Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Tevhid için tehlike - Fetişizm (Büyü ve Korku Dini)

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Tevhid için tehlike - Fetişizm (Büyü ve Korku Dini)

    2-FETİŞİZM (Büyü ve korku dini):


    Fetişizmin temel faktörü ilkel insan psikolojisidir. Dolayısıyla belki de insan düşüncesinin ürünü olan tek dinsi inanç şekli fetişizmdir.



    Fetişizm, sırf ilkel insan toplulukları arasında kendini göstermiş bir­ta­kım hurafî inanışlardır. Onun için fetişizmi tam bir din olarak ta­nım­lamak doğru değildir. Bunun üç önemli sebebi vardır.



    Birincisi: Fetişizmi bir din adı olarak ilk defa kullanan ne bir pey­gam­ber, ne de temelde ilâhî mesaja dayanan herhangi bir dinin rûhânî öncüsüdür. Bilakis Dess Brosses adında bir araştırmacıdır. Üstelik 1760 lardan ön­ceki din literatüründe bu kelime bulunmadığına göre böyle bir isim altında yeni bir dinin tanımını yapmak mümkün değildir.



    Her ne kadar Bahailik, Kadyânîlik ve Kökten putçuluk gibi daha dün dene­cek kadar yakın geçmişte İslâm'dan koparak oluşan dinsel kamplar da bugün bağımsız birer (batıl) din olarak tanımlanabilrlerse de bunlar temelde İslâm'dan ve Hırıstiyanlıktan esinlenilerek tertip­lenmiş uy­durma din­ler olmak itibariyle yine de ilâhî mesajların çarpı­tılması so­nucu varlık göster­mişlerdir. Halbuki Fetişizm böyle değildir. Fetişizmin herhangi bir tevhid diniyle ilişkisi yoktur.



    Fetişizm'in bir din olarak nitelenemeyeceğinin ikinci sebebi şudur:



    Fetişistler ilkel insanlardır. Korkup ürktükleri hayvanlara, canavar­lara ve tabiat güçlerine, sanıldığı gibi ibadet etmemekte, bilakis onların şerrin­den korunmak için büyü diyebileceğimiz bazı araçlara baş vur­mak­tadırlar. Bu araçlar onlara göre kurtarıcı birer çaredir. Ancak büyü niteli­ğinde kul­landıkları şeyler birer ibadet özelliği taşımamaktadır. Onlar her ne kadar düşmanlarına karşı manevî birer silâh olarak bu büyüleri kullanıyorlarsa da bu şeyleri yaratıcı ve kâinâtı yönlendirip idare edici güçler olarak görme­mektedirler.



    Üçüncü gerekçe ise: Fetişizm'de belirgin dinî ayinler, rûhânîler ve ma­bed yoktur. Dolayısıyla bu inanışlara, ilkellikten kaynaklanan bü­yücü bir ya­şam tarzı da diyebiliriz. Her şeye rağmen şirkin en bayağı gö­rüntüle­rinden biri de bu fetişist inanışlardır.



    Hemcinslerinin seyrek bulunduğu kuytu çevrelerde doğa ile kucak ku­cağa yaşayan, bu yüzden gerek vahşi hayvan saldırısı, gerekse yıldı­rım düş­mesi ve anî seller gibi başa çıkamayacağı tabiat olayları karşı­sında çare­siz ka­lan insan daima ürkek ve tedirgindir. Binaenaleyh onu, uygar ve eği­timli insandan ayıran en karakteristik psikolojik özellik budur. İşte il­kel insanın maddi olmayan imajlara karşı duyguları ve değer yargıları da büyük ölçüde tabiat olaylarının yönlendirdiği bu psi­kolojinin ürü­nüdür. Uygar insan, il­kel insan gibi zaman zaman kor­kulu anlar yaşasa bile risk­lere karşı daha akılcı yollara başvurur. Din onun için riskleri önlemede öncelikli bir araç değil, bilakis yaratıcıya karşı sırf kulluk amacını taşır. İşte ilkel insandan uy­gar insana, din kavramının yüklen­diği anlam ve değer farkı budur.



    Örneğin idam sehpasındaki bir mü’min, kutsal metinlerden birşey­ler okuyup üzerine üflediği, ya da iki rekat namaz kıldığı takdirde, bu­run bu­runa gelmiş olduğu (mukadder) bir ölüm tehlikesinden bu sa­yede kurtu­la­cağına ihtimal vermez. Yani Allah (cc) dilememişse ibadet yaparak, ya da bu anlamda çeşitli rûhâni eylemlerde bulunarak bir şerri üzerinden defedeme­yeceğine inanır. Buna rağmen sırf Allah'ın huzu­runa imânla gitmek için yine dua eder. Çünkü Allah'a kesin surette imân eden insa­nın temel amacı şu veya bu beladan kurtulmak değil, bi­lakis Allah'a kul olmak ve kamil bir imânla âhiret âlemine intikal et­mektir. Zira ebedî mutluluğun şartı dün­yevî felaketlerden kurtulmak değil, Allah'ın hoş­nutluğunu kazanmaktır.



    İlkel insana gelince o, yaptığı bir büyü ile, örneğin bir vahşi hayvan sal­dırısına karşı kendini sağlama almış olduğuna inanır.



    Öyle ise uygar insanın rûhânî eylemleri din niteliğini taşır. Buna kar­şın ilkel insanınki böyle bir nitelikten uzaktır.



    Sonuç olarak diyebiliriz ki Fetişizm, ilkel insanda dinsel bir eğilim gibi görünüyorsa da kesinlikle din değildir. Bilakis çok ilkel bir şirk tü­rü­dür.



    Şirk kavramına bir din anlamı yüklemek ise yerine göre değişir. Şirkin bir din olması şart değildir. Çünkü zâten gerçek anlamda din ni­te­liğine sa­hip olan tek inanç kurumu İslâm'dır.[1] İslâm'ın dışın­daki tüm geçersiz inanç kurumlarına din denilmesi ise mecâzîdir. Fakat şirk, daima tevhidin karşıtı olarak bilinir. Dolayısıyla müşrik kişi eğer herhangi bir şeyi bilinçle, Allah Teâlâ'nın kâinât üzerindeki ege­menli­ğini etkileyici veya O'nun ege­menliğinden bağımsız bir güç ola­rak gö­rüyor -bu nedenle - o şeyden korku­yor, ya da Allah'a saygı göster­diği bi­çimlerde O'na saygı gösteriyorsa bunu, ister bağımsız bir din adı altında, ister bir tören olarak, isterse bir büyü veya herhangi bir eylem olarak icra etsin, bunun adı şirk­tir. Bu bakımdan fetişist insan müşrik­tir.



    Çünkü bu insanlar, fetiş denilen birtakım büyüler yapar, bu büyüle­rin birçok tehlikelere karşı manevî güçler olduğuna inanırlar. Ayrıca doğa­daki etkileyici şeylerde üstün ruhlar bulunduğuna da inanırlar.



    Örneğin yüksek dağları, bulutları ve nehirleri üstün güçler olarak gö­rür, onları birçeşit kutsal sayarlar. Ancak kutsallığı bu şeylerin görü­nür­deki maddelerine değil, onlarda -sözde - gizli bulunan birtakım kar­şı­konmaz yüce ruhlara bağlarlar.



    Fetişizmin içyüzü



    İnsanoğlu maddi çarelerle hedeflerine ulaşamadığı ya da sorunla­rını çö­zemediği zaman bu kez gizli ya da gizemli yollara başvurur. Bu tercih­ler es­kiden beri insanlar arasında genel bir eğilimdir.



    Gizliliğin mazeretleri ve her zaman bir açıklaması vardır. Ancak gi­zem­lilik daima karmaşıklığını koruyacaktır. Bu nedenledir ki Kur’ân-ı Kerîm'in onayladığı, hatta mü’minleri davet ettiği «dua» ha­riç, İslâm, büyü ve fal gibi gizemli yolların bazılarını en ağır suç olan «küfür» diye nitelemiş ve kâfirlere lanet etmiştir.[2]



    İnsanoğlu, geniş bilgi birikimlerine sahip bulunmakla birlikte, yaşa­dığı olaylar içinde henüz çözümleyemediği ve sırlarına birtürlü erişe­me­diği o kadar çok şeyler vardır ki bunlar hakkında bilginler, uzmanlar ve ilim adam­ları hâlâ susmayı tercih etmektedirler. Nitekim telepatinin, hipno­tizmanın, spiritüel enerjinin, meditasyonun ve çeşitli alternatif tıp sis­temlerinin iç­yüzleri hâlâ bilinmemektedir.



    Gizemli konular, gerek kaynak ve temelleri yönünden, gerekse amaç­ları itibariyle birbirinden son derece farklıdırlar. O kadar ki bunların bazı­ları, hayat ve kâinât olaylarının, şimdiye kadar çözüle­memiş, belki de çözü­lemeyecek olan şifreleridir. Dolayısıyla bilinsin ya da bilinmesin, bun­lar esa­sen birer realitedir. Ancak gerçekle hiçbir iliş­kisi olmayan, buna rağmen yarı uygar toplumlarda, genellikle basit dü­şünen insanlardan çı­kar sağla­mak amacıyla -sözde - gizemli nitelikte yapılan büyü, fal, mü­neccimlik ve medyumluk gibi bazı işler daha vardır ki bunlar tamamen spekülatif muâmelelerdir. İslâm bunları hurâfe ve batıl inanç ola­rak değerlendirmiş, bunları ya­sakla­mış ve bu işlerle uğraşanların ceza­landırılmasını öngörmüştür. Çünkü bu insan­larda fetişist (müşrikâne) yaklaşımlar vardır.



    Örneğin büyü yapan ve yaptıran insanlar (özellikle yaptıranlar), bü­yüye, amacı kestirme ve gizemli yollarla gerçekleştiren bir çare olarak inanırlar. Medyumlara ve kâhinlere başvuranların da inancı böyledir.



    Düşmanını perişan etmek, başına dertler ve belâlar yağdırmak için silâh yerine büyüyü tercih eden insanın esasen ne istediğini şöyle açık­la­mak mümkündür:



    Eğer silâh ya da herhangi bir şiddet yolunu kullanırsa yakalanacak ve ağır cezalara çarptırılacaktır. Halbuki büyüye başvurursa -kendince - hiç kim­senin sezinleyemeyeceği gizemli bir yolla bu amacını gerçekleş­tirmiş olacak­tır (!) Öyle ise büyüye inanan insana göre hayat ve kâinât olaylarını büyü ile yönlendirmek mümkündür. Bu ise Allah Teâlâ’nın kâinat üzerin­deki mutlak egemenliğini tanımamak, daha doğrusu, büyü gibi bir araçla ilâhî egemen­lik sınırlarının, delinebileceğine inanmak demektir. Kuşkusuz, bu açık bir şirktir. Çünkü Allah'ın kâinât üzerindeki egemenliği mutlaktır. Hiçbir şey bu eğemenliğin dışında değildir, hiçbir olay bu egemenlikten bağımsız ola­rak cereyan edemez. Her şeyi Allah Teâlâ yönetmektedir.



    Se­bep-sonuç,temeline dayalı kâinât olaylarını etki-tepki süreçlerine bağlayarak her şeyi hikmet ve kudretiyle yöneten Allah Teâlâ’dır. Evrenin her noktasında cereyan edip duran akıl ve havsala almaz karmaşık hadiseler, bir düzen içinde yürükülmektedir. Hiçbir şey tesadüfe bırakılmamıştır. Öyle ise bu ya­salara göre hare­ket edil­medikçe büyü ve fal gibi gizemli çareler oldu­ğuna inanılan hayalî yol­larla amaca ulaşılabile­ceğine inanmak, herşey­den önce çok yanlış bir şart­lanma ve büyük bir bilgisizlik örneğidir. Ondan sonra da Allah Teâlâ'ya karşı bir başkaldırı sayılır ki bir anlamda bunun adı şirktir.



    Örneğin define arayan bir insan, eğer elde ettiği bir krokiye dayana­rak, pusula ve dedektör gibi birtakım araçlar kullanarak amacına ulaş­mak is­ti­yorsa bu insan, itikadî bakımdan herhangi bir suç işlememek­tedir. Çünkü her şeyden önce aklını kullanmaktadır. Akıl ise Kur’ân-ı Kerîm'e göre ger­çekleri yakalamada başvurulacak ilk ve en büyük araçtır. Çünkü akıl, sağ­lam, olgun ve reşit insanın, (Allah Teâlâ tarafın­dan belli kanun­larla çalıştı­rı­lan) beyin mekânizmasında üretilmektedir. Bu açıdan define arayan in­san, Allah'ın kâinât üzerindeki mutlak egemenliğini kabul et­miş demektir. Onun kullandığı pusula ve dedek­tör de yine Allah Teâlâ tarafından insa­noğluna sunulmuş çeşitli fizik, manyetik ve elektronik bilimlerinin kanun­larıyla çalışmaktadır. Dolayısıyla defineci, pusula, dedektör ve benzeri araç­lar kullanmakla yine Allah'ın mutlak egemenli­ğini tanımış demektir.



    Halbuki bu araçların yerine fala başvuran insan, falcının bütün bu ka­nunları delebilecek ve Allah'ın kâinât üzerindeki mutlak egemenli­ğinde O'na ortak olabilecek bir güce sahip bulunduğunu bilerek veya bil­meyerek kabul etmektedir. Bu suretle de şirk koşmaktadır.



    İnsan, itikâdî yönü olmayan en ağır suçları bile işlerken son derece bü­yük vebal ve günahların altına girmesine rağmen yine de küfre ya da şirke saplanmaz. Halbuki itikadi yönü olan büyü ve fal gibi fetişist an­lamda öyle suçlar vardır ki, kişi onları, hiç kimseye zarar vermeden, hiç kimsenin gö­remeyeceği yerlerde ve yalnız başına işlese bile Allah Teâlâ'ya ortak koşmuş olur ki bu suretle cinâyet işleyen bir kimseden daha çok Allah'ın öfkesini haketmiş olur ! Bunun mantıklı sebebi acaba ne olabilir? Sebebi gâyet açık­tır.



    Cinâyet işleyen bir insan, bu suça girişirken bile Allah tarafından yara­tılmış bulunan ve yine O'nun koy­duğu belli yasalarla işlevini ye­rine geti­ren akıl, silâh, tasarı ve planlı komplo projeleri gibi araçlara baş vurarak ama­cını gerçekleştirmeye ça­lışmaktadır. Bu insan, en çirkin, en korkunç ve en vahşi bir amacın pe­şinde olmasına rağmen Allah'ın kâinat üzerin­deki mut­lak egemenli­ğini doğrularcasına O'nun koyduğu hayat kanunla­rına göre davran­maktadır.



    Halbuki büyüye veya fala başvuran insanın yargısı bundan çok fark­lı­dır ve Yüce Allah'ı daha çok öfkelendirici bir anlam taşımaktadır. Büyü yapa­rak veya yaptırarak birini kazanmak, ya da birine zarar ver­mek iste­yen in­san, keza büyü veya fal aracılığıyla bilinmeyeni keşfet­meye çalışan insan, as­lında Allah'a ait otorite sınırları dışında çözüm arayan insan demektir, Bu ise bir anlamda Allah'ın (haşa!) egemen olamadığı bazı ba­ğımsız güçlerin ve alanların bulunduğunu bilerek veya bilmeyerek kabul etmek demektir. Belki bu nedenledir ki büyü, Kur’ân-ı Kerîm'de açıkça küfür olarak nite­lenmiştir.[3] Küfür ise Allah'(cc) ın otoritesini tanıma­mak anlamını ta­şır.



    Müslüman toplumlarda fetişist eğilimler

    (Büyü, fal, havas, astro­loji, râbıta, meditasyon vs.):



    Fetişist inançlara, Müslümanlar arasında «Hurafeler» ya da «Batıl inançlar» denir.



    Hurafe: Uydurulmuş, abartılmış, akla ve vicdana sığmayan asılsız inanç demektir.



    Bâtıl da, geçersiz, hükümsüz ve bağlayıcılığı olmayan şey anlamına ge­lir.



    Ne yazık ki Müslümansı toplumlar, hatta Müslümanlar (daha doğrusu bilgisiz ve eğitimsiz mü’minler) ara­sında bile batıl inanışların tutunabildiği, inkâr edilemeyen bir gerçektir. İlginçtir ki sahâ­b­îlerden büyük şahsiyetler hariç, diğerlerinin de zaman zaman ba­tıl inanç­lara kapıldıkları ve Hz. Peygamber (sav) tarafından şiddetle uya­rıldıkları bazı eserlerde nakledilmektedir.[4] Ancak sahaâbî­ler, Rasûlullâh (sav)'ın uya­rıları üzerine hemen tevbe etmiş ve kanaatlerını düzeltmiş­lerdir.



    Yukarıda da açıklandığı üzere batıl inanç: Kulluk anlamını taşıyan imânî bir mesele olmaktan çok, insanın, ya ürküntü duyduğu şeylere karşı aklı sıra manevi çare diye başvurduğu birtakım şarlatanlıklardır; veya ha­yatta karşılaştığı sorunların çözümlenmesinde yardımlarını al­mak üzere evliyalar ve rûhâniler gibi «yarıtanrılar» dan medet um­malar ve onlara ya­pılan dua ve niyazlardır.



    Elbetteki Müslümanlar arasında da bu şarlatanlıklara ve ölülerden yar­dım dileyebilecek kadar basit düşünceli insanlar vardır. İşin ilginç ta­rafı, bu insanların hepsinin de eğitimsiz olmadıklarıdır. Medyumlardan medet uman, falcılara başvurup geleceğini onlardan öğrenmek isteyen nice oku­muş devlet adamlarının yaşadığı skandallar, toplumu zaman zaman meşgul etmiştir. Evet insanlar baş edemeyecek­leri güçlere ve ne­reden geleceğini tahmin edemedikleri kaza ve belalara karşı daima tedir­ginlik duyarlar. Bu psikolojik durum, yalnızca inançlı insanlarla da sı­nırlı değildir. Hemen herkes herhangi bir nedenle ve herhangi bir yerden gelebilecek risk ve teh­likelere karşı önlem alma ih­tiyacını duyar. Bu, her insanın, ortama göre haklı olarak kapıldığı endi­şelerden kaynaklanmak­tadır. Ancak, örneğin sağ­lam kilitler kullan­mak, değerli eşyaları güvenilir kasalarda korumak, trafik kurallarına uymak, aşı olmak ve bütün bun­lardan sonra da dua etmek ve Allah'a tevekkülde bulunmak gibi endişe­leri giderebilecek akılcı ve meşru ön­lemler varken bazı kimseler, evleri­nin, araç ve cihazlarının üzerine na­zar boncuğu, bebek papucu ve nalça­cıklar asmak, üstlerinde çeşitli muskalar taşımak suretiyle aklın ve Kur'ân'ın ölçülerine sığmayan yol­lara başvura­rak sözde manevi önlem (!) almaya çalışmaktadırlar. Bunlar ise batıl inanç­lardır ve şirktir!



    Ne il­ginçtir ki Kur'ân'ın feyiz ve nurundan yoksun bazı kimse­ler, hayattaki muh­temel risklere karşı -dua ve tevekkül hariç- dindarlardan daha akılcı ve daha meşru yollara başvu­rarak önlemlerini almaktadırlar. Nitekim Müslümansı topluluklar arasında yaygınlaşan hurâfe ve batıl inançlar yü­zünden, gerçek Müslümanlar her münasebette, akılcı geçinen müşrikler tarafından küçüm­senmekte ve alay konusu olmaktadırlar.



    Tekrar kaydetmek gerekir ki hastalığa ya da nazara karşı kurşun dök­türmek, tütsü yapmak, sıtma için el bileğine, okunup düğümlen­miş iplik bağlamak, eve, arabaya, ya da dikiş makinesi ve bilgisayar gibi cihazlara (kaza belaya karşı) nazar boncuğu, nalça, bebek papucu gibi tıl­sımlı sanı­lan şeyler takmak batıldır, çirkindir, şirktir. Çünkü bu yollara başvuran insan aslında nalın, papucun, nazar boncuğunun, muskanın ve benzeri büyü araç­larının, Allah'ın egemenlik sınırları dışında birer güç olduğunu kabul et­miş sayılır ki bu, Allah'a açıkça ortak koşmaktan başka bir şey de­ğildir. Eğer bu insanlar, yukarıda bir kısmı söz konusu edilen büyü araçla­rının, Kur’ân-ı Kerîm'de yerleri olduğuna inanır­larsa bu takdirde de Allah'ın kitabında bu­lunmayan şeyleri ona mal etmekten sebep kâfir olurlar!



    Başta eğitimsizlik olmak üzere çeşitli çıkar odaklarının, gayret ve pro­pa­gandalarıyla şartlanan insanlar arasında özellikle batıl inanışlar daha çok ya­yılır. Şirke götüren bu tehlikeli anlayış ve kanaatler o kadar çok ve yay­gındır ki hepsini örneklerle sıralayıp anlatmak imkânsızdır. Bunları, «nazar» gibi hak ve ger­çek olan inançlardan ayırt edebilmek için Müslümanın iki öl­çüsü vardır. Bunlar kitap ve sünnettir. Yani manevi de­ğer olarak tanıtı­lan her­hangi bir şeyin öyle olup olmadığı, Onun, Kur’ân-ı Kerîm'e ve Hz. Peygamber (sav)'in hayatına uyup uymama­sına göre ancak anlaşılır. Dolayısıyla Müslümanların her konuda ol­duğu gibi bu noktada da başvu­ra­cakları mihenk taşları işte bu iki şeydir.



    Batıl inanışların kaynakları ve yayılma şekilleri:



    İslâm'ın korkutucu tehditlerine rağmen batıl inanışların, Müslüman­lar arasında da tutunması ilginç bir olaydır. Çünkü İslâm'a göre neyin hak, ne­yin batıl; hangi düşünce ve inanışların doğru, hangisinin ise yan­lış olduğu gâyet açıktır. İslâm bu konuda insanlığın bütün inanç kurum­larından çok farklı ve ciddî disiplinler getirmiştir. Bunlar özel­likle «küfür» ve «şirk» kavramlarının içerikleri olarak akâid âlimleri tarafın­dan her çağda ele alınmış ve açıklanmıştır. Buna rağmen çoğu­nun şirke sebep olduğu batıl inanışların, «bid'at» ve hurâfelerin Müslümanlar ara­sında yer yer yayılması bir türlü önlenememiştir. Dolayısıyla bu inanışla­rın, esasen nerelerden, hangi kaynaklardan pey­dahlanıp geldiği ve hangi yollarla halk arasına ya­yıldığı önemli bir ko­nudur.



    Batıl inanışlar, aslında ciddî ve çok yönlü olarak ele alınıp incelenmeye muhtaçtır. Bu konuda gereken çalışmalar yapıldığı ve kesin sonuçlar alındığı takdirde birçok şirk faktörünün kökeni daha net olarak ortaya çıka­caktır. Çünkü bu inanışların çoğu, eski dinlerin birçeşit kir ve pasak­ları ola­rak tarihin akıntısı içinde günümüze kadar sürüklenip gelmiştir. Hatta bu telakkiler, tarihin seyri içinde çeşitli yorumlardan ve benzeri daha birçok ba­tıl inanışlardan da beslenerek bugünkü şekille­rini almış olabilirler. Bu açı­dan bakıldığında batıl inanışların, Müslümanlar için ne kadar büyük imânî tehlikelerle yüklü olduğunu tahmin etmek güç değil­dir.



    Özellikle şunu belirtmek gerekir ki, yüzyıllar önce, örneğin iki üç ay gibi çok kısa bir zaman zarfında kendi özgür irâdeleriyle ve büyük kala­ba­lıklar halinde İslâm'a girmiş olan topluluklar, fetih ordularının hey­beti altında paniğe kapılarak Müslüman olmuş kitlelere oranla eski inançla­rından İslâm'a çok daha fazla şeyler taşımışlardır. Bu insanların, İslâm'ı severek O'na gönül kapılarını açarlarken bulundukları özgür ortamda eski dinle­rinden hemen sıyrılıp arınmak için pek de zorlayıcı nedenlerle karşılaştık­ları söylenemez. Örneğin vaktiyle dinlerden biri­nin saygın bi­rer rûhânî şah­siyetleri iken, gelişen olayların etkisiyle bir sabah kendile­rini İslâm'ın içinde bulan insanları bir düşünün. Bunlar, İslâm’ı birkaç ay içinde kabul eden koskoca bir toplumun arasında artık papucu dama atılmış bir dinin rûhânî­leri olarak yaşayabilirler mi idi; ya da Müslüman olsalar bile bu adamlar eski saygınlıklarını koruya­bilmek için şimdi de bir İslâm âlimi rolünü hiç mi oynamak istemeye­ceklerdi ?!



    Bütün bunlar in­sana çok şeyler hatırlat­maktadır. Öyle görü­nüyor ki vaktiyle bir şaman rahibiyken, İslâm’a girer girmez sırtına cübbeyi, başına da ka­vuğu geçirip ertesi gün hemen bir «Efendi Hazretleri» oluveren nice insan, bilerek veya bilmeye­rek eski dinin öğretilerini, İslâm’a bulaştır­maktan hiç çekin­medi ve çe­kinmek için de o zaman belki bir neden bile bulamadı! İslâm'ın, batıl ve yabancı inanışlara karşı ciddî tavrını o gü­nün henüz yeni Müslüman ol­muş duygusal ve cahil kalabalıkları anlaya­mazlardı. Onlar, asırlar önce Hz. Peygamber (sav)'in Mekke müş­riklerine karşı verdiği zorlu müca­de­leleri, çektiği çileleri bilemez ve takdir bile ede­mezlerdi. Çünkü Kabe'deki yüzlerce putun nasıl kırıldı­ğını gözleriyle gör­memişlerdi. Onun için de elbette ki putlara ve çeşitli şirk sembollerine karşı eski Müslümanlar kadar hiç de duyarlı olamaz­lardı. Bugün de Müslümansı toplumların durumu aynı değil midir ?



    Hz. Peygamber'(sav) in çağını ve yaşadığı çileleri canlandıran filmler her gün seyredilmektedir. Ancak bun­lardan, tevhid inancı doğrultu­sunda acaba ne ka­dar ders ve ibret alın­abilmektedir? Çünkü günümüzde Müslümanım di­yen milyonlarca insanın ha­yatında o kadar trajik çeliş­kiler vardır ki bunlara dokunmaktan bile insan âdetâ utanç duymakta­dır. Örneğin camiden çıkar çıkmaz hemen bir türbenin, bir mezarın başında dikilen, ya da bir törene katı­lan ve o sırada bir heykelin karşısında saygı duru­şunda bulunan nice in­san kı­lığında yaratık vardır ki bunlara şirk kavramı­nın ne olduğunu an­latmak mümkün değildir. Çünkü gerçekten şirkin ne olduğunu anlamak için hem belli bir zaman gereklidir, hem de bu iş peda­gojik bir eğitim me­selesidir; Ve çünkü tevhid bilincine erişemeyen insan, hiçbir zaman şirk tehlikele­rine karşı kendini koruyamaz. Özellikle toplumun manevi bağışıklık sistemini çökerten tarikatların yaygın olduğu Türkeye’de şirk tehlikelerine karşı korunmak oldukça zordur.



    Aslında, Allah'a kesin ifadelerle ortak koşan bir kimseye rastlamak he­men hemen mümkün değil, denebilir. Örneğin (Haşa !) «Allah, filan güç­lerle - ya da- şu kadar sayıdaki kimselerle birlikte âlemleri yöneti­yor» diyen ve böyle inanan hiç kimseye rastladınız mı ? Buna rağmen Kur’ân-ı Kerîm, şirk üzerinde çok durmuş, ve Allah Teâlâ, şirk koşan kimseyi asla afetmeye­ceğini kesin şekilde açıklamıştır. [5]



    Öyle ise şirkten anlaşılan şudur:



    İnsanlar çok kesin ifadelerle Allah'a ortak koşmazlar. Çünkü bu su­retle çok fahiş bir mantıksızlık örneği vereceklerini genellikle bilirler. Dikkat edi­lirse kâfirler bile bu anlamda şirk koşmazlar. Örneğin bir hey­kelin karşı­sında saygı duruşunda bulunacak kadar basitleşen ve şey­tana maskara olan insanlara bile bu eylemleriyle Allah'a ortak koşup koşma­dıklarını sormak âdetâ bir cesaret işidir. Böyle bir soruyu yönelte­cek in­sana «meczup» ya da «deli» demeleri hatta onu linç etmeleri bile muh­temeldir. Bu da insanların açıkça ve kolay kolay «Allah'ın ortağı vardır.» diyemeyeceklerini kanıtla­maktadır.



    Öyle ise şirkten (yani Allah'a ortak koşmaktan) gerçek amaç, O'nun kâinat üzerindeki mutlak egemenliğini tanımamaktır. Bu da Allah’dan başka şeylere karşı, –ancak Allah’a gösterilebilecek şekilde- saygı duruşunda bulunmakla olur.



    Şirk suçunun gerçekleşmesine neden olan sözler, eylem ve tavırlar özet olarak şu beş ana başlık altında toplanabilir:



    a) Her türlü büyü:



    Bütün tılsımlar; tütsüler; kurşun dökmek ve ipliklere üfleyip dü­ğüm­lemek gibi şarlatanlıklar; (çeşitli baharat, mum, kıl, kemik, tırnak ve dışkı gibi) atık ve necis maddelerle yapılan maksatlı ve gizli işler; Havâs denilen okuma, şekil, şema, yazı ve heykelcikler bu bölüme gi­rerler. Bu uğraşlar, sa­yılamayacak kadar çeşitlidir. Kenzu’l-Havas (Gizli İlimler Hazinesi), Şemsu’l-Maarif ve El-Lu'lu' ve'l-Mercan gibi büyü kitapla­rında bunların uygulama şekilleri ve sözde sırları (!) anlatılmak­tadır. Cahil insanların sır­tından kolayca geçinmek için cinci üfürükçü birtakım açıkgözler tarafından yapılan bu büyülerin, geçici bir psikolo­jik yönlen­dirmeden başka gerçek an­lamda hiçbir etkileri yoktur.




    b) Fal ve her türlü kehânet:



    Gerek günümüzde sosyete falı olarak bilinen tarot ve eskiden mü­nec­cimlik denilen astroloji (burçlar ya da yıldız falı), gerek daha çok çingene­ler tarafından yarıdilencilik amaçlarıyla bakılan su, el ve ayna falı, gerekse şehir halkı arasında yaygın olan kahve falı bu kısma gir­mek­tedir.



    Bazı kimselerin «Fala inanma, falsız da kalma» sözü açık bir çeliş­ki­dir. Şirk riskini ortadan kaldırmaz. İmânî açıdan son derece tehlikeli olan tüm eylem, söz ve tavırlar mizah konusu yapılamazlar. Nitekim ciddî anlamda olmasa bile bu tür sözleri sarfedenlerin yeniden Kelime-i Şahadet getirme­leri gerekir.



    c) Ermişliğe bağlanan kehânetler:



    Ermişlik, mitolojik bir kavramdır. Gizli bir kaynaktan metafizik an­lamda ilham alarak meçhulleri ve geleceği bilmek demektir. Mitolojik an­layışta ermişliğin sınırları da yoktur. Kişi, ya da kişilerin hayal gü­cüne para­lel olarak efsânevî içerikler kazanır. Daha çok Türk ve İranlı Müslümansı toplumlar arasında ermişlik mitolojisi yaygındır. Ehl-i Beyt'den imamlar, seyyidler, evliyalar, tarikat şeyhleri ve hatta bazen deliler bile bu cahil topluluklar ta­rafından er­miş sayılırlar ve tanrılaştırılırlar. İslâm akâ­idinin tanımla­dığı «kerâmet» in bu mitoloji ile hiçbir ilişkisi yoktur. Animist kökten gelen bu batıl inanç, şir­kin en tehlekeli ve en bayağı türlerinden biridir..



    Ermiş kişi; tarikatçılara ve onların etkisinde kalmış eğitimsiz, bilgisiz insanlara göre: Allah katına varmış, bu suretle de insan üstü bir kimlik kazanmış olan kimse demektir. Bazı örgütler ve organize çıkar güçleri tarafından yapılan çeşitli propagandalarla zaman zaman birilerine, mistik ve rûhânî kimlik içinde ün kazandırılır. Sadece Müslümansı topluluklar arasında değil, hemen her millet arasında tarih boyunca bir sömürü aracı olarak sürdürülen evliyacılık bugün de yaygındır. Velî ya da evliyâ sıfatıyla popüler olan kişi, genelde halinden memnun olduğu için, kendisine şöhret sağlayanları yalanlamaz. Bu durum ise onun zaman içinde yarı tanrı olarak zihinlere kazınmasına sebep olur. Ölünce üzerinde türbe inşa edilir, adına kurbanlar kesilir, kerâmetler örülür, hatta söylemediği sözler, yazmadığı kitaplar ve divanlar bile üretilir.



    Türbeler, süslü sandukalar, kale bedenleri gibi anıt mezarlar, tören­ler, esas duruşları, râbıtalar, Hatm-i Huwâcegânlar, İslâm terminolojisiyle açık­la­namayan patanjalist kavramlar ve öğretiler, İslâmî motiflerle kamufle edilmiş budist kaynaklı ayin ve zikirler, bu mitolojinin çeşitli malzeme­leri ve görüntüleridir.



    d) Ölüyü ya da faniyi tanrılaştırma:



    Bu batıl inanç bazı yönlerden ermişlik mitolojisiyle ilintilidir. Geniş ca­hil topluluklar tarafından gavslar, kutuplar, abdallar, erenler , şeyhler, aziz­ler, rûhânîler, ulu önderler ve kurtarıcılar gibi çeşitli adlar altında tanrılaştı­rılan faniler vardır. Bunların ölüleri de dirileri gibi kutsal karşı­lanırlar. Sağken müritleri, hayranları ve aveneleri tarafından veli ve ermiş olarak kabul edi­len ve birçoğunun adlarının sonuna «Hazretleri» un­vanı konarak yücelti­len bu kimselerin, Allah katında da yine veli ve haz­ret olduklarına inanılır. Dolayısıyla ölüm onlar için farklı bir anlam taşır. Hayattayken kınındaki kı­lıç gibi durduklarına inanılan bu adamları, öl­dükten sonra artık kınların­dan çekilmiş kabul ederler. Yani daha etkin ve keskin olurlar (!) Nitekim bu adamların ha­yattayken sahip oldukları şöh­ret, öldükten sonra da bazen asır­lar boyu devam eder ve türbeleri sürekli işleyen birer ziyaretgâh olur. Konya'daki Celaleddin-i Rûmî Müzesi ve Ankara'daki Anıtkabir bu­nun en çarpıcı birer örneğidir.




    Bu türbe ve mezarlıklarda, ziyaret sırasında yakılan mumlar, yapış­tı­rı­lan niyet taşları, bağlanan bezler, atılan paralar, adanan adaklar, kesilen kur­banlar, veri­len yemekler, yazılan dilekçeler, düzenlenen mevlit şölenleri[6] yapılan dua ve ya­ka­rışlar «Rûhânîyetten istimdat»'çı kültün temel özelliklerini açık şe­kilde sergi­le­mektedir.



    Bu münasebetle ve özellikle kaydetmek gerekir ki Türkiye'de cahil ka­labalıkların din anlayışı budur.



    e) Eşya ve olaylarda birtakım kutsal gizemler bulunduğuna inan­mak:



    Manevi koruyucu olduğuna inanılarak çocukların üzerine, araç­lara, ev­lere ve cihazlara asılan nazar boncukları, iğde çekirdeği, rûhânî­lere ait tes­bih, cübbe ve sikke gibi giyim ve kuşam eşyası, besledikleri köpeklerin maketleri, içinde içki içtikleri kadehler, kullandıkları müzik aletleri, kutsal sayılan niyet ve mu­rad ağaçları, keza hastalık giderici olarak inanılan mekân­lar, kayalar ve kut­sal (!) pınarlar[7] bu kısma giren şirk sembolleridir.




    Sonuç olarak özetle diyebiliriz ki kalabalıkların belki de İslâm'dan bir parça gibi gördüğü, (şirke neden olabilecek) o kadar bayağı inanışlar var­dır ki bunların bir bölümü vaktiyle batıl dinlerden birinin mensubu iken İslâm'a girenler tarafından eski alışkanlıkla sürdürülen bir önceki dinin ge­lenekleridir; Hacı Bektaş, Mevlânâ, Oruç Baba, Telli Baba, Helvacı Baba, Veyselkarânî ve Zilli Dede etkinlikleri gibi... Bir diğer bölümü ise bazı cahil Müslümanların, haşır neşir ol­dukları yahudi ve Hıristiyan arkadaş muhitlerinde görüp özentiyle taklit et­tikleri şeylerdir.





    --------------------------------------------------------------------------------



    [1]. Kur’ân-ı Kerîm 3/19, 3/85



    [2]. Kur’ân-ı Kerîm 2/159, 2/161, 33/64



    [3]. Kur’ân-ı Kerîm 2/102



    [4]. Hafız b. Ahmed el-Hakemî, Meâricu’l-Kabûl 1/273-274.



    [5]. Kur’ân-ı Kerîm 4/48



    [6]. Türkiye'de yalnız Türkler tarafından ölmüşlerin ruhuna oku­tulan Mevlid adı al­tın­daki manzum risale Merhum, Bursa'lı Süleyman Çelebi (Öl.M. 1422) tarafından ka­leme alınmıştır. Bu eserin asıl adı Vesile'tün-Necât'dır. Bu zat, Yıldırım Sultan Bayezit za­ma­nında yaşa­mıştır. Buna göre İstanbul'un fethinden çok önceleri yazılmış olan mevlit, yakla­şık 150 yıl sonra Üçüncü Sultan Murad (1546-1595) zama­nında ilk defa Hz. Peygamber (sav)'in, yalnızca doğum yıldönümü münasebetiyle okutulmaya başlanmıştır.



    Ne yazık ki cami gibi kutsal ve belli ibadetlere mahsus mekanlarda mevlit okutmak o ta­rihlerden itibaren bir gelenek olarak yerleşmiştir. Bugün mevlit okumayı ve okut­mayı bir ibadet sananların sayısı -maalesef- milyonları aşmaktadır. Artık bu yanıl­gıyı düzeltmek de pek kolay gibi görünmemektedir. Halbuki Süleyman Çelebi Merhum'un böyle bir amaç güt­tüğü asla kanıtlanamaz. Kuşkusuz O, Hz.Peygamber (sav)'in sırf derin sevgisiyle bu eserini yazmıştır. Mevlit, edebi değeri olan çok güzel bir eser­dir. Onu elbetteki evlerde ve daha başka uygun yerlerde ibadet amacı güdülmeden okumakta ve teren­nüm etmekte hiçbir sa­kınca yoktur.



    Bu türlü âyinlerin camilere kadar taşınmış olmasında Şiîlerin etkisi bulunabilir. Çünkü İran hal­kıyla komşu olan Kürtlerde ve «Güneydoğu­»'daki Arap asıllı azınlık arasında da ca­mi­lerde mevlit okutma geleneği vadır.



    [7]. Bazı hastalıkların doğal yollarla şifaya kavuşturulması için zi­yaret edilen kap­lıca ve benzeri su kaynaklarını, şarlatanlıklara konu edilmiş şeylerle karıştırmamak gere­kir.




    Ferit AYDIN

    #2
    Ynt: Tevhid için tehlike - Fetişizm (Büyü ve Korku Dini)

    ne diyorsunuz kardesim siz ya hu
    benim söylediklerimle bunlarin ne alakasi var
    bana ikide bir kendi karanlik gecmisiniz, sarsilmis güveniniz, bozulmus psikolojinize uygun düsen neydügü belirsiz kimliklerden imzali yazilari getireceginize önce benim takipcisi oldugum yolun önderlerinin EHLIBEYT imzali oldugu gerceginin farkina varin.
    konunuz alakamin disindadir!


    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

    Yorum


      #3
      Ynt: Tevhid için tehlike - Fetişizm (Büyü ve Korku Dini)

      [quote author=gulistan_2 link=topic=12393.msg75042#msg75042 date=1268393194]
      ne diyorsunuz kardesim siz ya hu
      benim söylediklerimle bunlarin ne alakasi var
      bana ikide bir kendi karanlik gecmisiniz, sarsilmis güveniniz, bozulmus psikolojinize uygun düsen neydügü belirsiz kimliklerden imzali yazilari getireceginize önce benim takipcisi oldugum yolun önderlerinin EHLIBEYT imzali oldugu gerceginin farkina varin.
      konunuz alakamin disindadir!
      [/quote]

      Yazılanları okumadan yazıyorsunuz. Bundan sonra size yanıt vermeyeceğim.

      Yorum


        #4
        Ynt: Tevhid için tehlike - Fetişizm (Büyü ve Korku Dini)

        2-FETİŞİZM (Büyü ve korku dini):

        bu baslik yeterli degilmi
        ve diger konuda ayetel kürsi ile alakali yazdiklarima bunlari cevaben yazdiginiza dair aciklamaniz
        olaya verebileceginiz isim fetisizm olmus
        nesini okuyayim



        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

        Yorum


          #5
          Ynt: Tevhid için tehlike - Fetişizm (Büyü ve Korku Dini)

          [quote author=gulistan_2 link=topic=12393.msg75045#msg75045 date=1268393431]
          2-FETİŞİZM (Büyü ve korku dini):

          bu baslik yeterli degilmi
          ve diger konuda ayetel kürsi ile alakali yazdiklarima bunlari cevaben yazdiginiza dair aciklamaniz
          olaya verebileceginiz isim fetisizm olmus
          nesini okuyayim
          [/quote]

          Ben kendim isim vermedim sevgili kardeşim,
          O konu ile ilgili aradığım yazıyı bu başlıklı bir yazı içinde buldum.

          Yazı Ferit Aydına aittir. Kendisi tasavvufun ne olduğunu anlamış ve elini eteğini çekmiş eski bir nakşibendi şeyhidir. Bende kitabı var oradan aldım yazıyı. Videolarını video sitelerinde görebilirsiniz youtube.com da falan.

          Yorum


            #6
            Ynt: Tevhid için tehlike - Fetişizm (Büyü ve Korku Dini)

            sapla sapan karistiktan sonra ne degisir?

            birileri bir zamanlar tasavvuf diye diye bihal oluyor
            sonra kosup bunlari yanlis yerlerde ariyor
            sonra bi takim güclerin elinde oyuncak olmaya basliyor
            daha sonra seyh oluyor
            yolunu öve öve bitiremiyor
            sonra cani yaniyor ayriliyor
            bu kezde kötülemeye basliyor

            iki uc yani
            sapla samanin karismasi yani

            diger konuda yeteri kadar tartistik
            öylesine saplanmissiniz ki
            daha önce bir uctayken simdi baska bir ucta oldugunuzun farkinda bile degilsiniz.

            herkes uclarda yasamiyor
            ve olaylarda uclardan ibaret degil
            herseyin anlamini illa bu uclardan birinde arayip durmaniz neden


            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

            Yorum


              #7
              Ynt: Tevhid için tehlike - Fetişizm (Büyü ve Korku Dini)

              Bu sayılanların Kuran ile uç noktalarda olmasını gayet normal karşılıyorum. size nesi garip geldi ki. Orta kısım çorbaya benziyor zaten. Bir uçta olmanın nesi kötü?

              Yorum


                #8
                Ynt: Tevhid için tehlike - Fetişizm (Büyü ve Korku Dini)

                nesimi kötü?
                kurani cok iyi anlamakta pek bi gayretli degilmiydiniz?
                kuran hangi konuda uc boyut talim eder?
                kuranda asirilik hakkinda ne denir?
                kuranda itidal nedir?
                bunlara hic rastlamadinizmi?

                yinede bunlarin disinda ve arti dünyanin hic bir yerinde, hicbir ilim bilim insani tarafindan dogru kabul edilmeyen uc boyutlar hakkinda su kadarini kendimiz de görebiliriz ki,
                bir uca kacar, isi yalnizca madde ötesinde ararsiniz, sirlar pesine düsersiniz, zahiri hükümlerde dahi asirilik etmeye, insanlari zahire takilmakla suclamaya baslarsiniz
                bir uca kactiginiz zaman ise, herseyi zahirde aramaya baslarsiniz, mantiginizin herseye yetecegini sanirsiniz ve bu kezde baslarsiniz insanlari spiritüalizmle suclamaya baslarsiniz
                bu iki uc her biri bir digerinin etkisi/tepkisi ile olusur
                veya; orta yolu bulamamaktan olusur.
                yani kuranda talim edilen itidalden uzaklasmaktan ibaret olur.


                Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                Yorum


                  #9
                  Ynt: Tevhid için tehlike - Fetişizm (Büyü ve Korku Dini)

                  [quote author=gulistan_2 link=topic=12393.msg75067#msg75067 date=1268398448]
                  nesimi kötü?
                  kurani cok iyi anlamakta pek bi gayretli degilmiydiniz?
                  kuran hangi konuda uc boyut talim eder?
                  kuranda asirilik hakkinda ne denir?
                  kuranda itidal nedir?
                  bunlara hic rastlamadinizmi?

                  yinede bunlarin disinda ve arti dünyanin hic bir yerinde, hicbir ilim bilim insani tarafindan dogru kabul edilmeyen uc boyutlar hakkinda su kadarini kendimiz de görebiliriz ki,
                  bir uca kacar, isi yalnizca madde ötesinde ararsiniz, sirlar pesine düsersiniz, zahiri hükümlerde dahi asirilik etmeye, insanlari zahire takilmakla suclamaya baslarsiniz
                  bir uca kactiginiz zaman ise, herseyi zahirde aramaya baslarsiniz, mantiginizin herseye yetecegini sanirsiniz ve bu kezde baslarsiniz insanlari spiritüalizmle suclamaya baslarsiniz
                  bu iki uc her biri bir digerinin etkisi/tepkisi ile olusur
                  veya; orta yolu bulamamaktan olusur.
                  yani kuranda talim edilen itidalden uzaklasmaktan ibaret olur.

                  [/quote]

                  Allaha şükür ki bu söylediğiniz tehlikeye düşmemek için Kuran gibi bir rehberimiz var. Eğriyi doğruyu yazıyor gerekli konularda.

                  Yorum


                    #10
                    Ynt: Tevhid için tehlike - Fetişizm (Büyü ve Korku Dini)

                    o halde nasil oluyorda herseyi uc boyutlarda yorumluyorsunuz?
                    diger konuda kardesler güzel örnek vermisler hz.yakubun gözlerinin, hz. yusufun gömlegi ile acilmasi meselesi gibi mesela
                    simdi nasil oluyorda, ayetel kürsinin evladimi korumak icin bir vesile olmasi meselesini fetisizm gibi cirkin bir minvalde degerlendirmeye kalkisiyorsunuz?


                    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                    Yorum


                      #11
                      Ynt: Tevhid için tehlike - Fetişizm (Büyü ve Korku Dini)

                      [quote author=Apollonius link=topic=12393.msg75050#msg75050 date=1268394615]
                      [quote author=gulistan_2 link=topic=12393.msg75045#msg75045 date=1268393431]
                      2-FETİŞİZM (Büyü ve korku dini):

                      bu baslik yeterli degilmi
                      ve diger konuda ayetel kürsi ile alakali yazdiklarima bunlari cevaben yazdiginiza dair aciklamaniz
                      olaya verebileceginiz isim fetisizm olmus
                      nesini okuyayim
                      [/quote]

                      Ben kendim isim vermedim sevgili kardeşim,
                      O konu ile ilgili aradığım yazıyı bu başlıklı bir yazı içinde buldum.

                      Yazı Ferit Aydına aittir. Kendisi tasavvufun ne olduğunu anlamış ve elini eteğini çekmiş eski bir nakşibendi şeyhidir. Bende kitabı var oradan aldım yazıyı. Videolarını video sitelerinde görebilirsiniz youtube.com da falan.
                      [/quote]



                      Abi Allah razı olsun. Ferit Aydın'ı gerçektende çok severim. Videosunuda izledim, kitaplarıda çok güzel. Özellikle 2 saate yakın süren video sohbetini izlediğimde çok değerli bilgiler aldım.


                      Yahu Nakşibendiliği taa Hz Ebubekir(r.a)'e kadar dayandırıyorlar Ferit Aydın'da çok güzel açıklıyor.


                      Apollonius kardeşim savunduğunuz İslam doğru olan İslam'dır. Kur'ani bir İslam'dır.Onun için yürekten destekliyorum sizi.

                      Yorum

                      YUKARI ÇIK
                      Çalışıyor...
                      X