vazgeçen­lerdir. Geriye bir grup insan kalıyor. Bunlar da tüm hayatları boyunca hiç zulüm işlemeyen kimselerdir. Yaptığımız açıklamaların ışığında şu hususlar aydınlığa kavuşuyor:

    l) İmam Allah'ın belirlemesiyle belirlenir.

    2) İmam, ilâhî koruma sonucu masum olmalıdır.

    3) Yeryüzü, üzerinde insanlar yaşadıkça gerçek imamdan yoksun kalmaz.

    4) İmam Allah tarafından desteklenmelidir.

    5) Kulların amelleri imamın bilgisine kapalı değildir

    6) İmam insanların dünya ve ahiretle ilgili olarak ihtiyaç duydukları tüm bilgilere sahip olmalıdır

    7) İnsanlar arasında kişisel faziletler bakımından imamdan daha üstün birinin bulunması muhal­dir. İmamlık, misyonu ile ilgili meselelerin özünü bu yedi husus oluşturmaktadır.

    Şayet desen ki: Eğer imamlık, Allah'ın emri ile hidayete iletmeyi ifade ediyorsa ve bu da "hakka götüren mi uyulmaya daha lâyıktır, yoksa yola götürülmedikçe kendisi doğru yolu bulamayan mı?" (Yûnus, 35) ayetinin de vurguladığı gibi, insanın kendiliğinden doğruyu bulması eşliğinde olan hakka iletmek demekse, o zaman bütün peygamberler kesinlikle imamdırlar. Çünkü peygamberin üst­lendiği peygamberlik misyonunun, Allah'ın vahiy aracılığı ile sunduğu yol göstericiliği olmadıkça yeri­ne gelmeyeceği açıktır. Yani peygamber bu niteliği kendi çabası ile bir başkasından, öğretim ya da öğüt gibi yöntemlerle edinmez. Bu durumda birine peygamberlik bahsedilmesi, zorunlu olarak imamlık da bahsedilmesini gerektirir. Şu hâlde siz yukarıdaki iddianızla, kendi kendinizi çelişkiye düşürdünüz.

    Cevabında şöyle deriz: Ayetten çıkardığımız sonuçlar doğrultusunda yaptığımız açıklamaların ışığında şu husus açıklığa kavuşuyor: Hak ile hidayet edicilik ki bu imamlık demektir, hak ile hidayet bulmuşluğu gerektirir. Ama bunun tersten ifadesi, yani hak ile hidayet bulmuş herkesin hak ile başkası­nı hidayet etmesi, dolayısıyla her peygamberin kendiliğinden hidayet bulmuş olduğuna göre imamlık misyonuna sahip olması gerektiği henüz tam olarak açıklığa kavuşmuş değildir. Onun için de Allah, bazı ayetlerde hak ile gerçeği bulmaktan söz ediyor; ama bunu başkalarını hakka iletmeye yönelik bir işaret olarak sunmuyor. Nitekim şu ifadede buna yönelik bir vurgulama vardır: "Biz ona İshak'ı ve Yakub'u da hediye ettik; hepsine de doğru yolu gösterdik. Nitekim daha önce Nuh'a ve onun so­yundan Davud'a, Süleyman'a, Eyyub'a, Yusuf a, Musa'ya ve Harun'a yol göstermiştik. Biz güzel davrananlara böyle karşılık veririz. Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'a da. Hepsi iyilerden idiler. İs­mail, Elyesa, Yunus ve Lût'a da. Hepsini âlemlerden üstün kıldık. Babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarını da... Onları seçtik ve onları doğru yola ilettik. İşte bu Allah'ın hida­yetidir, kullarından dilediğini buna iletir. Eğer onlar Allah'a ortak koşsalardı, kendileri için yap­tıkları her şey hiç olur giderdi. İşte onlar, kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Şimdi şunlar, bunları inkâr ederse, biz, onları inkâr etmeyecek bir toplumu onlara vekil bırakmışızdır. İşte onlar, Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Onların yoluna uy." (En'âm 84-90) Gördüğün gibi, ayetlerin akışının verdiği mesajdan söz konusu hidayetin değişmeyeceği, başkalaşmayacağı sonucu çıkmaktadır. Bu hidayet Resûlullah'ın ardından, ümmetinin özellikle İbrahim'in so­yundan gelenlerin üzerinden kaldırılmayacaktır. Şu ayette bu hususa yönelik bir işaret içermektedir:

    "Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: 'Ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Ben yalnız beni yaratana kulluk ederim. Çünkü O, bana doğru yolu gösterecektir.' Allah onu (tevhid kelimesini) soyu arasında devamlı kalacak bir kelime kıldı ki insanlar hakka dönebilsinler." (Zuhruf, 26-28) Bu ayetlerden anlaşıldığı kadarıyla, Hz. İbrahim şu anda, onların kulluk ettikleri düz­mece ilâhlardan uzak olduğunu belirtiyor ve gelecekte Allah tarafından hidayet edileceğini onlara haber veriyor. Onun kastettiği, gerçek anlamıyla Allah'ın emri ile hakka iletilmektir. Görüş ve ibret alma so­nucu ulaşılan hidayet değil. Çünkü bu ikinci şıktaki hidayet, bu aşamada gerçekleşmiş durumdadır.

    Ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Ben yalnız beni yaratana kulluk sunarım, ifadesi bunun kanıtıdır. Ardından Allah, bu hidayeti, İbrahim'in soyunda kalıcı bir kelime yaptığını bildiriyor. Kur'ân'ın "kelime" kavramını "söz" anlamının dışında olgular için kullandığı yerlerden birisi de budur. Bunun bir örneği şu ayettir: "Onları takva kelimesine bağladı. Zaten onlar buna lâyık idiler." (Fetih, 26)

    Sonuç olarak diyoruz ki: İmamlık İbrahim'den sonra, onun evlâtlarına geçmiştir. "Soyumdan da, deyince Allah, 'Benim ahdim zalimlere ermez.' demişti." ifadesi buna işaret etmektedir. Hiç kuşku­suz İbrahim (a.s) imamlığı soyundan gelen bazı kimseler için istemiştir, tüm zürriyeti için değil. Bu misyonun zalimlere verilmeyeceği belirtilerek ona cevap veriliyor. Tüm soyu zalimlerden oluşamaya­cağına göre, bu isteğin zalimleri kapsamaması, tüm soyunu kapsamaması anlamına gelmez. Bu ayette, İbrahim'in isteğinin kabul gördüğü ve bunun bir ahit olduğu, ayrıca bu ahdin zalimlere ermeyeceği dile getiriliyor."Benim ahdim zalimlere ermez." ifadesi, zalimlerin ilâhî ahdin kapsamından uzak oldukla­rına işaret etmektedir. Buna kinaye yoluyla istiare sanatı denir.[el-Mîzan, 1/379-391; (Enbiya, 73)Tefsir]

    "İmam"ın hattı” belli bir mezhebe mensup olanların değil,
    "Muhammedi İslam kimliğ"ini kuşanan bütün Müslümanların hattıdır."

    Yorum

    YUKARI ÇIK
    Çalışıyor...
    X