İMAMIN ANLAMI
Bir topluma önderlik yapıp onlara,siyasi ve sosyal yahut ilmi veya dini açıdan önderlik yapan kimseye imam denir.Elbette bu konuların ortamına bağlı olarak,liderin hareket alanı da daralır ya da genişler.
Mukaddes İslam dini,bütün yönleriyle tüm insanların yaşantısını göz önünde bulundurarak düsturlar vermiştir.Beşerin manevi hayatını inceleyip yol göstermiştir.Maddi yaşantısında kişisel hayatını ve idare sistemini açıkladığı gibi,sosyal yaşantısında da liderlik konusuna(devlet meselesi) müdahale etmiştir.
Söz konusu yönleriyle itibariyle İslam'da imamet ve liderlik konusu üç açıdan incelenebilir:İslam hükümeti,İslami öğretiler ve hükümleri açıklama ile toplumu manevi hayatında irşad edebilme açılarından.
Şia inacına göre İslami toplumun bu üç yönün hepsine zaruri ihyitacı olduğu gibi bu konuları ve işleri üstlenen kişide Allah veya Peygamber tarafından tayin olunmalıdır.Elbette Peygamber-i Ekrem(saa)'in tayini Allah'ın emri üzerine gerçekleşir.
İSLAM HÜKÜMETİNDE PEYGAMBERİN HALİFESİ VE İMAMLIK
Uyumlu bir şekilde yaşayan toplumun,devletin,şehrin,kabilelerin hatta birkaç kişiden oluşan ailenin veli ve başkanı olmadan sosyal hayatına devam edemeyeceğini,bu başkanın irade ve istekleri diğer şahsi iradelere hakim olmadıkça ve onları kendi sosyal görevlerine sevk etmedikçe ayakta duramayacağını,kısa bir süre içinde bölünüp yok olacağını,herkes fıtratıyla hiçbir şüpheye varmadan anlar.
Dolayısıyla toplumun bekasını düşünen veli veya başkan,geçici veya devamlı olarak toplumdan ayrılmak isterse kuşkusuz kendi yerini boş bırakıp toplumun beka ve zevalına göz yumamaz.
Ev halkını birkaç gün ya da ay terk eden aile reisi,bir müessese veya okul müdürü,emri altında birkaç kişi çalışan kimse iş yerinden Birkaç saatlik de olsa ayrılmak istediğinde yerine birisini tayin edip ona başvurmalarını ister.
İslam dini Kitap ve Sünnet'in kesin nassına göre fıtrat üzere kurulu bir dindir.Bunu,İslam'ı tanıyan da tanımayan da İslam'ın çehresiyle gözlemleyebilir.Allah ve Resulü'nün bu dinin toplumsal yönü için verdikleri önem inkar edilemez ve hiçbir şeyle ölçülemez derece de olduğu da bilinmektedir.
Peygamber-i Ekrem(saa) İslam'ın hakim olduğu yerlerde birlik ve beraberliği sağlamayı hiç unutmadı.İslam hükümeti sınırlarına dair olan şehir ve köylere en kısa zamanda bir vali tayin edip Müslümanların işlerini ona havale ediyordu.Hatta cihat için hazırlanan orduların başkanlık konusunun önemini hatırlatmak için birkaç tane komutan seçiyordu.Mute savaşına hazırlanan orduya dört komutan seçti,biri şehir düşerse diğerleri bu görevi üstlenecekti.
Aynı şekilde hilafet konusunu da önemseyerek lüzumlu gördüğü vakitler halifesini tayin etmekten kaçınmadı.Hatta Mekke'den Medine'ye hicret ettiğinde,kendisine ait olan özel işlerini ayarlamak ve yanında olan emanetleri sahiplerine döndürmek için de Ali(as)'yi yerinde vekil kıldı.Aynen vefatından sonraki şahsi işlerini ayarlamak ve borçlarını ödemek için Ali(as)'yi vekil tayin etti.
Şia diyor ki,bu delillere göre Peygamber-i Ekrem(saa),yerine halife tayin etmeyip Müslümanları başıboş terk ederek,onların toplumu yönetecek kimseyi tayin etmeden vefat etmesi düşünülemez.
Bir toplumun oluşması,çoğunluğun kabullendiği bir takım ortak gelenek,kanun ve kaidelere bağlı olduğu sebat ve bekası da adlet üzere kurulan hükümete muhtaçtır.Bunun öneminde,hiçbir insan fıtratının şüphesi olamaz.Özellikle İslam şeriatinin dikkat ve geniş boyutlu olduğuna,Resul-i Ekrem(saa)'in İslam'a verdiği önem,bu yolda gösterdiği fedakarlıklara,vahiy ve nübüvvet teyidinden geçersek,üstün akıl ve güçtü tedbirine bakacak bu şüpheye hiçbir yer kalmamaktadır.
Ehlisünnet ve Şia kanalıyla tevatür derecesine varmış bir çok hadislerden anlaşıldığı üzere, Peygamber-i Ekrem(saa)'in vefatından sonra İslam toplumuna sızacak fitne ve belaları,mukaddes İslam dinini kendi kötülük ve sapıklıklarına feda edecek Al-i Ümeyye gibi hükümetlerin çıkaracakları fesatları ayrıntılarına kadar açıklamıştır.Hz.Resul-i Ekrem(saa) kendisinden,yıllarca belki binlerce yıl sonra küçük hadiseleri ve belaları gaflet etmeden söylüyordu.Kendisinden hemen sonra meydana gelecek çok büyük olaylardan gaflet etmesi veya onlara özen göstermemesi düşünülebilir mi?En ufak ve doğal yemek ve içmek gibi işlere müdahale edip yüzlerce emir veriyorda,bu kadar değerli ve önemli konuda susup,yerine halife tayin etniyor mu?
Ancak muhal ve düşünülmez olmasıyla birlikte Peygamber-i Ekrem(saa)'in halife seçimini ümmetin üzerine bırakmış olması farz edilse bile,yine de bu konuda yeterli düsturlar vermesi gerekirdi.Ta ki İslam ümmeti dinin bekasında ve İslam toplumunun ilerlemesini sağlayan ve dini şiarları yücelten konuda daha basiretli ve bilgili olsunlar.
Haalbuki böyle dini bir emirden ve nebevi açıklamadan hiçbir haber yoktur.Eğer oslaydı Peygamber-i Ekrem(saa)'den sonra gelen halifeler o emirleri hiçe saymazlardı.Oysa birinci halife vasiyetle ikinci halifeye,dördüncü halife aynı şekilde oğluna,ikinci halife üçüncü halifeyi altı kişi seçip nizamnamesini imzaladığı bir şura vasıtasıyla başa getirdi.Muaviye(la),İmam Hasan(as)'ı barışa mecbur edip böylece hilafeti ele geçirdi.Bundan sonra hilafet ırsi saltanata dönüşerek tedricen İslam'ın özen gösterdiği dini şiarlar,cihad,marufu emretmek,münkerden sakındırmak,had uygulamak vb.şeyler toplumdan göç etti ve Peygamber(saa)'in çektiği zahmetler boşa gitti.
(Yakubi Tarih,c.2 s.26-61;Sireti İbn Hişam c.2 s.223-271;Ebul Fida Tarihi c.1 s.216)
Şia,beşerin doğal kavrayışı üzerinde akıllıların sürüp giden siresini,İslam'ın fıtratını ihya amaçlı temel görüşlerini,Resul-i Ekrem(saa)'in toplumsal metodunu inceleyerek,vefatından sonra Müslümanların başına gelen,üzücü hadiseleri ve hicretin ilk yıllarında İslami hükümetlerin izledikleri yöntemler üzerinde düşünerek şu sonuca varıyor ki;Peygamber-i Ekrem(saa)'den sonraki halife ve imamla ilgili açık ve sarih hüküm vardır.Tevatür derecesine varmış kesin hadisler ve ayetler,örneğin Velayet Ayeti,Gadir Hadisi,Sefine ve Sekaleyn Hadisleri,Menzilet Hadisi,Davet-i Aşire-i Akrabin vb.hadisler bu gerçekle ilgilidir.Fakat bir takım nedenler gereğince bunlar gizletilmiş veya şahsi isteklere göre yorumlanmıştır.
GEÇEN KONULARIN TEYİDİ
Peygamber-i Ekrem(saa) hastalığının son günlerinde,yanında sahabeden bir kısmı hazırken şöyle buyurdu:”Bana kağıt ve mürekkep getirin,ta ki benden sonra delalete düşmemeniz için bir şey yazayım.”Oradakilerden bazısı;”Peygamber sayıklıyor,Allah'ın kitabı bize yeter” deyince gürültü koptu.Peygamber de,”Peygamber yanında gürültü olmaz,kalkın gidin” buyurdu.
(el kamil fit tarih,c.2 s.217;taberi tarih c.2 s.436)
Dikkat edilecek olursa Peygamber'in maksadının açıklanmasıan engel olanların daha sonra çeşitli vesilelerle hilafete gelen kişiler olması özellikle Ali(as) ve dostlarına haber verilmeden seçimin yapılmasını ve onların olup bitmiş bir işle karşı karşıya bırakmaları açıkça gösteriyor ki; Peygamberin bu hadisden maksadı kendi halifelerini tanıtıp Ali(as)'yi halife seçmekti.
Peygamberin huzurunda denen sözden maksat da gürültü çıkarıp Peygamberi kararından vazgeçirmekti.Denilen söz ciddi olarak kastedilmemişti.
Çünkü evvela Peygamber-i Ekrem(saa) hastalık boyunca hiçbir yerde söz konuşmadı ve konuştuğuna dair bir şey de rivayet edilmemiştir.Dini açıdan da hiçbir Müslüman ilahi ismetle korunmuş kimseye sayıklama nsipeti veremez.
İkinci olarak da,eğer gerçekten Peygamberin sayıkladığını vurgulamak istemiş olsaydı,”Kur'an bize yeter” cümlesinin bir anlamı olmazdı.Zira Peygamberin sözlerinin sayıklama olduğunu ispat etmek için hasta olduğu delil olarak öne sürülürdü,”Kur'an varken Peygamberin sözüne ihtiyacımız yok” cümlesi değil.Hiçbir sahabeye,Kur'an'ınPeygambere itaati farz olarak bildirmesi gizli kalmamalıdır. Kur'an'ın nassına göre,Peygamberin sözleri Allah'ın kelamıdır.Allah ve Peygamberinin karşısında kimsenin seçme hakkı ve özgürlüğü yoktur.
Üçüncü olarak da,aynı olay birinci halifenin ölüm hastalığında da tekrarkandı.OsPman halifenin emriyle onun vasiyetini yazarken halife bayıldı.Bununla birlikte ikinci halife Peygambere ettiği sözü tekrarlamadı.
(İbn Esir,El-Kamil,c.2 s.292)
Kaldı ki,ikinci halife,İbn Abbas'ın naklettiği hadiste bu gerçeği itiraf ederek diyor ki:”Ben anladım ki,Peygamber Ali'nin hilafetini pekiştirmek istiyor.Fakat ben maslahatı düşünerek bozdum.”Yine diyor ki:”Hilafet Ali'nin hakkı idi.O hilafete geçseydi milleti hakka ve doğru yola sürecekti.Ancak Kureyş buna asla boyun eğmezdi.Buna göre onu hilafetten men ettik.”
(Yakubi Tarihi,c.2 s.137)
Halbuki dini ölçülere göre hak yoldan çıkanları hak yola girmeye zorlamaldırlar,değil ki onlar için terk edilsin.Birinci halifeye,Müslüman kabilelerden bazısı zekat vermekten çekiniyorlar haberi verilince onlarla savaşın emrini verdi ve şöyle dedi:”Peygambere verilen devenin ayağını bağlama ipi bana da verilmezse onlarla savaşırım.”Bu sözden maksat şu ki,hak ne pahasına olursa olsun yücelmelidir.Elbette şüphe yok ki,hilafet konusu bir ipten daha değerli ve önemlidir.
İLAHİ ÖĞRETİLERDE İMAMET
Zorunlu ve sabit hidayet yasası gereğince,bütün yaratık türleri,tekvin ve yaratılış yoluyla,kendi türlerinin saadet ve kemaline doğru ilerliyor.
İnsan türü de yaratılış türlerinden biri olduğuna göre bu genel kanundan müstesna olmayıp gerçeklere eğilim ve sosyal tefekkür isteğine sahip olduğu için yaşamında dünyevi ve uhrevi mutluluğunu gerçekleştirecek belirli bir yola hidayet olmalıdır.Bir başka ibareyle şöyle diyebiliriz: İnsan,insani değerini ve saadetini elde edebilmek için bir takım inanç ve ameli vazifelere muhtaçtır. Ta ki yaşama tarzını ona uydursun.Din denilen hayat programını kavrama yolu da akıl yolu değildir. Beşeriyet dünyasında,peygamber denilen bazı ilahi kişilere verilen vahiy yoludur.Toplumun,insani görevlerini vahiy vasıtasıyla Allah'tan alıp,toplumun saadetine temin etmek için onlara duyuran ancak peygamberlerdir.
Bu delil,toplumda böyle bir algılamanın zorunluluğunu icab ettiği gibi beşeri elin dokunmadığı bir programı koruyup ihtiyaç duyulduğu zaman onlara iletecek şahısların da bu toplumda var olma zorunluluğunu ispat eder.
İlahi lütuf nasıl insani görevleri vahiy vasıtasıyla alıp topluma öğreten şahısların olmasını gerektiriyorsa,aynen bu semavi ve insani görevleri,beşeriyet dünyasında devamlı korumak ve gerektiği zaman topluma öğretmek amacıyla,dini bilen bir takım şahısların da mevcut olmasını gerektiriyor.
Nasıl ki vahiy ruhunu ve nübüvveti üstlenip,Allah tarafından semavi şeriatleri ve hükümleri alıp topluma duyurarak görevini tesaddi edene “Nebi” denir.Semavi dinleri korumayı üstlenip Allah tarafından bu makama seçilen kişilere de “İmam” denir.Nübüvvet ve imamet makamlarının bir şahısta bulunmasının mümkün olduğu gibi ayrı ayrı şahıslarda olması da mümkündür.
Peygamberlerin masum olmasını ispat eden delil,imamın da masum olmasını gerektiğini ispat eder. Çünkü Allah(cc),tüm zamanlar için dini tahrif olmadan bildirmelidir ve bu,ilahi masumiyet ve ismet olmaksız gerçekleşmez.
İMAM İLE NEBİ ARASINDAKİ FARK
Peygamberler vasıtasıyla alınan semavi şeriatler ve hükümlerle ilgili sunulan delil yalnız vahyin aslını yani semavi hükümlerin alınmasını ispat eder,onun sürekliliğini ve her zaman için olacağını ispat etmez.Fakat dini korumak süresiz ve devamlı olmalıdır.Buna göre her asırda toplum içerisinde peygamberlerin olması gerekli değildir.Ama dini koruaması gereken imamet makamı toplumda olması gerektiği gibi,toplumda imamın olması da zaruridir ve toplumun bu imamı tanıyıp tanımaması sonucu değiştirmez.Allah Teala Kur'an'da şöyle buyurur:
“Eğer onlar(küfredenler) bunları tanımayıp küfre sapıyorsa,biz buna karşı küfre sapmayan bir kavmi vekil kılmışızdır.”(En'am,83)
İşaret edildiği gibi nübüvvet ve imamet makamı bir şahısta bulunabilir.Bir şahıs peygamberlik ve imamlık makamlarına bir zamanda sahip olduğu gibi başka şahıslarda da,bu iki makamın olması mümkündür.Peygamberlerin sayısı sınırlıdır.Buna göre de peygamber olmayan asırda,hak imamın olması gereklidir.Allah Teala,Kur'anh-ı Kerim'de peygamberlerin bir kısmını imamet makamıyla överek şöyle buyurur:
“Hani Rabbi,İbrahim'i bir takım kelimelerle denemeden geçirmişti.O da bunları tam olarak yerine getirmişti.O zaman Allah İbrahim'e 'Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım' demişti.İbrahim 'ya soyumdan olanları?' deyince,Allah 'Benim ahdim zalimlere erişmez' demişti.”(Bakara,124)
Ve yine buyuruyor ki:
“Ve onları,kendi emrimizle hidayete yönelten imamlar kıldık.”(Enbiya,73)
AMELLERİN BATININDA İMAMET
İmam,insanların amellerinin zahirine önder olduğu gibi batınında da önderlik ve imamlık makamına sahiptir.Batın yoluyla Allah'a doğru hareket eden insanlık kafilesinin önünde hareket eden imamdır.
Bu hakikatin aydınlığa kavuşması için aşağıdaki iki mukaddimeye dikkat etmeliyiz:
Birincisi:Şüphe yok ki İslam ve sair semavi dinlere göre insanın,ebedi ve grçek mutluluğunun ve şekavetinin bir tek vesilesi onun iyi veya kötü amelleridir.İyilik ve kötülükleri,semavi dinlerin öğretmesinin yanı sıra,insan kendi fıtratıyla da onları idrak edebilir.
Allah vahiy ve nübüvvet yoluyla bu amelleri,beşeri tefekkür tarzına uygun sosyal dilimizle,emir, nehy,övme ve kötüleme şeklinde açıklamıştır.İtaat edenlere,insanın kemali isteklerinin hepsini içeren ebedi ve tatlı bir hayatı müjdeleyip,zalimlere ve kötü amelli insanlara her türlü başarısızlığı, ebedi ve acı hayatı içeren bir haber veriyor.
Şüphesiz her türlü tasavvurdan yüce olan Allah'ın,bizim gibi sosyal tefekkürü yoktur.Bu kulluk ve mevlalık,emir ve itaat etme,emir-nehiy,Allah'ın makamı,yaratma makamıdır.O'nda her türlü varlığın varlığı,gerçek bağlantılara göre Allah'ın yaratmasına bağlıdır.
Kur'an-ı Kerim'in “Andolsun her şeyi açıklayan kitaba,şüphe yok ki biz,akıl edesiniz,anlayasınız diye Kur'an'ı Arap diliyle meydana getirdik.Ve şüphe yok ki o,bizim katımızda,kitabın aslındadır, elbette pek yücedir,hüküm ve hikmetle doludur.”(Zuhruf,2-4) ve Peygamber-i Ekrem(saa)'in işaret ettikleri gibi,din bizim doğal akıllarımızın algılayamayacağı bir takım gerçekleri ve öğretileri içermiştir,anlayabileceğimiz ve fikrimiz dengesinde de nazil olmuştur.
Buradan şu sonuca varmalıyız ki:İyi ve kötü ameller ile ebedi hayat ve özellikleri arasında gerçek bir irtibat vardır ve o dünyada iyi veya kötü hayat Allah'ın iradesiyle o amellere bağlıdır.
Kolay bir ifadeyle şöyle diyebiliriz:İyi ve kötü ameller insanın kalbinde insanın geleceğini belirten gerçekleri oluşturur.İnsan bilsede bilmesede eğitilen bir çocuğa benzer.Çocuk velisinden aldığı yap-yapma emirlerini duymaktan ve yaptığı işlerden başka bir şey anlamaz.Ama eğitilip bir takım karekteristik haletleri kendisinde hazırlayıp,toplumun içerisine düştüğünde mutlu bir hayata erişmiş olur ve eğer bunun hayrını isteyen velisinin emirlerine uymazsa,toplumda bedbahtlıktan başka bir şey elde etmez.
Kısacası insan,dünyevi hayatıyla birlikte amellerinin kaynaklanıp,ilerleyip ve bilahare uhrevi hayatında mutluluğunu veya felaketini kesinleştiren,manevi bir hayata da sahiptir.
İkincisi:Bizler bazılarının iyi veya kötü işlere davet ederiz ama kendimiz bir çok zamanda dediğimiz şeyi gerçekleştiremeyiz.Fakat peygamberler ve İmamlar Hiçbir zaman emerttikleri şeyi terketmezler.Onların toplumu hidayet etikleri dinle kendileri de amel ediyorlar.Toplumu davet ettikleri manevi hayata kendileri de sahip olmalıdırlar.Zira Allah bir kimseyi hidayet etmedikçe toplumun hidayetini ona havale etmez ve Allah'ın özel hidayeti hiçbir zaman yok olmaz.
Bu açıklamalardan şu sonuçları çıkarabiliriz:
1-Her ümmette o ümmetin peygamberi ve imamı,toplumu davet ettikleri dinin,manevi hayatın en üstün derecesine sahip olmalıdırlar.Çünkü davet ettikleri şeye gerektiği şekilde amel edip manevi hayatına sahiptirler.
2-Önder ve toplumda birinci oldukları içöin herkesten daha üstündürler.
3-Allah'ın emriyle ümmetin imamlığını kabul eden şahıs toplumun zahiri amellerinde önder olduğu gibi manevi hayatlarında da onların önderidir ve amellerin gerçeği onun imamlığıyla seyreder.
İSLAM LİDERLERİ VE İMAMLAR
İslam dininde Peygamber-i Ekrem(saa)'den sonra İslam ümmeti içerisinde Allah tarafından seçilmiş bir imam vardır.Peygamber-i Ekrem(saa)'den rivayet edilen hadislerde,imamların sıfatları,sayıları, hepsinin Kureyş'ten ve Peygamber(saa)'in Ehlibeyt'inden oldukları ve onların sonuncusunun da İmam Mehdi(af) olduğu yer almıştır.
*Cabir İbn-i Semure diyor ki,Peygamber(saa)'in şöyle buyurduğunu duydum:”Bu din,on iki halifeninolduğu sürece aziz ve güçlü kalacaktır.”Cabir diyor ki:”Halk tekbir getirerek ağladılar. Daha sonra Resulullah(saa) yavaşça bir şey söyledi.Dedim ey baba Peygamber(saa) ne söyledi? Babam dedi ki,Peygamber(saa) 'Bu on iki halifenin hepsi Kureyş'tendir' buyurdu.”
(sahih-i ibn davud,c.2 s.207 ; Müsned-i Ahmed,c.5 s.92)
Bu naslar gereğince,İslam'ın rehber ve önderleri on iki kişidir,mukaddes isimleri şunlardır:
1-Ali bin Ebi Talib(as)
2-Hasan bin Ali(as)
3-Hüseyin bin Ali(as)
4-Ali bin Hüseyin(as) (Zeynelabidin)
5-Muhammed bin Ali(as) (Baqır)
6-Cafer bin Muhammed(as) (Sadık)
7-Musa bin Cafer(as) (Kazım)
8-Ali bin Musa(as) (Rıza)
9-Muhammed bin Ali(as) (Taki)
10-Ali bin Muhammed(as) (Naki)
11-Hasan bin Ali(as) (Askeri)
12-Muhammed bin Hasan(as) (Mehdi)
Hepsine Allah'ın selamı olsun.
Bir topluma önderlik yapıp onlara,siyasi ve sosyal yahut ilmi veya dini açıdan önderlik yapan kimseye imam denir.Elbette bu konuların ortamına bağlı olarak,liderin hareket alanı da daralır ya da genişler.
Mukaddes İslam dini,bütün yönleriyle tüm insanların yaşantısını göz önünde bulundurarak düsturlar vermiştir.Beşerin manevi hayatını inceleyip yol göstermiştir.Maddi yaşantısında kişisel hayatını ve idare sistemini açıkladığı gibi,sosyal yaşantısında da liderlik konusuna(devlet meselesi) müdahale etmiştir.
Söz konusu yönleriyle itibariyle İslam'da imamet ve liderlik konusu üç açıdan incelenebilir:İslam hükümeti,İslami öğretiler ve hükümleri açıklama ile toplumu manevi hayatında irşad edebilme açılarından.
Şia inacına göre İslami toplumun bu üç yönün hepsine zaruri ihyitacı olduğu gibi bu konuları ve işleri üstlenen kişide Allah veya Peygamber tarafından tayin olunmalıdır.Elbette Peygamber-i Ekrem(saa)'in tayini Allah'ın emri üzerine gerçekleşir.
İSLAM HÜKÜMETİNDE PEYGAMBERİN HALİFESİ VE İMAMLIK
Uyumlu bir şekilde yaşayan toplumun,devletin,şehrin,kabilelerin hatta birkaç kişiden oluşan ailenin veli ve başkanı olmadan sosyal hayatına devam edemeyeceğini,bu başkanın irade ve istekleri diğer şahsi iradelere hakim olmadıkça ve onları kendi sosyal görevlerine sevk etmedikçe ayakta duramayacağını,kısa bir süre içinde bölünüp yok olacağını,herkes fıtratıyla hiçbir şüpheye varmadan anlar.
Dolayısıyla toplumun bekasını düşünen veli veya başkan,geçici veya devamlı olarak toplumdan ayrılmak isterse kuşkusuz kendi yerini boş bırakıp toplumun beka ve zevalına göz yumamaz.
Ev halkını birkaç gün ya da ay terk eden aile reisi,bir müessese veya okul müdürü,emri altında birkaç kişi çalışan kimse iş yerinden Birkaç saatlik de olsa ayrılmak istediğinde yerine birisini tayin edip ona başvurmalarını ister.
İslam dini Kitap ve Sünnet'in kesin nassına göre fıtrat üzere kurulu bir dindir.Bunu,İslam'ı tanıyan da tanımayan da İslam'ın çehresiyle gözlemleyebilir.Allah ve Resulü'nün bu dinin toplumsal yönü için verdikleri önem inkar edilemez ve hiçbir şeyle ölçülemez derece de olduğu da bilinmektedir.
Peygamber-i Ekrem(saa) İslam'ın hakim olduğu yerlerde birlik ve beraberliği sağlamayı hiç unutmadı.İslam hükümeti sınırlarına dair olan şehir ve köylere en kısa zamanda bir vali tayin edip Müslümanların işlerini ona havale ediyordu.Hatta cihat için hazırlanan orduların başkanlık konusunun önemini hatırlatmak için birkaç tane komutan seçiyordu.Mute savaşına hazırlanan orduya dört komutan seçti,biri şehir düşerse diğerleri bu görevi üstlenecekti.
Aynı şekilde hilafet konusunu da önemseyerek lüzumlu gördüğü vakitler halifesini tayin etmekten kaçınmadı.Hatta Mekke'den Medine'ye hicret ettiğinde,kendisine ait olan özel işlerini ayarlamak ve yanında olan emanetleri sahiplerine döndürmek için de Ali(as)'yi yerinde vekil kıldı.Aynen vefatından sonraki şahsi işlerini ayarlamak ve borçlarını ödemek için Ali(as)'yi vekil tayin etti.
Şia diyor ki,bu delillere göre Peygamber-i Ekrem(saa),yerine halife tayin etmeyip Müslümanları başıboş terk ederek,onların toplumu yönetecek kimseyi tayin etmeden vefat etmesi düşünülemez.
Bir toplumun oluşması,çoğunluğun kabullendiği bir takım ortak gelenek,kanun ve kaidelere bağlı olduğu sebat ve bekası da adlet üzere kurulan hükümete muhtaçtır.Bunun öneminde,hiçbir insan fıtratının şüphesi olamaz.Özellikle İslam şeriatinin dikkat ve geniş boyutlu olduğuna,Resul-i Ekrem(saa)'in İslam'a verdiği önem,bu yolda gösterdiği fedakarlıklara,vahiy ve nübüvvet teyidinden geçersek,üstün akıl ve güçtü tedbirine bakacak bu şüpheye hiçbir yer kalmamaktadır.
Ehlisünnet ve Şia kanalıyla tevatür derecesine varmış bir çok hadislerden anlaşıldığı üzere, Peygamber-i Ekrem(saa)'in vefatından sonra İslam toplumuna sızacak fitne ve belaları,mukaddes İslam dinini kendi kötülük ve sapıklıklarına feda edecek Al-i Ümeyye gibi hükümetlerin çıkaracakları fesatları ayrıntılarına kadar açıklamıştır.Hz.Resul-i Ekrem(saa) kendisinden,yıllarca belki binlerce yıl sonra küçük hadiseleri ve belaları gaflet etmeden söylüyordu.Kendisinden hemen sonra meydana gelecek çok büyük olaylardan gaflet etmesi veya onlara özen göstermemesi düşünülebilir mi?En ufak ve doğal yemek ve içmek gibi işlere müdahale edip yüzlerce emir veriyorda,bu kadar değerli ve önemli konuda susup,yerine halife tayin etniyor mu?
Ancak muhal ve düşünülmez olmasıyla birlikte Peygamber-i Ekrem(saa)'in halife seçimini ümmetin üzerine bırakmış olması farz edilse bile,yine de bu konuda yeterli düsturlar vermesi gerekirdi.Ta ki İslam ümmeti dinin bekasında ve İslam toplumunun ilerlemesini sağlayan ve dini şiarları yücelten konuda daha basiretli ve bilgili olsunlar.
Haalbuki böyle dini bir emirden ve nebevi açıklamadan hiçbir haber yoktur.Eğer oslaydı Peygamber-i Ekrem(saa)'den sonra gelen halifeler o emirleri hiçe saymazlardı.Oysa birinci halife vasiyetle ikinci halifeye,dördüncü halife aynı şekilde oğluna,ikinci halife üçüncü halifeyi altı kişi seçip nizamnamesini imzaladığı bir şura vasıtasıyla başa getirdi.Muaviye(la),İmam Hasan(as)'ı barışa mecbur edip böylece hilafeti ele geçirdi.Bundan sonra hilafet ırsi saltanata dönüşerek tedricen İslam'ın özen gösterdiği dini şiarlar,cihad,marufu emretmek,münkerden sakındırmak,had uygulamak vb.şeyler toplumdan göç etti ve Peygamber(saa)'in çektiği zahmetler boşa gitti.
(Yakubi Tarih,c.2 s.26-61;Sireti İbn Hişam c.2 s.223-271;Ebul Fida Tarihi c.1 s.216)
Şia,beşerin doğal kavrayışı üzerinde akıllıların sürüp giden siresini,İslam'ın fıtratını ihya amaçlı temel görüşlerini,Resul-i Ekrem(saa)'in toplumsal metodunu inceleyerek,vefatından sonra Müslümanların başına gelen,üzücü hadiseleri ve hicretin ilk yıllarında İslami hükümetlerin izledikleri yöntemler üzerinde düşünerek şu sonuca varıyor ki;Peygamber-i Ekrem(saa)'den sonraki halife ve imamla ilgili açık ve sarih hüküm vardır.Tevatür derecesine varmış kesin hadisler ve ayetler,örneğin Velayet Ayeti,Gadir Hadisi,Sefine ve Sekaleyn Hadisleri,Menzilet Hadisi,Davet-i Aşire-i Akrabin vb.hadisler bu gerçekle ilgilidir.Fakat bir takım nedenler gereğince bunlar gizletilmiş veya şahsi isteklere göre yorumlanmıştır.
GEÇEN KONULARIN TEYİDİ
Peygamber-i Ekrem(saa) hastalığının son günlerinde,yanında sahabeden bir kısmı hazırken şöyle buyurdu:”Bana kağıt ve mürekkep getirin,ta ki benden sonra delalete düşmemeniz için bir şey yazayım.”Oradakilerden bazısı;”Peygamber sayıklıyor,Allah'ın kitabı bize yeter” deyince gürültü koptu.Peygamber de,”Peygamber yanında gürültü olmaz,kalkın gidin” buyurdu.
(el kamil fit tarih,c.2 s.217;taberi tarih c.2 s.436)
Dikkat edilecek olursa Peygamber'in maksadının açıklanmasıan engel olanların daha sonra çeşitli vesilelerle hilafete gelen kişiler olması özellikle Ali(as) ve dostlarına haber verilmeden seçimin yapılmasını ve onların olup bitmiş bir işle karşı karşıya bırakmaları açıkça gösteriyor ki; Peygamberin bu hadisden maksadı kendi halifelerini tanıtıp Ali(as)'yi halife seçmekti.
Peygamberin huzurunda denen sözden maksat da gürültü çıkarıp Peygamberi kararından vazgeçirmekti.Denilen söz ciddi olarak kastedilmemişti.
Çünkü evvela Peygamber-i Ekrem(saa) hastalık boyunca hiçbir yerde söz konuşmadı ve konuştuğuna dair bir şey de rivayet edilmemiştir.Dini açıdan da hiçbir Müslüman ilahi ismetle korunmuş kimseye sayıklama nsipeti veremez.
İkinci olarak da,eğer gerçekten Peygamberin sayıkladığını vurgulamak istemiş olsaydı,”Kur'an bize yeter” cümlesinin bir anlamı olmazdı.Zira Peygamberin sözlerinin sayıklama olduğunu ispat etmek için hasta olduğu delil olarak öne sürülürdü,”Kur'an varken Peygamberin sözüne ihtiyacımız yok” cümlesi değil.Hiçbir sahabeye,Kur'an'ınPeygambere itaati farz olarak bildirmesi gizli kalmamalıdır. Kur'an'ın nassına göre,Peygamberin sözleri Allah'ın kelamıdır.Allah ve Peygamberinin karşısında kimsenin seçme hakkı ve özgürlüğü yoktur.
Üçüncü olarak da,aynı olay birinci halifenin ölüm hastalığında da tekrarkandı.OsPman halifenin emriyle onun vasiyetini yazarken halife bayıldı.Bununla birlikte ikinci halife Peygambere ettiği sözü tekrarlamadı.
(İbn Esir,El-Kamil,c.2 s.292)
Kaldı ki,ikinci halife,İbn Abbas'ın naklettiği hadiste bu gerçeği itiraf ederek diyor ki:”Ben anladım ki,Peygamber Ali'nin hilafetini pekiştirmek istiyor.Fakat ben maslahatı düşünerek bozdum.”Yine diyor ki:”Hilafet Ali'nin hakkı idi.O hilafete geçseydi milleti hakka ve doğru yola sürecekti.Ancak Kureyş buna asla boyun eğmezdi.Buna göre onu hilafetten men ettik.”
(Yakubi Tarihi,c.2 s.137)
Halbuki dini ölçülere göre hak yoldan çıkanları hak yola girmeye zorlamaldırlar,değil ki onlar için terk edilsin.Birinci halifeye,Müslüman kabilelerden bazısı zekat vermekten çekiniyorlar haberi verilince onlarla savaşın emrini verdi ve şöyle dedi:”Peygambere verilen devenin ayağını bağlama ipi bana da verilmezse onlarla savaşırım.”Bu sözden maksat şu ki,hak ne pahasına olursa olsun yücelmelidir.Elbette şüphe yok ki,hilafet konusu bir ipten daha değerli ve önemlidir.
İLAHİ ÖĞRETİLERDE İMAMET
Zorunlu ve sabit hidayet yasası gereğince,bütün yaratık türleri,tekvin ve yaratılış yoluyla,kendi türlerinin saadet ve kemaline doğru ilerliyor.
İnsan türü de yaratılış türlerinden biri olduğuna göre bu genel kanundan müstesna olmayıp gerçeklere eğilim ve sosyal tefekkür isteğine sahip olduğu için yaşamında dünyevi ve uhrevi mutluluğunu gerçekleştirecek belirli bir yola hidayet olmalıdır.Bir başka ibareyle şöyle diyebiliriz: İnsan,insani değerini ve saadetini elde edebilmek için bir takım inanç ve ameli vazifelere muhtaçtır. Ta ki yaşama tarzını ona uydursun.Din denilen hayat programını kavrama yolu da akıl yolu değildir. Beşeriyet dünyasında,peygamber denilen bazı ilahi kişilere verilen vahiy yoludur.Toplumun,insani görevlerini vahiy vasıtasıyla Allah'tan alıp,toplumun saadetine temin etmek için onlara duyuran ancak peygamberlerdir.
Bu delil,toplumda böyle bir algılamanın zorunluluğunu icab ettiği gibi beşeri elin dokunmadığı bir programı koruyup ihtiyaç duyulduğu zaman onlara iletecek şahısların da bu toplumda var olma zorunluluğunu ispat eder.
İlahi lütuf nasıl insani görevleri vahiy vasıtasıyla alıp topluma öğreten şahısların olmasını gerektiriyorsa,aynen bu semavi ve insani görevleri,beşeriyet dünyasında devamlı korumak ve gerektiği zaman topluma öğretmek amacıyla,dini bilen bir takım şahısların da mevcut olmasını gerektiriyor.
Nasıl ki vahiy ruhunu ve nübüvveti üstlenip,Allah tarafından semavi şeriatleri ve hükümleri alıp topluma duyurarak görevini tesaddi edene “Nebi” denir.Semavi dinleri korumayı üstlenip Allah tarafından bu makama seçilen kişilere de “İmam” denir.Nübüvvet ve imamet makamlarının bir şahısta bulunmasının mümkün olduğu gibi ayrı ayrı şahıslarda olması da mümkündür.
Peygamberlerin masum olmasını ispat eden delil,imamın da masum olmasını gerektiğini ispat eder. Çünkü Allah(cc),tüm zamanlar için dini tahrif olmadan bildirmelidir ve bu,ilahi masumiyet ve ismet olmaksız gerçekleşmez.
İMAM İLE NEBİ ARASINDAKİ FARK
Peygamberler vasıtasıyla alınan semavi şeriatler ve hükümlerle ilgili sunulan delil yalnız vahyin aslını yani semavi hükümlerin alınmasını ispat eder,onun sürekliliğini ve her zaman için olacağını ispat etmez.Fakat dini korumak süresiz ve devamlı olmalıdır.Buna göre her asırda toplum içerisinde peygamberlerin olması gerekli değildir.Ama dini koruaması gereken imamet makamı toplumda olması gerektiği gibi,toplumda imamın olması da zaruridir ve toplumun bu imamı tanıyıp tanımaması sonucu değiştirmez.Allah Teala Kur'an'da şöyle buyurur:
“Eğer onlar(küfredenler) bunları tanımayıp küfre sapıyorsa,biz buna karşı küfre sapmayan bir kavmi vekil kılmışızdır.”(En'am,83)
İşaret edildiği gibi nübüvvet ve imamet makamı bir şahısta bulunabilir.Bir şahıs peygamberlik ve imamlık makamlarına bir zamanda sahip olduğu gibi başka şahıslarda da,bu iki makamın olması mümkündür.Peygamberlerin sayısı sınırlıdır.Buna göre de peygamber olmayan asırda,hak imamın olması gereklidir.Allah Teala,Kur'anh-ı Kerim'de peygamberlerin bir kısmını imamet makamıyla överek şöyle buyurur:
“Hani Rabbi,İbrahim'i bir takım kelimelerle denemeden geçirmişti.O da bunları tam olarak yerine getirmişti.O zaman Allah İbrahim'e 'Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım' demişti.İbrahim 'ya soyumdan olanları?' deyince,Allah 'Benim ahdim zalimlere erişmez' demişti.”(Bakara,124)
Ve yine buyuruyor ki:
“Ve onları,kendi emrimizle hidayete yönelten imamlar kıldık.”(Enbiya,73)
AMELLERİN BATININDA İMAMET
İmam,insanların amellerinin zahirine önder olduğu gibi batınında da önderlik ve imamlık makamına sahiptir.Batın yoluyla Allah'a doğru hareket eden insanlık kafilesinin önünde hareket eden imamdır.
Bu hakikatin aydınlığa kavuşması için aşağıdaki iki mukaddimeye dikkat etmeliyiz:
Birincisi:Şüphe yok ki İslam ve sair semavi dinlere göre insanın,ebedi ve grçek mutluluğunun ve şekavetinin bir tek vesilesi onun iyi veya kötü amelleridir.İyilik ve kötülükleri,semavi dinlerin öğretmesinin yanı sıra,insan kendi fıtratıyla da onları idrak edebilir.
Allah vahiy ve nübüvvet yoluyla bu amelleri,beşeri tefekkür tarzına uygun sosyal dilimizle,emir, nehy,övme ve kötüleme şeklinde açıklamıştır.İtaat edenlere,insanın kemali isteklerinin hepsini içeren ebedi ve tatlı bir hayatı müjdeleyip,zalimlere ve kötü amelli insanlara her türlü başarısızlığı, ebedi ve acı hayatı içeren bir haber veriyor.
Şüphesiz her türlü tasavvurdan yüce olan Allah'ın,bizim gibi sosyal tefekkürü yoktur.Bu kulluk ve mevlalık,emir ve itaat etme,emir-nehiy,Allah'ın makamı,yaratma makamıdır.O'nda her türlü varlığın varlığı,gerçek bağlantılara göre Allah'ın yaratmasına bağlıdır.
Kur'an-ı Kerim'in “Andolsun her şeyi açıklayan kitaba,şüphe yok ki biz,akıl edesiniz,anlayasınız diye Kur'an'ı Arap diliyle meydana getirdik.Ve şüphe yok ki o,bizim katımızda,kitabın aslındadır, elbette pek yücedir,hüküm ve hikmetle doludur.”(Zuhruf,2-4) ve Peygamber-i Ekrem(saa)'in işaret ettikleri gibi,din bizim doğal akıllarımızın algılayamayacağı bir takım gerçekleri ve öğretileri içermiştir,anlayabileceğimiz ve fikrimiz dengesinde de nazil olmuştur.
Buradan şu sonuca varmalıyız ki:İyi ve kötü ameller ile ebedi hayat ve özellikleri arasında gerçek bir irtibat vardır ve o dünyada iyi veya kötü hayat Allah'ın iradesiyle o amellere bağlıdır.
Kolay bir ifadeyle şöyle diyebiliriz:İyi ve kötü ameller insanın kalbinde insanın geleceğini belirten gerçekleri oluşturur.İnsan bilsede bilmesede eğitilen bir çocuğa benzer.Çocuk velisinden aldığı yap-yapma emirlerini duymaktan ve yaptığı işlerden başka bir şey anlamaz.Ama eğitilip bir takım karekteristik haletleri kendisinde hazırlayıp,toplumun içerisine düştüğünde mutlu bir hayata erişmiş olur ve eğer bunun hayrını isteyen velisinin emirlerine uymazsa,toplumda bedbahtlıktan başka bir şey elde etmez.
Kısacası insan,dünyevi hayatıyla birlikte amellerinin kaynaklanıp,ilerleyip ve bilahare uhrevi hayatında mutluluğunu veya felaketini kesinleştiren,manevi bir hayata da sahiptir.
İkincisi:Bizler bazılarının iyi veya kötü işlere davet ederiz ama kendimiz bir çok zamanda dediğimiz şeyi gerçekleştiremeyiz.Fakat peygamberler ve İmamlar Hiçbir zaman emerttikleri şeyi terketmezler.Onların toplumu hidayet etikleri dinle kendileri de amel ediyorlar.Toplumu davet ettikleri manevi hayata kendileri de sahip olmalıdırlar.Zira Allah bir kimseyi hidayet etmedikçe toplumun hidayetini ona havale etmez ve Allah'ın özel hidayeti hiçbir zaman yok olmaz.
Bu açıklamalardan şu sonuçları çıkarabiliriz:
1-Her ümmette o ümmetin peygamberi ve imamı,toplumu davet ettikleri dinin,manevi hayatın en üstün derecesine sahip olmalıdırlar.Çünkü davet ettikleri şeye gerektiği şekilde amel edip manevi hayatına sahiptirler.
2-Önder ve toplumda birinci oldukları içöin herkesten daha üstündürler.
3-Allah'ın emriyle ümmetin imamlığını kabul eden şahıs toplumun zahiri amellerinde önder olduğu gibi manevi hayatlarında da onların önderidir ve amellerin gerçeği onun imamlığıyla seyreder.
İSLAM LİDERLERİ VE İMAMLAR
İslam dininde Peygamber-i Ekrem(saa)'den sonra İslam ümmeti içerisinde Allah tarafından seçilmiş bir imam vardır.Peygamber-i Ekrem(saa)'den rivayet edilen hadislerde,imamların sıfatları,sayıları, hepsinin Kureyş'ten ve Peygamber(saa)'in Ehlibeyt'inden oldukları ve onların sonuncusunun da İmam Mehdi(af) olduğu yer almıştır.
*Cabir İbn-i Semure diyor ki,Peygamber(saa)'in şöyle buyurduğunu duydum:”Bu din,on iki halifeninolduğu sürece aziz ve güçlü kalacaktır.”Cabir diyor ki:”Halk tekbir getirerek ağladılar. Daha sonra Resulullah(saa) yavaşça bir şey söyledi.Dedim ey baba Peygamber(saa) ne söyledi? Babam dedi ki,Peygamber(saa) 'Bu on iki halifenin hepsi Kureyş'tendir' buyurdu.”
(sahih-i ibn davud,c.2 s.207 ; Müsned-i Ahmed,c.5 s.92)
Bu naslar gereğince,İslam'ın rehber ve önderleri on iki kişidir,mukaddes isimleri şunlardır:
1-Ali bin Ebi Talib(as)
2-Hasan bin Ali(as)
3-Hüseyin bin Ali(as)
4-Ali bin Hüseyin(as) (Zeynelabidin)
5-Muhammed bin Ali(as) (Baqır)
6-Cafer bin Muhammed(as) (Sadık)
7-Musa bin Cafer(as) (Kazım)
8-Ali bin Musa(as) (Rıza)
9-Muhammed bin Ali(as) (Taki)
10-Ali bin Muhammed(as) (Naki)
11-Hasan bin Ali(as) (Askeri)
12-Muhammed bin Hasan(as) (Mehdi)
Hepsine Allah'ın selamı olsun.