Ayetullah Hamanei: İhtilaf çıkaranlar ne Şii’dirler ne de Sünni’dirler
İki akide ve anlayış taraftarı arasındaki ihtilaflar, doğal bir şeydir. Bu mesele sadece Şii ve Sünnilerle sınırlı değildir. Nitekim Şii fırkalar arasında iç ihtilaflar yaşandığı gibi Sünni fırkalar arasında da iç ihtilaflar yaşanmaktadır. İslam ve fıkıh tarihine bakın..Ehli sünnetin fıkhi ve akidevi usulleri ve ekolleri olan Eşeri, Mutezile, Hanbeli, Hanefi, Şafii ve diğer mezhepleri arasında ihtilaflar yaşandığı gibi, Şii fırkalar arasında da ihtilaflar yaşanmıştır.
İslam inkılabı rehberi yerli ve yabancı Şii ve Sünni alimlerle görüşüp İslami vahdet üzerine bir konuşma yaptı.
Hz. Emir’ul Müminin İmam Ali(as)ın seçkin eseri “Nehcul-Belağa” kitabının en yetkin şerh ve tefsir yazarı olan 7. asrın meşhur Fakih ve mütekellimi Allame İbni Meysem'i anmak için tahranda toplanan Şii ve Sünni bilgin ve alimlerle görüşen Ayetullah Hamanei; “İbni Meysem”in büyük bir alim olduğunu, Nehcul-Belaga‘yı şerh eden Şii ve Sünni alimler arasında en yetkin bir kimse sayıldığını kaydedip “ Asırlar boyu Şii ve Sünni alimlerin bu değerli kitaba şerh yazdıklarını ve çağdaş alimlerden şeyh Muhammed Abduh’un da Nehcul-Belaga’ya şerh yazdığını, çünkü bu ulvi kitabın bütün Müslümanlara ait olduğunu” söyledi.
İslam inkılabı rehberi Ayetullah Hamanei, İslami vahdetin İslam ümmetinin dayanışma ve gönül birliğinin kaynağı olduğunu, bizlerin(İranlı Müslümanlar ve alimlerin) İslam inkılabının zaferinden önce bile Şii ve Sünni kardeşlerin vahdeti için çalıştıklarını belirtti.
Ayetullah Hamanei ayrıca şunları vurguladı;
İki akide ve anlayış taraftarı arasındaki ihtilaflar, doğal bir şeydir. Bu mesele sadece Şii ve Sünnilerle sınırlı değildir. Nitekim Şii fırkalar arasında iç ihtilaflar yaşandığı gibi Sünni fırkalar arasında da iç ihtilaflar yaşanmaktadır. İslam ve fıkıh tarihine bakın..Ehli sünnetin fıkhi ve akidevi usulleri ve ekolleri olan Eşeri, Mutezile, Hanbeli, Hanefi, Şafii ve diğer mezhepleri arasında ihtilaflar yaşandığı gibi, Şii fırkalar arasında da ihtilaflar yaşanmıştır. Bu (fıkhi ve içtihadi farklı anlayış ve hükümler) ihtilaflar avam halk arasında yansıtıldığında “olay” , aşırı ve tehlikeli boyutlar kazanıyor. Çatışmalar ve yak tutmalar başlıyor. Alimler ve bilginler oturup meseleyi irdeliyor ve tartışıyorlar. Fakat ilim silahına donanmamış olanlar, duygulara kapılıp maddi silahlar ve yumrukları kullanmaya başlıyorlar. İşte olayın bu boyutu tehlikelidir. Dünyada bu görünen olaydır. Fakat bir çok mümin ve hayırsever insan harekete geçip bu tehlikeleri bertaraf etmeye çalışırlar. Alimler ve bilginlerle düşünürler, bilimsel olmayan çalışmalarının çatışmalara dönüşmemsine özen gösterirler. Fakat belli bir dönemde sömürgeci güçler bu olaylara müdahale edip ,ortalığı karıştırdı. Elbette tarih boyunca sömürgeci güçlerin Şii ve Sünni ihtilafına sebep olduklarını söylemek istemiyorum. Çünkü duygusal davranma da bu ihtilafların çatışmalara dönüşmesine sebep oldu. Bazı cahiller ve cahili yaklaşımlar, kör taassuplar, yanlış anlaşılmalar, idrak kıtlığı da bu çatışmacı ihtilafların meydana gelmesine sebep oldu.fakat gerçek şudur ki; sömürgeci ve sultacı güçler bu olaylara müdahale edip bu silahı en etkin bir şekilde (Müslümanlara karşı) kullandı.
Tanık olduğumuz gibi sömürgeci ve Müstekbir(emperyalist) güçlere karşı mücadele eden seçkin insanlar daima İslami vahdet gereğini vurguladılar. Nitekim Seyid Cemaleddin –Afgani lakaplı- EsadAbadi(r.a) ile onun talebeleri olan şeyh Muhammed Abduh ve diğerleri ve de Şii alimlerden merhum Şerefeddin Amuli ve diğerleri; sömürgeci güçlerin İslam alemindeki mezhebi ihtilaflarını sui istimal etmelerini (ve Müslümanlara karşı) bir silah olarak kullanmalarını engellemek için var güçleriyle çalıştılar. İmam Humeyni de ilk baştan İslami vahdetin kaçınılmaz olduğunu vurguladı. Buna karşılık Sömürgeci güçler mezhepler arası ihtilafları körükleme doğrultusunda yatırım yapıp, olayları kullandı.
Mezhepler arası ihtilafları çatışmaya dönüştürme konusunda İngiltere diğer sömürgeci güçlere kıyasla daha büyük tecrübe ve birikime sahiptir. Çünkü İngiliz( sömürgeci ve işgal güçleri) uzun yıllar, İran, Türkiye, Arap ülkeleri ve Hind yarım adasında yaşadılar. İngilizler Şiilerin nasıl Sünnilere karşı, Sünnileri nasıl Şiilere karşı tahrik edip kışkırtacak yöntemleri iyi biliyorlar. Nitekim İran’da İslam inkılabının zaferi sonrası, sömürgeci güçlerin bu sinsi faaliyetleri zirveye ulaştı. Son yıllarda ve son günlerde İran İslam cumhuriyeti nizamı büyük başarılara imza attığı için, yani İslam dünyasının bilinçlenmesi ve uyanış sürecini zirveye ulaştırdığı için, Müstekbirlik cephesiyle yandaşlarının İslam aleminde ihtilaf çıkarma çalışmaları ve saikı daha bir arttı.
Müstekbir güçler, günümüz Irak, Pakistan,ve Afganistan’da Şii ve Sünni Müslümanları biri biriyle çatıştırmaya çalışıyorlar. Hatta sömürgeci ve emperyalist güçlerin işbirlikçileri ve uzantıları Lübnan’a akın edip, bu ülkedeki Şii ve Sünni cemaatleri biri birine düşürmeye çalışıyorlar.
Her kes şunu bilmelidir ki, Şii ve Sünni ihtilafını ve çatışmasını yaratmaya çalışanlar ne Şii ve ne de Sünni’dirler. Bunlar ne Şiiliği ne de Sünniliği kabul etmeyen ve İslami mukaddesatlara inanmayan kimse ve odaklardır.
Birkaç gün önce Amerika başkanı George Bush yaptığı konuşmada, Irak’taki Haremeyn-i askerin ( İmam Hadi ve İmam Hasan askeri-as- hazretlerin türbelerin) deki patlamalara değinerek, bu saldırıların aşırı Selefilerin yaptığını iddia edip Şiileri kışkırtmaya çalıştı ve bir ölçüde başarılı da oldu. Fakat gerçek şu ki; bu saldırıyı bizzat Amerikalı işgal güçleri gerçekleştirdiler. Çünkü bu kentin güvenlik işleri ve giriş- çıkış kontrol işlemleri Amerikalıların denetimi ve inisiyatifindeydi… Onların bilgisi ve iz’ni dışında böyle bir saldırı yapmak ise imkansızdı.
Amerika (ve İngiltere işgal güçleri), Irak’ta faaliyet yapan teröristlerin Elkaide ve Selefiler’den oluştuğunu ileri sürüyorlar. Halbuki bizzat kendileri, bu olayları organize edip kışkırtıyorlar. Amerika ve İsrail gizli servisleri eski “Baasçıları harekete geçirip onları bombalı eylemler yapmaya ve Irak yerleşim merkezlerini güvensizlik ve kargaşaya boğmaya sevk ediyorlar. Nitekim Irak’ın en güvensiz bölgeleri, yani Bağdat ve diğer bazı bölgeler, Amerika’nın en yoğun bir askeri ve güvenlik güçlerinin konuşlandırıldığı bölgelerdir. Halbuki Amerikalı güçlerin sayısının az ve Iraklı güvenlik güçlerin sayısının çok olduğu bölgeler daha güvenlidirler.
İran da İslam inkılabının zaferiyle birlikte sultacı ve sömürgeci güçler, İran inkılabının Şii inkılabı olduğunu ileri sürüp karalama kampanyası başlattılar. Fakat İran inkılabı, İslam ve kuran-ı kerim inkılabıdır. İran inkılabı İslam bayrağını dalgalandıran, İslami değerlerle Tevhid anlayışını, ilahi ahkamı ve İslamın manevi değerlerini ihya eden ve dünya milletlerine tanıtan bir inkılaptır. Bütün düşmanlıklara rağmen İran İslam inkılabı hedeflerini gerçekleştirmede başarılı da oldu. İran İslam inkılabı İslam'ı gurur rujunu, İslam la övünme ve iftihar duyma ruhunu Müslüman milletler nezdinde uyandırdı. İşte onların düşmanlıklarının sebebi de budur. Onlar işte İslami diriliş ve uyanışın düşmanıdırlar. Eğer bizim inkılabımız Şii inkılabı olsaydı ve İslam dünyasından kendimizi soyutlamış olsaydık, İslam dünyasıyla ilgilenmeseydik, onlarda bizlerle uğraşmazlardı ve de İslam inkılabına karşı düşmanlık beslemezlerdi. Fakat onlar İran inkılabının İslam inkılabı olduğunun bilincinde oldukları için hücuma geçtiler.
İran İslam inkılabı en etkin ve ciddi bir şekilde Filistin halkının haklarını ve kurtuluş mücadelesini destekledi. Hiçbir ülke ve devlet ile millet İran milleti ve devletiyle İslami nizamı kadar, Filistin davasını ve Filistin halkının direnişini ve Filistin intifadasını destekleyemedi. İran İslam cumhuriyeti ve milleti, Filistinlileri manevi ve maddi açıdan destekledi. Sovyetler birliği Afganistan’ı işgal ettiğinde, bölgedeki Müslüman ülkeler bazı nedenlerden dolayı bu işgal süreci karşısında sessiz kaldılar. Fakat imam Humeyni hazretleri yayınladığı mesajında, Sovyetler birliğinin Afganistan topraklarını hemen terk etmesi gerektiğini belirtti. Ben o dönemde uluslar arası bir kuruluşun toplantısına katıldım. O toplantıda bağlantısızlar hareketi üyesi ülkelerle İslam konferansı üyesi ülkelerin temsilcileri de hazır bulunuyordu. Fakat bu ülkelerin hiç biri Sovyetler birliğinin Afganistan’ı işgal girişiminden söz etmediler. Çünkü Sovyetler birliği yandaşı sosyalist ülkelerle solcu ülkelerin yöneticileri de, o toplantıda hazır bulundukları için, İslam ülkeleri bazı mülahazalardan dolayı, işgale karşı sessiz kaldılar. Fakat İran temsilcisi olan ben bir konuşma yapıp Sovyetler birliğinin Afganistan’a girişini kınadım. Elbette Amerika’nın saldırganlıklarını da sert bir dille kınadım. Çünkü İran bağımsız bir politika uyguluyordu. İşte onlar bu nedenle İslam inkılabına karşı düşmanlık besliyorlar. Bizler eğer Sünni ülkelerle ilgilenmeyeceğiz, Sünni guruplarla ilişki kurmayacağız diye ilan etseydik, Amerika, İsrail ve İngiltere İslam Cumhuriyetiyle uğraşmazlardı. Fakat İslam cumhuriyeti, İslami olduğu ve İslam ümmetinin hizmetinde olduğu için müstekbir güçlerin saldırısına uğradı. İran’da İslam Cumhuriyeti kurulduğu günden itibaren sömürgeci ve müstekbir güçler, Şii ve Sünni ihtilafını körüklemek ve onları çatıştırmak için yoğun bir harekat başlattılar.
Her kes uyanmalıdır… Şii ve Sünniler uyanmalıdır. Özellikle İslam alimleri bilinçli davranmalıdırlar. Çünkü ilmi çevrelerden uzak halk kitleleri, bazı kuruntulara kapılabilir ve hatalar yapabilirler. Bilgin ve alimler bunlara seyirci kalamazlar. Bunlar avam kimselerdir diyerek sorumluluktan kurtulamazlar. İslam uleması bu konuda yükümlülüklerini yerine getirmelidirler. Artık İslami uyanış hareketi başlamıştır. İslami izzet açığa çıkmıştır. Düşman ve müstekbir güçler, bütün alanlarda ve özellikle Filistin , Lübnan, Irak ve Afganistan da ağır bir yenilgiye uğrayıp, belirlediği hedeflerini gerçekleştirememiştir. İran İslam cumhuriyeti günden güne gelişmektedir. Nitekim hem ilmi alanda hem sanayi ve teknik alanda, hem de toplumsal ve ülke yönetimi alanında büyük gelişmeler yaşamaktadır. İran hükümetiyle halkı arasındaki bağlar daha bir sağlamlaşmış bulunuyor. Bütün bu gelişmeler, düşmanları uzuyor ve tepki göstermeye itiyor. Günümüzde İslam dünyasının zaaf noktası olan görüş ayrılıklarını kullanmasına asla izin verilmemelidir. Dostların vurguladıkları gibi, mesele Şii ve Sünni meselesi ve biri birinin akidelerini kabul edip etmeme meselesi değildir. Çünkü her kes kendi akide ve düşüncelerini koruyabilir. Kim ki bir mantık ve istidlal üzerine bir düşünce ve akideyi kabul ederse, bu doğrudur. Burada önemli olan mesele, çeşitli düşünce ve itikat sahibi kimse ve toplulukların düşmanın fitne ve vesveselerine kulak asmamaları ve biri birine zarar vermemeli ve kin ile düşmanlık beslememelidirler. Düşman boş kuruntuları ve fitneci planları biri birine öğretiyorlar. İngilizler, bu fitnecilikleri Amerikalılara anlatıyorlar ve İsraillilerde onlara telkin ediyorlar.
“İşte biz, böylece her peygambere insan ve cin Şeytanlarını düşman ettik; bâzısı, bâzısına yaldızlı sözler söyleyerek aldatır. Rabbin dileseydi yapamazlardı bunu, onları da bırak, iftirâlarını da.” En'am-112
Bizler ve halklarımız uyanık ve bilinçli davranmalıyız. Bazı kimseler şuursuzca, hakikatı anlamadan, takvasızca ve hakikaten cahili bir şekilde Müslümanların büyük bir kesimini tekfir edip , din dışı sayıyorlar. Bu tekfirci gurup ve kimseler gerçekten cahil ve şuursuz kimselerdir. Elbette bu tip kimseler bir ölçüde ard niyetli ve habis ruhlu kimselerdir. Fakat en önemli özellikleri, cahillikleridir. Biz imkan elverdiği ölçüde tekfircileri aydınlatıp irşat etmeliyiz. Halkı bu cahil tekfirci kimseler hakkında uyarmalıyız.
“Onlar, Âhiret’e inanmayanların gönülleri meyletsin ve hoşnut olsunlar da yapa geldiklerine devâm etsinler diye söylerler o sözleri.”En-AM-113
bazı kimseler iman zaafı, marifet zaafı ve bilinçsizliklerinden dolayı düşmanların tekinlerine kapılıyor ve kendilerini kaybediyorlar. Bizler bu konuda uyanık olmalıyız. İslam alimleri ve bilginlerin halkı aydınlatma yükümlülüğü çok ağırdır. Günümüzde İslam dünyasının vahdeti en yüce ve ulvi bir hedeftir. İslami vahdet, İslam alemine en mükemmel izzet ve İslami ahkamı uygulama şartlarını sağlayabilir. Bu nedenle Müslüman milletler ve devletleri İslami vahdete destek vermelidirler. Eğer İslam devletleri İslami vahdet ve birlik doğrultusunda hareket ederlerse, İslam ümmeti gerçek ağırlığını ortaya koyabilir ve İslam devletlerine destek olabilir. Böyle bir durumda İslam devletleri,artık zaaf ve korku hissederek Amerika veya İngiltere’nin kucağına sığınma zorunda kalmazlar. Çükü en büyük destekçileri, İslam ümmeti olacaktır.
Allah Taala’dan dileğim, bizlere yardımcı olması ve hidayet etmesidir. İnşallah en hassas ve önemli görev olan bilinçli davranma yükümlülüğümüzü en uygun bir şekilde yerine getireceğiz.
takrib
Yorum