Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Tevhid - Allah Teala'nın Varlığı

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Tevhid - Allah Teala'nın Varlığı

    Peygamberleri onlara dedi ki: Allah'ın varlığında şüphe mi olur? Oysa gökleri ve yeri var edip açan O'dur."[1]

    Evet dış alemde, kendi nefsimizde, kısacası her şeyde O'nun varlığına, birliğine ve güzel sıfatlarına çeşitli yönlerden sayısız açık deliller olduğu halde, O'nun varlığından şüphe etmek olur mu? Doğrusu bu kadar açık delillere rağmen, böyle bir kuşkuya kapılan insanların akıl sahibi olup olmadığından şüphe etmek gerek.
    İşte yukarıda naklettiğimiz ayette işaret edildiği üzere, bütün ilahi peygamberler insanoğlunun dikkatini hep bu noktaya çekmişlerdir.
    Allah Teala şöyle buyuruyor: "Şüphesiz göklerin ve yer yüzünün yaratılmasında, gece ve gündüzün bir biri ardından gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah'ın gökten su indirerek yer yüzünü ölümünden sonra tekrar diriltmesinde, onun üzerinde yürüyüp giden hayvanları yaymasında, rüzgarları estirmesinde ve gök ile yer arasında musahhar kılınan bulutta şüphesiz aklı erenler için nice ayetler, deliller vardır."[2]
    "Şüphe yok ki, tohumları ve çekirdekleri yarıp bitkileri ve ağaçları yeşerten Allah'tır. Ölüden diri, diriden ölü çıkarır. İşte Allah budur. Öyleyse nereye yüz çevirip gidiyorsunuz? Sabahı ışıklandıran, geceyi sükûnet olarak yaratan O'dur. Güneş ve ayı da hesap üzere düzenleyen O'dur. Bu üstün ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir. O öyle bir Allah'tır ki, karada ve denizde karanlıklarda yolunuzu bulmanız için sizler için yıldızları yaratmıştır. Şüphesiz biz, bilen topluluğa delillerimizi apaçık anlattık. Sizi tek bir nefisten meydana getiren O'dur. Derken bazısı kalır bazısı da gider. Anlayan topluluğa delillerimizi apaçık anlattık. O'dur gökten su indiren. Sonra onunla tomurcuklandırıp yeşertiriz. Sonra ondan yeşillik çıkarırız. Ondan da birbirine bitişmiş, istiflenmiş taneler hurma tomurcuklarından salkımlar, bir bakımdan benzer ve bir bakımdan benzer olmayan üzümlerden, zeytinlerden ve narlardan oluşan bağlar, bahçeler çıkarıp yeşertiriz. Bir, meyve verince bakın onlara, bir de olgunlaşınca. Kuşkusuz bütün bunlarda inanan toplum için deliller vardır." [3]
    "Develerde, koyunlarda ve ineklerde sizler için bir ibret vardır. Karınlarındaki dışkıyla kan arasından, içenlerin boğazından kayıp giden halis temiz süt içirmekteyiz size. Hurma ağacının ürünleriyle üzümlerden de içecek yaparsınız, güzel rızk elde edersiniz, şüphe yok ki, bunda da akıl eden topluluğa bir delil vardır. Rabbin bal arısına "dağlarda, ağaçlarda ve çardak kurulan yerlerde evler (kovanlar) yapın" diye vahyetti. Sonra "bütün ürünlerden ye ve gönül alçaklığıyla Rabbinin yollarına git" dedi. Onların karınlarından çeşitli renkte şerbet "bal" çıkar, onda insanlara şifa var. Bunda da düşünen bir topluluk için delil vardır"[4]
    "Ve O'nun (Allah'ın) ayetlerinden biri de, sizi topraktan yaratması, sonra insan olarak yer yüzünün her tarafına dağılışınızdır. O'nun ayetlerinden biri de; uzlaşıp geçinesiniz diye sizin için kendi cinsinizden eşler yaratmasıdır ve aranıza da sevgi ve şefkat ihsan etmesidir. Şüphe yok ki, bunda düşünen bir topluluk için deliller vardır. O'nun delillerinden biri de; göklerin ve yerin yaratılışı ve dillerinizin ve renklerinizin ayrı ayrı oluşudur. Bunda bilinçli olan bir topluluk için deliller vardır. O'nun delillerinden biri de; geceleyin uyumanız ve gündüz de O'nun fazlından rızk aramanızdır (çalışmanızdır). Şüphe yok ki, bunda söz dinleyen bir topluluk için deliller vardır. O'nun ayetlerinden biri de; korkutup, ümitlendiren şimşeği size göstermesidir. Gökten su indirir ve onunla yeri öldükten sonra tekrar diriltir. Bunda akıl eden bir topluluk için deliller vardır. Onun ayetlerinden biri de, onun emriyle göğün ve yerin istikrar bulmasıdır. Sonra sizi yerden sesleyince, siz hemen çıkıvereceksiniz"[5]
    Allah Teala'nın ayet ve delillerine işaret eden Kur'an-ı Kerim'in ayetleri çok fazladır. Bu zikrettiklerimiz sadece onlardan birkaç örnektir.
    Burada konuyla ilgili birkaç hadis-i şerifi de örnek olarak alacağız:
    Şeyh Saduk "Tevhid" kitabında Hz. İmam Ali'den (a.s) naklettiği bir hadiste şunları yazıyor: "Mevlamız Hz. Emir-ül Mü'minin Ali (a.s)'a: "Rabbini ne ile tanıdın?" diye sorduğunda, İmam şöyle cevap verdi: "Kastların feshedilip, himmetlerin bozulmasından; ben bir şeye niyet ettiğimde benimle niyet ettiğim şey arasında engel oluşturulduğunu ve bir şeye karar aldığımda kaza ve kaderin benim kararıma ters düştüğünü gördüm ve bundan idare edenin benden başkası olduğunu anladım."[6]
    Bir arife: "Rabbini ne ile tanıdın?" diye sorulduğunda: "Nefislerin inkar edemediği, kalplere gelen ilhamlarla" cevabını verdi. [7]
    Bedevi bir Arab'a böyle bir soru sorulunca, o: "Çöldeki devenin tezeği oradan devenin geçtiğine, yerdeki ayak izleri oradan birisinin geçtiğine delalet ederken, şu yıldızlarla dolu gök ve derin dereler sahibi yer, her şeyden haberi olan bilinçli bir yaratıcıya delalet etmez mi?" cevabını vermiştir. [8]
    Büyük velilerden olan Seyyid Raziyiddin Ebu-l Kasım Ali bin Musa bin Tavus, oğluna yaptığı vasiyetlerinde şöyle yazıyor: "Ben, İslam alimlerinin bir çoğununun, Allah Teala'nın ve Resulü'nün kolay kıldığı şeyi, zorlaştırdıklarını gördüm.
    Allah Teala'nın önceki kitaplarıyla, Kur'an-ı Kerim'in; varlıkları yaratan, değişen şeyleri değiştiren ve vakitleri döndüren Allah Teala'nın varlığına delalet eden ikazlarla dolu olduklarını görüyoruz.
    Bundan başka, efendimiz Hatem-ül Enbiya Hz. Resulullah ile ondan önce gelip geçen diğer peygamberlerin getirdikleri ilimlerin de ilahi kitaplar doğrultusunda bu gibi ince ikazları içerdiklerini ve bundan doğan görevleri beyan etmekte olduklarını görmekteyiz.
    Masum imamların sonuncusu olan Hz. İmam Mehdi'nin (a.s) zahirde bulunduğu dönemin son günlerine kadar olan Sadr-i Evvel İslam alimleri de bu yol üzere geçip gitmişlerdir.
    Ey oğlum! Kuşkusuz sen, kendiliğinden bilmelisin ki, sen; ne bedenini, ne ruhunu, ne hayatını, ne aklını, ne de senin iraden dışında kalan arzu, durum ve ecel vakitlerini yaratmışsın.
    Bunları, babanın ve annenin veya soylarından türediğin büyük babalarının ve büyük annelerinin de yaratmadığını biliyorsun. Çünkü sen onların böyle şeylerden aciz ve bu gibi makamlardan aşağıda olduklarını kesin olarak biliyorsun. Eğer onların bu gibi şeylere güçleri yetseydi, onlarla arzuları arasında bir engel oluşturulamaz ve ölüp gitmezlerdi.
    Görüyorsun ki, bütün bu işleri yapan ve bu varlıkları yaratan, değişen varlıkların imkan ve eksikliklerinden beri olan Vahid-i Ehed bir yaratıcının var olduğuna inanmaktan başka bir çıkar yol kalmıyor. Sana düşen görev ise ancak, o yaratıcının sıfatlarını tanımak, bilmektir.
    Bütün aklı selimlerin ve bozulmamış düşüncelerin bir yaratıcının varlığını tasdik ettiklerinden dolayıdır ki, hep birlikte bu konuda birleşmişler. Ancak onun ne olduğu, zatını oluşturan hakikatin ve sıfatlarının ne ve nasıl olduğu konusunda görüş ve yol ayrılığına düşmüşlerdir." [9]
    Yine O demiştir ki: "Ben, Allah Teala'nın benim varlığımın bütününde, akıl sahibi olan kimselerin akıllarının kavradığı hikmetler koyduğunu gördüm.
    Allah Teala beni, cevherlerden (tözlerden), arazlardan (ilineklerden), madde ötesi olan akıldan, nefis ve ruhtan yaratmıştır. Eğer lisanı hal ile benim varlığımı oluşturan cevherlere; benim yaratılışımda ve oluşumda onların bir payı olup olmadığını sorsan, onların kendilerinin acizliklerine, zayıflıklarına şehadet ettiklerini ve kendilerinin de muhtaç olduklarını itiraf ettiklerini görürsün.
    Eğer onların güçleri olsaydı; olaylara maruz kalarak değişmelere hedef olmazlardı.
    Böylece onların, bu gibi tedbirlerde bir payları olmadığını itiraf ederek, kendilerinde bulunan bileşimin niteliğinden, onları oluşturan unsurların sayısından, miktarından ve hangi tür unsurlar olduklarından haberleri olmadıklarını belirttiklerini görüyoruz.
    Eğer lisanı hal ile aynı soruyu arazlara (ilineklere) yöneltsek, onların: "Bizler cevherlerden daha zayıfız; çünkü biz onlara bağımlı ve muhtaç olan şeyleriz. O halde biz onlardan daha zayıf ve muhtaç varlıklarız" dediklerini görürüz.
    Eğer lisanı hal ile aklıma, nefsime ve ruhuma aynı soruyu yöneltsem, onların da hep birlikte: "Sen biliyorsun ki, bizlerin bazısı ölüm, bazısı unutkanlık, bazısı da çeşitli zilletlere düşerek zayıflarız. Yine bizler, bizleri istediği şekilde eksiklikten kemale, kemalden eksikliğe doğru değiştiren ayrı bir varlığın kontrol ve emri altındayız. O bizleri, zaman süreci içerisinde istediği şekilde halden hale çevirip değiştirmektedir. O halde yaratma işi bizim de işimiz değildir" dediklerini görürsün.
    Lisanı hal ile durumun bundan ibaret olduğunu, bütün varlıklardaki cevherlerin (tözlerin), arazların (ilineklerin) akıl, ruh ve nefislerin aynı ayarda olduklarını gördüğün zaman, hepimizin acizlik, ihtiyaç, değişme, yıpranma gibi hallerimizden uzak olan bir var edenimizin ve yaratıcımızın olduğunu ve eğer onda da herhangi bir eksiklik ve yokluk olsaydı, onun da bizim gibi başka birine muhtaç olacağını tam manasıyla kavrayıp anlarsın." [10]
    Şeyh Saduk (r.) "Tevhid" kitabında kendi senediyle Hz. İmam Rıza (a.s)'dan naklettiği bir rivayette şunları yazıyor: "Birisi İmam Rıza (a.s)'ın yanına gelerek: "Ey Resulullah (s.a.a)'in oğlu! Alemin hadis (yaratılmış) olduğuna delil nedir?" diye sordu.
    Hz. Rıza (a.s) ona şu cevabı verdi: "Sen yoktun sonra varoldun. Biliyorsun ki, sen, kendini var etmemişsin. Senin gibi olan birisi de seni var etmemiştir." [11]
    Yani, kendisinin hadis olduğunu bizzat yaşayan insan, alemin tümünde de aynı durumun söz konusu olduğunun farkında olur. Çünkü o alemin bir parçası olduğuna göre, alemle aynı hakikat ve aynı tözü paylaşmaktadır. Aynı töz ve hakikati paylaşan şeylerin hükmü ayrı olamaz. O halde alemin tümü de hadistir.
    Şeyh Saduk daha sonra adı geçen kitabında şunları yazıyor: "Alemin hadis olduğuna bir delil de şudur: "Biz kendimizin ve alemde bulunan diğer cisimlerin çoğalma veya eksilme gibi durumlardan ayrılmadıklarını, onların yaratılma ve yönetilme cereyanına maruz kalarak çeşitli şekil ve hallere dönüştüklerini görmekteyiz.
    Şunu da açıkça bilmekteyiz ki, onları ne bizim kendimiz yaratmışız ve yaratmaktayız, ne de bizim cinsimizden olup, bizim gibi sıfatlara sahip olan ayrı bir şey yaratmış ve yaratmaktadır.
    Hiçbir akıl, değişiklik ve dönüşümden kurtulamayan bir varlığın ebedi ve ezeli olabileceğini kabul etmez. Hiçbir hayal de böyle bir düşünceye kapılamaz. Öte yandan müşahede ettiğiniz böyle yüce düzen, tedbir ve üstün yapıya sahip olan bir alemin bir yaratanı ve düzenleyeni olmadan kendiliğinden meydana gelebileceğini de hiç kimsenin aklı tasavvur edemez.
    Eğer alemin; sahip olduğu bu düzeni, bazısının bazısına olan bağlılığı ve bazısının bazısına olan ihtiyaçlarıyla birlikte bir yaratıcısı, bir var edeni ve düzenleyeni olmadan meydana gelmesi mümkünse, ondan daha az düzen ve nizama sahip olan bir şeyin böylece meydana gelebilmesi herhalde daha olanaklı olurdu.
    Bu durumda, bir yazarı olmadan yüce araştırmaları içeren büyük bir ilmi eserin kendiliğinden yazılıp meydana gelmesi, bir ustası olmadan mükemmel bir evin kendiliğinden düzenlenip var olması, bir ressamı olmadan şahane güzelliğe sahip bir tablonun kendililiğinden çizilip oluşması ve bir mühendis ve ustası olmadan en üstün düzen ve nizamla yapılmış olan bir geminin kendiliğinden oluşması, pekala mümkün sayılırdı.
    Böyle bir şeyi kabul etmek, selim akıl ve doğru düşünce yolundan çıkmak olduğuna göre, akılları hayran bırakan daha üstün düzen ve daha ince güzelliklere sahip olan bu alemin kendiliğinden var olduğunu söylemek de öyledir. Hatta böylesi bir düzenle hareket eden yıldızları, belirli bir düzenle doğup batan, düzenli hareket ederek vakitleri, mevsimleri meydana getiren, güneşi, ayı olan, ağaçları ve bitkileri aklı hayran bırakan çeşitliliğe sahip olup, ihtiyaç duyulan çeşitli ürünlerini kendi vakitlerinde üreten, kısacası sonsuz derecede üstün bir düzene sahip olan böyle bir alemin kendiliğinden var olduğunu söylemek ondan daha büyük bir safsata, daha açık bir inatçılıktır." [12]
    Gerçekte Allah Teala'nın varlığına inanmak, doğuştan insanların fıtratında vardır. İşte bunun için insanların, zor ve korkunç durumlarla karşılaştıklarında farkında olmadan kendi fıtratları (yaratılıştan olan içgüdüleri) gereği sebeplere sebeplilik veren ve zorlukları kolaylaştıran Allah Teala'ya yönelip sığındıklarını görüyoruz.
    Kur'an'ı Kerim'in şu ayetleri de buna tanıklık etmektedir: "Eğer onlara: "Gökleri ve yeri kim yaratmıştır?" diye sorsan, mutlaka "Allah" derler. De ki: Bütün övgüler Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu bunun bilincinde değillerdir." [13] "De ki: Eğer gerçekten ciddi iseniz! Size Allah'ın azabı gelir veya başınıza kıyamet koparsa, Allah'tan başkasını mı çağırır ondan başkasına mı dua edersiniz? Hayır yalnızca O'nu çağırırsınız. O da isterse ona çağırdığınız şeyi "belayı" sizden alır ve şirk koştuğunuz şeyleri unutup gidersiniz."[14]
    Hz. İmam Hasan El- Askeri'nin (a.s) tefsirinde şöyle yazıyor: "Adamın biri Hz. İmam Sadık (a.s)'a Allah'ı sorunca, İmam (a.s) ona: "Hiç şimdiye kadar gemiye bindin mi?"diye sordu.
    O adam: "Evet" dedi.
    İmam (a.s): "Seni kurtarabilecek başka bir geminin veya bir yüzücünün bulunmadığı bir yerde geminiz bozulduğu oldu mu hiç?" dedi.
    O adam: "Evet olmuştur" dedi.
    İmam (a.s): "Acaba o zaman kalbine seni bu tehlikeli anında boğulmaktan kurtarabilecek bir şeyin olduğuna dair bir düşünce geldi mi?" diye sordu.
    O şahıs: "Evet geldi" cevabını verdi.
    Bunun üzerine, İmam Sadık (a.s) ona şöyle buyurdu: "İşte hiçbir kurtarıcının bulunmadığı yerde kurtarmaya kudreti olan ve bir feryada yetişenin bulunmadığı yerde feryada koşan şey Allah Teala'dır." [15]
    Yine Şeyh Saduk'un kendi senediyle Zürare'nin aracılığıyla Hz. İmam Muhammed Bakır (a.s)'dan naklettiği bir hadiste, İmam (a.s) şöyle buyuruyor: "Hz. Resulullah (s.a.a) buyurdu ki; "Her çocuğun fıtrat üzere doğduğunun anlamı, Allah Teala'nın onun yaratıcısı olduğu marifeti (bilinci) üzere doğmasıdır. İşte Allah Teala'nın "Eğer onlara: "Gökleri ve yeri kim yaratmıştır?" diye sorsan, mutlaka "Allah'tır" derler" [16] ayetinin anlamı da budur."[17]
    Bir marifet ve tevhid ehlinden Allah'ın varlığına delil istenince, O: "Sabah (gündüz) bizi lamba ihtiyacından kurtarmıştır" cevabını vermiştir.
    Bir marifet ehli şair de şiirinde konuyu şöyle dile getirmiştir:
    O ne kadar cahil birisi ki, nur saçan güneşi, çölde kandil ışığıyla aramaktadır.
    Büyük İranlı filozof Hacı Molla Hadi Sebzivari felsefe dalında yazdığı Manzume adlı değerli kitabına şu şiirlerle başlıyor:
    "Ey aklı bağışlayan "Allah" bütün övgüler sana mahsustur
    Bütün amaçlar senin huzuruna varır,
    Ey nurunun şiddetinden gizli kalan,
    Ey zahir olduğu halde batın, batın olduğu halde zahir olan,
    Yüzünün nuruyla her şey aydınlanmıştır,
    Yüzünün nuru karşısında ondan gayri her şey gölgedir."
    Bu yüzden de basiret gözü açık olanlar için Allah'ın varlığına delil gerekmez, hatta durum tam aksinedir. Yani, Allah Teala her şeye delil ve kanıt olup, her şeyi var edip gösterendir. O'nun nurundan bir pay almayan şey, yokluk karanlığında yok olup gider ve ondan hiçbir haber olmaz. Bu yüzdendir ki, Hz. İmam Hüseyin (a.s) Arafe günü okuduğu Arafat duasında Allah Teala'ya şöyle hitap ediyor:
    "Ey Allah'ım! Kendi varlığında sana muhtaç olan bir şeyle nasıl senin varlığına delil getirebiliriz?!
    Hiç senden başkasının, senin için olmayan bir açıklığı ve zuhuru olabilir mi ki, o sana açıklık getirebilsin!
    Sen ne zaman gaip oldun ki, eserler sana delalet edecek bir delil olsun! Seni görmeyen göz kördür! Oysa sen devamlı olarak onu gözetiyorsun! Ve senin sevginden (aşkından) bir pay verilmeyen kulun muamelesi hüsrana uğramıştır." [18]
    Yine Hz. İmam Hüseyin (a.s) buyurmuştur:
    "Sen kendini her şeye tanıtmışsın, (artık) sana hiçbir şey cahil değildir." [19]
    Yine Hz. İmam Hüseyin buyurmuştur: "Sen bana kendini her şeyde tanıttın, ben seni her şeyde zahir olarak görüyorum. O halde her şeye zahir olan sensin."[20]
    Hz. Emir-ül Mü'minin Ali (a.s) da şöyle buyuruyor:
    "Allah Teala kullarına, onlar onu görmeksizin zuhur etmiştir. Ve zuhur etmeksizin onlara kendisini göstermiştir." [21]
    [1]- İbrahim: 10
    [2]- Bakara: 164
    [3]- En'âm: 95, 96, 97, 98, 99
    [4]- Nahl: 66, 67, 68, 69
    [5]- Rum: 20, 21, 22, 23, 24, 25
    [6]- Şeyh Saduk'un et Tevhid adlı kitabı s. 288
    [7]- Feyz-i Kaşani'nin İlm-ül Yakin adlı kitabı c. 1 s. 30
    [8]- Feyz-i Kaşani'nin İlm-ül Yakin adlı kitabı c. 1 s. 30
    [9]- Feyz-i Kaşani'nin İlm-ül Yakin adlı kitabı c. 1. s. 31, 32
    [10]- Aynı kaynak s. 33
    [11]- Et-Tevhid: s. 293
    [12]- Aynı kaynak s. 298
    [13]- Lokman: 25
    [14]- En'am: 40, 41
    [15]- Tefsir-i İmam Hasan El-Askeri Besmele Tefsiri s. 9
    [16]- Lokman: 25
    [17]- Et-Tevhid Kitabı s. 328, 329
    [18]- İkbal-ül A'mal s. 349
    [19]- Feyz-i Kaşani İlm-ül Yakin s. 52 naklen İkbal-ül A'mel s. 350
    [20]- Feyz-i Kaşani İlm-ül Yakin s. 51 naklen İkbal-ül A'mel s. 349
    [21]- Feyz-i Kaşani İlm-ül Yakin s. 51

    #2
    Ynt: Tevhid - Allah Teala'nın Varlığı

    allah razı olsun
    Derdin kendindedir bilmiyorsun, derman yine sendedir görmüyorsun, içine koca bir alem yerleştirilmiş; sen hala kendini küçük bir şey zannediyorsun. / Hz. Ali (as)

    Yorum


      #3
      Ynt: Tevhid - Allah Teala'nın Varlığı

      paylaşımınız için allah razı olsun.

      Yorum


        #4
        Ynt: Tevhid - Allah Teala'nın Varlığı

        Allah razı olsun inşallah..

        Yorum


          #5
          Ynt: Tevhid - Allah Teala'nın Varlığı

          hacı seni buraya davet ediyorum bu başlık uygun ramazan dolayısıyla Tanrının varlığı üzerinde münazara bölümünden bir başlık açamayacağız. Bu bölüm konuşmak içn en uygun bölümdü inşallah..
          Ateistmişsin ve baya da iddialıymışsın sanırım
          Sonradan mı oldun yoksa nasıl oldu kendini birazcık tanıtır mısın işin aslı esası nedir, inanmıyorsan neden inanmıyorsun hiç bir tanrıya mı inanmıyorsun yoksa Allah'a mı
          sence varlık nasıl meydana gelmiştir?
          bu alemdeki düzen nasıl kurulmuş nasıl devam etmektedir.?
          Bu alem nereye gitmektedir varlıkların sonu ne olacaktır?
          zorda kaldığında örneğin kaza, ölüm durumu gibi hayatın şakasının olmadığı artık ölümle ciddi olarak burunburuna geldiğin bir an oldu mu olduğunda ne yapar kimden yardım dilersin diler misin?
          Allah inancı içinde hiç mi yok olmadığı için içinde hiç mi korku hissetmiyorsun...
          ilk varlık nedir. ilk varlığın özellikleri nelerdir?
          seni biraz tanımak istiyorum... mezuniyetin, okuduğun kitaplar falan...

          Yorum


            #6
            Ynt: Tevhid - Allah Teala'nın Varlığı

            Peygamberleri onlara dedi ki: Allah'ın varlığında şüphe mi olur? Oysa gökleri ve yeri var edip açan O'dur."[1]
            Nerden biliyoruz.Bu bilgi sınanabilir mi?
            Hangi bilimler aracılığıyla tanrının varlığını kanıtlıyorsunuz?

            Sabahı ışıklandıran, geceyi sükûnet olarak yaratan O'dur.
            Işığın güneşten geldiği bilgisine sahip değil.Allah işığı çıkarıyor sanki...İnanç bu.

            Yıldızların insanlara yol göstermek için yaratıldığı yönünde ilkel insanların inançları bu ayetlerde de kabul edilmiş.Tuhaf doğrusu...

            Bütün aklı selimlerin ve bozulmamış düşüncelerin bir yaratıcının varlığını tasdik ettiklerinden dolayıdır ki,
            Sizce öyle,kanıtlanmaya muhtaç bir önyargı bu.Düşünebilen ve düşüncesini ifade edebilen insanın kendi aklından uydurmadığının delili nedir.Bu akıl süpermenide ,spiderman'nide kafasından uydurabiliyor.Zeusu da,ra'yı da ulu cuvcuvu da yine kafadan uyduran bu insanoğlu değil mi?

            ]düzenli hareket ederek vakitleri, mevsimleri meydana getiren, güneşi, ayı olan, ağaçları ve bitkileri aklı hayran bırakan çeşitliliğe sahip olup, ihtiyaç duyulan çeşitli ürünlerini kendi vakitlerinde üreten, kısacası sonsuz derecede üstün bir düzene sahip olan böyle bir alemin kendiliğinden var olduğunu söylemek ondan daha büyük bir safsata, daha açık bir inatçılıktır." [12]


            Evrende düzen değil kaos hakimdir.Bu durumda Kaosun kendiside bir yaratıcının olmadığı anlamına mı gelir?



            Yorum


              #7
              Ynt: Tevhid - Allah Teala'nın Varlığı

              Prof. Dr. George Herbert Plont
              (Tecrübî fizik profesörü)
              [Coüfornia Teknoloji Enstitüsünde mastr' yapmış, California Üniversitesi mühendislik araştırmaları kısmında yüksek mühendis olarak çalışmaktadır.]
              Şunu kesin olarak söyleyebilirim ki, ben Allah'a inanıyorum. Hatta bununla da yetinmeyip daha da ileri giderek her şeyimde ona güveniyor ve bağlanıyorum. Çünkü bana göre uluhiyet düşüncesi salt bir felsefî problem değildir. Bilakis ruhumda Allah fikrinin son derece büyük bir pratik değeri vardır. Şunu rahatlıkla ifade edebilirim ki Allah'a inanmak benim günlük hayatımın ana bölümlerinden birisidir.
              Bu görüşte birçok kişiler bana katılabilir

              veya katılmayabilirler. Nitekim sayıları pek fazla olmayan birtakım düşünürler Allah'ın varlığı fikrini kendi zihinlerinden ve muhitlerinden tamamen uzaklara atarak ateizmin savunucusu olmuşlardır. Şu halde onların inkârına karşı bizi imana sevkeden nedenleri izah edip açıklamamız gerekir.
              Bu görevi yerine getirmek için çalışırken, konuya bazı düşüncelerimi açıklayarak girmek istiyorum. İnsanı Allah'a inanmaya veya inkâra sevkeden önemli görüşleri ve teorileri tartışmak emelindeyim. Bu tartışmaların neticesinde aklını kullanan herkesi Allah'a inanmaya zorlayan sebepleri idrake götürecek neticeler çıkabilir. Bunları belirttikten sonra insanların neden Allah'a inandıklarını açıklayacağım.
              Birçok araştırıcılar insanları Allah'a inanmaya götüren sebepleri incelemişlerdir. Çoğunlukla bu inancın kör bir teslimiyete bağlı olduğu, mantık ve ikna kurallarına uygun düşmediği, bunun sonucu olarak Allah'ın nitelikleriyle ilgili pekçok tutarsız ve çelişik düşüncelerin ortaya çıktığı görülmüştür. Gerek filozoflar, gerekse düşünürler bu kâinatın mutlak bir tanrısı olması gerektiği konusunda her ne kadar birleşmekte iseler de, bu tanrının kutsal kitaplarda sözü edilen tanrı olup olmadığı konusunda aralarında birlik sağlanabilmiş değildir. Fakat bu demek değildir ki kutsal kitaplarda bir eksik nokta var veya yeterli derecede açık deliller mevcut değil, yahut anlaşılması zor girift ve manasız noktalar mevcuttur. Aksine kabahat bu kitapların ifadesinde değil, hakikatlara

              bakılan gözlüklerin kendisindedir. Gözlükler düzeltildiği zaman bakışlar da düzelir ve mesele açık bir durum kazanır. Ne var ki, ortaya çıkan deliller mutlak bir hüküm ifade etmez.
              Ben, delillerin gerçek durumunu açıklamak, onları sağlam bir metotla ele alıp kullanma tarzını izah edebilmek için dikkatleri matematik ilimlerde kullandığımız istidlal metoduna çekmek istiyorum.
              Bilindiği gibi geometride birtakım aksiyomlara dayanarak birçok teoremleri çözmek mümkündür. Biz bu aksiyomların doğruluğunu hiç tartışmadan ve münakaşa etmeden kabulleniriz. Bilginler önce aksiyomları ortaya korlar. Sonra da hipotezleri veya neticeleri aksiyomlara dayanarak izah ederler. Herhangi bir hipotezin isbatı için başvurulan metod budur. En sonunda bu teoremler kesin bir bilgi ifade eden aksiyomlara dayanır. Ortaya atılan görüşlerden hiçbirisi toplu olarak doğruluğu varsayılan ve böyle kabul edilen aksiyomların doğruluğunun üzerinde herhangi bir söz söylemez. Bununla ilgili hiçbir delil ileri sürmez. Biz tecrübî müşahedelerimiz yoluyla bu aksiyomların doğru neticeler verip vermediğini anlayabilir ve onları deneyebiliriz. Şu kadar var ki, bu aksiyomlara göre kurulan teorilerin doğruluğu veya bu teoriler arasında herhangi bir çelişkinin bulunmayışı o aksiyomların doğruluğuna yeterli bir delil sayılamaz. Çünkü biz teorilerden evvel aksiyomları kabul ediyor ve onlara inanıyoruz. Bu
              Niçin Allah'a inanıyoruz.
              demek değildir ki, tabiî olarak aksiyomları kabul, körü körüne ve deneysiz bir kabuldür.
              Allah'ın varlığıyla ilgili konularda da durum böyledir. Çünkü Hakteâlânm varlığı felsefesi bakımdan zarurîdir. Geometrik îsbat metodunda olduğu gibi, eşya ile Allah'ın varlığına delil getirmek aksiyomların isbatı için değil, onları isbat edilmiş gerçek olarak kabul edip onlardan başlamakla olur. Bu durumda kâinat gerçekleri ve düzeninde rastladığımız şeyler eğer bu bedihî gerçeklerle uyuşuyorsa üzerine dayandığımız bedihî gerçeklerin sağlamlığına delalet eder. Buna göre Allah'ın varlığı konusundaki deliller müşahede ettiğimiz realitelerle kâinatı yaratan bir yaratıcının varlığından beklediğimiz uyumlara göre yerleştirilir.
              Bu manada bir delil getirme, iman zayıflığına işaret değildir. Fakat düşündüğümüz fikri açıklayabilmek kör bir teslimiyet yerine ikna esaslarına dayandırabilmek için aksiyomların kabulüne giden yolu gösterir. Allah'ın varlığıyla ilgili deliller pekçoktur. Kimisi kâinattan alınma delillerdir. Kimisi ilâhî hikmeti idrake dayalı delillerdir. Kimisi de insanların çalışmalarıyla ortaya çıkardıkları delillerdir.
              , Kâinattan alınma deliller şu esasa dayanır: Kâinat devamlı bir değişim halindedir. Bu mütemadi değişiklik yüzünden onun ebedî olması mümkün olmaz. Bu durumda daha yüce bir ebedî hakikat aramak zarureti doğar.
              Kâinattaki hikmetlerin idrakine dayalı deliller ise şu esasa istinad eder: Bu kâinatın hareketlerinin gerisinde belirli bir gaye ve hedef yer almaktadır. Bu ise hikmet sahibi bir yöneticiyi ve idareciyi gerekli kılar.
              İnsanların keşiflerine dayalı deliller ise, insan ruhunda ve şuuraltında doğuştan gelme yüce bir yöneticiye yöneltme temayülü bulunduğu esasına dayanır.
              Benim çalışma saham fizikî analizler konusunda olduğu için düşünce yapım itibariyle yaratıklardaki hikmeti araştıran delillerimin de bu türden olması gerekir. Bir kere fizik âlemde geçerli olan kanunlar, bize kâinatın temelinde bir nizamın mevcut olduğunu söylüyor ve bunu kabule zorluyor.
              Bir fizik bilgini bu kanunları keşfedebilmek için çalışmalarına yön verir. Bir araştırıcı herhangi bir problemi çözümleyebilmek için araştırmalarına önce ele aldığı fenomeni incelemesine yardımcı olacak bir model yapar ve onu denemeye başlar. Bu modellerden herhangi birisinin doğruluğunu veya yanlışlığını anlamak içindir. Herhangi bir teori realiteye uygun olduğu kadar basit de olmalıdır. Bilahare bu model üzerindeki çalışmalar; araştırma konusu olan mevzuda fenomenlere tesir eden faktörlerin bilinmesi ve anlaşılması esasına dayanır. Eğer elde edilen neticeler başlanılan düşüncelere uygun olur ve çıkış teorisini desteklerse teori sağlamlık kazanmış olur. Çünkü bu eldeki modele uyan şeyler diğerlerine de uyar. Bu da bize kâinata sonsuz bir düzenin hâkim olduğunu gösterir.
              Akıl, kâinata hâkim olan bu düzenin, kendiliğinden yahut yokluktan veya başıboş bir tesadüften meydana gelmiş olabileceğini kabul etmez. Buna göre düşünen insanın düşüncesinin neticesinde mutlaka bu kâinatı düzenleyen bir tanrının varlığını kabul edip ona inanması gerekir. Bu durumda uluhiyet düşüncesi hayatın en kesin ve bedihî gerçeklerinden bir gerçek olarak çıkar karşımıza. Hatta kâinattaki en büyük gerçeklerden birisi olarak Hipotez ile netice arasındaki uygunluk herhangi bir teorinin doğruluğuna delil sayılır. İşte bunun gibi bizim burada kullandığımız mantık şudur: Eğer dünyada bir yaratıcı tanrı varsa mutlaka bir nizamın da bulunması gerekir. Bunun muhalifi olarak şöyle diyebiliriz: Şayet kâinatta bir nizam varsa, bir tanrı da var demektir. Ve onun varlığı zarurîdir.
              Ateistlerin de bir mantık muhakemesi vardır. Ancak bu sübjektif bir mantıktır. Çünkü onlar derler ki Allah'ın varlığına kesin delillerle değil, belirli hâdiselere dayanılarak inanılmaktadır. Ve onlara göre bu Allah'ın var olmamasını gerekli kılmaktadır. Çünkü onlar, kâinattan Allah'ın varlığı için kullanılan delilleri şu şekilde reddediyorlar. Kâinat madde ve enerjiden ibarettir. Madde enerjiye, enerji maddeye dönüşür. Ve böylece kâinatın ebedî olması imkân dahilindedir. Keza onlar kâinata hâkim olan nizamı inkâr etmekte ve bunun bir vehim olduğunu ileri sürerek kabul etmemektedirler. İnsanın içgüdüsel yolla doğruyu hissedip şuur altında üstün bir yaratıcıya yönelme temayülünü

              de kabul etmezler. Buna rağmen kendileri de Allah'ın bulunmadığına dair bir delil ortaya süremezler. Allah'ın varlığını isbat için serdedilen deliller, onların görüşüne göre nasıl yeterli sayılmazsa; bulunmadığını gösteren deliller de yeterli sayılmaz.
              Bir başka grup ateist de görmedikleri için bu kâinatın bir tanrısı bulunacağını kabul etmemekte, ancak bir başka kâinatta veya âlemde "tanrının bulunabileceğini mümkün görmektedir. Aslında bu da bir önceki gibi tutarsız bir iddiadır.
              Mü'minierin Allah'ın varlğına delil olarak gösterdikleri delillerle, ateistlerin onun yüce zâtını inkâr için gösterdikleri delillerin arasında bir karşılaştırma yaptığımızda imansızların görüş açısının, müminlerin görüş açısından daha fazla kabule şayan olabileceğini gösteren bir noktası bulunmadığı açıkça ortaya çıkar. Bir başka ifadeyle şöyle de diyebiliriz: Mü'min imanını basiretine dırır. (25) Mülhit ise inkârını körü körüne yürütür. (26) Ben imanın akla dayalı olacağını, aklın da imanı gerektireceğini kabul ediyorum.
              25 — Nitekim Kur'anı Kerîm bu konuda şöyle buyurmaktadır: «Bu kendilerine ilim verilenlerin Kur', an'ın, Senin Rabbinden bir gerçek olduğunu bilip de ona inanmaları ve gönüllerini bağlamaları içindir. Allah inananları şüphesiz doğru yola eriştirir.» Hacc: 54
              26 — «Bilmeden, doğruya götüren bir rehberi olmadan, aydınlatıcı bir kitabı bulunmadan Allah yolun, dan saptırmak için büyüklük taslayarak Allah hakkında tartışan insan vardır. Dünyada rezillik onadır-ona kıyamet günü can yakıcı azabı tattırırız.» Hacc: S- 9.

              insan bazı zamanlar delilleri görmekten âciz bulunursa da bu onun güçsüzlüğüne işarettir. Gözlerini açıp daha iyi bakması gerekir.
              Allah'ın varlığını mücerret olarak kabul etmek insanı mü'min durumuna getirmez. Bazı kimseler Allah'ın varlığını kabul etmenin hürriyetlerini kısıtlayan bir sınır olmasından korkmaktadırlar. Doğrusu bu korku asılsız da değildir. Çünkü birçok Hıristiyan mezheplerinin hatta en büyüklerinin bile insan aklına birtakım kısıtlamalar getirdiği ve zihinleri hegomanya altında tuttuğu bir gerçektir. Fakat bu zihnî dik-tatoryanın dinin gereği olmadığını insanların kendilerinin elleriyle onu uydurdukları unutulmamalıdır. Meselâ İncil düşünce hürriyetine son derece geniş yer vererek şöyle der: «Ve Rab dedi ki: Bizi bırak birlikte düşünelim.» (27)
              2! — tacilde bu konular çok az yer alırken Kur'. anda pek fazla yer işgal eder. De ki: «Yeryüzünde dolaşın; Allah'ın yaratmaya nasıl başladığını bir görün, tşte Allah aym şekilde âhiret yaratmasını da yapacaktır. Doğrusu Allah her şeye kadir'dir. Düediği. ne azatoeder, dilediğine merhamet eder. O'na çevrileçeksiniz.» Ankebut: 20 . 21.
              — Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: «Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru», derler. Âli İmran: 191.
              —• «Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birBiri ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde Allah'ın gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgârları ve yerle gök

              Şu halde insanı gerçek imana ve Allah'ın varlığını itirafa sevkeden husus nedir? Bu arkadaşının varlığını, kabule çağıran şeyin aynısıdır. İnsan Rabbına yöneldiği ve ona başvurduğu zaman muhakkak gerçek İmana erişir.
              Ben bu yolla Allah'a inandığımı ve bu yolla inancın mantık kaidelerine dayalı tatmin edici bir inanç olacağını kabul ediyorum. Şu kadar var ki, bu, birincisine göre ikinci dereceden bir-şeydir. Çünkü önce Allah'a yöneldim ve o noktada kişisel kabiliyetimle anlatamayacağrm derecede şeyleri gördüm. Ondan sonra mantık yoluyla inancımı yenilemeye koyuldum. Eğer sizin de Allah ile ilgili bir konuda şüpheniz varsa; işte onun çözüm yolu: «Allah'a yönel O'nu muhakkak göreceksin.»
              arasında emre amade duran bulutları döndürmesinde, düşünen kimseler için deliller vardır.» Bakara: 164.
              ?— «Göklerde ve yerde nice belgeler vardır ki, yanlarından yüzlerini çevirerek geçerler.» Yusuf: 105.
              — «Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten çekinen, Rabbinin rahmetini dileyen kimse inkâr eden kimse gibi olur mu? Ey Muhammed, de ki: «Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?» Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.» Zümer: 9
              167
              (yazıyı düzeltmeden gönderdiğim için özür dilerim kardeşlerimden)
              "eğer sıffinde engellenebilseydi cansız kuranın mızraklanışı o zaman kerbelada mızraklanmazdı canlı kuranın başı"

              Yorum


                #8
                Ynt: Tevhid - Allah Teala'nın Varlığı

                bakış açısına göre değişir evrende kaos mu düzen mi olduğu...

                bunun için evrenin dışına çıkıp ama en dışa! ordan bakmak lazım tüm boyutları tüm ilişkileri tüm varlıkları...

                mevlana der deniz kenarındaki bir kum taneciğini yerinden kaldırıver sonra seyreyle gümbürtüyü...

                yani tüm etkenler bir önceki sonuçladan kaynaklanırken, tüm sonuçlar bir sonraki etkeni oluşturuyorken biz arada bir zincire bakarak düzen ya da kaostan söz ettiğimizde sadece kendi açımızdan dar bir bakış fırlatmış oluruz konuya...

                böylece bir sonuca varmak imkansız olur. ne düzen ne kaos.. burdan bir sonuç çıkmaz objektif olmak gerekirse. objektif sonuç çıkmayacaksa o zaman var olanı inkar risktir...

                bu varlıklar bütünlüğü açısından böyledir.oysa bireysel çıkarlar açısından her birimiz için objektif bir değerlendirme yaşadığımız muhitte kaosun değil düzenin olduğunu kabul eder.sayısız olay eşya ve sebepler arasında benim kurallı bir hayatın içinde bulunmam varlığımı sürdürebilmem hatta olgulara dair yasaları tespit edebilmem de kaosa değil düzene işarettir.yoksa hiçbir varlığını sürdüremezdi.

                en mantıklısı bize kaos gibi görünen olayları sınırlı bilgimize hamletmek olmalıdır

                Tanrının varlığına dair olumsuz ön kabule sahip olanlar, karşıtlarından, bu varlığa dair delil isterler. oysa tanrının varlığı kadar yokluğu da ispata muhtaç konudur. ki bu ikisi ispat ve araştırma bakımından hiç bir şekilde birinin diğerine üstünlük kuramadığı iddialardır.

                çünkü Tanrı ontolojik olarak algı alanımızın dışında bir kavramdır. varlığın ampirik olarak ispatlanamadığı gibi yokluğu da ispatlanamaz...

                bu durumda iş kalıyor matematik gibi akli çıkarımlara...

                hem de hiç bir şekilde dış dünya gibi öznel bilgilere dayanmadan yapılacak çıkarımlara...

                tanrı kelimesi bizzat özü itibariyle varlığı ispat olunan bir kavramdır.. onun yokluğunu akıl hiçbir şekilde düşünemez.. tıpkı iki rakamının varlığı gibi...

                düşünen bir varlık olarak ben varım.. ve biliyorum ki düşünüyorum. beni oluşturan varlıklar olmalı.. ilk varlık? ilk varlık öyle olmalı ki varlığı kendinden olmalı aksi takdirde onun da bir sebebi olur... ilk varlık aynı zamanda başlangıcı olmamalı çünkü bu durumda o ilk varlık olamaz...

                tanrı adı bizzat ad olarak en güçlü varlık olmalı yoksa tanrı özelliğine sahip olamaz ondan güçlü olan tanrı olacağından dolayı yine böylece tanrı en güçlü olmuş olur...

                bu tür akli çıkarımlar bize kesin olarak tanrının varlığına dair bilgiler sunar... zaten hiç bir şeyi kabul etmeyen insanı atmalı fırtınalı bir denize bakmalı içinde bizzat her şeyi çekip çeviren, bizim ve denizin sahibi bir tanrı varlığına sahip mi değil mi?

                Yorum

                YUKARI ÇIK
                Çalışıyor...
                X