İMAMET
23- İMAMET HAKKINDAKI İNANCIMIZ
__________________________________________________ ___
İmametin, usul-i dinden olup imanın, ona inanmakla tamamlanacağına itikaad etmekteyiz. İmamette, insanın, atalarını, çevresindeki kişileri, onları yetiştirdikleri sayılan adamları, bunlar ulu sayılsalar, dereceleri, rütbeleri yüksek olsa bile, taklid etmesi caiz değildir. Tevhid ve Nübüvette nasıl zati araştırıp bulmak ve yakıyne ermek gerekse İmamette de gerektir. Nübüvvetin, Allahü Taala'dan bir lutuf olduğuna inandığımız gibi, her asırda da, peygamberin vazifeleriyle vazifelenmiş, insanların her iki alemde de salah ve saadetlerini tekeffül etmiş, hidayet ve irşadlarını uhdesine almış bir İmamın bulunması icab ettiğine inanırız. Bu İmam, insanların din ve dünya işlerini tedbir etmek, aralarından zulmü, düşmanlığı gidermek, adaleti yaymak hususunda peygamberin umumi vilayetini haizdir ve bu bakımdan İmamet, nübüvvetin devamıdır Peygamberleri göndermek, nasıl bir lutuf ise, peygamberden sonra, onun yerine İmamı nasbetmek de İlahiyyat......................................... ....................67 lutufdur ve vücub-ı zati ile Allahii Teala'ya vacibdir; bu bakımdan İmamet, ancak Allahii Teala'dan nass ile, yahud o İmamdan önceki İmamın, onun İmametini beyaniyle tahakkuk eder; insanların seçmesiyle, istemesiyle olmaz; insanlar dilediklerini Imam olarak tayin, yahud dilediklerini azl hakkina da sahip değillerdir. Aynı zamanda insanlar, İmamsız da kalamazlar; çünkü Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem, "Kim zamammn İmamını bilmeden, tammadan ölürse, cahiliyyet ölünıü iizere ölmüştür" buyurmuşlardır. Aynı zamanda asirlardan bir asnn, halkin kendisine itaatı farz edilmiş bir İmamsız geçmesi de mümkün değildir. insanlar, onu kabul etseler de, etmeseler de, ona yardimda bulunsalar da, bulunmasalar da, ona muti olsalar da, olmasalar da, her asirda, her zaman, Allah tarafindan nasbedilmiş bir İmam mevcuttur. İmamın, halk tarafindan tanınıp bilinmesi, yahud bilinmemesi, Hazret-i Peygamberin (s.a.v.) mağarada, Ebu-Talib şı'bında gizlenmeleri gibi halktan gizlenmesi aynıdır; nitekim aklen, bu gizleniş zamammn uzun, yahud kısa olması arasinda da bir fark yokdur. Allahii Taala, "Her topluma bir hidayet veren vardir"32 ve "Hie bir iimmet yoktur ki içlerinden bir korkutucu çıkmasın"33 buyurmaktadir ------------------ 32- Ra'd, 7. 33-Fatir, 24. İlahiyyat......................................... ....................68
24- İMAM'IN İSMETİ
__________________________________________________ ___
İmamın da, peygamber gibi içte, dışta, görünürde, gizlilikte, bütün kötü ve pis şeylerden, doğumundan vefatına dek masum olduğuna inanıyoruz; İmam, imametten önce, sonra, soy-boy şerefı bakımından en yüce ve temiz kişi olup her türlü kötülükten, suçtan, yanılmadan, yanlış iş görmeden, unutmadan ve her türlü aşağılık şeylerden masumdur. İmamlar, şeriati koruyan, onun hükümlerini halk arasında icra eden kişiler bulunduklarından, onların da peygamberler gibi masum olmalari ve ismet hususunda peygamberle imam arasında bir fark bulunmaması gerektir.
25- IMAM'IN SIFATLARI VE BİLGİSİ
_________________________________________
İmamın, peygamber gibi yiğitlik, kerem, temizlik, gerçeklik, adalet, tedbir, hikmet ve bütün üstünlükle ve iyi huylar bakımından halkın en seçkini olması gerektir ve buna inanmaktayız; peygamberde bu sıfatların bulunmasına ait delil, aynen İmamda da tatbıyk edilir. İmamın, ilahi hükümlere, ilahi maarife, bütün bilgilere sahip olması, peygamber, yahud kendisinden önceki İmam vasıtasıyladır. Yepyeni bir şey hakkında da İmam, Allahü Taala'nın, ona ihsan ettiği kudsi kuvvetle, ilham yoluyla gereği gibi hükmeder, o şeyi, künhüyle anlar, bilir. Bir şeye yönelirse, onu bilmek dilerse, o şey hakkında, ancak gerçeği bilir; yanılmaz, şüpheye düşmez; bu hususta aklı delillere, yahud belletenlerin belletmesine ihtiyaci yoktur; bilgisi, ıktiza edince daha da derinleşir, daha da îlahiyyat......................................... ....................69 ziyadeleşir ve bu yüzdendir ki Rasul-i Ekrem'e (s.a.v.) "Rabbim, bilgimi ziyade et"34 demesi emir buyurulmuştur. İnsan, hayatında bazı şeyleri, bazı anlarda hads yoluyla kavrar; bu da ilhamın bir nev'idir. İnsandaki bu kudret, bazı kere çoğalır, bazı kere ise azalır ve bunda, önceden çalışıp uğraşmasına, yahud öğretmenlerin belletmesine lüzum yoktur. İşte bu kabiliyet, Allah tarafından İmam'a, en üstün bir tarzda ihsan edilmiştir! İmam, herhangi bir şeyi bilmek dilerse, o işin bütün gerçeği, tozdan-pasdan arınmış, yapımı güzel bir aynaya, karşısındaki şeyler, nasıl akseder, olduğu gibi görünürse, İmamın gönlüne de böyle aks eder, görünür. Bu, Hazret-i Peygamberin, (sallallahu aleyhi ve alihi), ve İmamların hayatlarında, her an görülmektedir. Hiç biri, bir muallime gitmemiş, bir mürebbiden bir şey öğrenmemiştir; hatta okumayı, yazmayı bile talim yoluyla elde ettiklerine dair bir rivayet mevcut değildir. Hiç biri, bir hocadan ders görmemiş, hiç biri bir mektebe, bir medreseye gitmemiştir. Böyle olduğu halde, kendilerine bir şey sorulunca, ona derhal ve en doğru cevabı vermedeler, dillerine, bilmiyorum sözü gelmediği gibi cevap vermek için düşünmeleri, yahud cevabı bir müddet sonraya te'hirleri de vaki değildir. Diğer bilginlere, bilgide ileri gidenlere bakınca görüyoruz ki, bilgi elde etmek için bir, yahud bir çok üstada baş vuruyorlar, onlann tedris meclislerine devam ediyorlar, sonunda, onların birinden, yahud bir kaçından, rivayet için icazet alıyorlar; böyle 34-Taha, 114. îlahiyyat......................................... .................... 70 olduğu halde gene de bir çok mes'elede, bildiklerinin çoğunda şüpheleri var ve bunu kendileri de itiraf ediyorlar.
26- İMAMLARA İTAAT
__________________________________________________ ___
İmamların, (aleyhimüsselam), Allahu Taala'nın bize, emirlerine itaat etmeyi emir buyurduğu "Ülülemr-emredenler, emretmek salahiyetine sahip olanlar"35 olduklarına, "İnsanlara tanıklık edeceklerine"36, Allah'ın kapıları, O'na varan yollar ve O'nun delilleri bulunduklarına inanıyoruz. Bu yüzden de onlar, Allah'ın bilgi hazineleri, vahyinin tercemanları, tevhidinin direkleri, marifetin hazinedarlarıdır ve yıldızlar, nasıl gök ehline amansa, onlar da yer ehline amandır. Onlar, bu ümmetin içinde, Nuh peygamberin (a.s.) gemisine benzerler; binen kurtulur, binmeyen helak olur-gider ve onlar, Kur'an-ı Mecid'de buyurulduğu gibi "Kadirleri yüceltilmiş kullardır ki Allah'ın buyruğuna muhalefette bulunmazlar ve O'nun emrini tutarlar"37; ve "Onlar Allahu Taala'nin her çeşit kötülükten, suçtan arıttığı, tertemiz ettiği kişilerdir"38. Onların buyrukları, Allahü Taala'nın buyruklarıdır; nehiyleri O'nun nehyidir; onlara itaat, Allah'a itaattir; onlara isyan, Allah'a isyandır. Onları seven, Allah'ı sever; onlara düşman olan, Allah'a da düşman olur. Onların --------------------------
35- Nisa, 59.
36-Bakara, 1143.
37- Enbiya, 27.
38-Ahzab, 33. îlahiyyat......................................... .................... 71 emirlerini reddetmek caiz değildir; reddeden, Rasulullah'in (s.a.v) emrini reddetmiş gibidir; Rasulullah'in emrini reddeden ise, Allahu Taala'nm emrini reddetmiş sayılır. Onlann emirlerine inkıyad ve itaat, sözlerini kabul gerektir ve gene bundan dolayıdır ki şer'i hükümleri, ancak onlardan alabileceğimize, başkalarından almamızın sahih olmayacağına inanırız; farz olan teklifleri, ancak onlann yoluyla ahzedebiliriz; çünkü arzettiğimiz gibi, Rasulullah'in (s.a.v.) sahih hadisinin hükmünce onlar, Nuh peygambenn (a.s.) gemisine benzerler; o gemiye giren kişi kurtulmuştur; girmeyense bu dalgalanıp duran, çoşup köpüren denizin şüphe ve sapıklık dalgalarına kapılır, boğulup gider. Diinyevi ve dini işlerimizde, Rasulullah'in (s.a.v.) Ehl-i Beytine (a.s.) miiracaat etmemizin gerekli olduğuna en kesin delilimiz, Rasul-i Ekrem'in (s.a.v.), "Ben, gerçekten de sizin içinizde iki paha biçilmez şey bırakıyorum, birisi, öbüründen daha da biiyiik: Allah'ın kitabı, gökten yere uzatılmış ip ve benim Ehl-i Beytim. İkisine yapışırsanız, benden sonra ebedi olarak dalalete düşmezsiniz" buyurmuş olmalarıdır. Bu hadis-i serif, Ehl-i Siinnet ve Şia yollarından rivayet edilen ve iki firka tarafindan da kabul edilen hadis-i şeriftir. Aynı hadis, "Bu ikisi, Havz kıyısında bana ulaşıncaya kadar birbirinden ayrilmaz" hiikmiinii de ihtiva etmektedir. Bundan, açıkça anlaşılmaktadır ki Kur'an-ı Kerim ile Ehl-i Beyti ayıran, hidayete erişmez; Ehl-i Beyt "Kurtuluş gemisi"dir ve Ehl-i Beyt'ten aynlan, helakden kurtulamaz. îlahiyyat......................................... .................... 72
27- EHL-İ BEYT'İ SEVMEK
__________________________________________________ ___
Allahu Taala, "De ki: Sizden ecir olarak ancak yakınlara sevgi istemekteyim"39 buyurmuştur. Bu sevgi, inancımızca, Ehl-i Beyte temessükten ileri bir vücubdur; çünkü Allahü Taala, Ehl-i Beyti sevmeyi emir buyurmakta, insanlan bu emir dolayısiyle, bu sevgiden sorumlu tutmaktadır. Hazret-i Peygamberden de (s.a.v.), onları sevmenin iman alameti, onlara buğzetmenin nifak nişanesi bulunduğu, onlan sevenin, Allah ve Rasulünü seveceği, onlara buğzedenin, Allah ve Rasulüne buğzetmiş olacağı hakkında mütevatir hadisler tahric edilmiştir. Onları sevmek farzdır, İslam dininin zaruri şiarındandır; bu hususta şüpheye, tartışmaya imkan yoktur. Bütün müslümanlar, mezheplerinde, re'ylerinde ayrılık bulunsa bile, bunda ittifak etmişlerdir; ancak azınlık bir fırka, bu hususta öbür müslümanlardan aynlmıştır ve bunlar, Al-i Muhammed'e (s.a.v.) düşman olmuşlar, Ehl-i Beyt düşmanlığı diktikleri cihetle de "Navasıb - düşmanlığı dikenler" diye anılmışlardır; bu yüzden de kesin bir gerçeği inkar etmişlerdir ki namazı, zekatı, şehadet getirseler bile risaleti inkar etmiş sayılırlar ve nifak alametiyle tanınırlar; çünkü arzettiğimiz gibi Ehl-i Beyti sevmek, iman alametidir; onlara buğzetmek ise nifak alameti. Hiç şüphe yok ki, Allah-u Taala, Ehl-i Beyti sevmeyi, sevilmeye layık olduklarından, noksan sıfatlardan
39- Şura, 23.
İlahiyyat......................................... .................... 73 münezzeh bulunan Allahü Taala'ya manevi yakınlıklarından, şirkden, isyanlardan, Allah'in lutfundan, kereminden, razılığından uzak düşmekten, her çeşit kötülükten tamamiyle arınmış bulunduklanndan dolayı kullanna emir buyurmuştur. Yoksa Allahii Taala, isyani mucib olan şeyleri irtikab edeni, yahud O'na, gereği gibi itaat etmeyeni sevmeyi emretmez; bu, tasavvur bile edilemez; çünkü yaratıkların hepsi de, zatina nisbetle kuldur ve ayni kulluk derecesindedir; O, ancak zatindan en ziyade çekinenleri, kendi katında yüceltmiştir; insanlara, sevmelerini emir buyurduğu kişiler, hiç şüphe yok ki insanların, kendisinden en fazla çekinenleridir, katında en üstün derecede bulunanlarıdır, bunlarda bu vasıflar bulunmasaydı, bunlardan başkaları o sevgiye mazhar olmakta daha ileri olsalardı, bunları sevmeyi emir buyurması, abes olurdu. 28- İMAMLAR HAKKINDAKİ İNANCIMIZ
__________________________________________________ ___
İmamlar hakkında aşırı inanç besleyenlerin, yahud hulule inananların inançlarını beslemeyiz; "O söz, onların ağızlarından çıkan ne de büyük bir söz"40; ne de büyük bir küfür. Bizim inancımız şudur: Onlar da bizim gibi insandır; bize emredilenler, onlara da emredilmiştir; bizim nehyedildiğimiz şeylerden, onlar da nehyedilmiştir. Bize olan tebşirde, tenzirde onlar da dahildir Ancak onlar, Allahü Taala'nın yüceltmesiyle, vilayetine mazhar kılmasıyla yüceltilen, lutfa nail olan kullardır. Onlar, bilgi, -------------------------
40-Kehf, 5. îlahiyyat......................................... .................... 74 takva, yiğitlik, kerem, temizlik ve bütün üstün huylar, güzel ve övülmesi gereken sıfatlar bakımından, insanlığın en yüce derecelerine ulaşmışlar, bu yüzden de İmamet makaamına yüceltilmişlerdir; hükmetmek, hakim olmak bakımından, Peygamberden (s.a.v.) sonra din ve dünya işlerinde insanların baş vuracakları kişiler olmuşlardır; Kur'an-ı Kerim'in tenzilini, te'vilini, tefsirini, hakkıyla onlar bilirler. Nitekim İmamımız Cafer Sadık (aleyhisselam), "Bizim hakkımızda yaratıklara caiz olan şeyler, bizden size bildirilir de onları anlayamazsanız, onlar hakkında ayak diremeyin, onları inkar etmeyin, bu hususta bize müracaat edin; fakat hakkımızda, yaratıklarda olmasına imkan bulunmayan şeyler nakledilirse reddedin, onlar hakkında bize baş vurmayın" buyurmuşlardır.
29- İMAMET NASS İLEDİR
__________________________________________________ ___
İmametin de nübüvvet gibi, Allahü Taala tarafından nass ile ve Rasulünün iblağıyle, yahud nass ile İmam olanın, kendisinden sonraki İmamı bildirmesiyle sabit olacağına inanmaktayız ve bu husustaki hüküm, nübüvvetteki hükmün aynıdır; yani insanlann, bütün insanları hidayete eriştirmek ve irşad etmek için tayin buyurduğu zata hükmetmeye hak ve salahiyetleri olmadığı gibi böyle birisini tayin etmeye, secmeğe de hakları yoktur; bu tayin ve secmek, ancak Allahii Taala'ya aittir. Peygamber-i Ekrem'in (s.a.v.) kendilerinden sonra halifelerini, halkın imamını bildirdiklerine, mü'minlere îlahiyyat......................................... .................... 75 emir, vahye emin ve halka imam olarak amcalarının oğulları Ebu-Talib oğlu Ali'yi (a.s.) Allahü Taala'nın emriyle bildirdiklerine inanmaktayız. Bunu, bir çok yerde bildirmişlerdir; O cümleden olarak GADİR günü, "Bilin ki ben kimin mevlası isem, bu Ali, onıın mevlasıdır. Allah'ım, onu seveni sev, düşmanına, düşman ol; ona yardım edene yardım et, onu horlayanı hor-hakıyr eyle; nereye yönelirse hakkı onıınla beraber kıl" buyurarak mü'minlere emir olduklannı bildirdiklerine, onu hilafetlerine tayin buyurduklarına, halktan onun için bey'at aldıklarına inanmaktayız. İmametlerine nass olarak önce, Allah-u Taala tarafından, "Kendilerine en yakın olanları korkut"41 emri buyurulunca, toplantıda bulunan Haşim oğullarına, o sıralarda henüz pek genç olan Ali'yi (a.s.) gösterip, "Bu, benim kardeşimdir, vasımdir, benden sonra halifemdir; onu dinleyin ve ona itaat edin" buyurmuşlardı. "Sen bana, Harun, Musa'ya ne menziledeyse o menziledesin; ancak benden sonra peygamber yok" hadislerini ise bir çok kere, çeşitli münasebetle halka duyurmuşlardı. Bunlardan başka, "Söz ancak bııdıır ki sizin veliniz Allah'dır ve Rasulüdür ve inananlar ve rükü halinde zekat verenlerdir"42 ayet-i kerimesi de bunu isbat ve te'yid etmekte, Hazret-i Ali'nin (a.s.) vilayet-i ammesini bildirmektedir; bu ayet-i kerime, Hazret-i Ali'nin (a.s.) namaz kılarlarken rüku'da, yüzüklerini yoksula vermeleri üzerine nazil olmuştur. Bu
41- Şuara, 214.
42- Maide, 60.
îlahiyyat......................................... .................... 76 kitap, Emir'ül-Mü'minin'in (a.s.) İmametleri hakkındaki bütün ayetleri, hadisleri ve rivayetleri zikir ve tafsile müsait olmadığından bu kadannı yeter buluyoruz. Hazret-i Peygamberden (s.a.v.) sonra Emir'ül-Müminin (a.s.) oğulları Hasan ve Huseyn'in (a.s.) İmametlerini bildirmişler, Huseyn (a.s.), oğulları Zeynülabidin Ali'nin (a.s.) İmametini ve böylece de sonuncu İmama dek her İmam, kendisinden sonra kimin İmam olacağını beyan buyurmuştur; tarih sırasıyla İmamlar, bundan sonraki bölümde bildirilmiştir.
30- İMAMLARIN SAYILARI
__________________________________________________ ___
Gerçek olarak İmamların, dini-dünyevi işlerde müslümanların baş vuracağı oniki olduğuna inanmaktayız; Rasülüllah (sallallahü aleyhi ve alihi ve sellem) de bunlann hepsini adlarıyla beyan buyurmuşlardır; her İmam da kendisinden sonraki İmamı bildirmiştir. İmamlar, sırasıyla şunlardır:
1) Eb'ül-Hasan Ali bin Ebi-Talib (El-Mürtaza). Hicretten yirmi üç yıl önce doğmuşlar, Hicri kırkıncı
yılda şehid edilmişlerdir.
2) Ebu-Muhammed Hasan bin Ali (Ezzeki) 2-50.
3) Ebu-Abdullah Huseyn bin Ali (Seyyid'üş-Şüheda) 3-61.
4) Ebu-Muhammed Ali bin Huseyn (Zeyniilabidin) 38-85.
5) Ebu-Ca'fer Muhammed bin Ali (El-Bakir). 57-114. îlahiyyat......................................... .................... 77
6) Ebu-Abdullah Ca'fer bin Muhammed (Es-Sadık) 93-148.
7) Ebu-İbrahim Musa bin Ca'fer (El-Kazım) 128-193.
8) Eb'ül-Hasan Ali bin Musa (Er-Rıza) 148-203.
9) Ebu-Ca'fer Muhammed bin Ali (El-Cevad) 195-220.
10) Eb'ül-Hasan Ali bin Muhammed (El-Hadi) 212-254. 11) Ebu-Muhammed Hasan bin Ali (El-Askeri) 232-260. 12) Eb'ul-Kasim M H M D bin Hasan (El-Mehdi) 265. Onikinci İmam, asrımızda beklenen gaaib huccettir; Allahü Taala, yeryüzünü, zulüm ve cevr ile dolduktan sonra, adaletle, eşitlikle doldurmak iizere, zuhurunu tezleştirip yakınlaştırsın, çıkmasını kolaylaştırsın.
31- MEHDİ HAKKINDAKİ İNANCIMIZ
__________________________________________________ ___
Yeryüzünü, zulümle, cevirle dolduktan sonra adaletle, eşitlikle dolduracak olan ve Hazret-i Fatıma (aleyha selamın) evladından bulunan Mehdi'nin zuhur edeceği müjdesi, Rasul-i Ekrem'den (s.a.v.) Tevatürle sabittir ve meşreblerinin ayrılıklarına rağmen bütün müslümanlar, buna dair hadisleri rivayet etmişlerdir. Bu inanç, bazı mugalatacıların sandıkları ve yaydıkları gibi, Şia'nın icad ettiği bir düşüncenin ifadesi değildir. Mehdi fıkri, Rasülüllah'dan (s.a.v.) gelmeseydi ve bütün müslümanlar, buna inanmasalardı, ta eski çağlardan beri Kisanilerden, Abbasoğullarından, Alevilerden ve diğer îlahiyyat......................................... .................... 78 taifelerden, bu inanca dayanarak, yalan yere Mehdilik davasına kalkışanlar, bu iddia ile nüfuzlarını kuvvetlendirmeye çalışanlar, böylece de iktidara sahip olmaya, saltanat kurmaya uğraşanlar çıkmazdı. Biz İslam dininin gerçekliğine, ilahi ve son din olduğuna inandığımız, insanları ve insanlığı düzene sokmak için başka bir dinin meydana çıkmayacağına, buna imkan bulunmadığına iman ettiğimiz için İslam dıninin tam anlamıyla yayılacağına, İslamın tam olarak kuvvetleneceğine, alemin de bu suretle zulümden, bozgundan arınacağına ve Mehdi'nin zuhur edeceğine iman etmekteyiz. İslam'a bir çok bid'atler girmiş, İslam namına bir çok sapıklıklar meydana çıkmıştır. Dinin kuvvet bulması, bid'atlerin, sapıklıkların tümden kalkması için ilahi bir lütuf, rabbani bir inayet gerektir. Allahü Taala tarafından kulları böyle bir hidayete sevk edenin, olağanüstü bir kudretle zuhur ederek yeryüzünü, zulüm ve cevirle dolduktan sonra adaletle, eşitlikle doldurması gerekir. Hasılı İslam dininin son din olduğuna ve gerçek bulunduğuna, Allah-ü Taala'nın va'dettiği gibi aleme yayılacağına inandığımız gibi, insanları fesaddan, zulümden kurtaracak bir ıslah edenin, Mehdi'nin zuhur edeceğine de iman etmek icabeder. Bu yüzdendir ki İmamiyye ve diğer İslam mezheblerinin hepsi, böyle bir zatın zuhuruna inanmışlardır; ancak aramızdaki fark şudur: İmamiyye, Mehdi'nin, 256 Hicride doğan ve İmam Hasan'ül-Askeri'nin oğlu olup cedleri Rasulüllah'ın (s.a.v.) adaşı bulunan onikinci imam olduğuna inanmaktadır; bu da peygamber-i Ekrem'den (s.a.v.) ve Ehl-i Beytinden îlahiyyat......................................... .................... 79 gelen mütevatir haberlere dayanmaktadır. Doğumu ve gizlenmesi, mütevatir olarak nakil ve rivayet edilmiştir; esasen çağlardan hiç bir çağda İmametin kesilmesi caiz değildir. İmam gizli olsa da, Allahü Taala tarafından takdir edilen günde, elbette zuhur edecektir ve bu, ilahi sırlardan bir sırdır ki ancak Allahü Taala'ya ma'lumdur. Mehdi'nin, bu kadar uzun bir müddet hayatta kalması, Allahü Taala'nın bir i'cazıdır; babalarının vefatlarında beş yaşında olmaları ve bu yaşda ümmetin imametini tekeffül etmeleri, Hazret-i İsa'nın (a.s.) beşikte iken insanlarla konuşmasından, peygamber olarak gönderildiğini söylemesinden daha büyük bir mu'cize değildir. Tıb, tabii ömrün uzatılabileceğini söylese de, buna inansa da, inanmasa da, Allahü Taala'nın her şey'e gücü yeter; nitekim Nuh peygamber (a.s.) pek uzun bir ömür sürmüştür; İsa peygamber (a.s.), Kur'an-ı Kerim'in bildirdiğine göre hala sağdır. Birisi, hem müslüman olduğunu iddia eder, hem de Kur'an-ı Kerim'in verdiği haberde şüpheye düşer, artık esenlik İslama. İman sahibi olduğunu iddia ettiği, Kur'an'a inandığını söylediği halde böyle bir şey'in olabileceğinde şüphe eden kişiye şaşılır doğrusu. Ancak şunu da söylememiz gerek: İslamı düzene sokacak, adaleti yayacak böyle bir zatın geleceğini bekleyip dinin ahkamını o zaman aktarmak, marufu buyurmaktan, münkeri nehy etmekten vaz geçmek, hiç bir vakit caiz olamaz. Müslüman, her an, şer'i hükümlerle amel etmeye me'murdur; kendisini gerçeğe götürecek yolları aramak, ona vacibdir; marufu, elinden geldiği kadar emretmesi, halkı münkerden nehy eylemesi îlahiyyat......................................... ....................80 gerektir; çünkü peygamberimiz (s.a.v.) "Hepiniz de çobansınız ve hepiniz sürüsünden sorumludur" buyurmuşlardır. Alemi düzene sokacak Mehdi'nin, bu kutluluğu, bu müjdeyi sağlayıp tatbik sahasına koyacak hidayet sahibinin gelmesini bekleyip vacib olan şeyleri o zamana bırakmak caiz değildir. Bu zuhur müjdesi, kuldan teklifı ıskaat etmez, şer'i hükümleri o zamana birakmasini icab ettirmez.
32- RİC'AT HAKKINDAKİ İNANCIMIZ
________________________________________________-
İmamiyye'nin, Ehl-i Beytden gelen rivayetlere göre Allahü Taala'nın, ölenlerin bir bölümünü, öldükleri surette dünyaya getireceğine, böylece de bir bölüğün yüceltileceğine, bir bölüğünün alçaltılacağına, gerçeklerin haklı olduklarının, zalimlerin haksız bulunduklarının meydana çıkacağına inançları vardır ve bu, Al-i Muhammed'in Mehdisi, (aleyhi ve aleyhim efzalüssalati vesselam), zuhurunda olacaktır. Dünyaya döndürülecek kişiler, imanda en üstün olanlarla fesadda en aşağı derecede bulunanlardır. Bunlar sonra tekrar ölecekler, kıyamet koptuktan sonra sevaba nail olacaklar ve azaba uğrayacaklardır. Allahü Taala, bunu Kur'an-ı Kerim'inde "Rabbimiz dediler, bizi iki kere öldürdün ve iki kere dirilttin; artık suçlarımızı da söyledin; çıkmamıza bir yol yok mu"43 ayet-i kerimesinde bu ric'at ettirilenlerden hallerini düzene -------------------------
43-Gaafir, 11.
îlahiyyat......................................... ....................81 sokmayanların, bir kere daha dünyaya döndürülmelerini isteyeceklerini bildirmektedir. Evet, Kur'an-ı Kerim, dünyaya ric'atin vuku bulacağını bildirmekte, Ehl-i Beytden gelen rivayetler de bunu te'yid etmektedir. İmamiyyenin çoğu, bu ric'ati kabul etmektedir; ancak pek azı, ric'ati, zuhuru beklenen İmamın zamanında, devletin, emir ve nehyin Ehl-i Beyte rücu edeceği tarzında yorumlamış, şahısların, ölenlerin ric'ati olmadığını söylemiştir. Ehl-i Sünnet, ric'ati kabul etmez; hatta bu yüzden Şia'yı kınamaya kalkar. Fakat şu muhakkakdır ki ric'ate inanmak, ne tevhid inancına zıddır, ne nübüvvet inancına; hatta bu iki inancı kuvvetlendirir. Çünkü ric'at inancı, ölenlerin kıyamette dirileceği, Hazret-i Peygamber'den (s.a.v.) ve Ehl-i Beytinden zuhur eden mu'cizelere iman etmeyi pekiştirir. Bu inanç, İsa peygamberin (a.s.) ölüyü diriltmesi mu'cizesinin aynıdır; hatta ondan da üstündür. Allahü Taala Kuran-ı Kerim'inde buyurur: "Dedi ki, Çürümüş-gitmiş, dağılmış kemikleri kim diriltir? De ki, onları ilk defa düzüp koşan, meydana getiren diriltir ve O, her çeşit yaratmayı bilendir."44 ric'at inancı, bu ayet-i kerimeyi izah eder. Ric'at inancını kınayıp onu, batıl tenasuh inancı sayanlara gelince: Bunlar, tenasuhla cismanı meadı birbirinden ayırt etmeyenlerdir. Ric'at, cismanı meadın bir nevidir; tenasuh ise, ruhun bir bedenden tamamiyle aynlıp bir başka bedene girmesi inancıdır; bunda cismanı mead inancı ----------------------
44- Yasın, 78-79.
İlahiyyat......................................... ....................82 yoktur. Ric'at, ruhun, bütün hususiyetleriyle ilk bedene girmesidir. Ric'at, tenasuh olarak kabul edilirse, İsa peygamberin (a.s.) ölüyü diriltmesi, hatta cismani mead da tenasuh sayihr. Ric'at hususunda iki yönden tartışma olabilir: Birincisi, bunun mümkün olmayışı, ikincisi, bu husustaki haberlerin doğru bulunmayışı, fakat iki yönden de kınayış doğru değildir. Çünkü İslam mezheblerinde sarih nassa dayanmayan nice inançlar vardır ki bu inançları güdenler, tekfır edilemez; bu inançların erbabı, İslamdan çıkmış sayılamaz; peygamberin (s.a.v.) yanıldığına, haşa, isyan etmesinin cevazına, şeytanın, vahiy sırasında kendilerine bazı sözler ilka ettiğine, bunları da vahiy sanarak okuduklarına, vaid hususundaki telakkiye, cenab-ı Peygamberin (s.a.v.) kendilerine halife tayin buyurmadığına; yahud Kur'an'ın mahluk olmadığına inanmak gibi, kaldı ki bu iki yönde de gerçeklik yoktur; tartışılmaya değmez. Çünkü ric'at inancı, bir nevi ba'se inanmaktır ve ba'se iman, İslami zarurettir. Ric'at da, dünyaya, vakti belirli bir ba'sden başka bir şey değildir. Ölülerin dirilmeleri, nasıl mümkün ise, bu da mümkündür. Ric'ati, olmayacak bir şey sanmak, dünya yaşayışına alışmanın sonucu, "Çürümüş-gitmiş, dağılıp yok olnııış kemikleri kim diriltir"45 diyenin zannina, sözüne benzer. Halbuki ona "De ki: Onları ilk def a düzüp koşan, meydana getiren diriltir ve O, her çeşit yaratmayı bilendir"46 cevabı verilmiştir. 45- Yasın, 78. 46- Yasin, 79. İlahiyyat......................................... ....................83 Evet, bu mes'ele gibi tasdıkı, yahud inkan hususunda bizce bir akli delil bulunmayan şeylerde, vahy-i ilahi masdanndan gelen dini naslara müracaatımız icab eder. Kur'an-i Kerim'de bazı ölülerin dünyaya ric'ati sabittir; Al-i İmran suresinin, 49 ayet-i kerimesinde, İsa aleyhisselamın ölüyü diriltmesi ve Bakara suresinde, bu dünyada öldürdüğü ve yüzyıl sonra dirilttiği beyan edilmektedir; "Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün ve iki kere dirilttin derler..."47 ayet-i kerimesini zikretmiştir; bazı müfessirlerin yorumlarına ragmen bu ayetlerin anlamlarındaki açıklık meydandadır. Şaşılacak şey şudur ki bazı yazarlar, Teşeyyudaki ric'at inancinin, Yahudiliğin te'siriyle meydana geldiğini söylemişlerdir. Bu iddiaya inanmak, ancak, İslami inançların bazılarında da bu te'siri görmekle sonuçlanır. Kaldı ki ric'at inancı, imanın usulünden olmadığı gibi bu hususta nazara, incelemeye de liizum yoktur. Bizim ric'ate inancımız, Ehl-i Beytten (aleyhimiisselam), gelen sahih hadislere dayanmaktadir ve biz, Ehl-i Beytin ismetine iman etmişiz; gaybe ait şeylerde, onların haberlerine inanmışız ve ric'atin vukuunu gayr-i miimkiin görmüyoruz.
33- TAKIYYE HUSUSUNDAKİ İNANCIMIZ
_________________________________________
Sadık-ı Al-i Muhammed'in, (aleyhi ve aleyhimiüsselam), "Takiyye benim dinimdir ve
47- Bakara, 259. îlahiyyat......................................... ....................84 babalarımın dinidir" ve "Takiyyesi olmayanın dini de yoktur" buyurdukları gerçek olarak rivayet edilmiştir. "Veky" kökünden gelen "Takıyye"nin anlamı, bir toplumdan, yahud birinden, çeşitli suretlerle korunmak, mensub olduğu zümreyi, zümrenin malını canını, inancını zarardan emin etmektir. Bu, kendilerinden ve kendilerine uyanlardan zararı uzaklaştırmak, canlarını korumak, müslümanların düzenini ve birliklerini sağlamak için Ehl-i Beyt'in şiarıdır. Her insan, canına, yahud malına, yahud da yakınlarına bir zarar geleceğini anlayınca, tabii olarak bu zararı giderebilmek için inancını gizlemek zorundadır; Ehl-i Beyt İmamları ve onlara uyanlar da, hemen her an, düşmanlarının çeşitli saldırılarına karşı bu zarureti duymuşlar, inançlarını, ibadetlerini gizlemişler, bu yüzden de öbür insanlardan, başka mezheb ehlinden ziyade "Takıyye" ile ün kazanmışlardır. Takiyye'nin gerekli ve gereksiz yerleri vardır ve her hususta, herhalde vacib değildir; hatta sırasında, gerçeği belirtmek, dine yardım etmek, Allah yolunda savaşmak gibi hallerde Takıyye'yi terk etmek vacibdir; bu gibi hallerde mala-cana bakılmaz. Kanlarının dökülmesi haram olan kişilerin öldürülmesi ihtimali, yahut batılı tervic, yahud da dinin esasının bozulması, müslümanların sapıklığa sevki, zulüm ve cevrin açıkça icra edilmesi gibi hallerde, hasılı temeli sarsan hususlarda Takıyye haram olur. Takıyye, bazılarının sandıkları gibi "İmamiyye"yi gizli bir yeraltı toplumu haline getirmeyi amaçlamaz; dini ve din hükümlerini bir sir haline getirmeye yönelmez. Bu, nasıl düşünülebilir ki İmamiyyenin kitapları, fıkha, İlahiyyat......................................... ....................55 ahkama, kelama, inançlara ait te'lifleri haddi aşkındır ve her yanda mevcuttur. Fakat, ancak İmamiyyeyi kınamayı kuranlar, asirlar boyunca Emeviler, Abbas oğulları, ıktidarı ele geçiren başkalan, kılıçla yaptıklarını yeter bulmamışlar, bir de kınayışa koyulmuşlar, Takıyyeyi de bir kınayış vesilesi olarak kullanmışlardır. Takıyye'nin, dinde olmadığını söyleyip İmamiyye'yi kınayanlara, önce İmam Sadık'ın (a.s.) "Takıyyesi olmayanin dini yoktur" buyruğunu hatırlatır, Takiyye'nin, insanhk aleminde bir zaruret olduğunu bildiririrz; sonra Takiyye'nin Kur'an-i Kerim'de de mevcut olduğunu, bilhassa söyleriz. Mesala, "Gönlü imanla yatışmış, gönlüyle imam tam benimsemiş olduğıı halde zorla, istemeksizin Allah'a kâfir olandan başka"48 buyurulmaktadır ki, bu ayet-i kerime, Islam düşmanlarından korkarak kafırlerin söylemek istedikleri sözleri söyleyen Ammar bin Yasir hakkinda nazil olmuştur. Al-i İmran surenin 28. ayet-i kerimesinde de, mealen, "İnananlar, iman edenleri bırakıp da kafirleri dost edinmesinler; bunu yapan, Allah'dan hiç bir şey'e nail olamaz; ancak kafirlerden çekinmeniz miistesna" buyurulmaktadir. Mii'min suresinin 28 ayet-i kerimesinde ise Fir'avn soyundan gelen bir mü'minin, imanını gizlediği bildirilmektedir ki, Takiyyedir ancak.
48- Nahl, 106. Ilahiyyat......................................... ....................86
23- İMAMET HAKKINDAKI İNANCIMIZ
__________________________________________________ ___
İmametin, usul-i dinden olup imanın, ona inanmakla tamamlanacağına itikaad etmekteyiz. İmamette, insanın, atalarını, çevresindeki kişileri, onları yetiştirdikleri sayılan adamları, bunlar ulu sayılsalar, dereceleri, rütbeleri yüksek olsa bile, taklid etmesi caiz değildir. Tevhid ve Nübüvette nasıl zati araştırıp bulmak ve yakıyne ermek gerekse İmamette de gerektir. Nübüvvetin, Allahü Taala'dan bir lutuf olduğuna inandığımız gibi, her asırda da, peygamberin vazifeleriyle vazifelenmiş, insanların her iki alemde de salah ve saadetlerini tekeffül etmiş, hidayet ve irşadlarını uhdesine almış bir İmamın bulunması icab ettiğine inanırız. Bu İmam, insanların din ve dünya işlerini tedbir etmek, aralarından zulmü, düşmanlığı gidermek, adaleti yaymak hususunda peygamberin umumi vilayetini haizdir ve bu bakımdan İmamet, nübüvvetin devamıdır Peygamberleri göndermek, nasıl bir lutuf ise, peygamberden sonra, onun yerine İmamı nasbetmek de İlahiyyat......................................... ....................67 lutufdur ve vücub-ı zati ile Allahii Teala'ya vacibdir; bu bakımdan İmamet, ancak Allahii Teala'dan nass ile, yahud o İmamdan önceki İmamın, onun İmametini beyaniyle tahakkuk eder; insanların seçmesiyle, istemesiyle olmaz; insanlar dilediklerini Imam olarak tayin, yahud dilediklerini azl hakkina da sahip değillerdir. Aynı zamanda insanlar, İmamsız da kalamazlar; çünkü Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem, "Kim zamammn İmamını bilmeden, tammadan ölürse, cahiliyyet ölünıü iizere ölmüştür" buyurmuşlardır. Aynı zamanda asirlardan bir asnn, halkin kendisine itaatı farz edilmiş bir İmamsız geçmesi de mümkün değildir. insanlar, onu kabul etseler de, etmeseler de, ona yardimda bulunsalar da, bulunmasalar da, ona muti olsalar da, olmasalar da, her asirda, her zaman, Allah tarafindan nasbedilmiş bir İmam mevcuttur. İmamın, halk tarafindan tanınıp bilinmesi, yahud bilinmemesi, Hazret-i Peygamberin (s.a.v.) mağarada, Ebu-Talib şı'bında gizlenmeleri gibi halktan gizlenmesi aynıdır; nitekim aklen, bu gizleniş zamammn uzun, yahud kısa olması arasinda da bir fark yokdur. Allahii Taala, "Her topluma bir hidayet veren vardir"32 ve "Hie bir iimmet yoktur ki içlerinden bir korkutucu çıkmasın"33 buyurmaktadir ------------------ 32- Ra'd, 7. 33-Fatir, 24. İlahiyyat......................................... ....................68
24- İMAM'IN İSMETİ
__________________________________________________ ___
İmamın da, peygamber gibi içte, dışta, görünürde, gizlilikte, bütün kötü ve pis şeylerden, doğumundan vefatına dek masum olduğuna inanıyoruz; İmam, imametten önce, sonra, soy-boy şerefı bakımından en yüce ve temiz kişi olup her türlü kötülükten, suçtan, yanılmadan, yanlış iş görmeden, unutmadan ve her türlü aşağılık şeylerden masumdur. İmamlar, şeriati koruyan, onun hükümlerini halk arasında icra eden kişiler bulunduklarından, onların da peygamberler gibi masum olmalari ve ismet hususunda peygamberle imam arasında bir fark bulunmaması gerektir.
25- IMAM'IN SIFATLARI VE BİLGİSİ
_________________________________________
İmamın, peygamber gibi yiğitlik, kerem, temizlik, gerçeklik, adalet, tedbir, hikmet ve bütün üstünlükle ve iyi huylar bakımından halkın en seçkini olması gerektir ve buna inanmaktayız; peygamberde bu sıfatların bulunmasına ait delil, aynen İmamda da tatbıyk edilir. İmamın, ilahi hükümlere, ilahi maarife, bütün bilgilere sahip olması, peygamber, yahud kendisinden önceki İmam vasıtasıyladır. Yepyeni bir şey hakkında da İmam, Allahü Taala'nın, ona ihsan ettiği kudsi kuvvetle, ilham yoluyla gereği gibi hükmeder, o şeyi, künhüyle anlar, bilir. Bir şeye yönelirse, onu bilmek dilerse, o şey hakkında, ancak gerçeği bilir; yanılmaz, şüpheye düşmez; bu hususta aklı delillere, yahud belletenlerin belletmesine ihtiyaci yoktur; bilgisi, ıktiza edince daha da derinleşir, daha da îlahiyyat......................................... ....................69 ziyadeleşir ve bu yüzdendir ki Rasul-i Ekrem'e (s.a.v.) "Rabbim, bilgimi ziyade et"34 demesi emir buyurulmuştur. İnsan, hayatında bazı şeyleri, bazı anlarda hads yoluyla kavrar; bu da ilhamın bir nev'idir. İnsandaki bu kudret, bazı kere çoğalır, bazı kere ise azalır ve bunda, önceden çalışıp uğraşmasına, yahud öğretmenlerin belletmesine lüzum yoktur. İşte bu kabiliyet, Allah tarafından İmam'a, en üstün bir tarzda ihsan edilmiştir! İmam, herhangi bir şeyi bilmek dilerse, o işin bütün gerçeği, tozdan-pasdan arınmış, yapımı güzel bir aynaya, karşısındaki şeyler, nasıl akseder, olduğu gibi görünürse, İmamın gönlüne de böyle aks eder, görünür. Bu, Hazret-i Peygamberin, (sallallahu aleyhi ve alihi), ve İmamların hayatlarında, her an görülmektedir. Hiç biri, bir muallime gitmemiş, bir mürebbiden bir şey öğrenmemiştir; hatta okumayı, yazmayı bile talim yoluyla elde ettiklerine dair bir rivayet mevcut değildir. Hiç biri, bir hocadan ders görmemiş, hiç biri bir mektebe, bir medreseye gitmemiştir. Böyle olduğu halde, kendilerine bir şey sorulunca, ona derhal ve en doğru cevabı vermedeler, dillerine, bilmiyorum sözü gelmediği gibi cevap vermek için düşünmeleri, yahud cevabı bir müddet sonraya te'hirleri de vaki değildir. Diğer bilginlere, bilgide ileri gidenlere bakınca görüyoruz ki, bilgi elde etmek için bir, yahud bir çok üstada baş vuruyorlar, onlann tedris meclislerine devam ediyorlar, sonunda, onların birinden, yahud bir kaçından, rivayet için icazet alıyorlar; böyle 34-Taha, 114. îlahiyyat......................................... .................... 70 olduğu halde gene de bir çok mes'elede, bildiklerinin çoğunda şüpheleri var ve bunu kendileri de itiraf ediyorlar.
26- İMAMLARA İTAAT
__________________________________________________ ___
İmamların, (aleyhimüsselam), Allahu Taala'nın bize, emirlerine itaat etmeyi emir buyurduğu "Ülülemr-emredenler, emretmek salahiyetine sahip olanlar"35 olduklarına, "İnsanlara tanıklık edeceklerine"36, Allah'ın kapıları, O'na varan yollar ve O'nun delilleri bulunduklarına inanıyoruz. Bu yüzden de onlar, Allah'ın bilgi hazineleri, vahyinin tercemanları, tevhidinin direkleri, marifetin hazinedarlarıdır ve yıldızlar, nasıl gök ehline amansa, onlar da yer ehline amandır. Onlar, bu ümmetin içinde, Nuh peygamberin (a.s.) gemisine benzerler; binen kurtulur, binmeyen helak olur-gider ve onlar, Kur'an-ı Mecid'de buyurulduğu gibi "Kadirleri yüceltilmiş kullardır ki Allah'ın buyruğuna muhalefette bulunmazlar ve O'nun emrini tutarlar"37; ve "Onlar Allahu Taala'nin her çeşit kötülükten, suçtan arıttığı, tertemiz ettiği kişilerdir"38. Onların buyrukları, Allahü Taala'nın buyruklarıdır; nehiyleri O'nun nehyidir; onlara itaat, Allah'a itaattir; onlara isyan, Allah'a isyandır. Onları seven, Allah'ı sever; onlara düşman olan, Allah'a da düşman olur. Onların --------------------------
35- Nisa, 59.
36-Bakara, 1143.
37- Enbiya, 27.
38-Ahzab, 33. îlahiyyat......................................... .................... 71 emirlerini reddetmek caiz değildir; reddeden, Rasulullah'in (s.a.v) emrini reddetmiş gibidir; Rasulullah'in emrini reddeden ise, Allahu Taala'nm emrini reddetmiş sayılır. Onlann emirlerine inkıyad ve itaat, sözlerini kabul gerektir ve gene bundan dolayıdır ki şer'i hükümleri, ancak onlardan alabileceğimize, başkalarından almamızın sahih olmayacağına inanırız; farz olan teklifleri, ancak onlann yoluyla ahzedebiliriz; çünkü arzettiğimiz gibi, Rasulullah'in (s.a.v.) sahih hadisinin hükmünce onlar, Nuh peygambenn (a.s.) gemisine benzerler; o gemiye giren kişi kurtulmuştur; girmeyense bu dalgalanıp duran, çoşup köpüren denizin şüphe ve sapıklık dalgalarına kapılır, boğulup gider. Diinyevi ve dini işlerimizde, Rasulullah'in (s.a.v.) Ehl-i Beytine (a.s.) miiracaat etmemizin gerekli olduğuna en kesin delilimiz, Rasul-i Ekrem'in (s.a.v.), "Ben, gerçekten de sizin içinizde iki paha biçilmez şey bırakıyorum, birisi, öbüründen daha da biiyiik: Allah'ın kitabı, gökten yere uzatılmış ip ve benim Ehl-i Beytim. İkisine yapışırsanız, benden sonra ebedi olarak dalalete düşmezsiniz" buyurmuş olmalarıdır. Bu hadis-i serif, Ehl-i Siinnet ve Şia yollarından rivayet edilen ve iki firka tarafindan da kabul edilen hadis-i şeriftir. Aynı hadis, "Bu ikisi, Havz kıyısında bana ulaşıncaya kadar birbirinden ayrilmaz" hiikmiinii de ihtiva etmektedir. Bundan, açıkça anlaşılmaktadır ki Kur'an-ı Kerim ile Ehl-i Beyti ayıran, hidayete erişmez; Ehl-i Beyt "Kurtuluş gemisi"dir ve Ehl-i Beyt'ten aynlan, helakden kurtulamaz. îlahiyyat......................................... .................... 72
27- EHL-İ BEYT'İ SEVMEK
__________________________________________________ ___
Allahu Taala, "De ki: Sizden ecir olarak ancak yakınlara sevgi istemekteyim"39 buyurmuştur. Bu sevgi, inancımızca, Ehl-i Beyte temessükten ileri bir vücubdur; çünkü Allahü Taala, Ehl-i Beyti sevmeyi emir buyurmakta, insanlan bu emir dolayısiyle, bu sevgiden sorumlu tutmaktadır. Hazret-i Peygamberden de (s.a.v.), onları sevmenin iman alameti, onlara buğzetmenin nifak nişanesi bulunduğu, onlan sevenin, Allah ve Rasulünü seveceği, onlara buğzedenin, Allah ve Rasulüne buğzetmiş olacağı hakkında mütevatir hadisler tahric edilmiştir. Onları sevmek farzdır, İslam dininin zaruri şiarındandır; bu hususta şüpheye, tartışmaya imkan yoktur. Bütün müslümanlar, mezheplerinde, re'ylerinde ayrılık bulunsa bile, bunda ittifak etmişlerdir; ancak azınlık bir fırka, bu hususta öbür müslümanlardan aynlmıştır ve bunlar, Al-i Muhammed'e (s.a.v.) düşman olmuşlar, Ehl-i Beyt düşmanlığı diktikleri cihetle de "Navasıb - düşmanlığı dikenler" diye anılmışlardır; bu yüzden de kesin bir gerçeği inkar etmişlerdir ki namazı, zekatı, şehadet getirseler bile risaleti inkar etmiş sayılırlar ve nifak alametiyle tanınırlar; çünkü arzettiğimiz gibi Ehl-i Beyti sevmek, iman alametidir; onlara buğzetmek ise nifak alameti. Hiç şüphe yok ki, Allah-u Taala, Ehl-i Beyti sevmeyi, sevilmeye layık olduklarından, noksan sıfatlardan
39- Şura, 23.
İlahiyyat......................................... .................... 73 münezzeh bulunan Allahü Taala'ya manevi yakınlıklarından, şirkden, isyanlardan, Allah'in lutfundan, kereminden, razılığından uzak düşmekten, her çeşit kötülükten tamamiyle arınmış bulunduklanndan dolayı kullanna emir buyurmuştur. Yoksa Allahii Taala, isyani mucib olan şeyleri irtikab edeni, yahud O'na, gereği gibi itaat etmeyeni sevmeyi emretmez; bu, tasavvur bile edilemez; çünkü yaratıkların hepsi de, zatina nisbetle kuldur ve ayni kulluk derecesindedir; O, ancak zatindan en ziyade çekinenleri, kendi katında yüceltmiştir; insanlara, sevmelerini emir buyurduğu kişiler, hiç şüphe yok ki insanların, kendisinden en fazla çekinenleridir, katında en üstün derecede bulunanlarıdır, bunlarda bu vasıflar bulunmasaydı, bunlardan başkaları o sevgiye mazhar olmakta daha ileri olsalardı, bunları sevmeyi emir buyurması, abes olurdu. 28- İMAMLAR HAKKINDAKİ İNANCIMIZ
__________________________________________________ ___
İmamlar hakkında aşırı inanç besleyenlerin, yahud hulule inananların inançlarını beslemeyiz; "O söz, onların ağızlarından çıkan ne de büyük bir söz"40; ne de büyük bir küfür. Bizim inancımız şudur: Onlar da bizim gibi insandır; bize emredilenler, onlara da emredilmiştir; bizim nehyedildiğimiz şeylerden, onlar da nehyedilmiştir. Bize olan tebşirde, tenzirde onlar da dahildir Ancak onlar, Allahü Taala'nın yüceltmesiyle, vilayetine mazhar kılmasıyla yüceltilen, lutfa nail olan kullardır. Onlar, bilgi, -------------------------
40-Kehf, 5. îlahiyyat......................................... .................... 74 takva, yiğitlik, kerem, temizlik ve bütün üstün huylar, güzel ve övülmesi gereken sıfatlar bakımından, insanlığın en yüce derecelerine ulaşmışlar, bu yüzden de İmamet makaamına yüceltilmişlerdir; hükmetmek, hakim olmak bakımından, Peygamberden (s.a.v.) sonra din ve dünya işlerinde insanların baş vuracakları kişiler olmuşlardır; Kur'an-ı Kerim'in tenzilini, te'vilini, tefsirini, hakkıyla onlar bilirler. Nitekim İmamımız Cafer Sadık (aleyhisselam), "Bizim hakkımızda yaratıklara caiz olan şeyler, bizden size bildirilir de onları anlayamazsanız, onlar hakkında ayak diremeyin, onları inkar etmeyin, bu hususta bize müracaat edin; fakat hakkımızda, yaratıklarda olmasına imkan bulunmayan şeyler nakledilirse reddedin, onlar hakkında bize baş vurmayın" buyurmuşlardır.
29- İMAMET NASS İLEDİR
__________________________________________________ ___
İmametin de nübüvvet gibi, Allahü Taala tarafından nass ile ve Rasulünün iblağıyle, yahud nass ile İmam olanın, kendisinden sonraki İmamı bildirmesiyle sabit olacağına inanmaktayız ve bu husustaki hüküm, nübüvvetteki hükmün aynıdır; yani insanlann, bütün insanları hidayete eriştirmek ve irşad etmek için tayin buyurduğu zata hükmetmeye hak ve salahiyetleri olmadığı gibi böyle birisini tayin etmeye, secmeğe de hakları yoktur; bu tayin ve secmek, ancak Allahii Taala'ya aittir. Peygamber-i Ekrem'in (s.a.v.) kendilerinden sonra halifelerini, halkın imamını bildirdiklerine, mü'minlere îlahiyyat......................................... .................... 75 emir, vahye emin ve halka imam olarak amcalarının oğulları Ebu-Talib oğlu Ali'yi (a.s.) Allahü Taala'nın emriyle bildirdiklerine inanmaktayız. Bunu, bir çok yerde bildirmişlerdir; O cümleden olarak GADİR günü, "Bilin ki ben kimin mevlası isem, bu Ali, onıın mevlasıdır. Allah'ım, onu seveni sev, düşmanına, düşman ol; ona yardım edene yardım et, onu horlayanı hor-hakıyr eyle; nereye yönelirse hakkı onıınla beraber kıl" buyurarak mü'minlere emir olduklannı bildirdiklerine, onu hilafetlerine tayin buyurduklarına, halktan onun için bey'at aldıklarına inanmaktayız. İmametlerine nass olarak önce, Allah-u Taala tarafından, "Kendilerine en yakın olanları korkut"41 emri buyurulunca, toplantıda bulunan Haşim oğullarına, o sıralarda henüz pek genç olan Ali'yi (a.s.) gösterip, "Bu, benim kardeşimdir, vasımdir, benden sonra halifemdir; onu dinleyin ve ona itaat edin" buyurmuşlardı. "Sen bana, Harun, Musa'ya ne menziledeyse o menziledesin; ancak benden sonra peygamber yok" hadislerini ise bir çok kere, çeşitli münasebetle halka duyurmuşlardı. Bunlardan başka, "Söz ancak bııdıır ki sizin veliniz Allah'dır ve Rasulüdür ve inananlar ve rükü halinde zekat verenlerdir"42 ayet-i kerimesi de bunu isbat ve te'yid etmekte, Hazret-i Ali'nin (a.s.) vilayet-i ammesini bildirmektedir; bu ayet-i kerime, Hazret-i Ali'nin (a.s.) namaz kılarlarken rüku'da, yüzüklerini yoksula vermeleri üzerine nazil olmuştur. Bu
41- Şuara, 214.
42- Maide, 60.
îlahiyyat......................................... .................... 76 kitap, Emir'ül-Mü'minin'in (a.s.) İmametleri hakkındaki bütün ayetleri, hadisleri ve rivayetleri zikir ve tafsile müsait olmadığından bu kadannı yeter buluyoruz. Hazret-i Peygamberden (s.a.v.) sonra Emir'ül-Müminin (a.s.) oğulları Hasan ve Huseyn'in (a.s.) İmametlerini bildirmişler, Huseyn (a.s.), oğulları Zeynülabidin Ali'nin (a.s.) İmametini ve böylece de sonuncu İmama dek her İmam, kendisinden sonra kimin İmam olacağını beyan buyurmuştur; tarih sırasıyla İmamlar, bundan sonraki bölümde bildirilmiştir.
30- İMAMLARIN SAYILARI
__________________________________________________ ___
Gerçek olarak İmamların, dini-dünyevi işlerde müslümanların baş vuracağı oniki olduğuna inanmaktayız; Rasülüllah (sallallahü aleyhi ve alihi ve sellem) de bunlann hepsini adlarıyla beyan buyurmuşlardır; her İmam da kendisinden sonraki İmamı bildirmiştir. İmamlar, sırasıyla şunlardır:
1) Eb'ül-Hasan Ali bin Ebi-Talib (El-Mürtaza). Hicretten yirmi üç yıl önce doğmuşlar, Hicri kırkıncı
yılda şehid edilmişlerdir.
2) Ebu-Muhammed Hasan bin Ali (Ezzeki) 2-50.
3) Ebu-Abdullah Huseyn bin Ali (Seyyid'üş-Şüheda) 3-61.
4) Ebu-Muhammed Ali bin Huseyn (Zeyniilabidin) 38-85.
5) Ebu-Ca'fer Muhammed bin Ali (El-Bakir). 57-114. îlahiyyat......................................... .................... 77
6) Ebu-Abdullah Ca'fer bin Muhammed (Es-Sadık) 93-148.
7) Ebu-İbrahim Musa bin Ca'fer (El-Kazım) 128-193.
8) Eb'ül-Hasan Ali bin Musa (Er-Rıza) 148-203.
9) Ebu-Ca'fer Muhammed bin Ali (El-Cevad) 195-220.
10) Eb'ül-Hasan Ali bin Muhammed (El-Hadi) 212-254. 11) Ebu-Muhammed Hasan bin Ali (El-Askeri) 232-260. 12) Eb'ul-Kasim M H M D bin Hasan (El-Mehdi) 265. Onikinci İmam, asrımızda beklenen gaaib huccettir; Allahü Taala, yeryüzünü, zulüm ve cevr ile dolduktan sonra, adaletle, eşitlikle doldurmak iizere, zuhurunu tezleştirip yakınlaştırsın, çıkmasını kolaylaştırsın.
31- MEHDİ HAKKINDAKİ İNANCIMIZ
__________________________________________________ ___
Yeryüzünü, zulümle, cevirle dolduktan sonra adaletle, eşitlikle dolduracak olan ve Hazret-i Fatıma (aleyha selamın) evladından bulunan Mehdi'nin zuhur edeceği müjdesi, Rasul-i Ekrem'den (s.a.v.) Tevatürle sabittir ve meşreblerinin ayrılıklarına rağmen bütün müslümanlar, buna dair hadisleri rivayet etmişlerdir. Bu inanç, bazı mugalatacıların sandıkları ve yaydıkları gibi, Şia'nın icad ettiği bir düşüncenin ifadesi değildir. Mehdi fıkri, Rasülüllah'dan (s.a.v.) gelmeseydi ve bütün müslümanlar, buna inanmasalardı, ta eski çağlardan beri Kisanilerden, Abbasoğullarından, Alevilerden ve diğer îlahiyyat......................................... .................... 78 taifelerden, bu inanca dayanarak, yalan yere Mehdilik davasına kalkışanlar, bu iddia ile nüfuzlarını kuvvetlendirmeye çalışanlar, böylece de iktidara sahip olmaya, saltanat kurmaya uğraşanlar çıkmazdı. Biz İslam dininin gerçekliğine, ilahi ve son din olduğuna inandığımız, insanları ve insanlığı düzene sokmak için başka bir dinin meydana çıkmayacağına, buna imkan bulunmadığına iman ettiğimiz için İslam dıninin tam anlamıyla yayılacağına, İslamın tam olarak kuvvetleneceğine, alemin de bu suretle zulümden, bozgundan arınacağına ve Mehdi'nin zuhur edeceğine iman etmekteyiz. İslam'a bir çok bid'atler girmiş, İslam namına bir çok sapıklıklar meydana çıkmıştır. Dinin kuvvet bulması, bid'atlerin, sapıklıkların tümden kalkması için ilahi bir lütuf, rabbani bir inayet gerektir. Allahü Taala tarafından kulları böyle bir hidayete sevk edenin, olağanüstü bir kudretle zuhur ederek yeryüzünü, zulüm ve cevirle dolduktan sonra adaletle, eşitlikle doldurması gerekir. Hasılı İslam dininin son din olduğuna ve gerçek bulunduğuna, Allah-ü Taala'nın va'dettiği gibi aleme yayılacağına inandığımız gibi, insanları fesaddan, zulümden kurtaracak bir ıslah edenin, Mehdi'nin zuhur edeceğine de iman etmek icabeder. Bu yüzdendir ki İmamiyye ve diğer İslam mezheblerinin hepsi, böyle bir zatın zuhuruna inanmışlardır; ancak aramızdaki fark şudur: İmamiyye, Mehdi'nin, 256 Hicride doğan ve İmam Hasan'ül-Askeri'nin oğlu olup cedleri Rasulüllah'ın (s.a.v.) adaşı bulunan onikinci imam olduğuna inanmaktadır; bu da peygamber-i Ekrem'den (s.a.v.) ve Ehl-i Beytinden îlahiyyat......................................... .................... 79 gelen mütevatir haberlere dayanmaktadır. Doğumu ve gizlenmesi, mütevatir olarak nakil ve rivayet edilmiştir; esasen çağlardan hiç bir çağda İmametin kesilmesi caiz değildir. İmam gizli olsa da, Allahü Taala tarafından takdir edilen günde, elbette zuhur edecektir ve bu, ilahi sırlardan bir sırdır ki ancak Allahü Taala'ya ma'lumdur. Mehdi'nin, bu kadar uzun bir müddet hayatta kalması, Allahü Taala'nın bir i'cazıdır; babalarının vefatlarında beş yaşında olmaları ve bu yaşda ümmetin imametini tekeffül etmeleri, Hazret-i İsa'nın (a.s.) beşikte iken insanlarla konuşmasından, peygamber olarak gönderildiğini söylemesinden daha büyük bir mu'cize değildir. Tıb, tabii ömrün uzatılabileceğini söylese de, buna inansa da, inanmasa da, Allahü Taala'nın her şey'e gücü yeter; nitekim Nuh peygamber (a.s.) pek uzun bir ömür sürmüştür; İsa peygamber (a.s.), Kur'an-ı Kerim'in bildirdiğine göre hala sağdır. Birisi, hem müslüman olduğunu iddia eder, hem de Kur'an-ı Kerim'in verdiği haberde şüpheye düşer, artık esenlik İslama. İman sahibi olduğunu iddia ettiği, Kur'an'a inandığını söylediği halde böyle bir şey'in olabileceğinde şüphe eden kişiye şaşılır doğrusu. Ancak şunu da söylememiz gerek: İslamı düzene sokacak, adaleti yayacak böyle bir zatın geleceğini bekleyip dinin ahkamını o zaman aktarmak, marufu buyurmaktan, münkeri nehy etmekten vaz geçmek, hiç bir vakit caiz olamaz. Müslüman, her an, şer'i hükümlerle amel etmeye me'murdur; kendisini gerçeğe götürecek yolları aramak, ona vacibdir; marufu, elinden geldiği kadar emretmesi, halkı münkerden nehy eylemesi îlahiyyat......................................... ....................80 gerektir; çünkü peygamberimiz (s.a.v.) "Hepiniz de çobansınız ve hepiniz sürüsünden sorumludur" buyurmuşlardır. Alemi düzene sokacak Mehdi'nin, bu kutluluğu, bu müjdeyi sağlayıp tatbik sahasına koyacak hidayet sahibinin gelmesini bekleyip vacib olan şeyleri o zamana bırakmak caiz değildir. Bu zuhur müjdesi, kuldan teklifı ıskaat etmez, şer'i hükümleri o zamana birakmasini icab ettirmez.
32- RİC'AT HAKKINDAKİ İNANCIMIZ
________________________________________________-
İmamiyye'nin, Ehl-i Beytden gelen rivayetlere göre Allahü Taala'nın, ölenlerin bir bölümünü, öldükleri surette dünyaya getireceğine, böylece de bir bölüğün yüceltileceğine, bir bölüğünün alçaltılacağına, gerçeklerin haklı olduklarının, zalimlerin haksız bulunduklarının meydana çıkacağına inançları vardır ve bu, Al-i Muhammed'in Mehdisi, (aleyhi ve aleyhim efzalüssalati vesselam), zuhurunda olacaktır. Dünyaya döndürülecek kişiler, imanda en üstün olanlarla fesadda en aşağı derecede bulunanlardır. Bunlar sonra tekrar ölecekler, kıyamet koptuktan sonra sevaba nail olacaklar ve azaba uğrayacaklardır. Allahü Taala, bunu Kur'an-ı Kerim'inde "Rabbimiz dediler, bizi iki kere öldürdün ve iki kere dirilttin; artık suçlarımızı da söyledin; çıkmamıza bir yol yok mu"43 ayet-i kerimesinde bu ric'at ettirilenlerden hallerini düzene -------------------------
43-Gaafir, 11.
îlahiyyat......................................... ....................81 sokmayanların, bir kere daha dünyaya döndürülmelerini isteyeceklerini bildirmektedir. Evet, Kur'an-ı Kerim, dünyaya ric'atin vuku bulacağını bildirmekte, Ehl-i Beytden gelen rivayetler de bunu te'yid etmektedir. İmamiyyenin çoğu, bu ric'ati kabul etmektedir; ancak pek azı, ric'ati, zuhuru beklenen İmamın zamanında, devletin, emir ve nehyin Ehl-i Beyte rücu edeceği tarzında yorumlamış, şahısların, ölenlerin ric'ati olmadığını söylemiştir. Ehl-i Sünnet, ric'ati kabul etmez; hatta bu yüzden Şia'yı kınamaya kalkar. Fakat şu muhakkakdır ki ric'ate inanmak, ne tevhid inancına zıddır, ne nübüvvet inancına; hatta bu iki inancı kuvvetlendirir. Çünkü ric'at inancı, ölenlerin kıyamette dirileceği, Hazret-i Peygamber'den (s.a.v.) ve Ehl-i Beytinden zuhur eden mu'cizelere iman etmeyi pekiştirir. Bu inanç, İsa peygamberin (a.s.) ölüyü diriltmesi mu'cizesinin aynıdır; hatta ondan da üstündür. Allahü Taala Kuran-ı Kerim'inde buyurur: "Dedi ki, Çürümüş-gitmiş, dağılmış kemikleri kim diriltir? De ki, onları ilk defa düzüp koşan, meydana getiren diriltir ve O, her çeşit yaratmayı bilendir."44 ric'at inancı, bu ayet-i kerimeyi izah eder. Ric'at inancını kınayıp onu, batıl tenasuh inancı sayanlara gelince: Bunlar, tenasuhla cismanı meadı birbirinden ayırt etmeyenlerdir. Ric'at, cismanı meadın bir nevidir; tenasuh ise, ruhun bir bedenden tamamiyle aynlıp bir başka bedene girmesi inancıdır; bunda cismanı mead inancı ----------------------
44- Yasın, 78-79.
İlahiyyat......................................... ....................82 yoktur. Ric'at, ruhun, bütün hususiyetleriyle ilk bedene girmesidir. Ric'at, tenasuh olarak kabul edilirse, İsa peygamberin (a.s.) ölüyü diriltmesi, hatta cismani mead da tenasuh sayihr. Ric'at hususunda iki yönden tartışma olabilir: Birincisi, bunun mümkün olmayışı, ikincisi, bu husustaki haberlerin doğru bulunmayışı, fakat iki yönden de kınayış doğru değildir. Çünkü İslam mezheblerinde sarih nassa dayanmayan nice inançlar vardır ki bu inançları güdenler, tekfır edilemez; bu inançların erbabı, İslamdan çıkmış sayılamaz; peygamberin (s.a.v.) yanıldığına, haşa, isyan etmesinin cevazına, şeytanın, vahiy sırasında kendilerine bazı sözler ilka ettiğine, bunları da vahiy sanarak okuduklarına, vaid hususundaki telakkiye, cenab-ı Peygamberin (s.a.v.) kendilerine halife tayin buyurmadığına; yahud Kur'an'ın mahluk olmadığına inanmak gibi, kaldı ki bu iki yönde de gerçeklik yoktur; tartışılmaya değmez. Çünkü ric'at inancı, bir nevi ba'se inanmaktır ve ba'se iman, İslami zarurettir. Ric'at da, dünyaya, vakti belirli bir ba'sden başka bir şey değildir. Ölülerin dirilmeleri, nasıl mümkün ise, bu da mümkündür. Ric'ati, olmayacak bir şey sanmak, dünya yaşayışına alışmanın sonucu, "Çürümüş-gitmiş, dağılıp yok olnııış kemikleri kim diriltir"45 diyenin zannina, sözüne benzer. Halbuki ona "De ki: Onları ilk def a düzüp koşan, meydana getiren diriltir ve O, her çeşit yaratmayı bilendir"46 cevabı verilmiştir. 45- Yasın, 78. 46- Yasin, 79. İlahiyyat......................................... ....................83 Evet, bu mes'ele gibi tasdıkı, yahud inkan hususunda bizce bir akli delil bulunmayan şeylerde, vahy-i ilahi masdanndan gelen dini naslara müracaatımız icab eder. Kur'an-i Kerim'de bazı ölülerin dünyaya ric'ati sabittir; Al-i İmran suresinin, 49 ayet-i kerimesinde, İsa aleyhisselamın ölüyü diriltmesi ve Bakara suresinde, bu dünyada öldürdüğü ve yüzyıl sonra dirilttiği beyan edilmektedir; "Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün ve iki kere dirilttin derler..."47 ayet-i kerimesini zikretmiştir; bazı müfessirlerin yorumlarına ragmen bu ayetlerin anlamlarındaki açıklık meydandadır. Şaşılacak şey şudur ki bazı yazarlar, Teşeyyudaki ric'at inancinin, Yahudiliğin te'siriyle meydana geldiğini söylemişlerdir. Bu iddiaya inanmak, ancak, İslami inançların bazılarında da bu te'siri görmekle sonuçlanır. Kaldı ki ric'at inancı, imanın usulünden olmadığı gibi bu hususta nazara, incelemeye de liizum yoktur. Bizim ric'ate inancımız, Ehl-i Beytten (aleyhimiisselam), gelen sahih hadislere dayanmaktadir ve biz, Ehl-i Beytin ismetine iman etmişiz; gaybe ait şeylerde, onların haberlerine inanmışız ve ric'atin vukuunu gayr-i miimkiin görmüyoruz.
33- TAKIYYE HUSUSUNDAKİ İNANCIMIZ
_________________________________________
Sadık-ı Al-i Muhammed'in, (aleyhi ve aleyhimiüsselam), "Takiyye benim dinimdir ve
47- Bakara, 259. îlahiyyat......................................... ....................84 babalarımın dinidir" ve "Takiyyesi olmayanın dini de yoktur" buyurdukları gerçek olarak rivayet edilmiştir. "Veky" kökünden gelen "Takıyye"nin anlamı, bir toplumdan, yahud birinden, çeşitli suretlerle korunmak, mensub olduğu zümreyi, zümrenin malını canını, inancını zarardan emin etmektir. Bu, kendilerinden ve kendilerine uyanlardan zararı uzaklaştırmak, canlarını korumak, müslümanların düzenini ve birliklerini sağlamak için Ehl-i Beyt'in şiarıdır. Her insan, canına, yahud malına, yahud da yakınlarına bir zarar geleceğini anlayınca, tabii olarak bu zararı giderebilmek için inancını gizlemek zorundadır; Ehl-i Beyt İmamları ve onlara uyanlar da, hemen her an, düşmanlarının çeşitli saldırılarına karşı bu zarureti duymuşlar, inançlarını, ibadetlerini gizlemişler, bu yüzden de öbür insanlardan, başka mezheb ehlinden ziyade "Takıyye" ile ün kazanmışlardır. Takiyye'nin gerekli ve gereksiz yerleri vardır ve her hususta, herhalde vacib değildir; hatta sırasında, gerçeği belirtmek, dine yardım etmek, Allah yolunda savaşmak gibi hallerde Takıyye'yi terk etmek vacibdir; bu gibi hallerde mala-cana bakılmaz. Kanlarının dökülmesi haram olan kişilerin öldürülmesi ihtimali, yahut batılı tervic, yahud da dinin esasının bozulması, müslümanların sapıklığa sevki, zulüm ve cevrin açıkça icra edilmesi gibi hallerde, hasılı temeli sarsan hususlarda Takıyye haram olur. Takıyye, bazılarının sandıkları gibi "İmamiyye"yi gizli bir yeraltı toplumu haline getirmeyi amaçlamaz; dini ve din hükümlerini bir sir haline getirmeye yönelmez. Bu, nasıl düşünülebilir ki İmamiyyenin kitapları, fıkha, İlahiyyat......................................... ....................55 ahkama, kelama, inançlara ait te'lifleri haddi aşkındır ve her yanda mevcuttur. Fakat, ancak İmamiyyeyi kınamayı kuranlar, asirlar boyunca Emeviler, Abbas oğulları, ıktidarı ele geçiren başkalan, kılıçla yaptıklarını yeter bulmamışlar, bir de kınayışa koyulmuşlar, Takıyyeyi de bir kınayış vesilesi olarak kullanmışlardır. Takıyye'nin, dinde olmadığını söyleyip İmamiyye'yi kınayanlara, önce İmam Sadık'ın (a.s.) "Takıyyesi olmayanin dini yoktur" buyruğunu hatırlatır, Takiyye'nin, insanhk aleminde bir zaruret olduğunu bildiririrz; sonra Takiyye'nin Kur'an-i Kerim'de de mevcut olduğunu, bilhassa söyleriz. Mesala, "Gönlü imanla yatışmış, gönlüyle imam tam benimsemiş olduğıı halde zorla, istemeksizin Allah'a kâfir olandan başka"48 buyurulmaktadır ki, bu ayet-i kerime, Islam düşmanlarından korkarak kafırlerin söylemek istedikleri sözleri söyleyen Ammar bin Yasir hakkinda nazil olmuştur. Al-i İmran surenin 28. ayet-i kerimesinde de, mealen, "İnananlar, iman edenleri bırakıp da kafirleri dost edinmesinler; bunu yapan, Allah'dan hiç bir şey'e nail olamaz; ancak kafirlerden çekinmeniz miistesna" buyurulmaktadir. Mii'min suresinin 28 ayet-i kerimesinde ise Fir'avn soyundan gelen bir mü'minin, imanını gizlediği bildirilmektedir ki, Takiyyedir ancak.
48- Nahl, 106. Ilahiyyat......................................... ....................86