Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

    10-(315) ...Hişam b. Hakem şöyle rivayet etmiştir:

    Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)'a, "Subhânallah" ifadesinin anlamını sordum.

    Buyurdu ki: «Allah her türlü kusur ve ayıptan münezzehtir.»


    Yorum


      Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

      11-(316) ...Hişam el-Cevalikî şöyle rivayet etmiştir:

      Ebu Abdullah (aleyhisselâm)’a Allah Azze ve Celle'nin, "Subhânallah" sözünün ne anlama geldiğini sordum." Buyurdu ki: «Allah’ı noksanlıklardan tenzih etmektir.»

      Yorum


        Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

        12-(317) ...Ebu Haşim el-Caferî şöyle rivayet etmişlerdir:

        Ebu Cafer Sâni (Muhammed b. Ali aleyhisselâm)'a "Allah'ın bir olmasının ne anlama geldiğini sordum."

        Buyurdu ki: «Bütün dillerin O'nun birliğini ifade etmesidir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Ve andolsun ki onları kim yarattı diye sorsan, elbette "Al­lah " derler..." (Zuhruf, 87)»

        Yorum


          Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

          18) EVVELKİ BABIN KAPSAMINA GİREN, BİR BAŞKA BÂB

          Bir Farkla. Bu bölüm, Allah'ın isimlerinin işaret ettikleri anlam ile varlıkların isimlerinin işaret ettikleri anlamlar arasında fark olduğuna ilişkin fazladan açıklamalar içermektedir.

          Yorum


            Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

            l-(318) ...Feth b. Yezid el-Curcanî şöyle rivayet etmiştir:

            Ebu'l-Hasan (Ali b. Musa aleyhisselâm)’ın şöyle dediğini duydum: «Allah latiftir, her şeyden haberdardır, işitendir, birdir, tektir, hiçbir şeye muh­taç değildir. Doğurmamıştır ve doğrulmamıştır. Hiç kimse O'na denk değildir. Eğer Müşebbihe ekolüne mensup olanların iddia ettikleri gibi olsaydı yaratanla yaratılan, meydana getirenle meydana getirilen birbirinden ayırt edilmezdi. Ama O yaratıp mey­dana getirendir. Cisim verip şekillendirdiği ve ortaya çıkarıp yarattığı şeyle arasına fark koymuştur. Bu yüzden hiçbir şey O'na benzemez ve O, hiçbir şeye benzemez.»

            Dedim ki: Tamam! Sana kurban olayım; fakat sen: «O tektir, hiçbir şeye muh­taç değildir.» dedin, ardından: «O'na hiçbir şey benzemez.» dedin. Allah birdir, insan da birdir. "Birlik" benzeşmiş olmuyor mu? Dedi ki: «Ey Feth! Muhal bir şeyden söz ettin. Allah seni doğru yol üzere sa­bit kılsın. Benzeşme ancak anlamda söz konusu olabilir. İsimlerse birdirler. Bunlar isimlendirilene delâlet ederler. Şöyle ki: Bir insanla ilgili olarak onun bir olduğu söylendiği zaman cüssesinin bir tane olduğu, iki tane olmadığı haber verilmiş olu­yor. Yoksa insanın kendisi bir değildir. Çünkü organları farklı, renkleri farklıdırlar ve bir değildirler. Bunlar bölünebilen parçalardır. Hepsi eşit değildir. Kanı etinden ayrıdır ve eti kanından ayrıdır. Sinirleri damarlarından ayrıdır. Kılları derisinden ay­rıdır. Siyahı beyazının aynısı değildir. Aynı durum bütün varlıklar için geçerlidir. Dolayısıyla insan isim temelinde birdir, anlam bazında değil. Ulu Allah ise birdir ve O'ndan başka da "bir" yoktur. Allah'ta farklılık, ayrılık, ziyadelik ve noksanlık bulunmaz. İnsan ise yaratılmıştır, yapılmıştır, değişik parçaların, farklı cevherlerin bileşiminden ibarettir. Ancak bütün bunların toplamı esasında bir sayılır.»

            Dedim ki: Sana kurban olayım. Beni büyük bir sıkıntıdan kurtardın, rahatlat­tın. Allah sana huzur bahşetsin. Bir de diyorsun ki: «Allah latiftir, her şeyden haber­dardır.» Allah’ın birliğinin anlamım açıkladığın gibi bunun anlamım da açıkla. Çün­kü Allah'ın latif oluşunun kulların latif oluşundan belirgin bir şekilde farklı olduğu­nu biliyorum; ancak bunu bana ayrıntılı açıklamanı istiyorum."

            İmam buyurdu ki: «Ey Feth! Allah latiftir dememizin nedeni, O'nun latif şey­leri yaratması ve latif olan şeyleri bilmesidir. Allah seni başarılı kılsın ve ayaklarım doğru yol üzere sabit kılsın; yoksa Allah'ın olağanüstü yaratmasının sanatsal izlerini latif olan, olmayan bitkilerin, latif varlıkların, küçük canlıların, sineklerin ve sivrisi­neklerin ve neredeyse gözle görülemeyecek kadar küçük olan başka varlıkların şah­sında gözlemlemedin mi? Bunların bir kısmı o kadar küçüktürler ki erkek mi, dişi mi, yeni doğmuş mu, önceden doğmuş mu oldukları dahi bilinmez. Bunların latîf küçüklüklerini, bununla beraber cinsel birleşmenin, ölümden kaçmanın, kendi yarar­larına olan şeyleri toplayışlarını, denizlerin girdaplarında, ağaçların kabuklarında, ovalarda, vadilerde yaşayışlarını, birbirlerinin dillerini anlamalarını, yavrularıyla an­laşmalarını, onlara yiyecek taşıyışlarını; kızıl ve sarı renklerin, beyaz ve kırmızının bir arada oluşlarını, küçücük bedenlerini neredeyse gözlerimizle göremeyişimizi, el­lerimizle dokunamayışımızı gözlemlediğimiz zaman bu latîf varlıkların yaratıcısının latîf olduğunu anlarız. O, zikrettiğimiz bu varlıkları lütfuyla yorulmadan ve herhangi bir alet kullanmadan yaratmıştır. Yine biliyoruz ki, bir şeyi yapan herkes, onu bir şeyden yapar; fakat büyük ve küçük bütün şeylerin yaratıcısı olan Allah yaratır; ama bir başka şeyden değil.»

            Yorum


              Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

              2-(319) Ali b. Muhammed mürsel olarak Ebul-Hasan er-Rıza (Ali b. Musa aleyhisselâm)’dan şöyle rivayet etmiştir:

              «Bil ki -Allah sana hayrı öğretsin- Allah Tebareke ve Teâlâ kadîmdir, kadîmlik O'nun sıfatıdır. Akıllı bir kimse, bunun O'ndan önce bir şeyin olmadığına, daimilikte O'nunla beraber bir şeyin bulunmadığına delâlet ettiğini bilir. Akıl sahiplerinin genelinin itirafıyla bu sıfatın mucizesi bizim için açıklığa kavuşmuştur ki, Allah'tan önce bir şey yoktur, kalıcılığında O'nunla beraber bir şey yoktur. Dolayısıyla Allah'­tan önce ve O'nunla beraber kalıcılık niteliğine sahip bir şeyin olduğunu savunanla­rın görüşleri geçersizdir. Eğer Allah ile beraber kalıcılık niteliğine sahip bir başka şey olsaydı Allah'ın o şeyin yaratıcısı olması caiz olmazdı; çünkü o şey her zaman O'nunla beraber olurdu. Allah, her zaman kendisiyle beraber olan bir şeyin yaratıcısı nasıl olabilir ki? Eğer Allah'tan önce bir şey olsaydı ilk var olan, o şey olurdu, Allah değil. İlk olanın diğerinin yaratıcısı olması daha uygundur.

              Sonra Allah Tebareke ve Teâlâ, kendisini bir takım isimlerle nitelendirmiştir. Varlıkları yaratınca, onları kullan haline getirince ve onları sınavlardan geçirince bu isimlerle kendisini çağırmalarını istedi. Kendini; Semi (işiten), Basir (gören), Kadir, Kâim, Nâtık (söyleyen), Zahir, Bâtın, Latîf, Habîr (haberdar), Kavi (güçlü), Aziz (üs­tün). Hâkim (hikmet sahibi), Âlim ve benzeri isimlerle isimlendirdi. Kötü niyetli yalanlayıcılar bu isimleri inceleyince ayrıca bizim de, (hiçbir şey Allah'a benzemez ve ya­rattıklarından hiçbir şey Onun durumunda olmaz), dediğimizi duyunca dediler ki: "Söy­leyin bakalım, Allah'a hiçbir şeyin benzemediğini hiçbir şeyin O'nun gibi olmadığını iddia ettiğinize göre nasıl oluyor da güzel isimleri almada O'na ortak oluyorsunuz ve bu isimlerin tümünü kendiniz için de kullanıyorsunuz? Çünkü bu isimleri almanız, sizin de bu güzel isimlerin tümünü üzerinizde toplamanız halinde, bu durumların tü­münde veya bir kısmında O'nun gibi O'nun benzeri olduğunuzun ifadesidir."

              Onlara şu karşılık verildi: «Allah Tebareke ve Teâlâ, kullarına bir ismin iki farklı anlama gelmesi gibi farklı anlamlara gelen isimlerini bilmelerini gerekli kıldı. Bunun kanıtı insanların söylemeleri, aralarında yaygın olan kullanımlarıdır. Yüce Allah da kullarına insanların aralarında kullandıkları kelimelerle hitap eder. Onların anladıkları şeyleri söyler ki, bir şeyi zayi ettiklerinde bu, onların aleyhine bir kanıt olsun. Nitekim insanlar arasında her hangi bir adama köpek, eşek, öküz, şeker, acı ve aslan gibi isimler verilir. Bütün bunlar adamın değişik hallerine dayalı olarak ya­pılan nitelemelerdir ve esas anlamları esas alınarak konulmamışlardır. Çünkü insan, aslan ve köpek değildir. Bunu anla! Allah sana merhamet etsin.

              Allah’u Teâlâ da bilen olarak isimlendirilir; ancak bu, eşyanın bilinmesine yar­dımcı olan sonradan olma bilgi değildir. Kulların niteliği olan sonradan olma bilgi ile karşılaşılan ilâhi emirlerin korunması, yarattığı varlıkların üzerinde tefekkür edil­mesi, gelip geçmiş toplumların bozguncu özelliklerinin bilinmesi gerçekleştirilir. Eğer böyle bir bilgiye sahip olunmazsa veya bir an için bu bilgi kaybolursa kişi, cahil ve zayıf olur. İşte yüce Allah'ın bilgisi bu tür bir bilgi değildir. Nitekim kullar ara­sında sonradan olma bilgiye sahip olma anlamında âlim olarak isimlendirilen kimse­ler, bu bilgiye sahip olmadıkları zamanlarda cahildiler. Eğer varlıkları bilme nitelikle­ri ortadan kalkarsa tekrar cahil olurlar. Allah bilen olarak isimlendirilmiştir; çünkü O'nun her hangi bir şeyi bilmemesi söz konusu değildir. Böylece yaratan ve yaratı­lan âlim isminde birleşmişlerdir; ancak gördüğünüz gibi, kastedilen anlam farklıdır.

              Rabbimiz, işiten olarak da isimlendirilir; ama sesleri işitmesine veya görme­sine yardımcı olan bir kulak deliğine sahip olduğu ve bununla göremediği anlamına gelmez. Fakat biz kullar sahip olduğumuz kulak deliğiyle sesleri işitebiliriz; ama onun aracılığıyla varlıkları göremeyiz. Allah bize, hiçbir sesin kendisinden gizli kal­madığını haber vermiştir; ama bizim kendimizi bu bağlamda isimlendirdiğimiz an­lamda değil. İşitme ismi ile de bir noktada buluştuk; ancak bu isim bizim açımızdan farklı, Rabbimiz açısından farklı bir anlam ifade etmektedir. Aynı şekilde Allah'ın görmesi de göz deliği yardımıyla gerçekleşen bir olgu değildir. Fakat bizler, göz de­likleri aracılığıyla görürüz ve bu organdan başka maksatlar için yararlananlayız. Bu­na karşılık Allah görür ve görülen hiçbir şey O'nun bilgisinin kapsamının dışına çı­kamaz. Bu bağlamda isim noktasında birleştik; ama anlam hususunda farklılaştık.

              "Allah kâimdir;" ama dikilmek ve bacakların üzerinde dik durmak anlamında değil. Bu varlıklar açısından geçerli olan bir dik duruş, kâim oluş şeklidir. Allah, ko­ruyup gözeten anlamında kâimdir. Bir adamın: Falan kişi bizim işlerimizi yürütüp gözetmekten sorumludur demesi anlamında. Allah, her nefsin kazanıp edindiğinin üzerinde koruyucu, gözeticidir. Ayrıca insanların konuşmalarında "kâim" sözcüğü, baki, kalıcı anlamına da gelir. Ayrıca bu sözcük, yeterlilik, liderlik anlamını da ifade eder. Bir adama: "Falan oğullarının liderliğini yap. Onları yönet," demen gibi. Biz insanlar açısından kâim, ayaklarının üzerinde dikilmiş demektir. Dolayısıyla ismen ortak bir noktada buluşmakla beraber anlam esasında (temelinde) buluşmadık. Allah'ın latîf oluşu, azlık, incelik ve küçüklük anlamına gelmez. Tam tersine varlıkların içine nüfuz edicilik ve kavranmasının, algılanmasının imkânsızlığını ifa­de eder. Bir adama: "Bu iş bana latîf geldi" ve "Falan adam düşünce tarzı ve sözü iti­bariyle latiftir" dediğin zaman bu sana şunu anlatıyor ki, akıl bu işte şaşkın haldedir, maksadını kavrayamayacak durumdadır ve iş zihinsel olarak tasavvur edilemeyecek kadar derin ve incedir. Allah Tebareke ve Teâlâ’nın latîfliği de öyle. O, bir sınırla sı­nırlandırılmaktan, bir nitelikle mahdut hale getirilmekten münezzehtir. Biz insanla­rın latîfliği ise küçüklük, incelik ve azlık anlamını ifade eder. İsmimiz aynı olmakla beraber bu ismin işaret ettiği anlam, bizim açımızdan ayrı, Allah açısından da ayrıdır

              Her şeyden haberdar olmak / habir: Hiçbir şeyin gizli kalmaması, hiçbir şeyin gözden kaçmaması demektir. Ama Allah'ın her şeyden haberdar olması deneyim ve varlıklardan ibret çıkarmak sonucu oluşan bir nitelik değildir. Çünkü deneyim ve ib­ret alma sonucu oluşan ilim, bu iki olgunun bulunmadığı durumlarda ortadan kalkar. Deneyim ve ibret alma sonucu bilen kimse, bundan önce cahil kimsedir. Allah ise her zaman yarattıklarından haberdardır. İnsanlardan haberdar olanlar ise bilgi edine­rek cehaletten kurtulmak suretiyle bu niteliğe kavuşurlar. Bu hususta da isim aynı olmakla beraber anlam bizimle Allah açısından farklılık arz etmektedir.

              Allah'ın zahir oluşu ise bütün varlıkların üzerinde onların üstüne binmiş, üstle­rinde oturmuş, tepelerine kurulmuş anlamına gelmez. Bilâkis varlıkları kahredici gü­cüyle kontrol etmesi, onlara galip olması, onlar üzerinde karşı konulmaz bir güce sa­hip olması anlamına gelir. Sözgelimi bir adam: "Düşmanlarım üzerinde zahir oldum ve Allah beni, hasmımın üzerinde zahir kıldı." dediği zaman zafere eriştiğinden, on­ları yenilgiye uğrattığından söz ediyordur. Allah'ın varlıklar üzerinde zahir olması da bu anlama gelir. Bu niteliğin bir diğer anlamı da şudur: Allah kendisini arayan kimse açısından zahirdir. Allah'a hiçbir şey gizli kalmaz. O, yarattığı her şeyin yöneticisi, yönlendiricisidir. Dolayısıyla her zahir olan şey, Allah Tebareke ve Teâlâ açısından daha zahir ve daha açıktır. Çünkü ne tarafa yönelirsen yönel, orada mevcut bulunan Allah'ın sanatını yok sayamazsın. Baktığın her yerde O'nun sanatını görürsün. Bizzat senin varlığında da O'nun sanatının izleri yeterince vardır. Biz insanlardan zahir olan ise kendisi olarak belirgin ve sınırları itibariyle bilinen kimseye denir. Burada da isim olarak birleşmemize karşın anlam açısından farklılaştığımız görülmektedir.

              Allah'ın bâtın olması, varlıkların içinde olmak, onların içinde batmak anlamı­na gelmez. Bilâkis, bilgi, koruma ve planının varlıkların derinliklerine, gizliliklerine nüfuz etmesi anlamına gelir, "ebtantuhu" denildiği zaman ondan haberdar oldum, gizli sırlarını bildim, denilmiş olur. Fakat biz insanlardan bâtın olan, bir şeyde kay­bolan, örtünen kimse demektir. Görüldüğü gibi isim aynı olmakla beraber bizim açı­mızdan farklı, Allah açısından farklı bir anlam ifade etmektedir.

              Allah'ın kahredici olması da zahmet, yorgunluk, çözüm arama, kibarlık ve tu­zak kurma şeklinde zorlayıp baskı altına alma anlamına gelmez. Bu tür yöntemlerle kullar, birbirlerine baskı altına alırlar. Bazen baskı altına alman kimse; daha sonra baskı uygulayan kimse haline gelir ve baskı uygulayan kimse de baskıya uğrayan olur. Fakat bu nitelik Allah açısından yarattığı bütün varlıkların O'nun karşısında zillet giysisine bürünmeleri, boyun eğmeleri anlamını ifade eder. Öyle ki Allah on­larla ilgili bir şey istediği zaman buna karşı çıkacak gücü bulamazlar kendilerinde Bir göz açıp kapama anı kadar kısa bir süre için dahi O'nun iradesinin dışına çık­mazlar. "O, bir şeye "Ol" dedi mi, hemen oluverir." (Yasin, 82) Biz insanlar açısından ise kahredici niteliği yukarıda anlattığım ve tanımladığım şekildedir. Bir kez daha isim bir olmakla beraber ismin bizim ve Allah açısından ifade ettiği anlam farklılaş­tı. Bu durum, tümünü üzerimizde taşımamız mümkün olmamakla beraber diğer bü­tün isimler için de geçerlidir. Sana sunduğumuz bu bilgiler yeterlidir. Allah sana yardım etsin, yol göstericilik ve başarılı kılma hususunda bize yardımcı olsun.»


              Yorum


                Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

                19) "SAMED" SIFATININ TE'VİLİ BABI

                l-(320) ...Davud b. Kasım el-Caferî şöyle rivayet etmiştir:

                Ebu Cafer Sani (Muhammed b. Ali aleyhisselâm)'a dedim ki: Sana kurban olayım "Samed" ne anlama gelir? Buyurdu ki: «Az çok her şeyde başvurulan efendi demektir.»

                Yorum


                  Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

                  2-(321) ...Cabir b. Yezid el-Cu'fî şöyle rivayet etmiştir:

                  Ebu Cafer (Muhammed Bakır aleyhisselâm)’a. "Tevhidle ilgili bir mesele" hakkında bir soru sordum.

                  Buyurdu ki: «Allah, yüce isimlere sahiptir ve kullar O'nu bu isimlerle çağırır­lar. O'nun hakikati yücedir. O birdir. Birliğiyle tektir. Ardından birliğini yarattıkları üzerinde tatbik etti. O birdir, Sameddir. Kuddûstür (eksikliklerden münezzeh, pak). Her şey O'na kulluk eder, her şey O'na muhtaçtır. O, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.»

                  [Aşağıdaki değerlendirme Kuleynî'ye aittir.]

                  Samed sıfatının doğru te'vili budur. Müşebbihe mezhebinin, Samed sıfatını: Boşluğu bulunmayan dolu şeklinde yorumlaması doğru değildir. Çünkü bu anlam da Samed sıfatı ancak cisimlerin niteliği olabilir. Ulu Allah, bu tür nitelemelerden mü­nezzehtir. O, zihinlerin sıfatlarını algılamaktan veya azametinin gerçek mahiyetini kavramaktan münezzehtir.

                  Eğer Samed sıfatının yorumu, içi dolu şeklinde olsaydı bu, "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur." (Şura, 11) ayetiyle çelişecekti. Çünkü bu, içi dolu olup boşluk bu­lunmayan-cisimlerin niteliğidir. Allah ise bundan yücedir, uludur.

                  Bu hususta aktarılan kimi rivayetlere gelince İmam ne söylediğini herkesten daha iyi bilir. İmam'ın söylediği şudur: «Samed, ihtiyaç için başvurulan efendi de­mektir. Bu, kelimenin doğru anlamıdır. "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur." (Şura, 11) ayetiyle de örtüşmektedir. Sözlükte Masmud, kastedilen anlamına gelir. Ebu Tâlib, Nebi (sallallahu aleyhi ve âlihi)’yi övdüğü şiirlerinden birinde şunları söylüyor: "Başı­na taşlar atmak için yöneldikleri Akabe cemresine Andolsun ki..." Şiirin orijinalinde geçen el-Cindal sözcüğü, el-Cimar diye de adlandırılan küçük çakıl taşları anlamına gelir. Cahiliye şairlerinden biri de şöyle demiştir: "Mekke'nin etrafında Allah için ibadet maksadıyla yönelinen açık bir ev olduğunu sanmıyorum." İbn Zibirkan şöyle der: "Ruheybe
                  [32] herkesin yöneldiği bir efendiden başkası değildir." Şeddadb. Muaviye, Huzeyfe b. Bedr hakkında şöyle der: "Bir kılıcı başının üzerine kaldırdım ve ona dedim ki / Ey Huzeyfe, tut şunu ki sen yönelinen bir efendisin." buna benzer örnek­ler çoktur. Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, herkesin ihtiyaçlarını karşılamak için yöneldiği efendidir. Cinlerden ve insanlardan bütün varlıklar ihtiyaçlarını karşılamak için O'na yönelirler. Zorluklar karşısında O'na sığınırlar. Huzuru, rahatı ve nimetle­rin devamını Ondan beklerler, belâları başlarından savmasını O'ndan dilerler.

                  [32]- Bir adamın adı

                  Yorum


                    Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

                    20) HAREKET VE İNTİKÂL BABI

                    l-(322) ...Yakub b. Cafer el-Caferî, Ebu İbrahim (Musa b. Cafer aleyhisselâm)’dan şöyle rivayet etmiştir:

                    «Bir takım insanlar, İmam'ın huzurunda Allah'ın dünya semâsına indiğini iddia ettiler.

                    Bunun üzerine İmam buyurdu ki: Allah inmez ve inmeye ihtiyaç duymaz. Var­lıklara bakışı açısından yakınlık ve uzaklık fark etmez. Yakın O'ndan uzaklaşmaz, uzak da O'na yakın olmaz. Hiçbir şeye ihtiyaç duymaz. Tersine, her şey O'na muh­taçtır. O, bahşedicidir. Ondan başka ilâh yoktur, üstün iradelidir, hikmet sahibidir.

                    Allah Tebareke ve Teâlâ’yı, inen biri olarak vasfedenlere gelince bu nitelen­dirmeyi; ancak O'nu eksiklik ve artma olgularıyla ilintilendirenler yaparlar. Her ha­reket eden varlık, kendisini hareket ettiren birine veya hareket etmesini sağlayan bir şeye muhtaçtır. Allah hakkında mesnetsiz zanlarda bulunanlar helak olurlar. Allah'ı vasfederken, O'nu eksiklik veya fazlalık nitelikleriyle sınırlandıracak şekilde veya hareket eden ya da hareket ettirilen biri olarak vasfetmekten sakının.

                    Allah için zeval veya iniş tasavvur etmeyin. Bir yerden kalkma veya oturma eylemlerini düşünmeyin. Allah, kendisini bu şekilde vasfedenlerin vasfından, nite­lendirenlerin niteliğinden ve vehmedenlerin vehminden münezzehtir, yücedir. Seni kıyam ederken ve secde edenlerle birlikte hareket ederken gören üstün iradeli ve merhamet sahibi Allah'a tevekkül et.»
                    [33]

                    [33]- Hareket ve durgunlukla noktalanan bu işler ve olaylar, O'nun hakkında geçerli olmaz, O'na dönmez, O'nun zatında meydana gelmez. Çünkü bu işler, O'nun başkasına yönelik etkilemesinden ileri gelen etkilerdir. Etkilemenin anlamı, etkileyenin zatından kaynaklanan etkisini başkasına yöneltmesi-dir. Buna göre bir şeyin kendini etkilemesi anlamsızdır. Bir şeyin kendini etkileyebilmesi için parçalar­dan oluşmuş, çok yönlü bileşik bir zata sahip olması gerekir (ki, bir parçası veya yönü öteki parçası ve­ya yönünü etkilesin). Meselâ insan, ruhuyla bedenini idare eder; eliyle başına vurur, tabip tababetiyle hastalığım tedavi eder. Bütün bunlar, parçalar ve yönlerin değişik olması nedeniyle mümkün ve sahih oluyor. Yoksa bir şeyin kendini etkilemesi mümkün olmazdı. Meselâ, görme duyusu hiçbir zaman ken­dini görmez. Ateş, hiçbir zaman kendini yakmaz. Aynı şekilde hiçbir etken kendini etkileyemez. Bunun için, unsurlardan bileşmiş, parçalardan oluşmuş olması gerekir. [el-Mîzan, c.6, s.131]


                    Yorum


                      Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

                      2-(323) ...Yakub b. Cafer, Ebu ibrahim (Musa b. Cafer aleyhisselâm)’dan şöyle rivayet etmiştir:

                      «Allah kâimdir, dediğim zaman O'nun yerinden ayrıldığını söylemiş olmuyorum. O'nu içinde bulunduğu bir mekânla sınırlandırmayı kastetmiyorum. Or­gan ve aletlerin hareket etmesi şeklinde sınırlandırıcı bir anlamı ifade etmiş olmuyo­rum. Dudaklarımı açmak suretiyle de bir sınırlandırmaya gitmiyorum; fakat Allah Tebareke ve Teâlâ’nın şu sözündeki anlamı kastediyorum:

                      "Bir şeye "Ol" der, o da hemen oluverir." (Yasin, 82) Allah iradesiyle bu emri verir, nefes alıp vermeksizin, tek basma ve hiçbir şeye muhtaç olmadan. O, mülkünü kendisine hatırlatacak, ilminin kapılarını açacak bir ortağa ihtiyaç duymaz.»


                      Yorum


                        Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

                        3-(324) ...İsa b. Yunus şöyle rivayet etmiştir:

                        İbn Ebu'l-Avca Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm) ile yaptığı karşılıklı bir konuşmada ona dedi ki: "Sen Allah'ı andın ve gaip olana işini havale ettin!"

                        İmam buyurdu ki: «Yazıklar olsun sana! Yarattıklarının yanında hazır olan, onları gözlemleyen, onlara şah damarından daha yakın olan, sözlerini işiten, şahısla­rını gören ve gizli sırlarını bilen biri gaip olur mu?»

                        İbn Ebu'1-Avca dedi ki: O, her yerde midir? Bu durumda gökte olduğu zaman nasıl yerde olacaktır? Yerde ise nasıl gökte oluyor?

                        Ebu Abdullah buyurdu ki: «Sen, bu sözlerinle bir yerden ayrıldığı zaman bir yeri kaplayan, bir yeri de boşaltan yaratılmışları tasvir ediyorsun. Vardığı yerde iken daha önce olduğu yerde olup bitenlerden haberi olmaz. Ama şanı yüce ve bütün var­lıklara egemen olup onlara boyun eğdiren Allah, herhangi bir yeri boşaltmaz ve her­hangi bir yeri de doldurmaz. Bir başka yere göre herhangi bir yere daha yakın olmaz.»


                        Yorum


                          Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

                          4-(325) ...Muhammed b. İsa şöyle rivayet etmiştir:

                          Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed (el-Hadî aleyhisselâm)'a şu ifadeleri içeren bir mektup yazdım: "Allah beni sana feda etsin ey efendim. Bize şöyle rivayet ediliyor:

                          "Allah, arşın belli bir yerindedir ve diğer bir yerinde olmadan istiva etmiştir. Her gecenin son yarısında dünya semasına iner." Yine rivayet edilen sözlerden biri de şudur: "Allah arefe gecesi iner, sonra yerine geri döner."

                          Senin dostlarından bazıları bu hususta şöyle diyorlar: "Bir yerde olmayıp bir başka yerde ise bu demektir ki hava O'nunla karşılaşıyor ve kuşatıyor. Hava ise ince bir varlıktır ve her şeyi kapasitesi oranınca kuşatır. Hava bu şekilde Allah'ı kuşatabi­lir mi?" İmam bana şu cevabı yazdı:

                          «Bu hususla ilgili bilgi Allah katındadır. O, bunu en güzel şekilde takdir eder. Şunu bil ki Allah, dünya göğünde olduğu zaman arşın üzerinde gibidir. Bütün var­lıklar O'nun bilgisi, kudreti, mülkü ve kuşatıcılığı karşısında eşit konumdadır.»

                          Yine ondan, o da Muhammed b. Cafer el-Kufi'den, o Muhammed b. İsa'dan benzeri bir açıklama rivayet etmiştir.


                          Yorum


                            Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

                            A) "ÜÇ KİŞİNİN GİZLİ KONUŞTUĞU YERDE DÖRDÜNCÜSÜ MUTLAKA ODUR." ÂYETİ HAKKINDA:

                            5-(326) ...İbn Uzeyne, Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)'dan "Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur." (Mücadele, 7) ayetiyle ilgili olarak şöyle rivayet etmiştir:

                            «O birdir. Zât olarak tektir. Yarattıklarından tamamen farklıdır. O kendisini bu şekilde vasfetmiştir: "O, her şeyi kuşatmıştır." Denetim, ihata ve kudretiyle "her şey O'nun kontrolü altındadır. Ne yerde, ne gökte, zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden giz­li kalmaz..." (Sebe, 3) Göklerde ve yerde bulunan şeylerin Ona gizli kalmaması ku­şatma ve bilgi açısından söz konusudur, zât açısından değil. Çünkü mekânlar dört yönle (sağ, sol, arka, ön) sınırlıdırlar, bunları kapsarlar. Eğer göklerde ve yerde olanla­rın Allah'a gizli kalmaması zât açısından olsaydı kapsama durumu gerekli olacaktı.»


                            Yorum


                              Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

                              B) "RAHMAN, ARŞA İSTİVA ETMİŞTİR" ÂYETİ HAKKINDA:

                              6-(327) ...Hasan b. Musa el-Haşşab, hadis rivayet ettiği adamlarının bazısın­dan, onlar da Ebu Abdullah (Cafer Sadıkaleyhisselâm&#039’dan şöyle rivayet etmişlerdir:

                              İmam'a "Rahman, arşa istiva etmiştir. "(Taha,5) ayetiyle ilgili bir soru soruldu Buyurdu ki: «O, her şeye egemendir. Hiçbir şey, başka bir şeye göre O'na da­ha yakın değildir.»


                              Yorum


                                Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

                                7-(328) ...Muhammed b. Marid şöyle rivayet etmiştir:

                                Ebu Abdullah (Cafer Sa­dık aleyhisselâm)’a "Rahman, arş'a istiva etmiştir." [34] (Ta-ha, 5) ayetinin anlamı soruldu.

                                Buyurdu ki: «Her şeye karşı eşit konumdadır. Bir şey başka bir şeye göre O'na daha yakın değildir.»


                                [34]- "Sonra arşa kuruldu..." (A'raf, 54) ayeti ile buna benzer ayetlerin anlamı hakkında farklı görüşler vardır. Selefîlerin çoğu, bu ve benzeri ayetlerin müteşabih oldukları ve bu itibarla bunlara ait bilginin Allah'a havale edilmesi gerektiği görüşündedirler. Bunlar dinî gerçekleri incelemeyi, Kur'ân'ın ve sünnetin zahirinin arka plânını irdelemeyi bidat sayarlar. Oysa bu konuda akıl onları hatalı gördüğü gibi, Kur'ân ve sünnet de kendilerini onaylamıyor. Çünkü Kur'ân, Allah'ın ayetleri hakkında akıl yürüt­meyi ısrarla teşvik eder, Allah'ı ve ayetlerini yeterli derecede anlamaya çağırır. Bunun için düşünmeyi, değerlendirmeyi, irdelemeyi ve aklî delillere başvurmayı özendirir. Mütevatir hadisler de bu ayetlerle aynı paralelde mesajlar verirler. Bir şeyin öncülünü, başlangıcını emredip sonucunu yasaklamak anlam­sız olur. Bunlar, Kur'ân'ın ve sünnetin gerçeklerini incelemeyi yasaklayan kimselerdir. Hatta Kelâm il­minin konularını incelemeyi bile yasaklarlar. Oysa kelâm ilminin işi, dinin gerçeklerini zahirî anlamla­rıyla kabul edip onları sıradan halkın anladığı şekliyle korumaktan, sonra da onları dindarların kabul et­tiği yaygın önermelerle savunmaktan ibarettir. "Rahman arşa istiva etti." ifadesi ile de "mülkü ihtiva etti." anlamı kastedilmiştir. Bu, eşyaya nitelik verme bilgisidir. [el-Mîzan, c.8, s.210-211; c.2, s.504]


                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X