Yeryüzünde hayat nasıl başlamıştır? Bazı insanlar (bunların içinde hala bazı bilim adamları da mevcuttur) bu soruyu “yeryüzündeki canlılık, tek bir hücreden tesadüfen oluşmuş ve bu hücre gelişen şartlara göre değişerek kompleks bir canlı haline gelmiştir” şeklinde cevaplayabilmektedir. Bu cevabı verenler dayanak noktası olarak, 1950’lerde Stanley Miller ve Harold Urey tarafından yapılan deneyleri alırlar. Onlara göre bu deneyler hayatın tamamen tesadüf eseri olarak hayatsızlıktan çıktığına delildir. Bu iki bilim adamı, ilkel atmosfer olarak düşündükleri metan, amonyak, hidrojen ve su içeren bir karışımı elektrik kıvılcımları ile harekete geçirmiş, böylece aminoasit ve diğer organik maddeleri üretmişlerdi.
Urey ve Miller’in metan, amonyak, hidrojen ve su ile elektrik deşarjları kullanarak bazı organik bileşimler oluşturdukları doğrudur. Doğru olmayan, deneylerinde oluşturdukları ortamın hayatın ortaya çıktığı ortamla aynı olup olmadığı ve elde ettikleri organik bileşimlerin canlıları oluşturan bileşimlerle aynı olmamasıdır.
Jeremy Rifkin, Türkçeye Darwin’in Çöküşü adıyla çevrilen kitabında (Algeny: A New World, A New World) bu deneyi şöyle değerlendirir:
“Eğer bilim adamları azıcık şüphe duyma zahmetine katlanmış olsalardı, bu deneyin, tıpkı daha önceki yıllarda çöplerden çıkan sinek kurtlarını gözleyerek hayatın cansız maddeden çıktığını iddia eden bilim adamlarının yaptıkları gibi, kurgusal bir hikayeden ibaret olduğunu hemencecik görebilirlerdi.”(1)
Jeremy Rifkin’in deney hakkında neden böyle bir değerlendirme yaptığı, kitabının ilerleyen sayfalarında deneyin detaylarına yer vermesi ile daha iyi anlaşılır. Şimdi bunlardan bazılarına bakalım:
Her şeyden önce, hayatın ilk ortaya çıktığı zamanki kimyasal şartların ne olduğunu bilmek neredeyse imkânsızdır. Biyoloji profesörü John Keosian’ın itiraf ettiği gibi “İlkel dünyanın şartlarının ne olduğu üzerinde bir fikir birliği yoktur.”(2) Ulusal Kanser Enstitüsü (NCI)’de uzman biyokimyacı olan Peter Mora ise bu konuda şunları söylemektedir:
“Görüş ayrılıkları o kadar derindir ki, ilkel ortamın benzer şartlarını oluşturmaya yönelik her deney, son tahlilde organik kimyanın sıradan bir egzersizi olmaktan öteye geçememektedir.”(3)
Miller ve Urey deneylerini ilk açıkladıklarında, deney yeryüzünde ilk canlının oluşumu (Biyogenesis) konusunda ikna edici görünüyordu. Ancak daha sonra yapılan dikkatli incelemeler, bu deneyin iddia edildiğinin aksine hayatın kökenini açıklama konusunda hiçbir değerinin olmadığını ortaya çıkardı.
Urey ve Miller’in metan, amonyak, hidrojen ve su ile elektrik deşarjları kullanarak bazı organik bileşimler oluşturdukları doğrudur. Doğru olmayan, deneylerinde oluşturdukları ortamın hayatın ortaya çıktığı ortamla aynı olup olmadığı ve elde ettikleri organik bileşimlerin canlıları oluşturan bileşimlerle aynı olmamasıdır.
Jeremy Rifkin, Türkçeye Darwin’in Çöküşü adıyla çevrilen kitabında (Algeny: A New World, A New World) bu deneyi şöyle değerlendirir:
“Eğer bilim adamları azıcık şüphe duyma zahmetine katlanmış olsalardı, bu deneyin, tıpkı daha önceki yıllarda çöplerden çıkan sinek kurtlarını gözleyerek hayatın cansız maddeden çıktığını iddia eden bilim adamlarının yaptıkları gibi, kurgusal bir hikayeden ibaret olduğunu hemencecik görebilirlerdi.”(1)
Jeremy Rifkin’in deney hakkında neden böyle bir değerlendirme yaptığı, kitabının ilerleyen sayfalarında deneyin detaylarına yer vermesi ile daha iyi anlaşılır. Şimdi bunlardan bazılarına bakalım:
Her şeyden önce, hayatın ilk ortaya çıktığı zamanki kimyasal şartların ne olduğunu bilmek neredeyse imkânsızdır. Biyoloji profesörü John Keosian’ın itiraf ettiği gibi “İlkel dünyanın şartlarının ne olduğu üzerinde bir fikir birliği yoktur.”(2) Ulusal Kanser Enstitüsü (NCI)’de uzman biyokimyacı olan Peter Mora ise bu konuda şunları söylemektedir:
“Görüş ayrılıkları o kadar derindir ki, ilkel ortamın benzer şartlarını oluşturmaya yönelik her deney, son tahlilde organik kimyanın sıradan bir egzersizi olmaktan öteye geçememektedir.”(3)
Miller ve Urey deneylerini ilk açıkladıklarında, deney yeryüzünde ilk canlının oluşumu (Biyogenesis) konusunda ikna edici görünüyordu. Ancak daha sonra yapılan dikkatli incelemeler, bu deneyin iddia edildiğinin aksine hayatın kökenini açıklama konusunda hiçbir değerinin olmadığını ortaya çıkardı.
Yorum