Hürriyet’in koyu laikçi yazarı Özdemir İnce, geçenlerde “bebeklerin ahlakı”na dair üst üste iki yazdı. Hem ele aldığı mesele ilginçti, hem de onu yanlış anlama biçimi.
Konu, üç ay önce New York Times gazetesinde yayınlanan Paul Bloom imzalı “Bebeklerin Ahlaki Hayatı” başlıklı uzun makaleden açılmıştı. Yale Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olan Bloom, altı aylık bebekler üzerinde ilginç bir deney yapmıştı. Miniklerin karşısına üç tane figür konmuştu önce: Bir tanesi bir tepeye tırmanmaya çalışıyor, ikincisi ona yardım ediyor, üçüncüsü ise engel oluyordu.
Bebeklerin verdikleri tepkiler ise, ısrarla, “haksızlık” değil de “iyilik” yapan figürü onayladıklarını gösteriyordu.
Yani, “bebekler, ilkel de olsa bir adalet duygusuna sahip” idiler.
Peki bundan ne gibi bir felsefi sonuç çıkarılabilirdi?
Özdemir İnce, çıkara çıkara şunu çıkarmıştı:
“Bu ahlak duygusu Tanrı ve din inancı olmasaydı da, gündelik yaşam ve doğadan gelen deneyimlerle insan varlığının zihninde gelişirdi, gelişebilirdi.”
Yani, sanırsınız ki, bebeklerin ahlakı “Tanrı ve din inancı”nı zora sokmuştu.
Oysaki durum tam tersiydi. Çünkü eldeki sonuç, başta ünlü ateist Sigmund Freud olmak üzere seküler psikologların uzun zamandır savunduğu “insan, ahlaktan yoksun bir hayvan olarak hayata başlar” görüşünü yanlışlıyordu.
Bir başka deyişle, ahlakın sadece “toplumsal bir inşa” olmadığı, “vicdan” da dediğimiz bir “içgörü”ye dayandığı ortaya çıkıyordu.
Bu ise “Tanrı ve din inancı”nın aleyhinde değil, lehinde bir bulguydu. Nitekim Prof. Bloom, New York Times’taki makalesinde şöyle diyordu:
“Bazı bilim adamları içsel bir ahlaki duygunun varlığının çok önemli sonuçları olduğunu düşünüyor. Alfred Russel Wallace, 1869’da Darwin’e yazdığı mektupta insanlığın ‘yüksek ahlaki yeteneklerinin’ biyolojik evrim tarafından üretilemeyecek kadar zengin olduğunu yazmıştı. Birkaç yıl önce de kültürel yorumcu Dinesh D’Souza bu argümanı yineledi, ‘fedakârlık duygusu için Darwinistik bir rasyonalite olmadığını, bunun Tanrı’nın ruhlarımızdaki sesi olduğunu’ savundu. Wallace ve D’Souza gibi eleştirmenlerin genel argümanı ciddiye alınmalı. Günümüz insanının ahlakı, gerçekten de evrimin bize kazandırmış olabileceklerini aşıyor.”
Hoş, Bloom bu kabulden sonra Darwinistik açıklamada ısrar ediyor, bunu da bebeklerin ahlakının yetişkinlerinkinden daha sınırlı olduğundan yola çıkarak yapıyordu. Ama bu, zorlayıcı bir bulgu karşısında bir açıklama bulma çabasıydı.
Zaten ateizm-bilim ilişkisinde gelinen nokta, çoğunlukla bu yöndedir.
Konu, üç ay önce New York Times gazetesinde yayınlanan Paul Bloom imzalı “Bebeklerin Ahlaki Hayatı” başlıklı uzun makaleden açılmıştı. Yale Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olan Bloom, altı aylık bebekler üzerinde ilginç bir deney yapmıştı. Miniklerin karşısına üç tane figür konmuştu önce: Bir tanesi bir tepeye tırmanmaya çalışıyor, ikincisi ona yardım ediyor, üçüncüsü ise engel oluyordu.
Bebeklerin verdikleri tepkiler ise, ısrarla, “haksızlık” değil de “iyilik” yapan figürü onayladıklarını gösteriyordu.
Yani, “bebekler, ilkel de olsa bir adalet duygusuna sahip” idiler.
Peki bundan ne gibi bir felsefi sonuç çıkarılabilirdi?
Özdemir İnce, çıkara çıkara şunu çıkarmıştı:
“Bu ahlak duygusu Tanrı ve din inancı olmasaydı da, gündelik yaşam ve doğadan gelen deneyimlerle insan varlığının zihninde gelişirdi, gelişebilirdi.”
Yani, sanırsınız ki, bebeklerin ahlakı “Tanrı ve din inancı”nı zora sokmuştu.
Oysaki durum tam tersiydi. Çünkü eldeki sonuç, başta ünlü ateist Sigmund Freud olmak üzere seküler psikologların uzun zamandır savunduğu “insan, ahlaktan yoksun bir hayvan olarak hayata başlar” görüşünü yanlışlıyordu.
Bir başka deyişle, ahlakın sadece “toplumsal bir inşa” olmadığı, “vicdan” da dediğimiz bir “içgörü”ye dayandığı ortaya çıkıyordu.
Bu ise “Tanrı ve din inancı”nın aleyhinde değil, lehinde bir bulguydu. Nitekim Prof. Bloom, New York Times’taki makalesinde şöyle diyordu:
“Bazı bilim adamları içsel bir ahlaki duygunun varlığının çok önemli sonuçları olduğunu düşünüyor. Alfred Russel Wallace, 1869’da Darwin’e yazdığı mektupta insanlığın ‘yüksek ahlaki yeteneklerinin’ biyolojik evrim tarafından üretilemeyecek kadar zengin olduğunu yazmıştı. Birkaç yıl önce de kültürel yorumcu Dinesh D’Souza bu argümanı yineledi, ‘fedakârlık duygusu için Darwinistik bir rasyonalite olmadığını, bunun Tanrı’nın ruhlarımızdaki sesi olduğunu’ savundu. Wallace ve D’Souza gibi eleştirmenlerin genel argümanı ciddiye alınmalı. Günümüz insanının ahlakı, gerçekten de evrimin bize kazandırmış olabileceklerini aşıyor.”
Hoş, Bloom bu kabulden sonra Darwinistik açıklamada ısrar ediyor, bunu da bebeklerin ahlakının yetişkinlerinkinden daha sınırlı olduğundan yola çıkarak yapıyordu. Ama bu, zorlayıcı bir bulgu karşısında bir açıklama bulma çabasıydı.
Zaten ateizm-bilim ilişkisinde gelinen nokta, çoğunlukla bu yöndedir.
Yorum