[b]
Elbette ki, ateistlerin ilahi elçilerin varlığını inkar etmelerindeki gerekçeleriyle, ilahi elçilerin gönderilmesinin gereksiz olduğunu savunan, evrenin ilim ve hikmet sahibi bir yaratıcısı olduğuna inanan Brahmanlar'ın gerekçeleri farklıdır. Ateistler, evrenin ilim ve hikmet sahibi bir yaratıcısı olmadığı görüşünde olduklarından, nübüvvet konusunu temelden gerçek dışı görürken, evrenin hikmet ve ilim sahibi bir yaratıcısı olduğuna inanan Brahmanlar, insan aklının dünya hayatının tüm yönlerine yeterli olduğunu ve dolayısıyla da peygamber gönderilmesinin gereksiz olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Ateistlerin cevabı kitabımızın tevhid bölümündeki Materyalizm görüşünü batıl eden ve evrenin ilim ve hikmet sahibi bir yaratıcısı olduğunu ispatlayan delillerdir. Ateist görüşlü birine cevap olarak, Materyalizm dünya görüşünün batıl olduğunu ispatlamak yeterlidir. Biz, kitabımızın tevhid bölümünde bu konuyu ele almış ve Vacib-ül Vücut Hak Teala'nın varlığını ispatlayarak, evrenin ilim ve hikmet sahibi bir mebdei olduğunu kanıtlamışız. O halde ateistlerin evrenin ilim ve hikmet sahibi bir yaratıcısı olmadığı ve kendiliğinden meydana geldiği görüşlerine dayandırdıkları nübüvveti inkar etmeleri de temelden yıkılmış olur.
Ama evrenin ilim ve hikmet sahibi bir yaratıcısı olduğuna inanan Brahmanlar için, bu yeterli bir cevap değildir. Onlara cevap vermek için, neden insan aklının tek başına yeterli olmadığı ve ilahi önderlere ihtiyaç duyulduğu ispatlanmalıdır. Bunun için bizim yaratılıştan, özellikle de insanın yaratılışından gayenin ne olduğunu ve bu gayeye ulaşmakta insan aklının tek başına yeterli olup olmadığını incelememiz gerekir.
Açıktır ki, evrenin ilim ve hikmet sahibi bir yaratıcının yaratığı olduğuna inanan hiçbir tevhid ehli, evrenin boşuna ve hedefsiz olarak yaratıldığına inanamaz. Zira aklın kesin hükmü gereğince, ilim ve hikmet sahibi bir varlığın işi hedefsiz ve boş yere olamaz. "Biz, göğü, yeri ve aralarındakileri oyun olsun diye yaratmadık."[12]
Peki bu hedef nedir? Yani evrenin, özellikle de insanın yaratılışından ne amaçlanmıştır? Bu muhteşem evren, sonsuz varlıklarıyla niçin yaratılmıştır? Bu evren içerisinde her şeyden daha çok dikkat çeken varlık insandır. İnsanın yaratılışından gaye nedir?
Malumdur ki, evren ve insanın yaratılış gayeleri hem kendilerine, hem de yaratıcılarına layık olmalıdır. Çünkü her iş ve eserin gayesi, o iş ve eserin kendi değeri ve yapanının kişiliğiyle orantılıdır. Akıl böyle hükmediyor. Bir iş ve eser olarak evren ve insan da aynı hükme tabidir.
İşte evren ve insanı bu ilke ışığında değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda, hem evren ve insanın kendilerinin çok büyük bir değeri ortaya koyduklarını, hem de onları yaratanın sonsuz hikmet ve ilim sahibi bir varlık olduğunu görmekteyiz. O halde onların yaratılmasından güdülen gaye ve hedef de çok büyük bir hedef ve gaye olmalıdır.
Evren ve insanın var edilmesinden amaçlanan hedef ve gayenin ne olduğunu anlamak için, uzun uzadığa bir araştırma yapmak gerekmez. Az bir dikkatle de bu hedefi keşfetmek mümkündür. Onların üzerinde yapılan az bir mütalâa bu hedefi açıkça gözler önüne sermektedir.
Çok derinleşmeden bile varlık alemine baktığımızda, Allah Teala'nın yarattığı canlı, cansız, büyük, küçük bütün varlıkların kendine has ve münasip bir hedefe doğru hareket halinde olduğunu görmekteyiz.
Her varlık için hedef, onun kendine ait alanında olgunlaşmasıdır. Mutlak inayet ve rahmet sahibi olan Allah, her varlığa kabiliyetinin gereğini ihsan etmekle onları olgunlaşmaya doğru hidayet etmektedir. Başka bir deyişle, her varlığın özünde, yaratılış itibarıyla onu yönlendiren bir güç vardır. O güç, ilahi hidayettir. İşte Hz. Musa (s.a.a)'in Firavun'a hitaben buyurduğu: "Rabbimiz, her şeye suret ve şeklini veren, sonra da yolunu gösterendir"[13] sözü bu gerçeğe işaret etmektedir.
İnsanoğlu da tekâmül ve olgunlaşmada ilahi hidayet kanunundan müstesna değildir. O da diğer yaratıklar gibi, bir çok konularda iç güdüler ve hislerle yönlenmektedir. Yani insan da iç güdüler hususunda diğer yaratıklarla ortaktır. Fakat insanı bütün diğer varlıklardan ayıran bir özelliği vardır. Bu özellik, insanı yalnızca diğer varlıklardan ayırmakla sınırlı kalmıyor, hatta onu diğer varlıklara üstün bile kılıyor.
Ateistlerin cevabı kitabımızın tevhid bölümündeki Materyalizm görüşünü batıl eden ve evrenin ilim ve hikmet sahibi bir yaratıcısı olduğunu ispatlayan delillerdir. Ateist görüşlü birine cevap olarak, Materyalizm dünya görüşünün batıl olduğunu ispatlamak yeterlidir. Biz, kitabımızın tevhid bölümünde bu konuyu ele almış ve Vacib-ül Vücut Hak Teala'nın varlığını ispatlayarak, evrenin ilim ve hikmet sahibi bir mebdei olduğunu kanıtlamışız. O halde ateistlerin evrenin ilim ve hikmet sahibi bir yaratıcısı olmadığı ve kendiliğinden meydana geldiği görüşlerine dayandırdıkları nübüvveti inkar etmeleri de temelden yıkılmış olur.
Ama evrenin ilim ve hikmet sahibi bir yaratıcısı olduğuna inanan Brahmanlar için, bu yeterli bir cevap değildir. Onlara cevap vermek için, neden insan aklının tek başına yeterli olmadığı ve ilahi önderlere ihtiyaç duyulduğu ispatlanmalıdır. Bunun için bizim yaratılıştan, özellikle de insanın yaratılışından gayenin ne olduğunu ve bu gayeye ulaşmakta insan aklının tek başına yeterli olup olmadığını incelememiz gerekir.
Açıktır ki, evrenin ilim ve hikmet sahibi bir yaratıcının yaratığı olduğuna inanan hiçbir tevhid ehli, evrenin boşuna ve hedefsiz olarak yaratıldığına inanamaz. Zira aklın kesin hükmü gereğince, ilim ve hikmet sahibi bir varlığın işi hedefsiz ve boş yere olamaz. "Biz, göğü, yeri ve aralarındakileri oyun olsun diye yaratmadık."[12]
Peki bu hedef nedir? Yani evrenin, özellikle de insanın yaratılışından ne amaçlanmıştır? Bu muhteşem evren, sonsuz varlıklarıyla niçin yaratılmıştır? Bu evren içerisinde her şeyden daha çok dikkat çeken varlık insandır. İnsanın yaratılışından gaye nedir?
Malumdur ki, evren ve insanın yaratılış gayeleri hem kendilerine, hem de yaratıcılarına layık olmalıdır. Çünkü her iş ve eserin gayesi, o iş ve eserin kendi değeri ve yapanının kişiliğiyle orantılıdır. Akıl böyle hükmediyor. Bir iş ve eser olarak evren ve insan da aynı hükme tabidir.
İşte evren ve insanı bu ilke ışığında değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda, hem evren ve insanın kendilerinin çok büyük bir değeri ortaya koyduklarını, hem de onları yaratanın sonsuz hikmet ve ilim sahibi bir varlık olduğunu görmekteyiz. O halde onların yaratılmasından güdülen gaye ve hedef de çok büyük bir hedef ve gaye olmalıdır.
Evren ve insanın var edilmesinden amaçlanan hedef ve gayenin ne olduğunu anlamak için, uzun uzadığa bir araştırma yapmak gerekmez. Az bir dikkatle de bu hedefi keşfetmek mümkündür. Onların üzerinde yapılan az bir mütalâa bu hedefi açıkça gözler önüne sermektedir.
Çok derinleşmeden bile varlık alemine baktığımızda, Allah Teala'nın yarattığı canlı, cansız, büyük, küçük bütün varlıkların kendine has ve münasip bir hedefe doğru hareket halinde olduğunu görmekteyiz.
Her varlık için hedef, onun kendine ait alanında olgunlaşmasıdır. Mutlak inayet ve rahmet sahibi olan Allah, her varlığa kabiliyetinin gereğini ihsan etmekle onları olgunlaşmaya doğru hidayet etmektedir. Başka bir deyişle, her varlığın özünde, yaratılış itibarıyla onu yönlendiren bir güç vardır. O güç, ilahi hidayettir. İşte Hz. Musa (s.a.a)'in Firavun'a hitaben buyurduğu: "Rabbimiz, her şeye suret ve şeklini veren, sonra da yolunu gösterendir"[13] sözü bu gerçeğe işaret etmektedir.
İnsanoğlu da tekâmül ve olgunlaşmada ilahi hidayet kanunundan müstesna değildir. O da diğer yaratıklar gibi, bir çok konularda iç güdüler ve hislerle yönlenmektedir. Yani insan da iç güdüler hususunda diğer yaratıklarla ortaktır. Fakat insanı bütün diğer varlıklardan ayıran bir özelliği vardır. Bu özellik, insanı yalnızca diğer varlıklardan ayırmakla sınırlı kalmıyor, hatta onu diğer varlıklara üstün bile kılıyor.