BİYOLOG VE ANTROPOLOGLAR, insanın atasını bulmak için yıllardır yoğun bir gayretin içerisindedirler. "Ne kadar yol alındı?" denirse, belki bir arpa boyu da de ğil. Hatta bazen bir adım ileri, iki adım geri atılıyor. Bu başa rısızlığın sebebi, büyük oranda kaynağa ulaşmak için tatbik edilen metodun yanlışlığından kaynaklanmaktadır. Yapılan iş, samanlıkta yüzüğünü kaybeden Nasreddin Hoca'nın, ay dınlık diye, onu sokakta aramasına benzemektedir. Zira da ha işin başlangıcında, şu peşin kabullerle yola çıkılır:
1— İnsan, anatomik yapısı itibariyle kendisine benzeyen, fakat daha basit karakterlere sahip bir canlıdan hasıl olmuş tur.
2— Bu geliş veya ortaya çıkışta, bir Yaratıcı işe karışma yacaktır. Yani, insan da dahil olmak üzere bütün canlılar, te sadüfen teşekkül etmiştir.
3—Canlıların hepsi, silsile halinde birbirinden meydana gelmiştir.
Bundan sonra yapılacak tek şey, yaşayan veya soyu tü kenmiş canlıların anatomik yapı itibariyle insana ne kadar benzediğini bulmaya kalmıştır. Böyle bir benzerlik, en çok maymunlar arasında kurulabilmektedir. Kurulan veya kuru lacak olan bu akrabalık bağının ne kadar geriye gideceği de, daha işin başında bellidir. Bu, yer yüzünde ilk defa ortaya çıktığı kabul edilen tek hücreli canlıya kadar geri götürüle cektir. Birbirini takip ettiği kabul edilen gruplarda benzerlik sağlanamıyorsa, bunlar arasında başka grupların yaşayıp za¬manla ortadan kalktığı var sayılacaktır.
Bu durumda, canlıların genetik yapısını tayin eden genle rin komple nasıl değişebileceğini sormamanız gerekir. Çünkü Genetik ve Moleküler Biyoloji bilimleri, bu noktada vize ver meyecektir.
Şu tip yasak soruları sormayı da asla düşünmeyin:
— Şeftali çekirdeği ile şeftali ağacı arasında,
— Gözümüz önünde yumurtadan çıkan civcivle yumurta arasında
— Döllenmiş insan yumurtası olan zigotla dokuz ay son raki bebek arasında anatomik yönden bir bağ kurmak müm kün müdür ki, insanın ceddinde böyle bir bağ aranıyor?
— Tavuk yumurtası da, insan yumurtası da tek hücre de ğil midir? Niçin yer yüzünde ilk teşekkül ettiğini var sayılan tek hücreye ulaşmak için zorlanılmaktadır?
Gerçi bunları sorsanız da bir cevap alamayacaksınız. Çün kü yüzük kaybolduğu yerde değil, başka tarafta aranmakta dır.
Böyle bir kabulle ile yola çıkanların sıkıntısı veya karşıla şacağı problem bir değil, belki binlerdir. Bugün yaşayan ve aynı tür içinde toplanan hayvanlar arasında bile pek büyük farklılıklar vardır. Numune olarak birkaçını verelim:
1- Kalıtım farkları: Göz rengi, boy ve belli bazı fizyolojik kabiliyetlerin farklılığı,
2- Yaş farkı: Böceklerde larva, pupa ve imago vs. dönem leri. Bu farklar bilinmezse, meselâ sivrisinek larvası Annelida (solucan) fîlumuna, ergin sivrisinek ise insecta (böcekler) sınıfina dahil edilebilir.
3- Erkek ve dişi arasındaki farklar: Yapı farklarından dolayı işçi arı bir cinse, erkek arı bir başka cinse dahil edilelebilir.1
4- Canlıların içinde yaşadığı ortamın tesiriyle husule gelen farklar: Meselâ beslenme bozuklukları, bazı kuşlarda yaz ve ilkbahar tüy renkleri gibi farkların bilinmemesi, canlı ları sınıflandırmada büyük hatalara sebep olur.
Eski devirlerde yaşamış canlılar arasında da benzer du rumların varlığı, ele geçen bir fosili sıhhatli değerlendirmenin ne kadar zor olduğunu ortaya koyar.
1— İnsan, anatomik yapısı itibariyle kendisine benzeyen, fakat daha basit karakterlere sahip bir canlıdan hasıl olmuş tur.
2— Bu geliş veya ortaya çıkışta, bir Yaratıcı işe karışma yacaktır. Yani, insan da dahil olmak üzere bütün canlılar, te sadüfen teşekkül etmiştir.
3—Canlıların hepsi, silsile halinde birbirinden meydana gelmiştir.
Bundan sonra yapılacak tek şey, yaşayan veya soyu tü kenmiş canlıların anatomik yapı itibariyle insana ne kadar benzediğini bulmaya kalmıştır. Böyle bir benzerlik, en çok maymunlar arasında kurulabilmektedir. Kurulan veya kuru lacak olan bu akrabalık bağının ne kadar geriye gideceği de, daha işin başında bellidir. Bu, yer yüzünde ilk defa ortaya çıktığı kabul edilen tek hücreli canlıya kadar geri götürüle cektir. Birbirini takip ettiği kabul edilen gruplarda benzerlik sağlanamıyorsa, bunlar arasında başka grupların yaşayıp za¬manla ortadan kalktığı var sayılacaktır.
Bu durumda, canlıların genetik yapısını tayin eden genle rin komple nasıl değişebileceğini sormamanız gerekir. Çünkü Genetik ve Moleküler Biyoloji bilimleri, bu noktada vize ver meyecektir.
Şu tip yasak soruları sormayı da asla düşünmeyin:
— Şeftali çekirdeği ile şeftali ağacı arasında,
— Gözümüz önünde yumurtadan çıkan civcivle yumurta arasında
— Döllenmiş insan yumurtası olan zigotla dokuz ay son raki bebek arasında anatomik yönden bir bağ kurmak müm kün müdür ki, insanın ceddinde böyle bir bağ aranıyor?
— Tavuk yumurtası da, insan yumurtası da tek hücre de ğil midir? Niçin yer yüzünde ilk teşekkül ettiğini var sayılan tek hücreye ulaşmak için zorlanılmaktadır?
Gerçi bunları sorsanız da bir cevap alamayacaksınız. Çün kü yüzük kaybolduğu yerde değil, başka tarafta aranmakta dır.
Böyle bir kabulle ile yola çıkanların sıkıntısı veya karşıla şacağı problem bir değil, belki binlerdir. Bugün yaşayan ve aynı tür içinde toplanan hayvanlar arasında bile pek büyük farklılıklar vardır. Numune olarak birkaçını verelim:
1- Kalıtım farkları: Göz rengi, boy ve belli bazı fizyolojik kabiliyetlerin farklılığı,
2- Yaş farkı: Böceklerde larva, pupa ve imago vs. dönem leri. Bu farklar bilinmezse, meselâ sivrisinek larvası Annelida (solucan) fîlumuna, ergin sivrisinek ise insecta (böcekler) sınıfina dahil edilebilir.
3- Erkek ve dişi arasındaki farklar: Yapı farklarından dolayı işçi arı bir cinse, erkek arı bir başka cinse dahil edilelebilir.1
4- Canlıların içinde yaşadığı ortamın tesiriyle husule gelen farklar: Meselâ beslenme bozuklukları, bazı kuşlarda yaz ve ilkbahar tüy renkleri gibi farkların bilinmemesi, canlı ları sınıflandırmada büyük hatalara sebep olur.
Eski devirlerde yaşamış canlılar arasında da benzer du rumların varlığı, ele geçen bir fosili sıhhatli değerlendirmenin ne kadar zor olduğunu ortaya koyar.
Yorum