Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

BEDA

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    BEDA

    Bismillahirrahmanirrahim

    BEDA

    Ehli Beyt (a.s) mektebi izleyicilerinin eleştirilen inançlarından birisi Beda’dır. Beda inkarcıları bu konuda bir takım sözler söylemiş ve kitaplar yazmışlardır. Özellikle Vahhabiler, Beda konusunu Şiileri tekfir ve tezyif etmek için sürekli gündemde tutmaya çalışmış, ancak Şii alimlerin uğraşları sonucu Beda konusu bir nebze de olsa açıklığa kavuşarak, Müslümanlar arasındaki uhuvvet bağı eskiye nazaran daha iyiye doğru gitmiştir. İslam ve Müslümanların izzeti ve birliği için bu konuya tekrar değinilmesi gereklidir. Bu düşünceyle, Ehli Beyt mektebi izleyicilerinin Beda hakkındaki inancını ele alarak siz değerli inanan kardeşlerimizin istifadesine sunuyoruz. Et-Tevfiku Min-Allah.

    Giriş:
    Ehli Beyt İmamlarından elimize ulaşan rivayetlerde Beda, dinin önemli inançlarından sayılmıştır. İmam Sadık (a.s) buyuruyor ki: “Allah, Beda’ya olan inanç gibi hiçbir şeyle tazim edilmemiştir.” (Usulu Kafi, 1. c. Beda babı) ve aynı şekilde buyurmaktadır ki: “Allah, Beda’ya olan inanç gibi hiçbir şeyle ibadet edilmemiştir.” (a.g.e) ve diğer başka bir hadiste okumaktayız ki: “Allah, kendisinden Beda hakkında bir ahit almamış hiçbir peygamberi Nübüvvet’e seçmemiştir.” (a.g.e) Yine buyurmaktadır ki: “Eğer insanlar, Beda’ya inancın, ne gibi bir sevap ve ecre sahip olduğunu bilselerdi, Beda hakkında konuşmaktan asla yorulmazlardı.” (a.g.e) Yine buyurmaktadır ki: “Allah huzurunda, beş hususu ikrar etmeyen bir peygambere Nübüvvet verilmiştir. (Bu beş husus Beda’nın var olduğu, Allah’ın meşiyyet sahibi olduğu (hiçbir şeye mecbur olmadığı), secde, kulluk ve itaat.” (a.g.e) aynı şekilde buyurmuştur ki. “İçkinin haram olduğuna ve Beda’nın varolduğuna dair kendisinden ikrar alınmadan hiçbir Nebi gönderilmemiştir.” (a.g.e)

    Görüldüğü üzere Ehli Beyt İmamları, sadece Beda’nın var olduğunu savunmamakta ve hatta dinin en önemli inançlarından biri olduğunu belirtmektedirler. Hadislerde geçen tüm konu ve anlatımlar, gerçekte Beda’nın önemine işaret etmek amaçlıdır. Beda konusu, en azından Mutahhar Ehli Beyt İmamları üzerinde önemle durduğu için araştırılması gereken bir konudur. Zira Ehli Beyt İmamları sadece Şiilerin İmamı değillerdir. Bir çok Ehli Sünnet alimi onlar hakkında kitaplar yazmış ve zamanlarında bulunan insanların en alimi ve en takvalısı olduklarını bildirmişlerdir. Bundan dolayı, Onların görüşlerinin araştırılması ve böylece doğru bir sonuca ulaşılması, hepimizin görevidir.

    Lügatte Beda:


    Lügatte Beda, “gizlilikten sonra zuhur” yani “bilinmezlikten sonra bilmek” ve “aşikar olmak” manasında geçmiştir. İnsan hakkında kullanıldığı takdirde şu manadadır: “Bir şey insana gizli idi, sonra aşikar oldu.” Arapça’da “Bedee li-zeydin innehu marid” denildiğinde “Zeyd için aşikar olmuştur ki, o hastadır” manası kastedilir. Yani “Zeyd kendisinde var olan hastalığı bilmiyordu ve bunu daha sonra öğrendi.”

    Açıktır ki, Beda’nın lügatteki manasının gerekliliği, cahil olmak ve görüşün değişmesidir. Bundan dolayı, bu mananın Allah hakkında kullanılması muhaldir. Zira Allah, ezeli ilmi ile her şeyi bilir ve ilminde eksilip artma gibi bir durum yoktur. İlmin değişmesi sonucu zatında olabilecek bir değişiklikten de münezzehtir. Pak Ehli Beyt İmamlarının hadislerinde, Beda’nın bu manasının Allah’a nispet verilmesinin doğru olmayacağı açıklanmış ve önemle üzerinde durulmuştur. İleride bu konuya değineceğiz inşaallah.
    Zikredilecek hadisleri dikkatle incelersek, konu açıklığa kavuşacaktır. Bir tarafta Beda’nın lügatteki manası, diğer tarafta Masum İmamların Beda’nın lügatteki manasını reddedişleri, gerçekte onların Beda’ya başka bir mana yüklediklerine delalet eder. Bu konuyu, iyice anlaşılabilmesi için açıyoruz.
    Arap edebiyatında şahsın söylemiş olduğu bir söz, zahire (toplumun aklına gelen ilk manaya) hamledilir. Yani, bir kimse “Raeytu eseden-Aslan gördüm” dediğinde, duyanlar tarafından onun bir aslan gördüğü anlaşılır. Cümlede bir karine-açıklayıcı unsur olmaksızın kullanılan kelimeleri başka bir manaya hamletmek edebiyat kaidelerine göre doğru değildir. Hiç kimse, “Onun gördüğü aslan gibi bir yiğitti” demez ve “esed” kelimesini sadece “aslan” olarak anlar. Ancak şahsın, “Raeytu eseden yermi” dediğinde, duyanlar onun “ok atan aslan gibi bir yiğit” gördüğünü anlarlar. Zira, “yermi” kelimesi, “esed” kelimesini mecaza hamleder. Bu durumda mütekellimin cümlesinde geçen “esed” kelimesi, mecazi manaya hamledilerek “aslan gibi bir yiğit” gördüğü anlaşılır. Cümlede her hangi bir karine geçmemişse, “esed” kelimesi mecaza hamledilemez. Öyleyse bir kelimeye, karine olduğu takdirde mecazi mana yüklenebilir.
    Yukarıda zikrettiğimiz kaide, cümlenin içerisinde karine olduğu takdirde kelimeye başka bir mana verebileceğimizi gösterir. Yalnız, kelimeye başka bir mana vermek bu kaideyle sınırlı değildir. Arap edebiyatçılar, zevq-i selim’in de (aklı selim gibi-selim bir zevke sahip olanların da), kelimeye başka bir mana verebileceğini bildirmişlerdir. (Bu konu belagat ilminde zikredilir.) Buna göre, savaştığı yerde aslan olmayan ve savaştan yeni dönmüş bir kimse, “Raeytu eseden” derse, selim zevk sahipleri “esed” kelimesini “aslan gibi bir yiğit” olarak mecaza hamledebilirler. Zira, her akıl sahibi kabul etmektedir ki, mütekellimin savaştığı yerde aslan yoktur, bu yüzden aslan görmüş olması imkansızdır ve savaş ortamında yiğitlik eden bir çok kimseyle karşılaşmıştır. Buna göre bu şahsın kullandığı “esed” kelimesini “aslan gibi bir yiğit” olarak mecaza hamletmek caizdir.
    Masum İmamlar hayatları boyunca, Allah’ın ilminin asla değişmeyeceğini, eksilip çoğalmayacağını bildirmişler ve O’nun mukaddes zatının bundan münezzeh olduğunu hadislerinde beyan etmişlerdir. Bu hadislerden bir kaçını zikrediyoruz: İmam Cafer Sadık (a.s) buyurmaktadır ki: “Allah hakkında, dün bilmediği ve bugün öğrendiği doğrultusunda inancı olan bir kimseden beri olunuz.” (Biharu-l Envar, 4. c. 11. s.) İmam diğer bir hadiste buyurmaktadır ki: “Allah, irade edip oluşturmadan önce her şeyi bilir. Allah’a, bildiği şeylerden başka hiçbir şey aşikar olmaz. (Zira, O şeyi zaten biliyordur.) Cehalet üzerinden Beda’nın, Allah’ta oluşması (diye bir şey) yoktur.” (A.g.e, 121. s.)
    Açıktır ki, Masum İmamlar bu buyrukları ile, Allah hakkında Beda’nın, lügat manasında geçtiği gibi kullanılmasını kabul etmemekte ve buna inanmayı reddetmektedir. Devamlı bu nokta üzerinde önemle duran bir şahsın, kurmuş olduğu cümlelerde Beda kelimesini kullanması durumunda, muhatapların Beda kelimesinden lügatteki manayı değil de başka bir manayı anladığını gösterir. Bundan dolayı Masum İmamların buyruklarını duyan yarenleri ve düşmanları, bu konuya itiraz etmemiş veya İmamın Beda’dan kastının ne olduğunu sormamışlardır. Düşmanların, o dönemde İmamları alt etmek için fırsat kolladıklarını düşünürsek, bu kelimeye lügatteki manayı vermediklerini, bu yüzden imamların insanlar nezdinde makamını düşürmek için, bunu bir silah olarak kullanmadıklarını görürüz. Eğer “duymamışlardır” gibi bir eleştiri yapılacak olursa, İmamların sözlerinin her yerde nakledildiği, zalim sultanlar tarafından İmamların hal ve hareketlerini kontrol etmek amacıyla casuslar yerleştirildiği ve bundan dolayı böyle bir konunun gizli kalamayacağı hatırlatılır. Gerçi, İmamlar yapmış oldukları açıklamalarla yanlış anlamaya bir zemine oluşmasını engellemişlerdir. Burada Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) ve büyük oğlu İsmail (r.a) ile ilgili bir olayı ve İmamın buyruklarını naklederek konuyu tamamlayalım.
    Hz. İmam Cafer Sadık (a.s)’ın büyük oğlu İsmail, hem ilmi, hem manevi, hem takva ve hem de ahlaki yönüyle rüştünü ispatlamış bir zattı (Allah ona rahmet etsin). İnsanların, İmam Cafer Sadık (a.s)’dan sonra onun İmam olacağı hakkında hiç şüpheleri yoktu. Bundan dolayıdır ki, bir grup onun ölmediğine inanarak İsna Aşeriyye fırkasından ayrılmış ve İsmailiye olarak tanınmışlardır. Allah, takdiri gereği onun ruhunu aldığında, İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Allah, İsmail’in olayında olduğu kadar hiçbir şeyi aşikar etmemiştir (Beda yapmamıştır).” (Tevhidu-s Saduk, babu-l Beda,10. hadis. 11. hadis de yaklaşık aynı manadadır.) Eğer muhaliflerin yapmış olduğu Beda tanımına göre tercüme edersek şu mana çıkar: “Allah’a, İsmail’in olayında olduğu kadar hiçbir şey aşikar olmamıştır(Neuzu bi-llah). Yani Allah, İsmail’in öleceğini bilmiyordu, daha sonra onun öleceği O’na aşikar oldu ve öğrendi(Neuzu bi-llah). Biz İmamın kullandığı Beda kelimesini İf’al babına göre kabul edip tercüme ediyoruz. Zira daha önce, İmamların Beda’ın lügatteki manasını reddettiklerini kendi hadislerinden zikretmiş ve bu kelimeye, İmamın hem yarenleri ve hem de düşmanları tarafından herhangi bir itirazın yapılmadığını açıklamıştık. Ayrıca, edebiyat açısından böyle bir durumda Beda kelimesine başka bir mana verilebileceğine değinmiştik. Bundan dolayı Beda kelimesini İf’al babına göre tefsir etmenin hiçbir sakıncası yoktur. Beda, İf’al babına göre tefsir edildiği takdirde, İmamın ne demek istediği çok iyi anlaşılacaktır. Hz. İmam Cafer Sadık (a.s)’ın gerçekte insanlara bildirmek istediği şuydu: “İnsanlar İsmail’in İmam olacağını zannediyorlardı. Allah, bu bilgilerinin yanlış olduğunu aşikar edip, onları bilgilendirdi.” Bu durumda takdir edilir ki, Allah’ın mukaddes zatında ilim sıfatı açısından herhangi bir değişiklik olmamakta ve O’nun münezzeh makamı yüceltilmektedir.
    Buna göre, Allah hakkında Beda, gerçekte İbda’(sonu sakin hemze ile) ve İzhar’dır. Yani Beda kısaca; Allah’ın bildiği, fakat insan tarafından bilinmeyen bir şeyin, Allah tarafından izhar edilip insan için o şeyin açıklığa kavuşmasıdır. Böylece, Allah’ın mukaddes zatında, herhangi bir cehalet ve değişiklik söz konusu olmadığı açıklığa kavuşmaktadır.
    Istılahtaki manası ise, “İnsanın hal ve hareketlerini değiştirdiği takdirde, Allah’ın da, onun hakkında daha önce takdir ettiğini değiştirmesi”dir. Allah, Rad/11’de şöyle buyurmaktadır: “Bir toplum kendilerindeki iyi özellikleri değiştirmedikçe, Allah onlarda bulunanı değiştirmez.” Bu ayet Beda inancının hakikatini çok güzel bir şekilde açıklamaktadır. Kısaca Beda’nın tanımı olarak bu ayet yazılsa idi, tek başına yeterli olabilirdi. Ancak zihinlerde soru kalmaması için, konumuzu etraflıca ele alıp açıklamaya devam edeceğiz.

    Beda’nın Yanlış Tanımı:

    Ne yazık ki Şiilere muhalif olanlar, Beda’yı çok kötü bir şekilde tanımlamışlardır. Şiileri kötülemek için kitaplarında bu inancı inkar edenler, aslında rahatlıkla kabul edilebilecek, gayet açık ve Kur’an-i ve Nebevi emirlerle uyum içerisinde olan Beda gibi önemli bir inancı acımasızca reddettiler. Bununla da kalmayıp, bu inanca sahip oldukları için, Şiilerin kafir veya sapık fırka olduklarını iddia ettiler.
    Muhaliflerin Beda hakkında yapmış oldukları tanım şudur: Allah ilk önce bir şeyi takdir etmekte, daha sonra takdir ettiği şeyin aksinin maslahat olduğu ona aşikar olmakta ve önceki takdirini değiştirmektedir. Yani kısaca, (neuzu billah) Allah bir şeyin olmasını takdir ediyor. Daha sonra o takdir etmiş olduğu şeyin yanlış olduğunu anlıyor-öğreniyor ve iyi olduğunu anladığı şeyi eskisi ile değiştiriyor. (Estağfiru-llahe Rabbi ve etubu ileyh)
    El-Hakku ve-l İnsaf. Tarih boyunca hiçbir Şii alim ve mütekellim Beda hakkında böyle bir tanım yapmamıştır. Bu tanım gerçekte, muhaliflerin kendi istedikleri manayı Beda’ya yüklemeleridir. Beda’nın Şii alimlerce yapılan tanımı ve Mutahhar Ehli Beyt İmamlarının zikredilen hadisleri bunun delilidir.


    Beda İnancı Hakkında Şiilerin Görüşleri:

    Birinci olarak:
    Eski ve yeni Şii alim ve mütekellimleri, Allah’ın geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanlarda vuku bulacak tüm olaylara alim olduğunda ittifak etmişlerdir. Yani, Allah’ın gizli şeyleri bilmemesi ve cahillikten sonra alim olması gibi bir durumun söz konusu olamayacağı hakkında görüş birliği vardır. Kur’an buyurmaktadır ki: “Şüphe yok ki; ne yeryüzünde bir şey Allah’a gizli kalır, ne gökyüzünde.” (Ali İmran/5)
    İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Allah, her şeye, her zaman için alimdir. Hem yaratılmadan önce ve hem de yaratıldıktan sonra.” (Usulu Kafi, 1. c. Babu Sıfati-z Zat, 4. hadis)
    İkinci olarak:
    Ayetler ve hadisler, Allah’ın yaratma, oluşturma, tedbir ve terbiye gibi işleri bırakıp kenara çekilmediğine işaret etmektedir. İlahi sünnet gereği, kulların yolları, yapmış oldukları iyi ve kötü işlere göre değişmektedir. İnsan yaşamı boyunca tek bir yol üzerinde yürümemekte ve izlemiş olduğu yol ve geleceği iyi ve kötü fiillerine göre değişebilmektedir. Kur’an buyurmaktadır ki: “Kim Allah’tan korkarsa Allah ona bir çıkış yolu yaratır. Ve onu ummadığı yerden rızıklandırır.” (Talak/2 ve 3)
    İmam Cafer Sadık (a.s) buyuruyor ki: “Dua, kazayı def eder ve gerçekten Mu’min bir insan günaha mürtekip olduğunda, bu günahı sebebiyle Allah’ın rızkından mahrum olur.” (Biharu-l Envar, 93. c. Kitabu-z Zikr ve-d Dua, 16. bab)
    İmam Rıza (a.s) buyurmaktadır ki: “Ömründen geriye üç sene kalan bir şahıs sılayı rahim yapsa, bu ameli ile Allah onun kalan ömrünü otuz sene olarak değiştirir. O şahıs da, (bu müddet zarfında) istediğini yapar.” (Usulu Kafi, 2. c. Babu Sılatı-r Rahim, 3. hadis. Ayrıca verilen rakamların bir benzetme olduğu unutulmamalıdır.)
    İnsan hayatında olan tüm değişiklikler, Allah’ın ilmi dahilindedir. Her şeyin evvelini ve ahirini bilen sadece Allah’tır. İnsan hayatında olan değişiklikler, gerçekte Allah’ın onu insana aşikar edip bildirmesidir. İmamlardan nakledilen Beda hakkındaki hadislerin tümü, bu mana ile açıklandığında Beda’nın hakiki tanımı rahatlıkla anlaşılabilir.
    Üçüncü olarak: Varlık alemi, İlahi emirlerin tesiri altındadır. Bunun şahidi, Allah’ın Kur’an’daki buyruğudur: “Allah dilediğini imha eder ve dilediğini sabit kılar. Ana kitap, O’nun yanındadır.” (Rad/39) Bu ayetin açılımı şöyledir: Ummu-l Kitap’tan başka bir kitap daha vardır ki, İslam alimleri onu, “Levh –veya- Kitabu-l mahv ve-l isbat” olarak adlandırmışlardır. Bu kitabın içerisinde olan değişikliklerin hepsi, içeriği asla değişmeyecek olan Ummu-l Kitap’ta yazılmıştır. Bu açıklamaya göre Allah, “Kitabu-l mahv ve-l isbat’ta daha önce yapıp sabit ettiği bir şeyi mahvedebilir ve daha önce sabit ettiği bir şeyi yerinde bırakabilir. Ve bu değişikliklerin hepsi Ummu-l Kitap’ta yazılmıştır. Bu kitap, onun yanındadır ve bizim onun hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Bu görüşün ispatı, İslam alimlerinin eceli hatmi ve eceli muallak tanımlamasıdır. Eceli hatmi, Ummu-l Kitap’ta yazılmıştır ve ileri veya geri alma gibi bir değişim asla söz konusu değildir. Ancak aynı durum, eceli muallak için söz konusu değildir. Eceli muallak’ın ileri veya geri alınması mümkündür. Sadaka vererek veya sıla-i rahim yaparak ömrün uzayacağı veya yapılmadığı takdirde kısalacağı hadislerde bildirilmiştir.
    Tüm bunlar, Beda’nın hakikatini bizlere açıklamaktadır. Şimdi, Şii alim ve mütekellimlerin Beda hakkındaki görüşlerini kendi kitaplarından kısaca aktaralım.
    Şeyh Saduk, (ö.318h): “Beda, cahil insanların anladığı gibi, pişmanlık manasında değildir. Allah, böyle şeylerden münezzehtir. Şunu kabul etmemiz gerekir ki, Allah hakkında Beda şu şekilde oluşmaktadır: Allah, bir şeyi yaratırken, onu diğer yaratacağı şeyden önce yaratır. Sonra onu yok eder ve başka bir şeyi yaratmaya başlar. Veya bir emir verir, sonra ondan nehyeder. Veya bir şeyi yasaklar ve sonra onun yasağını kaldırır. Bunun örneği ahkam emirlerinin neshidir; kıblenin değişimi ve boşanmış kadının idde bekleme süresi gibi.” (Et-Tevhidu-s Saduk, 335. s.)
    Şeyh Mufid, (ö.413h): “Bizim görüşümüze göre Beda, tüm Müslümanların söylediği nesh gibidir. Örneğin: zenginlikten sonra fakirlik, sağlıktan sonra hastalık, yaşantıdan sonra ölüm gibi. Adl ehlinin (kasıt Şia’dır), rızkın şahsın yaptığı amellerden dolayı eksilip çoğalması hakkında söyledikleri gibi.” (Evailu-l Makalat, 92. s.)
    Alemu-l Huda lakabı ile meşhur, Seyyid Murtaza (ö.436h): “Ve amma, Beda meselesinde Hişam’ın (Hişam b. Hakem) ve Şiaların çoğunun itikadı, Mutezile’nin nesh meselesindeki inançları gibidir. (O dönemde genelde Mutezile’ye cevap verildiği için sadece onlar zikredilmiştir. Yoksa Ehli Sünnette aynı inançtadır.) Aralarındaki ihtilaf sadece, rivayette nakledildiği için Beda olarak adlandırılmasındadır.” (Eş-Şafi fi-l İmame, 13. s.) Ayrıca Şeyh Mufid, Ehli Re’y’e cevap verirken, Beda’dan kastın, nesh olduğunu bildirmiştir. (Resailu Şerif Murtaza, 1. c. 119. s.)
    Şeyh Tusi (ö.460h): Beda inancını diğer alimler gibi neshe benzetmekte (İddetu-l Usul, 2. c. 495. s. Ve El-Gıybe, 292. s.) ve ayrıca şunları da eklemektedir: “Beda’nın hakikati; bir şeyin zahir olduktan sonra, Allah tarafından tersinin aşikar edilmesidir.” (İddetu-l Usul, 2. c. 495. s.)
    Meşhur Şia filozoflarından Muhammed Bakır Mirdamad: “Tekvinde Beda, aynı teşrideki nesh gibidir. Öyleyse, teşride olana nesh denildiği gibi, tekvinde olana da Beda denir.” (Nebrasu-l Ziya’ ve tesvau-s Seva fi şerhi Babi-l Beda, Molla Ali Nuri’nin ta’likatı, Hamid Naci İsfahani’nin mukaddime ve tashihi, 56. s.) Zikretmekte fayda görüyoruz ki, Ayetullah Hoi de, Mirdamad’ın görüşlerine katılmaktadır. (El-Beyan fi Tefsiri-l Kur’an, 385. s.)
    Molla Salih Mazenderani: “Şeyh Saduk’un Tevhid ve İtikadat (İtikadat, 37 ila 40. sayfalar) kitabında değindiği gibi, Nesh de, Beda’nın içindedir.” (Şerhu Usulu Kafi, 4. c. 235. s. Ve Biharu-l Envar, 4. c. 93. sayfanın dipnotu)
    Şia alimleri arasında bazıları Beda’nın, tekvini ve bazıları teşri-i ve diğer bazıları da hem teşri-i ve hem de tekvini olduğunu kabul etmiştir. Bu konuyu, başlığımızla alakası olmadığı için zikretmiyoruz. Ancak, yeri geldiğinde teşri-i ve tekvini Beda’yı örneklerle açıklayacağız. Burada önemli olan Şia’nın meşhur isimlerinin Beda’yı nasıl gördükleri ve açıklamalarıdır. Alimlerin yaptığı açıklamalara dikkat edilirse, muhaliflerin yaptığı tanıma asla uymadığı görülür. Yaklaşık olarak Beda hakkındaki ortak görüşlerini şöyle özetleyebiliriz: “Beda, teşrideki neshe benzemektedir ve bir şeyin zahir olduktan sonra, Allah tarafından tersinin insanlara aşikar edilmesidir.”
    Bu açıklamalara göre muhaliflerin Şia adına yaptığı tanım, Şialar tarafından reddedilmektedir. Ayrıca Şia alimleri tarafından yapılan doğru tanımla, muhaliflerin Şia’ya ne derece taassupla baktıkları aşikar olmaktadır.

    Beda’ya Değinilmesinin Sebebi:

    Masum İmamların (a.s), özellikle İmam Bakır ve İmam Sadık (a.s)’ın Beda gibi önemli bir inanca değinmelerinin nedeni kısaca şudur:
    Hicri ikinci asrın başlarında Kaderiye fırkasının batıl görüşleri İslam aleminde yayılmakta ve bu bizzat zamanın zalim sultanları tarafından desteklenmekteydi. “İnsanın kaderi, henüz anne rahminde cenin iken belirlenir. Onun güzel bahtlı ve cennet ehli olduğu veya kötü bahtlı ve cehennem ehli olduğu daha o zamandan takdir edilmektedir. İnsan fiillerinde mecburdur. Ne yaparsa yapsın, cennete veya cehenneme gideceği ve dünya hayatıyla ilgili her şeyi daha önceden belirlendiği için, tüm çabaları boştur.” gibi batıl inançlar zamanın zalim saltanatı ve Kaderiye alimleri tarafından insanlara öğretilmekte ve bundan dolayı insanlar, dünya ve ahiret saadetleri ve gelecekleri için herhangi bir uğraşa girmemekteydiler.
    Olayın bir de siyasi yönü vardır. Bu inanç ile zalimler, Müslümanlar üzerinde tam bir diktatörlük kurarak istedikleri her şeyi İslam adına Müslümanlara yapıyor ve yaptırıyorlardı. Müslümanlar kendilerine yüklenen bu batıl inançlarla, zamanın zalim saltanat sevdalılarına baş eğiyor ve onlara karşı “Allah böyle takdir etmiş” deyip kıyam etmeyerek en doğal haklarının gasp edilmesine göz yumuyorlardı. Zalimler kendi saltanatlarını sabit kılmak için yüzlerce hadis uydurmuş ve bunları, “Allah ve Resulünün emirleri” diye lanse ederek zulümlerine zulüm katmışlardır.
    Masum İmamlar, Müslümanların itikatlarının bozulmaması için, bu batıl inançlarla mücadele bayrağı açmış ve Müslümanları bu konuda bilinçlendirmeye çalışarak onları tekrar hayata bağlamışlardır. Birçok Müslüman işlemiş oldukları günahlardan dolayı cehenneme gideceğini kabullenerek, tövbe kapısının açık olduğunu bilememiş ve Allah’ın rahmetinden meyus olmuş bir halde günah bataklığına iyice gömülmüşlerdi. Masum İmamlar (a.s), İlahi ve Nebevi nurlardan almış oldukları bilinçle, Müslümanları Allah’a ve O’nun tek dini olan tertemiz İslam’a yönlendirmişler ve Beda inancına tekit edip zalim sultanların karşısında yer alarak Müslümanları da buna teşvik etmişlerdir. Bundan dolayı zalimler tarafından türlü eziyet ve işkencelere maruz kalarak şehid edilmişlerdir. Allah’ın selamı rahmeti ve bereketi onların üzerine olsun.

    Beda ve Yahudilerin İnancının İptali:

    Masum İmamların iptal etmeye çalıştığı diğer bir bozuk inanç da Yahudilerin “Yaratılış, tamamlanmıştır. Allah bir seferde her şeyi yaratmış ve artık yaratmayı bırakmıştır. Bu dünyanın tasarrufu da bize bırakılmıştır” inancıdır. Zira, hicri ikinci asırdan itibaren Yahudi ve Mesihi inançlar, yapılan tercümelerden dolayı Müslümanlar arasında yayılmaya başlamış ve Müslümanların itikatları bozulmaya yüz tutmuştu. Beda’ya inanmak, Mutahhar İmamların hadislerinde Yahudilerin Allah hakkında, O’nun her şeyi yaratıp artık yeni bir şeyler yaratamayacağı ve bundan dolayı kudretinin sınırlı olduğuna dair inançlarının iptali olarak geçmektedir. İmam Cafer Sadık (a.s), “Yahudiler; Allah’ın eli bağlıdır dediler” (Maide/64) ayetini tefsir ederken buyurmuştur ki: “Yahudilerin kastı, Allah’ın onların işine karışmaması (tasarruf hakkını onlara vermesi) ve dünyada çoğalma ve eksilmenin olmaması idi. Allah, onları yalanlayarak buyurdu ki, “Söyledikleri söz sebebiyle onların eli bağlansın ve lanete uğrasınlar. Aksine Allah’ın eli açıktır, dilediği gibi verir.” (Maide/64) İmam daha sonra, “Allah dilediğini imha eder ve dilediğini sabit kılar. Ana kitap, O’nun yanındadır.” (Rad/39) ayetini delil olarak getirmiştir. (Tevhidi Saduk, 167. s.)
    Yahudi itikadından etkilenen Mutezile fırkası da bu batıl inancı savunmaktaydı. Anlaşılacağı üzere İmamlar, hem Yahudilerin, hem Mutezile ve hem de Kaderiye fırkalarının sahip olduğu bu batıl inancın iptali için, Beda inancını yaymaya çalışmış ve bunun üzerinde önemle durmuşlardır.

    Ehli Sünnet’te Beda:

    Şu ana kadar bahsedilenlerden anlaşılmaktadır ki: Beda, yani; İlahi kudretin ihata ve galip olmasına inançtır.
    Ehli Sünnet kaynaklarında zikredilen hadislerde geçtiği üzere, bazı ameller Kitabu-l mahv ve-l isbat’ta yazılmış olan takdiri değiştirebilmektedir. İnsan hayatı, iyi ve kötü amellerden kaynaklanan değişim üzerine kurulmuştur. Yani bu ameller, insan hayatına etki etmektedir. Mesela sıla-i rahim ömrü uzatır ve sıla-i rahimi kesmek ömrü kısaltır. Sadaka vermek, birçok bela ve kötü olayları insan hayatından uzaklaştırır ve hatta ölümü erteler. Anne-babayla irtibatı kesmek, eceli yaklaştırır ve onlara iyilik, ömrü uzattığı gibi, insan hayatının bereketli ve hayırlı olmasını da sağlar.
    Ehli Sünnet ve Şia, açıklananlardan anlaşılacağı üzere bu konuda aynı inancı paylaşmaktadırlar. Şimdi Ehli Sünnet kaynaklarından Beda konusuna işaret eden birkaç hadis ve söz zikrediyoruz:
    Sahihi Müslim, Enes b. Malik’ten rivayet eder: Peygamber’den şöyle dediğini duydum; “Rızkının çoğalmasını ve ecelinin gecikmesini isteyen kimse, sıla-i rahimde bulunsun.” (Sahihi Müslim, 4. c. 1982. s. …Ayrıca Sahihi Buhari, Kitabu-l Buyu’da aynı hadis zikredilmiştir.)
    Suyuti İmam Ali’den (a.s) şöyle rivayet etmiştir. İmam “Allah dilediğini imha eder ve dilediğini sabit kılar. Ana kitap, O’nun yanındadır.” (Rad/39) ayeti hakkında Hz. Peygamber’e sorar. Hz. Peygamber buyurur ki: “Bu ayetin tefsiri ile senin ve ümmetimin gözü aydın olsun. Allah yolunda sadaka vermek, baba ve anneye iyilik yapmak ve güzel ameller işlemek kötülükleri iyiliğe çevirir, ömrü uzatır ve kötü olayları uzaklaştırır.” (Duru-l Mensur, 4.c. 66. s.)
    Sahihi Buhari’de Hakim ibni Hizam’dan şöyle rivayet edilmiştir: Ben bir kere: Ya Rasulallah! Bana bazı şeylerin hükmünden haber verir misin? Ben cahiliyet devrinde sadaka, ıtk-ı rakabe, sıla-i rahm nevinden birtakım ibadetler işlerdim. Bu ibadetlerde benim için ecir ve sevap var mıdır? demiştim. Resul-i Ekrem: “Ey Hakim! Sen, mazideki hayratının hasenatını iktisap ederek Müslüman oldun.” buyurdu. (Kitabu-z Zekat)
    Evsat’ta şöyle bir hadis geçer: Sıla-i rahim, ailede muhabbetin, malda servetin artmasına ve ömrün uzamasına sebeptir.
    Sadaka belaları önler, ömrü uzatır, bedene sıhhat verir ve malı arttırır. (S. Abdulhakim Arvasi)
    Sahihi Buhari’de şöyle geçer: Allah Resulü (s.a.a) buyurmuştur ki: “Her kim rızkının bol olmasını ve ecelinin gecikmesini istiyorsa sıla-i rahim etsin. (Kitabu-l Edeb/12)
    Hattab oğlu Ömer’den şöyle nakledilir: “Allah’ım! Eğer beni bedbaht kullarından etmişsen (yazmışsan) adımı o zümreden sil de bahtiyarlar zümresine yaz. Çünkü sen dilediğini yazar, dilediğini silersin. Kitabın aslı senin katındadır.” (Yaklaşık olarak aynı dua, Ebu Vail ve İbni Mes’ud’dan da nakledilmiştir. Taberi bunları Rad/39. ayetin tefsirinde zikreder. Ehli Beyt mesajı dergisinden)
    Ebu Hureyre naklediyor. Allah Resulü (s.a.a) buyurdu ki: “Kim rızkının Allah tarafından genişletilmesini ve ecelinin uzatılmasını isterse, sıla-i rahim yapsın.” (Kutubu Site, 3263. hadis)
    Bu hadisler gerçekte, iyi ve kötü amellerin insan yaşantısındaki tesirine ve dolayısıyla tekvinde tağyirin olduğuna delildir. Kur’an, tekvini değişime nasıl bakmaktadır?

    Kur’an ve Amellerin İnsan Hayatına Tesiri (Tekvinde Tağyir):


    Konunun iyice anlaşılması için, daha önce zikrettiğimiz ayetlerle birlikte başka ayetlere de değiniyoruz:
    Rad/11: “Bir toplum kendilerindeki iyi özellikleri değiştirmedikçe, Allah onlarda bulunanı değiştirmez.”
    Talak/2 ve 3: “Kim Allah’tan korkarsa Allah ona bir çıkış yolu yaratır. Ve onu ummadığı yerden rızıklandırır.”
    Rad/39: “Allah dilediğini imha eder ve dilediğini sabit kılar. Ana kitap, O’nun yanındadır.”
    Enfal/53: “Bir millet kendilerinde bulunanı değiştirinceye kadar Allah onlara verdiği nimeti değiştirecek değildir.”
    Araf/96: “O ülkelerin halkı inansalar ve korunsalardı, elbette onların üzerine gökten ve yerden nice bereket açardık, fakat yalanladılar, biz de kazanmakta oldukları kötülükten dolayı onları yakalayıverdik.”
    İbrahim/7: “Hatırlayın ki Rabbiniz size şöyle bildirmişti: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.”
    Bunları ve benzer ayetleri devamlı okumaktayız. Hepsinin ortak yönü, Allah’ın daha önce vermiş olduğunu değiştireceğini ve yeni bir oluşumu getireceğini bildirmesidir. Bu yeni oluşum hiç şüphesiz insan amelleri ile alakalı bir oluşumdur. Bunlar yeniden bir oluşuma, yaratışa işaret eder. Bundan dolayı tekvin ile alakalı oldukları muhakkaktır. Kur’an’daki bazı hükümlerin değiştiğini biliyoruz. Bunlara Nesh denir. Yani Teşri’deki değişimin adı Nesh’tir. O halde, tekvindeki bu değişimin adı nedir?

    Tekvindeki Değişimin Adı:


    Kur’an’da geçen bazı hükümlerin değiştirildiğini biliyoruz. Bu değişimden dolayı, Allah’ın ilminin değişmediğini de kabul etmekteyiz. Zira, bu değişim, (Neuzu bi-llah) Allah’ın bir zamanlar cahil ve daha sonra alim olduğuna delalet etmiyor. Bilakis, Allah’ın bir sonraki hükmü de bildiğini, ancak yeni hükmü bildirmek için, gerekli şartların henüz oluşmadığını kabul ediyoruz. Burada, oluşan şartlara göre yeni hükmün bildirilmesi söz konusudur. Gerekli şartlar oluştuğunda, Allah yeni hükmü bildirmekte ve Mu’minleri bu emre itaate çağırmaktadır. Kıblenin değişmesi, boşanmış hanımın iddesini bir sene olarak tayin eden hükmün tebdili ve ramazan ayında eşlerin bir ay boyunca birbirinden ayrı kalması hakkındaki hükmün değişmesi buna birkaç örnektir. Bu hüküm değişimi, Ehli Sünnet ve Şii alimlerce “Teşri-i Nesh” olarak adlandırılmıştır. Yani, hükümlerde nesh.
    Ancak yukarıda Şia ve Ehli Sünnet kaynaklardan naklettiğimiz hadislerden ve zikrettiğimiz ayetlerden anlaşılacağı üzere, tekvinde de bir değişim söz konusudur. Ve buna, yukarıdaki hadis ve daha önce zikrettiğimiz bazı ayetlerden dolayı iman ediyoruz. Tekvindeki bu tebdilin adının, Ehli Sünnet kaynaklarında zikredilmediğini görmekteyiz. O halde, tekvindeki değişimin adı nedir?
    Şia, bu tebdilin adını “Beda” koymuştur. Beda kelimesi, Şii kaynaklarda geçmekte, ancak Ehli Sünnet kaynaklarında bu kelime zikredilmemektedir. Bunun sebebi, Ehli Sünnet alimlerinin, Masum İmamların (a.s) makamını kabul ettikleri halde onlardan hadis rivayet etmemesidir. Sonuç olarak, Ehli Sünnetin Hz. Peygamberden ve Şia’nın hem Hz. Peygamberden (s.a.a) ve hem de Masum İmamlardan (a.s) nakletmiş oldukları hadisler onların aynı inancı paylaştığının delilidir. Ve bu inancın adı Şia’da, Beda’dır.

    Beda’yı İnkarın veya Kabulün Getirdikleri:

    Açıklananlardan anlaşıldığı gibi, Beda’ya inanmak şu manadadır: “İnsan kendinde bulunan kötü hasletleri değiştirdiğinde, Allah, onun hakkında takdir etmiş olduğunu değiştirir.” ve bunun tersi de doğrudur: “İnsan kendinde bulunan iyi hasletleri değiştirdiğinde, Allah, onun hakkında takdir etmiş olduğunu değiştirir.” Zira, günlük yaşamımızda içki içen, zina eden ve faiz yiyen nice insanların İslam ile müşerref olduğunu ve yeni hayatlarında bu kötülüklere bir daha bulaşmayarak Salih kulların arasında yer aldığını görmekteyiz. Ve yine, namazında niyazında olan, iyiliği emredip kötülükten alı koymaya çalışan, zekat veren ve yetimi koruyan insanların, hak yoldan dönüp küfür ile müzellel olduğunu ve şakilerin safında yer aldığına şahit olmaktayız. Bu, Allah’ın sünnetidir. Allah belirlemiş olduğu bir takım sebep ve illetlerle kullarını imtihan etmekte ve bu imtihanlarında onlara iyi ile kötü yolu gösterip bunlar arasında muhayyer kılmaktadır. Allah buyurmaktadır ki: “Şüphesiz biz ona yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör” (İnsan/3) ve yine buyurmakta: “İşte bu bir öğüttür. Dileyen Rabbine bir yol tutar” (Müzzemmil/19) ve: “Artık dileyen Rabbine bir yol tutar” (Nebe/39) Bazen inançsızken yapılan bir iyilik, hidayete ve bazen de, Mu’min iken haramlara dikkat etmemek dalalete sebep olmaktadır. Bu sebep ve illetleri Allah belirlemiş ve bizi, göndermiş olduğu Peygamberler ve kitaplar vasıtası ile bunlara karşı dikkatli olmaya çağırmıştır. Allah’ın varlık alemi yaratıldığından bu yana devam eden değişmez sünneti budur.
    Beda’yı inkar etmek ve Allah’ın takdir etmiş olduğunu değiştirmeyeceğine inanmak neleri doğurur? Bu, gerçekte “Allah dilediğini imha eder ve dilediğini sabit kılar. Ana kitap, O’nun yanındadır.” ayetini inkardır. Allah’ın her şeyi ihata eden ilmini ve her şeye galip gelen kudretini inkardır. Zira, Beda inkarcıları zannediyorlar ki, Allah bir konu hakkında bir şeyi takdir ettiğinde o takdir edilen bir daha asla değişmez. Değişebileceğini Allah’ın Kur’an’ında ve Resulün hadislerinde görmekteyiz. Bu değişim Allah’ın sonsuz kudretinden ve sınırsız ilminden kaynaklanmaktadır.
    Yine Beda’yı inkar etmek, gerçekte “Bir toplum kendilerindeki iyi özellikleri değiştirmedikçe, Allah onlarda bulunanı değiştirmez.” ayetini inkar etmektir. Allah’ın kendisi “Hatta yuğayyiru ma bi-enfusihim” derken, bizim Beda’yı inkar edip “hiçbir şeyi değiştirmez” dememiz Kur’an’ı anlamadığımızı gösterir. Gerçekten, yuğayyiru-tağyir nedir? Değiştirmek ne demektir? Allah’ın kendisinden bahsetmiş olduğu kavim, kendilerinde bulunan iyilikleri değiştirdikleri taktirde, Allah tarafından kötülüğe doğru değiştirilmeyle korkutuluyor. Anlaşılıyor ki, Allah, o kavim hakkında daha önce bir iyilik takdir etmişti. Ve şimdi, o iyiliği kötülükle değiştireceğini bildiriyor. Öyleyse, Allah önce takdir etmiş olduğu bir şeyi değiştirebilir. Ve bu, O’nun ezeli ilmine ters değildir. Zira O, Ummu-l Kitab’ın değişmeyeceğini bildiriyor, Kitabu-l mahvi ve-l isbat’ın değil.
    Beda’yı kabul, gerçekte insanların iyi işlere yönelmelerine ve bunda yarış etmelerine sebep olur. Zira Beda’ya inanan insan bilmektedir ki; kendisinden hasıl olacak iyi ve salih amellerin neticesinde Allah tarafından ona bir ödül olarak dünya ve ahiret saadeti verilecektir. Bundan dolayı hayırlı işlerde diğerleri ile yarışa girip birinci olmak için çaba sarf edecektir. Kötü işlerden kaçınacak ve Rabbinin muti bir kulu olmaya çalışacaktır. Aksine Beda’yı inkar eden şahıs, “nasıl olsa nereye gideceğimiz belirlenmiş, o halde neden bir şeyler için kendimizi yoralım” diyecek ve günah bataklığına iyice gömülecektir. Bu tür insanları günlük yaşantımızda görmekteyiz. “Bir sürü günahım var. Allah artık beni bağışlamaz” deyip meyus oluyor ve girdikleri girdaptan kurtulamıyorlar.
    Bu başlıkta anlatılanları, Ehli Sünnet kabul etmiş, ancak bunlara bir isim vermemişlerdir. Şia, buna Beda diyor. Açıktır ki, Şia’ya yapılan saldırılar sadece bir kelimenin yanlış anlaşılmasından dolayıdır. Eğer Ehli Sünnet, buna bir isim vermemişse, bu Şia’nın suçu değildir. Ve eğer Ehli Sünnet alimleri, biraz dikkatli davranıp bu kelime üzerinde araştırma yapsalardı, en azından bu konu hakkında bunca kardeş kavgası olmayacaktı. Ehli Sünnet ve Şia arasındaki bir çok ihtilaf (Kur’an’ın tahrifi, Fatıma mushafı, Ali’nin kitabı, takiye vb), yanlış anlamaktan kaynaklanmaktadır. Allah izin verirse diğer konulara da zamanla değineceğiz. Şimdi zihinlerde oluşabilecek bir soruya cevap verelim.

    Bir Eleştiri ve Cevabı:

    Tüm bu anlatılanlardan sonra şöyle bir soru sorulabilir: Beda, tağyir, tahavvül, mahv ve ispat gibi inançlar, Allah’ın insanlar için geçmişte belirlediği kaza ve kaderine ters ve muarız inançlardır. Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir?
    Cevabı şudur: Bu olayların insanın kaderine olan etkisi, belirlenmiş bir takım sebep silsilesine bağlıdır ki bu sebepler İlahi kaza ve kaderin kapsamındadırlar. Allah’ın ezeli ilmine göre, hiçbir şey O’na gizli ve örtülü değildir. Bununla birlikte, maddi varlık aleminde oluşan olaylar, sebep ve şartlara tabilerdir ki, Allah’ın hikmet üzere olan meşiyeti alemde var olan bu düzeni bu şekilde oluşturmuştur.
    Tekvinde Beda, aynı teşrideki nesh gibidir. Nesh edilen hüküm, Allah için önceden belli idi. Gerçekte o hüküm geçici olarak koyulmuştu. Ancak, şer’i hitapta mutlak geldiği için, insan o hükmün ebedi olduğunu zannetti. Nasıh hükmün gelmesiyle, insan hata yaptığını anladı. Tekvinde Beda da, aynı şekildedir.
    Bu şekilde anlaşılmaktadır ki Beda hakkında yapılan bunca tartışma ve ittihamlar, gerçekte lafzidir. Zira, Beda inkarcıları öyle bir şeyi inkar ediyorlar ki, Beda taraftarları o inkar edilene inanmıyor. Çünkü, inkarcılar Allah’ın ilminin değiştiği düşüncesiyle onu inkar ediyorlardı. Ancak onların bu iddiası, insan hakkında olan manası üzerinedir, Mutahhar İmamların hadislerinde geçen ve Şii İmamiye mütekellim ve alimlerinin inandıkları Beda manası üzerine değil.

    Beda İnancını Yanlış Tanımlayıp Şiileri Kafir veya Dalalet Ehli İlan Edenler:

    Kimler Beda inancını yanlış tanımlayıp, Şiileri kafir veya sapık fırka bilmektedir? Bunu kendi kitaplarından sayfa numarası vererek zikrediyoruz:
    İmam Muhammed b. Abdulkerim Şehristani, meşhur Eş’ari alimi ve “El-Milelu ve-n Nihel” kitabının yazarı: 1. c. 110. s.
    İmam Abdulkahir b. Tahir b. Muhammed Bağdadi, meşhur Şafii alimi ve “El-Farku beyne-l Fırak” kitabının yazarı: 33. s.
    İmam Ebu Osman Cahiz, meşhur Mutezile alimi ve “Kitabu-t Terbi’ ve-t Tedvir” kitabının yazarı. 42. s. Dımeşk baskısı.
    İmam Ebu-l Huseyn Hayyat, meşhur Mutezile alimi ve “El-İntisar” kitabının yazarı. 6 ve 128 ila 130. s.
    İmam Ebu-l Hasan Ali b. İsmail Eş’ari, Eş’ari mezhebi kurucusu ve “El-Makalat” kitabının yazarı. 39 ve 41. s.
    Ve daha yazamadıklarımız. Dikkat edilirse bu alimlerin hepsi bir fırkanın ya kurucusu veya en önde gelenlerindendir. Bu insanlardan, kendi fırkalarından olmayan diğer Müslümanları övmelerini beklemiyoruz. Ancak en azından, insafa riayet ederek bir inancı kendi kaynaklarından araştırıp, olduğu gibi yazabilirlerdi. Bu insanların “Şia (veya başka bir fırka) buna inanıyor” diye yazmış oldukları diğer konulara ne kadar güvenebiliriz? Bugün, “Mezhepler Tarihi” dalında kitapları, başucu kitabı olan insanlardır bunlar. Günümüz alimleri bu insanların kitaplarına bakarak diğer mezhepleri değerlendiriyorlar. Eğer günümüz alimleri içinde insaf ehli olan varsa (ki az da olsa var), Şia kaynak kitaplarını göz önünde bulundurarak, Şia inançlarını açıklarlar. Eğer yoksa, vay bu ümmetin haline.
    Mezhep taassubu ne yazık ki, birçoğumuzun gözünü köreltmiş. İnsaf ehli alimler neredeyse yok denecek kadar az. Bu yüzden, gerek Sünni, gerek Şii ve gerek Vahhabi kardeşlerin, okudukları her kitabın kesinlikle doğru olduğunu kabul etmeden okumaları, İslam’a ve Ümmete yapabilecekleri en büyük hizmettir.
    Bu yazı sadece, vahdete küçük de olsa bir katkı sağlamak amacıyla yazılmıştır. İslam ve Ümmet aşıklarına ithaf olunur.
    Ve-s Selamu Aleykum ve Rahmetu-llahi ve Berekatuh.


    #2
    Ynt: BEDA

    paylaşımınız için allah razı olsun.

    Yorum


      #3
      Ynt: BEDA

      tşkler kardeş...
      Hüseyin'in şehadeti üzre müminlerin kalbinde bir aşk vardır, o aşk asla soğumaz.
      Hz.Peygamber (saa)

      Yorum


        #4
        Ynt: BEDA

        Beda ve Yahudilerin İnancının İptali:

        Masum İmamların iptal etmeye çalıştığı diğer bir bozuk inanç da Yahudilerin “Yaratılış, tamamlanmıştır. Allah bir seferde her şeyi yaratmış ve artık yaratmayı bırakmıştır. Bu dünyanın tasarrufu da bize bırakılmıştır” inancıdır. Zira, hicri ikinci asırdan itibaren Yahudi ve Mesihi inançlar, yapılan tercümelerden dolayı Müslümanlar arasında yayılmaya başlamış ve Müslümanların itikatları bozulmaya yüz tutmuştu. Beda’ya inanmak, Mutahhar İmamların hadislerinde Yahudilerin Allah hakkında, O’nun her şeyi yaratıp artık yeni bir şeyler yaratamayacağı ve bundan dolayı kudretinin sınırlı olduğuna dair inançlarının iptali olarak geçmektedir. İmam Cafer Sadık (a.s), “Yahudiler; Allah’ın eli bağlıdır dediler” (Maide/64) ayetini tefsir ederken buyurmuştur ki: “Yahudilerin kastı, Allah’ın onların işine karışmaması (tasarruf hakkını onlara vermesi) ve dünyada çoğalma ve eksilmenin olmaması idi. Allah, onları yalanlayarak buyurdu ki, “Söyledikleri söz sebebiyle onların eli bağlansın ve lanete uğrasınlar. Aksine Allah’ın eli açıktır, dilediği gibi verir.” (Maide/64) İmam daha sonra, “Allah dilediğini imha eder ve dilediğini sabit kılar. Ana kitap, O’nun yanındadır.” (Rad/39) ayetini delil olarak getirmiştir. (Tevhidi Saduk, 167. s.)
        Yahudi itikadından etkilenen Mutezile fırkası da bu batıl inancı savunmaktaydı. Anlaşılacağı üzere İmamlar, hem Yahudilerin, hem Mutezile ve hem de Kaderiye fırkalarının sahip olduğu bu batıl inancın iptali için, Beda inancını yaymaya çalışmış ve bunun üzerinde önemle durmuşlardır.


        Açık ve anlaşılır bir beyan, barekallah.

        Ayrıca laisizmin temelinin yukarıda alıntıda da görüldüğü gibi Yahudilerin bu tür saçma inançlarına dayandığını söyleyebiliriz.

        Laisizmin temel iddiası, Allahın yeryüzünde sadece mabedlere tasarruf etmesidir. Onların tanrısı toplumsal olaylara karışıp kirlenmez, din toplum hayatına sokulup değeri düşürülmez.!!!!!!!!!!!!!!Güya.
        Beşşar Esad bir İslam Kahramanıdır.
        Suriye İmtihanında İran İslam Cumhuriyetinin yanında yer almayanlar amerikan Emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin yanındadırlar. Ve İslamın karşısındadırlar.

        Yorum


          #5
          Ynt: BEDA

          [quote author=www.behesti.com link=topic=466.msg6964#msg6964 date=1234918744]
          paylaşımınız için allah razı olsun.
          [/quote]

          Yorum


            #6
            Ynt: BEDA

            [quote author=medreseteyn link=topic=466.msg1828#msg1828 date=1232745869]


            Lügatte Beda:


            Lügatte Beda, “gizlilikten sonra zuhur” yani “bilinmezlikten sonra bilmek” ve “aşikar olmak” manasında geçmiştir. İnsan hakkında kullanıldığı takdirde şu manadadır: “Bir şey insana gizli idi, sonra aşikar oldu.” Arapça’da “Bedee li-zeydin innehu marid” denildiğinde “Zeyd için aşikar olmuştur ki, o hastadır” manası kastedilir. Yani “Zeyd kendisinde var olan hastalığı bilmiyordu ve bunu daha sonra öğrendi.”

            Açıktır ki, Beda’nın lügatteki manasının gerekliliği, cahil olmak ve görüşün değişmesidir. Bundan dolayı, bu mananın Allah hakkında kullanılması muhaldir. Zira Allah, ezeli ilmi ile her şeyi bilir ve ilminde eksilip artma gibi bir durum yoktur. İlmin değişmesi sonucu zatında olabilecek bir değişiklikten de münezzehtir. Pak Ehli Beyt İmamlarının hadislerinde, Beda’nın bu manasının Allah’a nispet verilmesinin doğru olmayacağı açıklanmış ve önemle üzerinde durulmuştur. İleride bu konuya değineceğiz inşaallah.
            Zikredilecek hadisleri dikkatle incelersek, konu açıklığa kavuşacaktır. Bir tarafta Beda’nın lügatteki manası, diğer tarafta Masum İmamların Beda’nın lügatteki manasını reddedişleri, gerçekte onların Beda’ya başka bir mana yüklediklerine delalet eder. Bu konuyu, iyice anlaşılabilmesi için açıyoruz.
            Arap edebiyatında şahsın söylemiş olduğu bir söz, zahire (toplumun aklına gelen ilk manaya) hamledilir. Yani, bir kimse “Raeytu eseden-Aslan gördüm” dediğinde, duyanlar tarafından onun bir aslan gördüğü anlaşılır. Cümlede bir karine-açıklayıcı unsur olmaksızın kullanılan kelimeleri başka bir manaya hamletmek edebiyat kaidelerine göre doğru değildir. Hiç kimse, “Onun gördüğü aslan gibi bir yiğitti” demez ve “esed” kelimesini sadece “aslan” olarak anlar. Ancak şahsın, “Raeytu eseden yermi” dediğinde, duyanlar onun “ok atan aslan gibi bir yiğit” gördüğünü anlarlar. Zira, “yermi” kelimesi, “esed” kelimesini mecaza hamleder. Bu durumda mütekellimin cümlesinde geçen “esed” kelimesi, mecazi manaya hamledilerek “aslan gibi bir yiğit” gördüğü anlaşılır. Cümlede her hangi bir karine geçmemişse, “esed” kelimesi mecaza hamledilemez. Öyleyse bir kelimeye, karine olduğu takdirde mecazi mana yüklenebilir.
            Yukarıda zikrettiğimiz kaide, cümlenin içerisinde karine olduğu takdirde kelimeye başka bir mana verebileceğimizi gösterir. Yalnız, kelimeye başka bir mana vermek bu kaideyle sınırlı değildir. Arap edebiyatçılar, zevq-i selim’in de (aklı selim gibi-selim bir zevke sahip olanların da), kelimeye başka bir mana verebileceğini bildirmişlerdir. (Bu konu belagat ilminde zikredilir.) Buna göre, savaştığı yerde aslan olmayan ve savaştan yeni dönmüş bir kimse, “Raeytu eseden” derse, selim zevk sahipleri “esed” kelimesini “aslan gibi bir yiğit” olarak mecaza hamledebilirler. Zira, her akıl sahibi kabul etmektedir ki, mütekellimin savaştığı yerde aslan yoktur, bu yüzden aslan görmüş olması imkansızdır ve savaş ortamında yiğitlik eden bir çok kimseyle karşılaşmıştır. Buna göre bu şahsın kullandığı “esed” kelimesini “aslan gibi bir yiğit” olarak mecaza hamletmek caizdir.
            Masum İmamlar hayatları boyunca, Allah’ın ilminin asla değişmeyeceğini, eksilip çoğalmayacağını bildirmişler ve O’nun mukaddes zatının bundan münezzeh olduğunu hadislerinde beyan etmişlerdir. Bu hadislerden bir kaçını zikrediyoruz: İmam Cafer Sadık (a.s) buyurmaktadır ki: “Allah hakkında, dün bilmediği ve bugün öğrendiği doğrultusunda inancı olan bir kimseden beri olunuz.” (Biharu-l Envar, 4. c. 11. s.) İmam diğer bir hadiste buyurmaktadır ki: “Allah, irade edip oluşturmadan önce her şeyi bilir. Allah’a, bildiği şeylerden başka hiçbir şey aşikar olmaz. (Zira, O şeyi zaten biliyordur.) Cehalet üzerinden Beda’nın, Allah’ta oluşması (diye bir şey) yoktur.” (A.g.e, 121. s.)
            Açıktır ki, Masum İmamlar bu buyrukları ile, Allah hakkında Beda’nın, lügat manasında geçtiği gibi kullanılmasını kabul etmemekte ve buna inanmayı reddetmektedir. Devamlı bu nokta üzerinde önemle duran bir şahsın, kurmuş olduğu cümlelerde Beda kelimesini kullanması durumunda, muhatapların Beda kelimesinden lügatteki manayı değil de başka bir manayı anladığını gösterir. Bundan dolayı Masum İmamların buyruklarını duyan yarenleri ve düşmanları, bu konuya itiraz etmemiş veya İmamın Beda’dan kastının ne olduğunu sormamışlardır. Düşmanların, o dönemde İmamları alt etmek için fırsat kolladıklarını düşünürsek, bu kelimeye lügatteki manayı vermediklerini, bu yüzden imamların insanlar nezdinde makamını düşürmek için, bunu bir silah olarak kullanmadıklarını görürüz. Eğer “duymamışlardır” gibi bir eleştiri yapılacak olursa, İmamların sözlerinin her yerde nakledildiği, zalim sultanlar tarafından İmamların hal ve hareketlerini kontrol etmek amacıyla casuslar yerleştirildiği ve bundan dolayı böyle bir konunun gizli kalamayacağı hatırlatılır. Gerçi, İmamlar yapmış oldukları açıklamalarla yanlış anlamaya bir zemine oluşmasını engellemişlerdir. Burada Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) ve büyük oğlu İsmail (r.a) ile ilgili bir olayı ve İmamın buyruklarını naklederek konuyu tamamlayalım.
            Hz. İmam Cafer Sadık (a.s)’ın büyük oğlu İsmail, hem ilmi, hem manevi, hem takva ve hem de ahlaki yönüyle rüştünü ispatlamış bir zattı (Allah ona rahmet etsin). İnsanların, İmam Cafer Sadık (a.s)’dan sonra onun İmam olacağı hakkında hiç şüpheleri yoktu. Bundan dolayıdır ki, bir grup onun ölmediğine inanarak İsna Aşeriyye fırkasından ayrılmış ve İsmailiye olarak tanınmışlardır. Allah, takdiri gereği onun ruhunu aldığında, İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Allah, İsmail’in olayında olduğu kadar hiçbir şeyi aşikar etmemiştir (Beda yapmamıştır).” (Tevhidu-s Saduk, babu-l Beda,10. hadis. 11. hadis de yaklaşık aynı manadadır.) Eğer muhaliflerin yapmış olduğu Beda tanımına göre tercüme edersek şu mana çıkar: “Allah’a, İsmail’in olayında olduğu kadar hiçbir şey aşikar olmamıştır(Neuzu bi-llah). Yani Allah, İsmail’in öleceğini bilmiyordu, daha sonra onun öleceği O’na aşikar oldu ve öğrendi(Neuzu bi-llah). Biz İmamın kullandığı Beda kelimesini İf’al babına göre kabul edip tercüme ediyoruz. Zira daha önce, İmamların Beda’ın lügatteki manasını reddettiklerini kendi hadislerinden zikretmiş ve bu kelimeye, İmamın hem yarenleri ve hem de düşmanları tarafından herhangi bir itirazın yapılmadığını açıklamıştık. Ayrıca, edebiyat açısından böyle bir durumda Beda kelimesine başka bir mana verilebileceğine değinmiştik. Bundan dolayı Beda kelimesini İf’al babına göre tefsir etmenin hiçbir sakıncası yoktur. Beda, İf’al babına göre tefsir edildiği takdirde, İmamın ne demek istediği çok iyi anlaşılacaktır. Hz. İmam Cafer Sadık (a.s)’ın gerçekte insanlara bildirmek istediği şuydu: “İnsanlar İsmail’in İmam olacağını zannediyorlardı. Allah, bu bilgilerinin yanlış olduğunu aşikar edip, onları bilgilendirdi.” Bu durumda takdir edilir ki, Allah’ın mukaddes zatında ilim sıfatı açısından herhangi bir değişiklik olmamakta ve O’nun münezzeh makamı yüceltilmektedir.
            Buna göre, Allah hakkında Beda, gerçekte İbda’(sonu sakin hemze ile) ve İzhar’dır. Yani Beda kısaca; Allah’ın bildiği, fakat insan tarafından bilinmeyen bir şeyin, Allah tarafından izhar edilip insan için o şeyin açıklığa kavuşmasıdır. Böylece, Allah’ın mukaddes zatında, herhangi bir cehalet ve değişiklik söz konusu olmadığı açıklığa kavuşmaktadır.
            Istılahtaki manası ise, “İnsanın hal ve hareketlerini değiştirdiği takdirde, Allah’ın da, onun hakkında daha önce takdir ettiğini değiştirmesi”dir. Allah, Rad/11’de şöyle buyurmaktadır: “Bir toplum kendilerindeki iyi özellikleri değiştirmedikçe, Allah onlarda bulunanı değiştirmez.” Bu ayet Beda inancının hakikatini çok güzel bir şekilde açıklamaktadır. Kısaca Beda’nın tanımı olarak bu ayet yazılsa idi, tek başına yeterli olabilirdi. Ancak zihinlerde soru kalmaması için, konumuzu etraflıca ele alıp açıklamaya devam edeceğiz.
            [/quote]

            "Beda"nın lugat anlamının kabul edilmediği ve böyle bir inancın yanlış olduğunu imamlarımız (a.s) kendileri söylemişlerdir:

            Yorum

            YUKARI ÇIK
            Çalışıyor...
            X