Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Ru'yetullah

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ru'yetullah

    "Gözler O'nu idrak edemez. O bütün gözleri idrak eder”
    En’am 6:103



    75/22-23 O gün bir takım yüzler Rablerine bakıp parlayacaktır.
    75/24 O gün bir takım yüzler de asıktır.
    75/25 Kendisinin belkemiğinin kırılacağını sanır.


    Bahsini ettiğimiz ayetleri siyak-sibakındaki edebi üslupla beraber okuyalım.

    Karşılaştığımız ifadeler sırasıyla
    1.Rablerine Bakan Yüzler
    2.Parlayan Yüzler
    3.Asık Yüzler
    4.Belkemiğinin kırılacağını sanmak

    Dikkat edilirse bu 4 tasvir de Gaybi bir olay olan ve bizim dünya koşullarından bilemeyeceğimiz Din gününü tasvir etmektedir. Yani Müteşabihtir. Teşbihlenerek örneklendirilerek anlatılmıştır. Günlük dilde kullandığımız yüzün parlaması,asılması sorumluluk “yükü taşımak” ya da sonuç için, yardım için beklemek için kullanılan “bakmak” hep mecazidir. Her ne hikmetse sırf mezhepçi tartışmalardan dolayı yüzlerin asıklığını ya da 25. ayetteki belkemiği deyimini doğru bir şekilde mecazi olarak algılayan muhterem ehl-i sünnet uleması “Rabbe bakmak” deyimini siyak-sibaktan kopuk biçimde somut anlamayı tercih etmişlerdir! Surat asıklığını kimse suratların askıya asılacağı gibi abuk sabuk anlamadığı ya da yüzlerin cismen lamba gibi yandığını söylemediği gibi ya da Allah’ın kulların belkemiklerini kırmak istediği gibi garip bir şekilde anlamadığı gibi Allah’a bakmayı da somut anlamıyla anlamamalıdır.

    “Kadıncağız üç aydır yardım derneğinin kapısına bakıyor ” cümlesinden ne anlaşılır? Ya da “İki gündür adamın ağzına bakıyoruz ki maaşları versin!” cümlesinden ne anlaşılır? Başka bir örnek verirsek: “İş Komutanın Bir Emrine Bakıyor” Bu bakmak medet ummak, beklemek anlamlarını ifade eden bir mecazdır.

    Elmalılı Hamdi Yazır Diyor ki;
    “75:22.-23 Nice yüzler o gün parlaktır. Başarılı olma neşesiyle sevinç içinde ışıl ışıl parıldar. 23. Zira Rabbine bakıcıdır. Onun cemâline bakmaktadır. Ehl-i Sünnet bu bakışı "görme" mânâsında anlayarak ahirette müminlerin Allah'ın cemalini göreceğini isbat etmişlerdir. "Beni asla göremezsin."(A'râf, 7/143) âyetine sarılan Mutezile de bu bakışı "bekleme" mânâsına yorumlamışlardır. Oysa gayesine ulaşmayan beklemenin neticesi neşe değil, hayal kırıklığı ile üzüntü olacağından burada sadece bekleme mânâsının doğru olamayacağını anlatır. 24. Nice yüzler de o gün pusarır, kederinden ekşir, kararır, pusarır. 25. "Onlar (burada zann, kesin olarak ve iyice anlamak mânâsınadır) anlar ki", kendilerine belkıran uygulanacak. FÂKIRE, büyük bela, korkunç felaket demektir ki belkemiğine isabet eden, yani belleri kırıp paramparça eden şiddet mânâsından gelir. Bazıları, devenin burnunu dağlamak mânâsına gelen "fakr" dan türemiş olduğunu söylemişlerdir. Birisi şiddetini, birisi de azabın acılığını ifade eder. Dilimizde "filan iş filanın belini kırdı." tabirinin kullanılması itibariyle biz buna meâlde "belkıran" demeyi uygun gördük”

    Yukarıdaki yorumunda da görüldüğü gibi Yazır, Ayetleri bütünlüklü değil tek tek, parçacı bir tarzda ele almıştır. 22-23.ayetlerde “Oysa gayesine ulaşmayan beklemenin neticesi neşe değil, hayal kırıklığı ile üzüntü olacağından burada sadece bekleme mânâsının doğru olamayacağını anlatır.” Diyerek Yazır garip ve kopuk bir yorum yapmıştır. Oysa 24. ayette beklemenin neticesi hayal kırıklığı olanlar da tasvir edilmiştir. Aynı Kişi (E. Hamdi Yazır) hemen bir ayet sonra “Fakıre” kelimesini mecaz olarak algılamış “Birisi şiddetini, brisi de azabın acılığını ifade eder.” Diyerek doğru olarak tefsir etmiştir. Bu tutarsızlık ise ekseri Ehl-i Sünnet müfessirlerinin bütünlüğü gözönüne almadan parçacı/atomik tefsirlerinin doğurduğu hatalardan biridir.

    Mutezileden İmam Zemahşeri, ilgili ayetleri “ilahi vaadlerin gerçekleşmesini bekleme (intizar)” şeklinde ele almaktadır. Kadı Abdülcebbar Bu konudaki rivayetlerin sağlıksızlıklarını ortaya koymuştur. Ayrıca Allah’ın görülebileceğini iddia eden rivayetlere karşın onlardan çok daha sağlam Hz. Aişe’nin rivayetini delil getirir. Ayrıca Kur’an’da anlatılan Müteşabih (Kıyamete ve ahirete ilişkin bizim zihnimizin algılaması için bizim kullandığımız insani kavramlarla örneklendirilerek anlatılan) sahneler Muhkem ayetlerin eşliğinde anlaşılabilir. Dolayısıyla Allah’ı tanıtan Muhkem ayetler onun görülemeyeceğini açıkça beyan etmektedirler.

    Görülebilen bir varlık nasıl bir İlah olabilir ki? Allah’ın mekanı, cismi yoktur. İnsan onu nasıl görebilir ki? Zaten Ehl-i Sünnet te bu bariz sapmayı telafi edebilmek için Kendilerince bu görmenin bu dünyadaki gibi olmayacağı gibi gayba taş atar cinste bir savunma yapmıştır.

    Bu yüzden Mu’tezilîler, Tevhid prensibinden hareketle, Allah’ın kıyamet gününde görülemeyeceğini, çünkü Allah’ı görmenin cisim, mekan, suret ve yön gerektireceğini, ayrıca Allah’ın hiçbir veçhile mahluka benzemeyeceğini ileri sürmüş ve dolayısıyla Allah’ın ahirette görülmesini inkar etmişlerdir. ( Bkz. Bağdâdî, el – Fark, s. 22; Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi s. 157; Ahmet Turan, İslâm Mezhepleri Tarihi, Samsun, 1993, s. 103-108. ) Onlar bu konuyla ilgili ayetlerin tevhid bütünlüğüyle anlaşılmasını da kendileri açısından vacib saymışlardır.

    Aklen Cennette de olsa Kullar hiçbir şekilde Yaratıcıyı tam olarak ihata edemezler. Bu dünya koşullarında bir görme yerine başka koşullarda bir “görme” de Yaratıcı ile yaratılan arasındaki zorunlu ayrımı ortadan kaldıramaz. Ayrıca dikkat edilirse mecazen anlaşıldığında hiçbir problem çıkartmayan aksine Kur’ân’ın apaçık, Beyyine olduğunu kanıtlayan bu ifade somut anlam verilerek anlaşılmaya çalışıldığında beraberinde Tevhid ve Tenzih akidesine ters bir sonuç çıkartmakta bu sonuç ta yeni tevillere sebep olmakta, ahiret alanı gibi gaybi bir konuda “zan” üzerine yargılar doğurmaktadır.

    Rabbimiz bizlere sonsuz hakikatlerini, sınırlı ve insan idrakinin anlayabileceği beşeri bir dil ile anlatmaktadır. Böyle olunca da beşeri dilde anlatım kolaylığı sağlayan mecazi, sembolik ve temsili anlatım gibi, bazı dil sanatlarının kullanılması tabiidir. Örneğin "Allah'ın eli", "Ayetler karşısında kör olmak" gibi ifadeler -bazı yanlış değerlendirmelerde yapıldığı gibi müteşabih ayetler değil- Kur'an'daki mecazî kullanımlardır. Kur'an ayetlerinin tasnifinde "muhkem" ve "müteşabih" kavramlarıyla karşılaşmaktayız. (Kitab'ı sana O indirdi. Onun bazı ayetleri muhkemdir. Onlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de mütesabihtir. Kalblerinde eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve onu te'vil etmek için onun müteşabih ayetlerinin ardına düşerler. Oysa onun tevilini Allah'tan başka kimse bilmez... (Al-i İmran, 3/7) Muhkem ayetlerin Kitab'ın anası olduğu açıklanırken, müteşabihlerin peşine düşenlerin ise kalplerinde eğrilik olduğu ve fitne çıkartmak istedikleri vurgulanmaktadır. Müteşabihlerin "te'vilini Allah'tan başka kimsenin bilmeyeceği de ifade edilmektedir. "...Te'vili gelip çattı¬ğı gün..." (Araf, 7/53) ayetinde de görüleceği gibi "te'vil" bir şeyin sonucu, gerçekleşmesi; o şeyin hakikati anlamına gel¬mekte ve bu kelime ilgili ayette geçen "müteşabih" ifadesinin açıklayanı olmaktadır. Buna göre müteşabih ayetler, lafızları anlaşılamayan değil, taşıdığı anlamın (haberin), te'vilinin (akıbetinin) ve mahiyetinin ne olduğu bilinemeyen nasslardır.
YUKARI ÇIK
Çalışıyor...
X