Kâinat kitabı daha fazla, daha geniş ve daha derinlemesine okunabildiği, ayrıca, bilgi çok daha hızlı üretilip iletildiği için, asrımıza bilgi çağı da denmektedir.1 Geçmişte zenginliğin ölçüsü sahip olunan tabiî kaynaklar ve beden gücüydü; zenginleşmenin yolu bunlara, bilhassa toprağa daha çok hükmetmekten geçiyordu. Tarım ve sanayi devrimleri mekanik bilimlerdeki gelişmeyi tetikledikten sonra, hammaddenin değerini kat kat arttıran ve kendisi de büyük bir katma değer getiren sanayileşme zenginliğin yeni ölçüsü oldu. Yirminci asrın ikinci yarısından itibaren bilhassa Batı'da eğitime ve bilime ağırlık verilmesiyle, bilgi üretimde ön plâna geçti ve yüksek teknoloji ürünlerinde hammaddenin kıymeti, bilginin yanında çok küçük kaldı. Meselâ iki tonluk bir uydunun değeri 200 milyon dolar civarındadır (Yani kilosu 100 bin dolar). Kullanılan malzemenin kilosunun sadece birkaç dolar olduğu dikkate alınırsa, bilgi ve becerinin kıymeti kolayca görülür. Üretim sürecindeki bu değişikliği fark eden ve bilim-teknoloji üreten ülkeler bilgi-tabanlı ekonomiye geçmeye çalışmaktadırlar. Bu ülkelerde en güçlü firmalar, araştırma-geliştirmeye (AR-GE) büyük para ayıranlardır. Bunun için de, coğrafya ayırt etmeksizin, üstün kâbiliyetli, çalışkan ve bilgiyle donanımlı gençleri câzip tekliflerle dünyanın dört bir yanından devşirmektedirler.
Batı'da bilgi, ülkeler ve firmalar için olduğu kadar, fertler için de bir kalite ve gelişmişlik ölçüsüdür. Uzun yıllar alan eğitim sürecinde, akıl dünyevî bilgiyle buluşturulmuş, maddî süreçlerin işleyişini çözümleyen bir zihniyet gelişmiştir. Dolayısıyla ekonomik bir aklın hâkimiyetine izin veren bir bilgi altyapısı oluşmuştur. Bu yüzden, maddî refah seviyesi yüksek ülkelerde çocukların okul-öncesi eğitimine de önem verilmektedir. Fakat varlıklara ve hâdiselere sadece maddî ve ekonomik mülâhazaların ışığında bakmak yeterli değildir. Çünkü her şeyin maddî ve mânevî olmak üzere en az iki ciheti vardır. İnsan hayatının bütünlüğü açısından, kâinata mânevî bilgi ışığıyla bakmanın insana kazandıracağı aydınlık, görme özürlü bir kişinin gözlerinin açılıp maddî âlemi temaşa edebilmesinden aşağı değildir. Mânevî dünyalara ait cehalet karanlığından aydınlığa çıkmanın verdiği ferahlık, karanlık bir bodrumdan yukarıdaki aydınlık bir daireye çıkmanın verdiği ferahlıktan geri kalmaz. Toplumları aydınlatmada münevverlerin yaydığı ilim güneşi, gökteki güneşin verdiği ışıktan daha önemlidir. Bu yüzden, ilim tahsilinin temel gayesi ve neticesi, insanın kalb, akıl ve ruh âleminin tamiri, inşası, imarı ve aydınlatılmasıdır. İnsanlığa lâyık en ulvî faaliyet, ilim ile meşguliyettir.
Batı'da bilgi, ülkeler ve firmalar için olduğu kadar, fertler için de bir kalite ve gelişmişlik ölçüsüdür. Uzun yıllar alan eğitim sürecinde, akıl dünyevî bilgiyle buluşturulmuş, maddî süreçlerin işleyişini çözümleyen bir zihniyet gelişmiştir. Dolayısıyla ekonomik bir aklın hâkimiyetine izin veren bir bilgi altyapısı oluşmuştur. Bu yüzden, maddî refah seviyesi yüksek ülkelerde çocukların okul-öncesi eğitimine de önem verilmektedir. Fakat varlıklara ve hâdiselere sadece maddî ve ekonomik mülâhazaların ışığında bakmak yeterli değildir. Çünkü her şeyin maddî ve mânevî olmak üzere en az iki ciheti vardır. İnsan hayatının bütünlüğü açısından, kâinata mânevî bilgi ışığıyla bakmanın insana kazandıracağı aydınlık, görme özürlü bir kişinin gözlerinin açılıp maddî âlemi temaşa edebilmesinden aşağı değildir. Mânevî dünyalara ait cehalet karanlığından aydınlığa çıkmanın verdiği ferahlık, karanlık bir bodrumdan yukarıdaki aydınlık bir daireye çıkmanın verdiği ferahlıktan geri kalmaz. Toplumları aydınlatmada münevverlerin yaydığı ilim güneşi, gökteki güneşin verdiği ışıktan daha önemlidir. Bu yüzden, ilim tahsilinin temel gayesi ve neticesi, insanın kalb, akıl ve ruh âleminin tamiri, inşası, imarı ve aydınlatılmasıdır. İnsanlığa lâyık en ulvî faaliyet, ilim ile meşguliyettir.
Yorum