Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Arş ve Kürsi Dair...

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Arş ve Kürsi Dair...

    BİSMİHİ TEALA
    HAMD ALEMLERİN RABB'İ ALLAH'A SALAT VE SELAMI HZ. MUHAMMED (S.A.A) VE PAK EHL-İ BEYT (A.S) OLSUN
    RABB'İMDEN ECİRLERİNİZİN YÜCE OLMASINI DUA EDERİM

    Selamun Aleykum kardeşlerim;


    ARŞ NEDİR?

    [img alt=ya kadir]http://img.tebyan.net/big/1387/08/9493423229147148245180702441687130183127.jpg[/img]


    İnsanların arşın, daha doğrusu "sonra arşa kuruldu" ayeti ile buna benzer ayetlerin anlamı hakkında farklı görüşleri vardır. Selefîlerin çoğu, bu ve benzeri ayetlerin müteşabih oldukları ve bu itibarla bunlara ait bilginin Allah'a havale edilmesi gerektiği görüşündedirler. Bunlar dinî gerçekleri incelemeyi, Kur'ân'ın ve sünnetin zahirinin arka plânını irdelemeyi bidat sayarlar. Oysa bu konuda akıl onları hatalı gördüğü gibi, Kur'ân ve sünnet de kendilerini onaylamıyor. Çünkü Kur-ân'ın ayetleri, Allah'ın ayetleri hakkında akıl yürütmeyi ısrarla teşvik eder, Allah'ı ve ayetlerini yeterli derecede anlamaya çağırır. Bunun için düşünmeyi, değerlendirmeyi, irdelemeyi ve aklî delillere başvurmayı özendirir. Mütevatir hadisler de bu ayetlerle aynı paralelde mesajlar verirler. Bir şeyin öncülünü, başlangıcını emredip sonucunu yasaklamak anlamsız olur. Bunlar, Kur'ân'ın ve sünnetin gerçeklerini incelemeyi yasaklayan kimselerdir. Hatta Kelâm ilminin konularını incelemeyi bile yasaklarlar. Oysa kelâm ilminin işi, dinin gerçeklerini zahirî anlamlarıyla kabul edip onları sıradan halkın anladığı şekliyle korumaktan, sonra da onları dindarların kabul ettiği yaygın önermelerle savunmaktan ibarettir. Sözünü ettiğimiz selefîler bunu bidat sayarlar. O hâlde onları bir yana bırakalım.

    Araştırıcılar ise, kelimenin anlamı hakkında şu farklı görüşleri ileri sürmüşlerdir:

    1- Araştırmacıların bir bölümü, bu kelimeyi zahirî anlamında kabul etmişlerdir. Onlara göre arş, ayakları olan koltuk gibi bir yaratıktır ve yedinci kat göğe yerleştirilmiştir. Yüce Allah -hâşâ- tıpkı dünya hükümdarlarından biri gibi bu koltuğa oturmuştur. Bu araştırmacıların çoğuna göre arş ve kürsî aynı ve tanımladığımız şeydir.

    Bunlar, Müslümanların müşebbihe (benzetmeci) kesimidir. Kur'ân, sünnet ve akıl onların bu görüşüne karşı çıkarlar; âlemlerin Rabbi olan Allah'ı, yaratıklarından birine benzetmekten, zat, sıfat ve fiil açısından yaratıklarından biri gibi olmaktan tenzih ederler.

    2- Araştırmacıların bu kesimine göre arş dokuzuncu felektir. Bu felek, cismanî âlemi kuşatır, yönlerin ve yıldızsız atlasın sınırlarını oluşturur, gündelik hareketi ile zamanı meydana getirir. İç kısmında ona değecek yakınlıkta kürsî bulunur ki, o da sabit yıldızların bulunduğu sekizinci felektir. Bunun da içinde yedi gezegen yıldızın oluşturduğu yedi felek bulunur. Her felek bir sonrakini kuşatır. Bu yedi gezegen sırası ile Zuhal, Müşteri, Merih, Güneş, Zühre, Utarit ve Ay'dır.

    Bu görüş, gök cisimlerinin hareketlerini düzenlemeyi amaçlayan Batlamyus teorisine dayalı astronominin temelini oluşturur. Bu araştırmacılar, bu teoriyi Kur'ân'da sözü edilen yedi göğe, arşa, kürsîye uyarlamışlar. Teorinin Kur'ân'ın zahirine aykırı olmayan hükümlerini ve tabiat ile ilgili bilgilerini kabul etmişler. Buna karşılık teorinin Kur'ân'ın zahirine aykırı olan görüşlerini reddetmişler. Meselâ bu teorinin şu görüşlerini reddetmişlerdir: Sınırlayan (dokuzuncu) feleğin ötesinde ne boşluk ve ne doluluk yoktur. Felekî hareketler sürekli ve sonsuzdur. Felekte delinme ve kapanma imkânsızdır. Her feleğin yüzeyi başka feleğin yüzeyi ile temas hâlindedir, aralarında uzaklık yoktur. Feleklerde yaşayanlar yoktur. Feleklerin yapıları basît (bileşkesiz) ve homojendir, delikleri ve kapıları yoktur.

    Oysa Kur'ân'ın ve hadislerin zahiri şu sonuçları ortaya koyuyor: Arşın ötesinde hicaplar ve otağlar vardır. Arşın ayakları ve taşıyıcıları vardır. Yüce Allah yazılı kâğıtları dürer gibi göğü dürecektir. Gökte melekler barınmaktadır. Oradaki her secde edilecek genişlikteki yerde mutlaka rükûa varmış veya secdeye kapanmış bir melek bulunur. Melekler gökte barınırlar, oradan aşağı inerler ve yine oraya çıkarlar. Göğün kapıları vardır. Cennet gökte ve Sidret'ül-Münteha'nın yanındadır. Kulların yaptıkları işlerinin varacağı yer orasıdır. Bunlar ve daha bazı bilgiler eski astronomi ve tabiat bilginlerinin görüşlerine ters düşer. Göklerin, arşın ve kürsînin klasik astronomi bilginlerinin varsayımlarındaki dokuz felek olduklarını söyleyen bu Müslüman araştırmacılar, Kur'ân'ın ve sünnetin zahirine ters düşen bu bölümleri reddederler.

    Yalnız bu tanımlama farklılıkları, bu araştırmacıların Kur'ân'da anlatılan bilgilerin eski astronomi âlimlerinin söylediklerinden başka şeyler olduğunu anlamalarını sağlayamamıştır. Nihayet astronomi ve tabiat alanındaki gözleme ve deneye dayalı son incelemeler, eski varsayımların kökten geçersiz olduklarını ortaya koyunca, bu araştırmacılar da o uyarlamaları geçersiz sayıp onları bir yana bırakmak zorunda kalmışlardır.

    3- Araştırmacıların bir başka kesimine göre arşın dış dünyada somut bir karşılığı yoktur. "Sonra arşa kuruldu" ve "Rahman olan Allah arşa kuruldu." gibi ayetler, yüce Allah'ın yaratıklar âlemi üzerindeki egemenliğinin kinayeli bir ifadesidir. Çoğu kere bir şeye kurulmak, o şey üzerinde egemen olmak anlamında kullanılır. Şu beyitte olduğu gibi:

    "Bişr, Irak üzerine kuruldu / Kılıçsız ve kan dökmeksizin."

    Veya arşa kurulmak, işleri düzenlemeye başlamak demektir. Nitekim dünya hükümdarları ülkelerini yönetmeye başlamak istedikleri zaman tahtlarına kurulurlar, üzerine otururlar. Gerçi başlamak, işe koyulmak gibi durum değişikliği anlamına gelen kavramlar Allah'a isnat edilemezler. Çünkü yüce Allah değişim ve başkalaşımdan münezzehtir. Fakat yüce Allah'ın tasarrufu, o gün meydana gelen şeylerin zatları ile somut olarak meydana gelmeleri göz önüne alınarak başlama ve işe koyulma olarak adlandırılabilir. Rahmet ile kapsamak demek olan Allah'ın tasarrufu eşyaya taalluk ettiği zaman başlamak ve işe koyulmak olarak adlandırılabilir. Zamanla kayıtlı olan ve yüce Allah'a izafe edilen bütün fiiller gibi. "Allah falancayı yarattı, falancayı canlandırdı, falancayı öldürdü ve falancaya rızk verdi." şeklindeki sözlerimiz gibi.

    Bu görüşe yönelik itirazımız şudur: "Sonra arşa kuruldu" ifadesinin kelime dizisi itibariyle kinayeli bir ifade olduğu gerçek olmakla birlikte bu durum, ortada bu söz dizisinin dayandığı bir gerçeğin bulunmuş olması ile çelişmez. Çünkü insanlar arasında geçerli olan egemenlik, istila, hükümdarlık, emirlik, saltanat, riyaset, velilik ve efendilik gibi kavramlar itibarî kavramlardır, dışarıda sade-ce eserleri vardır. Bu gerçeği daha önceki itibarî incelemeler sırasında birçok kere vurgulamıştık. Dinî kavramlar, açıklama bakımından bizim aramızda geçerli olan itibarî kavramların açıklamalarına benzerler. Fakat yüce Allah, dinî kavramlarla ilgili açıklamaların arkasında objektif gerçeklerin, dış dünyaya yansımış, hayalî ve itibarî olmayan varoluşların bulunduğunu bildirmektedir.
    Allah hakkında egemenliğin, saltanatın, kapsama almanın, veliliğin ve bunlara benzer diğer kelimelerin anlamları, bu kelimelerin aramızdaki anlamlarıdır. Ama dış dünyadaki somut karşılıkları başkadır. Bu kavramların Allah ile ilgili olarak O'nun yüceliğine yaraşır gerçek somut karşılıkları vardır. Ama bizim hakkımızda kullanıldıklarında karşılıkları iddiadan ibaret zihnî ve itibarî vasıflar olur, hayal çerçevesini aşmaz.
    Bu kavramları kullanmamızın sebebi, onların iddia ettiğimiz gerçek sonuçlarını meydana getirmektir. Meselâ reise reis denmesinin sebebi, yönetilenler diye adlandırdığımız zümrenin onun iradelerine ve kararlarına uymasıdır. Yoksa aslında baş anlamına gelen reis, yönetilen topluluğun gerçekten başı değildir. Çeşitli kurullarda yer alan kişilere vücudun bir organı anlamında üye diyoruz. Aslında bu kimseler gerçek anlamda el, ayak, mide, ciğer oldukları için bu unvanla anılmıyorlar. Bu unvanı almalarının sebebi, insan organizmasındaki bir organın gördüğü fonksiyonu toplum içinde üstlenmelerini sağlamaktır.

    Yüce Allah'ın, "Dünya hayatı eğlenceden ve oyundan başka bir şey değildir." (Ankebût, 64) ayetinde oyun ve eğlence olarak adlandırdığı şey işte budur. Güzellik, mal, evlât, ilerleme, reislik ve iktidar gibi dünyalık amaçlar, sadece vehimlerde var olan hayalî unvanlardır. Ahiretle ilgili bir gayeye bağlamadan bunlarla meşgul olmak, vehimlerle ve hayallerle oyalanmaktan başka bir şey değildir. Bunları elde etme uğrunda yarışanlar, oyunlarda akranlarını geçmek için yarışan çocuklar gibidirler. Bu yarışların sonunda elde edilen sonuç, dış dünyada somut karşılığı (gerçekliği) ve eseri olmayan hayalî bir sonuçtur.

    Bu fani hayatı yeren ve içerdiği hayalî unsurlar yüzünden onu oyun olarak adlandıran yüce Allah, bu oyuncuların ilki olmaktan münezzehtir.

    Kısacası, "sonra arşa kuruldu" ifadesi, yüce Allah'ın mülkünü kapsayan bir yönetim sistemi olduğunu bildirdiği gibi, sayıca çok ve birbirinden farklı faaliyetlerin dizginlerinin toplandığı bir makam olan gerçek bir aşamanın varlığını da kanıtlar. Sadece arşın zikredilip Allah'a izafe edildiği başka ayetler de buna delâlet eder. Şu ayetlerde olduğu gibi:
    "O, yüce arşın Rabbidir." (Tevbe, 129),
    "Arşı taşıyanlar ile çevresinde olanlar..." (Mü'min, 7),
    "O gün onların üstünde sekiz melek, Rabbinin arşını taşırlar." (Hâkka, 17), "Melekleri, arşın çevresini sarmış görürsün." (Zümer, 75)
    Görüldüğü gibi bu ayetler, zahirleri ile arşın dış dünyada somut varlığı olan bir gerçek olduğunu gösterir. Bundan dolayı, "sonra arşa kuruldu" ifadesindeki arşın dış dünyada somut bir varlığı olduğunu söylüyoruz. Bu kavram, Kur'ân'da verilen birçok örnekte olduğu gibi sırf bir örnek vermek için kullanılmış değildir. Meselâ Nur Suresi'ndeki nur örneklemesine dayanarak Allah'ın dış dünyada somut varlığı olan bir cam fanusu, bir zeytin ağacı, bir zeytin yağı vardır demiyo-ruz; ama Allah'ın bir arşı, bir levhası, bir kalemi, bir yazılmış kitabı vardır diyoruz. Bunu iyi anlamak gerekir.

    "Sonra arşa kuruldu" ifadesinden anlaşıldığına göre arş, varlık âleminde var olan bir makamdır. Olayların ve gelişmelerin dizginleri bu makamda toplanır. Tıpkı ayetin açıklamasını yaparken verdiğimiz ayrıntı uyarınca ülke dizginlerinin hükümdarın tahtında toplandığı gibi: "Sonra arşa kuruldu; işleri çekip çeviriyor, O'nun izni olmadıkça hiç kimse aracılık edemez." (Yûnus, 3) ayeti, bu sıfatın Allah için gerçekleştiğini gösteriyor. Bu ayette arşa kurulmak, Allah'ın gelişmeleri çekip çevirmesi ile tefsir ediliyor. Arkasından, "O'nun izni olmadıkça hiç kimse aracılık edemez." buyruluyor.

    Ayette rububiyete ve tekvinî tedbire parmak basıldığına göre buradaki aracılıktan maksat, tekvin alanındaki aracılıktır. Bu aracılık, tekvinî sebeplerde görülen sebep-sonuç ilişkisidir. Bu sebepler olaylar ve kâinatla Allah arasına giren aracılardır. Sıcaklıkla Allah arasına giren ve Allah tarafından yaratılan ateş ve Allah ile cisimlerin erimeleri arasına giren ısı gibi. Sebep-sonuç ilişkisini O'nun iznine bağlamanın gerekçesi, bu ayetin baş tarafını oluşturan "Rabbiniz o Allah'tır ki, gökleri ve yeryüzünü altı günde yarattı." ifadesinde vurgulanan rububiyette tevhit ilkesidir.

    "O'nun izni olmadıkça hiç kimse aracılık edemez." ifadesi, bir başka gerçeği de açıklıyor ki, bu gerçek şudur: Aracılıkta izin söz konusu olduğu için bir tedbirin başka bir tedbir ile yer değiştirmesi de genel tedbirin bir parçasıdır. Çünkü aracı, lehine aracılık yapılan ile aracılık dileğine muhatap olan makam arasında aracılığın olmaması hâlinde yürürlüğe girecek bir hükmün değişmesi için aracılık eder. Meselâ karşısına gelen cisimleri aydınlatan güneş, yüce Allah ile yeryüzü arasında ışık saçıcı niteliği sayesinde aracıdır. Eğer güneş ışığı olmasaydı, genel sebeplerin takdiri ve düzeni, yeryüzünün karanlıkla kaplanmasını gerektirecekti. Bunun yanı sıra çatı veya başka engeller de bu konuda aracıdırlar, yüce Allah'tan güneş ışınlarının doğrudan etkili olmalarının önlenmesini isterler.

    Daha önceki hükmün değiştirici sebebi olan aracının aracılığı Allah'ın iznine dayalı olduğuna göre bunun anlamı şudur: Yürürlükteki genel tedbir Allah'tandır. O'nun tedbirini geçersiz kılmak ve hükmünü değiştirmek için başvurulan gerek tekvinî sebeplerden, gerekse insanların yürürlükteki ilâhî sebeplerin hükmünden kaçmak için devreye koydukları tedbirlerden ibaret bütün araçlar, ilâhî tedbirin bir parçası sayılırlar.

    Bundan dolayı düşük nitelikli nesnelerin, şerefli şekilleri ve yüce mevhibeleri kabul etmeyip buna karşı direndiklerini görürüz. Çünkü bu yücelikleri kabul etme yeteneğinden yoksundurlar. O nesnelerden gelen bu reddetme eylemi, aslında kabul etmedir. Terbiyeyi kabul etmemek, aynı zamanda başka bir ilâhî terbiyedir. İnsan cahilliği yüzünden Rabbine baş kaldırır ve O'nun yüceliğine boyun eğmeye yanaşmaz. Bu tutum, aynı zamanda Allah'ın hükmüne boyun eğmektir. Yine insan hileye baş vurur, fakat bu girişimi Allah tarafından tuzağa düşürülmekten başka bir şey değildir. Şu ayetlerde buyrulduğu gibi: "
    Oysa onlar kendilerinden başkasına tuzak kurmuyorlar, fakat bunun farkında değiller." (En'âm, 123),
    "Onlar ancak kendilerini şaşırtıp saptırırlar da farkına varmazlar." (Âl-i İmrân, 69),
    "Siz yeryüzünde Allah'ı âciz bırakamazsınız. Sizin Allah'tan başka bir veliniz, bir yardım edeniniz yoktur." (Şûrâ, 31)
    Buna göre, "O'nun izni olmadıkça hiç kimse aracılık edemez." ifadesi şunu gösterir: Aracıların aracılığı veya ilâhî tedbir ile bunun gerekleri arasına giren karşıt sebepler, izin bakımından ilâhî tedbirin kapsamı içinde yer alırlar. Bu inceliği iyi kavramak gerekir.

    Varlık âlemindeki zıt ve karşıt sebepler ve faktörler, bir terazinin kefelerine benzer. Bu kefeler yükselmede ve alçalmada, ağırlıkta ve hafiflikte çatışırlar. Fakat onların bu karşıtlığı, aynı zamanda bir uyum anlamına gelir. Bu sayede terazinin sahibi, tartmak istediği şeylerin tartılarını belirleyebilmektedir.

    "Sonra arşa kuruldu; sizin O'nun dışında başka bir veliniz ve aracınız yoktur. Bunu düşünmüyor musunuz?" (Secde, 4) ayeti, anlam bakımından yukarıda incelediğimiz Yûnus Suresi'ndeki ayete yakın olduğu gibi, "O yüce arşın sahibidir, istediğini yapar." (Burûc, 16) ayeti de arşın, genel tedbirlere kaynaklık eden ve kevnî emirlerin çıkış yeri olan bir makam olduğuna işaret etme açısından, "Sonra arşa kuruldu; işleri çekip çeviriyor." ayetine yakındır. Bu açıkça görülüyor.

    "Melekleri, arşın çevresini sarmış, Rablerini hamdederek noksanlıklardan tenzih eder durumda görürsün. O gün aralarında hak uyarınca hüküm verilmiştir." (Zümer, 75) ayetinde de bu anlama işaret ediliyor. Çünkü melekler yüce Allah'ın hükmünü taşıyan, emrini yürüten, plânlarını uygulayan aracılardır. Bu yüzden O'nun arşının çevresini sarmış durumdalar.

    "Arşı taşıyanlar ile arşın çevresinde olanlar Rablerini hamdederek noksanlıklardan tenzih ederler, O'na inanırlar ve müminler için af dilerler." (Mü'min, 7) ayeti de aynı anlamı taşır. Bu ayette meleklerin arşın çevresini sardıkları belirtildiği gibi bir başka şey daha belirtiliyor. Bu da arşı taşıyanların varlığıdır. Bunlar, hiç şüphesiz ilâhî plânların merkezi ve kaynağı olan bu yüce makamı taşıyan kimselerdir. "O gün onların üstünde sekiz melek, Rabbinin arşını taşırlar." ayeti de bu anlamı doğrular.

    Arş, ilâhî tedbirler ve âlemde geçerli olan rububiyet hükümleri ile ilgili bütün dizginlerin toplandığı makam olduğu için bütün olayların taslakları orada özet hâlinde Allah katında mevcut ve O'nun tarafından malûmdur. "Sonra arşa kuruldu; yer altına giren ve oradan çıkan, gökten inen ve oraya yükselen her şeyi bilir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah yaptığınız her şeyi görür." (Hadîd, 4) ayeti buna işaret eder. Bu ayetin, "yer altına giren..." sözleri ile başlayan bölümü, arşa kurulmanın açıklaması niteliğindedir. Buna göre arş, her şeyi kapsayan, her şeyi içine alan bir genel tedbir ve yönetim makamı olduğu gibi, aynı zamanda bilgi merkezidir.

    Bundan dolayı arş, göklerin ve yeryüzünün yaratılışı ile ilgili ayetlerden anlaşılacağı üzere şu görünen âlemle birlikte var olduğu gibi, "Melekleri, arşın çevresini sarmış görürsün." ayetinden anlaşılacağı üzere yaratıkların son hesaplaşma amacı ile Allah'ın huzuruna çıkmalarından sonra da varlığını koruyacaktır. Nitekim, "Gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. O'nun arşı su üzerinde idi." (Hûd, 7) ayetinden anlaşılacağı üzere bu âlemin yaratılışından önce de vardı.

    #2
    Ynt: Arş ve Kürsi Dair...

    Arş ve Kursi -1

    [img alt=arş ve kursi]http://img.tebyan.net/big/1389/12/12901421171142531366696157292106936109114.jpg[/img]

    Ahmed b. Muhammed el-Berkî, merfu olarak şöyle rivayet etmiştir:
    Caselik,[1] Emir"ül-Mü"minin (Ali b. Ebu Tâlib aleyhisselâm)"a şöyle sordu:
    "Allah"mı arşı taşıyor; yoksa arş mı Allah"ı taşıyor, bana haber ver?"
    Emir"ül-Mü"minin şöyle buyurdu: «Arşı, gökleri, yeri, bu ikisinde bulunan varlıkları ve bu ikisinin arasında yer alan varlıkları Allah Azze ve Celle taşır. Şu ayette bu gerçeğe işaret edilir:
    "Şüphesiz Allah gökleri ve yeri, nizamları bozulmasın diye tutuyor. And olsun ki onların nizamı bozulursa, kendisinden başka hiç kimse onları tutamaz- Şüphesiz O, halimdir, çok bağışlayıcıdır." (Fatır, 41) Adam dedi ki: "Öyleyse bana: "Rabbinin arşını o gün, onların üstünde sekiz melek taşır." (Hakka, 17) ayetini açıkla, nasıl böyle söyleyebiliyor? Üstelik az önce Allah"ın arşı, gökleri ve yeri taşıdığını söylememiş miydin?
    "Emir"ül-Mü"minin şöyle dedi: «Allah-u Teâlâ arşı dört nurdan yaratmıştır: Bütün kırmızıların türediği kırmızı nur. Bütün yeşillerin türediği yeşil nur. Bütün sarıların türediği sarı nur. Bütün beyazların türediği beyaz nur. Bu, Allah "in taşıyıcılarına bahşettiği ilimdir ve o, azametinden bir nurdur. Mü"minlerin kalpleri O"nun nuru ve azametiyle görürler. Azameti ve nuruyladır ki cahiller O"na düşman olmuşlardır. Göklerde ve yerde bulunan bütün varlıklar O"nun azameti ve nuruyla O"na gidecek yollar aramaktadırlar. Bu amaçla değişik ameller yerine getirmekte ve benzer dinlere intisab etmektedirler. Dolayısıyla taşman her şeyi yüce Allah, nuru, azameti ve kudretiyle taşır. Onların hiçbiri kendine zarar veya yarar dokunduramaz. Ölüm, yaşatma veya yeniden diriltme hususunda etkin olamaz. Her şey taşınmaktadır. Allah Tebareke ve Teâlâ, onlar (gökler ve yer)"i ve onları saran şeyler (göklerde ve yerde bulunanlar)"! düşmesinler diye tutmaktadır. O her şeyin hayatıdır, her şeyin nurudur. Allah cahillerin yaptıkları yakışıksız nitelemelerden yücedir, münezzehtir.»
    Adam dedi ki: "Allah Azze ve Celle nerededir?" bana söyle.
    "Emir"ül-Mü"minin (aleyhisselâm) dedi ki: «O, buradadır, şuradadır, yukarı, aşağı, bizi kuşatandır. Nitekim bir ayette şöyle buyurmuştur: "Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O"dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O"dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunursa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir." (Mücadele, 7) Dolayısıyla kürsî, "Gökleri, yeri, bu ikisinin arasında bulunan varlıkları ve yerin altındaki varlıkları ve açıkça söylenen sözleri kuşatmıştır. Çünkü O, sır olan şeyleri, gizlilikleri bilir." (Ta-ha, 6-7) Aşağıdaki ayette buna işaret edilir: "O"nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür." (Bakara, 255)

    Arşı taşıyanlar, Allah"ın ilmini yüklediği âlimlerdir. Allah"ın melekûtunda yarattığı hiçbir şey bu dört nurun kapsamının dışına çıkmaz. Ki Allah bu melekûtunu seçkin (asfiya) kullarına ve halil (dostu) İbrahim"e göstermiştir: "Böylece biz, kesin iman edenlerden olması için İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk." [2] (En"am, 75) Arşı taşıyanlar, Allah"ın verdiği hayatla yaşadıkları, kalpleri O"nun nuruyla gördükleri ve O"nun bilgisine ulaştıkları halde Allah"ı taşıyabilirler mi?»,



    [hr]

    [1]- Hıristiyan âlimlerinden birinin adı
    [2]- "Melekût" kelimesi, Kur"ân dilinde "O"nun yasası, bir şeyin olmasını dilediği zaman ona "Ol" demesidir. O şey hemen oluverir. Her şeyin egemenliğini (melekûtunu) elinde bulunduran (O Allah) her türlü noksanlıktan münezzehtir." (Yâsîn, 83) ayetlerinden anlaşılacağı üzere varlıkların Allah"a dönük iç yüzü demektir. (En"âm, 75) ayetinden anlaşılacağı gibi, varlıkların bu yüzüne bakmak ile kesin iman birbirinden ayrılmaz bir ikili oluşturur. [el-Mîzân, c.8, s.488]

    Yorum


      #3
      Ynt: Arş ve Kürsi Dair...

      Arş ve Kursi -2

      [img alt=arş ve kursi]http://img.tebyan.net/big/1389/12/8175253210672349524223352252632138222670.jpg[/img]

      Caselik"in, "Söyle bana, Allah mı arşı, yoksa arş mı Allah"ı taşıyor?" sorusundan açıkça anlaşılıyor ki, Caselik taşımayı bir cismin başka bir cismi taşıması anlamında anlıyor. Oysa İmam"ın, "Arşı, gökleri, yeri... taşıyan Allah"tır." sözünden anlaşıldığına göre, İmam taşımayı analitik anlamda alıyor ve onu bir şeyin varlığını taşıma şeklinde tefsir ediyor. Bu da nesnelerin varlıklarının Allah ile kaim olması ve bu kaim oluşun kendi başlarına değil, kesinlikle Allah"a bağımlılık şeklinde olması şeklindedir. Malumdur ki, bu anlamın gerektirdiği sonuç nesnelerin Allah"ı taşıyanlar değil, O"nun tarafından taşınanlar olmasıdır. Bundan dolayı Caselik bu sözleri işitince İmam"a, "O gün onların üstünde sekiz melek, Rabbinin arşını taşırlar." (Hakka, 17) ayetinin anlamını soruyor. Çünkü az önceki anlamda bir şeyin varlığını taşımak sadece Allah"a mahsustur, bu konuda hiç kimse O"na ortak olamaz. Oysa bu ayet taşımayı Allah"tan başkasına izafe ediyor. Bu yüzden İmam, taşımayı ikinci kez tefsir ederek taşı­mayı ilim taşıma anlamında ve arşı da ilim anlamında alıyor.

      Yalnız bu açıklama, iki tefsir arasında çelişki olduğu izlenimini verdiği için İmam sözlerini biraz daha açıklıyor. Bu açıklamada arşın ilim demek olduğu şeklindeki sözünü açıklayarak bu ilmin sıradan insanların anladığı anlamda ilim olmadığını, sıradan insanların ilk plânda anladıkları ilmin nefsanî bir suret olan husulî (zihni) ilim olduğunu, oysa bu ilmin Allah"ın ululuğunun ve gücünün nuru olduğunu, bu ilmin Allah"ın izni ile bu taşıyıcılara verilip onlara gösterildiğini ve buna taşıma adının verildiğini anlatıyor. Bununla birlikte o ilim, aynı zamanda Allah tarafından taşınmaktadır. Bunda çelişki yoktur. Nitekim bizim fiillerimizin varlığı, bizim yanımızda hazır ve bizim tarafımız­dan taşmıyor olduğu gibi, aynı zamanda Allah katında da hazırdır ve O"nun tarafından taşınmaktadır. Allah, bu varlığı bize sunan asıl maliktir.

      Kısacası bütün nesnelerin ortaya çıkmasını sağlayan ilâhî yüceliğin ve ilâhî gücün nuru, kendi dışındaki her şeyi kuşatan arştır. Bu, yüce Allah"ın arşın kapsamındaki her şeye malik oluşudur. Bu nurun taşıyıcısı, yüce Allah"tır. Sonra da yüce Allah"ın kendilerini bu nurdan nasiplendirdiği kimseler, Al­lah"ın izni ile onu taşırlar. Allah ise, hem taşıyanın, hem de taşmanın taşıyıcısıdır. Buna göre, "sonra arşa kuruldu." (Bakara, 29) ifadesinde sözü edilen arşa kurulma, egemenlik ve "Rabbinin arşını taşırlar." ifadesindeki arş, ilim demektir. Bunların ikisi de aynı şeydir. Bu da bütün nesnelerin ortaya çıkmasını sağlayan, varlık düzenindeki bütün ayrıntılı tedbirlerin ana hatlarının yoğunlaştığı makamdır. Burası tedbirlerin çıkışına kaynaklık eden merkez ile nesnelerin ortaya çıkışını sağlayan ilim makamıdır.

      İmam"ın sözlerinin, "O"nun yüceliği ve nuru sayesinde müminlerin kalpleri gerçekleri görür oldu." diye başlayan bölümü şu anlama gelir: Bu makam öyle bir makamdır ki, müminler toplumunun içinde bulunduğu mutluluk düzeninin tedbirine kaynaklık eder, müminlerin Allah"a doğru ilerleyişlerinin yolunu gösterir, Rablerinin yüce konumunu tanımayan bütün inatçı Allah düşmanlarını kapsayan bedbahtlık düzenine merkezlik eder. Daha doğrusu bu makam, genel evrensel düzene kaynaklık eden bir makamdır. O düzen ki, bütün varlıklar onun altında yaşar, davranışları ve gelenekleri ile Allah"a yaklaşma doğrultusunda yol alanlar ona uyarak yol alırlar. Fakat bu varlıkların kimi Allah"a doğru yaklaşma dileklerinin bilincinde iken, kimi de bu bilinçten yoksundur.

      Yorum


        #4
        Ynt: Arş ve Kürsi Dair...

        Arş ve Kursi -3

        [img alt=arş ve kursi]http://img.tebyan.net/big/1389/12/1302610723119510417728531012117618006185.jpg[/img]

        İmam'ın, "O, her şeyin hayatı ve her şeyin nurudur." şeklindeki sözü, daha önceki sözlerini açıklayan bir gerekçe gibidir. O sözler, her şeyin Allah tarafından taşındığını açıklayan sözlerdir. Bu sözün anlamı şudur: Bütün nesneler Allah sayesinde var olmaktadır. Bütün nesneleri kavrayan, bütün nesnelere varoluş süreçlerinin özel yolunu gösteren O'dur. O, aslında karanlık olan bu yolu kendi nuru ile aydınlatmaktadır. Buna göre nesneler kendileri için hiçbir şeye malik değildirler. Onlara malik olan ve varlıklarım taşıyan yüce Allah'tır.

        Ali (a.s), "Allah orada, burada, üstte, alttadır." şeklindeki sözleri ile şunu kastediyor: Allah, bü­tün nesnelerin varoluşlarının sağlayıcısı, koruyucusu ve taşıyıcısı olduğu için O'nun olmadığı hiçbir yer olmadığı gibi belirli bir mekânı da yoktur. O'nun bir yerde olması veya yeri belli bir nesne ile birlikte olması demek, o nesneyi koruması, varlığını taşıması ve onu kuşatması demektir. O nesne diğer bütün nesneler ile birlikte O'nun koruması ile korunmuş, O'nun tarafından taşınmakta ve kuşatma altındadır.

        Bu durum, Allah'ın nesnelere ilişkin fiilî bilgisi olarak yorumlanır. Böyle demekle her şeyin O'nun katında olduğunu, O'ndan saklı olmadığını kastediyoruz. Bundan dolayı İmam, "O hâlde kürsî; gökleri, yeri, gökler ile yer arasındaki ve yer altındaki bütün varlıkları kuşatmıştır." diyerek kürsînin kapsamlılığına işaret ettikten sonra, "Eğer yüksek sesle konuşacak olursan, O gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir." buyurarak kürsînin ilim anlamına işaret etmiştir. Bundan çıkan sonuç şudur:

        Arş ile özdeş anlamda kullanıldığı kürsî; kapsama, tedbir ve koruma makamı olmasının yanı sı­ra aynı zamanda ilim ve hazır olma makamıdır. İmam daha sonra bu sonucu, "O'nun kürsîsi, gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır." ayetine uyarlamıştır. İmam'ın, "Allah'ın melekûtunda yarattığı hiçbir şey bu dört şeyin dışında değildir." şeklindeki sözü, ilk başta sözünü ettiği dört renge işaret gibidir. Miraç hadislerini incelerken bu konu ele alınacaktır, inşaallah. İmam, "Yüce Allah'ın seçkin kullarına... gösterdiği melekût budur." şeklindeki sözüyle de arşın melekûttan ibaret olduğunu belirtiyor. Yalnız melekût, üst ve alt olmak üzere iki tanedir. Arş, bütün tedbirlerin ana hatlarının merkezi ve ileride gelecek hadisin delaletiyle iki gayp kapısının içeride olanı olduğu için, üst melekût olması ihtimali güçlüdür.

        İmam'ın, "Arşı taşıyanlar nasıl Allah'ı taşıyabilirler ki?!" sözü, sözlerinin başında, arşın nesnele­rin varlığını taşıma ve gerçekleştirme makamı olduğu yönündeki sözünü pekiştirir niteliktedir. Buna göre arşı taşıyanlar, aslında Allah tarafından taşınanlardır, taşıyıcılar değillerdir. Nasıl taşıyıcı olabilirler ki?! Oysa varoluşları ve varoluş süreçleri kendileri ile değil, yüce Allah ile kaimdir. İmam, bu varoluş makamını ilim olarak kabul ettiği için "Oysa onların kalpleri O'nun verdiği hayat sayesinde diridir ve O'nun nuru sayesinde O'nu tanıyabilmişlerdir." şeklindeki sözleri ile arşı taşıyanların varoluşlarını ve varoluşlarının kemalini kalplerle ve Allah'ı tanıyabilirle nuru ile ifade etmiştir. [el-Mîzan, 8/223-225]

        Yorum


          #5
          Ynt: Arş ve Kürsi Dair...

          Arş ve Kursi -4

          [img alt=arş ve kursi]http://img.tebyan.net/big/1389/12/110961241256159191816511472301251555119.jpg[/img]

          Safvan b. Yahya şöyle rivayet etmiştir:
          Hadisçi Ebu Karra, İmam Ebu"l-Hasan er-Rıza (Ali b. Musa aleyhisselâm)"ın yanına götürmesini benden istedi. Onun için imamdan izin istedim, izin verildi. Ebu Karra içeri girdi ve İmam"dan helâl ve haram kavramlarıyla ilgili bir takım sorular sorduktan sonra şöyle dedi: "Allah"ın taşındığını kabul ediyor musun?"
          Ebu"l-Hasan (aleyhisselâm) dedi ki: «Her taşınan edilgendir (mefuldür), başkasına eklemlenmiş, başkasına muhtaçtır. Ayrıca lâfız olarak mahmul, eksiklik ifade eder. Taşıyan (hamil) ise faildir, etkindir. Telâffuzda övgü ifade eder. Aynı durum, üst, alt, yukarı ve aşağı ifadeleri için de geçerlidir. Allah şöyle buyurmuştur: "En güzel isimler O"nundur. O"nu bu isimlerle çağırın." (A"raf, 180) Allah"ın indirdiği hiçbir kitapta O"nun taşındığından söz edilmemiştir. Bilâkis, O"nun karada ve denizde varlıkları taşıdığından, gökleri ve yeri düşmesinler diye tuttuğundan söz edilmiştir. Allah"tan başka varlıklar ise taşınanlardır. Allah"a ve büyüklüğüne iman eden bir kimsenin dua ederken: Ey mahmul (taşman) dediği duyulmamıştır.»
          Ebu Karra dedi ki: Fakat Allah: "Rabbinin arşını O gün, onların üstünde sekiz melek taşır." (Hakka, 17) "Arşı taşıyanlar..." buyurmuştur.
          Ebu"l-Hasan (Ali b. Musa aleyhisselâm) buyurdu: «Arş, Allah değildir. Arş, ilim ve kudretin ismidir. Arşta her şey yer alır. Sonra Allah taşıma fiilini başkasına izafe etmiştir. Çünkü yarattıklarından bazılarından arşını taşımaları suretiyle kendisine kulluk etmelerini istemiştir. Bunlar ilminin taşıyıcılarıdır. Yarattıklarından bazıları, arşının etrafından O"nu teşbih ederler ve bunlar O"nun ilmiyle bilirler. Ayrıca kullarının amellerini yazan melekler de arşın etrafında yer alırlar. Yeryüzündeki kullarından da Beytullah etrafında tavaf etmeleri suretiyle kendisine kulluk etmelerini istemiştir ve Allah, buyurduğu gibi arşa istiva etmiştir. Arşı, arşı taşıyanları ve arşın etrafında olanları Allah taşır, onları korur, onları tutar. Her nefis üzerinde egemendir, her şeyin üstündedir, her şeyin üzerindedir. Allah hakkında "Taşınan veya aşağı." şeklinde bir ifade ne yalın, ne de başka bir ifadeye ulanmış olarak kullanılamaz. An­lam ve lâfız bozulmasına neden olacak bir terkip telaffuz edilemez.»
          Ebu Karra dedi ki: Öyleyse sen şu rivayeti yalanlıyorsun:
          "Allah öfkelendiği zaman arşı taşıyan melekler omuzlarında bir ağırlık hisset-meleriyle bilirler. Bu yüzden hemen secdeye kapanırlar. Allah"ın öfkesi dinince onların omuzlarındaki ağırlık da hafifler."
          Ebu"l-Hasan (aleyhisselâm) dedi ki: «Bana söyler misin, Allah Tebareke ve Teâlâ, İblis"i lanetlediği günden bu yana ona kızgın değil midir? Ondan hiç razı oldu mu? Senin Onu vasfedişini esas alırsak, bu demek olur ki, Allah, İblis"e onun dostlarına ve yardakçılarına her zaman kızgındır. Peki, Rabbini halden hale değişmekle vasfetmeye nasıl cüret edebiliyorsun? Kulların yaşadıkları durumsal değişimlerin O’nun da yaşadığını nasıl söyleyebiliyorsun? Allah yücedir, münezzehtir. Yok olup gidenlerle yok olmaz, değişenlerle değişmez, dönüşenlerle dönüşmez. Onun dışındakiler Onun elinde ve yönetimi altındadırlar. Hepsi O"na muhtaçtır ve O, başkasından müstağnidir, kimseye muhtaç değildir.»

          Yorum


            #6
            Ynt: Arş ve Kürsi Dair...

            Arş ve Kursi -5

            [img alt=arş ve kursi]http://img.tebyan.net/big/1389/12/851701496518423517524813399412407513119158.jpg[/img]

            Fudayl b. Yesar şöyle rivayet etmiştir:

            Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’a, "...Kürsüsü gökleri de kaplayıp kucaklamıştır, yeryüzünü de..."(Bakara, 255) ayetinin anlamını sordum.

            Buyurdu ki: «Ey Fudayl! Her şey kürsünün içindedir. Gökler, yer ve her şey kürsünün içinde yer alır.»

            Zurare b. A"yen şöyle rivayet etmiştir:

            Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)"a, "...Kürsüsü gökleri de kaplayıp kucaklamıştır, yeryüzünü de..."(Bakara, 255) ifadesiyle ilgili olarak şu soruyu sordum:

            "Göklerle yer mi kürsüyü içine alır; yoksa kürsü mü gökleri ve yeri içine alır?" Buyurdu ki: «Bilâkis, kürsü gökleri, yeri ve arşı içine alır. Kürsü her şeyi kapsar.»

            Tevhid adlı eserde Hannan b. Südeyr şöyle der: Cafer Sadık (a.s)"a arşın ve kürsînin ne olduğunu sordum. Bana şu cevabı verdi: "Arşın birçok değişik sıfatı vardır. Kur"ân"da kullanıldığı yere uygun bir sıfatı vardır. Meselâ, "O, büyük arşın Rabbidir." ifadesi, "O büyük mülkün Rabbidir." demektir... "Sonra arş, kürsî ile birlikte zikredildiğinde, ondan farklı anlama gelir.

            Çünkü bunlar en büyük iki gayp kapısındandırlar. Her ikisi de gayptır. Gaypta birbirinin yanındadırlar. Çünkü kürsî, gaybm dış kapısıdır. Yoktan var olmaların doğuş yeri bu kapıdır. Bütün nesnelerin ortaya çıkışları oradandır. Arş ise, gaybın iç kapısıdır. Niteliğe, oluşa, miktara, sınıra, nereye, dileğe, irade biçimine, sözcüklere, hareketlere, terke, başlangıca ve dönüşe ilişkin bilgi burada bulunur."

            "Buna göre bunlar, ilimde birbirinin yanında iki kapıdır. Çünkü arş mülkü, kürsî mülkünden başkadır. Arş ilmi de, kürsî ilminden daha gizlidir. Bundan dolayı, "O, büyük arşın Rabbidir." buyruluyor. Yani arşın sıfatı, kürsînin sıfatından daha büyüktür. Bununla birlikte birbirinin yanındadırlar."

            İmam"a, "Kurbanın olayım, arş niçin üstünlükte kürsînin komşusu oldu?" dedim. Bana şu cevabı verdi: "Arşın kürsînin komşusu olmasının sebebi, arşta niteliklere ilişkin bilginin bulunması, kürsîde ise beda kapsamındaki gelişmelerin, bunların gerçekliklerinin, ayrılma ve birleşme sınırlarının bilgisinin bulunmasıdır. Dolayısıyla bu ikisi birbirinin komşusudur. Sözgelimi, biri ötekini taşıyor. Tıpkı âlimlerin sözlerindeki sözgelimleri gibi. Bir de, arş ve kürsî böyle (bir örnekle) açıklanmıştır ki, âlimler her ikisinin de doğru olduğunu anlasınlar, kavrasınlar. Çünkü Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah güçlüdür, azizdir." [et-Tevhid, s.321, Tahran basımı]

            İmam"ın (a.s), "Arşın birçok değişik sıfatı vardır." şeklindeki sözü, daha önce sözünü ettiğimiz arşa kurulmanın, evrensel tedbirlerle ilgili dizginlerin Allah katında toplanması demek olduğu yolundaki görüşü destekler. Sözlerinin sonundaki, "Tıpkı âlimlerin sözlerindeki söz gelimleri gibi." ifadesi de, bu görüşü doğrulamaktadır.

            İmam"ın, "Bu da nesnelerin niteliklerine ilişkin bilgidir." sözünden maksat, varlıkların yüce nedenlerine ve nihaî sebeplerine ilişkin bilgidir. Çünkü "nasıl" soru edatı ile bir nesnenin sıfatı sorulduğu gibi, varoluş sebebi de sorulabilir. Örneğin, "Şu nesne nasıl var oldu?" veya "Zeyd, yapamayacağı şu işi nasıl yaptı?" denebilir.

            İmam"ın, "Sonra arş, kürsî ile birlikte zikredildiğinde ondan farklı anlama gelir." sözünden maksadı şudur: Arş ve kürsî, nesnelerin ortaya çıkışına ve bu âleme inişine merkezlik eden bir gayp makamı olmaları açısından bir olmakla birlikte arş, kürsîden farklı bir kavramdır. Çünkü söz konusu gayp makamı özü itibariyle iki makama ve iki kapıya ayrılır. Fakat bu iki kapı, iki zıt şey değil, iki birlikte olan şeydir. Biri bu âleme açılan dış kapı, öbürü ondan sonra gelen iç kapıdır. İmam, "Çünkü kürsî, gaybın dış kapısıdır..." şeklindeki sözleri ile bu gerçeği açıklıyor.

            Yorum


              #7
              Ynt: Arş ve Kürsi Dair...

              Arş ve Kursi -6

              [img alt=arş ve kursi]http://img.tebyan.net/big/1389/12/41141125823023579229962092013162190206136.jpg[/img]

              İmam'ın (a.s), "Çünkü kürsî, gaybın dış kapısıdır. Yoktan var olmaların ve nesnelerin ortaya çıkışlarının doğuş yeri bu kapıdır." sözünün anlamı şudur: Varlık âleminde adım atan her şey, bir ön örneği olmadan buradan ortaya çıkar. Bütün nesneler buradan gerçeklik kazanır. Çünkü bütün nesneler, bir ön örneği olmayan yeni şeylerdir. Bir şeyin bir ön örneği olmayan yeni şey olması için eski durumdan meydana gelmesinin beklenmemesi gerekir. Bu eski durum, bu yeni şeyden önceki eski şeyleri üreten durumdur. O eski durum gider, yerine bu yeni durum ortaya çıkar. Bu da, bir sebebin hükmünü yok edip başka bir sebebin hükmünü ortaya koyma demektir ki, buna "beda" denir. Dolayısıyla çatışmalı sebeplerin ve çelişik güçlerin işleyişine dayanan bu âlemdeki bütün olup bitenler, değişen iradeler (bedalar) sonucu örneksiz olarak ortaya çıkan şeylerdir.

              Ancak varlık âleminde sürekli çatışan bu çelişkili sebeplerin ve iradelerin üzerinde de onlara egemen olan bir sebep vardır ki, ancak onun istediği olur. Bu irade, bu sebebi şu sebeple etkisiz bırakır, şu iradenin hükmünü değiştirir, her şeyin mutlak etkisini başkası ile kayıtlandırır. Belirli bir amaçla bir yolu kat etmek isteyen birini düşünelim. Bu kimse yolu yürümeye koyulur. Yolda ilerlerken kimi zaman dinlenme molası verir. Bu molanın gerekçesi, yol almanın ve hareket hâlinde olmanın gerekçesi ile çatışabilir. Böylece bir irade diğer bir iradeyi değiştirmiş olur. Fakat ortada her iki iradeye egemen olan, iradelerin birini öne alıp öbürünü arkada bırakarak çalışmayı isteği uyarınca düzenleyen başka bir irade vardır. Hareketin ve molanın sebepleri olan iradelerin her biri kendi hesabına çalışmakla ve rakibi ile çatışmakla birlikte, her ikisi de üstlerindeki iradeye itaat etmekte ortaktırlar, kendilerinden üstün sebebin gereklerini yerine getirmekte dayanışma halindedirler.

              İşte iki çelişkili sebebin ayrıldığı ve birbirleri ile çatıştıkları makam kürsîdir. Buna karşılık, bu iki sebebin uzlaştığı ve bağdaştığı makam ise arştır. Açıktır ki, ikinci makam birincisinden öndedir ve bu iki makam özetlik ve ayrıntılılık, gizlilik ve açıklık bakımından birbirinden farklıdır.

              Bu makamlara arş ve kürsî adlarının verilmesi gayet yerindedir. Çünkü bu makamlar, hükümdarın tahtının ve bağlı koltuklarının özelliklerine sahiptirler. Zira kürsî, hükümdarın hükümlerinin memurları ve işçileri aracılığı ile ortaya çıktığı bir aşamadır. Memurların ve işçilerin her biri kendi hesa­bına ülkenin bir bölüm işleri üzerinde çalışır. Bu koltuklar kimi zaman birbirleri ile çatışırlar. Bu çatışma sonucunda bazısının hükmü diğerinin önüne geçtiği gibi, kimisi başkasının hükmünü ortadan kaldırır. Fakat ikisi birlikte ve uyumlu biçimde arşın (tahtın) hükümlerine itaat eder. Taht hükümdara mah­sustur. Sebeplerin çatışmasına konu olmayan, memurların ve işçilerin yürürlükten kaldıramayacağı hüküm onun hükmüdür. Bütün ayrıntıların ana hatları ve memurlarla işçiler aracılığı ile ortaya çıkan bütün gelişmelerin içyüzleri onun tahtında (arşında)dır.

              Yorum


                #8
                Ynt: Arş ve Kürsi Dair...

                Arş ve Kursi -7

                [img alt=arş ve kursi]http://img.tebyan.net/big/1389/12/3515418623310313822916344317752910910122.jpg[/img]

                Bu açıklama ile İmam'ın (a.s), "Çünkü kürsî, gaybın dış kapısıdır..." şeklindeki sözünün anlamı ortaya çıkıyor. "Yoktan var olmaların doğuş yeri bu kapıdır." Yani evrende örneksiz olarak ortaya çıkan şeyler, buradan ortaya çıkarlar. "Bütün nesnelerin ortaya çıkışı oradandır." Yani yaratılışın ayrıntıları ile değişik ve farklı birimleri oradan ortaya çıkarlar.

                İmam'ın, "Arş ise, gaybın iç kapısıdır." sözü, kürsînin dış kapı olmasının karşıtıdır. Bu kapıların dış ve iç, zahir ve batın olmaları, o kapılardan çıkan hükümlerde farklılık olup olmaması bakımındandır.

                İmam'ın (a.s), "Niteliğe... ilişkin burada bulunur." şeklindeki sözü, nesnelerin ayrıntılarının varıp dayandığı ana hatların bütün bilgi ve taslaklarının orada bulunduğu anlamındadır.

                İmam'ın (a.s), "Niteliğe... ilişkin bilgi" ifadesindeki "nitelik" ten maksat, sanki bir nesnenin sebeplerinden meydana gelmesinin özelliğidir. Aynı ifadesindeki "oluş" tan maksat, bir nesnenin varoluşunun tamamı, "başlangıç" ve "dönüş"ten maksat ise, nesnelerin varoluşlarının başlangıçları ve sonlan demektir. "Miktar" ve "sınır" ise aynı anlama gelirler. Yalnız miktar, bir nesnenin kendisi itibariyle durumu demekken sınır, bir nesnenin başkasına nispetle başkasının kendisine karışmasına engel olan, baş­kasını kendisinden ayıran durumu demektir. İmam'ın (a.s) "nere?" sözü, mekânla ilgili bir mensubiyet demekken "dilek" ve "irade biçimi" kelimeleri aynı anlamdadır. Dileğin, isteğin özü ve irade biçiminin, isteğin özelliği anlamına gelmesi de mümkündür.

                İmam'ın (a.s), "sözcüklere, hareketlere ve terke ilişkin bilgi" sözüne gelince; sözcüklere ilişkin bilgi, sözcüklerin tabiî olarak dış dünya ile bağlantılı anlamlarının nasıl ortaya çıktığı ile ilgili bilgi de­mektir. Çünkü vaz'î delâlet, sonuçta tabiî delâlete varıp dayanır. Hareketlere ve terke ilişkin bilgi ise, zatlarla bağlantıları bakımından yapılanlara ve terk edilenlere ilişkin bilgi demektir. "Sözcüklere, hareketlere, terke ilişkin bilgi" sözüyle, emirler ve yasakların nasıl fiiller ve terklerden kaynaklandığına ilişkin bilgi ile kelimelerin nasıl aynı kaynağa dayanan gerçeklerinden kaynaklandığına ilişkin bilgi de kastedilmiş olabilir. Terk, hareketlerin karşıtı olarak ortaya çıkan nispî durgunluk demektir.

                İmam'ın (a.s) sözlerinde geçen "beda", bir sebebin başka bir sebebe üstün gelerek onu etkisiz hâle getirmesidir. Kâinattaki bütün çatışan sebepler, etkileri bakımından bu kategoriye girerler.

                İmam'ın (a.s), "Dolayısıyla bu ikisi birbirinin komşusudur. Söz gelimi, biri ötekini taşıyor." sözünün anlamı, daha önceki açıklamadan anlaşıldığı gibi şudur: Arş ile kürsî, birbirleri ile uyumlu iki komşudur. Daha doğrusu bunlar ana hatlı ve ayrıntılı olma bakımından farklılık gösteren tek bir gerçektirler. Birine ötekini taşıdığının izafe edilmesi, söz gelimi ve örnek kabilindendir. Çünkü ince ve esrarlı bilgiler, söz gelimleri ve örnekler aracılığı ile anlaşılır. İmam, "Arş ve kürsî, böyle (bir örnekle) açıklanmıştır ki, âlimler her ikisinin de doğru olduğunu anlasınlar, kavrasınlar." sözü ile şunu söylemek istiyor: Bu örnek verilmiştir ki âlimler, onunla ana hat ile ayrıntı, batın ile zahir biçiminde farklılık arz eden, âlemde geçerli olan tedbirlerin ortaya çıkış biçimi ile ilgili kendilerine sunulan gerçek bilgilerin doğruluğunu kanıtlasınlar. Bunları iyi anlamak gerekir. [el-Mîzan, c.8, s.225-229]

                Yorum


                  #9
                  Ynt: Arş ve Kürsi Dair...

                  Arş ve Kursi -8

                  [img alt=arş ve kursi]http://img.tebyan.net/big/1389/12/18912043218101113216471152616612419037255101.jpg[/img]


                  1. Benzeri bir anlamı içeren ve aynı soru-cevap tarzında ifadeler kapsayan birçok rivayet Ehl-i Beyt İmamları'na dayandırılmıştır. Ancak ifade, zahiri itibariyle gariptir. Çünkü "kürsiyyuhu" ifadesinin mensup (yani nesne olarak) "es-semavati ve'l-arze" ifadesinin de merfu (yani özne olarak) okunduğuna ilişkin herhangi bir kıraat mevcut değildir. Dolayısıyla bu sorunun sağlam bir dayanağı yok görünmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, bu rivayet, halk arasında, kürsü'nün belli bir cisim olduğu ve gökler üzerine ya da yedinci göğün (cisimler âleminin) üzerine konulduğu şeklindeki yaygın söylentiye dayanmaktadır. Bu söylentilere göre, maddî âleme ilişkin hükümler göğün bu en üst katmanının üzerinde bulunan kürsüden veriliyor. Dolayısıyla göklerle yer kürsü'nün konulduğu, kürsüyü kaplayan alan konumundadır. Çünkü kürsü onların üzerine konulmuştur. Tıpkı yerin üzerine konulmuş bir kürsü gibi. Bu bakımdan yöneltilen soruya en elverişli anlam şudur: Göklerle yer kürsü'yü kaplamalıdır. Öyleyse kürsü'nün gökler ve yeri kaplaması ne anlam ifade eder.

                  Nitekim "arş" ile ilgili olarak da benzeri ifadeler kullanılmıştır. Verilen cevapta ise, konuyla iliş kin olarak kullanılan "kaplama" deyimi ile herhangi bir cismin bir başka cismi kaplaması gibi maddî âlemde alışageldiğimiz şeklinde bir anlam kastedilmediği vurgulanmıştır.

                  Kürsü Allah'ın ilminin bir mertebesidir. Varlık âleminde, hiçbir şekilde sınırlandırılamayan bir ilim mertebesi vardır. Demek istiyorum ki: İçinde yaşadığımız bu evrenin üstünde bir başka evren yer alıyor ve bu evrende yer alan varlıklar, alışageldiğimiz maddî sınırlarla tasavvur edilecek, sınırlandırılacak türden değildirler. Bizim varoluşumuz için geçerli olan tanımlamalar, belirlemeler bu üst evrende iş görmezler. Bu evren sınırlandırılamaz olmakla beraber, ulu Allah tarafından bilinmektedir. Yani söz konusu üst evrenin varlığı, ilmin kendisidir. Tıpkı varlık bütününde yer alan sınırlı ve belli varlıkların, var oluşu merhalesinde Allah tarafından biliniyor olması gibi. Yani varlıklar âleminin varlığı Allah'ın ilminin, Onun katında biliniyor olmanın kendisidir.

                  "Sınırlandırılmayan ilim" diye sözünü ettiğimiz hususu, İmam Cafer Sadık'ın (a.s):
                  "Arş, hiç kimsenin sınırlarını kavrayıp kuşatamayacağı ilimdir."
                  [başka bir hadis bağlamında] açıklamasından algılıyoruz. Bilindiği gibi, ölçülememe, sınırlandırılamama, söz konusu ilmin kapsamına giren olguların sayısal çokluğundan ileri gelen bir durum değildir. Çünkü sonsuz bir sayının varlığı imkânsızdır. Varlığa bürünen her sayı sonludur. Çünkü kendisinden bir sayı daha fazla olandan daha azdır.

                  Eğer ilim, yani arşın sonsuz olmayışı, kapsamına giren olguların çokluk itibariyle sonsuz olmayışından ileri geliyorsa, bu durumda kürsü arşın bir parçası olarak belirginleşir. Çünkü o da, sınırlı da olsa ilimdir. Aksine, sonsuz olmama ve ölçülebilir olma, varlığın kemali ile ilgili bir durumdur. Yani, varlık bütünü ile ilgili sınırlar ve kayıtlar çokluk, belirginlik ve bizim maddî evrenimizde yer alan varlıklar arasında olduğu gibi ayrıcalık gerektirir. Bu da türlerin sınıflara ve fertlere, fertlerin de durumlara ve mevcut olmayan izafîliklere bölünmesini doğurur. Bu durum da şu ayet-i kerimede işaret edilen hu­susla uygunluk arz etmektedir:
                  "Hiç bir şey yoktur ki, hazineleri Bizim katımızda olmasın; ancak onu belirlenmiş bir miktar olarak indiririz." (Hicr, 21)
                  Şu varlıklar bütünü, miktarı bilinmeyen bir ilmin kapsamına giren malum olgular olmaları, yani, ölçülemez bir varoluşla bir ilmin kapsamı içinde var olmaları gibi, sınırlarıyla da birlikte bilinmektedirler. Kendi miktarlarım da kuşatan bir bilgi tarafından kuşatılan malum olgulardır. İşte açıklamaya çalıştığımız kürsü budur. [el-Mîzan, c.2, s.501-503]

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: Arş ve Kürsi Dair...

                    Arş ve Kursi -9

                    [img alt=arş ve kursi]http://img.tebyan.net/big/1389/12/144162212265238827852831221336725096123.jpg[/img]


                    Zurare b. A"yen şöyle rivayet etmiştir:

                    Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)"a "Kürsüsü gökleri de kaplayıp kucak­lamıştır, yeryüzünü de..."(Bakara, 255) ifadesiyle ilgili olarak şu soruyu yönelttim: "Gökler ve yer mi kürsüyü kapsıyor, kürsü mü gökleri ve yeri içine alıyor?" Buyurdu ki: «Hiç kuşkusuz her şey kürsünün içindedir.»

                    Ebu Hamza, Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’dan şöyle rivayet etmiştir:

                    «Arşı taşıyanlar (ki arş ilimdir), sekiz kişidir. Dördü bizden, dördü de Allah"ın dilediği başka kimselerdendir.»[1]

                    Dâvud er-Rakki şöyle rivayet etmiştir:

                    Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’a, "Allah"ın arşı suyun üzerindeydi." (Hûd, 7) ayetinin anlamını sordum.. Buyurdu ki: «Bu konuda ne söylüyorlar?»

                    Dedim ki: Diyorlar: Allah"ın arşı suyun üzerinde Allah"ta arşın üzerindeydi.

                    Dedi ki: «Yalan söylüyorlar. Böyle bir iddiayı ortaya atan kimse, Allah"ı taşınan bir varlık konumuna getirmiş, O"nu yaratılmışlar gibi vasfetmiş ve O"nu taşıyan şeyin ondan güçlü olduğunu öngörmüş olur.»

                    Dedim ki: Sana kurban olayım, o zaman bu ayeti bana açıkla.

                    Buyurdu ki: «Yer, gökler, cinler, insanlar, güneş veya ay olmadan önce Allah, dinini ve ilmini suya yükledi. Varlıkları yaratmayı dileyince onları önüne serpiştirdi ve onlara şöyle dedi: "Rabbiniz kim?"

                    İlk önce Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi), Emir"ül-Mü"minin (Ali b. Ebu Talih) ve imamlar (aleyhimusselâm) konuştular ve: "Sen bizim Rabbimizsin." dediler.

                    Bunun üzerine yüce Allah, ilmi ve dini onlara yükledi, sonra meleklere şöyle dedi: «Bunlar benim dinimin ve ilmimin taşıyıcılarıdır. Yaratılmışlar içinde benim güvenilir kullarımdır, onlar sorumludurlar.

                    Sonra Ademoğullarına dedi ki: Allah"ın Rabliğini, şu zatların velayet yetkisini, itaat edilmelerinin zorunluluğunu kabul edin.

                    Dediler ki: Evet, Rabbimiz, kabul ediyoruz.

                    Sonra meleklere şöyle dedi: Siz de şahit olun. Melekler yarın şöyle dememe­leri için: ("Şahit olduk... Bizim bundan haberimiz yoktu. Veya şöyle dememeleri için: Daha önce atalarımız, şirk koşmuştu. Biz onlardan sonra gelen bir zürriyyetiz. Şimdi bizi bâtıl ehlinin yaptıklarından dolayı helak mi edeceksin? " (Araf, 172-173) Ey Dâvud, biz Ehl-i Beyt"in velayeti, mîsak ile insanlara onaylatılmıştır.» [2]

                    [1]- Musa b. Cafer (a.s)"ın şöyle buyurduğu rivayet edilir:

                    «Kıyamet günü arşı sekiz kişi taşır. Dördü öncekilerden; Nuh, İbrahim, Musa ve İsa, dördü son­rakilerden; Muhammed, Ali, Hasan ve Hüseyin"dir, (hepsine selâm olsun)» Arşın ilim anlamına geldiği göz önüne alınırsa... arşın taşıyıcıları olarak söz edilmesinin sakıncası yoktur. [el-Mîzan, c.8, s.234]

                    [2]- Arş ilim demektir. Su yaratılışın kaynağıdır. Ayrıntılar ortaya çıkmadan önce Allah"ın fiilî ilmi, suya taalluk etmişti. [el-Mîzan, c.8 s.230]
                    Tebyan

                    Allah'ın hidayeti ile olun...

                    Yorum

                    YUKARI ÇIK
                    Çalışıyor...
                    X