Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

NÜBÜVVET-İ AMME VE İMAMET

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    NÜBÜVVET-İ AMME VE İMAMET


    Bazı sünnı kardeşler "Şiilerin bir imamın varlığını ispat etmek hususunda niçin bu kadar ısrar ettiğim bilemiyoruz. Bu hususta o kadar ısrar ediyorlar ki ortalıkta bir imam görünmediği halde, "o gaıbtır, ve gizli yaşamaktadır" diyorsunuz. Halbuki Hz. Peygamber (s.a.a) halka Allah'ın hükümlerim beyan etmiştir. O halde yaratılış aleminin bir imamın varlığına ne ihtiyacı vardır?" demekteler.


    Bu soruya şöyle cevap vermek gerekir: Unutmayalım ki Nübüvvet-ı amme'yı ispat eden ve hükümleri göndermeyi gerekli kılan delil bir hükümleri koruyacak bir imamın varlığını da iktiza etmektedir. Daha fazla açıklık için ilk önce Nübüvvet-ı amme'nın delilim özetle beyan edecek ve sonra da asıl konuyu değinmeye çalışacağız.


    Yerinde ispat edilmiş olan ve şu anda da özetle zikretmek istediğimiz önbilgiler üzerinde biraz dikkatlice düşünülecek olursa Nübüvvet-ı amme mevzuu kolaylıkla açıklığa kavuşur:


    1- İnsan özel yaratılışı gereği, tek başına yaşamını sürdüremez. Kendi türünden olan diğer insanların yardım ve işbirliğine ihtiyacı vardır. İnsan sosyal ve medeni bir varlık olarak yaratılmıştır, çıkar çatışmaları ise hayatın vazgeçilmez bir neticesidir. Zira toplumdaki fertlerden herbırı, zaten sınırlı olan maddi çıkarlardan azamı istifade etmek ve önündeki engellen ortadan kaldırmak ister. Halbuki diğerleri de bu hedefe ulaşmak istemekte ve neticede çıkarlar çatışarak diğerlerinin hakkına tecavüz durumu ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple toplum idaresi için kanunun varlığı zaruret arzetmektedır; kanunun sayesinde bireylerin hakları korunmakta, zorbaların önü alınmakta ve ihtilaflar yok olmaktadır. Buna göre denilebilir ki: Kanunların varlığı insanlığın yararlandığı en iyi hazinedir. Dolayısıyle denebilir ki, insanoğlu sosyal hayatı icabı kanunun varlığından istifade etmiş ve ona sürekli saygı göstermiştir.

    2- İnsan kemale erme gücüyle donanmış ve fıtratı gereği kemal ve saadetine yönelmiştir. Sürekli çalışmalarının tümünde hakiki kemale erişmek dışında hiç bir maksad ve hedefi yoktur. Tüm fiil, hareket ve yorulmak bilmeyen ciddiyetleri o yüce hedef etrafında dönüp durmaktadır.

    3- İnsan terakki ve tekamül yolunda olduğundan ve gerçek kemale fıtratı gereği eğilim gösterdiğinden bu hedefe ulaşması da elbette ki mümkün olmalıdır. Zira yaratılış düzeninde anlamsız hiçbir şey yoktur.

    4- İnsanın cisim ve ruhun bileşiminden artık bilinen bir mevzudur. İnsan cisim yönünden maddidir; ama ruhu beden ile tam bir irtibatı olduğu ve onunla kemale erdiği halde mucerreddır.


    5- İnsan ruh ve bedenden oluştuğu için ister istemez ıkı çeşit hayata da sahiptir. Birincisi bedeni ile ilgili olan dünyevi hayatıdır, diğeri ise ruhu ile ilgili olan manevi ve ruhî hayatıdır. Neticede bu ıkı hayatta da mutluluk ve mutsuzluğu olacaktır.


    6- Beden ve ruh arasında sıkı bir ilişki ve birlik olduğu gibi dünyevi hayat ile ruhî hayat arasında da bir irtibat ve birlik vardır. Yanı insanın bedenî faaliyet ve hareketlen ile dünyevi hayatının, onun ruhunda bir takım etkilen vardır. Nitekim ruhî sıfat, melekeler ve haletlerin de insanın eylemlerinde etkisi sözkonusudur.


    7- İnsan tekamül yolunda olduğundan, tabiî ve fıtrî olarak kemale eğilim duyduğundan ve Allah'ın yaratılışı da boşuna olmadığından, o gayeye ulaşmak ve insanlığa ait kemalleri elde etmek için gerekli vesileler ile donanmış olmasıdır. Böylece insan o hedefe ulaşmak ve sapıklıklardan sakınmak için gerekeni teşhis edip yapabilir.

    8- Beşer, tabiatı gereği bencil ve çıkarcıdır. Kendi maslahat ve menfaatleri dışında hiçbir şey düşünmez. O diğer insanları istismar etmek ve onların emeğim sömürmek ister.

    9- Beşer sürekli gerçek kemallerinin peşinde olduğu ve o hakikati ararken tüm kapıları çaldığı halde onu teşhis etmekten acizdir. Zira insanın nefsânî istek ve meyıllerıyle derunî duyguları, genelde hakikati teşhis etme ve insanlığın doğru yolunu, insanın amelî (edimsel) aklını karartmakta ve insanı sapıklık yönüne, zulüm ve şekavet vadilerine sevketmektedır.




    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

    #2
    Ynt: NÜBÜVVET-İ AMME VE İMAMET


    İNSANIN SAADETİNİ SAĞLAYABİLECER KANUNUN ÖZELLİKLERİ

    İnsanoğlu toplumsal olarak yaşamak zorunda bulunduğundan, çıkar çatışması ve diğer insanların hakkına tecavüz ...vb. toplumsal eylemlere muhatap olduğundan insanlar anlaşmazlık vedüzensizlikleri engellemek için boyun eğecekleri bir kanuna ihtiyaç duyarlar. Ama kanun ise ancak aşağıdaki şartlara sahıb olduğu taktirde toplum kanun için yararlı olabilir:

    1- Toplama hüküm sürecek kanun sosyal ve ferdi hayatın tüm alanında nüfuz ve etkisi olacak bir şekilde mükemmel ve kapsamlı olmalıdır. Bu kanunlar fertlerin doğal ve gerçek ihtiyaçları esasınca vazedilmiş ve gerçeklere dayalı olmalıdır.


    2- Bu kanunlar insanoğlunu hayalı kemal ve saadete değil; gerçek saadet ve gerçek kemallere sevketmehdır.


    3- Beşeriyet aleminin saadeti o kanunlarla temin edilmiş olmalı ve belirli bireylerin menfaatiyle sınırlı olmamalıdır.

    4- Toplumsal nizamı; faziletler ve insanî kemaller esasınca kurmalı ve onları o yüce hedeflere doğru sevketmehdır; bireyler dünyevî hayatı, insanî fazilet ve kemallere ulaşma vesilesi bilmeli ve ona yegane gaye gözüyle bakmamahdır.


    5- Bu kanunlar saldırganlık ve her türlü karışıklıkları önleyebılmelı ve tüm bireylerin haklarını güvence altına almış olmalıdır.

    6- Bu kanunların vazedilmesinde manevi hayat ve insanın ruhî boyutuna da hakkıyla dikkat edilmiş olmalı insanın ruhuna herhangi bir zarar vermemeli ve insanı tekamülün doğru yolundan saptırmamahdır.

    7- Toplumu, ahlakî bozukluklar gibi helak uçurumuna sürükleyen etkenlerden uzak tutmuş olmalıdır.


    8- Bu kanunları vazeden insana ait tüm, çıkar ve ziyan yönlerim bilmeli çıkar ve ziyanın bir araya geldikleri haller de hangisin öncelik taşıdıklarına iyice vakıf olmalı, zaman ve mekanın gerektirdiği şeylerden de haberdar olmalıdır.


    İnsanoğlu kesinlikle bu kanunlara muhtaçtır ve bu, onun hayatının zaruri ve vazgeçilmez yönlerinden bindir. Kanunsuz hayat insanlığın çöküşü demektir, ama bu arada beşeri kanunların bu büyük sorumluluğu ifa edip edemeyeceği ve toplumu idare etme salahiyetine sahip olup olmadığı sorusu ortaya çıkıyor.

    Biz, insanoğlunun kısıtlı aklının ürünü olan kanunların da haliyle eksik ve yetersiz olduğuna inanıyoruz. Sırf insan aklıyla düzenlenen kanun ve kurallar toplumu idare etmek için yetersiz. Mevzuyu açıklığa kavuşturabilmek için şu noktaları hatırlatmak yeterli olacaktır:


    1- İnsanoğlunun bilgilen sınırlı ve eksiktir. Normal bir insan, kendi türünün bütün ihtiyaçlarını,
    yaratılış kanunlarını, hayır ve şer yönlerini, bu kanunların nerede tıkanıp nerede çelişeceğini, etken
    ve edilgenlik hallerini, farklı mekan ve zamanların neler gerektirdiğim tam olarak bilemez.


    2- Beşeri kanun koyucuların dünyevi ihtiyaçlar alanında böyle kapsamlı kanunları
    vazedebıldıklerını varsayalım. Buna rağmen yine de dünyevi hayatla manevi hayat arasındaki derin
    ilişki ve amellerin ruhtaki etkilerim bilmediklerinden kanunları yetersiz kalacaktır, çünkü bu
    bilgilen eksiktir. Esasen insanların, ruhî hayatı kontrol diye bir programları yoktur. Bu kanunlar,
    beşerin saadetine sırf maddi açıdan bakmaktadırlar. Halbuki bu ıkı çeşit hayat arasında tam bir
    irtibat vardır; bunların birbirinden ayrı düşünülmesi sözkonusu edilemez.


    3- İnsanoğlu bencil olduğu için hemcinslerim sömürmek kendisine doğal görünmekte ve herkes kendi menfaatlerim başkalarının maslahatına tercih etmektedir. O halde ihtilafların önlenmesi ve sömürünün ortadan kaldırılması onun tabii istek ve salahiyeti dışında kalan bir şeydir. Zira beşeri kanun koyucuların temayül ve istekleri onlara kendilerinin ve yakınlarının çıkarlarını görmezlikten gelmesine ve bütün insanların maslahatlarını eşit şekilde gözönünde bulundurmasına asla izin vermemektedir.

    4- Beşeri kanun koyucular daima kısır görüşleriyle kanun vazetmekte ve bu kanunları kendi örf, adet ve dar fıkır kalıbına dökmekte bu yüzden de kanunları sadece belli bir grubun çıkarları doğrultusunda vazetmekte, bunu yaparken başkalarının maslahat ve zararlarına asla önem vermemektedirler. Böyle kanunlarda, bütün insanlığın mutluluk ve saadeti gözönünde bulundurulmamıştır. Yaratılış alemiyle uyumlu ve beşerin gerçek ihtiyaçları doğrultusunda tedvin edilen kanun ise ancak Allah'ın kanunudur. Bu kanunlar her nevi sınıfsal ve şahsî garazlardan uzaktır; tüm insanlık aleminin saadeti burada gözönünde bulundurulmuştur. Buradan, insanın, Allah'ın kanunlarına olan ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Allah'ın lütuf ve merhameti de kamil bir program düzenlemeyi ve nihayet peygamberler vasıtasıyla bu kanunları insanlara iletmeyi gerektirmektedir.






    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

    Yorum


      #3
      Ynt: NÜBÜVVET-İ AMME VE İMAMET


      UHREVÎ SAADET

      İnsan, gece-gündüz dünyevi hayatla meşgul olduğu halde batın ve nefsinde de gizli ve örtülü bir hayat sürdürür. Bu hayata önem vermeyip ve onu bütünüyle unutmuş olsa da bu böyledir. İşte bu perde arkasında kalan hayatında da bu mutluluk ve bedbahtlığı sözkonusudur; hak inanç ve fikirler, iyi ahlak ve doğru davranışlar manevî açıdan ilerleme ve kemale neden olmakta, insanın saadet ve olgunluğunu temin etmektedir. Batıl inançlar, çirkin ahlak ve kötü amellerse nefsin sapmasına, zulüm, fesat ve noksanlığa sebeb olmaktadır.


      İnsan doğru yoluda yer alırsa ruh ve cevheri tekamül ederek sonunda nuranıyet ve sevinç alemi olan kendi aslı alemine döner. Manevi kemallerle insanî güzel ahlakı hayvanı içgüdülerim tatmin yoluna feda eder, nefsanı arzularının esin olur ve arzusuna düşkün bir hayvan haline gelir, kanıçıcı ve yırtıcı bir canavara dönüşürse ruhuna ait manevi hayatını baltalayıp, şekavet ve helaket vadilerinde şaşkın hale gelmiş demektir. O halde insan manevi hayatı için de bir program ve kamil bir yolgösterıcıye muhtaçtır. Yardım olmaksızın bu hassas ve tehlikeli yolu katedemez. Zira nefsanı istek ve meyillerle hayvanı içgüdüler; genelde hakikati görme yoluyla doğru kararlar verme hususunda aklı karanlığa sürmekte ve onu helaket uçurumlarına yuvarlamakta, onun nazarında iyiyi kötü, kötüyü de iyi göstermektedir.


      Hakiki kemalleri ve insanın gerçek saadetim bilen ve lyı-kötü ahlâkı mutlak anlamda tanıyan ise sadece Allah Tealâ'dır. İşte bu nedenledir ki insanoğlunu, nefsânî saadete ulaştırma ve onu şekavet faktörlerinden sakındırma yolunda kapsamlı bir program düzenleyebilecek olan da gerçekte, sadece O'dur. O halde insan uhrevî hayatının saadetim temin etmek hususunda da alemlerin Rabb'ıne muhtaçtır.

      Buradan şu sonuca varılmaktadır: Hikmet sahibi olan Allah Tealâ hem saadet hem şekavet için kabiliyeti olan insan türünü hayvanı kuvvelerin nüfuzu altına ve nefsanı isteklerin tasallutuna bırakmamıştır. Aksine, Allah'ın sonsuz lütuf ve merhameti beşer cinsinden olan seçkin peygamberler vesilesiyle bireylerin dünyevî ve uhrevî saadetim temin eden kamil bir program, kanun ve hükümler göndermeyi ve onlara şekavet ve saadet yolunu öğretmeyi iktiza etmektedir ki böylece insanların ve hedeflerine ulaşma yolu açık bulunsun.





      Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
      Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

      Yorum


        #4
        Ynt: NÜBÜVVET-İ AMME VE İMAMET


        TEKAMÜL YOLU

        İnsanın tekamül ve Allah'a dönüş yolu, Allah Teâlâ'nın insanlara bildirmeleri için pak peygamberlerinin kalbine nazil buyurduğu beğenilmiş ahlâk, iyi amel ve hak inançlardır. Şunu unutmamak gerekir ki bu yol, ana hedefle bir ilişkisi olmayan kuramlar değildir, aksine, rububî alemden kaynaklanan hakiki ve gerçek yoldur. O yolda yürüyen herkes benlik ve zatında tekamül seyrim başlatmış ve geniş alem ve rızvan cennetine doğru yükselmiş demektir.

        Dinin doğru yolundan sapanlar ise ister istemez insanlık faziletlerim kaybetmiş, hayvanlık yoluna sapmış, hayvani ve yırtıcı sıfatları takviye etmiş, dolaysıyle de insanlığın dakik yolunu katetmekten aciz kalmış demektir. Böyle bir insanın çok zor bir hayatı yaşamak ve cehenneme yuvarlanmaktan başka akıbeti yoktur.




        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

        Yorum


          #5
          Ynt: NÜBÜVVET-İ AMME VE İMAMET


          PEYGAMBERLERİN MASUM OLUŞLARI

          Allah'ın lütuf ve merhameti insanlara gerekli hüküm ve kanunları bildirmesi ve onlara hedefe ulaşma yolunda yardımcı olması için bir takım elçiler göndermeyi gerektirmektedir. Allah Teâlâ'nın bu iradesinin gerçekleşmesi, hüküm ve kanunların fazlalık ve eksiklik olmadan halka iletilmesi ve insanların hiçbir özür öne sürememesi için de bu elçilerinin hata, unutkanlık ve yanlışlardan uzak olması kaçınılmazdır.


          Ayrıca, bu elçinin bizzat kendisi de o hükümlerin hakikatim bilen ve bıldığıyle amel eden birisi olmahyanı insanların mazeretlerinin kalmaması ve hak yolu tanımada sapıklık içine düşmemeleri için söz ve amellerıyle insanları gerçek kemallere davet etmelidirler. Zira peygamber dinin hükümlerine bağlı olmazsa sözleri de değerim yitirecek ve insanlar ona ıtımad etmeyeceklerdir. Bu durumda o, söylediklerinin tersine amel ettiğinden amelleri vasıtasıyla insanları o istikamete davet etme pozusyonuna düşer. Şüphesiz pratik olarak yapılan davetin sırf lafzla yapılan solü davetten etkisi az değildir.

          Öte yandan, ılım ve bilgimiz hata ve yanlışlıklarla iç içedir, zira duyularımızın bu ılım ve bilgilerimizin husulünde etkilidir. Duyuların hatası ise herkesçe bilinen bir şeydir. Alemlerin Rabbı tarafından insanların hidayeti için peygamberlere vahiy ve ilhamla verilen bilgi ise böyle değildir; yanı duyu organları vasıtasıyla elde edilmemişlerdir. Aksı taktirde onların da bilgisinde hata ve yanlışlık sözkonusu olur ve gerçek hükümler insanların eline ulaşamazdı. Onların ilmi şu yolladır: Gaybı alemlerin hakikatleri onların kalb ve zatının batınına nâzıl olmakta ve o hakikatleri ılm-ı huzurî ile müşahede etmektedirler. Onlar kalp gözüyle gördüklerim insanlara iletirler. Bu hakikatleri bizzat müşahede ettikleri için de öğrenme ve kaydetme hususunda asla hata etmezler.

          Bu yüzden, o kanunlara muhalefet ve isyanda bulunmaları sözkonusu değildir. Zira hakikatler, kemaller ve bunların verdiği saadeti bizzat müşahede eden bir insan o müşahedeleri esasınca hareket eder ve asla sapmaz.




          Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
          Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

          Yorum


            #6
            Ynt: NÜBÜVVET-İ AMME VE İMAMET


            İMAMET HAKKİNDA AKLÎ DELİL

            Nübüvvet-ı amme'nın delilinin açıklığa kavuşmasından sonra şimdi sizler de tasdik edersiniz ki aynı delil halk arasında peygamberin olmadığı zamanlar insanlardan birisinin ilâhî hükümlerin koruyucusu ve peygamberin vasîsı olmasını da gerektirmektedir. Bu vasi sözkonusu ilâhî hükümleri, korumalı ve tebliğ etmeye çalışmalıdır. Zira Allah Teâlâ'nın peygemberler gönderme ve hükümlerim iletmekten hedefi, tüm ilâhî kanun ve emirlerinin hiçbir eksiltme ve çoğaltma olmadan insanlar arasında mahfuz kalmasıyla gerçekleşir ve kullara hücceti ancak bu yolla tamamlanmış olur. O halde peygamberlerin olmadığı zamanlar da Allah'ın lütfü insanlardan birinin dini hükümlerin koruyucusu olmasını gerektirmektedir.


            Bu seçkin insan da hükümleri öğrenme, koruma ve tebliğ hususunda hatalardan uzak ve masum olmalıdır. Ancak böyle olursa kullara hüccet tamamlanmış olur ve ilahî hedef gerçekleşir. Böyle bir insan dini hükümlerin hakikatim bilen ve onlarla amel eden birisi olmalıdır. Böylece diğer insanlar da amel, ahlak ve sözlerim onun sözleriyle mutabık hale getirebilecek ona tabı olacak, hakikati bulmakta yanlışlığa düşmeyecek ve hiçbir mazeretleri kalmayacaktır. İmam da bu büyük sorumluluğu kabul etmek hususunda hatalardan masum olmalıdır. Ayrıca; imam ilmini duyu organları vasıtasıyla ve kesbı olarak elde etmez; onun ilmî ve diğer insanların sıradan ilimleriyle büyük bir farklılığı vardır. İmam, basiret gözlen açılmış ve hakîkat ve insanî kemalleri kalb gözüyle müşahede eden insandır. Böyle olunca da hata ve yanlışlıktan masum olur. Zira bu onun ılım ve müşahedeleri üzere amel etmesine ve ılım ve amel vasıtasıyla da insanlığın önder ve imamı makamına ulaşmasına sebeb olur.


            Başka bir tabirle insan türü arasında daima kamil bir insan olmalıdır. Bu insan hak inançlara inanan, tüm insanî sıfat ve ahlaklara uyan, dinin tüm hükümlerim uygulayan ve hepsim teferruatıyla ve bir tereddüt veya içtihat söz konusu olmadan bilen birisi olmalıdır. Bu aşamaların tümünde imam hata, yanlışlık ve isyandan masum olmalıdır. İlim ve ameli vasıtasıyla bütün mümkün olan insanî kemaller onda pratiğe dönüşmüş bulunmalı ve insanlık kafilesinin rehberi olmalıdır. Açıhtır ki; İnsan türü böyle seçkin bir insandan mahrum olursa insanların hidayeti için nazil olmuş olan ilahı hükümler ortadan kalkar, Allah'ın gaybî yardımları kesilir, insanı ve rububı alemler arasındaki irtibat kopar.


            Başka bir tabirle insanlar arasında daima Allah Teâlâ'nın hidayet ve lütuflanna mazhar olan birisi olmalıdır. Bu insan manevi lütuf ve batını yardımlar vasıtasıyla her insanı kabiliyeti esasınca kemale ulaştırır ve ilahı hükümleri korur. Böyle bir masum imamın mukaddes varlığı Allah'ın hücceti, din ve kamil insanın örneğidir. Yer yüzünde hakkıyla Allahı tanıyan ve ona tapan İmam'dır.


            Eğer o olmazsa Allah Teâlâ hakkıyla tanınmaz ve kendisine ibadet edilmez. İmamın batın ve kalbi, ilahî sır ve ilimlerinin hazinesidir.
            "Dinin kanun ve hükümlerim korumak, birinin o hükümlerin tümünü bilmesine ve amel etmesine bağlı değildir. Eğer dinin bütün hükümleri insanlar arasında paylaştırılır ve her bir grup bu hükümlerden bir kısmını bilir ve amel ederse dinin bütün hükümleri ılım ve amel açısından insan türü arasında mahfuz kalır", şeklindeki görüş ıkı açıdan reddedilmiştir:


            1- Önceden de dediğimiz gibi insan türü arasında bütün insanı kemallere bilfiil sahip olan doğru yolda yürüyen, talim ve terbiye açısından da Allah'tan başkasına muhtaç olmayan seçkin bir insan olmalıdır. Eğer böyle bir insan olmazsa insanlık hüccetsız ve hedefsiz bir hale gelir. Hedefi olmayan türün ise mahvı kaçınılmazdır. Ama mezkur görüşe göre böyle kamil bir insan yoktur. Zira bu görüşe göre fertlerden herbırı sadece bir kısım hükümleri bilmekte ve amel etmektedir; ama bunlardan hiçbiri dinin doğru yolunda değildir; bilakis, hakikat yolundan sapmıştır. Oysa ki, dinin hükümleri arasında derin ve kopmayan bir bağ vardır.


            2- Önceden de söylenildiği gibi Allah tarafından insanların hidayeti için indirilen hüküm ve kanunlar daima insanlar arasında sabit ve mahfuz olmalıdır. Hertürlü değişiklik, yokluk ve tehlikeden masun ve mahfuz olmalıdır ki insanlar onun doğruluk ve sıhhatine tamamen ıtımad etsinler. Bu da her türlü unutkanlık ve günahtan masum olan bir koruyucuyla mümkündür. Ama yukarıda zikredilen görüşe göre bu böyle değildir. O fertlerden herbırının, hata, unutkanlık ve isyan imkanı vardır, dolayısıyle ilahı hükümlerde değişiklikten uzak değildir. Bu durumda ise Allah'ın hücceti tamamlanmaz ve kulların mazereti ortadan kalkmaz.






            Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
            Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

            Yorum


              #7
              Ynt: NÜBÜVVET-İ AMME VE İMAMET


              RİVAYETLERE GÖRE İMAMET

              İmamet hakkında söylenenlerin tümü Ehl-ı Beyt'ten nakledilen rivayetlerde de yeralmıştır. Bu hususta araştırmak isteyenler hadis kitaplarına başvurabilirler. Burada örnek olarak bunlardan birkaçını zikrediyoruz.

              Ebu Hamza şöyle diyor: "Hz. Sadık'a (a.s) dedim ki, "ımamsız Yeryüzü bakı kalır mı?" Hazret, "Eğeryüryüzü ımamsız kalırsa altı üstüne gelir. "*118 buyurdular.

              Veşşa diyor ki: "İmam Rıza'ya (a.s), "Yeryüzü ımamsız kalır mı?" diye sordum. İmam (a.s) "Hayır" diye buyurdu. Dedim ki, "Bizlere rivayet edildiğine göre, Allah Teâla kullarına gazapetmediği müddetçe yeryüzü ımamsız kalmaz." İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurdular: "Yeryüzü ımamsız kalmaz, aks, taktirde yeryüzü altüst olur "*119

              İbnu-t Tayyar diyor ki: "İmam Sadık'tan (a.s), şöyle buyurduğunu ısıttım: "Yeryüzünde iki kişiden başka kimse kalmasa da onlardan birisi mutlaka (Allah'ın) hücceti olacaktır. "*120

              İmam Ebu Cafer (a.s) şöyle buyurdular: "Allah'a andolsun ki Adem'in (a.s) ruhu alındıktan şimdiye kadar yeryüzü insanların hidayet bulduğu bir imamın vücudundan mahrum kalmamıştır O imam insanlara Allah 'in hüccetidir. Yeryüzü asla imamsız kalmaz. Ta ki kullara Allah 'in hücceti böylece tamamlanmış olsun."*121

              Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Allah bizleri (biz Ehl-i Beyt İmamlarını en güzel bir şekilde yarattı. Göklerde ve yeryüzünde ilimlerinin koruyucusu kıldı. Ağaçlar bizlerle konuştu ve Allah'a bizim ibadetlerimizle ibadet edilmektedir. Eğer biz olmasaydık, Allah'a asla ibadet edilmezdi."*122


              Yine İmam Sadık şöyle buyuruyor: "Vasiler rububî ilimlerin, kapılarıdırlar, dine o kapılardan girilmelidir Eğer onlar olmazsa Allah tanınmaz ve Allah Teâla onlar vasıtasıyla kullarına hüccetini tamamlamaktadır"*123


              Ebu Halıd şöyle diyor: "İmam Ebu Cafer'den (a.s) "Allah'a, resulüne ve indirdiğimiz nura iman edin" ayetinin tefsirim sordum." Hazret şöyle buyurdular: "Ey Eba Halid, Allah 'a andolsun ki nurdan maksat imamlardır Ey Eba Halid, imamın mü'minlerin kalbindeki nuru, güneşin nurundan daha parlaktır, mü'minlerin kalbini nurlandıran onlardır Allah istediğinin kalbinden onların nurunu çıkarır ve böylece kalbi karanlık olur."*124

              118- Usul-u Kafi, Islanuye baskısı, 1381 el, s.334.
              119-USul-uKafi,C.l,s.334.
              122-USul-uKafi,C.l,s.335
              121-Usul-uKafi,c,l,S.333
              122-Usul-uKafi,c,l,S.366.
              123-Usul-uKafi,c,l,S.369.
              124-USul-uKafi,C.l,s.372.







              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

              Yorum


                #8
                Ynt: NÜBÜVVET-İ AMME VE İMAMET


                İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdular: "Allah Teâla kullarının işleri için (İmam olarak) bir ferdi seçmek istediğinde ona kalp genişliği verir. Kalbini hakikat ve hikmetlerin çeşmesi kılar, ona daima ilmini ilham eder, ondan sonra hiçbir sorunun cevabında aciz kalmaz, sahih yol göstericilikte vehakikatleri beyanda asla sapıklığa düşmez; hatadan masumdur. Daima Allah'ın yol göstericilik, tevfık ve teyitlerine mazhardır. Hata ve sürçmelerden emandadır. Kullarına hüccet ve sahid olması için onu bu makama Allah seçmiştir. Allah bu ilahi ihsanını istediğine verir ve Allah büyük ihsan sahibidir."*125

                Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor: "Yıldızlar gök ehlinin emanıdır. Eğer onlar yok olursa gök ehli de yok olur. Benim Ehl-i Beytim de yeryüzündekilerin emanıdır. Eğer Ehl-i Beytim olmazsa yeryüzündekıler helak olur.*126


                Hz. Alı (a.s) şöyle buyuruyor: "Yeryüzü Allah için kıyam eden ve Allah 'in hücceti olan imamdan boş kalmaz. Bazen o imam zahir ve meşhurdur, bazen de gizli. Allah 'in hüccetleri ibtal edilmesin diye böyledir bu. Sayıları çok azdır. Onlar nerededirler? Allah'a andolsun ki sayı açısından azdırlar ama değer ve makam açısından büyük. Allah Teâla onlar vasıtasıyla kendi hüccet ve burhanlarını korumaktadır. Ta ki onlar o burhanları kendi emsallerine emanet edip onların kalbine eksinler….

                "İlim onları basiret hakikatine ulaştırmış. Onları yalan ruhuyla tanıştırmıştır. Mal ve servet düşkünlerinin zor saydığı şeyler onlar nezdinde kolaydır. Cahillerin korktuğu şeylerle onlar ünsiyet edinirler. Onlar bedenleriyle dünyadadır ama ruhları çok yücelere aittir. Onlar yeryüzünde Allah 'in halifeleri ve dinin davetçileridir. "*127

                Yine Alı (a.s) buyuruyor: "Kur'an'in değerli cevherleri Ehl-i Beyt'in vücudunda karar kılınmıştır. Onlar Allah'ın hazineleridir. Eğer konuşurlarsa doğru söylerler, eğer susarlarsa hıçkımse onları geçemez."*128


                Yine şöyle buyurmuştor: "Hak onların (Ehl-i Beyt'in) varlığının bereketiyle yerini bulur ve batıl onlarla yok olur, dili kökten kesilir. Onlar dini anlayanlardır. Onların bu anlayışı idrak, koruma ve amel ile birliktedir. Sadece duymak ve nakletmekten ibaret olan bir anlayış değildir bu. Gerçekten de ılım rıvayetçılerı çoktur. Ama ilme riayet edenler azdır. "129



                125-Usul-u Kafi,e.l,s.390.
                126- Tezkiret-u Havas-il Umme, 1385 yılı baskısı, s.182.
                127-Nehe-ül Belaga,c.3,hutbe,147.
                128-Nehc-ül Belaga,c.2, hutbe, 150.
                129-Nehe-ül Belaga,c.2, hutbe, 234.




                Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                Yorum


                  #9
                  Ynt: NÜBÜVVET-İ AMME VE İMAMET


                  Özetle Mezkur aklî delil ve bu mevzu hakkındaki hadislerden şu netice alınmaktadır :

                  İnsan türü yeryüzünde olduğu müddetçe aralarında masum ve kamil birisi olmalıdır ki beşer için mümkün olan bütün kemaller onda fnlıyete dönüşsün, ilmî ve amelî açıdan tam bir örnek olarak insanları hidayet etsin. Böyle seçkin bir insan, elbettekı diğer insanların imam ve önden olacaktır. Bu büyük insan, insanî kemaller yolunda yücelecek ve diğer insanları da bu kemal ve makamlara davet edecektir. Onun vasıtasıyla gayb alemi ile bu maddî alem arasında sürekli bir ilişki kurulacaktır.

                  Gaybı alemlerin feyizleri önce onun kendisine ve onun bereketıyle de diğer insanlara ulaşacaktır. Eğer böylesine seçkin ve kamil bir insan diğer insanlar arasında yaşamazsa insan türü amacını yitirir ve gayb ile ilişkisiz hale gelir. İlişki ve hedefi olmayan insan ise yok olmaya mahkûmdur. O halde diğer deliller bir yana bizzat bu delil de delalet etmektedir ki hiçbir zaman ve asır ve bu cümleden olmak üzere de bizim asrımız, masum bir imamın varlığından mahrum değildir. Asrımızda imam zahirde olmadığı için de imam gaybet halindedir.


                  Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                  Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: NÜBÜVVET-İ AMME VE İMAMET



                    Allahım! işlerimizin sonunu saadete yakın kıl; ma'rifet konusunun akibetini ve Allah'ı sevmeyi elimize ver;
                    taşlanmış devin ve şeytanın isyan elini kalbimizden çektir; bir coşku hâsıl olabilmesi için kendi muhabbet ateşinden bir koru yüreğimize at;
                    benlik ve kendini beğenmişlik harmanımızı, senden başkasını görmememiz ve istemememiz ve kalblerin yükünü senin sokağından başkasına boşaltmamamız için aşk ateşinin nuruyla yak.


                    */*/*/*/*/

                    ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ALİ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM...
                    ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ALİ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM...
                    ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ALİ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM...




                    Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                    Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: NÜBÜVVET-İ AMME VE İMAMET

                      Amin

                      Yorum


                        #12
                        Ynt: NÜBÜVVET-İ AMME VE İMAMET


                        İmam Kazım (a.s):

                        “İmamet nurdur. Nitekim aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur:

                        “Allah’a Resulüne ve indirdiğimiz nura iman edin.” Sonra şöyle buyurdu: “Nur, imamdır.”

                        Nur’us Sakaleyn, 5/341/16

                        İmam Rıza (a.s):


                        “Peygamber’in (s.a.a) ömrünün son yılı olan veda haccında “Bugün sizlere dininizi kemale erdirdim” ayeti nazil oldu ve böylece imamet işi dinin kemalinden sayıldı.


                        Nur’us Sakaleyn, 1/589/33



                        Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                        Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                        Yorum


                          #13
                          Ynt: NÜBÜVVET-İ AMME VE İMAMET

                          kardeş, Allah razı olsun. çok güzel bir konu. Allah razı olsun

                          Yorum


                            #14
                            Ynt: NÜBÜVVET-İ AMME VE İMAMET

                            [quote author=Kerbela44 link=topic=13040.msg79422#msg79422 date=1271617796]


                            Allahım! işlerimizin sonunu saadete yakın kıl; ma'rifet konusunun akibetini ve Allah'ı sevmeyi elimize ver;
                            taşlanmış devin ve şeytanın isyan elini kalbimizden çektir; bir coşku hâsıl olabilmesi için kendi muhabbet ateşinden bir koru yüreğimize at;
                            benlik ve kendini beğenmişlik harmanımızı, senden başkasını görmememiz ve istemememiz ve kalblerin yükünü senin sokağından başkasına boşaltmamamız için aşk ateşinin nuruyla yak.


                            */*/*/*/*/

                            ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ALİ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM...
                            ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ALİ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM...
                            ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ALİ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM...




                            [/quote]

                            Amin...

                            Yorum


                              #15
                              Ynt: NÜBÜVVET-İ AMME VE İMAMET


                              İmam Sadık (a.s):

                              İmamların sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur:
                              “Onlar sürçmelerden korunmuştur. Her tülü çirkinlik ve kötülükten masumdurlar (korunmuşturlar.)”


                              el-Kafi, 1/204/2


                              İmam Sadık (a.s):

                              “Biz Allah’ın tercümanlarıyız. Biz masum bir topluluğuz.”

                              el-Kafi, a. g. e. s. 269/6



                              Sürgünümüz hep çöle, sırr-ı hikmet ne ola?
                              Sahra-yı KERBELA'da, Hüseynî Fermân'a sor...

                              Yorum

                              YUKARI ÇIK
                              Çalışıyor...
                              X