Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

    10-(359) ...Bureyd el-İclî şöyle rivayet etmiştir:

    Ebu Cafer (Muhammed Bakır aleyhisselâm)’ın şöyle dediğini duydum: «Bizimle Allah'a ibadet edilir, bizimle Allah bilinir, bizimle Allah Tebareke ve Teâlâ birlenir ve Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlihi), Allah Tebareke ve Teâlâ’nın hicabıdır.»

    Yorum


      Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

      11-(360) ...Zurare, Ebu Cafer (Muhammed Bakır aleyhisselâm)’dan şöyle rivayet etmiştir:

      İmam'a, "Bize zulmetmediler, bilâkis kendilerine zulmettiler." (Bakara, 57) ayetini sordum.

      Buyurdu ki: «Allah-u Teâlâ zulmedilmekten uludur, üstündür, yücedir ve cay­dırıcıdır; ama bizi kendisiyle birlikte zikretmiştir ve bize yapılan zulmü kendine ya­pılmış gibi değerlendirmiş, bizim velayetimizi kendi velayeti saymıştır.

      Nitekim bir ayette şöyle buyurmuştur: "Sizin veliniz ancak Allah, Resulü ve iman edenlerdir." (Maide, 55) İman edenlerden maksat, biz Ehl-i Beyt İmamlarıyız. Başka bir ayette de şöyle buyrulmuştur: "Bize zulmetmediler, bilâkis kendilerine zulmettiler." (Bakara, 57)» Ardından İmam benzeri bir açıklama yaptı.


      Yorum


        Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

        25) BEDÂ BABI (Bir şeyin ortaya çıkmasıyla onu bilme)

        l-(361) ...Zurare b. A'yen, İmam Bakır ve İmam Sadık (aleyhisselâm)'dan birin­den şöyle rivayet etmiştir:

        «Allah'a yönelik ibadet içinde bedâ [54] gibisi yoktur.»

        Hişam b. Salim'in, Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’dan aktardığı riva­yette şöyle deniyor: «Allah'ın bedâ gibi ululandığı başka bir amel yoktur.»


        Yorum


          Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

          2-(362) ... Hişam b. Salim ve Hafs b. el-Buhterî ve başkaları, Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)'dan "Allah dilediğini siler, dilediğini yerinde bırakır." (Râ'd, 39) ayetiyle ilgili olarak şu açıklamayı rivayet etmiştir:

          «Sabit olandan başkası silinir mi ve olmayandan başkası sabitleştirilir mi?»
          [55]

          [55]- "Allah dilediğini siler, dilediğini de sabit bırakır. Bütün kitapların aslı Onun yanında­dır." (Ra'd, 39) Bir şeyi silmek, izini ve etkilerini gidermek demektir. Bir kitabın içindeki yazıları ve resimleri giderdiğin zaman onu silmiş olursun. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Allah batılı yok eder; sözleriyle hakkı ortaya koyar." (Şura, 24) Yani batılın izlerini ve etkilerini yok eder, ortadan kaldırır. "Köpük atılıp gider." (Rad, 17), "Biz gece ve gündüzü birer ayet olarak yarattık. (...) gecenin karanlığını silip gündüzün aydınlığını getirdik." (İsra, 12) Geceleyin gözlerin görme yeteneklerini giderdik. Bu bakımdan silme, nesh=giderme anlamına yakın bir anlam ifade etmektedir. Araplar: Nesahetiş-Şemsuz-Zille= Güneş gölgenin etkisini ve izini ortadan kaldırdı, derler.

          Ayette, silme olgusuna karşılık sabit bırakma olgusu kullanılmıştır. Bir şeyi bulunduğu yerde hareket etmeyecek ve kımıldamayacak şekilde kalıcı kılma yani. Araplar: Esbettul'vatede=kazığı hare­ket etmeyecek ve dışarı çıkmayacak şekilde yere çaktım." derler. O halde, silme, bir şeyin çizgileri ve izleriyle sabitleştikten sonra giderilmesi demektir. Bu ifade daha çok yazı ile ilgili olarak kullanılır.

          "Allah dilediğini siler, dilediğini de sabit bırakır." ifadesinin: "Her müddetin yazıldığı bir kitap vardır." (Ra'd, 38) ifadesinden sonra yer almış olması ve bir açıdan bu ifadeyle, diğer bir açı­dan da: "Bütün kitapların aslı onun karındadır." ifadesiyle ilintili olması gösteriyor ki, kitabın va­kitlerde ve belirlenen surelerde silinmesi ve sabit bırakılması kastedilmiştir. Buna göre, yüce Allah, ilk vakitte sabit bıraktığı kitabı dilerse ikinci vakitte siler ve onun yerine başka bir kitabı sabit bırakır. Böy­lece hep bir kitabı silme ve bir başkasını da sabit bırakma durumu devam edip gider.

          Kitabın içeriğinin ve de her şeyin birer ayet olduğunu göz önünde bulundurduğumuz zaman, Al­lah'ın her zaman bir ayeti silip bir diğerini sabit bıraktığım söylememizin bir sakıncası olmaz. Nitekim yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur: "Biz, bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz." (Bakara, 106) Bir diğer ayette de şöyle buyrulmuştur: "Biz bir ayetin yerine başka bir ayeti getirdiğimiz zaman..." (Nahl, 101)

          O halde: "Allah dilediğini siler, dilediğini de sabit bırakır." ifadesi, mutlaklığıyla beraber: "Her müddetin yazıldığı bir kitap vardır." ifadesine yönelik bir gerekçeli açıklama işlevini de gör­mektedir. Şöyle bir anlam kastedilmiştir: Her dönemin, her vaktin kendine özgü bir kitabı vardır. Bu kitap da diğer vakitlerin kitaplarından farklıdır. Dolayısıyla vakitlerin ve müddetlerin değişmesiyle bir­likte kitapların değişmesi ilâhî tasarrufun ilâhî irade doğrultusunda değişmesinden kaynaklanmaktadır. Yani özlerinde ve mahiyetlerinde bir değişikliğin bulunduğu kastedilmiyor. Her vakit için bir kitabın belirlenmesi ve bu kitabın da kendi özelliği itibariyle değişmezliği kastedilmiyor. Bilakis bunu, bir ki­tabın yerine başka bir kitabı öngörmekle, bir kitabı silip diğerini sabit bırakmayı belirleyen Allah'tır.

          "Bütün kitapların aslı onun yanındadır." İfadenin orijinalinde geçen el-Ümm=ana, asıl an­lamında kullanılmıştır. Zaten bir şeyin anası, onun doğduğu ve sonra tekrar geri döndüğü aslı demektir. Bu ifadeyle zihinlerde belirebilecek olumsuz düşüncelerin bertaraf edilmesi ve meselenin gerçek mahi­yetinin açıklanması amaçlanmıştır. Çünkü bir müddet için yazılan kitabın durumunun silinme ve sabit bırakılma şeklinde farklılık göstermesi, yani yazılan hükmün ve bu hükmü gerektiren beyanın zaman zaman değişmesi, kimi insanların zihinlerinde, olguların ve yargıların Allah katında değişmez, sabit bir şekilleri yoktur, tıpkı biz insanların ve diğer akıl sahibi varlıkların yargılarında ve hükümlerinde olduğu gibi dış etkenlerin gerektirdiği etmenlerin ve sebeplerin etkisiyle hüküm verdiği ya da Onun hükmünün boyuna olduğu, bu yüzden ne kendi içinde ne de objeler dünyasında nesnel olarak belirginleşmesinin söz konusu olmadığı, biçimindeki bir kuruntuya neden olabilir. Nitekim basit düşünen sıradan insanlar, her hangi bir mülke sahip olan kimselerin mutlak bir egemenliğe sahip olduklarını, onların diledikleri gibi ve tam bir özgürlük içinde hareket ettiklerini, hiçbir denetime, kayda, şarta ve hareket tarzına ve düzene tabi olmadıklarını, bunların hareketlerinin düzensiz olduklarını, fiillerinin ve verdiği hükümle­rin ve kararların değişmez bir temelinin olmadığını sanırlar. Oysa yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Be­nim huzurumda söz değiştirilmez." (Kaf, 29) "Onun katında her şey ölçü iledir." (Rad, 8)

          İşte yukarıda işaret ettiğimiz türden bir kuruntuyu ve evhamı bertaraf etmek için: "Bütün ki­tapların aslı Onun yanındadır." buyrulmuştur. Kitap cinsinin aslı, vakitlere ve müddetlere göre sili­nen ve sabit bırakılan bu kitapların ilintili oldukları değişmez temel Onun yanındadır. Eğer bu kitaplar özleri itibariyle silinmeye ve sabit bırakılmaya elverişli olsalardı, bu durumda bir temelleri, asılları ol­mayacaktı. Asılları da olmayınca Allah'ın fiilleri olarak tezahür eden kitapların silinmesi ve sabit bıra­kılması ya böyle bir durumu dayatan dışsal etkenlere tabi olarak gerçekleşeceklerdi ki, o da yüce Al­lah'ın da tıpkı bizim gibi dışsal etkenlerin ve sebeplerin etkisinde, baskısı altında kalıp mağlup olması anlamına gelir. Ya da hiçbir şeye tabi olmaması demektir ki, bunun anlamı boşunalık, anlamsızlık ve amaçsızlıktır. O zaman da yaratılış düzeninin bozulması, varlıkları birbirine bağlayan tek ve evrensel planlama altüstü olur. Allah'ı böyle bir başıboşluktan tenzih ederiz. Yüce Allah bir ayette şöyle buyur­muştur: "Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık. Onları sadece gerçek bir sebeple yarattık." (Duhan, 38-39)

          Ayetin kastettiği anlamın özeti şudur: Yüce Allah her vakit ve müddet için bir kitap hazırlamış­tır. Diğer bir ifadeyle her dönemde uygulansın diye bir hüküm ve hukuk sistemi indirmiştir. O bu kitap­ların, hükümlerin ve yargıların dilediğini siler, dilediğini de sabit bırakır. Bir vaktin yargısını değiştire­rek, onun yerine diğer bir vaktin yargısını yerleştirir. Ancak onun katında her vakitle ve yargıyla ilgili olarak silinmeyle ve değişmezlikle ilintisi bulunmayan bir ana kitap vardır. Bu ana kitap diğer yargıla­rın dönüş yeridir, diğer hükümler ve yargılar ondan kaynaklanır. Dolayısıyla Allah öngörmesi doğrultu­sunda hükümlerden dilediğini siler ve dilediğini sabit bırakır.

          Bu ayetle sırasıyla şu hususların açıklığa kavuştuğunu görüyoruz:

          Birincisi: Silme ve sabit bırakma hükmü geneldir, müddet ve vakit kavramıyla ilintili olan her olguyu kapsar. Bu da göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şey demektir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları biz, şüphesiz yerli yerince ve belli bir süre için yarattık." (Ahkaf, 3) Bunu: "Allah dilediğini siler, dilediğini de sabit bırakır." ifadesinin mutlaklığından anlıyo­ruz. Konunun peygamberliğin ayetleri/mucizeleri ile ilgili olması ayetin içeriğinin de özel olarak ve sa­dece bu konuyu ilgilendirmesini gerektirmez. Çünkü konu, özelleştirici bir etken değildir.

          Böylece aşağıda sunacağımız yorumların tümünün yanlışlığı da ortaya çıkıyor:

          Birinci görüş: Burada hükümlerle ilgili bir husus kastedilmiştir. Yani hükümlerin neshedilmesi olayına işaret edilmiştir.

          İkinci görüş: Burada kastedilen amel defterlerinde sabit bırakılan mubahlardır. Allah bunları siler ve yerlerine itaat veya cezayı gerektiren günahları sabit bırakır.

          Üçüncü görüş: Burada kastedilen müminlerin günahların ek bir lütuf olarak silinmesi ve kâfirlerin günahlarının da ceza olarak sabit bırakılması kastedilmiştir.

          Dördüncü görüş: Burada sıkıntı, musibet ve dar yaşam gibi dua ve sadakaların etkili oldukları hususlar kastedilmiştir.

          Besince görüş: Silmeden maksat, günahların tevbe yoluyla giderilmesi, sabit bırakmadan mak­sat ise, kötülüklerin iyiliklerle değiştirilmesidir.

          Altıncı görüş: Burada yüce Allah'ın dilediği kuşakları silip yok etmesi ve onlardan sonra dile­diği başka kuşakları onların yerine var etmesi kastedilmiştir.

          Yedinci görüş: Ayın silinmesi ve güneşin sabit bırakılması kastedilmiştir. Bunun anlamı ge­cenin ayetinin silinip yerine, gündüzün aydınlatıcı ayetinin sabit bırakılmasıdır.

          Sekizinci görüş: Dünyanın silinmesi ve ahiretin sabit bırakılması kastedilmiştir.

          Dokuzuncu görüş: Burada ruhlarla ilgili durumlar kastedilmiştir. Çünkü yüce Allah uyku ha­linde onları alır ve bunlardan dilediğini geri gönderir, dilediğini de yanında tutar.

          Onuncu görüş: Burada kadir gecesi yazılan ecellere işaret edilmiştir. Allah bunlardan diledi­ğini siler, dilediğini de sabit bırakır.

          Bu ve benzeri görüşlerin ayeti sınırlandırdıklarını, lafız olarak kanıtlamak mümkün değildir. Ayet mutlak ifadelidir ve bunda kuşku yoktur. Sonra realiteye yönelik gözlem de ayetin mutlaklığını pekiştirici bir olgudur. Çünkü değişim yasası evrenin her köşesinde yürürlükte olan bir yasadır. Hiçbir şey yoktur ki, kendisiyle ilgili olarak iki zaman arasında bir karşılaştırmaya tabi tutulduğu zaman mut­laka özünde, sıfatlarında ve hareketlerinde bir takım değişikliklerin meydana geldiği görülecektir. Ama onu kendi içinde ve varoluşu itibariyle irdelediğin zaman değişmediğini, sabit kaldığım görürsün. Çün­kü bir şey üzerinde vaki olan şeylerden dolayı değişime uğramaz.

          Şu halde gözlemlenen varlıkların iki yönü vardır. Birine değişim yönü diyoruz. Bu yön ölümü, yaşamayı, yok oluşu, baki kalışı, türlü oluşumları ve dönüşümleri gerektirir. Birine sabit kalış yönü diyoruz. Bu yönüyle varlıkların üzerinde bulundukları durumda değişiklik olmaz. Bu ikisi de ya silinip ve sabit bırakılan kitap ile kitapların aslıdır. Veya bu iki kitaba terettüb eden iki olgudur. Her halükarda üzerinde durduğumuz ayetin bu iki kitaba işaret ettiği doğru bir varsayımdır.

          İkincisi: Yüce Allah'ın her şeyle ilgili sabit, değişmez bir yargısı, bir hükmü vardır, bu da bazı­larının her ilâhî hükmün değişebileceğine ilişkin değerlendirmelerinin yanlış olduğunu ortaya koymak­tadır. Bu görüşü savunanlar, değişik rivayetleri ve duaları (Ehl-i Beyt İmamlarından (a.s) ayrıca bazı sahabelerden rivayet edilen dualar arasında şöyle ifadelere rastlıyoruz: Allah'ım eğer benim adımı bed­bahtlar sınıfına yazdıysan, adımı bedbahtlar arasından sil ve beni mutlular sınıfına yaz.), bunun yanında dua ve sadakanın olumsuz kararları geri çevirdiğini gösteren ayetleri kanıt göstermektedirler.

          Fakat bu gibi değerlendirmeler değişmez hükümlerin dışındaki hükümlerle ilgili olarak geçerli­dir. İkincisi: ilâhî yargılar değişken ve değişmez olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. [el-Mîzan, (Ra'd, 39) Tefsir]




          Yorum


            Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

            3-(363) ...Muhammed b. Müslim, Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)'dan şöyle rivayet etmiştir:

            Allah hiçbir peygamber göndermemiştir ki ondan "şu üç has­leti" üzerinde taşıması hususunda söz almış olmasın: Allah'a kul olduğunu ikrar etmek... Allah'ın ortaklarının, benzerlerinin olmadığını ilân etmek. Allah'ın dilediğini öne aldığını ve dilediğini ertelediğini (bedâ'yı) bilmek.

            Yorum


              Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

              4-(364) ...Humran, Ebu Cafer (Muhammed Bakır aleyhisselâm)'dan şöyle rivayet etmiştir:

              İmam'a "Sonra bir ecel takdir eden O'dur. Bir de O'nun katında belli bir ecel vardır." [56] (En'am, 2) ayetiyle ilgili bir soru sordum.

              Dedi ki: «İki ecel vardır. Biri kesin, değişmez ecel, biri de sebeplere bağlı ola­rak bekletilen eceldir.»


              [56]- Her halükârda, ayetin akışından anladığımız kadarıyla, ayette geçen "süre" ve "belirlenmiş süre"den maksat, insan hayatının sonudur, sürenin tamamı değil. "Allah'ın belirlediği sürenin sonu gelmektedir..." ifadesinden de bunu algılamak mümkündür.

              Bununla da anlaşılıyor ki, iki türlü ecel vardır. Biri, belirlenmemiş, müphem ecel; diğeri ise, adı konulmuş, belirlenmiş ecel. Bu ikincisi Allah karındadır. Bu ecel, "O'nun katında" ifadesiyle kayıtlı olduğu için, kesinlikle değişikliğe uğramaz. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Allah'ın katında olan kalıcıdır." (Nahl, 96) Allah'ın katındaki ecel, kesindir; değişmez, dönüşmez. Allah bir ayette, bu husu­sa şöyle işaret etmektedir: "Süreleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de ileri giderler." (Yûnus, 49)

              Dolayısıyla adı konulmuş, belirlenmiş ecel ile, adı konulmamış, belirsiz ecel arasındaki ilişki, kesin ve hükme bağlanmış bir şeyle birtakım koşullara bağlı, muallakta tutulan şey arasındaki ilişkiye benzer. Bu bakımdan, bağlı bulunduğu koşulların gerçekleşmemesinden dolayı, koşullara bağlı bulunan şey de gerçekleşmeyebilir. Fakat kesin ve sonuca bağlanmış olan için böyle bir şey söz konusu değildir, gerçekleşmemesi diye bir şey düşünülemez.

              Tefsirini sunduğumuz ayetleri, "Her sürenin bir yazısı vardır. Allah dilediğini siler, dile­diğini bırakır. Kitabın aslı ise O'nun katındadır." (Ra'd, 38-39) ayetleriyle birlikte incelediğimiz zaman, göreceğiz ki adı konulmuş kesin ecel, "kitabın aslı'na konulandır; adı konulmamış belirsiz ecel ise, "silme ve silmeden bırakma levhi"nde yazılı olan eceldir. İleride İnşaallah, "kitabın aslı"nın, etkisi­ni göstermekten hiçbir zaman geri durmayan genel sebeplere dayanmaları açısından gerçekleşmesi ka­çınılmaz olan olaylara, "silme ve silmeden bırakma levhi"nin ise, "gerektiriri sebepler" de dediğimiz eksik sebeplere dayanmaları açısından herhangi bir engele takılarak gerçekleşmeme ihtimali de bulunan olaylara uyarlanabileceğim açıklamaya çalışacağız.

              Tam sebeple, eksik sebep olgularını daha iyi kavramak için güneşin yeryüzünü aydınlatması olayı örnek gösterilebilir. Örneğin; biz biliyoruz ki içinde bulunduğumuz şu gece, birkaç saat sonra bi­tecek, üzerimize güneş doğacaktır. Güneş, ışığıyla yeryüzünü aydınlatacaktır. Fakat bunun bir bulut ta­rafından veya araya Ay'ın girmesi nedeniyle ya da başka bir engel tarafından engellenmesi mümkündür. Bu engellerden herhangi birisinin, güneşin yeryüzünü aydınlatmasını engellemesi ihtimali her zaman vardır. Fakat güneş ufukta görüldüğü zaman, arada da varsaydığımız türden bir engel yoksa kaçınılmaz olarak yeryüzünü aydınlatacaktır.

              Buna göre, aydınlatma bağlamında tek başına güneşin doğması, "silme ve silmeden bırakma levhi" konumundadır. Vakti geldiğinde doğması ile birlikte, yeryüzüyle arasına girebilecek herhangi bir engelin bulunamaması durumu ise, aydınlatma bağlamında, "levh-i mahfuz" adı verilen "kitabın aslı" konumundadır. Aynı şekilde insanın özel yapısı, bunun yanında sınırlı etkinliklere sahip temel fonksi­yonları, doğal bir ömür sürdürmesini gerektirmektedir. Ki bunun yüz veya yüz yirmi yıl dolaylarında olduğu söylenmektedir. İşte sözgelimi bu süre, "silme ve bırakma levhi"nde yazılıdır. Ne var ki, evre­nin bütün unsurları, insanın varlığıyla bağlantılı ve onun üzerinde etkili olmaktadır. Dolayısıyla sayısını bilemediğimiz bu sebepler ve engeller, zihnî kapasitemizle kuşatamadığımız etkileşimlerle insanın do­ğal ömrü tamamlanmadan ecelinin dolmasına neden olabilirler. Ki biz buna "beklenmedik ölüm" diyoruz.

              Bu durum, yüce Allah'ın evrene egemen kıldığı düzeni çerçevesinde, varlık için "adı konulmuş ecel" ve "adı konulmamış ecel" belirlemesine yönelik ihtiyacı zihinsel olarak tasavvur etmemizi kolay­laştırmaktadır. Dolayısıyla adı konulmamış ecelin müphemliği, adı konulmuş ecelin belirlenmişliğiyle çelişmemektedir. Adı konulmamış ecel ile adı konulmuş ecel kimi zaman denk gelebilecekleri gibi, ki­mi zaman da birbirinden ayrılabilirler. Ki bu durumda gerçekleşen ecel, kesinlikle "adı konulmuş, belir­lenmiş ecel" olur. "Sonra da hayatınıza bir süre koydu. Belirlenmiş süre de O'nun katındadır." (En'am, 2) ayeti üzerinde düşündüğümüz zaman varacağımız sonuç budur. [el-Mîzan, c.7, s.13-15]



              Yorum


                Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

                5-(365) ...Malik el-Cühenî şöyle rivayet etmiştir:

                "insan (görmez mi?) [57] ... ki, daha önce o hiçbir şey olmadığı halde biz kendisini yaratmışızdır?" (Meryem, 67) ayetinin anlamını sordum.

                Buyurdu ki: «Burada insanın ne takdir edildiği ve ne de oluşturulduğu döne­me işaret ediliyor.»

                Bunun ardından "Gerçekten de insana, zamanın bir çağı gelmişti ki anılır bir şey bile değildi insan."
                [58] (İnsan, 1) ayetini sordum.

                Buyurdu ki: «Burada insanın takdir edildiği; ama henüz anılan bir şey olmadı­ğı dönem kastediliyor.»


                [57]- "Yera=görmez" mi lafzı ayetin metninde yoktur; ayetin metninde "yezkuru=düşünmez" mi? ibaresi geçmektedir. Rivayete ayetin metni hatalı geçmiştir

                [58]- Demek istiyor ki, insan, Allah'ın bilgisi dâhilinde sabitti sonra fiilen yaratıldı. Böylece Allah­'ın yarattığı varlıklar arasında ismi zikredilen bir varlık haline geldi. [el-Mîzan, (İnsan, 1) Tefsir.]

                Yorum


                  Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

                  6-(366) ...Fudayl b. Yesar şöyle rivayet etmiştir:

                  Ebu Cafer (Muhammed Bakır aleyhisselâm)'ın şöyle dediğini duydum: «İki türlü ilim vardır. Bir ilim var ki, o Allah katında gizlidir, yarattıklarından hiç kimse bu ilme ulaşamaz. Bir diğer ilmi de meleklerine ve resullerine öğretmiştir. Meleklerine ve resullerine öğrettiği ilim ileride olacaktır. Onu ne kendisi, ne melekleri, ne de resulleri yalanlar. Allah'ın katında gizli olan ilme gelince Allah, on­dan dilediğini öne alıp gerçekleştirir, dilediğinin gerçekleşmesini erteler ve dilediği­ni de yerinde bırakır, sabitleştirir.»

                  Yorum


                    Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

                    7-(367) ...Fudayl şöyle rivayet etmiştir:

                    Ebu Cafer (Muhammed Bakır aleyhisselâm)’ın şöyle dediğini duydum: «Bazı şeyler vardır ki bunlar, Allah katında bekletil­mektedirler. Allah bunlardan dilediğini öne alıp gerçekleştirir, dilediğini de erteler.»

                    Yorum


                      Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

                      8-(368) ...Ebu Basir, Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’ın şöyle dediğini rivayet eder:

                      «Allah'ın iki ilmi vardır: Bir ilim saklıdır, gizlidir. Ondan başka kimse bu ilmi bilemez. Beda işte bundan olur (bu ilmin kapsamına girer).

                      Bir diğer ilmi de meleklerine, resullerine ve nebilerine öğretmiştir. Biz Ehl-i Beyt İmamları da bu ilmi biliriz.»


                      Yorum


                        Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

                        9-(369) ...Abdullah b. Sinan, Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’dan şöy­le rivayet etmiştir:

                        «Allah'ın bir şeyi bilmeyip ortaya çıktıktan sonra bilmesi söz ko­nusu olamaz. Bir şey ortaya çıkmadan önce Allah onu bilir.» [59]

                        [59]- Görüldüğü gibi bu rivayet, Allah'ın bir şeyi bilmeyip de daha sonra ortaya çıkmasıyla birlikte bilmesi gibi bir durumu olumsuzlamaktadır. Yani başta bilmeyip de sonra bilmesi gibi, ilminin değişti­ğini ifade edecek bir durum söz konusu değildir. Böyle bir durum bizim için olabilse de Allah-ı bundan tenzih ederiz. Sadece bir şeyin daha önce Allah'a zahir iken başka türlü zahir olması gibi bir durum söz konusudur. Böylece önceki zahir oluşun şekli siliniyor, ikinci zahir oluşun şekli de sabit bırakılıyor. Ve Allah tümünü de bilir. Akıl sahibi hiç kimse bu gerçeği inkâr edemez.

                        Çünkü olguların ve olayların illet, şart veya farklı bir engel gibi eksik sebeplerin gerektirdiği bir varlıkları olur. Bunun yanında tam illetlerin ve sebeplerin gerektirdiği bir varlıkları vardır. Bu var­lıkları sabittir, beklemede bırakılmamıştır ve durumdan duruma farklılık göstermez. Dolayısıyla silinen ve sabit bırakılan şeyleri içeren kitap ile her şeyin aslını içeren kitap ya varlıkların varoluşlarının bu iki aşamasını doğuran iki olgudur ki, bu aşamalardan biri silinmeye ve sabit bırakılmaya elverişlidir ve di­ğeri de sabit kalmaktan başka bir ihtimale açık değildir. Ya da bizzat bu iki varoluş, aşamanın kendisi­dirler. Her iki durumda da Allah'tan daha önce sadır olmuş bir emrin ardından ondan farklı bir emrin zuhur etmesi söz konusudur ve bu apaçık gerçekten hiçbir şekilde kuşku duymamak gerekir.

                        Sanırım, tartışma, Ehl-i Beyt İmamlarından gelen rivayetlerde işaret edildiği gibi, önceden bilinmeyip var olduktan sonra bilinen şeylerin olmasını olumlama ile başkalarından gelen rivayetlerde işaret edildiği gibi bunu olumsuzlama esaslı anlayış ekseninde gerçekleşmektedir. Ancak bu tartışma lâfzîdir ve zaten tartışmanın tamamen lâfzî olduğunun kanıtı, önceden bilinmeyip sonradan ortaya çı­kan bir şeyin bilinmesini olumsuzlayanların, bunun Allah'ın bilgisinde değişiklik meydana geldiğinin anlamına geleceğini söylemeleridir. Oysa böyle bir durum ancak biz insanlar açısından geçerli olabilir. Yüce Allah ile ilgili haberlerin açıkladığı husus değil. [el-Mîzan, (Ra'd, 39) Tefsir]


                        Yorum


                          Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

                          10-(370) ...Amr b. Osman el-Cuhenî, Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’dan şöyle rivayet etmiştir:

                          «Allah için meydana gelen bedâ, kesinlikle onun bilgisiz­liğinden kaynaklanan bir şey değildir.»

                          Yorum


                            Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

                            11-(371) ...Mansur b. Hazim şöyle rivayet etmiştir:

                            Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’a şöyle bir soru yönelttim: Bugün olup da dün Allah'ın bilgisinin kapsamında olmayan bir şey var mıdır? Buyurdu ki: «Hayır, kim böyle bir şeyi söylerse Allah onu rezil eder.» Dedim ki: Bu güne kadar olan ve bundan sonra kıyamete kadar da olacak olan her şey Allah'ın ilmi dâhilinde değil midir?

                            Buyurdu ki: «Evet, varlıkları yaratmadan önce her şeyi biliyordu.»


                            Yorum


                              Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

                              12-(372) ...Malik el-Cuhenî şöyle rivayet etmiştir:

                              Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’ın şöyle dediğini duydum: «Eğer insanlar, "beda" fikrine inanmanın ne büyük sevabının olduğunu bilse­lerdi onunla ilgili konuşmaktan bir an bile geri kalmazlardı.»

                              Yorum


                                Ynt: Usul-u Kafi - Tevhit Kitabından hadisler

                                13-(373) ...Merazim b. Hakim şöyle rivayet etmiştir:

                                Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’ın şöyle dediğini duydum: «Hiçbir Nebi Allah ile ilgili olarak beş hasleti ikrar etmeden nebi olarak gö­revlendirilmemiştir: Bedâ, dileme, secde, kulluk ve itaat.»

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X