Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Reenkarnasyon (Tenasüh )

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: Reenkarnasyon (Tenasüh )

    Konuyla alakalı bişey göremedim desem ??
    Benim yazdıklarıma cevap ne ?? ayet gayet açık ve net.Ölümü yanlış almışsınız ama ölüm bir fiildir ve önce yaşamak gerek.Bu ayeti başka nasıl tefsir edebilirlerki ??.
    '. merak ettim şia tefsircilerinden önce nasıl yaşıyorlardı şiiler.Kuran gayet açık ve net değilmi yukarda ayetleride yazdım.Tefsirde ayetlerde şundan dolayı reenkarnasyon olamaz diyemiyor başta bunu reddetmiş bi şekilde tefsir yapılmış.

    Yorum


      #17
      Ynt: Reenkarnasyon (Tenasüh )

      "Melekler, kendilerine zulmeden kişilerin canlarını aldıklarında, onlara, "Ne işte idiniz?" derler. Onlar da: "Biz yer yüzünde zayıf kimselerdik." derler. Melekler: "Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi, siz de orada hicret etseydiniz ya?" derler. İşte bunların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü gidiş yeridir." (Nisa, 97)

      El Mizandan

      "Melekler, nefislerine zulmedenlerin canlarını alırken;" Ayetin orijinalinde geçen "teveffâhum=canlarını alırken" fiili, mazi veya müzari kipindedir. Aslı "tetevveffâhum"dur. Kullanımda hafiflik olsun diye "tâ"ların biri düşürülmüştür. Şu ayette olduğu gibi: "Nefislerine zulüm ederlerken meleklerin canlarını aldıgılerine zulüm ederlerken meleklerin canlarını aldıgı kimseler, 'Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk!' diye teslim olurlar." (Nahl, 28) [Bu ayette canlarını alma anlamında kullanılan fiil "tetevvefâhum" şeklinde geçer.]

      Benzeri ayetten de anlaşıldığı gibi "zulüm"den maksat, onların şirk yurdunda kalmak, kâfirler arasında yaşamak, dolayısıyla dini bilgileri edinme ve dinin kulluk görevlerini yerine getirmedeki çağrısını
      uygulamaya geçirme imkânından yoksun kalmak suretiyle Allah'ın dininden ve dinin şiarlarını ikame etmekten yüz çevirmeleridir. [Kulluk görevlerini rahat bir şekilde yerine getiremedikleri şirk diyarını terk etmemeleridir.] "Ne yapmakta idiniz? derler. 'Biz yeryüzünde çaresiz ve zayıf bırakılmış (mustazaf)lar idik' diye cevap verirler..." şeklinde başlayan üç ayetin akışı bu yorumu destekleyici niteliktedir.

      Yüce Allah, "Allah'ın lâneti zalimlerin üzerine olsun." (A'râf, 44 ve Hûd, 19) ayetlerinde, "zalimler" kavramını [nefse veya başkalarına zulmetmeyi belirtmeksizin] mutlak olarak kullandıktan sonra, "Onlar (insanları) Allah'ın yolundan alıkoyan ve onun egri olmasını isteyenlerdir." buyurarak bu kelimeye açıklık getirmiştir. Dolayısıyla bu iki ayetin, zulmü açıklamadaki ortak mesajı şudur: Zulüm, Allah'ın dinine sırt çevirmek ve onun eğri, çarpık ve saptırılmış olmasını istemektir. Bu anlam, tefsirini sunduğumuz ayetin tasvir ettiği objektif durum [ve bizim az önce yaptığımız açıklama] ile de örtüşmektedir.

      "Ne yapmakta idiniz?" derler." Yani, dini yaşama bağlamında durumunuz neydi? Ayetin orijinalinde geçen "fîme" bileşiğinin sonundaki "me" edatı, soru edatı olan "ma" kelimesinin kısaltılmış şeklidir, ki kullanım hafifliği sağlamak amacıyla sonundaki "elif" harfi hazfedilmiştir.

      Ayette genel olarak, rivayetlerde "Kabir Sorgusu" olarak nitelenen olaya yönelik bir işaret vardır. Bilindiği gibi kabir sorgusu, ölümün gerçekleşmesinden sonra meleklerin ölünün dinini sormalarına denir. Şu ayet de buna delâlet etmektedir: "Nefislerine zulmederken meleklerin, canlarını aldıgı kimseler, 'Biz hiçbir kötülük
      yapmıyorduk!' diye teslim olurlar. 'Hayır, Allah sizin yaptıklarınızı elbette çok iyi bilendir. O hâlde, içinde sürekli kalacagınız cehennemin kapılarından girin! Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür! (Kötülüklerden) sakınanlara, 'Rabbiniz ne indirdi?' denildiginde, 'Hayır( indirdi)! derler." (Nahl, 28-30)

      "Biz yeryüzünde çaresiz ve zayıf bırakılan (mustazaf)lar idik, diye cevap verirler. Melekler de, 'Allah'ın yeri geniş değil miydi? Onda hicret etseydiniz ya!' derler." Meleklerin "Ne yapmakta idiniz?" sorusu, dinsel açıdan yaşadıkları duruma ilişkindir. Bu soruya muhatap olan kimseler de dinsel açıdan iyi bir duruma sahip
      olmayan kimselerdir. Bu yüzden sebebi [yani, dini yaşamamalarına sebep olanı] müsebbebin [yani, kendi durumlarını anlatmalarının] yerine koymak suretiyle cevap veriyorlar. Şöyle ki; onlar, güç sahibi müşriklerin egemen olduğu bir yerde dini yaşama imkânını bulamıyorlardı. Çünkü bu müşrikler, onları çaresiz ve zayıf düşürüyor, güçlenmelerine engel oluyorlardı. Böylece dinin öngördüğü şeriata ve yasalara sarılıp, uygulamaya geçirerek pratik hayatta yaşamalarına imkân vermiyorlardı.

      Şayet doğru söylüyorlarsa, zayıf düşürülmüş olmaları, kendilerinin şirk yurdunda yerleşik bir hayat yaşıyor olmalarından kaynaklanıyordu. Çaresiz ve zayıf bırakılmaları, yaşadıkları yurdun müşriklerin egemenlikleri altında olmasından ileri geliyordu. Ancak [ortada bir başka gerçek de var. O da şu ki,] o egemen müşrikler
      dünyanın her tarafına ve onların yaşadıkları yerin dışında başka yerlere de egemen değillerdi ya! Dolayısıyla bu adamlar her hâlükârda mustazaf (zayıf düşürülmüş) değillerdi. Yani, zayıflıkları sadece içinde bulundukları ortam için geçerliydi. Onu da, o yurdu terk etmek ve çıkıp gitmek suretiyle değiştirmek ellerindeydi. Bu yüzden melekler, onların mustazaflık iddialarını yalanlayarak yeryüzünün Allah'ın arzı olduğu ve Allah'ın arzının da, içinde yaşadıkları ve ayrılmadıkları yerden çok daha geniş olduğunu vurgulayarak
      bahanelerini boşa çıkarıyorlar. Çünkü, göç etmek suretiyle zayıf düşürüldükleri yerden ve ortamdan kurtulmaları mümkündü. Dolayısıyla mustazaflık bağından kurtulacak güçleri olduğu için onlar gerçek mustazaflar değillerdi. Demek ki bu durumu, kendi kötü tercihleri sonucu seçmişlerdi.

      "Allah'ın yeri geniş degil miydi? Onda hicret etseydiniz ya!" cümlesindeki soru, "Ne yapmakta idiniz?" ifadesinde olduğu gibi, ayıplama ve kınama amaçlıdır. Daha önce yer verdiğimiz Nahl suresinin ilgili ayetlerinin akışından da anlaşıldığı gibi bu soruların ilkinin ["Ne yapmakta idiniz?"], durumun tespitine [ve dinsel açıdan nasıl bir duruma sahip olduklarına] yönelik olması mümkündür. Çünkü, Nahl suresinden anlaşıldığı kadarıyla bu tür soru, hem zalimlere, hem de muttakilere yönelik bir sorudur ve kınama amaçlı
      değildir. Ikincisi ise ["Allah'ın yeri geniş degil miydi?..."], her hâlükârda kınama amacına yöneliktir.
      Melekler, yeri Allah'a izafe ederek zikrediyorlar. Burada yüce Allah'ın önce arzı geniş kıldığına, sonra insanları imana ve amele davet ettiğine işaret ediliyor. Iki ayetten sonraki "Allah yolunda hicret eden kimse, yeryüzünde gidecek birçok yer ve genişlik bulur." ayeti de bu gerçeğe işaret etmektedir.
      Yerin "geniş" olarak nitelendirilmesi, hicret etmeyi; "Onda hicret etseydiniz ya! "ifadesi şeklinde kullanmayı gerektirmiştir. Yani, yerin bir bölgesinden bir diğer bölgesine göç etseydiniz ya! Şayet genişlik tasavvur edilmeden bir ifade kullanılsaydı, "Ondan hicret etseydiniz" denilmesi uygun düşerdi.

      Ardından yüce Allah, meleklerle onların bu söyleşini gözler önüne serdikten sonra şu hükmü veriyor: "İşte onların varacagı yer cehennemdir; orası ne kötü bir varış yeridir!"

      Yorum


        #18
        Ynt: Reenkarnasyon (Tenasüh )

        "Yoksa günah işleyip de kendisine ölüm gelince: "İşte ben şimdi tevbe ettim." diyen kimselerin tevbesi kabul edilmez. Kâfir olarak ölenlerin de tevbeleri kabul edilmez. İşte bunlara ahirette can yakıcı bir azap hazırlamışızdır." (Nisa, 18)

        El Mizandan

        "İçlerinden birine ölüm gelip çatıncaya kadar kötülükleri yapıp 'Ben şimdi tövbe ettim' diyenler... için tövbe yoktur." Bu ayette tövbe eylemi, birincisinde olduğu gibi, yüce Allah'a isnat edilmedi. Oysa kastedilen odur. Bu üslûp ile ayette sözü edilenlerden özel rahmetin ve ilâhî ilginin kesildiğine işaret edildiği gözden kaçmıyor. Nitekim kötülüklerin çoğul olarak ifade edilmesi, daha önce işaret edildiği gibi, Allah'ın onların kötülüklerini sayıp dökmek istediğine ve kötülükler sicillerine işlediğine delâlet eder.

        "Kötülükleri yapıp" cümlesinin "İçlerinden birine ölüm gelip ça-tıncaya kadar" cümlesi ile kayıtlanması, kötü eylemlerin devam ettiğini ifade eder. Bunun sebebi, ya tövbe konusunda ihmalkâr davranmanın, onu ertelemenin başlı başına sürekli tekrarlanan bir günah olması içindir veya tövbeyi ertelemenin, kötülüğü işlemekle aynı şey olduğu içindir ya da tövbe konusundaki ihmalkârlık, genellikle işlenmiş olan kötülüğün aynısının veya benzerinin tekrarlanmasıyla gerçekleşir olması içindir.

        Ayette "Onlara ölüm gelip çatıncaya kadar" değil de "içlerinden birine ölüm gelip çatıncaya kadar" deniyor. Bu ifade söz konusu günahkârların meseleyi hafife aldıklarına, önemsemediklerine delâlet eder. Yani o günahkârlar tövbe meselesini o kadar basit, o kadar önemsiz sayıyorlar ki, hiç umursamadan istediklerini yapıyorlar ve dilediklerini tercih ediyorlar. Bu arada içlerinden birinin başına ölüm geldiğinde 'Ben şu anda tövbe ediyorum' diyor. Böylece işin sonunda sırf ağızlarından çıkan bir sözle ya da içlerinden geçen bir duygu ile günahların tehlikeleri ve Allah'ın emrine uymamanın kötü sonucu olan helaket ortadan kalkıyor.

        Bu açıklamanın ışığında, ayetteki "tövbe ettim" ifadesinin niçin "şimdi" ile kayıtlandığı ortaya çıkıyor. Çünkü bu kayıttan anlıyoruz ki, adama "tövbe ettim" dedirten faktör ölümün eşiğine gelmek ve ahiret alâmetlerini gözlemlemektir. Adam ister bu sözü diliyle söylemiş olsun, ister olmasın fark etmez. Buna göre bu ifadenin anlamı 'Ben hak olan ölümü ve hak olan cezayı gerçek olarak gördüğüm için tövbe edi-yorum' şeklindedir. Bu anlamın bir benzerini yüce Allah kıyamet günü günahkârların dilinden şöyle naklediyor: "Suçluları, Rablerinin huzurunda utançtan başlarını öne eğmiş olarak 'Rabbimiz, gördük dinledik, artık bizi dünyaya geri gönder de iyi işler yapalım; artık kesin olarak inandık' derken bir görsen." (Secde, 12)

        Böyle bir tövbe kabul edilmez. Çünkü bu tövbenin sahibini yaptıklarından pişman olmaya zorlayan ve Rabbine dönmeye azmettiren faktör dünya hayatından ümit kesmesi ve farkına vardığı dehşetli yolculuktur. Geriye dönüş zamanı geçti. Çünkü artık ne dünya hayatı ve ne de amel işleme iradesi ve özgürlüğü kalmıştır.

        "Ve kâfir olarak ölenler" Bu ifade, tövbesi kabul olmayan diğer örneği ifade ediyor. Bu da küfrü devam ettiren, sonra da kâfir olarak ölen kimsedir. Yüce Allah böyle kimsenin tövbesini kabul etmez. Onun iman etmesi demek olan tövbesi o günde kendisine fayda getirmez. Ölümden sonra küfürden kurtuluş olmadığı ve kâfirlerin isteklerine cevap verilmeyeceği Kur'an'da birkaç kez tekrarlanmıştır.

        Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Yalnız tövbe edip düzeltenler ve gerçeği açıklayanlar müstesna; ben onların tövbelerini kabul ederim. Zira ben tövbelerin kabul edicisiyim ve merhametliyim. Ayetlerimizi inkâr etmiş ve kafir olarak ölmüş olanlara gelince Allah'ın, meleklerin ve insanların ortak lâneti onların üzerinedir. Bunlar sürekli lânetlenmiş olarak ebediyen cehennemde kalırlar. Ne azapları hafifletilir ve ne de yüzlerine bakılır." (Bakara, 162)

        "Şüphesiz, inkar edip kâfir olarak ölenlerin hiçbirisinden yeryüzü dolusu kadar altını fidye olarak verse de, kesin olarak kabul edilmez. Onlar için acı bir azap vardır ve onların yardımcıları yoktur." (Âl-i İmrân, 90) Onların hiçbir yardım edici bulamayacaklarının belirtilmesi, haklarında şefaatin geçerli olamayacağının ifadesidir. Bu gerçek, üçüncü ciltte yukarıdaki ayetin incelenmesi sırasında açıklanmıştı.

        "Ölenler" fiilinin "kâfir olarak" kaydı ile kayıtlanması şuna delâlet eder: Günahkâr bir mümin, günahkâr olarak ölürse tövbesi kabul edilebilir. Elbette o günahkârın Allah'a karşı büyüklük taslamaması ve tövbeyi ihmal etmemiş olması gerekir. Çünkü gerçi kulun iradesi ile kulluğa dönmesi anlamına gelen tövbesi, daha önce dediğimiz gibi, kulun ölmesi ile gündemden düşer; fakat Allah'ın kula mağfiret ve rahmetle yönelmesi anlamına gelen tövbesi, ölümden sonra şefaat edenlerin şefaatleri yolu ile gerçekleşebilir. Bu açıklama gösterir ki, bu iki ayette aslında yüce Allah'ın kula yönelik tövbesinin anlatılması istenmiştir, kulun tövbesine değinilmesi tali ve uydu bir hedeftir.

        "İşte onlar için acı bir azap hazırlamışızdır." Cümlenin orijinalinin başındaki işaret ismi (yani ûlaike) söz konusu kimselerin şereflendirme ve yakınlık alanından uzak olduklarına delâlet eder. Ayetin orijinalinde geçen "e'tedna" fiilinin mastarı olan "i'tad" hazırlamak veya vaatte bulunmak anlamına gelir.

        Tövbe hakkında

        Kur'an'da yer alan bütün anlamları ile tövbe, bu semavi kitaba özgü gerçek mesajlardan biridir. Çünkü küfürden ve şirkten dönerek iman etmek anlamındaki tövbe, diğer semavi dinlerde örneğin Hz. Musa ve Hz. İsa (onlara selam olsun) peygamberlerin dininde geçerli olmakla birlikte bu geçerlilik, tövbe gerçeğinin tahlili ve imana geçmesi açısından değil, doğrudan doğruya iman adını almasındandır.

        Hatta, Hıristiyanlığın temel dayanakları tövbenin fayda sağlamadığını, insanın ondan yararlanmasının imkansız olduğunu gösterir. Bu durum Hz. İsa'nın (a.s) çarmıha gerilmesi ve kendini feda etmesine ilişkin yapmış oldukları açıklamalardan açıkça ortaya çıkıyor. Bu kitabın üçüncü cildinde Hz. İsa'nın yaratılışını anlatırken bu meseleye değinmiştik.

        Durum böyleyken kilise, sonraları tövbe konusunda ifrata sürüklendi. Öyle ki, af belgelerini (endülüjans) satarak bu yolla kazanç sağlamaya yöneldi. Din adamları kendilerine itiraf edilen günahları affediyorlardı. Fakat Kur'an insanın durumunu çağrıya muhatap olma ve hidayete erme açısından tahlil etti. Onun Rabbine doğru iradi ilerleme sürecinde kesinlikle muhtaç olduğu kemal, keramet ve ahiret hayatı için lazım olan mutluluk bakımından özü itibarı ile mutlak anlamda fakir ve eli boş olduğunu gördü. Yüce Allah buyuruyor ki: "Ey insanlar, siz Allah'a muhtaçsınız, oysa Allah hiçbir şeye muhtaç değildir ve övgüye layıktır." (Fâtır, 15) "Müşrikler Allah'ı bir yana bırakarak hiçbir şey yaratmayan , kendileri birer yaratık olan, kendilerine ne zarar ve ne fayda dokunduramayan, öldürmeye, yaşatmaya ve yeniden diriltmeye güçleri yetmeyen ilâhlar edindiler." (Furkan, 3)

        İnsan aşağıdaki ayetlerde işaret edildiği gibi kötülük, Allah'tan uzaklaşma ve miskinlik tehlikesi ile yüz yüzedir. "Biz insanı en güzel yapıda yarattık. Sonra onu en aşağı düzeye indirdik." (Tîn, 5) "Aranızda cehenneme uğramayacak hiç kimse kalmayacaktır. Sonra kötülüklerden sakınanları kurtararak zalimleri diz üstü çökmüş durumda orada bırakırız." (Meryem, 72) "Bunun üzerine dedi ki: Ey Âdem, bu şeytan senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın. Yoksa sıkıntı çeker yorulursun." (Tâhâ, 118)

        Durum böyle olunca, insanın keramet alanına girmesi ve mutluluk karargâhına yerleşmesi, yüz yüze bulunduğu bedbahtlık ve Allah'tan uzak kalma tehlikesinden Rabbine yönelerek sıyrılmasına bağlıdır. Bu da mutluluğun temel ilkesi olan imanda ve mutluluğun ayrıntıları olan bütün salih amellerde Allah'a yönelmesi ve dönmesi ile olur. Yani bedbahtlığın temeli olan şirk ile bedbahtlığın ayrıntıları olan şirk dışındaki kötü işlerden dönmesi, tövbe etmesi gerekir. Buna göre Allah'a dönmek ve ondan uzak kalmanın ve bedbahtlığın kirlerinden arınmak anlamında tövbe, iman ederek keramet yurduna yerleşmenin, itaat ve yaklaşma karşılığında verilen çeşitli nimetler ile nimetlenmenin temel şartıdır. Başka bir deyişle, Allah'a ve onun keramet yurduna yerleşmek, şirkten ve her türlü günahtan tövbe etmeye dayanır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ey müminler, hepiniz tövbe ederek Allah'a yönelin ki, kurtuluşa eresiniz." (Nûr, 31) Buna göre Allah'a yönelme anlamına gelen tövbe, hem şirkten hem de günahlardan vazgeçmeyi, hatta inşallah ilerde anlatılacağı üzere bu ikisi ile birlikte başka şeylerden de sıyrılmayı ifade eder.

        Sonra insanoğlu özü itibari ile fakir olduğu, Rabbinin yardımı olmaksızın kendisine iyilik ve mutluluk sağlamaya gücü yetmediği için bu dönüşte de Rabbinin ilgisine ve yardımına muhtaçtır. Kulluk ve boyun eğmişlikle Rabbine dönebilmesi için Rabbinin başarı vermesine ve yardımına muhtaçtır. Bu yardım kulun tövbesinden önce gelen Allah'ın kula yönelik tövbesi, ona ilgi ile yönelmesidir. Yüce Allah bu konuda "Onlar tövbe etsinler diye Allah onlar için tövbe etti." (Tevbe, 118) buyuruyor. Bunun yanı sıra kulun Allah'a yönelişinin de O'nun tarafından kabul edilmeye ihtiyacı vardır. Bu da Allah'ın kulun günahlarını affetmesi ile, Rabbine uzak düşmenin pisliklerinden ve kirlerinden arındırması ile olur. İşte bu da kulun tövbesinden sonra gelen Allah'ın ikinci tövbesi, ikinci defa kuluna yönelişidir. Yüce Allah bu tövbe hakkında "İşte onlar, Allah onlar için tövbe eder." diye buyurmuştur.

        Eğer bu konuyu iyi düşünürsen, Allah'ın tövbesinin birden çok oluşunun sebebinin bu tövbenin kulun tövbesi ile karşılaştırılması, irti-batlandırılması olduğunu görürsün. Yoksa Allah'ın tövbesi aslında bir tanedir ve o da Allah'ın kuluna rahmeti ile yönelmesidir. Bu da kulun tövbe etmesi sırasında, bu tövbenin öncesinde ve sonrasında Allah'ın kuluna yönelmesi şeklinde gerçekleşir. Allah'ın bu yönenilişi bazen kulun tövbesi olmaksızın da gerçekleşebilir. "Kâfir olarak ölenler için tövbe yoktur." ifadesinin bu anlamı verdiğine ve kıyamet günü günahkârlar hakkında şefaatin kabul edilmesi de tövbenin kapsamına girdiğine değinmiştik. Şu ayet de bu konuda delildir: "Allah rahmetiyle size dönüp tövbelerinizi kabul etmek ister. Oysa nefislerinin arzuları peşinden koşanlar sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi isterler." (Nisâ, 27)

        Ayrıca yakınlık ve uzaklık nispî ve göreceli kavramlar oldukları için yakınlığın bazı aşamalarının diğerleri ile nispet edilmesi ile uzaklığa dönüşmesi mümkündür; bu takdirde mukarreb(=Allah'a yakınlaştırılmış) bazı salih kulların bulundukları konumdan daha yüksek ve Allah'a daha yakın bir konuma geçmeleri tövbe anlamının kapsamına girebilir. Yüce Allah'ın aslında kesin bir şekilde masum ve günahsız olduklarını ifade ettiği peygamberler hakkında naklettiği tövbeler bu söylediğimizin şahididir. Meselâ Hz. Âdem hakkında şöyle buyrulu-yor: "Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler belleyerek aldı. Bunun üzerine (Rabbi rahmetiyle) ona döndü." (Bakara, 37) Hz. İbrahim ile Hz. İsmail'in duaları şöyle naklediliyor: "Hani İbrahim ile İsmail, Kabe'nin duvarlarını yükseltirlerken şöyle dua etmişlerdi: Ey Rabbimiz... Tövbemizi kabul et. Hiç şüphesiz, sen tövbeleri kabul eden ve çok merhametlisin." (Bakara, 128) Hz. Musa'nın ağzından şu sözler naklediliyor: "Musa ayılınca "Sen her türlü noksanlıktan münezzehsin. Tövbe edip sana yöneldim. Ben müminlerin ilkiyim" dedi." (A'râf, 143) Söylediklerimizin bir örneği de Peygamberimize yöneltilen şu hitaptır: "Sabret, Allah'ın vaadi gerçektir. Günahlarının affedilmesini dile. Akşam-sabah Rabbini överek noksanlıklardan tenzih et." (Mümin, 55) Şu ayet de bu konudaki örneklerden biridir: "Andolsun Allah, Peygamberin ve o zor anda ona uyan Muhacirlerin ve Ensarın tövbelerini kabul etti." (Tevbe, 117)

        Kur'an'daki birçok mutlak anlamlı ayet, yüce Allah'ın bu genel kapsamlı tövbesine delâlet eder. Şu ayetler bunun örnekleridir: "Allah, günahların affedicisi ve tövbelerin kabul edicisidir." (Mü'min, 3) "O, kullarının tövbelerini kabul eder." (Şûrâ, 25) Bu anlamda başka ayetler de vardır.

        Yaptığımız açıklamalar şöyle özetlenebilir: Birinci olarak; Allah'ın kulun günahlarını affederek ve kalbindeki günah izlerini silerek -bu günah ister şirk, ister daha aşağısı olsun- sunduğu rahmet, O'nun kuluna yönelik tövbesidir. Günahlarının affı ve günah izlerinin silinmesi için -bu günah ister şirk, ister daha aşağısı olsun- Rabbine yönelmesi, kulun O'na tövbesidir.

        Bundan ortaya çıkıyor ki, hak içerikli davette şirke önem verildiği gibi diğer günahlar meselesine de önem verilmeli ve insanlara hem şirkten, hem de diğer günahlardan vazgeçmeyi kapsamına alan mutlak tövbe yapmaları önerilmelidir.

        İkinci olarak; gerek ilki gerekse sonrakisi ile Allah'ın kuluna yönelik tövbesi, kullarının yararlandığı diğer nimetler gibi bir armağandır. Allah için bir başkası tarafından mecburiyet ve yükümlülük söz konusu değildir. Aklen Allah'ın tövbeleri kabul etmesinin gerekliliğinin anlamı, aşağıdaki ayetlerin ifade ettiği anlamdan başka bir şey değildir. "O tövbelerin kabul edicisidir." (Mü'min, 3) "Ey müminler, hepiniz tövbe ederek Allah'a yönelin." (Nûr, 31) "Allah, tövbe edenleri sever." (Bakara, 222) "İşte Allah'ın rahmetiyle onlara dönüp tövbelerini kabul ettiği kimseler bunlardır." (Nisâ, 17) Bu ayetler Allah'ın tövbeleri kabul ettiğini, tövbe etmeyi önerdiğini, af dileyip ona yönelmeye çağırdığını ifade eden ayetler olduğu gibi, başka bazı ayetler asıl anlamları veya anlamlarının bir gereği olarak Allah'ın tövbeleri kabul ettiğini belirtmektedir. Hiç şüphesiz yüce Allah da sözünden vazgeçmez.

        Bundan şu husus anlaşılmış oldu ki, yüce Allah tövbeleri kabul etmeye mecbur değildir. Her alanda egemenlik ve yetki O'nun elindedir, dilediğini yapar ve istediği gibi hükmeder. Dolayısıyla istediği tövbeyi vaat ettiği üzere kabul eder, istediğini reddeder. Nitekim ayetin zahirinden anlaşılan, bunu ifade etmektedir: "Doğrusu iman ettikten sonra inkar edip sonra da inkarlarını arttıranların tövbeleri kesinlikle kabul edilmez." (Âl-i İmrân, 91) Şu ayet de bu kategoriye girebilir: "Allah önce iman edip arkasından inkar edenleri, sonra yine iman edip arkasından inkar edenleri, sonra da inkarlarını arttıranları asla affetmez, onları doğru yola iletmez." (Nisâ, 137)

        Bu konuda söylenebilecek en ilginç söz, Firavun'un boğulması ve tövbe etmesi ile ilgili olarak söylenen sözdür. Önce bu olayı anlatan ayeti okuyoruz: "Sonunda Firavun boğulmanın eşiğine geldiğinde İsrail oğullarının inandıkları ilâhtan başka ilâh olmadığına inandım. Ben de ona teslim olanlardan biriyim, dedi. Şimdi mi aklın başına geldi? Daha önce hep Allah'a karşı gelmiş ve bozgunculardan biri olmuştun." (Yûnus, 91)

        Sözünü ettiğimiz tuhaf sözün sahibi bu konuda özetle şöyle diyor: Bu ayet, Firavun'un tövbesinin kabul edilmediğini göstermez. Kur'an-'da Firavunun ebedî helâke mahkum olduğunu bildiren hiçbir ayet yoktur. Allah'ın rahmetinin genişliğini, onun gazabını geride bıraktığını düşündüğümüzde boynunu bükerek, ümitsizlik ve hayal kırıklığının çaresizliği içinde O'nun rahmet ve kerem kapısına baş vuranı, Allah'ın reddedeceğini caiz görmek uzak bir ihtimal olur. Bizden biri bile insan fıtratının kerem, cömertlik ve merhamet içerikli ahlâkına göre hareket ettiğinde eski kötülüklerinden gerçekten pişman olan kimselere merhamet ederken merhametlilerin en merhametlisi, keremlilerin en keremlisi ve kurtuluş dileyenlerin kurtarıcısı olan yüce Allah'ın böylele-rine karşı ilgisiz kalacağı hiç düşünülebilir mi?

        İşte "İçlerinden birine ölüm gelip çatıncaya kadar kötülükleri yapıp 'Ben şimdi tövbe ettim' diyenler... için tövbe yoktur." (Nisâ, 18) ayeti bu görüşü çürütüp reddediyor. Daha önce belirtildiği gibi, o kritik andaki pişmanlık yalancı bir pişmanlıktır. İnsanı bu pişmanlığı göstermeye sevk eden faktör, günahının vebalini ve belanın indiğini görmüş olmasıdır.

        Eğer her pişmanlık tövbe ve her tövbe makbul olsaydı bile, kıyamet günü günahkârların durumunu anlatan "Onlar azabı görünce piş-manlığı yüreklerine gömdüler." (Sebe, 33) ayet ile daha birçok ayet bunu reddederdi. Bu ayetlerde günahkârların yaptıklarına pişman oldukları, iyi ameller işlemek için dünyaya geri dönmek istedikleri açıklanıyor ve bu isteklerinin geri gönderildikleri takdirde tekrar kendilerine yasaklanan kötülüklere dalacakları, yalancı oldukları gerekçesi ile reddedildiği anlatılıyor.

        Anlatıldığı şekli ile Kur'an'ın tövbenin tahliline ilişkin izlediği yöntemin, gerçekler pazarında değeri olmayan zihni bir tahlil ve inceleme olduğu sanısına asla kapılmamak gerekir. Bunun izahı şöyledir: İnsan ile ilgili mutluluk, mutsuzluk ve iyilik, bedbahtlık konularına ilişkin inceleme bundan başka bir sonuç vermez. Çünkü biz toplumdaki sıradan insanın durumunu göz önüne alır ve o insanın eğitimin ve öğretimin etkisi altında olduğunu gözden kaçırmazsak, böyle bir insanın yalnız başına sosyal iyilikten ve bedbahtlıktan yana boş olduğunu, bu şıkların her ikisine de elverişli olduğunu görürüz. Sonra eğer bu insan iyilikle donanmak, sosyal takva kılığına bürünmek isterse, içinde bulunduğu durumdan çıkmasını sağlayacak sebeplerin bir araya gelmesi gerekir. Bu da manevî mutluluk konusunda yüce Allah'ın, kula yönelik ilk tövbesine tekabül eder. Sonra o kimsenin içinde bulunduğu kötülüklerden, ayak bağlarından ve ihmalkarlıktan kendini sıyırması, kurtarması gerekir. Bu da bizim sözünü ettiğimiz kul tövbesi yerine geçer.

        Sonra bu kişinin kalbine egemen olan kötülüklerin ve bozuklukların yok olması, böylece kalbinde kemal sıfatının, iyilik nurunun yerleşmesi gerekir. Çünkü iyilik ile bedbahtlık aynı kalpte birlikte barınamaz. Bu da bizim sözünü ettiğimiz tövbenin kabul edilmesi, günahların affedilmesi aşamasına tekabül eder. Aynı şekilde insanın fıtrata bağlı olarak gerçekleşen sosyal gelişme ve mutluluk sürecinde, dinin tövbe konusunda yüce Allah'ın insanları yarattığı fıtrat uyarınca göz önünde bulundurduğu bütün hükümler ve etkiler geçerlidir.

        Üçüncü olarak; naklettiğimiz ve etmediğimiz ayetlerden anlaşılacağı üzere tövbe, insanın ruhu üzerinde etkisi olan bir gerçektir. Bu gerçek, insan ruhunu ıslah eder, onun dünya ve ahiret mutluluğunu sağlayan insanî iyiliğe hazırlar. Başka bir ifade ile tövbe, -şartları gerçekleşince- dünya ve ahiret hayatında bütün bedbahtlıkları insana yönelten, onu mutluluk koltuğuna oturmaktan alıkoyan nefsanî kötülüklerin giderilmesinde faydalı olur. Şer'î hükümlere ve din kurallarına gelince, bunlar günah işlemekle insanın üzerinden kalkmadıkları gibi tövbe ile de kalkmazlar.

        Evet. Bazı hükümlerin tövbe ile irtibatı olabilir ve dolayısıyla o hükümlerin yasalaştırılmasında yatan maslahatlara göre tövbe aracılığıyla kaldırılabilir. Fakat bu durum, tövbenin herhangi bir hükmü kaldırdığından farklı bir şeydir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "İçinizden fuhuş yapan iki tarafa (erkek ve kadına) eziyet edin; eğer tövbe edip kendilerini düzeltirlerse, artık onlardan vazgeçin (eziyet etmeyin). Çünkü Allah, tövbeleri çok kabul eden ve rahimdir." (Nisâ, 16) "Allah'a ve Peygambere savaş açanların ve yeryüzünde kargaşa çıkaranların cezası ya öldürülmeleri ya da idam edilmeleri ya el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi ya da yaşadıkları yerlerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyadaki perişanlıklarıdır. Ahirette ise onları ağır bir azap beklemektedir. Yalnız bunların içinde tarafınızdan yakalanmadan önce tövbe edenler müstesna; bilin ki, Allah affedici ve merhametlidir." (Mâide, 34) Bu anlamda başka ayetler de vardır.

        Dördüncü olarak; tövbenin yasallaşmasının gerekçesi, daha önce dediğimiz gibi, günahların helak edici etkisinden kurtulmaktır. Çünkü tövbe, kurtuluş vesilesi ve mutluluğa ermenin ilk adımıdır. "Ey müminler, hepiniz Allah'a tövbe edin ki, kurtuluşa eresiniz." (Nûr, 31) ayeti bu gerçeğe işaret eder. Bunun yanı sıra bir başka faydası da insanın ümidini canlı tutması, onun durgunluğa ve sönüklüğe kapılmasını önlemesidir. İnsanın hayatî gelişimi ancak korku ve ümit dengesinin kurulması ile mümkündür. İnsan ancak bu denge sayesinde zararlı şeylerden kaçınır ve faydalı şeylere doğru gider. Aksi hâlde insan mahvolur. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "De ki, ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü o affedici ve merhametlidir. Rabbinize yönelin." (Zümer, 54)

        İnsan onun tabii özelliklerini tanıdığımız kadarıyla hayat pazarında kayba uğramadıkça faal ruhu coşkusunu, çalışma ve çaba hususunda kararlılık ve gayretini devam ettirir. Fakat çalışmasını boşa çıkaracak, emeğini sonuçsuz kılacak ve ilerisine yönelik ümidini kıracak şeyle karşılaşıp ona yenilince, ye'se (ümitsizliğe) kapılır, çalışma azmi kırılır. Kimi zaman başarıdan ümit kesmiş, hedefe varma beklentisi kırılmış olarak yoluna devam etmekten vazgeçer. Bu durumda tövbe; hastalığını tedavi edecek, mahvolmaya yüz tutan kalbine yeniden hayat verecek yegane ilaçtır.

        Yukarıdaki açıklamamızdan bazılarının tövbeyle ilgili şu sanılarının ne kadar asılsız olduğu ortaya çıkar. Bazıları tövbenin yasallaşmasının ve insanları buna çağırmanın günah işlemeyi teşvik ettiğini, ibadeti terk etmeye yol açtığını sanırlar. Şöyle ki, insan hangi günahı işlerse işlesin eğer Allah tarafından tövbesinin kabul edileceğine kesin olarak inanırsa, herhangi bir günah işlediği takdirde bu onda herhangi bir etkiye yol açmaz ve bu güven, onun günah işlemeye yönelik cüretini, kötülüklere dalma cesaretini arttırır ve önce günah işleyip sonra tövbe etme düşüncesi ile her kötülüğün kapısını çalar.

        Bu görüş şu yüzden asılsızdır: Kerametlerle donanmanın günahların affedilmesine bağlı olmasının yanı sıra tövbe ümidi korumak ve onun olumlu etkisini bırakması amacıyla yasallaşmıştır. Eğer tövbe kapısı açık tutulursa, insan önce günah işleyip sonra tövbe etme düşüncesine kapılır sözüne gelince; bunu iddia edenler şunun farkında değillerdir ki, bu türlü bir tövbe gerçek anlamda tövbe olmaz. Çünkü tövbe günahtan sıyrılmaktır. Ama söylendiği biçimi ile yapılacak tövbede günahtan sıyrılma niyeti yoktur. Çünkü böyle bir tövbe günahtan önce de günah sırasında da günah işlendikten sonra da vardır. Fiil gerçekleşmeden önce de pişman olmak, yani gerçek tövbe etmek anlamsızdır. Bu tür günahlarda tövbenin bir tek maksadı olabilir ki, o da âlemlerin Rabbi olan Allah'ı kandırmaktır. Oysa "kötü niyetli komplolar, sadece düzenleyicilerini tuzağa düşürür." (Fâtır, 43)

        Beşinci olarak; insanın kötü bir durumundan ibaret olan günah, onun hayatında kötü bir etkiye sahiptir. Günahtan dönülmesi, tövbe edilmesi için günahın kötü olduğunu kesinlikle bilmek gerekir. Eğer böyle bir bilgi olursa bir kere insanın yaptığına pişman olmaması mümkün değildir. Pişmanlık, kötü davranışın doğurduğu, insanın iç âleminde meydana gelen özel bir etkilenmedir. İkinci olarak bu hâlin kalıcı olabilmesi için o kötülüğe ters düşen iyi hareketlerin yapılması gerekir ki, söz konusu kötülükten vazgeçildiğine delil olsun.

        İşte şeriatın göz önünde bulundurduğu, hadislerde yer alan ve ahlâk kitaplarında değinilen pişmanlık, istiğfar, salih amele sarılma, günahlardan sıyrılma gibi bütün tövbe adabı bu gerçeğe dayanır.

        Altıncı olarak; insanın kendi iradesi ile kötülükten itaate ve kulluğa dönmesi demek olan tövbe, ancak irade ortamında gerçekleşir. Bu da irade alanı olan dünya hayatıdır. Kulun iyilik-kötülük, mutluluk-bedbahtlık yollarından birini tercih etme iradesine sahip olmadığı durumlara gelince, bu durumlarda tövbe söz konusu olamaz. Bu noktayı aydınlığa kavuşturacak hususu daha önce açıklamıştık.

        Kul hakları ile ilgili tövbe de bu kategoriye girer. Tövbe yüce Allah'ın hakları için geçerlidir. Kulların haklarına yönelik kötülüklerin ortadan kalkması, kötülüklerden zarar görenlerin rızasını gerektirir. Bu tür kötülükleri kesinlikle tövbe telafi etmez. Çünkü yüce Allah insanlara, onların malları, ırzları ve canları ile ilgili birtakım haklar tanıdı. Herhangi bir kimsenin bu haklarından herhangi birinin çiğnenmesini zulüm ve saldırı saydı. Kulların herhangi bir suçu yokken kendilerine tanıdığı bu hakların herhangi birini geri alması, böylece başkalarına yasakladığını kendisi yaparak o kullara zulmetmesi -hâşâ- düşünülemez. O "Hiç şüphesiz Allah insanlara asla zulmetmez." (Yûnus, 44) buyuruyor.

        Yalnız şirkten tövbe etmek demek olan İslâm, ayrıntılarla ilgili bütün eski kötülükleri, geçmiş sorumlulukları siler. Bunun delili Peygamberimizin (s.a.a) "İslâm kendisinden öncesini yok eder." biçimindeki hadisidir. (Sire-i Halebi, c.3, s.106) Bütün günahların affedileceğini haber veren mutlak ifadeli ayetleri de bu anlamda yorumlamak gerekir. Meselâ şu ayet gibi: "De ki, ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Allah bütün günahları affeder. Çünkü o affedici ve merhametlidir. Rabbinize yönelin, ona teslim olun." (Zümer, 54)

        Bir kötülüğün çığırını açan veya insanları doğru yola saptıran kimsenin tövbesi de bu kategoriye girer. Böyle bir kimsenin öncüsü olduğu kötülüğü her işleyen veya her doğru yoldan sapan kimse kadar günaha gireceğine ilişkin hadisler vardır. Böyle durumlarda gerçek anlamda dönüş gerçekleşemez. Çünkü bu durumlarda günah işleyen kimse öyle kötülükler yapmış olur ki, bu kötülükler kaldıkça etkileri kalır ve izlerinin silinmesi mümkün olmaz. Oysa eğer günah kul ile Allah arasında kalırsa onun izlerinin silinmesi mümkün olur.

        Yedinci olarak; gerçi tövbe silinebilecek günahları siler; nitekim şu ayet buna delâlet eder: "Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak faiz yemeye) son verirse, artık geçmişte olan (aldığı faizler) kendisinindir ve işi de Allah'a kalmıştır." (Bakara, 275) İkinci ciltte bu ayet incelenirken gereken açıklamayı yaptık. Yine bir başka ayetlerin zahirinden anlaşılan buna delâlet eder: "Yalnız tövbe edip iyi ameller işleyenler hariç. Allah böylelerinin kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah affedici ve merhametlidir. Kim tövbe eder de arkasından iyi işler yaparsa o kimse kararlı bir pişmanlıkla Allah'a yönelmiş olur." (Furkan, 71) özellikle bu ayetlerin ikincisi [Kim tövbe eder de...] üzerinde iyi düşünülürse, tek başına tövbenin veya tövbeye eklenecek iman ve salih amelin kötülüklerin iyiliklere dönüşmesini sağladığını görürüz.

        Yalnız günahtan uzak durmak, önce onu yapıp da sonra tövbe ile yok etmekten daha iyidir. Çünkü yüce Allah, nasıl olurlarsa olsunlar, günahların mutlaka bir tür şeytan vesvesesine dayandıklarını belirtiyor. Arkasından da günahlardan ve kötülüklerden uzak kalabilmiş, masum ihlaslılara başkalarına yönelttiği övgülerle kıyaslanamayacak derecede üstün övgüler yöneltmiştir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "İblis dedi ki: "Ey Rabbim, beni kışkırtıp sapıklığa düşürdüğün için dünyada kötülüğü onlara cazip göstererek hepsini yoldan çıkaracağım. Sadece onların arasındaki seçkin kıldığın kulların hariç. Allah dedi ki: İşte bana ileten doğru yolum budur. Sana uyan sapıklar dışındaki kullarım üzerinde senin hiçbir nüfuzun yoktur." (Hicr, 39-42) Yine yüce Allah bu hikâyede İblis'in ağzından "Onların çoğunu şükredici olarak bulamayacaksın." (A'râf, 17) buyuruyor.

        Bu ayetlerde sözü edilen kimseler teşrifi kulluk makamına tek başlarına sahiptirler. Tövbe edip de salih amel işleyen diğer kullar bu makamda onlara ortak olamazlar.


        ayetlerİn hadİsler ışığında açıklaması

        Men La Yahzuruh-ul Fakih adlı eserde, Resulullah Efendimizin (s.a.a) son hutbesinde şöyle buyurduğu naklediliyor: "Kim ölümünden bir yıl önce tövbe ederse, Allah rahmetiyle ona dönüp tövbesini kabul eder. Bir yıl uzun bir zamandır; kim ölümünden bir ay önce tövbe ederse, Allah rahmetiyle ona dönüp tövbesini kabul eder. Bir ay uzun bir zamandır; kim ölümüne bir gün kala tövbe ederse, Allah rahmetiyle ona dönüp tövbesini kabul eder. Bir gün uzun bir zamandır; kim ölümünden bir saat önce tövbe ederse, Allah rahmetiyle ona dönüp tövbesini kabul eder. Bir saat uzun bir zamandır; kim nefesi -eli ile boğazını göstererek- şuraya çıktığı anda tövbe ederse, Allah rahmetiyle ona dönüp tövbesini kabul eder."

        İmam Sadık'tan (a.s) "İçlerinden birine ölüm gelip çatıncaya kadar kötülükleri yapıp "Ben şimdi tövbe ettim" diyenler... için tövbe yoktur." ayeti hakkında sorulunca, "Bu ahiret belirtilerini görmek durumundadır." söyledi.

        Ben derim ki: İlk rivayet, İmam Sadık'a (a.s) isnat edilmiş olarak el-Kâfi adlı eserde yer aldığı gibi, Ehl-i Sünnet kanallarından da rivayet edilmiştir. Bu anlamda başka rivayetler de vardır. İkinci rivayet, hem ayeti, hem de ölüm gelip çatınca yapılan tövbenin kabul edilmediğine ilişkin rivayetleri açıklıyor. Ölümün eşiğine gelmenin ölümün farkına varmak ve ahiret belirtilerini gözlemlemek anlamına geldiğini belirtiyor ki, o anda yapılacak tövbe geçerli olamaz. Ama durumun farkına varmayan kimseye gelince, onun tövbesinin kabul edilmesine engel yoktur. Bu anlamda bazı rivayetler aşağıda gelecektir.

        Tefsir-ul Ayyâşî'de, Zürare kanalıyla İmam Bâkır'ın (a.s) şöyle dediği rivayet edilir: "İnsanın nefesi -eli ile gırtlağını göstererek- şuraya geldiğinde, âlimin (öleceğini bilenin) tövbesi geçerli olmaz. Ama cahil tövbe edebilir." (c.1, s.228, h:64)

        ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Ahmed ve Buhari'nin kendi tarihlerinde tahriç ettiklerine, Hâkim ve İbn-i Mürdeveyh'in naklettiklerine göre, Ebuzer Peygamberimizin (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Yüce Allah, perde düşmedikçe kulunun tövbesini kabul eder veya kulunu affeder." Peygamberimize 'Perdenin düşmesi ne demektir?' diye sorulunca; 'Adam müşrik olduğu hâlde can verir' diye cevap verdi." (c.2, s.131)

        Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde İbn-i Cerir'in Hasan'dan şöyle bir rivayet tahriç ettiği nakledilmiştir: Hasan "Peygamberimizin şöyle buyurduğu bana ulaştı:" demiştir. "İblis Âdem'in içinin boş olduğunu görünce 'senin ululuğuna yemin ederim ki, canı bedeninde olduğu sürece onun içinden çıkmayacağım' dedi. Yüce Allah da "Yüceliğim hakkı için canı bedeninde olduğu sürece kendisi ile tövbenin arasına girmeyeceğim" buyurdu." (c.2, s.130)

        el-Kâfi adlı eserde Ali Ahmesî kanalıyla İmam Bâkır'ın (a.s) şöyle dediği rivayet edilir: "Vallahi günahlardan ancak onları itiraf eden kurtulur." Ahmesî İmamın şöyle dediğini de ekler: "Pişmanlık tövbe o-larak yeterlidir." (c.2, s.426)

        Yine el-Kâfi adlı eserde İbn-i Veheb'e ulaşan iki kanaldan onun İmam Sadık'tan (a.s) şu buyruğu duyduğu nakledilir: "Kul, geri dönülmez bir kararlılıkla yürekten tövbe ettiği zaman Allah onu sever ve günahları üzerine örtü çeker." İmama "Allah'ın günahlar üzerine örtü örtmesi nasıl olur?" diye sorulunca sözlerine şöyle devam etti: "Yüce Allah o kulun yanı başındaki iki meleğe yazdıklarını unutturur. Arkasından adamın vücudunun organlarına ve yer parçalarına 'bu adamın günahlarını saklı tutun' diye vahyeder. Böylece Allah'ın huzuruna vardığında günahlarını ortaya dökecek hiçbir şahit bulunmaz." (c.2, s.430 ve 436)

        Yine el-Kâfi adlı eserde Muhammed b. Müslim, İmam Bâkır'dan (a.s) şöyle rivayet eder: "Ey Muhammed b. Müslim, mümin günahlarından tövbe edince o günahları affedilir. O hâlde mümin tövbeden ve aftan sonra işe yeniden başlasın. Vallahi, bu imtiyaz sadece müminler içindir." Ben "Eğer adam tövbeden ve af dilemeden sonra tekrar günah işlemeye döner ve yine tövbe ederse" diye sordum. İmam şöyle dedi: "Ey Muhammed b. Müslim, hiç mümin kul günahından pişman olarak Allah'tan af diler ve tövbe eder de Allah tövbesini kabul etmez mi?" Ben "Eğer adam bu işi defalarca tekrarlarsa, yani birçok kere günah işleyip sonra tövbe eder, af dilerse nasıl?" diye sordum. İmam bana şu cevabı verdi: "Mümin ne zaman af dilemeye ve tövbeye dönerse, Allah da ona afla yönelir. Allah affedici ve merhametlidir, tövbeyi kabul eder ve günahları bağışlar. Sakın müminlerin Allah'ın rahmetinden ümit kesmelerine sebep olma." (c.2, s.434)

        Tefsir-ul Ayyâşî'de yer aldığına göre Ebu Amr Zubeyri, İmam Sa-dık'ın (a.s) "Hiç şüphesiz tövbe ederek iman edip iyi ameller işleyenlere, sonra da doğru yoldan ayrılmayanlara karşı affediciyim." (Tâhâ, 82) ayeti hakkında şöyle dediğini naklediyor: "Bu ayetin bir tefsiri var. Bu tefsir, Allah'ın ancak ayetin bu tefsirine bağlı olarak O'nun huzuruna gelen kulun amelini kabul edeceğine delâlet eder. Allah'ın müminlere şart koştuğu ve "Allah'ın kabulünü üzerine aldığı tövbe ancak, bilgisizlikle kötülük yapanlar... içindir." buyurduğu sözünden şunu kastetmiştir: Kul, her günah işlediğinde eğer yaptığı günahı bilse bile cahildir. Çünkü kendini Rabbine isyan etme tehlikesine atmıştır. Yüce Allah, Hz. Yusuf'un kardeşlerine söylediği sözleri naklederek "Cahillik döneminizde Yusuf'a ve kardeşine neler yaptığınızı hatırlıyor musunuz?" (Yûsuf, 89) buyurarak Yusuf'un kardeşlerine cahillik damgası vuruyor. Çünkü onlar kendilerini Allah'a isyan etme tehlikesine atmış-lardı." (c.1, s.228, h:62)

        Ben derim ki: Bu rivayetin metninde karışıklık var. Anlaşıldığı kadarıyla, ilk cümleden şu kastedilmiştir: "Kulun ameli, ancak ona bağlı kaldığı takdirde, onunla çelişecek bir duruma düşmemesi şartı ile kabul edilir. O hâlde, tövbe ancak günahlardan vazgeçirici olduğu takdirde kabul edilir. İsterse bu vazgeçiricilik bir an için geçerli olsun. [Buna göre hadisin ilk bölümünün anlamı şöyle olur: "...Bu tefsir, Allah'ın ancak ayetin bu tefsirine ve müminlere amel konusunda koştuğu şarta bağlı olarak O'nun huzuruna gelen kulun amelini kabul eder.]

        İmamın "Allah'ın kabulünü üzerine aldığı tövbe..." diye başlayan ayetle ilgili sözleri öncekilerden ayrı sözlerdir. Bu sözlerin amacı ayetteki "bilgisizlikle" kaydının açıklama amaçlı bir kayıt olduğunu, daha önce belirttiğimiz iki tefsirden birine göre her günahta cehalet olduğunu bildirmektir. Mecma-ul Beyan tefsirinde rivayetin bu son bölümü İmam Sadık'a (a.s) isnat edilerek nakledilmiştir.




        Yorum


          #19
          Ynt: Reenkarnasyon (Tenasüh )

          kızılbaş kardeşim o zaman sizin dediğinize göre hareket edelim:biz o zaman bu dünyada neden kendimizi sınırlıyoruz neden günahtan sakınıyoruz neden paramızı harvurup harman savurmuyoruz neden gece uykumuzu bölüp namaza kalkıyoruz hiç birini yapmayalım o zaman bizde dünyanın sefasını sürelim nede olsa bir daha bu dünyaya geleceğiz enazından o bidahaki seferde yaparız
          bu mantıklımı sizce
          dediklerinizi okuyan biri böyle düşünebilir
          "eğer sıffinde engellenebilseydi cansız kuranın mızraklanışı o zaman kerbelada mızraklanmazdı canlı kuranın başı"

          Yorum


            #20
            Ynt: Reenkarnasyon (Tenasüh )

            [quote author=muttaki link=topic=6972.msg46127#msg46127 date=1249389927]
            kızılbaş kardeşim o zaman sizin dediğinize göre hareket edelim:biz o zaman bu dünyada neden kendimizi sınırlıyoruz neden günahtan sakınıyoruz neden paramızı harvurup harman savurmuyoruz neden gece uykumuzu bölüp namaza kalkıyoruz hiç birini yapmayalım o zaman bizde dünyanın sefasını sürelim nede olsa bir daha bu dünyaya geleceğiz enazından o bidahaki seferde yaparız
            bu mantıklımı sizce
            dediklerinizi okuyan biri böyle düşünebilir
            [/quote]

            Ya atıyorum 20 defa hayata geldik 19 kafir ol sonuncuda mümin yok öyle bişi her anımızdan sorumluyuz.Mesele şu zengin ve fakir insan olayı varya.O olayı okursak anlarız.Şartların eşit olması gerekir.Bu bi yana ordaki ayetler var.

            Yorum


              #21
              Ynt: Reenkarnasyon (Tenasüh )

              değwerli kardeşim allah sevdiği kuluna fakirlik verirmiş bu bir hadistir
              hem bu dünyada çekilen her sıkıntının karşılığı ahirette vardır sadece zenginlik fakirlik olayı değil mesela bir bakıyorsunuz bir insanın iki kolu birden yok yada iki bacağı yok allahu adil onlarıda böyle sınamaktadır artı zenginlikte çoğu zaman bir sınav olarak kula verilir allahu malik zengine verdiği malında hesabını tutar ve nasıl kullanılacağına bakar
              burda önemli olan müsibetleri doğru okumaktır insan bu dünyada çektiği sıkıntısının meyvesini ahirette muhakkak yiyecektir başka dünya başka ömür bu ahiret inancına terstir
              "eğer sıffinde engellenebilseydi cansız kuranın mızraklanışı o zaman kerbelada mızraklanmazdı canlı kuranın başı"

              Yorum


                #22
                Ynt: Reenkarnasyon (Tenasüh )

                [quote author=muttaki link=topic=6972.msg46139#msg46139 date=1249393175]
                değwerli kardeşim allah sevdiği kuluna fakirlik verirmiş bu bir hadistir
                hem bu dünyada çekilen her sıkıntının karşılığı ahirette vardır sadece zenginlik fakirlik olayı değil mesela bir bakıyorsunuz bir insanın iki kolu birden yok yada iki bacağı yok allahu adil onlarıda böyle sınamaktadır artı zenginlikte çoğu zaman bir sınav olarak kula verilir allahu malik zengine verdiği malında hesabını tutar ve nasıl kullanılacağına bakar
                burda önemli olan müsibetleri doğru okumaktır insan bu dünyada çektiği sıkıntısının meyvesini ahirette muhakkak yiyecektir başka dünya başka ömür bu ahiret inancına terstir
                [/quote]

                Canım kardeşim adamın 2 eli yok diyelim bide fakir bu adam isyan etmiş olsun ahirette karşılığını ateşle alıyor.Ayrıca Kuranda herkese kendi yaptığı dışında başka bir şey yok diyor.
                Dünya içinde böyle doğuştan sakat olanın suçu ne ?? Sınav demek yanlıştır.Çünkü kolay hayatta iman etmek var zor hayatta isyan.Zengin olanda zor bi hayatta isyan edecekti belki ve fakir olanda iyi bir hayatta mümin olacaktı.Bu durumda Allah bi kulunun imanı için çalışmış diyerinin inkarı için çalışmış olurki bu mümkün değil.

                Yorum


                  #23
                  Ynt: Reenkarnasyon (Tenasüh )

                  Zenginlik içinde yaşayan insanın da hayatı sınavdır. Fakirlik içinde yaşayanın da hayatı sınavdır.

                  ENAM SURESİ 165. AYET

                  O, SIZI YERYÜZÜNÜN HALIFELERI YAPAN VE SIZLERI VERDIĞI ŞEYLERLE DENEMEK IÇIN KIMINIZI KIMINIZE ÜSTÜN KILANDIR. ŞÜPHE YOK KI, RABBIN ÇABUK CEZALANDIRAN VE YINE ŞÜPHE YOK KI, O TEK BAĞIŞLAYAN, TEK MERHAMET EDENDIR.

                  Kısacası Kızılbaş kardeşim bu dünyada başımıza gelen her hayır ve şer ile deneniyoruz. Kimi doğuştan sakat kimi sonradan. Kimi doğuştan zengin kimi sonradan. Kimi doğuştan fakir, kimi sonradan.Veren de O'dur alan da. Önemli olan uyanık olmak şeytanın isyan tuzağına düşmemektir.

                  KIYAMET SURESİ 36. AYET

                  INSAN SANIR MI BAŞIBOŞ BIRAKILACAĞINI?

                  Yorum


                    #24
                    Ynt: Reenkarnasyon (Tenasüh )

                    [quote author=atlas link=topic=6972.msg46154#msg46154 date=1249399646]
                    Zenginlik içinde yaşayan insanın da hayatı sınavdır. Fakirlik içinde yaşayanın da hayatı sınavdır.

                    ENAM SURESİ 165. AYET

                    O, SIZI YERYÜZÜNÜN HALIFELERI YAPAN VE SIZLERI VERDIĞI ŞEYLERLE DENEMEK IÇIN KIMINIZI KIMINIZE ÜSTÜN KILANDIR. ŞÜPHE YOK KI, RABBIN ÇABUK CEZALANDIRAN VE YINE ŞÜPHE YOK KI, O TEK BAĞIŞLAYAN, TEK MERHAMET EDENDIR.

                    Kısacası Kızılbaş kardeşim bu dünyada başımıza gelen her hayır ve şer ile deneniyoruz. Kimi doğuştan sakat kimi sonradan. Kimi doğuştan zengin kimi sonradan. Kimi doğuştan fakir, kimi sonradan.Veren de O'dur alan da. Önemli olan uyanık olmak şeytanın isyan tuzağına düşmemektir.

                    KIYAMET SURESİ 36. AYET

                    INSAN SANIR MI BAŞIBOŞ BIRAKILACAĞINI?


                    [/quote]

                    Bu ayet bişeyi deeğiştirmezki bu hayatta sana bana karşı üstünlük verilmiştir diyerindede bana sana karşı üstünlük verilir.

                    Yorum


                      #25
                      Ynt: Reenkarnasyon (Tenasüh )

                      Yüce Allah (c.c.) Enam suresi 165. ayette neden bazı insanların diğerlerine göre daha iyi koşullarda (maddi manevi) yaratıldığını söylüyor.

                      Bu hayatta iyi para kazandın sıra şimdi fakir yaşayanda ya da; sen bu ömrünü fakir olarak geçirdin çok sıkıntı çektin bu hayatında da zenginliği tad bakalım veya Sen bu hayatında pek ilim öğrenemedin şimdi de seni alim bir babanın ailesine enkarne ediyorum veya Bu hayatında bedenen bazı eksikliklerin vardı sınavını geçtin şimdiki hayatında ise seni bedenen tam olarak yaratıyorum.Diyen bir yaratan düşüncesi kusura bakmayın ama bana ciddiyetten çok uzak geliyor.

                      Hz. İmam Sadık (a.s)'a: "Bize ölümü vasfedin denince, İmam (a.s) şöyle buyurur:

                      ..."Ölüm esnasında mü'minin karşılaştığı kolaylık, onun mükafatının acilen verilmesindendir. Mü'minin karşılaştığı zorluk ise, onun günahlarını temizleyerek, ahirete temiz olarak gelmesi ve hiçbir engelle karşılaşmadan ilahi mükafata liyakat kazanması içindir.

                      Kafirlerin ölüm esnasında gördüğü kolaylık ise, dünyada iken iyiliklerinin karşılığını görüp, ahirete yalnızca azabı gerektiren sebeplerle girmeleri içindir. Kafirlerin ölüm anında karşılaştığı zorluklar ise, iyiliklerinin mükafatı bittiğinden dolayı Allah'ın cezasının başlamasındandır. İşte durum budur. Allah adildir, kimseye zulmetmez."

                      Demek ki reenkarnasyon yok. Mükafat veya ceza ölüm anında bile verilebiliyor.

                      Yorum


                        #26
                        Ynt: Reenkarnasyon (Tenasüh )

                        [quote author=atlas link=topic=6972.msg46204#msg46204 date=1249409786]
                        Yüce Allah (c.c.) Enam suresi 165. ayette neden bazı insanların diğerlerine göre daha iyi koşullarda (maddi manevi) yaratıldığını söylüyor.

                        Bu hayatta iyi para kazandın sıra şimdi fakir yaşayanda ya da; sen bu ömrünü fakir olarak geçirdin çok sıkıntı çektin bu hayatında da zenginliği tad bakalım veya Sen bu hayatında pek ilim öğrenemedin şimdi de seni alim bir babanın ailesine enkarne ediyorum veya Bu hayatında bedenen bazı eksikliklerin vardı sınavını geçtin şimdiki hayatında ise seni bedenen tam olarak yaratıyorum.Diyen bir yaratan düşüncesi kusura bakmayın ama bana ciddiyetten çok uzak geliyor.

                        Hz. İmam Sadık (a.s)'a: "Bize ölümü vasfedin denince, İmam (a.s) şöyle buyurur:

                        ..."Ölüm esnasında mü'minin karşılaştığı kolaylık, onun mükafatının acilen verilmesindendir. Mü'minin karşılaştığı zorluk ise, onun günahlarını temizleyerek, ahirete temiz olarak gelmesi ve hiçbir engelle karşılaşmadan ilahi mükafata liyakat kazanması içindir.

                        Kafirlerin ölüm esnasında gördüğü kolaylık ise, dünyada iken iyiliklerinin karşılığını görüp, ahirete yalnızca azabı gerektiren sebeplerle girmeleri içindir. Kafirlerin ölüm anında karşılaştığı zorluklar ise, iyiliklerinin mükafatı bittiğinden dolayı Allah'ın cezasının başlamasındandır. İşte durum budur. Allah adildir, kimseye zulmetmez."

                        Demek ki reenkarnasyon yok. Mükafat veya ceza ölüm anında bile verilebiliyor.
                        [/quote]

                        Şu an ben takvalı bi hayat geçirirsem bu diğer hayatımı etkileyecek buda bir mükafat .Kuranda ayetler var paylaştığım ayrıca şu zengin ve fakir insan olayına mantıklı bir açıklama gelmedi.Sınav falan demek bişeyi değiştirmez sonuçta bi adaletsizlik var ortada eğer böyle olsaydı.Adalettende şüphemiz yok.

                        Yorum


                          #27
                          Ynt: Reenkarnasyon (Tenasüh )

                          Nasreddin eskiocakla yapılan bi röportajdan

                          Peki siz reenkarnasyon (yeniden doğuş) denilen ve büyük ölçüde yüzyıllardır insanların kafasını meşgul eden, bazılarınca kabul gören, bazen de sert bir şekilde red edilen eleştirilen, inkar edilen bir olayı da savunuyorsunuz, bu konu kitabınızda da var. Yine söyleşi olduğu için bu konuda alalım fikirlerinizi?

                          Biz buna gerçek bir şekilde inanıyoruz. Bir insan oğlunun bir defa dünyaya gelmekle ne cenneti hak edebilir, ne de cehennemi insanoğlu dirasetini bir yaşamda bitiremez. Bu bugün bile Profesör olmak için 40-50 yıl uğraşmak lazım. Cennetlik olabilmek için 1 yıllık iş değildir. Hiçbir üniversiteye kaydedilmeden bir kişi Prof, doktor, bir hakim olur mu? Akıl ve mantık bunu kabul eder mi? Örnek Hıristiyan bir çocuk doğuyor ve ölüyor Müslüman değil o daha iman’a davet edilmedi bir şey yapamaz o ne cenneti ne de cehennemi hak etmez. Cenabı Allah nereye götürecek onu? insan bunu düşünmüyor mu? Aklı selim’e olan insan bunu düşünecek olursa peki Allah‘ın adaleti nerede kaldı? Biz buna gerçekten inanıyoruz fakat biz fikrimizde yalnız değil yüce Allah‘ın kitabına dayanarak, gerçeklere dayanarak bunlara inanıyoruz. Ve gözümüzle mütadip defalarca hadiseler görmüşüz. Yüce Allah imanımızı güçlendirmek için bu hadiselerin çoğunu Hatay’da gösteriyor. Tabi yalnız Hatay’da değil, dünyanın her tarafından tekrar dünyaya gelen insanlar mevcuttur. Vardır kesin bir şekilde vardır. Ama bunu inkar edenler kendileri bilirler. Ben bunu kitabımda yazdım, yaratıcının azameti ve Kuran’daki reenkarnasyon Kuran’ı Kerim’e dayalı bir sürü ayetler vardır. Ondan sonra yalnız biz değil ilim adamları ileri gelenler doktor Prof. Dr Rafet Kayserilioğlunun iddiası ilahi adalet ancak yeniden dünyaya gelmekle sağlanır, demiştir. İnsanların öldükten sonra ruhlarının başka başka bedenlere tekrar dünyaya geldiğini iddialarının en kuvveti savunucularından biri bir defa dünyaya gelmekle ilahi adaletle bağdaşmaz diyen doktor Kayserilioğlu, ruhun her dünyaya gelişinde biraz daha olgunlaştığını iddia ediyor. Ben bunu gazeteden aldım bakın ilginç bir hadise; ağladı hayatı kurtuldu. Çöpten bebek çıktı. Düşünün bir bebek dünyaya geliyor. Annesi babası utançlarından bu bebeği çöp tenekesine atıyorlar. Bu bebeğin suçu ne? eğer bu hiç dünyaya gelmemiş ise Cenabı Allah bunu bir zulme uğratmamış mı? Düşünün Cenabı Allah hiç kimseye zerre kadar zulüm etmeyeceğine dair vaatte bulunmuştur. Bu bebek bir dava açabilir. Niye beni bu kötü ailenin yanına götürdün yoksa kendisi mi seçti bu aileyi?, yoksa hiçbir değeri olmadan karmakarışık bir şekilde insanlar dünyaya gönderiliyorlar. Reenkarnasyon bir gerçektir. Bu bir haktır, akıl ve mantığın kabul edebileceği şeydir. Kuran’da bir sürü ayetleri vardır. Bir çok filosoflar bunu kabul ediyor. Eflatun, Sokrates, Celalettin Rumi, Hıristiyanların ulemaları Cebran Halil, Mikail Naim, bütün bunlar reenkarnasyon kabul ediyorlar.

                          ----------------------

                          Hataydaki ve dünyanın birçok yerindeki örneklerden bahsetmemiz gerekirse.Hakikaten böyle örnekler var kişi bunlar saçmalık vb şeyler diyebilir ancak kişi önceki hayatındaki şeyleri söyleyebiliyor.Bunun dışında bazı bilim adamları hipnoz yöntemiyle kişinin önceki hayatını öğrenebiliyor.Tabi kişinin söyledikleri gerçekmi değilmi test etme imkanı olmadığı için kesin olarak bişey söylenemiyor.

                          Yorum


                            #28
                            Ynt: Reenkarnasyon (Tenasüh )

                            Sizin takvalı bir hayat geçirmeniz duası ile. Bunun mükafatını ölüm anında yaşayabileceğiniz kolaylıkla alabileceğinizi Hz. İmam Sadık (a.s) söylemiş. Bu, dünyadaki son mükafatınız. Bir de ahiretteki mükafatınız var elbet.

                            Zanginlik ve fakirlik olayına ise; muttaki kardeşimiz bi açıklama yapmış zaten.

                            [quote author=muttaki link=topic=6972.msg46056#msg46056 date=1249370278]
                            son birşey bu dünyada yaradanın bazı kullarına zenginlik vermesi fakir kulların ihtiyaçlarını karşılamaları içindir aslında zaten fakir kulların rızkıdır zengin olanın böyle olmasının sebebi
                            ama bu zengin olurda fakirin kendisinin olan rızkını vermezse işte buda onun amelidir ve allahu adil bu dünyada yada ahir hayatta adaletini uygulayacaktır
                            [/quote]

                            Kıyametin koptuğu, kainatın son gününde de zengin ve fakir insanlar olacaktır, Sakat ya da bedenen tam insanlar olacaktır. İlmi yüksek ve daha az yüksek insanlar olacaktır. Kısacası sizin deyiminizle bu dünyadaki eksikliğini Allah'ın adaletsiliği olarak görüp sonraki hayatında adaleti bekleyen enkarne olmayı bekleyen insanlar da olacak o kainatın son gününde.

                            Sorum şu :

                            Kıyamet kainatın sonu olduğuna göre; fakir ya da bedenen ilmen eksik olarak ölen biri tekrar enkarne olacak yani tekrar gelecek bir dünya, gezegen, yıldız, galaksi vb gibi bir mekan bulamayacak. Peki bu durumda fakir olarak ölen bir insan tekrar bedenlenemeyince ya da bedenen eksik olarak ölen biri tam bir beden bulamayacak bir dünya bulamayınca adalet yarım kalıyor mu sizin mantığınıza göre ?

                            Yorum


                              #29
                              Ynt: Reenkarnasyon (Tenasüh )

                              [quote author=atlas link=topic=6972.msg46208#msg46208 date=1249412530]
                              Sizin takvalı bir hayat geçirmeniz duası ile. Bunun mükafatını ölüm anında yaşayabileceğiniz kolaylıkla alabileceğinizi Hz. İmam Sadık (a.s) söylemiş. Bu, dünyadaki son mükafatınız. Bir de ahiretteki mükafatınız var elbet.

                              Zanginlik ve fakirlik olayına ise; muttaki kardeşimiz bi açıklama yapmış zaten.

                              [quote author=muttaki link=topic=6972.msg46056#msg46056 date=1249370278]
                              son birşey bu dünyada yaradanın bazı kullarına zenginlik vermesi fakir kulların ihtiyaçlarını karşılamaları içindir aslında zaten fakir kulların rızkıdır zengin olanın böyle olmasının sebebi
                              ama bu zengin olurda fakirin kendisinin olan rızkını vermezse işte buda onun amelidir ve allahu adil bu dünyada yada ahir hayatta adaletini uygulayacaktır
                              [/quote]

                              Kıyametin koptuğu, kainatın son gününde de zengin ve fakir insanlar olacaktır, Sakat ya da bedenen tam insanlar olacaktır. İlmi yüksek ve daha az yüksek insanlar olacaktır. Kısacası sizin deyiminizle bu dünyadaki eksikliğini Allah'ın adaletsiliği olarak görüp sonraki hayatında adaleti bekleyen enkarne olmayı bekleyen insanlar da olacak o kainatın son gününde.

                              Sorum şu :

                              Kıyamet kainatın sonu olduğuna göre; fakir ya da bedenen ilmen eksik olarak ölen biri tekrar enkarne olacak yani tekrar gelecek bir dünya, gezegen, yıldız, galaksi vb gibi bir mekan bulamayacak. Peki bu durumda fakir olarak ölen bir insan tekrar bedenlenemeyince ya da bedenen eksik olarak ölen biri tam bir beden bulamayacak bir dünya bulamayınca adalet yarım kalıyor mu sizin mantığınıza göre ?

                              [/quote]

                              Öncelikle muttakinin getirdiği örnek yanlıştır çünkü fakir deseki Allahım bana verdiğin rızk ne oldu ?? Allah ona : biz onu şu arkadaşa verdik sana vermemişmi ?? kusura bakma bizim yapabileceğimiz bişey yok .Bu mudur yani ?? Yada Allahım onun rızkını ona verdin benimkini niye ona verdin demezmi ?? 2.si zengin olmak var fakir olup zenginden zekat+sadaka almak var durumlar eşitlenmiyorki yine ..

                              Sorunuza gelince yanlış anlamışsınız siz konuyu.Kıyamet kopunca reenkarnasyonda biter.Ruh göçü kıyamete kadar devam ediyor.

                              Yorum


                                #30
                                Ynt: Reenkarnasyon (Tenasüh )

                                [quote author=Kızılbaş link=topic=6972.msg46211#msg46211 date=1249413411]
                                Sorunuza gelince yanlış anlamışsınız siz konuyu.Kıyamet kopunca reenkarnasyonda biter.Ruh göçü kıyamete kadar devam ediyor.
                                [/quote]


                                Ben de bunu söylüyorum. Kıyamet koptuğunda reenkarnasyon bitiyorsa son enkarne olanların yarım kalan hakları ne olacak ?

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X