Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

evrimcilere bir soru

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: evrimcilere bir soru

    > Evrimin mikrobiyolik çöküşü.> Bu yazının konusu, insan vücudunun yapıtaşı olan hücredir. Çoğu kişiye > göre,> insan hücresi ile ilgili bir kitap, ancak bir biyoloji ya da kimya kitabı> olmalıdır. Oysa okumakta olduğunuz bu yazı bir kimya ya da biyoloji kitabı> değildir. Bu yazının amacı, okuyucunun konu hakkındaki bilimsel birikimini> artırmak, ona biyolojik detaylar öğretmek de değildir. Çünkü bu bilgiler> zaten okullarda öğrencilere aktarılır.>> Hemen herkes okuldaki, hayat bilgisi, ya da biraz daha büyüdüğünde fizik,> kimya, biyoloji gibi derslerinde, varlıkların ve olayların "bilimsel> açıklama"larını okumuştur. Derslerde insan vücudunu ya da tabiatı tanır, > ama> bunların içerdikleri muhteşem yapıların, içlerinde işleyen milyonlarca > içiçe> geçmiş sistemin, bu sistemlerin aralarındaki akılalmaz uyum ve dengenin > her> zaman süregiden olağan olaylar olduklarına inandırılır. Asıl sorması > gereken> sorular ise asla sordurulmaz. Canlı cansız tüm bu varlıklar nasıl meydana> gelmişler? Böyle bilinçili bir düzen ve tasarımın kaynağı nedir? Bu > mükemmel> sistemler kendi kendilerine ortaya çıkabilirler mi?.. Bu gibi soruları hiç> sormamayı öğrenir.>> Örneğin ağaçların nasıl meyve oluşturduklarının biyolojik detaylarını> öğrenir; fotosentezle ya da bitki yapısıyla ilgili bilgiler yüklenir. > Ancak> tüm bunlar yapılırken, "nasıl olur da bir tahta parçasının içinden insanın> damağına ve sağlığına uygun, dünyanın en güzel ambalajına sahip mükemmel> gıdalar çıkar?"; "ağacın ürettiği bir meyve ile insan damağındaki lezzet> hissinin böyle inanılmaz biçimde uyuşmasının sırrı ne olabilir?" gibi> sorular aklına bile gelmez.>> Varlıkların varoluş amaçları üzerinde düşünmeye alışık değildir. Tek> yaptığı, varlıkların içeriği hakkında daha fazla bilgi yüklenmektir.>> Çocukluğundan itibaren bu şekilde bir programlanmaya tabi tutulan insan> artık etrafındaki yaratılış mucizelerine karşı duyarlılığını yitirmiştir.> Kuran'ın tabiriyle "kalbi katılaşmış", körelmiştir. Çünkü yine Kuran'ın> tabiriyle, yalnız "gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir".>> Hiçbir şeye hayret etmemeyi, kendini görür zanneden bir kör olmayı> öğrenmiştir. Artık daha büyük bazı telkinleri de kabul etmeye hazır bir > hale> gelmiştir. İşte bu noktada, eğitimin son halkası olan "evrim teorisi"> devreye girer!>> Çünkü, etrafını saran tüm mucizelere ve olağanüstü gerçeklere gözleri > kapalı> hale gelmiş, duyarsızlaşmış olan genç insanın, vicdanını rahatsız eden tek> bir konu kalmıştır: Tüm bu canlıların ilk olarak nasıl ortaya çıktıkları> konusu... İşte bu noktada evrim teorisi, sahte bir kurtarıcı olarak> yardımına koşar ve herşeyin "tesadüfen" varolduğu gibi akılalmaz bir > iddiayı> bilimsellik kılıfı altında kendisine aşılar.>> Oysa evrim teorisi, sahip olduğu sözkonusu bilimsellik kılıfına rağmen,> aslında modern bilim tarafından ısrarla yalanlanan bir safsatadır. > Özellikle> de mikrobiyoloji ve onun en önemli araştırma konusu olan canlı hücresi,> Darwin'in ve onu izleyenlerin iddialarını her geçen gün daha fazla > geçersiz> kılmaktadır. Bugün evrim teorisi, özellikle mikrobiyolojik düzeyde, > tamamen> çökmüş durumdadır>> Bu yazının amacı ise, evrim teorisinin bu bilimsel çöküşünü gözler önüne> sermek ve yaratılış gerçeğinin mikrobiyolojik düzeydeki bazı delillerini> ortaya koymaktır. Az önce okullarda öğrendiğimiz kuru bilgilerin beynimizi> uyuşturduğunu, çünkü sorulması gereken soruların asla sordurulmadığını> söylemiştik. İlerleyen bölümlerde, okullarda öğrendiğimiz gibi bazı teknik> bilgileri de inceleyeceğiz, ama aynı anda sorulması gerekli soruları> soracak, varlıkların ve olayların ardındaki yaratılış gerçeğini ortaya> çıkaracağız.>> EN KÜÇÜK CANLI>> Vücudumuzun her noktasında küçük, ama küçük olduğu kadar da karmaşık bir> hayat hüküm sürer. İnsanın herhangi bir organının derinliklerini mikroskop> altında incelediğimizde, orada o organı oluşturmak üzere biraraya gelmiş > ve> her an faaliyet içinde olan milyonlarca minik canlının yaşadığını görürüz.> Yalnızca insan değil, bütün canlılar hücre denilen bu mikroskobik > canlıların> biraraya gelmesinden oluşurlar.>> Hücreler çekirdeksiz (prokaryot) ve çekirdekli (ökaryot) olmak üzere ikiye> ayrılırlar. Bakteriler çekirdeksiz tek hücreli canlılardır. İnsan ve > hayvan> hücreleri ile bitki hücreleri çekirdekli hücrelerden oluşur ancak yapı> olarak birbirlerinden farklıdırlar. Bitki hücreleri içerdikleri> kloroplastlar sayesinde güneş ışığını kullanarak insanlar ve hayvanlar > için> besin ve oksijen üretirler. Bu yazıda genel olarak insan hücreleri > üzerinde> durulmuş aynı zamanda yer yer bitki hücrelerine de değinilmiştir.>> İnsan vücudunda 100 trilyondan fazla hücre bulunur. Bu hücrelerden > bazıları> o kadar küçüktür ki bunların bir milyon tanesi biraraya gelse ancak bir > iğne> ucu kadar yer kaplar. Ancak, bu küçüklüğüne rağmen hücre, bilim dünyasının> ortak kanaatiyle, insanoğlunun bugüne kadar karşılaştığı en kompleks yapı> ünvanını korumaktadır. Halen keşfedilmemiş pekçok sırrı içinde > barındırmayı> sürdüren hücre, evrim teorisinin de en büyük açmazlarından birini > oluşturur.> Nitekim ünlü Rus evrimcisi A. I. Oparin gözardı edilemeyen bu gerçeği > şöyle> ifade eder: "Maalesef hücrenin meydana gelişi evrim teorisinin bütününü> içine alan en karanlık noktayı teşkil etmektedir." (A. I. Oparin, Origin > of> Life, s.196)>> Bu itiraftan, evrimin önünün daha ilk aşamada tıkandığı ve daha fazla > ileri> gitme şansının kalmadığı rahatlıkla anlaşılmaktadır. Zira, bilindiği gibi> canlı vücudunun başlıca yapıtaşı hücredir. Dolayısıyla, henüz hücrenin > hatta> hücreyi meydana getiren proteinler ve proteinleri meydana getiren> aminoasitlerin meydana gelişini bile açıklayamayan bir teorinin, dünya> üzerindeki canlıların ortaya çıkışı hakkında bir açıklama getirmesi mümkün> değildir.>> Aksine, hücre, insanın "yaratılmış" olduğunun en göz kamaştırıcı> delillerinden birini oluşturmaktadır.>> Gerçekten de hücrenin, yaşamını sürdürebilmesi için, çeşitli işlevlere > sahip> bütün temel parçalarının birarada bulunmaları gereklidir. Bu nedenle, eğer> hücre evrim sonucu meydana gelmiş olsaydı, milyonlarca parçasının aynı > anda> ve aynı yerde varolmuş olması, bunların da yine aynı anda belli bir düzen > ve> plan içinde biraraya gelmiş olmaları gerekirdi. Böyle bir olayın tesadüfen> gerçekleşebilmesi ise ihtimal sınırlarının çok ötesinde olduğundan, bu> duruma yaratılış demek çok daha makul ve yerinde olacaktır.>> Hücrenin, evrimin iddia ettiği gibi rastlantılar sonucu meydana > gelebilmesi,> basımevindeki bir patlamayla bir ansiklopedinin şans eseri basılıvermiş> olmasından daha düşük bir ihtimale sahiptir. Başka bir deyişle, canlılığın> tesadüfen meydana gelmiş olması ihtimal dışıdır.>> Buna rağmen evrimciler, hala, ilkel dünya şartları gibi, olabilecek en> kontrolsüz ortamda canlılığın rastlantılarla ortaya çıktığını iddia> edebilmektedirler. Bu, hiçbir zaman bilimsel verilerle uyuşmayan bir iddia> olduğu için gerçekçilikten tamamen uzaktır. Ayrıca en basit ihtimal> hesapları bile, değil canlı bir hücrenin, o hücredeki milyonlarca > proteinden> bir tanesinin bile tesadüfen oluşamayacağını matematiksel olarak> kanıtlamıştır. İnsan vücudundaki bütün hücreler başlangıçta tek bir > hücrenin> bölünerek çoğalmasıyla meydana gelmiştir. Ve, daha en başından, > vücudumuzun> şu anki yapısı, şekli, tasarımı ve tüm özellikleriyle ilgili her türlü > bilgi> bu ilk hücrenin çekirdeğindeki kromozomlarda mevcuttur.>> Bütün hücreler genel özellikleri bakımından birbirlerine benzerler. Ancak> her organ, yapısına ve görevine göre özelleşmiş şekiller ve kabiliyetlerle> donatılmış, diğer organlardakinden farklı hücrelere sahiptir.>> Tek başına bir hücre, bütün çalışma sistemleri, haberleşmesi, ulaşımı ve> yönetimiyle büyük bir şehirle benzer bir karmaşıklık derecesine sahiptir:> Hücrenin sarfettiği enerjiyi üreten santraller; yaşam için zorunlu olan> enzim ve hormonları üreten fabrikalar; üretilecek bütün ürünlerle ilgili> bilgilerin kayıtlı bulunduğu bir bilgi bankası; bir bölgeden diğerine> hammaddeleri ve ürünleri nakleden kompleks taşıma sistemleri, boru > hatları;> dışardan gelen hammaddeleri işe yarayacak parçalara ayrıştıran gelişmiş> laboratuvar ve rafineriler; hücrenin içine alınacak veya dışına > gönderilecek> malzemelerin giriş-çıkış kontrollerini yapan uzmanlaşmış hücre zarı> proteinleri bu karmaşık yapının yalnızca bir bölümünü oluştururlar.>> İnsanın hayatının devamlılığı, kendisini meydana getiren bu hücrelerin hem> kendi içlerinde hem de birbirleri arasında uyum içinde çalışmaları > sayesinde> olur. Hücre, diğer hücrelerle uyum içinde çalışırken, kendi yaşamını da> büyük bir düzen ve hassas bir denge içerisinde sürdürür. Bu düzenini devam> ettirmek, iç dengesini korumak için ihtiyacı olan birçok maddeyi, enerjisi> de dahil olmak üzere bizzat kendisi tesbit eder ve üretir. Kendi> karşılayamadığı ihtiyaçlarını ise dışardan büyük bir titizlikle seçip > alır.> Öyle seçicidir ki, dış ortamda başıboş dolaşan maddelerden bir tanesi bile> hücrenin izni olmadan şans eseri onun kapılarından içeri giremez. Hücrenin> içinde lüzumsuz, amaçsız tek bir molekül bile bulunamaz. Hücre dışına> çıkışlar da aynı şekilde hassas kontroller, sıkı denetimler sonucunda> gerçekleşir.>> Tüm bunlarla birlikte hücre, her türlü dış tehdit ve saldırıya karşı > kendini> koruyacak bir savunma sistemine de sahiptir. Dahası, içerdiği bunca yapı > ve> sisteme, içinde süregiden bunca sayısız faaliyete rağmen, ortalama bir> hücrenin büyüklüğü modern bir şehir gibi kilometrelerce kare değil, > yalnızca> milimetrenin 100'de biri kadardır.>> İşte bu dünyadaki en küçük canlının burada kısaca birkaçını saydığımız> işlevlerinden herbiri, yazının devamında da inceleyeceğimiz gibi,> başlıbaşına inanılması güç birer mucize niteliğindedir.>> Dünyanın En Gelişmiş Fabrikası> Hücredeki üretim sistemini, dünyada henüz benzeri tesis edilememiş, son> derece ileri teknolojiyle çalışan hayali bir fabrikaya benzetebiliriz. Bu> hayali fabrika, çok sayıda gelişmiş birimlerden oluşan ve her birimde > farklı> teknolojik ürünler üreten dev bir tesistir. Ürünlerinin bir kısmını kendi > iç> yapısında kullanır, bir kısmını birbirine monte edip yeni üretim > makineleri> yapar. Ürettiği ürünlerin bir çoğunu da hammadde ve makina olarak dışarıya> gönderir. Üretimde en az sarfiyatı yapıp, en yüksek verimi elde eder.> Yeryüzünde hiçbir fabrikanın olamayacağı kadar çevrecidir. Atıklarını> kendisi yok edip çevreyi hemen hemen hiç kirletmez.>> Fabrikadaki üretim ve işletim sistemleri mükemmel olarak dizayn > edilmiştir.> Yöneticiler, mühendisler, işçiler, kısacası bütün personel, görevlerini en> mükemmel şekilde yerine getiren üstün nitelikli robot ve bilgisayarlardan> oluşmuştur. Bu bilgisayar ve robotlar ise, benzerlerine ancak bilimkurgu> filmlerinde rastlayabileceğimiz düzeyde gelişmişlerdir.>> İşte hücredeki üretim de aynı bu hayali fabrikadaki gibi gerçekleşir.> Fabrikadaki robotların ve makinelerin yerini hücrede, "enzim" adı verilen,> özel işlemler için uzmanlaşmış karmaşık yapılı protein molekülleri tutar.> Fabrikadaki, bilgileri depolayan ve yönetimi sağlayan bilgisayarlara> karşılık hücredeki bilgi ve yönetim, bu konuda uzmanlaşmış, çok sayıda> atomların birleşmesinden meydana gelmiş, büyükçe, sarmal şeklinde bir> molekül tarafından yapılır: "DNA" molekülü.>> Şimdi bu mucize molekülün akıllara durgunluk veren yapısını ve başardığı> inanılmaz işleri görelim.>> DNA'NIN GİZLİ DÜNYASI>> Teknolojik bir ürünün veya tesisin yapımında ve yönetiminde insanoğlunun> yüzyıllar boyunca elde ettiği tecrübe ve bilgi birikimi kullanılır. > Dünyanın> en ileri ve karmaşık tesisi olan insan vücudunun inşası için gereken bilgi> ve tecrübe ise DNA'da saklıdır. Burada vurgulanması gereken önemli nokta,> DNA'nın daha ilk insandan itibaren şimdiki mükemmellik ve karmaşıklığıyla> birlikte var olageldiğidir. Akıllara durgunluk veren yapı ve > özellikleriyle,> böyle bir molekülün, evrimcilerin öne sürdüğü gibi tesadüf ve rastlantılar> sonucu oluşmasının ne derece mantık dışı olduğunu ilerleyen satırları> okudukça sizler de daha net göreceksiniz.
    > DNA, hücrenin ortasında yer alan çekirdekte titizlikle korunmaktadır.> İnsanda (sayıları 100 trilyona varan) hücrelerin ortalama çapının 10 > mikron> (mikron=milimetrenin binde biri) olduğu hatırlanacak olursa, ne kadar > küçük> bir alandan söz edildiği daha iyi anlaşılır. Bu mucizevi molekül, Allah'ın> yaratma sanatındaki mükemmellik ve olağanüstülüğün açık bir kanıtıdır. > Öyle> ki yalnızca bu molekülü incelemek ve halen pek azı günışığına çıkmış> sırlarını araştırmak için özel bir bilim dalı bile kurulmuştur: > "Genetik"...> 21. yüzyılın bilimi olarak kabul edilen Genetik, elindeki her türlü> teknolojik olanaklara rağmen DNA'nın esrarını çözme konusunda henüz > emekleme> safhasındadır.
    "eğer sıffinde engellenebilseydi cansız kuranın mızraklanışı o zaman kerbelada mızraklanmazdı canlı kuranın başı"

    Yorum


      #17
      Ynt: evrimcilere bir soru

      BİR GÜL FİDANININ VERDİĞİ DERS
      Prof. Dr. Marieîte Stanley Cöngden
      (Fizik ve felsefe bilgini)
      [Burton Üniversitesinde doktorasını yapmış, Florida'nın Tirinity Üniversitesinde Profesör olmuş, Amerika fizik enstitüsü üyesi olup, fizik, psikoloji, felsefe ve dinî ilimlerde araştırmalar yapmıştır.}
      Yıllarca önceydi.. Pensyllvania'da yol kenarında bitmiş, goncasını açmış bir gül fidanı görmüştüm. Bir süre sonra aynı yere tekrar uğradığımda gül fidanının yakınlarında üstü bitkilerle dolmuş, çör çöp yığınlarıyla kaplanmış yıkık, çökük bir kulübe enkazına rastlamıştım. Bu harap kulübe buraya en yakın bir yerde bulunuyordu. Aşağı yukarı yarım günlük bir mesafede. O zaman bu gül fidanının tesadüfen rüzgârın, suyun veya diğer canlıların attıtkları,
      57

      yahut da tesadüfün buraya fırlattığı bir gül dalının içinden düşen tohumlar vasıtasıyla yetişmiş olması ihtimali zihnimden çok uzak bir fikir olarak geçti. Ve o zaman bedihi olarak idrak ettim ki bu gül fidanını buraya muhakkak bir insan dikmiştir ki oturduğu o kulübesinin yanında ondan faydalanabilsin. Gerçi ben o fidanın dikildiğini görmemiştim. Onun ne zaman dikilmiş olabileceğini de kestiremezdim. Ama bir insan vasıtasıyla buraya bu fidanın dikildiğini kuşkusuz kabul ettim.
      İşte bu bir nevi istidlal (akıl yürütme) yoludur. Gerçi ilmin söz ettiği sahalardan herhangi birinde bu tür düşünce ve mantık yolunu seçmek çok garip birşey olarak görülür. Ama karşılaşacağımız gerçek bizi buna bir yerde zorlar. Çünkü çok eski zamanlardan beri tabiî ilimler hep bu tür istidlal metodunu biricik metod olarak kullanmışlardır. Bu ilimlerin başında da astronomi yer alır. Biz fezadaki galeksileri, yıldızları ve gezegenleri incelemek ve tecrübe etmek için yerinden oynatmayız. Onları tetkik ederken bu semavî cisimlerle aramızı ayıran kâinat boşluğunda yayılmış bulunan ışınların etkisinden de tamamen kurtulamayız. Hatta bizimle onların arasını ayıran baş döndürücü mesafeler yüzünden bu cisimlerden yayılan ışık ve ses dalgalarının yanlışlıklarını düzeltemeyiz de.
      Bununla beraber biz hiçbir zaman için bul yıldızları ve gezegenleri incelemekten geri durmayız. Yaptığımız tetkikler sonunda ulaştığımız kanun ve varsayımlardan diğer ilimler sahasında da faydalanmaktan vazgeçmeyiz. Hatta bu gezegenler ve gök cisimlerinden —onları görmediğimiz halde— âletlerle elde ettiğimiz birçok bilgi ve gerçekleri kabul ederiz. Onları deneyip tecrübe tahtasından geçirmemiz katiyen mümkün değildir. Hatta uzaklara gitmemize gerek yok. Biz bugün atomu incelemiş kitlenin sakımı kanunundan, enerjinin sakımı prensibinden öğrendiğimiz şeyleri kullanmaktayız. Ne var ki, bugüne kadar atomu ve enerjiyi doğrudan doğruya görebilmiş değiliz. Atomla ilgili elde ettiğimiz kanunlar ve varsayımlar onun görülmeyen yapısı ve rolünü atom bombasının kullanılması teyid etmiş bulunuyor. İşte biz bu hususta da sırf mantıkî esaslara dayanarak deliller getirmekteyiz. Bu konuda kullanmakta olduğumuz mantıkin aynısını Allah'ın varlığı ve sıfatları konusunda da kullanabiliriz. Bu kâinatın bir yaratanı bulunduğunu ve o'nun, birtakim sıfatlarla muttasıf olduğunu idrak edebilmek için aynı mantığı kullanabiliriz.
      Şüphesiz ki biz yaratıcıyı tanımak ve sıfatlarını bilmek için birtakım deyimlere ve terimlere muhtaç olacağız ki bunlar maddî âlemde kullandığımız deyimlerden ve terimlerden tamamen ayrı bir hüviyete sahip olacaktır. Bu bilgiyi elde etmemiz için behavioristlerin dayanağı olan maddî ve mekanik izahlar bize katiyen yardımcı olamazlar. Bilhassa içinde yaşadığımız kâinatın sırf maddeden ibaret olmadığı onun yanısıra hem madde, hem ültra maddeden ibaret olduğu ortaya konulduktan sonra mekanik izahlar katiyen bize yardımcı olamaz.
      Çünkü biz maddî olmayan şeyleri madde ile izah edemeyiz.
      Çoğu kere öğrencilerimden, bana maddî olmayan birşeyi mesela «düşünceyi» anlatmalarını, nitelendirmelerini istemişimdir. Düşüncenin kimyevî bileşimini, santimetrik uzunluğu- | nu, gram bakımından ağırlığını, rengini ve basıncını açıklayarak şeklini ve biçimini anlatmalarını söylemişimdir. Ama böyle birşeyi yapmaktan âciz kalmışlardır. Öyleyse maddî olmayan birşeyi anlatabilmemiz için maddî olan 1 ilimlerin sahasında kullandığımız terminolojiden tamamen ayrı ve başka bir nitelikte terminoloji kullanmamız gereği belirtmeye lüzum kalmayacak kadar açıktır.
      Şüphesiz ki biz bu problemi ne isteğimiz yöne götürebiliriz, ne de ondan büsbütün kaçabiliriz. Eğer bu kâinat düalist bir yapıya sahip olmamış olsaydı, biz düşünceyi sırf maddî tanımlarla tanımlayabilmek durumunda olurduk. Ki ebediyen böyle birşey vuku bulmamıştır. Demokritos, Hubbse ve behavioristlerin ileri sürdükleri materyalist teoriler keza bu kâinatı sırf manevî izahlarla açıklamaya kalkışan Leibnitz, Berceley ve Hegef gibi idealist filozofların ortaya koydukları teoriler tamamen tahminlere dayanan ve hiçbir tecrübî yönü bulunmayan mücerret varsayımlardan öteye geçemez. Şu halde kâinatı ve tabiatı açıklamaya çalışan her felsefî akımın bu kâinatın meydana geldği gerçekleri, faktörleri ve elementleri bütünüyle bilmeye ve açıklamaya da gücü yetebilmelidir.
      Her ne kadar ilimler denenmiş gerçekleri ifade ederlerse de insan hayalinin ve düşüncelerinin etkisinden kendilerini kurtaramazlar. Gerek plânlamasında, gerek anlatımında, gerekse neticeler elde edilmesinde insanın dikkatlerinin tesirinden kurtulamazlar. İşte ilimlerin vardıkları sonuçlar bu noktada ve bu hudut dahilindedir. Böylece ilmin sahası soymak, nitelemek ve anlatmak noktasına münhasır kalır. Binaenaleyh ilim ihtimallerle başlar, ihtimallerle son bulur. Kesin gerçeği hiçbir zaman ifade etmez. Keza ilmin varlığı sonuçlar yaklaşık neticeler olup karşılaştırma ve mukayeseye dayalıdır. Hatalar ve yanılmalar her zaman mümkündür. Vardığı sonuçlar her zaman değişeblir. Eklemeler veya kısaltmalar yapılabilir. nihaî sonuçlar değildir. Biz görüyoruz ki bir ilim adamı bir kanun veya teoriyi ortaya attığı veya elde ettiği zaman der ki, bugüne kadar ulaştığımız sonuç budur. Ve her zaman bu sonucun değişebileceğini belirterek kapıyı ardına kadar açık bırakır.
      İlim her zaman önermelerle işe başlar. Bu önermeler her ne kadar elle dokunulabilecek fizikî bir gerçeğe istinad etmez ise de, doğruluğu herkes tarafından kabul edilmiştir. Şu halde ilim aslında bir felsefî esasa dayanmaktadır. Felsefede ve dinde olduğu gibi ilimde de şahsî tecrübeler bütün gerçeklerin denendiği en son ölçeklerdir. İlim adamlarının ulaştığı gerçekler ve teoriler başka ilim adamları tarafından denenip araştırılabildiği gibi bizim şahsî algılamalarımız ile, tabiî hadiseleri idrakimizde
      bize has şartlara dayanır ve nisbî bir hüviyet ifade eder.
      Bununla beraber ilmin bağlı bulunduğu bu kayıtlar ve sınırlar ilmî metodun değerini düşürmez, elde ettiği sonuçların kullanılmasını engellemez. Sadece çabaları bir yöne sevkederek neticeleri sınırlandırır. Bunun için anlıyoruz ki ilim kemiyet bakımından analiz ve sentezden uzak olan problemleri tam manasıyle çözümlemekten uzaktır.
      Şu halde şimdi Allah'ın varlığı konusunun üzerinde dönüp dolaştığı meseleye gelelim. Elbette ki Allah'ın varlığı konusundaki soruların cevabını belirli sınırların içerisinde mahkûm bulunan ilim bu dar kapasitesi ile cevaplandıramaz. Ama ruhî dünyadan maddî dünyaya bir etki söz konusu olduğu zaman, bu etki tabiî ilimlerin sınırları içerisine girer şüphesiz. Ve bu durumda ortaya çıkacak problemi çözümleyebilmek için sağlam bir metot kabul etmek gerekir ki işte -hâdiseleri benzerleriyle veya e-şitleriyle açıklama esasına dayanan ve biraz önce işaret ettiğimiz mantıkî istidlal metodu bunlardan birisidir.
      İlim, bu kâinatta cereyan eden pekçok fizikî olayı inceler. İlimler hali hazırda her ne kadar madde üstü bir âlemin varlığını bütünüyle teyit etmemekte iseler de, kesin olarak maddî âlemin üstünde madde ötesi âlemin varlığını red edememektedirler de. Biz birer mantık kuralı olan istidlal ve kıyas metodunu kullanarak
      insanın aklî olayların dolup taştığı bir dünyada kafasının madde üstü bir varlığa ulaşabileceğini söylüyoruz. Bu varlık kâinatı son derece muntazam olarak idare etmektedir. Ayrıca kâinatımızda henüz açıklayamadığımız suyun deveranı, karbondioksit dengesinin korunması, şaşırtıcı genetik faktörleri, güneş enerjisinin canlı varlıkların hayatı için son derece ehemmiyet ifade eden biriktirilme ameliyesi olan foto sentez olayının izahı konusunda ve daha buna benzer pekçok kâinat hadiselerini açıklamak hususunda yardımcı olur. Aksi takdirde biz son derece komple halde bulunan bu ameliyeleri tesadüf esasına göre nasıl izah edebiliriz? Ve kâinatta mevcut olan bu düzen, sebep sonuç ilişkisini, tekâmülü, belli bir gayeye doğru yönelişi ve muvazeneyi nasıl açıklayabiliriz? Kaldı ki bütün hâdiseleri bu izah tarzı neticeye bağlayacaktır. Kâinat, eğer bir yaratıcısı yoksa nasıl çalışmaktadır? Kimdir onu yoktan varedip yönetimini tanzim eden?
      Kâinatta bulunan herşey Allah'ın varlığına şahadet ediyor, kudret ve azametine delalet ediyor. Biz bilginler bu kâinattaki hadiseleri inceleyip analiz yaptığımız zaman, istidlal metodunu dahi kullansak Allah'ın azamet delillerini göz önünde bulundurmaktan başka birşey yapamıyoruz. Allah'a maddî vasıtalarla ve bugünkü ilmin kullandığı metotlarla ulaşmak mümkün değildir. Fakat onun varlığının delillerini kendi iç dünyamızda ve varlıklar âleminin her


      zerresinde müşahede etmekteyiz. (9) Aslında ilim Allah'ın yarattığı şeyleri ve kudretinin eserlerini incelemekten başka bir şey yapmaz.
      9 — Bu konuda Kur'anı Kerim de buyurur ki : «Yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indirip onunla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği, güzel güzel meydana getiren mi? Allah'ın yanında bir tanrı mi? Hayır- onlar taptıklarını Allah'a eşit tutan bir millettir.» Nemi: 60.
      "eğer sıffinde engellenebilseydi cansız kuranın mızraklanışı o zaman kerbelada mızraklanmazdı canlı kuranın başı"

      Yorum


        #18
        Ynt: evrimcilere bir soru

        KESİN SONUÇ
        Prof. Dr. Johıse Cîlwîand Cotheran (Kimya ve matematik Profesörü)
        [F\iewyork, Comeü Üniversitesinde doktorasını yapmış, Dolth Üniversitesinde fizikî ilimler bölümü başkanlığı yapmıştır.]
        Dünyanın ünlü fizik bilginlerinden birisi olan Lord Calvvin der ki «Derinliğine düşündüğünüzde ilimlerin sizi Allah'ın varlığına inanmaya zorladığını göreceksiniz.» Ben bu ifadeye bütünüyle katıldığımı belirtmekte hiç bir beis görmüyorum.
        Bu kâinatı geniş bir bilgiye ve derin bir zekâya sahip olarak inceleyip, kâinat hakkında
        bildiklerimizi değişik yönlerden düşündüğümüz zaman, üç çeşit gerçek âlemin varlığını kabul etmek zorunda kalırız:
        a — Maddî âlem, (madde)
        b — Fikrî âlem (akıl)
        c — Ruhî âlem (ruh).
        Bu alanlarda kimyanın kaydettiği gelişmeler elbette ki sınırlı olacaktır, çünkü bu sahada çok az bir yer kaplar.
        Kimya, maddenin başından geçen değişiklik ve bileşimleri inceleyen, maddenin enerji, enerjinin madde haline dönüşmesini ele alan bir ilim dalı olarak yukarda yaptığımız sıralamalardan sadece maddî olanı ile ilgilenir. Ruhî âlemle zaten hiçbir ilişkisi bulunmaz. Bu durumda kâinatımızı yaratan en büyük ruhun Cenabı Rabbülaleminin mevcudiyeti hususunda, kimyanın ileri sürebileceği nasıl bîr delil bulunabilir? Kâinatın tesadüfen meydana gelmiş olduğunu, hâkim olan nizamı tesadüfün idare ettiğini ve kâinatta vukübulan her şeyin kendiliğinden ve başıboş olarak meydana geldiğini ileri sürenlere karşı bir kimyacının ne söylemesi beklenilebilir?
        Görüyoruz ki son yüz yıl içinde tabiî ilimlerde meydana gelen mühim gelişmeler - ki kimya da bunların arasında bulunur - madde ve enerjinin etüdünde »Hm metodunun kullanılmasıyla sağlanmıştır. Bu metodu kullandığımız zaman vardığımız sonucu mümkün kılan bütün ihtimallerden birisini seçip tesadüfe yer bırakmamak için bütün çabamızı harcarız. Bütün ilmî etüdler isbat etmiştir ki, gerek eskiden, gerek şimdi, gerekse
        gelecekte maddenin hiç bir parçası —ister büyük olsun ister küçük— hiç bir zaman için kendiliğinden ve başıboş olarak hareket etmemektedir, bilakis kesin tabiî kanunlara boyun eğmektedir. Çoğu kere de tabiat kanunları nasıl çalıştığı keşfedilmezden önce bulunmuştur. Ne var ki bir kanunun keşfi ile ıbirlikte, o kanunun çalışabilme şartları anlaşılır anlaşılmaz kimyacılar onu doğru olarak kabul ederler. Çünkü kanun her zaman aynı neticeleri meydana getirerek güveni sağlar. Şayet madde ve enerjinin seyri tesadüflere bağlı ve başıboş olsaydı; kimyacıların tabiî kanunlara güvenmesi makûl olmazdı. Tabiî kanunların çalışma tarzını açıklayıcı faktörler iyice anlaşılıp kavranınca madde ve enerjinin seyrindeki tesadüf veya başıboşluk düşüncesi bütünüyle silinir gider.
        Yaklaşık olarak yüz yıl oluyor, ünlü Rus bilgini Mandelliev kimyasal elementleri periyodik olarak tertip edeli. Mandelliev bir basamakta yer alan elementlerin benzer özelliklere sahip bir bölüm meydana getirdiğini göstermişti. Periyodik sistemde yer almadığı halde düzenleme içerisinde yeri boş .bırakılan bazı elementlerin bulunduğu ancak bu elementlerin henüz keşfedilmemiş olduğunu önceden bildirmiştir. Nihayet bu yeri boş bırakılan elementler de bir süre sonra keşfedilmiş ve ünlü bilgini doğru çıkarmıştır. Ve bulunan elementlerin nitelikleri beklenildiği şekilde ortaya çıkmıştır. Bu durumda içinde yaşadığımız kâinatın tesadüfen meydana gelmiş olması ihtimaline inanmanın imkânı kalmadı. Nitekim Mandelliev de buluşuna periyodik ihtimal veya tesadüf adını
        vermemiş, aksine periyodik sistem ve kanun adını vermiştr.
        Acaba geçmiş bilginlerin elde ettikleri bilgilere göre (a) elementinin (b) ile bir kimyevî reaksiyona girdiği halde (c) ile girmeyişini tesadüf ile ifade edebilir miyiz? Katiyen. Onlar (a) elementi ile (b) elementinin bütün atomları arasında bir birleşme ve bütünleşme mümkün olduğunu görmüşler ve ona göre bir neticeye varmışlardır. Aynı yaklaşım ve bileşimin (a) elementiyle (c) elementi arasında bulunmadığını görmüşlerdir.
        Bilginler alkali madenlerin atomlarıyla suyun atomu arasında çok çabuk bir reaksiyonun meydana geldiğini ve bunun atom ağırlıklarının artmasıyla orantılı olarak arttığını görmüşlerdir. Halbuki halojen grubu elementlerinin bunun tam tersine bir tepkime gösterdiğini farketmiş-lerdir. Eski kimyacılardan hiç birisi bu çelişkinin nedenini bilmemekle beraber, onu tesadüfe hamletmemiş, elementlerin tepkime tarzının birkaç ay sonra değişebileceğini zamana ve mekâna göre farklılık gösterebileceğini düşünmemiştir. İçlerinden hiç birisi «belki de bu atomlar aynı metodla reaksiyona girmiyor, aksi metodla da girmemektedir» dememiş ve başı-" boş olarak meydana geldiğini iddia etmemiştir.
        Atomun yapısının keşfedilmesiyle birlikte gördüğümüz kimyasal reaksiyonların çok özel kanunlara göre cereyan ettiği ve katiyyen tesadüflere bağlı olmadığı isbat edildi. (10)
        10 ~ Atomların küçüklüğünü tasavvur etmek bile
        Sayısı yüz ikiyi bulan henüz ıbilinen. kimyasal elementlere dikkatle göz at ve aralarındaki akılları durduracak derecedeki benzerlikleri ve
        güçtür, En kuvvetli bir mikroskopun altında bile gö. rülmeyecek derecede küçüktürler. Bir ons miktarında alüminyum içinde yaklaşık olarak 630 000.000.000.000; 000.000.000. atom vardır, ama bu rakam o kadar büyüktür ki, bir anlam taşımaz.
        Modern ölçme metodları atomların çapını 0.000. 00)13 om. ile 0,000000045 om. arasmda tahmin etmektedir Kalınlığı 0.00001 cm. 0.000001 cm. arasmda olan sabun köpükleri ve yağ tabakaları hazırlanmıştır. Ama bu bile küçük atomların çapından 100 defa daha büyüktür.
        Bütün cisimler atomlardan meydana geldiğine ve bütün cisimlerin ağırlığı olduğuna göre atomların da kendi ağırlıkları olmalıdır. Atom ağırlığı ne kadardır? Kitle halindeki bir maddedeki atom sayısını saymak ve bu sayıyı, kitle ağırlığına bölmek suretiyle bulunur. Bir atomun ağırlığı o derece ufaktır ki, kimyagerler elementlerin atom ağırlıklarını, birbiriyle karşılaştırmaktan ibaret olan bir sisteme göre ifade ederler.
        Sabun köpükleri havayla şişirilecek yerde hidrojen gazıyla şişirilirse büyük bir hızla yükselip gözden kaybolurlar. Bu gaz havadan çok daha hafiftir. Gerçekten hidrojenden daha hafif bir gaz ve hidrojen atomundan daha hafif bir atom henüz bulunmuş! değildir. Kimyagerin özel ağırlık birimi alşağı yukarı bir hidrojen atomunun ağırlığıdır. Oksijen atomu, hidrojen atomundan aşağı yukarı on altı defa daim ağırdır. Bu sebepten oksijenin atom ağırlığı 16'dır. Gerçekten de kimyagerler bir hidrojen atomunun ağırlığının altıda birini alırlar, çünkü oksijen, hidrojene oranla, daha çok sayıda başka elementlerle birleşebilme özelliği taşır. Oksijenin atom ağırlığı tam 1(F dır.
        Bir elementin atom ağırlığı, bu elementin atomu.
        değişiklikleri düşün. Bu elementlerden kimisi renkli, kimisi renksizdir. Kimisi gaz halindedir; katı veya sıvı haline dönüştürülemez, kimisi sıv halindedir; katı ve gaz haline dönüştürülemez. kimisi de katı haldedir; sıvı ve gaz haline dö-
        nün ağırlığını bir oksijen atomunun ağırlığının on altıda birine bölmek suretiyle bulunur.
        Radyum ve uranyum gibi maddeler radyoaktif işmlar yayınladıklarından bunlara «radyoaktif» cisimler denir. Bu ışınlar gözle görülmemekle beraber, floresans bir perdeye çarptıkları vakit meydana getirdikleri bir. pırıltıdan farkedilebilirler. Ayrıca içinde hareket ettikleri havayı da «iyonlaştırdıkları» için iyi bir elektrik iletkeni haline getirirler. Radyoaktif maddelerinin bu özelliklerinden Gelger kontrol âletlerinden faydalanılmaktadır.
        Bu ışınların bir kısmı diğerlerinden daha geçirgen, dir. Bundanda bu ışınların hepsinin aynı cinsten olmadığı anlaşılmaktadır. Radyoaktif, ışınların keşfinden sonra bir mıknatısım bu ışınları saptırarak üç gruba ayırdığı görülmüştür. Bu üç ayrı ışına alfa, beta ve gama ışınları diyoruz. Alfa ışınlarının pozitif elektrik yükü taşıyan zerreciklerden yapıldığını biliyoruz. Bunlar üç ışından en zayıf olanıdır. Bu ışınların her zerresi iki nötron ve iki protonlu helyum atomu çekirdeğinin aynıdır. Beta ışınları da bir ışın oku şeklinde olup negatif yüklüdür ve korkunç bir hızla hareket eden elektronlardan ibaret olduğu isbat edilmiştir. Mıknatıs yardımıyla daha fazla saptırılır ve alfa ışınlarından daha kuvvetlidir. Gama ışınlarının elektrik yükü ve kitlesi yoktur. Mıknatısla katiyen sâptırılamaz.
        Uranyum sert ve beyaz bir metal olup radyoaktiftir. Periyodik tabloda sıra numarası 92'dir. Tabiî uranyum iki izotopun karışımıdır. Birinin atom ağırlığı 235, diğerinin atom ağırlığı ise 238'dir. İîer tr 235 atomu 140 U 238 atomunu karşılar. Bu ikisi içinde sadece U 235 parçalanabilir ve nötronlarla bombardı-
        nüştürülemez. Kimisi yumuşaktır kimisi sert. Kimisi hafiftir kimisi ağır. Kimisi çok iyi bir iletken iken kimisinin hiç iletkenliği yoktur. Kimisi manyetik yapıya sahiptir, kimisi değildir. Kimisi enerji yüklüdür kimisi boştur. Kimisi asit meydana getirirken, kimisi getirmez. Bir kısmı vardır ki, uzun ömürlüdür, bir kısmı belli bir süre dayanıklığını koruyabilir. Ama bütün bu farklılıklara rağmen hepsi de yukarda sözünü ettiğimiz bir tek kanuna, periyodik sisteme bağlıdırlar ye.sisteme boyun eğerler.
        Birçok elementlerin atomlarından herbirı-sinin yapısı son derece karmaşık olmakla beraber, bütün atomlar üç bölümden oluşurlar. Her atom, artı yüklü protonlarla, eksi yüklü elektronlardan ve bir elektron ile bir protonun birleşmesinden meydana gelen nötronlardan teşekkül eder. Protonlarla nötronlar bir atomda merkezî kısmı meydana getiren çekirdekte yer-alır. Elektronlar ise değişik yörüngelerde dönerek çekirdeğin etrafında dolaşır. Elektronlarla çekirdek arasında öyle akıl almaz boşluk vardır ki, bir atomun yapısına göre, ,her atom
        man edildiğinde atom enerjisi bırakır. Bünyesinde geniş ölçüde U 235 bulunan zenginleştirilmiş uranyum elde etmek için çeşitli metodlar vardır.
        Atom enerjisinin gelişmesinde oynadığı role ek olarak uranyum bize dünyanın yaşı hakkında malumat verebilmektedir. Tabu uranyum radyoaktif parçalanma ile toryum, radyum, polonyumdan geçerek kurşun (uran kurşunu) haline gelir. Hali hasırdaki uranyum kapalı kayalıklardaki mevcut kurşun miktarını ölçerek bilginler, dünyanın yaşını yaklaşık olarak hesaplayabilmektedirler.

        minyatür bir güneş sistemi gibidir. Buna rağmen yine de tıpkı güneş sisteminde olduğu gibi bir atomun kapladığı hacmin en büyük kısmını boşluk meydana getirir.
        Biz konuyu biraz daha basitleştirip diyebiliriz ki; belirli bir element ile bir diğer elementin atomu arasındaki belli başlı fark; atomun çekirdeğindeki protonlar ve nötronların sayısı ile, çekirdeğin dışındaki yörüngede hareket eden elektronların düzeni ve sayısı arasmdakV farktan ibarettir. Bu durumda ister element' halinde olsun ister bileşik halinde bulunsun milyonlarca muhtelif maddeler gerçekte enerjinin görünüşünden ve şekil almasından ibaret olan elektrik yüklü moleküllerden meydana gelir. Madde dediğimiz şey atomlardan ve moleküllerden, bir de atomların meydana geldiği elektronlardan ve nötronlardan ibarettir. Gerek enerji, gerekse elektrik hep belirli kanunlara uyarlar. Hiç biri tesadüfen meydana gelmez. Öyle 'ki herhangi bir elementin atomlarından çok az bir kısmının incelenmesiyle o atomun bağlı olduğu kanunlar ve sahip bulunduğu hususiyetler hemen anlaşılır. Görülüyor m maddî âlemde onarşi ve tesadüf değil, bir nizam ve ahenk hâkimdir. Başı boş olarak veya' tesadüfen hiç bir şey meydana gelmemekti dir. Bilâkis düzenli kanunlar hâkimdir.
        Akıllı birisi düşünebilir mi, inanabilir mi veya kafasından geçirebilir mi ki, düşünce v planlama gücünden yoksun olan madde, tesadüfen kendi kendisini yaratabilsin?.. Veya b nizamı o kanunları kendi kendine varetsin, sonra da kendisini onun mahkûmu kılsın?.. Elbett
        ki bu soruya verilecek cevap menfî olacaktır. Hatta madde enerji veya enerji madde maline dönüşürken belirli kanunlara uyarlar. Elde edilen yeni bir madde de elde edildiği ana maddenin uyduğu kanunların aynısına uyar.
        Kimya ilimi bize gösteriyor ki, birtakım maddeler tükenip yok olmaktadır. Fakat bunlardan bir kısım maddeler çabucak tükenip yok olurken, bir kısmı da yavaş yavaş tükenip yok olmaktadır. Şu halde madde ebedî değildir. Ebedî olmaması demek, ezelî de değildir demektir. Çünkü bir başlangıcı olmak gerekir. Gerek kimya, gerekse diğer ilimler gösteriyor ki maddenin başlangıcı yavaş yavaş ve tedricî olmamış, aksine birden ve aniden meydana gelmiştir. Hatta ilim bize maddenin yaklaşık olarak ne zaman ortaya çıkmış olabileceğini de söylemektedir. Bu durumda maddî âlemin yaratılmış olması gerekir. Yaratıldığı günden itibaren de belirli kâinat kanunlarına tâbi olmaktadır. Öyle ise kâinat nizamında tesadüfe asla yer yoktur.
        Maddî âlem kendi kendisini yaratmış olamayacağına göre, yahut boyun eğeceği kanunları kendisinin yaratmış olması mümkün olmadığına göre, yaratılış ameliyesinin maddî olmayan bir kudret tarafından gerçekleştirilmiş olması gerekir. Yine deliller gösteriyor ki, bu yaratıcının akıl ve hikmet sahibi olması zarurîdir. Şu kadar var ki tek başına akıl, maddî âlemde hiç bir şey yapamaz. Tıbbî tecrübelerde ve psikolojik tedavide olduğu gibi, bir irade olmadan akıl yalnız başına bir şey beceremez. İrade sahibinin ise bizzat bir varlığa sahip olması gerekir. Şu halde aklımızın bize zorunlu kıldığı kat'î mantık kuralları, yalnızca bu kâinatın bir yaratıcısı bulunmasını zarurî kılmakla kalmıyor, aynı zamanda bu yaratıcının ilim, hikmet ve kudret sahibi olmasını da zorunlu kılıyor. O, yüce yaratıcı ibu kâinatı yaratmış ve onu muntazam bir şekilde idare ve tanzim etmiştir. Ayrıca bu yaratıcının her zaman var olmasını ve işaretlerinin her yerde tecelli etmesini de zarurî kılmaktadır.
        alıntı
        "eğer sıffinde engellenebilseydi cansız kuranın mızraklanışı o zaman kerbelada mızraklanmazdı canlı kuranın başı"

        Yorum


          #19
          Ynt: evrimcilere bir soru

          Lord Calvuin'in gününden bu yana ilimlerin katettiği gelişmeler eşi bulunmaz bir kesinlikle o büyük bilginin söylediklerini tekrarlamaktan başka bir şey yapmamızı mümkün kılmıyor: «derinliğine düşündüğünüzde, ilimlerin sizi Allah'ın varlığına inanmaya zorladığını göreceksiniz.». HİÇ BİR YANA .SAPMADAN VE KAÇMADAN GERÇEKLERİ GÖRELİM
          Prof. Dr. Edward Luther Kissel
          (Biyolog ve zoolog)
          [Biyoloji ve entomoloji üzerinde ihtisas yapmış ve California Üniversitesinde doktor olmuş, Sanfransîsco Üniversitesi biyoloji bölümünde profesör olmuş ve aynı kürsünün başkanlığını yapmıştır. Entomoloji genetiği üzerinde mütehassıstır.]
          Son yıllarda ki ilmî çalışmalar geleneksel felsefî delillerin dışında Allah'ın varlığı konusunda birçok deliller ilâve etti. Biz bu delillerin mutlaka gerekli olduğunu veya onlar olmadan Allah'a inanılamayacağını ileri sürmüyoruz. Çünkü eskiden kullanılan isbat materyalleri, herhangi bir insanın konuya sağa sola sapmaksızın bakmasına yeterliydi. Ben pu yeni delilleri Allah'a inanan birisi olarak şu iki sebepten dolayı şevkle karşılıyorum:
          a — Her şeyden önce bu deliller, bizim Allah'ın varlığı hakkındaki bilgilerimizi artırmaktadır.
          b — İkinci olarak da içleri şüphe ile dolu
          olanların gözlerinin önünden bu ilmî keşifler
          perdeleri kaldırmakta ve gerçekleri olduğu gibi
          görüp Allah'ın varlığını kabul etmelerini sağlamaktadır.
          Son senelerde ülkemizde bir «dine dönüş» akımı yaygınlaşmış bulunuyor, ancak bu akımı ülkemizdeki ilim merkezleri plânlamış bulunmuyor. Şüphesiz ki son zamanlarda yapılan ilmî keşiflerin bu kâinatın mutlak bir yaratıcısının bulunması gerektiğini belirten sonuçlarının bu Allah'a dönüş akımının yayılmasında büyük rolü olmuştur. Gerçi ilmî araştırmalar hiç bir zaman için Allah'ın varlığını isbat etme gayesini gütmüyordu. Bunun için mezkûr sonuçlara ulaşmış değildi. Çünkü ilimlerin amacı tabiatın gizli kaynaklarını araştırın enerji stoklarını keşfederek kullanmaktır. İlim kâinatın ilkin nasıl meydana geldiği problemi ile uğraşmaz, zira bu felsefenin konusuna girer. İlim sadece eşyanın nasıl görevini yerine getirdiğini öğrenmek için çalışır, fakat ona bu vazifeyi yaptıranın kim olduğunu araştırmaz, bu onun sahası dışındadır.
          Şüphesiz ki, her insanın —batta fizikî ilimlerle uğraşan bilim adamlarının bile— felsefenin konusuna giren mevzulara karşı bir alâkası vardır. Ne yazık ki fizikî ilimlerde gelişme kaydetmiş olan bilginler çoğu kere seçkin filozofların arasından çıkmaz, bunun İçin de aralarında kâinatın ilkin nasıl meydana geldiği problemiyle alâkadar olanlar pek azdır. Fizikî ilimlerde ilerlemiş olan bilginlerden kimisi kâinatı yine kâinatın meydana getrmiş olduğunu, yani tabiî güçlerin eseri olduğunu kabul ederken, bir kısmı da bu kâinatın ezelî (başlangıcı olmayan) olduğuna inanmanın ezelî bir tanrının varlığına inanmaktan çok daha zor bir şey olduğunu kabul ederler.
          Ne var ki termodinamikin ikinci kanunu kâinatın başlangıcının olmaması tezinin yanlışlığını ortaya koymuştur. Modern ilim açıkça içinde yaşadığımız kâinatın ezelî olamayacağını isbat etmiş bulunuyor. Çünkü termik denge gereğince sıcak cisimlerden soğuk cisimlere doğru sürekli bir ısı geçişi vardır. Bunun aksi ise imkânsızdır. Yani soğuk cisimlerden sıcak cisimlere doğru yeniden ve kendiliğinden bir ısı initkali vaki olmaz. Bu demektir <ki içinde yaşadığımız bu kâinat sürekli olarak sıcak cisimlerden soğuk cisimlere intikal eden ısı ile bütün cisimlerin ısısının aynı derecede olacağı ıbir noktaya doğru hareket etmektedir ki, o vakit enerji kaynakları kurulmuş olacaktır. O zaman kâinat içerisinde hiç bir fizikî veya kimyevî ameliye meydana gelmez. Ve işte o zaman kâinatta hayat eseri de kalmaz. Mademki kâinatımızda henüz hayat vardır ve gerek kimyevî gerekse fizikî reaksiyonlar gerçekleşmektedir, öyleyse kâinat ezelî (başlangıcı olmayan) değildir Çünkü ezelî olacak olsaydı; şimdiye kadar —termodinamiğin ikinci kanunu gereğince

          enerjisi çoktan bitmiş olacaktı ve mevcudattç ki bütün canlılık faaliyetlerinin durması gerekirdi. Böylece ilim hiç bir Önyargıya sahip olmaksızın kâinatın ezelî olmayacağı, mutlak bir başlangıç noktasının bulunacağı görüşür vardı. İlmin ortaya koyduğu bu tez aynı zaman da Allah'ın varlığını da içermekteydi. Gün* başlangıcı olan bir şeyin kendi kendisini meydana getirmesi ve varetmesi imkânsızdır. Onu meydana getirecek ve varedecek bir güce ihtiyaç vardır ki, bu mutlak manada ilk yaratıcı olan Allah'tır.
          İlmin elde ettiği neticeler sadece kâinattır bir başlangıcı olmayacağı noktasına inhisar etmiyor. Bunun yanısıra kâinatın merhale merhale değil bir defada yaratılmış olduğunu söylüyor ve bunun tahminen beş milyar sene ön ce gerçekleşmiş olabileceğini belirtiyor. Şurası bir gerçektir ki, kâinat başlangıcından beri sürekli bir genişleme ve yayılma içerisinde bullunuyor ve bu yayılma, merkezden dışa doğru oluyor. Bugün ilmin elde ettiği sonuçların doğruluğuna inananların yaratılış gerçeğine qfl inanmal'arı gerekir elbette. Çünkü yaratılış gerçeği tabiat kanunlarına hâkim olan bir gerçektir. Zira tabiat kanunu dediğimiz şeyler yaratılış gerçeğinin mahsulüdürler. Keza bu kâinatı bir yaratanın bulunması gerçeğine de inanmaları icabeder. Bu kâinata o kanunları yaratıcının koyduğunu ve bu kanunların da yaratılır» olduğunu kabul etmeleri gerekir. Zira meydan da yaratılmış bir şeyin bulunup da, onu yaratanın bulunmaması hiç de aklın kurallarına um gun düşmez. Ki bu yaratıcı Allah-ü Zülcelaldir,
          Cenabı Allah bu kâinatın ana maddesini yaratıp, 'bağlı bulunduğu tabiî kanunları varederek bütün yaratıkları ona müsahhar kılınca evrim (evolution) yoluyla diğer ameliyelerin gerçekleşmesini sağlamıştır.
          Ben şuna kesin olarak inanıyorum ki tekamül (evrim, evolution) birçok çevrelerce yanlış anlaşılmış ve yanlış yorumlanmıştır ki daha
          duyulur duyulmaz rahatsız olunmaktadır. Ben ise tekamül görüşümü benimseyen dostlarımın maksatlarını çok iyi anlıyorum. Hatta onların ifade ettikleri evrenin maddî veya mekanik evrim olduğunu ve bunun yaratıcılık veya yoktan varedicilik anlamına kullanılmaya çalışılan evrimden büsbütün ayırt edilmesi gerektiğini biliyor ve bu noktada onlarla aynı görüşleri paylaşıyorum. Şayet modern ilimle uğraşan bilginlerin elde ettikleri bilgilerin ışığında yaratıcının varlığı konusuna tıpkı çalıştıkları Ijm dalında olduğu gibi, hiç bir yana sapmadan ve peşin hükümlere kapılmadan baksalar, heyecan ve duygularının etkisi altında kalmadan kafalarını ve zekâlarını her türlü baskıdan kurtarıp bağımsızlaştırabilseler, hiç şüphesiz Allah'ın varlığını kabul edeceklerdir. İşte gerçeklerin izahında biricik çözüm yolu budur. İlmin gerçeklerini açık bir kafayla incelediğimizde mutlak varlığın ilk sebebi olan Allahın varlığını kabule götürür bizleri.
          Doğrusu Allah bizim neslimize büyük lütuflarda bulunmuş ve tabiatla ilgili birçok noktaların keşfiyle bilgimizi takdis etmiştir. Artık bugün ister ilimle uğraşsın, ister uğraşmasın herkesin bu keşiflerden faydalanarak, edindiği

          bilgilerle Allah'a imanını kuvvetlendirmesi gerekir.
          Hür düşünce sahibi bilginlerin nasıl Allah'ın varlığını kabul etmeleri gerekirse, aynı şekilde modern bilim dallarıyla uğraşmayanların da ilmin ortaya koyduğu bu delilleri öğrenerek yaratıcı tekamülün, yaratıcının yaratıklarını yaratması anlamına geldiğini, binaenaleyh bu kâinatı yaratan Allah'ın ona tabiî kanunları koyduğunu anlaması icabeder. Yoktan varediliş gerçeğiyle ancak açıklanabilir kâinatımızın varlığı. Değişik ilimlerin gözlüğüyle okuduğumuz kâinat sayfalarındaki fenomenler arası ahenk ancak böylece kurabilir. Gerek morfoloji, gerek fizyoloji (11), gerek genetik, (12) gerek organik kimya, gerek embrioloji, (canlıların
          gelişmesini ve geçirdiği evrimleri anlatan ilim dalı Fizyoloji: Canlı organizmaların fonksiyonlarını inceleyen bilim dalına fizyoloji denir, insan fizyolojisi nasıl yemek yediğimizi, nasıl solunum yaptığımızı
          hareket, düşünme, uyuma, görme ve işitme işlerini nasıl gördüğümüzü; sinirlerimizin, böbreklerimi
          zin, kaslarımızın ve iç organlarımızın nasıl çalıştığını
          inceler; her dokunun hücrelerinin niçin birbirine benzemediğini, benzersizliklerin onların çeşitli fonksiyonlarıyla ne gibi ilişkileri olduğunu araştırır.
          Fizyolojinin birçok dalları vardır: Sinir fizyolojisi, farmakoloji (ilâçların vücuttaki etkisini araştırır ve endokrinoloji (kapalı salgı bezlerini ve bunlar çıkardığı hormonları inceler.)
          12 — Genetik: Bitki ve hayvanların irsiye tini inceleyen bir bilimdir. Döllerin ana ve babaya benzeme '
          nedenlerini araştırır. 'Mesela bir tavuk yumurtasından
          bir köpek, ya da bir fasulye tohumundan bir domates
          yetişmez. Böyle olmakla beraber, hiç bir fert anne
          veya babasına tamamen benzemez. Bu benzemeyiş,
          ) gerek zoocoğrafî (hayvanların coğrafî durumuyla uğraşan ilim dalı) bizi hep Allah'ın varlığına götüren delilleri incelerler.
          Evrimin en önemli faktörlerinden birisi bilindiği gibi tabiî seleksiyon kanunudur. Evrim de yaratılış ameliyesinin gerçekleşmesini sağlayan faktörlerden birisidir. Şu halde evrim bir 5. .tabiî kanun veya kâinat kanunu olmaktan öte bir şey değildir. Evrim de diğer ilimlerdeki kanunlarda olduğu gibi kâinatın yaratılışında ikinci dereceden bir role haizdir. Çünkü evrim vasıtasıyla kâinatın meydana geldiğini söyleyecek olsak bile evrimi de yaratan bir yaratıcının bulunması yine gerekecektir. O durumda evrim, Allah'ın varlığını inkâr etmeyi gerektirmez,
          çevre şartlarından (alınan kesin vs.) ya da ana ve babadan alınan karakterlere bağlıdır.
          Bitkilerle kontrollü çaprazlama (iki ayrı çeşidi birleştirme) ve ıslah, deneyleri yapan ilk araştırıcı olmamakla beraber, Gregor Mendel, bezelyelerle yapmış olduğu deneylerin sonuçlarını analiz ederek nedenleri açıklayan ilk kişi olmuştur. Tohumların şeklinin (to. parlak ya da buruşuk), bitki boyunun (uzun, kısa) gibi karakterlerini, canlılarda çift olarak bulunan irsî birimler tarafından kontrol edildiği fikrini ortaya sürmüştür.
          MendePn irsiyet faktörlerine bugün «gen» diyoruz. Bunları tıücre çekirdeğindeki kromozomlarla tayin etmek ve yerlerini tesbit etmek için «harita»lar yapılabilmektedir. Mendel'in çalışmaları, modern genetik biliminin temelini teşkil etmiştir.
          irsiyet mekanizmasının bugün daha iyi anlaşılmış olması sayesnde, bitki ve evcil hayvanlardan daha iyi ıslah edilmiş döller elde etmek kabil, olmaktadır.
          bilakis o da Allah tarafından kâinata konulmuş kanundur.
          Tabiî seleksiyon yoluyla meydana gelmiş olan varlıkları da yaratan Allah'tır, çünkü onların yaratılışını sağlayan kanunların yaratıcısı O'dur. Tabiî seleksiyonun kendisi yaratıcı 'bir güce sahip değildir. Onun yaptığı şey sadece bazı varlıkların soyunu devam ettirmek ve türünün tükenmesini önlemek için takip ettikleri yolun aynısını takip etmekten ibarettir. Yoksa bir şeyi yoktan varedemez, yaratamaz. Tabiî seleksiyon (doğal ayıklama) yoluyla meydana gelen türlerin ortaya çıkması ise, doğrudan doğruya veraset (genetik) kanunlarına bağlı olan mutasyonlar yoluyla olmaktadır. Genetik kanunları ve mutasyon ameliyesi birtakım materyalistlerin anlatmaya çalıştığı gibi kör bir tesadüfün eseri değil, belirli kuralların mahkûmudur.
          Birtakım araştırmacıların yanlış olarak ifade etmeye çalıştıkları gibi türlerin gelişmesinde ortaya çıkan ani değişimler (veya mutasyonlar) kendiliğinden ve başıboş olarak meydana gelmemektedir. Yakın zamanlardaki araştırmalardan anlaşıldığı gibi organların hacmini belirleyen mutasyonlar bazen özel yapıdaki organların hacimlerinin küçülmesine vesile olabilmektedir. Halbuki tesadüfen meydana geldiği ileri sürülen mutasyonlara dayalı tabiî seleksiyon kuralı ancak zararlı organların ortadan kalkmasını sağlar. Bununla beraber, yararı veya zararı bulunmayan normal organların da ortadan kalktığına şahit oluyoruz. Bu da gösteriyor ki mutasyon her zaman için kendiliğinden ve oldum olasıya meydana gelmez. Şu halde evrim de tesadüfen vuku bulmamaktadır. Şurası muhakkak ki yaratılış kanunlarıyla bu kanunlara yön veren sistemlerin ötesinde bir güç ve irade bulunmaktadır. Bunu kabul etmekten katiyyen kaçınamayız. Keza evrim ameliyesi de, bu her şeyin ardındaki bilinmez kuvvet tarafından tanzim edilip yürütülmektedir. Evrimin kendisi yaratıcı bir güce sahip değildir, aksine yaratıcıya muhtaçtır.
          Kâinatta hâkim olan yaratıcı plân ve projeyi detaylı olarak anlatıp başka birtakım delilleri ortaya koyacak sabitelere sahip bulunmuyoruz. Fakat şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim ki haşerelerin embrionu ve evrimi üzerinde yaptığım sınırlı araştırmalarım esnasında Allah’ın varlığını ifade eden pek çok delillerle karşılaştım. Tabiat üzerindeki bilgim ve araştırmalarım geliştikçe, derinleştikçe imanım daha da arttı ve kuvvetlendi. İlimlerin ele alınıp inceledikleri fenomenlerin hepsi bu kâinatı yaratan sonsuz kudret sahibinin delil ve işaretlerinden başka bir şey değildir. Evrim denilen hadise de yaratılışın merhalelerinden başka bir şey olamaz.
          Her ne kadar materyalistlerin ve birtakım fizikçilerin kopardıkları çığlıklar gerçekleri güven içerisinde inceleyen araştırıcıların sesini engellemekte ise de, yaratılışın merhalelerinden ibaret olan evrim düşüncesi dinî hükümlerle katiyyen çatışmaz. Hatta aksine insanın evrim fikrini kabul edip onu yaratan kudretin varlığını kabul etmemesi kadar bir çelişki ve budalalık olacağını sanmıyoruz.

          alıntı
          "eğer sıffinde engellenebilseydi cansız kuranın mızraklanışı o zaman kerbelada mızraklanmazdı canlı kuranın başı"

          Yorum


            #20
            Ynt: evrimcilere bir soru

            [quote author=hacı link=topic=8024.msg54145#msg54145 date=1253728252]
            Hala kanıt bekliyorum.

            Ben evrene baktığımda ,evrenin hiç bir yerinde tanrıyı görmüyorum.

            Olmayan bir şeyi nasıl kanıtlayacaksınız merak ettim.
            [/quote]
            Önce ben sordum soruyu ama sen çarpıtıp konuyu saptırdın. Önce sen soruma cevap ver. İlk eşeyli üremeyen canlı hangisidir? ve bu canlı hangi canlıdan evrimleşmişdir? Bu evrim nasıl olmuştur?
            Bekliyorum. sanırım daha çok bekleyeceğim. Olmayan bir evrimi nasıl ispat edeceklerse???
            nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
            noktayı koyacak olan sensin anlasana
            ...

            Yorum


              #21
              Ynt: evrimcilere bir soru

              Kimsenin bir kaç milyar yıl öncesini görüp size anlatmasını beklemeyin.Daha öncede söyledim var olan fosiller üzerinden gidilerek evrim ispatlanıyor.
              Sorduğunuz sorular üreme başlığı altında yeterince incelenmiş ve cevaplanmıştır.Ama sizin inançlarınız var olan gerçeği görmenizr engel oluyor.Gözlerinizde perde,kulaklarınızda ağırlık var.Ama biraz gayretle sizde öğrenebilirsiniz.
              http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%9Creme

              Yorum


                #22
                Ynt: evrimcilere bir soru

                Boş yazıyorsunuz. Ortada ispat yok sadece varsayımlar var. Yazdılarınızda benim sorularımın hiçbirinin cevabı yok. Siz de o sorularıma cevap vermediğiniz için link atıp kaçıyorsunuz.
                nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
                noktayı koyacak olan sensin anlasana
                ...

                Yorum


                  #23
                  Ynt: evrimcilere bir soru

                  Link atıp kaçma tabiri biraz ayıp kaçıyor.
                  Tanrının yada şeytanın,yada meleklerin,yada cinlerin varlığına dair kanıtları içeren linkleri atıp kaçar mısınız?

                  Yorum


                    #24
                    Ynt: evrimcilere bir soru

                    Gereksiz bir polemiğe dönüştü bu mesele. Ve sen hâlâ sorularıma yanıt yazmadın. Lafı dolandırmaya devam ediyorsun. Belki bir gün bilgili bir evrimci bulursam bu sorularımı ona yönlendiririm. Sana da çok teşekkür ediyorum, yazılarınla aklıma bu soruları getirdiğin için.
                    nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
                    noktayı koyacak olan sensin anlasana
                    ...

                    Yorum

                    YUKARI ÇIK
                    Çalışıyor...
                    X