Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

AYET VE HADİSLERDE İMAMET

Daraltma
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: AYET VE HADİSLERDE İMAMET

    Hz. Mehdi’nin (a.s) Kıyam Ettikten Sonra Zalimlere Yapacakları


    1. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer insanlar Kaim’in kıyam edince ne yapacağını bilseler birçoğu onu görmek bile istemez. Öyle ki bir çoğu şöyle diyecektir: “Bu Al-i Muhammed’den değildir. Eğer Al-i Muhammed’den olsaydı merhamet ederdi.”[1]

    2. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Onlara sadece kılıçla karşılık verir. Kargaşa dolu sekiz ay boyunca kılıcını omuzlarından indirmez. Öyle ki insanlar şöyle der: “Allah’a andolsun ki bu Fatıma’nın evlatlarından değildir. Fatıma’nın evlatlarından olsaydı bize merhamet ederdi.”[2]

    Bak, el-Gaybetu li'n-Nu’mani, 230/13-25

    --------------------------------------
    [1] a. g. e. s. 233/18
    [2] Teşrif-u Bi’l Men, 140/163
    "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

    Yorum


      Ynt: AYET VE HADİSLERDE İMAMET

      Kaim’in (a.s) Yeni Getirdikleri


      İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kaim yeni bir işle kıyam eder. Yeni bir iş, yeni bir kitap ve yeni bir yargı ile kıyam eder. Araplara sıkı davranır; işi gücü sadece kılıçtır. Hiç kimseye tövbe ettirmez ve Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmez.”[1]

      ---------------------------------
      [1] el-Gaybetu li’n Nu’mani, 233/19
      "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

      Yorum


        Ynt: AYET VE HADİSLERDE İMAMET

        Mehdi’nin (a.s) Kıyamından Sonraki Dünya


        1. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kaim’imiz kıyam edince Allah taraftarlarımızdan afetleri giderir, kalplerini demir parçaları gibi, (sert) kılar. Onlardan birinin gücü kırk kişinin gücüne ulaşır. Yeryüzünün hakimleri ve efendiler olurlar.”[1]

        2. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kaim’imiz kıyam edince gökyüzü, damlalarını damlatır, yeryüzü bitkilerini yeşertir, kulların kalbinden düşmanlık gider; otlayan hayvanlar ile yırtıcı hayvanlar bir arada barışık yaşar, başında süsü (zembili) bulunan bir kadın Irak’tan Şam’a kadar yol yürüdüğü halde sadece bitkilere basar. Hiçbir yırtıcı hayvan onu paniğe düşürmez ve korkutmaz.”[2]

        3. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ümmetim arasında Mehdi kıyam edecek, beş, yedi veya dokuz yıl yaşayacaktır. Bir adam yanına gelecek ve şöyle diyecektir: “Ey Mehdi! Bana ihsan et, bana ihsan et”Mehdi de onun elbisesini götürebildiği kadar (mal ile) doldurur.”[3]

        4. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ahir zamanda malı saymadan bölüştüren bir halife olacaktır.”[4]

        5. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yeryüzü zulüm ve haksızlıkla dolduktan sonra onu adalet ve insafla dolduracaktır. Gökyüzü damlalarından hiçbir şeyi engellemeyecek ve yeryüzü ise bitkilerinden hiçbir şeyi esirgemeyecektir.”[5]

        6. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Son ümmetimde Mehdi zuhur edecektir. Allah onu yağmur ile suvaracaktır. Yeryüzü bitkilerini çıkaracaktır. Malı tümüyle verecek, dört ayaklı hayvanlar çoğalacak ve ümmet yücelecektir.”[6]

        7. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “(Mehdi), hidayetin nefsani isteklere tabi kılındığı bir zamanda nefsani istekleri hidayete döndürecek ve Kur’an’ı, kendi görüşlerine uydurdukları bir zamanda, görüşlerini Kur’an’a uyduracaktır. Yeryüzü ciğerinin parçalarını (hazinelerini) onun için çıkaracak, kilitlerini ona teslim edecektir. Böylece sizlere adalet üzere davranacak; ölmüş olan kitap ve sünneti ihya edecektir.”[7]

        8. İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın: “Göklerde ve yerde olanlar ister istemez teslim olmuştur”ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Kaim (a.s) kıyam edince yeryüzünde her yerde “La ilahe illallah ve enne Muhammeden Resulullah”(Allah’tan başka ilah yoktur ve şüphesiz Muhammed O’nun Resulüdür. ) sesi yükselir. [8]

        9. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kaim kıyam edince her azılı düşmana iman sunulur. İmana gerçekten girecek olursa (ne mutlu! ); aksi taktirde boynu vurulur veya bugünkü zımmiler gibi cizye öder. Beline (gayr-i müslimlerin bağladığı) bir kuşak bağlar, onları şehirlerden köylere sürerler.”[9]

        -----------------------------------
        [1] Mişkat’ul Envar, 79
        [2] el-Bihar, 10/104/1
        [3] Kenz’ul Ummal, 38654
        [4] a. g. e. 38660
        [5] a. g. e. 38669
        [6] a. g. e. 38700
        [7] Şerh-u Nehc’il Belağa-i İbn-i Ebi’l Hadid, 9/40
        [8] Nur’us Sakaleyn, 1/362/229
        [9] el-Kafi, 8/227/288
        "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

        Yorum


          Ynt: AYET VE HADİSLERDE İMAMET

          İmam Ve Halifenin Allah Tarafından Seçilmesi


          İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

          ALLAH'ın "Bahçelerin bir ağacını dahi bitirmek sizin için mümkün değildir." (Neml/60) diye buyurduğunu görmüyor musunuz? Yani kendi tarafınızdan bir imam seçmeye ve kendi iradeniz ve isteğinizle onu hak sahibi olarak adlandırmaya hakkınız yoktur.Daha sonra şunları ekledi:
          Kıyamet günü ALLAH-u Teâla üç grupla konuşmayacak, onlara (rahmet gözüyle) bakmayacak ve onları (günahtan) temizlemeyecek ve onlar için elemli bir azap vardır.
          a) ALLAH'ın bitirmediği bir ağacı diken kimse; yani ALLAH'ın tayin etmediği bir kimseyi imam olarak belirleyen kimse.
          b) ALLAH'ın seçtiği bir imamı inkâr eden kimse.
          c) Ve bu iki grubun İslam'da bir payı olduğunu sanan kimse.
          ALLAH-u Teâla şöyle buyuruyor: "Rabbin dilediğini yaratır ve seçer; seçmek diğerlerine ait bir hak değildir.” (Kasas/68)

          (Tuhaf’ul-Ukul)
          "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

          Yorum


            Ynt: AYET VE HADİSLERDE İMAMET

            Hz. Peygamber'in (s.a.a) Geride Bıraktıklarının En Hayırlısı ve Vasisi Kimdir?

            Abdullah bin Ömer dedi ki: Selman-ı Farisî yanımızdan geçiyordu. Aramızdan biri ona dedi ki: Şu gelene sorsanız, peygamberden sonra aramızda olan Ebu Bekir ve Ömer’den daha faziletli olan adamın kim olduğunu sizlere bildirirdi. Hazır olanlar Selman’a sordular. Selman bize dedi ki: İsteseydim, sizlere peygamberden sonra ümmetin ve aranızda oturan Ebu Bekir ve Ömer’den daha faziletli olan adamın kim olduğunu bildirirdim.
            Selman yoluna devam edince arkasından gelip ona dediler ki: Ey Ebu Abdullah, o adamın kim olduğunu bize söyleseydin. Bunun üzerine Selman şöyle buyurdu:

            Resulullah (saa)’a hastalığı şiddetli olduğu vakitte yanına geçip ona sordum ki: Ey Resulullah, vasiyet ettin mi? Resulullah bana buyurdu ki: Ey Selman, vasi olanların kim olduklarını biliyor musun? Ben dedim ki: ALLAH ve Resulü daha iyi bilirler.

            Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) bana şöyle buyurdu:

            "Adem’in vasisi Şit (as) idi, nitekim kendisi Adem’den sonra en faziletli olanı idi. Nuh (as)’un vasisi Sam idi, çünkü Nuh’tan sonra geri kalanların içinde en faziletlisi kendisi idi. Musa’nın vasisi Yuşa (as) idi. Yuşa Musa’nın terk ettiklerinin en faziletlisi idi. İsa’nın vasisi Şemun bin Ferhiya idi. Şemun İsanın terk ettiklerinin en faziletlisi idi.Ben de Ali’yi vasi kıldım, kendisi terk ettiklerimin en faziletlisidir."
            __________
            Kaynakça:
            el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül Mevedde" s.253 / Tirmizi el-Hanefi’nin “Menakıb-ı Murdaviyye” s.128 / MUHAMMED bin Salih et-Tirmizi'nin "el-Kevkeb ed-Dürri" s.133 / Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.353-354 / MUHAMMED Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertü Mezhebe Ehlilbeyt" s. 306-307 / Et-Tüsteri'nin "İhkak'ul Hak" c.4, s.327 Ali vel-Vasiyyah s.366 / El-Hemedani eş-Şafii’nin “Meveddet’ül Kurba”
            "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

            Yorum


              Ynt: AYET VE HADİSLERDE İMAMET

              Hz. Ali (a.s) Hz. Peygamber'in (s.a.a) Vasisi Ve Varisidir


              Ümmü Seleme'den naklen, Resulullah (saa) şöyle buyurdu: (İnnallâha ihtare min külli ümmetin nebiyyen ve ihtâre likülli nebiyyin vasiyyan, feenâ nebiyyü hâzihil ümmet, ve Aliyyin vasiyyi fi itreti ve Ehlibeyti ve ümmeti min ba'di)
              Meali: "ALLAH her ümmetten bir peygamber seçti ve her peygambere bir Vasi(5) seçti. Ben bu ümmetin peygamberiyim, Ali de soyumda, Ehli Beyt'imde ve ümmetime benden sonra vasimdir"
              Kaynak:
              1) el-Hamvini eş-Şafii'nin "Feraid es-Simtayn" c.1, s.272, Hadis No: 211
              2) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.147, Hadis No: 171

              Selman-ı Farisi, Ebu Büreyda ve babasından naklen, Resulullah (saa) şöyle buyurdu: (Likülli nebiyyin vasiyyin ve vâris, ve inne Aliyyen vasiyyi ve vârisi)
              Meali: "Her Peygamberin bir vasisi ve varisi olur, benim vasim ve varisim de Ali'dir"
              Kaynak:
              1) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.3, s.5 Hadis no: 1021
              2) Tabari'nin "Zehair'ul Ukba" s.71 ve "Riyad'ul Nadara" c.2, s.178
              3) el-Zehebi'nin "Mizan'ül İtidal" c.2, s.273
              4) el-Münavi'nin "Künüz el-Hakaik" c.2, s.69
              5) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet üt-Talip" s. 131
              6) İbn'ül Cevzi'nin "Tezkiret'ül Huffaz" s.49
              7) es-Seyyid Muhammed Salih et-Tirmizi'nin "el-Kevkeb ed-Dürri" s.105
              8 ) el-Müttaki el-Hindi'nin "Kenz'ul Ummal" c.6, s.156 ve "Muntahab' ul Kenz" c.5, s.32
              9) el-Heysemi'nin "Mecma'üz Zevaid" c.9, s.113
              10) el-El-Askalani' nin "Tehzib et-Tehzip" c.3, s.106
              11) el-Haskani'nin "Şevahid et-Tenzil" c.1, s.77
              12) Muhammed Mahmud el-Rafii'nin "Şerh'ül Haşimiyat" s.29
              13) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.42
              14) Menakıb-ı Meğazeli s.200-201 Hadis no: 238
              15) el-Kunduzi "Yenabi'ül Mevedde" s.79, 180 ,207, 232, 248
              16) İbn'ül Esir'in "Üsd'ül Gabe" c.1, s.175
              17) ed-Deylemi'nin "el-Firdevs" c.3, s.336, Hadis No: 5009
              18 ) el-Hilli'nin "Nehc'ül Hak ve Keşf'üs Sıdk" s.214
              19) Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.199
              20) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül Hamse min es-Sıhah es-Sitte" c.2, s.32
              21) Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.435
              22) Yunus Ramadan'ın "Buğyet'üt Talib" s.101, 109 Beyrut Bas.
              23) Muhammed Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertü Mezhebe Ehl'il Beyt" s.325
              24) Hafız Ebul Kasım el-Beğavi'nin "Mucem es-Sahabe"
              25) el-İyni'nin "İmdat'ul Kari"

              İmam Cafer es-Sadık (as)'tan naklen: "Ali (a.s), Resulullah (s.a.a)'ın risaletinden önce onunla beraber nübüvvet nurunu görüyordu ve meleğin sesini işitiyordu. Resulullah (s.a.a) ona şöyle buyurdu: (Yâ Ali, lev lâ enni hâtim'ül enbiyâi lekünte şeriken finnübüvveti, fein lem tekün nebiyyen feinneke vasiyyü nebi ve vârisühü, bel ente seyyid'ül evsiyâ ve imâm'ül etkiyâ)
              Meali: "Ey Ali, ben peygamberlerin sonuncusu olmasaydım, sen peygamberliğime ortak olurdun. Sen peygamber değilsin, ama peygamberin vasisi ve varisisin. Sen vasilerin üstadı ve takva sahiplerinin imamısın"
              Kaynak:
              1) İbni Ebil Hadit'in "Şerhu Nehc'ül Belağa" c.13, s.210 Mısır Bas. MUHAMMED Ebul Fadl Tahkiki.
              2) el-Hafız Muhammed bin Ebil Fevaris'in "el-Arbain" s.19 Selman'dan.
              3) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül Mevedde" s.80
              4) Şerafeddin el-Musevi'nin "el-Müracaat" s.506
              5) et-Tüsteri'nin "İhkak'ul Hak" c.7, s.377; c.15, s.85, 128, 191; c.4, s.118; c.20, s.447
              6) Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.342

              Selman-ı Farisi, Resulullah (saa)'a: "Senin vasin kimdir?" diye sordu. Resulullah (saa) ona şöyle buyurdu: "Ey Selman, kardeşim Musa'nın vasisi kimdi?" Selman dedi ki: "Yuşa bin Nun idi." O zaman Resulullah (saa) şöyle buyurdu: (Feinne vasiyyi ve vârisi ve yakdi deyni ve yencizü mu'idi Aliyyin bin Ebi Tâlib)
              Meali: "Vasim, varisim, borcumu ödeyen ve vadettiklerimi yerine getiren Ali bin Ebi Talib'dir"
              Kaynak:
              1) Ahmet bin Hanbel'in "Fedail'us Sahabe" c.2, s.615, Hadis No: 1052
              2) Tabari'nin "Zehair'ul Ukba" s.71 ve "Riyad'ul Nadara" c.3, s.138
              3) Menkıb-ı Ahmet bin Hanbel c.1, Hadis no: 172
              4) el-Müttaki el-Hindi'nin "Muntahab'ul Kenz" c.5, s.32 ve "Kenz'ul Ummal"c.6, s.156
              5) el-Askalani' nin "Tehzib et-Tehzip" c.3, s.106
              6) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet üt-Talip" s.293
              7) el-Heysemi'nin "Mecma'üz Zevaid" c.9, s.113
              8 ) el-Haskani'nin "Şevahid et-Tenzil" c.1, s.77
              9) İbn-i Teymiyye'nin "Minhac'üs Sünnet" c.3, s.6
              10) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül Mevedde" s.231
              11) MUHAMMED Miri el-Antaki'nin "Limaze ahtertü Mezhebe Ehl'il Beyt" s. 323
              12) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül Hamse min es-Sıhah es-Sitte" c.2, s.29
              13) Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.347-348

              Hz.Ali'den naklen, Resulullah (saa) şöyle buyurdu: (İnnalâha te'âlâ ce'ala likülli nebiyyin vasiyyin, ce'ala Şis vasiyyi Âdem, ve Yuşa vasiyyi Musâ, ve Şem'un vasiyyi İsâ ve Aliyyen vasiyyi, ve vasiyyi hayr'ül avsiyâ, enad dâi ve hüvel mudi)
              Meali: "ALLAH-u Teala her peygambere bir Vasi kıldı: Şit'i Adem'in vasisi kıldı, Yuşa'yı Musa'nın vasisi kıldı, Şem'un'u İsa'nın vasisi kıldı, benim vasim de Ali'dir. Benim vasim, vasilerin en hayırlısıdır, ben davet edici, Ali de aydınlatıcıdır."
              Kaynak:
              1) es-Seyyid Muhammed Salih et-Tirmizi'nin "el-Kevkeb üd-Dürri" s.118
              2) Süleyman el-Kunduzi'nin "Yenabi'ül Mevedde" s.248
              3) es-Seyyid Ali eş-Şafii el-Hamadani "Meveddet'ül Kurba"
              4) Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.351
              5) Yunus Ramadan'ın "Buğyet'üt Talib" s.101, Beyrut Bas.

              İmam Cafer'üs-Sadık babalarından, Ali bin Ebi Talib'ten naklen Resulullah (saa) şöyle buyurdu: (Yâ Ali, ente minni bi menzileti Şis min Âdem, ve bi menzileti Sâm min Nuh, ve bi menzileti İshâk min İbrâhim, kemâ kâle Teâlâ: Vassâ İbrâhimü beniyhi ve Ya'kub (el-âyet), ve bi menzileti Hârun min Musâ, ve bi menzileti Şem'un min İsâ, ve ente vasiyyi ve vârisi, ve ente akdemühüm silmen, ve ekserühüm ilmen, ve evferehüm hilmen, ve eşca'ühüm kalben ve eshâhüm keffen, ve ente imâmu ümmeti ve kasim'ül cenneti ven nâr, bi muhabbetike yü'ref'ül ebrâr minel füccâr, ve yemeyyiz beyn'el müminin vel münâfıkin vel küffâr)
              Meali: "Ey Ali, sen benden Şit'in Adem'e olan mertebesinde, Sam'ın Nuh'a olan mertebesinde, İshak'ın İbrahim'e olan mertebesin-de Ki ALLAH'ın buyurduğu gibi: 'İbrahim de bunu oğullarına vasiyyet etti ve Yakup da' (Bakara-132), Harun'un Musa'ya olan mertebesinde ve Şem'un'un İsa'ya olan mertebesindesin, sen de benim vasim ve varisimsin. Sen onlardan daha kıdemli, daha bilgili ve daha anlayışlısın, kalbin onların kalplerinden daha şecaatlidir, sen onlardan daha cömertsin. Sen ümmetimin imamı ve Cennet ve Cehennem'in taksimcisisin. Senin sevginle müminler, kafirler ve münafıklar ayırt edilir."
              Kaynak:
              l) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül Mevedde" s.86

              Resulullah (saa)'a vasiyyet emri gelince odasında bulunan ashabını dışarı çıkarıp vasisi olan Müminlerin Emiri olan Hz.Ali'yi yanında bıraktı. ALLAH'ın ahdettiği gibi vasiyyeti şartlarıyla Hz.Ali'ye sundu, o da şartları kabul edip vasiyyeti üzerine aldı, Resulullah (saa) daha sonra şöyle buyurdu: "Şartlardan bazıları şunlardır: ALLAH'ın düşmanlarına düşman, ALLAH'ın dostlarına da dost olmak, aynı zamanda ALLAH'ın düşmanlarından uzaklaşmak. Ey Ali, zalimlere karşı ve hakkının (hilafetin) elinden alınmasına da sabredeceksin. Senin haremine baskın edilecek, beşte bir olan hakkına el koyulacak ve alnından sakalına kanın akıtılacak, bütün bunları bilerek vasiyeti üstlenecek misin?" Müminlerin Emiri şöyle buyurdu: Evet, bütün bu olacaklara rağmen kabul ediyorum"
              Resulullah (saa) vefat edeceği vakit de Hz. Ali'yi yanına aldı, örtüsü ile yüzünü örtüp geçmişte ve gelecekte tüm olanları ve olacakları hep anlattı ve böylece vefat etti.
              Kaynak:
              1) Ali bin Hüseyin el-Mesudi'nin "İsbat'ül Vasıyya li Ali bin Ebi Talib" s.93
              2) Enis Emir'in "Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah" s.502

              İbn-i Ebi'l- Hadid Nehc'ül- Belağa Şerhi (Mısır baskısı) c. 1 s. 26 'da şöyle diyor:
              "Bizim nezdimizde şüphesiz ki Ali Resulullah (s.a.a) 'in vasisidir. Sadece inat ehli kimseler bunu red etmekteler."
              "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

              Yorum


                Ynt: AYET VE HADİSLERDE İMAMET

                Hz. Ali (a.s) Hz. Peygamber'in (s.a.a) Veziridir


                İmam Ali, Abdullah bin Abbas, Ümmü Seleme, İbn-i Mesud, Zeyd bin Erkam, Enes bin Malik, Ebi Said el-Hudri, Esma bin Amis, Muaviye, Sad bin Ebi Vakkas, Ebu Eyyub, Ebu Büreyde, Ömer bin Hattab, Abdullah bin Ömer, Cabir, Habeşi bin Cünadeh, Cabir bin Semra, Ebu Hüreyre, Bera, Zeyd bin Ebi Ufi, İbn-i Ebi Leyla, Sad bin Malik, Fatima bint Hamza, Ali bin Zeyt, Said bin Müseyyeb, Amir bin Said ve başkalarından naklen, Resulullah (saa) şöyle buyurdu: (Yâ Ali, ente minni bi menzileti Hâruna min Musâ, elâ innehü lâ nebiyyün be'di)
                Meali: "Ey Ali, sen benden Harun'un Musa'ya olan menzilindesin, ancak şu var ki, benden sonra Peygamber yoktur"
                Kaynak:
                1) Sahih-i Buhari c.5, s.129 Dar'ül Fikir bas.
                2) Sahih-i Müslim c.7, s.120 MUHAMMED Ali Sabih bas.
                3) Sahih-i Tirmizi c.5, s.301, Hadis No: 3808
                4) Sünen-i İbn-i Mace c.1, s.42, Hadis No: 115
                5) en-Nisai'nin "Hasais Emir'ül Müminin" s.76, 77, 78
                6) Müsned-i Ahmet bin Hanbel c.3, s.50, Hadis No: 1490
                7) el-Hakim'in "Müstedrek alas Sahihayn" c.3, s.109
                8 ) İbn-i Asakir'in "Tarih-i Dimaşk" c.1, Hadis No: 30
                9) İbn-i Esir el-Cezri'nin "Cami'ul Usul" c.9, s.468, 469
                10) el-Bağdadi'nin "Tarih-i Bağdat" c.3, s.288
                11) ez-Zerendi'nin "Nazım Dürer es-Simtayn" s.95, 107
                12) Tarih'üt Tabari c.3, s.104
                13) el-Belazuri'nin "Ensab'ül Eşraf" c.2, s.106, Hadis No: 43
                14) İbn-i Hacer'in "el-İsabe" c.2, s.507, 509
                15) Suyuti'nin "Tarih'ül Hulefa" s.168
                16) Ebu Naim'in "Hilyet'ül Evliya" c.7, s.194
                17) Tabari'nin "Zehair'ül Ukba" s.63, 64, 69 ,87 ve "Riyad'un Nadara" c.2, s.214, 215, 216
                18 ) İbn'ül Esir'in "Üsd'ül Gabe" c.2, s.8; c.4, s.26
                19) Tabarani'nin "Mucem es-Sağir" c.2, s.22, 45
                20) el-Heysemi'nin "Mecma'üz Zevaid" c.9, s.109
                21) İbn-i Abdu Rabbuh'un "İkd'ül Ferid" c.4, s.311
                22) el-Hindi'nin "Kenz'ul Ummal" c.15, s.139, Hadis No: 403 ve "Muntahab'ul Kenz" c.5, s.31, 53
                23) el-Beğavi'nin "Misbah'üs Sünnet" c.2, s.275
                24) en-Nebehani'nin "Feth'ül Kebir" c.1, s.277
                25) İbn-i Sabbağ'ın "Fusul'ül Mühimme" s.21, 22
                26) el-Hamvini'nin "Feraid'üs Simtayn" c.1, s.121, 122
                27) Menakıb-ı Meğazeli s.27, Hadis No: 40
                28 ) Menakıb-ı Harezmi el-Hanefi s.60, 74, 83, 84, 86, 130
                29) el-Kunduzi'nin "Yenabi'ül Mevedde" s.35, 44, 49, 50
                30) Hatip Harezmi el-Hanefi'nin "Maktelil Hüseyn" c.1, s.48
                31) el-Haskani'nin "Şevahid'üt Tenzil" c.1, s.150
                32) el-Yafii'nin "Mirat'ül Cinan" c.1, s.109
                33) İbn-i Ebil Hadit'in "Şerh'u Nehc'ül Belağa" c.2, s.495
                34) el-Künci eş-Şafii'nin "Kifayet'üt Talib" s.281, 282
                35) İbn-i Sabban'ın "İsaf'ür Rağibin" s.148, 149


                Esma bin Amis ve Nesim'den naklen, Resulullah (saa) şöyle buyurdu: (Allâhummâ inni ekulü kemâ kâle ahi Musâ, Allâhummâ ec'al li veziren min Ehli, Aliyyen Ahi, üşdüd bihi ezri ve eşrikhü fi emri, key nüsebbiheke kesire ve nezküreke kesire, inneke künte bine basirâ)
                Meali: "ALLAHım, ben de kardeşim Musa'nın dediğini söylüyorum: 'ALLAH'ım bana Ehlimden bir vezir kıl, kardeşim Ali'yi, onunla arkamı kuvvetlendir, onu işime ortak kıl, seni bol bol tesbih edelim, seni çok analım, şüphesiz sen bizi görmektesin"
                Kaynak:
                1) Fahrettin Razi'nin "Tefsir-i Kebir" c.12, s.26
                2) el-Suyuti'nin "ed-Derr'ül Mensur" c.5, s.566
                3) el-Haskani'nin "Şevahid'üt Tenzil" c.1, s.368
                4) İbn-i Sa'd'ın "Tabakat" c.1, s.124
                5) el-Müttaki el-Hin-di'nin "Kenz'ul Ummal" c.6, s.155
                6) İbn-i Hacer'in "el-İsabe" c.1, s.217
                7) el-Kunduzi el-Hanefi'nin "Yenabi'ül Mevedde" s.87
                8 ) eş-Şeblenci'nin "Nur'ül Absar" s.77
                9) Tabari'nin "Zehair'ul Ukba" s. 63 ve "Riyad'ul Nadara" c.2, s.163
                10) İbn-i Hanbel'in "Fedail us-Sahabe" c.2, s.678, Hadis No: 1158
                11) Münteheb Fedail'ün Nebi ve Ehli Beytihi s.131
                12) es-Seyyid Murtada Hüseyni'nin "Fedail'ül Hamse min es-Sıhah es-Sitte" c.1, s.336
                "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                Yorum


                  Ynt: AYET VE HADİSLERDE İMAMET

                  İMAMET


                  Biz Ehl-i Beyt dostları İslam'ın temel ilkelerinden bir diğerinin de imamet olduğuna inanıyoruz. Bize göre, imamet makamı aynen nübüvvet makamı gibi ilahi bir makam olup, o makama gelecek kişiyi ALLAH Teala seçer. Nasıl ki, kullar peygamber seçme hakkına sahip değillerse, imam seçme hakkına da sahip değillerdir.

                  Biz Ehl-i Beyt dostları, peygamberlerde gerekli olan bütün şartların imamlarda da şart olduğuna ve peygamberlerin varlığını zorunlu kılan gerekçelerin aynen imamların da varlığını zorunlu kıldığına inanıyoruz.
                  Bize göre; nasıl ki, peygamberler her türlü günah ve hatadan masum olup ilahi ilimle teyit ediliyorlarsa, imamlar da aynen öyledir. Böyle oldukları için de onları ancak ALLAH tayin edebilir. Çünkü kimin masum olup, nübüvvet veya imamet makamına layık olduğunu ancak ALLAH bilir. Bu sıfatı kulların teşhis etmesi imkansızdır.

                  Biz, imamlarla peygamberler arasındaki farkın sadece nübüvvet makamı olduğuna inanıyoruz. Yani, peygamberler nübüvvet makamına sahip olup, ilahi vahiy alarak dinin kurucuları unvanını taşırlar.
                  İmamlar ise, dinin koruyucusu, uygulayıcısı ve müfessiridirler. İmamlar insanların din ve dünya işlerinde mercii olup, onlara peygamberlerden teslim aldıkları din üzere her hususta önderlik ederler.

                  Elbette bazı peygamberler peygamberliklerinin yanı sıra imamlık makamına da sahiptirler. Nitekim, Ulu-l Azm peygamberler böyle idiler. Peygamberliklerine ilaveten imamlık makamına da sahiptiler. Ama peygamber olduğu halde imam olmayan peygamberler olduğu gibi, imam olduğu halde peygamber olmayan imamlar da vardır. Nitekim, Adem'den Hatem'e kadar imamlar çoğunlukla böyle olagelmişlerdir.

                  İşte bunun için biz Ehl-i Beyt dostları, imameti de nübüvvet gibi inanç esaslarından sayıyoruz. Yani bize göre, nasıl ki, peygamberler ALLAH'ın kulları arasında olan hüccetleri ise, imamlar da ALLAH'ın kulları arasında aynı konuma sahiptir. Nasıl ki; her insana, ALLAH'ın peygamberini tanımak ve ona itaat etmek farz ise, peygamberden sonra ALLAH'ın hücceti olan imamı da tanımak ve ona itaat etmek farzdır.

                  Biz, hem Ehl-i Beyt, hem de Ehl-i Sünnet kaynaklarında Hz. Resulullah'tan nakledilen: "Zamanının imamını tanımadan ölen kimse cahiliye ölümü ile ölmüştür" hadisinin bu gerçeğe işaret ettiğine inanıyoruz. Biz bu inancımızı, hem Kur'an-ı Kerim'e, hem Hz. Resulullah'ın hadislerine, özellikle de Ehl-i Beyt'ten aldığımız öğretilere dayandırmaktayız.
                  "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                  Yorum


                    Ynt: AYET VE HADİSLERDE İMAMET

                    Hz. İmam Rıza (a.s)'ın aşağıda nakledeceğimiz hadisi, biz Ehl-i Beyt dostlarının imamet inancını en güzel şekliyle ortaya koymaktadır.
                    Abdulaziz bin Müslim diyor ki:

                    "Hz. İmam Rıza (a.s) ile birlikte Merv şehrinde bulunuyorduk. Oraya girişimizin ilk günlerinde cuma günü camide toplandık, camide imamet konusundan bahsedilip, bu konuda insanların düştüğü derin ihtilaflardan söz edildi.
                    Bu arada, ben efendime (İmam Rıza'ya) giderek, insanların bu konuda ne konuştuklarını haber verdim. Bunun üzerine, İmam (a.s) gülümsedi, sonra da şöyle buyurdu:

                    "Ey Abdulaziz bin Müslim, onlar cahil kalmış ve görüşlerinde aldatılmışlardır. ALLAH Teala Peygamberi (s.a.a)'in ruhunu kabzetmeden önce, onun için dinini kamil kıldı ve her şeyin açıklaması olan Kur'an'ı ona indirdi. Onda helalı, haramı, hududu ve insanların bütün ihtiyaç duydukları şeyleri kamil olarak açıklayarak: "...Kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık...." [1] buyurdu. O Hazret'in ömrünün sonlarında olan Haccet-ül Veda'da ise: "...Bugün sizin için dininizi kamil kıldım, nimetimi size tamamladım ve İslam'ın sizin için din olmasına razı oldum...." [2] buyurdu. İşte imamet konusu, dinin tamamlanmasındandır.

                    Hz. Resulullah (s.a.a) da dünyadan göçmeden önce, ümmetine dinin talimatlarını beyan buyurdu. Yollarını onlara açıkladı. Onları hak yolunun ortasında bıraktı. Hz. Ali (a.s)'ı onlara bir örnek ve imam olarak tayin edip, ümmetin muhtaç olduğu hiç bir konuyu açıklamadan gitmedi. Kim, ALLAH Teala'nın dinini kamil kılmadığını zannederse, ALLAH'ın kitabını reddetmiş olur, kim de ALLAH'ın kitabını reddederse, onu inkar etmiş olur.
                    Acaba onlar, imametin değerini ve onun ümmet içerisindeki mevkiini biliyorlar mı ki, onu seçmek onlara ait olsun?

                    İmamet makamı, insanların kendi akıllarıyla onu idrak etmelerinden, kendi düşünceleriyle ona ulaşabilmelerinden veya kendi seçenekleriyle bir imam tayin etmelerinden çok daha yüksek değere, büyük şana ve yüce mevkie sahiptir.

                    ALLAH Azze ve Celle, Hz. İbrahim'i nübüvvet ve halillik makamına seçtikten sonra, onu; üçüncü bir makam olarak, imamet makamına tayin etti. Bir fazilet olarak onunla şereflendirdi ve onunla anısını yükselterek: "Ben seni insanlara imam kılıyorum" [3] buyurdu. Hz. Halil (a.s) ise, bunun sevincinden: "Benim zürriyetimden de" dedi. ALLAH Tebareke ve Teala ise: "Benim ahdim zalimlere ulaşmaz" cevabını verdi. Böylece bu ayet-i kerime, kıyamet gününe kadar, bütün zalimlerin imametini batıl kılıp, bu makamı seçkin insanlara bıraktı.

                    Sonra ALLAH Teala, Hz. İbrahim'i yüceleyerek, seçkinlik ve taharet ehli kimseleri onun neslinde karar verdi ve şöyle buyurdu: "Ve biz ona İshak'ı ve Yakub'u bir hediye olarak bahşiş ettik ve hepsini salih insanlardan karar kıldık. Ve biz onları bizim emrimizle hidayet eden imamlar kıldık. Onlara hayır işler yapmalarını, doğrudan namaz kılmalarını ve zekat vermelerini vahyettik ve onlar bize ibadet edenlerdi." [4]

                    Böylece bu makam, onun zürriyetinde devam ede geldi. Asırdan asra, onu birbirlerinden miras alıp gidiyorlardı. Ta ki, ALLAH Celle ve A'la bu makamı, Hz. Nebiyy-i Ekrem (s.a.a)'e miras olarak ulaştırarak: "İbrahim (a.s)'a en evla olanlar; ona uyanlar, bu Nebi ve iman getiren kimselerdir. ALLAH mü'minlerin velisidir" [5] buyurdu.

                    O halde, imamet makamı o Hazret'e özgü idi. O Hazret de ALLAH Teala'nın emriyle, ALLAH Teala'nın ona çizip farz kıldığı şekilde, onu Hz. İmam Ali (a.s)'a bıraktı ve sonra da, ALLAH Teala'nın: "Ve kendilerine ilim ve iman verilen kimseler, onlara derler ki: "ALLAH'ın kitabında kıyamet gününe kadar bırakıldınız..." [6] kavli gereğince, o Hazret'in kendilerine ilim ve iman verdiği seçilmiş zürriyetine ait oldu.

                    Dolayısıyla, kıyamet gününe kadar o, yalnızca Hz. Ali (a.s)'ın evlatlarında olacaktır. Çünkü Hz. MUHAMMED'den sonra artık bir peygamber yoktur. Öyleyse, bu cahiller onu nasıl seçebilirler?!
                    "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                    Yorum


                      Ynt: AYET VE HADİSLERDE İMAMET

                      İmamet, peygamberlerin makamı ve vasilerin mirasıdır.

                      İmamet, ALLAH'ın ve Resul'ün hilafeti, Emir-ül Mü'minin Ali'nin makamı, Hasan ve Hüseyin'in mirasıdır.

                      İmamet,
                      dinin yuları, Müslümanlar'ın düzeni, dünyanın ıslahı ve mü'minlerin izzetidir.

                      İmamet, İslam'ın gelişen kökü ve yücelen dalıdır.

                      İmamla namaz, zekat, oruç, hac ve cihad kamil olur, ganimet ve sadakalar çoğalır, had (şer'i ceza) ve ahkam uygulanır, hudut ve sınırlar korunur.

                      İmam, ALLAH'ın helalını helal, haramını da haram kılar, şer'i cezaları uygular, ALLAH'ın dinini müdafaa eder, (halkı) hikmet, güzel öğüt ve üstün delillerle ALLAH'ın yoluna davet eder.

                      İmam, gözlerin göremeyeceği ve ellerin ulaşamayacağı bir ufukta doğup, ışınlarını aleme saçan güneşe benzer.

                      İmam, ışık saçan dolunay, parlak kandil, açık nur, karanlıklar ortasında hidayet yıldızı, şehirlerin ve çöllerin yol gösteren kılavuzu ve helak olmaktan kurtaran bir kurtarıcıdır.

                      İmam,
                      yüksek tepede yanan bir ateştir, ısınmak isteyene sıcaklık bahşeder. Tehlikeli yerlerde kılavuzdur, ondan ayrılan helak olur.

                      İmam,
                      yağmur yağdıran bulut, bol sağanak yağmur, ışık saçan güneş, kapsayıcı gölgesi olan gök, döşenmiş yer, bol-bol suyu olan pınar, selin bıraktığı göl ve yerin yeşerttiği yeşilliktir.

                      İmam, yumuşak huylu arkadaş, şefkatli baba, ikiz kardeş, küçük yavrusuna iyilik yapan anne ve kara günlerde kulların sığınağıdır.

                      İmam, ALLAH'ın, yeryüzündeki ve mahlukatı arasındaki emini, kullarına hücceti ve şehirlerindeki halifesidir. (Halkı) ALLAH'a çağıran ve O'nun belirlediği sınırları savunandır.

                      İmam, günahlardan tertemiz kılınan, ayıplardan arındırılmış olan, özelliği ilim, nişanesi hilim olan, dinin düzeni, Müslümanlar'ın izzeti, münafıkların öfkesi ve kafirlerin yok edicisidir.

                      İmam, zamanın yeganesidir. Hiçbir kimse onun makamına ulaşamaz, hiçbir alim onun dengi olamaz. Onun bedeli, misli ve eşi bulunmaz. Bağışlayan ALLAH'ın fazlı ile, talep ve kesbe dayanmaksızın, bütün faziletleri taşır. Durum böyle iken; kim, İmam'ı tanıyabilir veya özelliklerinin özüne ulaşabilir?

                      Heyhat, heyhat! İmam'ın makamlarından veya faziletlerinden birini tarif etmekte akıllar yitmiş, zihinler şaşkınlığa düşmüş, beyinler hayran kalmış, hatipler aciz olmuş, şairler yorulmuş, edipler acze düşmüş, fasihler yorulup güçsüzleşmiş, bilginler susup kalmış, hepsi acz ve güçsüzlüğünü itiraf etmiştir.

                      Şu halde, onu bütünüyle anlatmak, olduğu gibi nitelemek nasıl mümkün olur? Kim, onun yerine geçebilir veya ona olan ihtiyacı giderebilir? Bu nasıl mümkün olur? Oysa İmam, yıldızlar gibi kendisine ulaşmak isteyenlerin elinden ve niteleyenlerin nitelemesinden uzaktır.

                      Bunlar, bu makamın Resulullah sallALLAHu aleyhi ve alih'in Ehl-i Beyti'nden başkasında bulunacağını mı zannediyorlar?

                      Andolsun, ALLAH'a, nefisleri onları aldatmış ve onları yanlış arzulara sevk etmiştir. Onlar, sarp ve kaygan olan yüksek bir yere çıkmak istemişler de, ayakları kayarak uçuruma yuvarlanmışlardır. Kendilerince bir imam seçmek istemişler, oysa imam seçmek nerede onların işi olabilir?

                      İmam, cehaletten uzak alim, hile yapmayan yönetici ve nübüvvet madeni olmalıdır.
                      Nesebiyle ayıplanmamalı ve soy sop sahibi hiçbir kimse onunla boy ölçüşememelidir.

                      Kureyş kabilesinden, Haşimi soyundan ve Peygamber ailesinden olmalı; şereflilere şeref vermelidir. Abdülmenaf neslinden gelmelidir.
                      Coşkun ilme ve kamil hilme sahip, işleri yürütebilen, siyaset bilen, riyasete layık, itaati farz olan, ALLAH'ın emrini ayakta tutan ve ALLAH'ın kullarının hayrını isteyen biri olmalıdır.

                      ALLAH, peygamberleri ve onların vasilerini (ALLAH'ın selatı onlara olsun) muvaffak eder, onları sebatlı kılar, başkalarına vermediği gizli ilim ve hikmetlerden onlara verir. İlimleri, zamanlarındaki bilginlerin ilminin üstünde olur.
                      "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                      Yorum


                        Ynt: AYET VE HADİSLERDE İMAMET

                        Ehl-i Sünnet'in İmamet Anlayışı


                        Ancak buna karşılık Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz, imamet konusunu İslam'ın inanç esaslarından saymayıp, onun İslam'ın fer'i hükümlerinden biri olduğunu, imamlarda masumluk, ilahi ilim ve ilahi tayin gibi şartların gerekmediğini, Hz. Resulullah'tan sonra imamet işinin halkın kendi seçimine bırakıldığını ve imametin toplumun tümünün veya toplumun ileri gelenlerinin seçimi ile ve hatta silah zoruyla bile yönetimin ele geçirilmesiyle tahakkuk bulduğunu savunmaktalar.

                        Ehl-i Sünnet'in önde gelen alimlerinden olan Teftazani şöyle yazıyor:
                        "Eğer imam ölür ve şartlarına haiz olan biri, biat ve istihlaf olmaksızın, imamet makamını ele geçirir, şevketi ile insanları kendine itaat ettirir ve onları kontrolü altına alırsa, onun hilafeti sabit olur. Bu kişi, fasık veya cahil biri olsa da, en güçlü görüşe göre hüküm aynıdır.... Bu durumda eğer zor kullanarak üstünlük sağlama yoluyla birinin imameti tespit olur, sonra da başka biri gelip ona galip olursa, birincisinin imameti düşer ve sulta bulan ikincisi imam olur. Ayrıca imam, fasık olmak veya bayılmakla imametten düşmez."

                        [Bkz. El- Ahkam-üs Sultaniye Ebu Ya'la'nın s. 40 ve Şerh-i Makasid kitabının ilgili bölümü]
                        "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                        Yorum


                          Ynt: AYET VE HADİSLERDE İMAMET

                          Ehl-i Beyt Taraftarlarıyla Ehl-i Sünnet'in İmamet Anlayışındaki Farklılıklar


                          Buna göre, biz Ehl-i Beyt dostları imamet konusunda Ehl-i Sünnet kardeşlerimizden şu üç hususta ayrılmaktayız:

                          1- İmam insanlar tarafından değil, ALLAH tarafından seçilmeli,

                          2- İmamın ilmi ilahi ilimden kaynaklanıp hatasız olmalı,

                          3- İmam günahtan masum olmalıdır.

                          Elbette bizim inancımıza göre, masumluk makamı sadece imamlara ve peygamberlere mahsus değildir. Zira biz, Hz. Fatime (a.s) ve Hz. Meryem (a.s) gibi mübarek zatların da masum olduğuna inandığımız halde, onların peygamber veya imam olmadıklarını bilmekteyiz. Belki ALLAH'ın has kulları arasında diğer masum insanlar da bulunabilir.

                          Yukarıdaki açıklamalarımızın, biz Ehl-i Beyt dostlarıyla, Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz arasında olan imamet anlayışındaki farkı gözler önüne sermek açısından yeterli olduğu kanısındayız.

                          Şimdi genel anlamda imameti zorunlu kılan akli ve nakli delillerle, yine biz Ehl-i Beyt dostlarının inancı olan, Hz. Resulullah'tan sonra ilahi imam ve hüccetlerin Hz. Ali ve onun on bir evladı olduğunu ispatlayan delillere kısaca bir göz atalım.

                          Elbette bizim bu yazımız, özet niteliğini taşıdığı için, konu hakkında daha geniş bilgi edinmek isteyen kardeşlerimizin, konu hakkında telif edilmiş olan, daha geniş eserlere baş vurmaları gerekmektedir.
                          "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                          Yorum


                            Ynt: AYET VE HADİSLERDE İMAMET

                            İMAMETİ ZORUNLU KILAN AKLİ DELİLLER


                            [b]1- Beşerin İlahi Öndere Olan İhtiyacı İmameti Zorunlu Kılıyor

                            [size=13pt]Nübüvvet bölümünde zikrettiğimiz peygamberlerin varlığını zorunlu kılan akli deliler, aynen imamların varlığını da zorunlu kılmaktadır.
                            Şöyle ki; nübüvvet bölümünde beşerin layık olduğu kemale erip yaratılış gayesine ulaşması için, ona yol gösterecek, herkesi sahip olduğu istidada göre terbiye edecek ilahi elçilerin gönderilmesinin zorunlu olduğunu ve sonsuz hikmet ve şefkat sahibi Cenab-ı Hakk'ın beşerin bu ihtiyacını ihmal edip, görmezlikten gelmesinin mümkün olmadığını akli delillerle ispatlamıştık.

                            Öte yandan biliyoruz ki, beşerin bu ihtiyacı belli bir zamana ait olmayıp, her zaman için söz konusudur. Yani her zaman beşerin bu ihtiyacı vardır. Dolayısıyla yeryüzü hiçbir zaman ilahi hüccetten yoksun kalamaz. Her zaman için beşerin bu ihtiyacını karşılayacak ilahi hüccetin bulunması zorunludur.

                            Peygamber hayatta bulunduğu zaman, bizzat kendisi beşerin bu ihtiyacını karşılar. Fakat peygamberin bulunmadığı yer ve dönemlerde durum nasıl olmuştur? Acaba ALLAH Teala beşeri kendi başına bırakıp onların bu ihtiyacını ihmal mı etmiştir?

                            Geçmiş ümmetlere baktığımızda devamlı olarak bu ihtiyacın karşılandığını görmekteyiz. Yani, devamlı olarak, ya toplumun içerisinde bir ilahi peygamber olagelmiştir, ya da o ilahi peygamberin vasisi ve halifesi niteliğinde olan bir zat bu sorumluluğu uhde edinip, insanların mercii olagelmiştir.

                            Şimdi kendi dönemimize dönelim. Şüphe yok ki, İslam dini en son ilahi dindir. İslam dininden sonra başka bir din gelmeyecek ve İslam peygamberinden sonra bir ilahi peygamber zuhur etmeyecektir.
                            Bu durumda peygamberlik makamının son bulması, ancak o zaman peygamber gönderme hikmet ve gerekçesiyle bağdaşabilir ki, İslam dini beşerin bu husustaki bütün ihtiyaçlarını tam anlamıyla karşılayabilsin. Aksi taktirde ALLAH Teala beşerin bu ihtiyacını ihmal edip, onları kendi başına koymuş olur ki bu, ALLAH'ın hikmet ve sonsuz şefkatiyle bağdaşmaz.

                            Bazıları, ALLAH Teala'nın beşerin bu ihtiyacını, son peygamberi Hz. Hatim-i Risalet vasıtasıyla bize gönderdiği ve korunmasını bizzat kendisinin garanti ettiği kitabı (Kur'an-ı Kerim) aracılığıyla temin ettiğini iddia edebilirler.

                            Ancak açıktır ki, Kur'an-ı Kerim, sadece İslam dininin ana hatlarını bize beyan etmektedir. Kur'an'ın zahirinden İslam'ın bütün ahkamı anlaşılmamaktadır.

                            Meselâ, Kur'an'da namaz, oruç, hac, zekat ve benzeri bir çok şeyler emredilmiştir. Ama onların açıklaması ve tafsilatı Kur'an'da mevcut değildir. Dolayısıyla da İslam'ın anayasası niteliğinde olan Kur'an-ı Kerim'in açıklanmasıyla, İslam'ın hükümlerinin tafsilat ve teferruatının beyan edilmesi görevi, ALLAH'ın Resulü'ne ait olduğu da bizzat yine Kur'an'da belirtilmiştir. "...Sana da Kitabı (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara, onlara nazil olan şeyi açıklayasın. Umulur ki, tefekkür ederler." [1]

                            Fakat, acaba o zamanda bulunan şartlar Hz. Resulullah'a bu vazifesini tam olarak yerine getirmesine imkan verdi mi?
                            Hz. Resulullah'ın dönemine baktığımızda şartların öyle de müsait olmadığını ve Hazret'in bu imkana tam manasıyla sahip olmadığını görmekteyiz.

                            Hz. Peygamber ömrünün çoğunda İslam düşmanlarının baskısı altında olup, vakt-i şerifinin büyük bir bölümünü İslam düşmanlarıyla savaşmakta geçirmiştir. Bu ise O'nun ilahi öğretiyi tam manasıyla insanlara ulaştırmasını zorlaştırmıştır.

                            Bundan başka Peygamber'in (s.a.a) ulaştırdığı miktarın da korunması garanti altında değildi. Yani, Kur'an-ı Kerim'in aksine, Hz. Resulullah'ın sünnet olarak ulaştırdığı miktarın mahfuz kalacağına ilahi bir garanti yoktu. Nitekim öyle de olmuştur. Hz. Resulullah'tan sonra İslam ümmeti arasında en basit bir konu olup, her gün insanların gözü önünde cereyan eden, Hazret'in abdest alma şeklinde bile ihtilafa düşülmüş ve ashabın her biri ayrı bir şey nakletmeye kalkışmıştır. Hiçbir menfaat söz konusu olmayan bir konuda, böyle bir ihtilafa düşüldüğüne göre, menfaat ve çıkar söz konusu olan konularda, neler olabileceğini söylemeye bile gerek kalmıyor.

                            İslam ümmeti arasında meydana gelen bunca ihtilaflar ve Hazret'in kendi tabiriyle yetmiş iki fırkadan daha fazlaya varan gruplaşma ve bölünmeler, bunun en bariz kanıtıdır. O halde Hz. Resulullah'ın sünneti de bu ihtiyacı tam olarak karşılamamaktadır.

                            Bundan başka, Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinin anlamı herkes tarafından tam olarak bilinmemektedir. Kur'an-ı Kerim'in kendisi, ayetlerinin bir bölümünün müteşâbih olduğunu ve onların te'vilini ancak ALLAH ve ilimde kökleşmiş kimselerin bilebileceğini vurguluyor. Kur'an-ı Kerim'in müteşâbih ayetlerinin anlamını tam manasıyla bildiğini İslam ulemasından hiçbir kimse iddia etmemiştir, edemez de.

                            Peki bu ayetler niçin nazil olmuştur? Her halde, ALLAH kullarına muamma demek istemiyordu. O halde İslam ümmeti arasında bunların anlamını bilen birileri olmalıydı.

                            Hz. Hatim-i Risalet'in kendisi hayatta iken bunları insanlara açıklayabilirdi. Ama Hazret'ten sonraki dönemlerde ne olacaktı? Elbette bunun için bir yol bulunmalıydı. Bundan şu sonuç çıkar: ALLAH Teala beşerin bu ihtiyacına cevap verecek bir yolu kesin olarak İslam'ın metninde koymuştur. Bu yol, kesin olmalıdır ve hata ve sapmalardan masum olmalıdır. Bu yol, Hz. Resulullah'tan sonra ortaya çıkan boşluğu tam manasıyla doldurmalı ve ALLAH'ın hüccetini herkese tamamlamalıdır.

                            İşte bizim inancımıza göre, Hz. Resulullah'tan sonraki dönemlerde bu yol, ancak ilahi ilimle teyit olan masum imamların varlığıyla temin olur. Bu yol, hem Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin, hem de biz Ehl-i Beyt dostlarının kaynaklarında mütevatir olarak Hz. Resulullah'tan nakledilen Kur'an ve Ehl-i Beyt yoludur.

                            İşte Hz. Resulullah'ın: "Ben sizin aranızda iki paha biçilmez emanet bırakıyorum. Onların biri diğerinden büyüktür. O ALLAH'ın kitabıdır. O gökle yer arasında olan ALLAH'ın ipidir. Ona sımsıkı sarılın. Diğeri de benim İtretim ve Ehl-i Beyt'imdir. Onlar, kıyamette Havz-i Kevser başında tekrar bana dönünceye kadar, asla birbirlerinden ayrılmazlar. Onlara sarıldığınız müddetçe, asla sapmazsınız" [2] hadisi, bize; bu yolu ve bu yolun masum olup, doğruluk açısından kesin garanti altında olduğunu göstermektedir.

                            Kısacası, peygamberliğin son bulması, ancak nübüvvet dışında peygamberde bulunan bütün özelliklere sahip olan bir imamın tayin edilmesiyle hikmete uygun olabilir. Akıl bunu emrediyor. Aksi taktirde, ALLAH Teala'nın beşerin en zorunlu ihtiyacını görmezlikten gelmesi doğar ki, bu ilahi hikmet ve şefkatle bağdaşmaz.

                            İşte Hz. İmam Rıza (a.s) bu hakikate işaret ederek şöyle buyurmuştur: "Biz hiçbir fırka ve hiçbir milletin bir önder ve liderleri olmadan hayatta kaldıklarını görmemekteyiz. Zira onlar din ve dünya işlerinde bir öndere muhtaçtırlar. O halde Hekim olan ALLAH'ın hikmetinde yaratıklarını bir önder ve liderleri olmaksızın kendi başlarına bırakması caiz değildir...."[3]
                            "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                            Yorum


                              Ynt: AYET VE HADİSLERDE İMAMET

                              2- İlahi Lütuf İmameti Gerektirir

                              Kelam ilminde risalet ve imamet konusu ele alınmış ve her ikisinin de lütuf ilkesi gereği, Cenab-ı Hakk'a vacip olduğu vurgulanmıştır.
                              Büyük kelamcı Şeyh Tusi "Fusûl-ül Akaid" adlı kitabında şöyle der: "İmamın varlığı lütuftur. Lütuf ise ALLAH Teala'ya vaciptir." [4]

                              Lütuf, insanın yapması gereken işte zorunlu olan yardıma ve yapmaması gereken işte de, onu o işten alıkoyan zorunlu engelleyiciye denir. Öyle ki, o yardım olmadan o işi yapamaz ve o engelleyici olmadan da o işten sakınamaz. Dolayısıyla lütuf, gerekli imkanların hazırlanması, gerekli bilginin verilmesi ve amelde gerekli önderliğin yapılması olmak üzere, üç kademeyi içerir.

                              Bu durumda başı boş bırakılmayıp sorumlu kılınan ve sorumluluk alanı nübüvvet yoluyla belirlenen insana, amel açısından da gerekli önderliğin yapılması gerekir. Aksi taktirde, onun bu sorumluluğunun uhdesinden gelmesini ondan beklemek, hikmete uygun bir beklenti olamaz. ALLAH Teala'nın rahmet ve şefkat sıfatı da bunun gereğini yerine getirmesini gerektirir. O halde insanlara amelde önderlik yapacak imamın varlığı zorunludur.

                              Cenab-ı Peygamber'in kendi hayat döneminde bunu, O Hazret'in bizzat kendisi yerine getirirdi. O Hazret'ten sonraki zamanlar için de aynı ihtiyaç söz konusu olduğu için, o Hazret'ten sonra da böyle önderlerin olması zorunludur. Böyle bir önderliğe imamet ve bu görevi ifa eden kimseye de imam denir. O halde her türlü hata ve günahtan masum olan imamın varlığı zorunludur ve lütuf olduğundan dolayı ALLAH Teala onu ihmal etmez. [5]

                              Büyük filozof İbn-i Sina ve Sadr-ül Müteallihin hem risalet, hem de imamet konusunda aynı ilkeye dayanarak imamet ve risaletin zorunluluğunu ispatlamışlardır. [6]

                              Bu konuda ayrı akli deliller de zikredilmiştir. Bizim maksadımız ihtisar olduğundan bu kadarıyla iktifa ediyoruz.
                              "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                              Yorum


                                Ynt: AYET VE HADİSLERDE İMAMET

                                İmamet Konusunun Akli Yönden Tartışıldığı İki Hadis


                                Burada Hz. İmam Sadık (a.s)'ın öğrencilerinden olan Hişam bin Hakem ile Amir bin Ubeyde ve bir Şamlı arasında geçen imametin gerekliliği ile ilgili tartışmayı nakletmeyi uygun buluyoruz.

                                1- Yunus bin Yakup dedi ki: "Hz. Ebu Abdullah İmam Sadık (a.s)'ın nezdinde ashabından bir grup bulunuyordu. Bunların arasında Hamran bin A'yen, MUHAMMED bin Numan, Hişam bin Salim ve Tayyar ile aralarında genç yaşta olan Hişam bin Hakem'in de bulunduğu bir topluluk vardı.

                                Bu arada Hz. İmam Sadık (a.s) Hişam'a yönelerek: "Ey Hişam, Amir bin Ubeyde'ye ne yaptığını ve nasıl soru sorduğunu anlatır mısın?" dedi.
                                -Hişam: "Ey Resulullah'ın oğlu, ben sizin büyüklüğünüzden etkileniyorum, sizden utanıyor ve sizin önünüzde konuşamıyorum."

                                -İmam Sadık (a.s): "Size bir şey emrettiğim zaman onu yapın."

                                -Hişam: "Bana, Amir bin Ubeyde'nin durumu ve Basra Mescidi'ndeki toplantıları ulaştı ve bu olay bana çok ağır geldi. Dolayısıyla hareket ettim. Cuma günü Basra'ya varıp, Basra Mescidi'ne gittim. Kendimi, aralarında Amir bin Ubeyde'nin de bulunduğu kalabalık bir topluluk içerisinde buldum. O, yünden olan siyah bir izar giyinmiş ve bir diğerini de rida olarak omzuna atmıştı. Orada bulunanlar, ona soru soruyorlardı. Ben orada bulunanlardan ayrılarak bana yol vermelerini istedim. Onlar da ayrılarak bana yol verdiler. Ben, o topluluğun sonlarında iki diz üzere oturarak: "Ey alim, ben yabancı bir insanım, benim bir konuyu sormama müsaade eder misin?" dedim.
                                -O bana: "Sorunu sor" dedi.
                                -Bunun üzerine ben ona: "Acaba senin gözün var mıdır?" dedim.
                                -O bana: "Ey oğlum, bu nasıl bir soru, gördüğün bir şeyi nasıl soruyorsun?" dedi.
                                -Ben ona: "Benim sorum böyledir" dedim.
                                -O: "Sorunu sor gerçi, sorun bir nevi aptallıktır" dedi.
                                -Ben ona: "O sorumu cevaplandır" dedim.
                                -O bana: "Sorunu sor" dedi.
                                -Ben: "Gözün var mı?" dedim.
                                -O: "Evet vardır" dedi.
                                -Ben ona: "Onunla ne yapıyorsun?" dedim.
                                -O: "Onunla renkleri ve şahısları görüyorum" dedi.
                                -Ben ona: "Burnun var mı?" dedim.
                                -O: "Evet vardır" dedi.
                                -Ben ona: "Onunla ne yapıyorsun?" dedim.
                                -O: "Onunla kokuları kokluyorum" dedi.
                                -Ben ona: "Ağzın var mı?" dedim.
                                -O: "Evet vardır" dedi.
                                -Ben ona: "Onunla ne yapıyorsun?" dedim.
                                -O: "Onunla tatları tadıyorum" dedi.
                                -Ben ona: "Kulağın var mı?" dedim.
                                -O: "Evet vardır" dedi.
                                -Ben ona: "Onunla ne yapıyorsun?" dedim.
                                -O: "Onunla sesleri duyuyorum" dedi.
                                -Ben ona: "Senin kalbin var mı?" dedim.
                                -O: "Evet vardır" dedi.
                                -Ben ona: "Onunla ne yapıyorsun?" dedim.
                                -O: "Onunla bu organlarıma gelen her şeyi birbirinden ayırıyorum" dedi.
                                -Ben ona: "Bu organlar kalpten müstağni olamazlar mı?" dedim.
                                -O: "Hayır olamazlar" dedi.
                                -Ben ona: "Bu nasıl olabilir, oysa bu organlar sapa sağlamdırlar?" dedim.
                                -O: "Ey oğlum, organlar kokladığı, gördüğü, tattığı ve duyduğu bir şey hakkında şüpheye düşerse, onu kalbe irca ettirir. İşte kalptir ki, yakini sağlamlaştırır ve şüpheyi de yok edip giderir" dedi.
                                -Hişam diyor; bunun üzerine, ben ona: "O halde, ALLAH Teala kalbi, organların şüphesini gidermek için karar kılmıştır" dedim.
                                -O: "Evet öyledir" dedi.
                                -Ben ona: "Demek ki, kalbin varlığı zorunludur, aksi taktirde organlar yakine kavuşamazlar" dedim.
                                -O: "Evet" dedi.
                                -Bunun üzerine, ben ona: "Ey Ebu Mervan, ALLAH Teala senin organlarını kendi başına bırakmamış ve onlara doğruyu gösterecek ve şüpheye düştükleri konularda, onlara yakin kazandıracak bir imam tayin etmiş de, acaba bütün bu insanları şaşkınlıkları, şüpheleri ve ihtilafları konusunda kendi başlarına mı bırakmış? Onlara şüpheler ve şaşkınlıklarda baş vuracakları bir imam tayin etmemiş mi? Oysa, senin organların için imam tayin etmiş ve sen kendi şaşkınlık ve şüphelerinde ona baş vuruyorsun" dedim.
                                -Hişam diyor; bunun üzerine, Ebu Ubeyde sustu ve artık bir şey söylemedi ve bir süreden sonra başını kaldırarak bana: "Sen Hişam bin Hakem misin?" dedi.
                                -Ben ona: "Hayır" cevabını verdim.
                                -O: "Öyleyse, onun derslerine katılan birisin" dedi.
                                -Ben: "Hayır" dedim.
                                -O: "Peki neredensin?" dedi.
                                -Ben: " Kufe'denim"dedim.
                                -O: "Şu halde, sen onun kendisisin?" dedi ve beni yanına çağırıp yerinden kalkarak, kendi yerinde oturttu ve ben oradan ayrılıncaya kadar, hiçbir şey konuşmadı".
                                -Hişam diyor; bu arada Hz. Ebu Abdullah İmam Sadık (a.s) gülümsedi ve bana yönelerek: " Bunları sana kim öğretmiştir ey Hişam?" dedi.
                                -Ben: "Bunlar, sizden alıp tertiplediğim şeylerdir" dedim.
                                -Bunun üzerine İmam (a.s): "Andolsun ALLAH'a ki, bunlar, İbrahim ve Musa peygamberin suhufunda yazılmıştır" dedi."[7]
                                "Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara 227)

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X