Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

ŞİA'NIN TEVHİD İNANCINI BİLİYOR MUSUNUZ (1)

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    ŞİA'NIN TEVHİD İNANCINI BİLİYOR MUSUNUZ (1)

    Müslim Karabacak / Yeni Mesaj

    Hani şu birilerinin küfürle itham ettiği, bir akademisyenin Yahudi ve Hıristiyan olmak daha iyidir, çünkü onlar küfürdedir dediği Şia’nın tevhid inancını hiç merak ettiniz mi?

    Tevhid inancı; İslam’ın esası olan Allah’ı birleme inancı.

    Yüce Allah, işte bu tevhid inancından uzak oldukları için özelde Yahudilik ve Hıristiyanlık için, genelde bütün inanışlar için şu değişmez ve değiştirilmez hükmü vermiştir; hepsi batıldır, hepsi küfürdür.

    Lâ tebdile li–kelimatillah/Allah’ın hükmünde değişiklik asla olmaz.

    Yegâne tevhid inancı İslam inancıdır.

    İslam’ın öğrettiği ve esas aldığı tevhid inancı da; “e canım Allah birdir işte” cümlesiyle geçiştirilecek, baştan savılacak bir şey değildir.

    Tevhid inancının nasıl olması gerektiğini, hangi sağlam temellere dayanması gerektiğini, bir Sunnî olarak ben de az biraz biliyordum.

    Ama büyük Şia alimi Horasanî’nin “Usûl–i Din İle Tanışma” adlı eserinden bu konuyu okuyunca önce cehaletimden hicap duydum, sonra da çok mutlu oldum. Mutlu oldum, çünkü cehaletimi az da olsa yenebildim.
    Gerçi ben, öğretmenlik yıllarımda öğrencilerime hep şunu derdim; okudukça cahilliğim artıyor.

    Bana göre çok doğru bir yaklaşım. İnsan okudukça ne kadar bilgiye muhtaç olduğunu, ne kadar az şey bildiğini de öğreniyor.

    Benim sunduğum iki kitaba karşılık bana bir kucak dolusu kitap hediye eden ve böylece de Şia’nın tevhid inancını az da olsa öğrenmeme vesile olan Mehdi Aksu hocaya da kucak dolusu teşekkürlerimi sunayım peşinen.
    Buyurun! İşte size bir Şii âlimin eserinden Şia’nın tevhid inancı.
    Aynen katarım.

    Tevhid

    Tevhid; âlemlerin Rabbinin ecza ve sıfatlardan bileşmeyen yegane varlık olduğuna inanmaktır. –Çünkü her mürekkep varlığın, eczaya ve o eczayı oluşturana ihtiyacı vardır. Muhtaç bir varlığın ise kendisine ve diğerlerine varlık verip yoktan var etmesi muhal ve imkânsızdır– İlahlığında ve sıfatlarında da ortağı yoktur.
    1– Birlik ve teklik zatının özü olan Allah Teâlâ’nın kutlu zatından başka her varlık aza ve parçalardan oluşmuştur. O’ndan başka her şey parçalara bölünür. Tıpkı varlıkta cismin madde ve surete bölünmesi, vehim ve hayalde zamanın ‘an’lara bölünmesi, akılda insanlık ve varlığa bölünmesi, her sınırlı varlığın hadde ve mahduda bölünmesi gibi.
    Cemel savaşında adamın biri: “Ey Emir’ül Müminin! ‘Allah birdir’ mi diyorsun?” dedi. Bunun üzerine insanlar: “Emir’ül Müminin’in içinde bulunduğu bu ortamda bu sorulacak soru mudur?” diye onun üzerine yürüdüler.
    Fakat Emiru’l Müminin: “Bırakın onu” buyurdu. “Onun bizden istediği şeyi biz de bu insanlardan istiyoruz; maksadımız Allah’ın birliğidir.”
    Daha sonra şöyle buyurdu.
    “Allah birdir sözü dört kısımdır: Bunlardan ikisi Allah’a yakışmaz. Diğer ikisi ise Allah’ta vardır.
    Allah’a yakışmayan ikisi şudur:
    1– Sayılarda olan birliktir; O’nun birliği sayısal birlik değildir.
    Çünkü ‘iki’si olan her bir, ‘iki’si olmayan bire söylenmez: “Allah, üçün üçüncüsüdür diyenler elbette kâfir olmuşlardır” (Maide, 73).
    2– Cinsin bir türü kastedilen ‘bir’, “O halktan biridir” sözünde olduğu gibi. Allah Teâlâ’ya sınıf ve türden biri anlamında bir demek caiz değildir; çünkü bu kullanımda benzetme vardır; hâlbuki Allah’ın benzeri yoktur.”

    Allah’ta olanlar ise şunlardır:
    1– Benzeri olmayan ‘Bir’.
    2– Allah Teâlâ varlık, akıl ve vehimde bölünmeyen ‘Bir’dir. (Biharu’l–Envar, c.3, s.206).

    Müslim Karabacak / Yeni Mesaj
    (Devam edecek)

    #2
    Ynt: ŞİA'NIN TEVHİD İNANCINI BİLİYOR MUSUNUZ (1)

    BİSMİ TEALA
    HAMD ALEMLERİN RABB'İ ALLAH'A SALAT VE SELAM'I HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN
    Selamun Aleykum
    RABB'İMDEN ECİRLERİNİZİ YÜCE KILMASINI DUA EDERİM
    Bilemiyorum bunu bu yazıtı buraya mı yazsam yoksa münazara'ya mı yazsam eğer yetkililer nereye konulmasını isterlerse oraya aktarmalarını rica ederim


    9-(263) ...Abdullah b. Sinan, Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’dan "Gözler Onu göremez." (En'am, 103) ifadesinin anlamıyla ilgili olarak şöyle rivayet etmiştir:
    «Burada kastedilen zihinlerin, tasavvurların O'nu kuşatamayacağı, kapsaya­mayacağıdır. "Doğrusu size Rabbinizden basiretler[9] geldi." (En'am, 104) Ayetinde göz­le görmenin kastedilmediğini bilmez misiniz?
    Yine: "Kim can gözünü açıp görürse faydası kendisine..." (En'am,. 104) buyrulmuştur. Bundan maksat da insanın gözleriyle görmesi değildir.
    Ayrıca: "Kim de kör olursa zararı kendinedir." (En'am, 104) ifadesi, gözlerin kör olması anlamında değil, zihnin kuşatamaması anlamında kullanılmıştır. Örneğin: Falan şiiri görür (şiirden anlar). Falan fıkhı görür, falan dirhemleri görür (paradan an­lar), Falan giysileri görür derler. Allah, gözlerle görülmekten yücedir, münezzehtir,»
    10-(264) ...Ebu Haşim el-Caferî, Ebu'l-Hasan er-Rıza (Ali b. Musa aleyhisselâm)’danşöyle rivayet etmiştir:
    İmam'a: "Allah vasfedilir mi?" diye sordum:
    - «Kur'ân okumaz mısın?» dedi.
    - "Okuyorum" dedim.
    - «Peki, "Gözler Onu göremez; hâlbuki O, gözleri görür." (En'am; 103) ayetini okumadın mı?» diye sordu.
    - "Evet, okudum." dedim.
    - «Peki, basiretlerin ne olduğunu biliyor musunuz?» dedi..
    - "Evet" dedim.
    -«Nedir?» dedi.
    - "Gözlerin görmesi" dedim.
    Buyurdu ki: «Kalplerin tasavvuru gözlerin görmesinden daha büyüktür. Buna rağmen kalplerin tasavvur kapasiteleri Allah'ı kavrayamaz; ama o tasavvurları görür»
    1 l-(265) ...Ebu Haşim el-Caferî şöyle rivayet etmiştir:
    Ebu Cafer (Muhammed Bakır aleyhisselâm)'a dedim ki: "Gözler O'nu göremez; hâlbuki O, gözleri görür." (En'am, 103) ayeti ne anlama gelir?
    Buyurdu ki: «Ey Ebu Haşim! Kalplerin görmesi gözlerin görmesinden daha duyarlı ve kapsamlıdır. Sen zihinsel tasavvurunla Sind'i, Hindistan'ı ve gidemediğin daha birçok memleketi algılayıp tasavvur edebilirsin; ama onları gözlerinle göre­mezsin. Buna rağmen kalplerin tasavvur kapasiteleri Allah'ı kavrayamazlar, nerede kaldı gözler!»
    12-(266) Ali b. İbrahim babasından, o da ashabının bazısından onlar da Hişam b. Hakem'den[10] şöyle rivayet etmişlerdir:
    Bütün varlıklar ancak iki şeyle kavranır: Duyularla ve kalple.
    Duyuların kavramaları üç anlama dayalı olarak gerçekleşir: Müdahale ederek kavrama, temas ederek kavrama ve müdahale ve temas etmeksizin kavrama.
    Müdahale ederek kavrama: Duyma, koklama ve tatma şeklinde gerçekleşir.
    Temas ederek kavrama: Dokunarak varlıkların kare ve üçgen gibi şekillerini, yumuşak, sert, sıcak ve soğuk oluşlarını algılama şeklinde gerçekleşir.
    Dokunmaksızın ve müdahale etmeksizin kavrama yöntemine gelince: Bu da görme ile olur. Çünkü göz, varlıklara dokunmadan ve onlara müdahale etmeden, on­ları fiziki kapsamına almadan, kendi yerlerinde algılar.
    Gözle algılamanın yolu ve sebebi vardır. Yolu hava, sebebi ise ışıktır. Gözle görülen varlık arasındaki yolda bir kopukluk yoksa bütünlük mevcutsa, ayrıca se­bep de hazır ise karşılaşılan renkler ve somut nesneler kavranır, algılanır. Göz, ulaş­maya yol bulamayacağı bir şeye yöneltildiği zaman gerisin geri döner ve o şeyin ötesini yansıtır. Söz gelimi aynaya bakan bir kimsenin gözleri aynanın ötesine nüfuz edemez. Öteye geçmek için başka da yol olmadığı için bakış geri döner, bakan kim­seyi yansıtır. Berrak bir suya bakan bir kimse de ötesine geçmeye yol bulamayacağı için kendi aksini görecektir. Kalp ise havaya egemendir. Havada olan her şeyi kavrar ve tasavvur eder. Kalp de havada olmayan bir şeye yöneltildiği zaman geri döner ve havada olan bir şeyi aksettirir. Bu yüzden aklı başında olan bir insanın, kalbini Al­lah'ın birliği gibi hava boşluğunda somut olarak yer almayan soyut bir olguya yö­neltmemesi gerekir. Çünkü böyle bir durumda kalbi hava boşluğunda mevcut bulu­nan somut bir varlıktan başka bir şey tasavvur etmeyecektir. Allah'ın gözlerle gö­rülmesi meselesiyle ilgili olarak söylediğimiz gibi Allah Celle ve Azze, yarattıkları­na benzemekten münezzehtir.
    Olsaydı!
    Süleyman-i Deylemi isminde bir şahıs şöyle diyor:
    İmam Sadık (a.s)’a arzettim ki: Filan adam, ,ibadet ve dindarlıkta şöyle böyledir... (onu İmam’ın yanında medhettim).
    İmam Sadık (a.s); “Aklı nasıldır?” diye sordular. “Bilmiyorum.” Dedim.
    İmam (a.s) buyurdular ki: “kuşkusuz sevap akıl miktarıncadır.”
    Sonra şöyle buyurdular: “Beniisrailden bir adam, (havası ve suyu) çok güzel olan bayındır ve yeşillik bir yerde Allah’a ibadet ediyordu. Bir melek oradan geçtiğinde onu görerek Allah’a şöyle arzetti: “Allah’ım! Bu kulunun sevap ve mükafatını bana göster!”
    Allah Teala, ibadetle meşgul olan adamın sevabını ona gösterdi. İbadet eden şahsın sevabı meleğe çok az geldi. Bundan dolayı, onun bu kadar ibadetle sevabının azlığına şaşırdı.
    Allah Teala o meleğe şöyle buyurdu:
    “Onun yanına git, meselenin sana aydınlanması için onunla arkadaş ol."
    Bu emir doğrultusunda melek, bir insan şekline girerek onun yanına geldi.
    Abid (ibadet eden): Sen kimsin? Diye sordu.
    Melek: Ben Allah’ın bir kuluyum. Senin bu mekanda makam ve ibadet etmenden haberdar olduğumdan dolayı, buraya gelerek birlikte Allah’a ibadet etmek istedim.” dedi.
    Melek o günü abidler geçirdi. Diğer günün sabahısı abide şöyle dedi:
    “Buranın ne de güzel hoş hava ve sapalı yerin vardır! Gerçekten burası tam da ibadet edilecek bir yerdir.
    Abid: Evet, her açıdan iyidir, ama buranın bir eksikliği vardır!”
    Melek: o eksiklik nedir? Diye sordu.
    Abid: Keşke Rabbimizin bir merkebi Olsaydı! Eğer Rabbimizin bir merkebi olsaydı, onu burada otlatırdık; artık bu ot ve yeşillikler zayi olmazdı!” dedi.
    Melek: “Senin Rabbinin merkebi yok mu? “diye sordu.
    Abid: Evet! Eğer mektebi olsaydı, bu otlar zayi olmaz ve boşu boşuna gitmezdi dedi.
    Allah Teala meleğe vahyederek şöyle buyurdu: “Ben akıl miktarınca mükafat ve sevap veririm.” (Aklı az olduğundan dolayı sevabı da azdır.)

    Allah' a emanet olun..

    Yorum

    YUKARI ÇIK
    Çalışıyor...
    X