1- Masumiyet karşıtlarının kendilerine delil olarak kullandıkları şeylerden birisi de Hz. Musa (a.s) ile ilgili bazı ayetlerin zahiridir.
Bunlardan birisi Beni İsrail’den olan mazlum birisiyle Firavun’un adamlarından olan zalim birisi arasında geçen bir kavgada, Hz. Musa (a.s)’ın Firavun’un adamlarından olan kimseye vurduğu bir yumrukla onun ölümüne vesile olması hakkındaki bazı ayetlerdir: Bu ayetlerde şöyle geçiyor: “(Musa) dedi: ‘Ey Rabbim kendime zulmettim, o halde beni mağfiret eyle. ALLAH da onu mağfiret etti. Şüphesiz o Ğafur ve Rahim’dir.” (Kasas / 16)
Diyorlar ki Hz. Musa açıkça kendi nefsine zulmettiğinden bahsedip ve ALLAH’tan bağışlanma diliyor. Eğer yaptığı iş günah değilse neden bağışlanma diliyor? Ayrıca bir önceki ayette, yani 15. ayette, Hz. Musa’nın kendisi “Bu şeytanın bir işiydi” diyor. Yine Hz. Musa bu olaydan sonra Nübüvvete ulaşıp da Firavun’a tebliğ ile görevlendirildiğinde, Firavun ona “Sen yapmaman gereken o işi yaptın.(Yani bizden birisini öldürdün.)” deyip Hz. Musa’yı kınayınca, Hz. Musa şöyle dedi: “ben onu dallinden olduğum bir halde yaptım.” (Şuara / 19-20) Burada da Hz. Musa gerçi o sırada peygamber değildi, ama özellikle peygamberlerin ister nübüvvet öncesi ister nübüvvet sonrası masum olmaları gerektiğine inananlar bu cümleyi masumiyetle nasıl bağdaştırabilirler?
Cevap: Ayetlerdeki tabirlerin yorumuna geçmeden önce şunu tespit etmemiz gerekir ki, acaba Hz. Musa’nın bu öldürme işlemi her halükarda caiz miydi, yoksa gerçekten caiz olmayan ve daha net bir tabirle bir “cinayet” miydi? Çünkü burada özellikle Ehl-i Sünnet’in açık bir çelişkisi söz konusudur. Zira birçokları bunu bir cinayet olarak addetmelerine rağmen genel olarak peygamberlerin yanlışlarına “zelle” tabirini kullanıyorlar. Büyük bir günah olan ve Furkan suresindeki tabiriyle ebedi cehennemde kalmayı insana hak ettiren bir günah olmasına rağmen dönüp buna “zelle” demenin hiçbir mantıklı bir yanı yok! Kaldı ki mütevatir dedikleri bazı rivayetlerde, bu fiilinden dolayı Hz. Musa şefaat hakkından mahrum kalacaktır!!
Evet, bizce burada (haşa) asla bir cinayet ve günah söz konusu değildir. Zira söz konusu Kıpti’yi öldürmesi şer’an caizdi; çünkü o Firavun’un bir adamı ve memuruydu ve Firavun’la adamlarının Beni İsrail’in başına neler getirdiğini Kur’an çeşitli ayetlerinde beyan etmektedir ki onlardan bir tanesi, binlerce masum erkek çocuğu dünyaya gelir gelmez öldürmeleri, kızları hizmetçi ve cariye olarak kullanmaları, Beni İsrail’in kadınlarını kendilerine helal etmeleri ve daha nice cinayetler ki Kur’an tek kelimede onlara “yeryüzünde fesat çıkaranlar” tabirini kullanmaktadır. Dolayısıyla Hz. Musa’nın bu cinayetleri işleyenlerden birisi olarak, o şahsı öldürmesi haram değildi. Kaldı ki adam Beni İsrail’den birisiyle kavga ediyor ve onun canına kıymak niyetindeydi ve Hz. Musa mazluma sahip çıkmak için kavgaya karıştı. Demek ki burada (haşa) işlenen bir günah söz konusu değildir. İşte burada hemen “peki o zaman neden Hz. Musa nefsine zulmetme, işini şeytani bir iş olduğundan ve bilahare bunun “dall” olduğu bir halde yaptığından bahsediyor” diye soracaksınız. Şimdi bunları açıklamaya çalışacağız inşaALLAH.
a) Eğer burada ayetlerden uygunsuz bir durum seziliyorsa, bu, işin aslından dolayı değil keyfiyet ve zamanlaması açısındandır. Şöyle ki Hz. Musa (a.s) bu olayda biraz aceleci davranıp o Kıpti’ye bu şekilde bir tepki göstermekle kendisini deşifre etti ve ardından gelen zahmet ve eziyete katlanmaya Mısır’ı terk edip Meyden tarafına gitmeye vs. mecbur kaldı ve eğer Mu’min-i Al-i Firavun’un yardımı olmasaydı, Firavun ve adamlarının eline düşüp daha nice sıkıntılara müptela olması kaçınılmaz olacaktı. Orada Hz. Musa’ya yakışan şeyin kendine hakim olup o mazluma daha uygun yollarla yardım etmeye çalışmasıydı. Demek ki, Hz. Musa’nın buradaki kendine zulmünden maksat günah zulmü değil, dünyevi eziyet ve çilelere kendisini maruz bırakmasıydı. Kısacası olsa olsa bu iş bir “terk-i evla”dan öte bir şey değildi. Şunu da ilave etmek gerekir ki, bu “katl” gerçi kasten olsaydı dahi bir günah sayılmazdı, ama büyük ihtimal bu bile değildi ve Hz. Musa sırf o adamı korkutmak ve zulmünden alı koymak için bir darbe vurdu; fakat kastetmediği halde onun ölümüne yol açtı.
İşte buradan hareketle bazıları, ayette geçen dall kelimesinin, bilgisizlik ve gaflet anlamına geldiğini (buna lügat kitapları da şahittir) ve Hz. Musa’nın adeta “Ben o darbenin onun ölümüne yol açacağını ve dolayısıyla onca olumsuz sonuçlara vesile olacağını bilmiyordum” demek istediğini söylüyorlar.
Hz. Musa’nın mağfiret dilemesi tabirine gelince burada iki ihtimal söz konusudur:
b) Bu kelimenin lügat anlamı kastedilmiştir. Kur’an’da geçen birçok yerdeki gibi burada da bu kelimenin lügat anlamı kastedilmiştir. Arap lügatinde “mağfiret”, “Gafere” kökünden, örtmek, saklamak demektir. Hz. Musa (a.s) “Fağfir li” cümlesiyle, “Ya Rabbi, beni firavun ve adamlarının gözünden sakla, koru” demektedir.
c) Terk-i evladan özür dileme. Faraza bir kimse birinci manayı kabul etmez ve bunun illa da ıstılahtaki anlamına geldiği hususunda diretirse, yine cevabını vermemiz mümkündür. Şöyle ki burada Hz. Musa’ya en fazla bir “terk-i evlayı isnad edebiliriz. Yani Hz. Musa gerçi mazluma sahip çıkmak ve ona yardımcı olmak niyetindeydi, ama ona yakışan, acele etmeyip bu işi daha tedbirli yollarla halletmek ve kendisini söz konusu zahmetlere düşürmemekti. Dolayısıyla daha iyiyi erk etme babından mağfiret dilemesinin bir sakıncası yoktur. Çünkü peygamberler, erk-i evlayı bile kendilerine adeta bir günah olarak addediyor ve bundan dolayı ALLAH’tan mağfiret diliyorlardı; Hz. Âdem ve birçok diğer peygamberde olduğu gibi.
Bunlardan birisi Beni İsrail’den olan mazlum birisiyle Firavun’un adamlarından olan zalim birisi arasında geçen bir kavgada, Hz. Musa (a.s)’ın Firavun’un adamlarından olan kimseye vurduğu bir yumrukla onun ölümüne vesile olması hakkındaki bazı ayetlerdir: Bu ayetlerde şöyle geçiyor: “(Musa) dedi: ‘Ey Rabbim kendime zulmettim, o halde beni mağfiret eyle. ALLAH da onu mağfiret etti. Şüphesiz o Ğafur ve Rahim’dir.” (Kasas / 16)
Diyorlar ki Hz. Musa açıkça kendi nefsine zulmettiğinden bahsedip ve ALLAH’tan bağışlanma diliyor. Eğer yaptığı iş günah değilse neden bağışlanma diliyor? Ayrıca bir önceki ayette, yani 15. ayette, Hz. Musa’nın kendisi “Bu şeytanın bir işiydi” diyor. Yine Hz. Musa bu olaydan sonra Nübüvvete ulaşıp da Firavun’a tebliğ ile görevlendirildiğinde, Firavun ona “Sen yapmaman gereken o işi yaptın.(Yani bizden birisini öldürdün.)” deyip Hz. Musa’yı kınayınca, Hz. Musa şöyle dedi: “ben onu dallinden olduğum bir halde yaptım.” (Şuara / 19-20) Burada da Hz. Musa gerçi o sırada peygamber değildi, ama özellikle peygamberlerin ister nübüvvet öncesi ister nübüvvet sonrası masum olmaları gerektiğine inananlar bu cümleyi masumiyetle nasıl bağdaştırabilirler?
Cevap: Ayetlerdeki tabirlerin yorumuna geçmeden önce şunu tespit etmemiz gerekir ki, acaba Hz. Musa’nın bu öldürme işlemi her halükarda caiz miydi, yoksa gerçekten caiz olmayan ve daha net bir tabirle bir “cinayet” miydi? Çünkü burada özellikle Ehl-i Sünnet’in açık bir çelişkisi söz konusudur. Zira birçokları bunu bir cinayet olarak addetmelerine rağmen genel olarak peygamberlerin yanlışlarına “zelle” tabirini kullanıyorlar. Büyük bir günah olan ve Furkan suresindeki tabiriyle ebedi cehennemde kalmayı insana hak ettiren bir günah olmasına rağmen dönüp buna “zelle” demenin hiçbir mantıklı bir yanı yok! Kaldı ki mütevatir dedikleri bazı rivayetlerde, bu fiilinden dolayı Hz. Musa şefaat hakkından mahrum kalacaktır!!
Evet, bizce burada (haşa) asla bir cinayet ve günah söz konusu değildir. Zira söz konusu Kıpti’yi öldürmesi şer’an caizdi; çünkü o Firavun’un bir adamı ve memuruydu ve Firavun’la adamlarının Beni İsrail’in başına neler getirdiğini Kur’an çeşitli ayetlerinde beyan etmektedir ki onlardan bir tanesi, binlerce masum erkek çocuğu dünyaya gelir gelmez öldürmeleri, kızları hizmetçi ve cariye olarak kullanmaları, Beni İsrail’in kadınlarını kendilerine helal etmeleri ve daha nice cinayetler ki Kur’an tek kelimede onlara “yeryüzünde fesat çıkaranlar” tabirini kullanmaktadır. Dolayısıyla Hz. Musa’nın bu cinayetleri işleyenlerden birisi olarak, o şahsı öldürmesi haram değildi. Kaldı ki adam Beni İsrail’den birisiyle kavga ediyor ve onun canına kıymak niyetindeydi ve Hz. Musa mazluma sahip çıkmak için kavgaya karıştı. Demek ki burada (haşa) işlenen bir günah söz konusu değildir. İşte burada hemen “peki o zaman neden Hz. Musa nefsine zulmetme, işini şeytani bir iş olduğundan ve bilahare bunun “dall” olduğu bir halde yaptığından bahsediyor” diye soracaksınız. Şimdi bunları açıklamaya çalışacağız inşaALLAH.
a) Eğer burada ayetlerden uygunsuz bir durum seziliyorsa, bu, işin aslından dolayı değil keyfiyet ve zamanlaması açısındandır. Şöyle ki Hz. Musa (a.s) bu olayda biraz aceleci davranıp o Kıpti’ye bu şekilde bir tepki göstermekle kendisini deşifre etti ve ardından gelen zahmet ve eziyete katlanmaya Mısır’ı terk edip Meyden tarafına gitmeye vs. mecbur kaldı ve eğer Mu’min-i Al-i Firavun’un yardımı olmasaydı, Firavun ve adamlarının eline düşüp daha nice sıkıntılara müptela olması kaçınılmaz olacaktı. Orada Hz. Musa’ya yakışan şeyin kendine hakim olup o mazluma daha uygun yollarla yardım etmeye çalışmasıydı. Demek ki, Hz. Musa’nın buradaki kendine zulmünden maksat günah zulmü değil, dünyevi eziyet ve çilelere kendisini maruz bırakmasıydı. Kısacası olsa olsa bu iş bir “terk-i evla”dan öte bir şey değildi. Şunu da ilave etmek gerekir ki, bu “katl” gerçi kasten olsaydı dahi bir günah sayılmazdı, ama büyük ihtimal bu bile değildi ve Hz. Musa sırf o adamı korkutmak ve zulmünden alı koymak için bir darbe vurdu; fakat kastetmediği halde onun ölümüne yol açtı.
İşte buradan hareketle bazıları, ayette geçen dall kelimesinin, bilgisizlik ve gaflet anlamına geldiğini (buna lügat kitapları da şahittir) ve Hz. Musa’nın adeta “Ben o darbenin onun ölümüne yol açacağını ve dolayısıyla onca olumsuz sonuçlara vesile olacağını bilmiyordum” demek istediğini söylüyorlar.
Hz. Musa’nın mağfiret dilemesi tabirine gelince burada iki ihtimal söz konusudur:
b) Bu kelimenin lügat anlamı kastedilmiştir. Kur’an’da geçen birçok yerdeki gibi burada da bu kelimenin lügat anlamı kastedilmiştir. Arap lügatinde “mağfiret”, “Gafere” kökünden, örtmek, saklamak demektir. Hz. Musa (a.s) “Fağfir li” cümlesiyle, “Ya Rabbi, beni firavun ve adamlarının gözünden sakla, koru” demektedir.
c) Terk-i evladan özür dileme. Faraza bir kimse birinci manayı kabul etmez ve bunun illa da ıstılahtaki anlamına geldiği hususunda diretirse, yine cevabını vermemiz mümkündür. Şöyle ki burada Hz. Musa’ya en fazla bir “terk-i evlayı isnad edebiliriz. Yani Hz. Musa gerçi mazluma sahip çıkmak ve ona yardımcı olmak niyetindeydi, ama ona yakışan, acele etmeyip bu işi daha tedbirli yollarla halletmek ve kendisini söz konusu zahmetlere düşürmemekti. Dolayısıyla daha iyiyi erk etme babından mağfiret dilemesinin bir sakıncası yoktur. Çünkü peygamberler, erk-i evlayı bile kendilerine adeta bir günah olarak addediyor ve bundan dolayı ALLAH’tan mağfiret diliyorlardı; Hz. Âdem ve birçok diğer peygamberde olduğu gibi.
Yorum