Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Dahi ve Dindar (Isaac Newton)

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: Dahi ve Dindar (Isaac Newton)

    Genel açıklama

    Burgaçlar hipotezi birçok güçlük tarafından sıkıştırılmaktadır.Her gezegen Güneş’e çizilen bir yarıçap ile taradığı alan ile geçen zaman arasında bir orantı ile betimlenebilir, burgaçların çeşitli parçalarının periyotları Güneş’ten olan uzaklıklarının ikinci kuvveti oranını izlemelidir; fakat gezegenlerin periyot süreleri Güneş’ten uzaklıklarının üç bölü ikinci kuvveti oranını bulmaktadır; burgacın parçalarının periyot süreleri, uzaklıklarının üç bölü ikinci kuvveti ile doğru orantılı olmalıdır. Daha küçük burgaçlar Satürn, Jüpiter ve diğer gezegenler etrafındaki daha küçük dönüşlerini devam ettirebilirler ve Güneş’in daha büyük burgacı etrafında sessizce ve rahatsız edilmeden yüzebilirler, Güneş’in burgacının parçalarının periyot sürelerinin eşit olmaları gerekir; fakat Güneş’in ve gezegenlerin burgaçlarının hareketine tekabül etmesi gereken kendi eksenleri etrafındaki dönüşleri, bu oranlardan çok daha fazla azalmaktadır. Kuyruklu yıldızların dönüşleri aşırı derecede düzenlidir ve gezegenlerle aynı yasaların hükmüne tabidirler ve hiçbir şekilde burgaçlar hipotezi ile açıklanamazlar; zira kuyruklu yıldızlar epeyce tuhaf hareketlerle ayrım yapmaksızın göklerin tüm bölgelerine, burgaç kavramı ile bağdaşmayan bir özgürlükte taşınmaktadırlar. Havamızda atılan cisimler, hava dışında bir dirençle karşılaşmazlar. Bay Boyle’un vakumunda yaptığı gibi havayı çıkartın ve direnç kaybolacaktır.
    Zira bu boşlukta bir parça ince tüyle, bir parça katı altın aynı hızlarla düşmektedirler. Ve bu, benzer bir mantık sonucunda, Dünya atmosferi üstündeki göksel uzaylar için de geçerli olmalıdır; devinmelerine direnecek hava olmayan bu uzaylarda bütün cisimler en büyük özgürlükle hareket edeceklerdir ve gezegenlerle kuyruklu yıldızlar tür ve konumları ile verilen yörüngelerdeki dönüşlerini yukarıda açıklanan yasalara göre devam ettirecektir. Fakat bu cisimler sadece yerçekimi yasaları sonucunda yörüngelerinde kalmayı sürdürseler de, yine de hiçbir biçimde ilkin bu yörüngelerinin düzenli konumlarını bu yasalarının kendilerinden çıkarsamış olamazlar.


    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

    Yorum


      #17
      Ynt: Dahi ve Dindar (Isaac Newton)

      Altı ana gezegen Güneş etrafında, Güneş merkezli dairesel yörüngelerde, aynı hareket yönünde ve hemen hemen aynı düzlemde dönerler. On uydu Dünya, Jüpiter ve Satürn merkezli dairesel yörüngelerde, aynı hareket yönünde, hemen hemen aynı düzlemde dönerler. Ve tüm bu düzgün hareketlerin kökeni mekanik nedenler olamaz, zira kuyruklu yıldızlar eksantrik yörüngelerde serbestçe ve göklerin her tarafına hareket ederler. Ve böyle bir hareketle kuyruklu yıldızlar hızlıca ve kolayca gezegenlerin yörüngelerinden geçerler; ve daha yavaş oldukları
      ve uzun zaman harcadıkları afeliyonlarında, birbirlerini mümkün olduğunca az çekmek amacıyla birbirlerinden mümkün olan en büyük uzaklıktadırlar. Bu en zarif Güneş, gezegenler ve kuyruklu yıldızlar sistemi zeki ve güçlü bir varlığın tasarımı ve egemenliği olmadan ortaya çıkamazdı. Ve eğer sabit yıldızlar da benzer sistemlerin merkezleriyseler, onlar da benzeri bir tasarımla inşa edilmiş olacaklar ve Bir’in egemenliğine tabi olacaklardır, özellikle sabit yıldızların ışığı Güneş’in ışığı ile aynı doğadan olduğu için ve bütün sistemler birbirine ışık gönderdiği için. Ve böylece sabit yıldızların sistemleri birbirlerine yerçekiminden dolayı düşmezler. O onları birbirlerinden çok büyük uzaklıklara yerleştirmiştir.

      O her şeye hükmeder, sadece Dünya ruhu olarak değil, fakat her şeyin Rabbi olarak. Ve hâkimiyeti yüzünden o Rab Tanrı, Pantokrator (evrensel yönetici) olarak isimlendirilir. Zira “tanrı” görece bir kelimedir ve hizmetkârlarla ilişkilidir ve tanrılık vasfı Tanrı’nın egemenliğidir, fakat bu egemenlik Tanrı’nın Dünya’nın ruhu olduğunu sananların düşündüğü gibi kendi vücudu üzerinde değil, hizmetkârları üzerindedir. Yüce Tanrı ezeli ve ebedi, sonsuz ve kesinlikle mükemmel bir varlıktır; fakat bir varlık ne kadar mükemmel olursa olsun,
      hâkimiyetsiz Rab, Tanrı olamaz. Çünkü biz benim Tanrım, senin Tanrın, İsrail’in Tanrısı, Tanrı’ların
      Tanrısı, Rab’lerin Rabbi deriz, fakat biz benim ezeli ve ebedim, senin ezeli ve ebedin, İsrail’in ezeli ve
      ebedisi, tanrıların ebedi ve ezelisi demeyiz; ya da benim sonsuzum, benim mükemmelim de demeyiz.

      Bu unvanlar (ezeli ve ebedi, sonsuz, mükemmel) hizmetkârlarla ilişkili değillerdir. “Tanrı” kelimesi
      her tarafta “rab” anlamında kullanılır, fakat her rab, tanrı değildir. Bir ruhani varlığın egemenliği tanrıyı
      teşkil eder, gerçek bir egemenlik gerçek bir tanrıyı teşkil eder, yüce bir egemenlik yüce bir tanrıyı, hayali bir egemenlik hayali bir tanrıyı. Ve gerçek egemenlikten, gerçek Tanrı’nın yaşayan, zeki ve güçlü olduğu; diğer mükemmelliklerinden de O’nun yüce ya da mümkün olan en mükemmel olduğu sonucu çıkar. O ebedi ve ezelidir, her şeye kadir ve her şeyi bilendir, diğer bir deyişle sonsuzdan, ezelilikten ebediliğe sürmektedir, sonsuzdan sonsuza uzanır, her şeyi yönetir, olan ve olabilecek her şeyi bilir.

      O, ebedilik ve ezelilik ile sonsuzluk değildir, O ebedi, ezeli ve sonsuzdur, O zaman ya da uzay değildir, fakat O süreklidir ve hâlihazırdır. O her zaman daimidir ve her yerde hâlihazırdır. Mekândaki herhangi bir parçacık daim ve her bölünmez zaman anı her yerde olduğundan, kesinlikle her şeyin yaratıcısı ve rabbi hiçbir zaman ve hiçbir yer’de olamaz.


      Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

      Yorum


        #18
        Ynt: Dahi ve Dindar (Isaac Newton)

        Her bilinçli ruh, değişik zamanlarda ve değişik duyu organları ve hareketlerde, aynı bölünmeyen kişidir. Zamanda ardışık olan ve uzayda bir arada bulunan parçalar vardır, fakat Tanrı’nın düşünen özü şöyle dursun, bunlardan hiçbiri insanın kişiliğinde ya da onun düşünen ilkesinde yoktur. Her insan, duyuları olan bir varlık olduğu sürece, tüm hayatı boyunca tüm duyu organları ile bir ve aynı kişidir. Tanrı birdir ve her zaman ve her yerde aynı Tanrı’dır. O her yerde ve her zamanda sadece sanal olarak değil aynı zamanda öz olarak var olandır; zira etki özü gerektirir. O’nda her şey O’ndadır ve O’nda hareket eder, fakat Tanrı cisimlerin deviniminden etkilenmez, cisimler Tanrı’nın her yerde bulunuşundan hiçbir direnç görmezler.

        Yüce Tanrı’nın zorunlu olarak var olduğu kabul edilmiştir ve bu zorunluluktan dolayı O her zamandadır ve her yerdedir. Bundan O’nun tamamının O’nun gibi olduğu sonucu çıkar, O bütünüyle gözdür, bütünüyle kulaktır, bütünüyle beyindir, bütünüyle koldur, bütünüyle duyunun, anlamanın ve etkilemenin gücüdür, fakat insani olmayan bir şekilde, bedeni olmayan bir şekilde, tamamıyla bizim bilmediğimiz bir şekilde. Kör adamın renkler hakkında hiçbir fikri olmadığı gibi, aynı şekilde bizim de en bilge Tanrı’nın her şeyi nasıl algılayıp anladığı hakkında fikrimiz yoktur. O tamamen bedenden ve bedeni şekillerden yoksundur ve bundan dolayı O görülemez, duyulamaz ve dokunulamazdır, aynı şekilde ona bedeni bir varlıkmış gibi tapılmamalıdır. O’nun nitelikleri hakkında bilgimiz vardır, ama bizim herhangi bir şeyin özü hakkında kesinlikle hiçbir fikrimiz yoktur. Biz cisimlerin sadece renk ve şekillerini görürüz, biz onların sadece sesini duyarız, biz sadece onların dış yüzeylerine dokunuruz,
        biz sadece onların kokusunu koklarız ve sadece tadını tadarız. Tanrı’nın özü hakkında bir fikrimiz olması şöyle dursun, en içteki maddeyi bilebilmemizi sağlayacak ne direkt bir algımız ne de dolaylı bir etkimiz vardır. Biz O’nu sadece özellikleri ve sıfatları ve cisimlerin en mükemmel yapıları ve onların nihai nedenleri ile biliriz ve mükemmelliklerinden dolayı O’na gıpta ederiz; fakat biz O’na hâkimiyeti yüzünden saygı duyarız ve taparız. Zira biz O’na kullar gibi taparız ve hâkimiyeti, takdir-i ilahisi ve nihai nedenleri olmayan tanrı, kader ve doğadan başka bir şey değildir. Her zaman ve her yerde aynı olan kör metafiziksel mecburiyetten cisimlerin hiç-
        bir değişimi doğamaz. Yaratılan cisimler arasındaki tüm çeşitlilik, hepsinin yeri ve zamanı, ancak mecburi olarak var olan bir varlığın iradesi ve düşüncesi sonucu ortaya çıkmış olabilir. Fakat Tanrı’nın gördüğü, duyduğu, konuştuğu, güldüğü, sevdiği, nefret ettiği, istediği, verdiği, aldığı, kızdığı, kavga ettiği, inşa ettiği, şekillendirdiği, kurduğu mecazi olarak söylenir. Zira Tanrı hakkındaki tüm konuşmalarımız insani benzetmelerden türetiliyor, bu da mükemmel olmamakla birlikte yine de bir çeşit benzetmedir. Bu bizim Tanrı hakkındaki tartışmamızı tamamlıyor ve Tanrı’yı fenomenlerden çıkarsamak şüphesiz doğa felsefesinin işlerinden biridir.


        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

        Yorum


          #19
          Ynt: Dahi ve Dindar (Isaac Newton)

          Buraya kadar göklerdeki ve denizlerimizdeki görüngüleri yer çekimi kuvveti yoluyla açıkladık,
          ancak henüz bu gücün nedenini belirtmedik. Bunun, kuvvetinde en ufak bir azalmaya uğramaksızın, Güneş’in ve gezegenlerin merkezlerinin içine nüfuz eden bir nedenden ileri gelmesi gerektiği kesindir; bu kuvvet üzerinde etkili olduğu parçacıkların yüzeylerinin niceliğine göre değil (mekanik nedenlerin yaptıkları gibi), fakat kapsadıkları katı madde niceliğine göre işler ve bu etkisini her yöne, engin uzaklıklara, uzaklığın karesi ile ters orantılı olarak azalarak yayar. Güneş’e doğru yer çekimi Güneş’in cismini oluşturan bağımsız parçacıklara
          doğru yerçekimlerinden oluşur ve Güneş’ten uzaklaştıkça, Satürn’ün yörüngesine kadar uzanan gezegenlerin günötelerinin sükûnetinden, hatta kuyruklu yıldızların en uzak günötelerinden, eğer bu günöteler de sükûnette iseler, anlaşılacağı gibi hassas bir biçimde uzaklıkların kareleri ile ters orantılı olarak azalır. Fakat şimdiye dek yerçekiminin bu özelliklerinin nedenini görüngülerden keşfetmeyi başaramadım ve ben bir hipotez uydurmayacağım. Zira görüngülerden çıkarsanamayan her şeye hipotez denilmelidir ve hipotezlerin ister metafiziksel ister fiziksel olsun, ister okült ister mekanik niteliklerde olsun, deneysel felsefede yeri yoktur. Bu felsefede tikel önermeler görüngülerden çıkarsanır ve daha sonra tümevarım yolu ile genelleştirilirler. Cisimlerin nüfuz edilmezliği, devingenliği ve itici kuvveti ve hareket ile yerçekimi yasaları bu şekilde keşfedilmiştir. Ve bizim için yerçekiminin gerçekten var olması ve açıkladığımız yasalara göre davranması
          yeterlidir ve yerçekimi göksel cisimlerle denizimizin tüm hareketlerini açıklamak için gerektiği gibi
          hizmet eder.

          Ve şimdi kesinlikle en gizli, bütün cisimlere yayılan ve içlerinde gizlenen Ruh hakkında bir şeyler ekleyebiliriz ve bu Ruh’un kuvveti ve eylemi aracılığı ile cisimlerin parçacıkları yakın mesafede birbirlerini çekerler ve eğer bitişikseler birbirlerine tutunurlar ve elektriksel cisimler komşu zerrecikleri çekerek ya da iterek daha büyük uzaklıklara etki ederler; ve ışık yayılır, yansır, kırılır, saptırılır ve cisimleri ısıtır ve tüm duyum uyarılır ve hayvan vücudunun tüm parçaları istencin emriyle hareket ederler, diğer bir deyişle, bu Ruh’un sinirlerin katı lifleri boyunca dış duyu organlarından beyne ve beyinden kaslara karşılıklı yayılan titreşimleriyle hareket ederler. Fakat bunlar birkaç sözcükle açıklanamayacak şeylerdir ve elektriksel ve elastik ruhun çalışmasını sağlayan yasaların doğru belirlemesini ve gösterimini sağlamak için gereken yeterlilikte deneylerimiz de yoktur.


          Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

          Yorum


            #20
            Ynt: Dahi ve Dindar (Isaac Newton)

            Metin hakkında açıklamalar
            •••
            Newton’un Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica (Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri) kitabı tüm zamanların en önemli bilimsel eseridir. Bu kitapta Newton, klasik mekaniğin, fiziğin temel teorisinin temellerini atmıştır. Newton’un bu kitapta geliştirdiği fiziği kullanarak neredeyse bugün yararlandığımız bütün teknolojiyi inşa ettik. Bizi Ay’a götüren roketler ve hesaplar bile bu kitapta geliştirilen fizik sayesinde yapılmıştı. Newton bu devrim yaratan eserin 1713 yılında yayımlanan ikinci baskısına fiziğindeki gizli felsefi
            sonuçları açıklayacağı “Genel Açıklama” adı altında bir son söz ekledi. İşte yukarıdaki metin bu “Genel Açıklama”nın tamamının tercümesidir.

            “Genel Açıklama” anlaşılması zor bir metindir.
            Bunun iki temel nedeni vardır, birincisi Newton bu metinde üçlemeyi eleştiriyor ve başını belaya sokmamak için bunu üstü kapalı bir şekilde yapmaya çalışıyor. İkincisi önsözde de bahsettiğimiz gibi Newton insanları sıradan ve özel insanlar olarak iki sınıfa ayırıyor ve metinlerde bilginin sıradan insanlardan saklanması amacı ile kodlanarak verildiğini, verilmesi gerektiğini savunuyordu. İşte “Genel Açıklama”yı bu mantıkla yazıldığı için anlamak kolay değildir ve hâlâ belli noktaları karanlıktadır. Biz burada birkaç konuya açıklık getirmeye çalışacağız, yoksa metni tamamen açıklama iddiasında değiliz.
            Şimdi bu metne göz atalım.

            3. Paragraf ve 4. Paragraf:
            Newton burada bizi Tanrı’nın varlığına götürecek “Tasarım Argümanı”nı savunmak için ön hazırlık yapıyor. O dönemlerdeki dindar filozoflar ve bilim adamları -mesela Descartes- felsefelerine Tanrı’nın varlığını aksiyom, yani varsayım olarak kabul ederek başlarlardı. Newton onlardan farklı bir metot izleyerek insanın bilimde kullandığı tümevarım yöntemini kullanarak Tanrı’nın varlığına ulaşabileceğini savunuyordu. İşte bu nedenlerden ötürü, Newton, bu metne Tanrı’nın varlığı ile başlamak yerine tasarım delili ile başlayıp Tanrı’nın var olduğunu çıkarsamayı tercih ediyor. Yukarıda da açıkça söylediği gibi gezegenlerin iyi tanımlanmış yörüngelerde ve aynı yönde hareket etmeleri mekanik yasalarla açıklanamaz.
            Newton’a göre bu düzenin arkasında mekanik yasalar olmadığına göre bir zekâ ve irade olmak zorundadır. Fakat Newton bununla da yetinmek istemiyor ve Tanrı’nın Evren’i yaratmakla kalmayıp onu hâlâ yönettiğini göstermek amacıyla ikinci bir argüman daha geliştiriyor ve yıldızların Tanrı tarafından düzenli bir uzaklıkta tutulmadıkları takdirde birbirlerine düşüp yok olacaklarına işaret ediyor


            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

            Yorum


              #21
              Ynt: Dahi ve Dindar (Isaac Newton)

              4. Paragrafta Tanrı’ya “Bir” diye seslenerek onun birliğine işaret ettiğine dikkatinizi çekeriz.
              Newton’un bu metninin taslak halindeki versiyonlarına baktığımız zaman bu “Bir” kelimesinin üçlemeyi eleştirmek amacı ile kasıtlı konulduğunu görüyoruz. Newton, bütün yıldız sistemlerinin bizimki gibi olacağını iddia ederek tüm Evren’in aynı Tanrı ve kişilik tarafından inşa edildiğine dikkat çekiyor.
              Bu önemlidir zira Newton, Evren’in her tarafının aynı şekilde inşasının tek kişilikli tek bir Tanrı’ya
              işaret etmesinin üçlemeyle uyuşmadığına inanmaktadır.

              5. Paragraf: Bu bölüm metnin en can alıcı bölümüdür. Geçen bölümde Tanrı’ya varan Newton bu
              bölümde inandığı Tanrı’nın filozofların ya da deistlerin tanrısı olmadığını, dinî nitelikleri olan bir Tanrı olduğunu ortaya koyuyor. Newton’a göre Tanrı, Evren’i aktif bir biçimde yönetmektedir, metinde kullanılan Pantokrator kelimesi Tanrı’nın sıfatlarından biridir ve İncil’de Esinlenmeler bölümünde dokuz kere geçer. Bu sıfatın seçilmesi önemlidir, zira Pantokrator sıfatı İncil’de sadece Baba’ya hitaben kullanılır, dolayısı ile bu kullanımdan Evren’in Tanrı’sının Baba olduğunu anlıyoruz, yani üçlemedeki Baba, Evren’in gerçek Tanrı’sıdır. Pantokrator sıfatının modern Hıristiyanlar tarafından İsa’ya atfediliyor olması çok ilginçtir, zira İncil’de İsa’ya Pantokrator sıfatı verilmemekte, bu sıfat sadece Baba’ya layık görülmektedir. Newton, burada, geçen bölümde göz attığımız metinde yaptığı gibi Tanrı kelimesinin mutlak ve görece manada kullanılabileceğine dikkat çekiyor. Bu da üçlemeye bir göndermedir, zira İncil’de bazı yerlerde İsa’ya Tanrı diye seslenilmektedir. Newton’a göre bu “tanrı” kelimesinin yüceltmek amacıyla kullanılan görece versiyonudur, ki aynı zamanda İncil’de İsa dışındaki kişiler için de kullanılır. Newton’un Tanrı’ya atfettiği Benim Tanrım, İsrail’in Tanrısı, Tanrıların Tanrısı gibi sıfatlar İncil’den alıntıdır


              Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

              Yorum


                #22
                Ynt: Dahi ve Dindar (Isaac Newton)

                6. Paragraf: Newton bu paragrafta üçlemeye iki itirazda daha bulunuyor. Öncelikle kişilerin bölünemeyeceğini söylüyor. Bilindiği gibi üçlemeyi savunanlar Tanrı’nın üç kişiye bölündüğünü iddia ediyorlar. Kişilerin bölünmeyeceğine inanan Newton, bu şekilde Tanrı’nın da birkaç kişiliğe bölünemeyeceğini ima ediyor. İkinci itiraz, Tanrı’nın her zaman ve her yerde aynı olmasıyla ilgilidir. Üçlemeye göre Tanrı bazı yerlerde ve zamanlarda İsa, bazı yer ve zamanlarda Baba olarak gözüküyor. İşte Newton, Tanrı’nın her zaman ve her yerde aynı olduğunu vurgulayarak üçlemeye gizlice karşı çıkmaktadır.

                6. Paragrafın son cümlesi ise yerçekiminin arkasında Tanrı’nın olabileceği hissini uyandırıyor.

                7. Paragraf: Bu bölümde Newton, Tanrı’nın bedeninin olamayacağını söyleyerek üçlemeyi reddettiğini daha net ortaya koyuyor. Hatta Tanrı’ya yakıştırdığımız insani özelliklerin bile dolaylı oldukları, gerçeği tam yansıtmadıkları vurgulanarak İsa’nın Tanrı olamayacağı açıkça ortaya konuluyor. Newton, paragrafın sonunda Tanrı’nın bilimin bir parçası olması gerektiği konusunda bizi uyarıyor.


                Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                Yorum


                  #23
                  Ynt: Dahi ve Dindar (Isaac Newton)

                  Gerçek Din’in Kısa Bir Planı
                  (Isaac Newton)
                  •••
                  Din kısmen temel ve değişmez, kısmen de tesadüfî ve değişkendir. İlk din Adem, İdris, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve bütün azizlerin dinidir ve iki kısımdan oluşur, bizim Tanrı’ya karşı olan görevimiz ve insanlara karşı olan görevimiz, diğer
                  bir deyişle takva ve dürüstlük, takvaya ben burada Tanrı’ya adanma ve insaniyetlik diyeceğim.
                  Tanrı’ya Adanma HakkındaTanrı’ya adanmak, Tanrı’yı bilmek, O’nu sevmek ve O’na tapmaktan oluşur. İnsaniyetlik insanlara
                  karşı sevgi, dürüstlük ve iyi niyetten oluşur. Rabbi, senin Tanrı’nı, bütün kalbinle, bütün ruhunla ve bütün aklınla sevmelisin: bu ilk ve en önemli emirdir, ikincisi de komşunu kendini sevdiğin gibi sevmelisin. Bütün yasa ve peygamberler bu iki emre bağlıdır. (Matta 22) On Emrin ilk dört emrinde birincisi, son altı emrinde de ikincisi emredilmiştir.


                  Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                  Yorum


                    #24
                    Ynt: Dahi ve Dindar (Isaac Newton)

                    Ateizm Hakkında


                    İlkinin karşıtı beyan olarak ateizm, pratik olaraksa putperestliktir. Ateizm insanlık için o kadar anlamsız ve iğrençtir ki hiçbir zaman fazla savunucusu olmamıştır. Bütün kuşların, hayvanların ve insanların sağ ve sol taraflarının aynı olması (bağırsakları hariç) ve sadece iki gözlerinin olması ve yüzlerinin iki tarafında başka göz olmaması, kafalarının iki tarafında sadece iki kulak olması ve burunlarında sadece iki delik olması, göz arasında başka hiçbir deliğin olmaması ve burnun altında bir ağız olması ve iki ön ayak veya iki kanat veya omuzlarında iki el olması ve bir kalçanın biri bir tarafında diğeri diğer tarafında iki ayak olması ve daha fazla olmaması tesadüfen olabilir mi? Hepsinin dış şeklindeki bu düzen bir Sanatçı’nın gaye ve düzenlemesi olmadan nasıl ortaya çıkmış olabilir? Her türlü canlının gözlerinin köküne kadar transparan olması ve gözlerin vücutta, dış tarafında katı transparan deriler olan ve transparan sıvılarla dolu ortada kristal lens olan ve lensin önünde bebeği olan tek yer olması, hem de hepsinin görmeyi olanaklı kılacak düzgün şekle sahip olması, hiçbir Sanatçı’nın onları tamir edememesi neye bağlanacaktır? Kör şans, ışığın var olduğunu ve onun kırılmasını biliyor muydu ve bütün varlıkların gözlerini bunu garip bir biçimde kullanacak şekilde mi düzenledi? Bu ve bunun benzeri düşünceler her zaman insanoğlunu her şeyi yaratan, her şeye gücü yeten ve o yüzden korkulması gereken bir varlığın olduğuna ikna etmiştir ve her zaman ikna edecektir


                    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                    Yorum


                      #25
                      Ynt: Dahi ve Dindar (Isaac Newton)

                      Putperestlik Hakkında

                      Putperestlik daha tehlikeli bir suçtur, çünkü kralların otoritesi buna eğilimlidir ve çok yanıltıcı gösterişlerle insanlığa bunu ima ederler. Kralların ölü atalarının gördükleri hürmete zaafları vardır: Kahramanların ve azizlerin ruhuna hürmet etmek ve onların bizi duyup bize yardım edebileceklerine inanmak ve onları Tanrı ile insan arasında aracı olarak görmek ve onların onuruna ve hatırasına adanmış heykel ve tapınaklarda yaşamak ve genellikle orada eylemde bulunmak mantıklı gözükür. Ve bu, dinin en önemli kısmına aykırı olduğu için kutsal kitaplarda ayıplanmış ve bütün suçların en iğrenci ilan edilmiştir. Günahın birinci yönü gerçek Tanrı’ya karşı olan hizmeti ihmal etmektir. Zira biri sahte tanrılara ne kadar fazla zaman ve özveri harcarsa, gerçek Tanrı’ya o kadar az harcayabilir. İkincisi, sahte ve taklit tanrılara, yani hayalet ve ölü insanların ruhlarına ya da senin dualarını duyabiliyormuş, sana iyilik veya kötülüğü dokunacakmış taklidi yaparak tanrıların haline getirdiklerine hizmet etmek, onlara korunma ve kutsanmak için dua etmek ve onlara güvenmektir, ki onlar sahte tanrılardır zira senin onlara atadığın ve onlarda olduğuna inandığın güçlere sahip değildirler. Onları Dij, kısmi tanrılar, azizler ya da başka bir adla çağırmanız önemli değildir. Onlara böyle güçler yüklemek ve putperestlerin tanrılarına yükledikleri güveni yüklemekle siz onları birinci emirde yasaklanan ve putperestlerin tapındıkları tanrılar haline getirirsiniz. Aziz Paul bize putperestlerin taptıkları tanrıların Tanrı olmadığını söyler. Onun bize söylemek istediği şey onların sonsuz, ebedi, her şeye kadir, her şeyi bilen varlıklar olmadığı değildir (zira putperestler bile onların böyle olduklarını düşünmezlerdi), fakat onun dediği şey onların putperestlerin dediği tanrılar olmadıklarıydı, onlar putperestlerin düşündüğü özelliklere sahip tanrılar değillerdi. Yani zeki, onlara tapanları görüp duyan ve onlara iyilik ya da kötülük yapabilecek ruhlar değillerdi. Ölü insanların ruhlarına böyle güçler atfetmek havarilerin kınadığı şeytanların ya da iblislerin öğretisidir


                      Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                      Yorum


                        #26
                        Ynt: Dahi ve Dindar (Isaac Newton)

                        Metin Hakkında Açıklamalar
                        •••
                        Buradaki metin Keynes Ms. 7 olarak kodlanan 3324 kelimelik ve 4 sayfalık, ismi tam okunmayan ama muhtemelen “Gerçek Dinin Kısa Bir Planı” olan makaleden alınmıştır. Newton’un bu makaleyi 1710 yılından sonra kaleme aldığı tahmin edilmektedir. Size sunduğumuz kısmın devamında putperestlik incelemesini sürdüren Newton, son olarak da insaniyetliği ele alıyor ve dinin ikinci emri olduğunu iddia ettiği komşumuzu kendimiz gibi sevme prensibinin ne anlama geldiğini açıklamaya çalışıyor.


                        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                        Yorum


                          #27
                          Ynt: Dahi ve Dindar (Isaac Newton)

                          Son Söz
                          •••
                          Özellikle geçen yüzyılda popülerleşen bir iddiaya göre bilim ve din birbirine düşman iki dünya görüşüdür. Bu iddia yaşadığımız yüzyılda Dawkins başta olmak üzere çeşitli biyologlar tarafından daha da körüklenmiştir. Bu kişilere göre bilim, Tanrı’yı devre dışı bırakmış, gereksiz bir hipotez haline getirmiştir. Onlar Tanrı’yı gereksiz görmekle kalmaz, dinlerin bilime tehdit oluşturdukları gerekçesi ile yok edilmesi gerektiğini savunurlar.

                          Bu görüşü savunanlar, doğa ve fizik yasaları dışında bir varlık ya da gerçeklik olduğunu reddederler ki bu “doğalcılık” olarak bilinen dünya görüşüdür. Felsefeye aşina olmayan insanların yaptığı hata -ki bilimle dinin çatıştığını savunan çoğu kişi bu hataya düşmektedir- doğalcılıkla bilimi birbirine karıştırmaktır.

                          Doğa ve fizik yasaları dışında hiçbir gerçeklik olmadığı iddiası, en az dinî iddialar kadar metafiziksel bir iddiadır. Bu iddiayı deneysel olarak doğrulamak ya da yanlışlamak mümkün değildir. Dolayısı ile “Doğa dışında hiçbir şey yoktur” iddiası bilimsel bir iddia değildir. Doğalcılık ile dinlerin birbiriyle çatışma halinde olduğu doğrudur. Ancak asıl sorulması gereken soru “Bilim, dinle çatışır mı?” olmalıdır. Doğalcılık mı, din mi bilimle daha büyük bir uyum içerisindedir? Bilim, din için önemli midir?
                          Şimdi bu sorulara cevap arayalım.


                          Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                          Yorum


                            #28
                            Ynt: Dahi ve Dindar (Isaac Newton)

                            Doğalcılığın bilime getirdiği sınırlamalar

                            Bilimin dinle ve doğalcılıkla olan ilişkisine göz atmadan önce kısaca bilimin tanımını yapalım. Bilim, yaşadığımız Evren ile ilgili gerçekleri, deneysel verileri sistematik bir biçimde inceleyerek bulmayı amaçlayan disiplindir (Buradaki tanıma matematik veya mantık gibi biçimsel bilimler dâhil değildir.

                            Bu bölümde bilimden anladığımız şey fizik, kimya, sosyoloji, tarih gibi ampirik bilimlerdir). Dolayısı ile bilimin iki temel özelliği vardır. Bilim, ilk olarak, dış dünyayla ilgili gerçekleri bulmayı amaçlar, ikincisi de bunu ampirik yöntemlerle yapar. Bilim bu haliyle “doğa dışı” ile ilgili herhangi bir yorum yapmaz. Ancak ona doğalcılık gömleğini giydirdiğimiz zaman, bilime “Doğa dışında hiçbir şey yoktur” varsayımını dayatmış oluruz. İlk bakışta çok masum görünen bu varsayım, bilime ciddi sınırlamalar getirmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bilimin amacı gerçeği bulmaktır ve eğer doğaüstünü bilimden dışlarsak ve eğer Evren’de de böyle doğa dışı nedenlerden ortaya çıkan olgular varsa bilim hiçbir zaman bu gerçeklere ulaşamayacaktır.

                            Dolayısı ile bilime doğalcılığı dayatmak, onun ulaşabileceği alanları kısıtlamak demektir. Bunu daha iyi anlamak için şöyle bir örnek verelim. Diyelim ki çok önemli bir siyasetçi ölüyor, doktorlar da adamın öldüğü konusunda hemfikir oluyorlar. Ancak odada bulunan biri, siyasetçiyi dirilteceğini söylüyor ve elini adama koyar koymaz ölü siyasetçi diriliyor. Odada siyasetçinin biyografisini yazan bir tarihçi de var. Şimdi tarihçi bu olayı eserine nasıl aktarmalıdır? Olay doğaüstü gözüküyor diye olayı görmezden mi gelmelidir? Tarih, doğaüstü şeylere yer veremez diye yaşananları kitabına koymamalı mıdır? Yoksa tarafsızlığını bozup olayı başka türlü mü yansıtmalıdır? Peki ya odadaki doktorlar? Onlar bu adamın hayata döndüğü gerçeği bilindik doğal süreçlerle açıklanamıyor diye yaşananları görmezden mi gelmelidirler? Adamın yaşadığı gerçeğini raporlarına düşmeleri uygun olur mu? Tabi ki uygun olur, tarihçi olayı tabi ki tarafsızca yazmalıdır. Çeşitli felsefi görüşleri gerçekle bilim arasına koymak çok yanlış bir yaklaşımdır. Tabi ki doğaüstü bir şey olmayabilir, tabi ki yaşadığımız Evren dışında bir şey olmayabilir ama bırakalım da bunlara bilim cevap versin. Orta Çağ’da İncil’e dayanarak bilime sınırlama getirenleri eleştiren doğalcıların, kendi felsefi görüşleriyle bilime sınırlama getirmeleri şaşırtıcıdır. Bu çok “masum” bir sınırlama gibi gelebilir, ama tarih boyunca böyle birçok “masum” sınırlama bilimin ilerlemesine engel olmuştur.

                            Geçen yüzyılda kendilerini bilimin savunucusu olarak gören mekanik materyalistler bilimin sadece mekanik nedenleri incelemesi gerektiği savunuyorlardı. Onlara göre Evren mekanik olduğu için bu “masum” ve gerçekçi bir varsayımdı, “bilimsel” yaklaşımdı. Ancak kuantum teorisi mekanik olmayan, sebeplerin sonuçları mecbur etmediği bir Evren tablosu ortaya attı. O dönemler bu bilim savunucuları kuantum teorisinin bilimsel olmadığını savundu. Ancak kuantum mekaniği tüm zamanın en etkili ve önemli bilimsel teorileri arasında yerini aldı. Yine kendini “bilim savunucusu” ilan eden bir takım bilim adamı ve düşünür geçen yüzyılda bilimin Evren’in sonsuzdan beri var olması gerektiğini varsayması gerektiğini savunmuşlardı. Zira Evren’in zamanda başlangıcı olduğu iddiası yaratılışı çağrıştırıyordu ve bilim böyle bir görüşü savunamazdı. Ancak bu dayatma da bilimi yavaşlattı, zira bilimsel veriler Evren’in büyük bir “patlama” ile sınırlı bir zaman önce ortaya çıktığına işaret ettiğinde, bilim savunucuları bu bilimsel teoriye de savaş açtılar. “Nature” gibi saygın bir dergide bile, Evren’in zamanda başlangıcı olduğunu iddia eden “Büyük Patlama” teorisine “felsefi olarak kabul
                            edilemez” olduğu gerekçesi ile saldırılar geldi (7).
                            Ancak “Büyük Patlama” teorisi tüm bu saldırılara rağmen kozmolojinin en çok kabul gören teorisi oldu.

                            Tüm bu örneklerden çıkarmamız gereken sonuç, bilime herhangi bir felsefi görüş yüklemenin, bu görüş ne kadar “sezgisel” ya da “masum” olursa olsun yanlış olacağıdır. Bilimi başarılı kılan şey deneysel olması ve gerçeğin peşinden özgürce koşmasıdır. Bilim gerçeğe özellikler, koşullar atfetmez. Gerçek, zamanla yüzünü gösterecektir. Doğa dışında bir gerçek varsa ve bu bir şekilde deneysel verilerimize girebilirse, belki bir gün bilim bu gerçeği de bulacaktır.


                            7 Bakınız: John Maddox, “Down with the Big Bang.” Nature,
                            340, 1989, s. 425.


                            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                            Yorum


                              #29
                              Ynt: Dahi ve Dindar (Isaac Newton)

                              Bilim ve Doğalcılık arasındaki gizli çatışma

                              İlk bakışta bilim ve doğalcılık oldukça uyumlu gözükmektedirler. Hatta doğalcılar kendilerini bilimin tek savunucusu olarak tanıtmaktadırlar. Ancak bu görüntü detaylara indiğimiz zaman bozulmaya başlar, hatta doğalcılığın bilimle çeşitli açılardan çeliştiği ortaya çıkar. Burada bu gizli çatışmanın baş gösterdiği beş noktaya göz atacağız.

                              Bilim ve doğalcılık arasındaki çatışmanın temelinde “tümevarım problemi” olarak bilinen felsefi problem yatmaktadır. Doğalcılar, bilginin deneysel yollardan elde edildiğini savunurlar (Oysa bu iddia da bilimsel bir iddia değildir, zira iddianın kendisini de deneysel teste tabi tutmak mümkün değildir).

                              Doğalcılar bunun dışında matematiksel ve mantıksal önermeleri de kabul ederler, ancak genel olarak onların bilgi üretmediklerini savunurlar. Bilimin temel yöntemi tümevarımdır. Tümevarım sonlu sayıda gözlem önermesinden, genel bir prensip çıkarma işlemidir. Mesela yaptığımız gözlemlerde iki ters yüklü parçacığın birbirini çektiğini defalarca gözlemledikten sonra, “Ters yüklü parçacıklar birbirini her zaman çeker” genel ilkesini çıkarımlarız. İşte bu işlem tümevarımdır. Bilim tümevarımla çalışır. Dolayısı ile tümevarım metodunun güvenirliği, bilimin güvenilirliğine eştir.

                              Peki, ama tümevarım işlemi ne kadar güvenilirdir? Yanlış genellemeleri bir kenara bıraktığımızı farz etsek de genel olarak tümevarım işlemi güvenilir midir? İşte bu soru doğalcı dünya görüşünde sorulduğunda ciddi problemler yaratır. Tümevarıma güvenmemiz için, Evren’in değişmediğini, fizik yasalarının hep aynı olduğunu varsaymamız gerekir. Aksi halde yarın ters yüklü parçacıkların birbirini çektiği iddiasının doğru olup olmayacağı belirsiz olur. Tüm bilimsel teoriler kuşku altında kalır.


                              Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                              Yorum


                                #30
                                Ynt: Dahi ve Dindar (Isaac Newton)

                                Dolayısı ile tümevarıma güveneceksek, evrensel yasaların değişmediğini varsaymamız gerekmektedir. Peki, evrensel yasaların değişmediğini nereden biliyoruz? İşte problem burada başlamaktadır, zira doğalcıların bu soruya verdiği cevap da tümevarıma dayanmaktadır. Şöyle ki, onlara göre Evren yasalarının bugüne kadar değişmemesi yine değişmeyeceğini gösterir. İyi ama bu cevap bizi döngüsel mantığa sokar, zira tümevarım kullanımını tümevarımla gerekçelendirmemiz mümkün değildir. Bu “İncil’in Tanrı sözü olduğunu nereden biliyorsun?” sorusuna “Çünkü İncil’de yazıyor.” cevabını vermekten farksızdır. Bazıları bu noktada bilimin yönteminin tümevarım değil yanlışlama olduğunu söyleyecektir. Bu iddiaya göre bilim önce hipotezler üretir, daha sonra bu hipotezleri deneysel olarak teste tabi tutar. Testi geçemeyen hipotezler elenir, geçenlere ise güvenimiz artar.

                                Ancak bu yaklaşım problemi çözmez, zira bu sefer de “Yanlışlanan bir teorinin yarın doğru olmayacağını nereden biliyoruz?” sorusu karşımıza çıkacaktır. Hatta testi geçen teorinin, yarın aynı testte başarısız olmayacağını nereden biliyoruz sorusu ortaya çıkacaktır. Yanlışlamanın başarılı olduğunu varsaymak için Evren yasalarının değişmezliğini varsaymamız gerekmektedir, aksi takdirde yukarıdaki sorulara olumlu cevap veremeyiz. Ancak yukarıda da gördüğümüz gibi Evren’i yöneten yasaların değişmediğini gerekçelendirmenin tek yolu tümevarımdır. Sonuç olarak bilimin metodu yanlışlama olsa bile, yanlışlanmaya güvenmemiz için, tümevarıma güvenmemiz gerekmektedir. Yani yanlışlamaya atıf yapmak bizi tümevarım probleminden uzaklaştırmaz. Sonuçta doğalcı bakış açısında bilim döngüsel mantığa dayanan bir metot(tümevarım) üstüne kurulmuş bir disiplin olduğu için, çıkardığı sonuçlara güvenmek doğru değildir. Felsefecilerin yüzyıllardır bildiği bu çekişme, halk tarafından bilinmemektedir. Öte yandan Newton da doğalcılığa gitmenin bizi böyle bir sonuca götüreceğini biliyordu.


                                Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X