Materyalistlere göre, “gözlemlenen, ölçümlenen tek gerçekliktir, ölçümlenmeyen, gözlemlenmeyen şeyler ise yoktur ve olamaz” felsefesi asıl temel görüştür, bilimin kendi verileriyle çürütüldüğü halde. O zaman, bu mantığa göre yüzyıllar önce tespit edilemedikleri için mesela Kozmik ışınlarının, X veya Gamma ışınlarının, Radyo dalgalarının, …vs. yok olması gerekirdi. Oysa bunlar keşfedildikleri sırada ortaya çıkmadıklarına göre böyle bir şeyi söylemek, bu felsefenin, ne kadar saçmalık boyutlarında olduğunu bize açıkça göstermektedir. Bilimsel veri ve düşüncenin, mantığın bize açıkça söylediği gerçek, gerek beyinden yayınlanan gerekse de evren içinde mevcut bulunan, bugün için bilimin tespit edemediği dalga boylarının varlığının söz konusu olduğudur. Bu yüzden Materyalistler,
“ Frekanslar sonsuza uzanmasına rağmen, nasıl oluyor da bu sonsuz dalga boyları içinde hiç denecek düzeyde kalan “Maddesel Boyut” ve O boyut içinde tespit ettiğimiz dalgaları, ışınlar, mevcut olabiliyor da, diğer sonsuz boyut ve varlıklara ait dalgalar var olamıyor?” sorusuna da hiçbir biçimde cevap verememektedirler.
Kuantum fiziğine göre madde, Materyalist Felsefenin tamamen aksine, sadece algılamalarımız sonucunda var sayılan, deneyimlediğimizde ortaya çıkan, bunları gerçekleştirmediğimizde ise, hiç var olmamışçasına yok olan bir şeydi. Duyularımız açısından bunu irdelersek, gerçekte bizler dokunmuyor, görmüyor, işitmiyor, tatmıyor, koklamıyoruz. Bunun yerine sadece öyle olduğu hissi, zannı, algısı, …vs. bizlerde oluşmaktadır. Mesela gözümüz, 4 bin ile 7 bin Angtröm (1 A = 10 üssü (-10) m dir) arasındaki Elektromanyetik (E-M) dalgalarını, kulağımız, 6 ile 16 bin Hertz frekansındaki hava basıncının oluşturduğu Mekanik Dalgalarını, reseptörleri aracılığıyla alarak, bunları bu sinir hücrelerinde iyonik dalgasal frekansına dönüştürüp beyne iletmektedir. Bu anlam yüklü bilgiler, yine iyonik dalgalardan oluşmuş beynin ilgili bölümlerinde değerlendirilmek suretiyle beynin içinde görüntü ve ses şeklinde açığa çıkmakta, daha doğrusu bizler tarafından algılanmaktadır. Dokunma, tat, koku olayı da aynı şekilde ilgili uyarıların yine ilgili sinir hücrelerince beyine iletilmesi ve bu sefer beyindeki sinir hücrelerince değerlendirilmesi sonucunda oluşmaktadır (görme dışındaki duyumsamalar moleküler - atomik boyutta işlev görseler de daha detaylı olayı incelediğimizde sonuçta bunların da E-M dalgalara dayandığı görülmektedir. Bu nedenle beynimizde renk, koku, ışık, tat... nesnelerin birebir görüntüsü, şekilleri, …vs. yoktur. Var olan, sadece ve sadece tüm bunları var saydıran, her biri bir mana ihtiva eden “frekansal data paketlerinin” hareketselliğidir. Dolayısıyla bizler gerçekte, tamamıyla zifiri karanlıklar içindeki beyin adını verdiğimiz, enerji/bilgi yumağından oluşmuş bir yapı içinde yaşamaktayız. Beyin, boyutsal derinliğe sahip olması nedeniyle de her boyutuyla, o boyuta göre şekil almış “enerji /datasal” bir yapıdadır. Böylece bizler hiçbir şekilde dış dünyaya ulaşamıyor ve hiçbir zamanda algılanan şeylerin gerçekte ne olup ne olmadıklarını ya da ne şekilde var olduklarını görememekteyiz.
“ Frekanslar sonsuza uzanmasına rağmen, nasıl oluyor da bu sonsuz dalga boyları içinde hiç denecek düzeyde kalan “Maddesel Boyut” ve O boyut içinde tespit ettiğimiz dalgaları, ışınlar, mevcut olabiliyor da, diğer sonsuz boyut ve varlıklara ait dalgalar var olamıyor?” sorusuna da hiçbir biçimde cevap verememektedirler.
Kuantum fiziğine göre madde, Materyalist Felsefenin tamamen aksine, sadece algılamalarımız sonucunda var sayılan, deneyimlediğimizde ortaya çıkan, bunları gerçekleştirmediğimizde ise, hiç var olmamışçasına yok olan bir şeydi. Duyularımız açısından bunu irdelersek, gerçekte bizler dokunmuyor, görmüyor, işitmiyor, tatmıyor, koklamıyoruz. Bunun yerine sadece öyle olduğu hissi, zannı, algısı, …vs. bizlerde oluşmaktadır. Mesela gözümüz, 4 bin ile 7 bin Angtröm (1 A = 10 üssü (-10) m dir) arasındaki Elektromanyetik (E-M) dalgalarını, kulağımız, 6 ile 16 bin Hertz frekansındaki hava basıncının oluşturduğu Mekanik Dalgalarını, reseptörleri aracılığıyla alarak, bunları bu sinir hücrelerinde iyonik dalgasal frekansına dönüştürüp beyne iletmektedir. Bu anlam yüklü bilgiler, yine iyonik dalgalardan oluşmuş beynin ilgili bölümlerinde değerlendirilmek suretiyle beynin içinde görüntü ve ses şeklinde açığa çıkmakta, daha doğrusu bizler tarafından algılanmaktadır. Dokunma, tat, koku olayı da aynı şekilde ilgili uyarıların yine ilgili sinir hücrelerince beyine iletilmesi ve bu sefer beyindeki sinir hücrelerince değerlendirilmesi sonucunda oluşmaktadır (görme dışındaki duyumsamalar moleküler - atomik boyutta işlev görseler de daha detaylı olayı incelediğimizde sonuçta bunların da E-M dalgalara dayandığı görülmektedir. Bu nedenle beynimizde renk, koku, ışık, tat... nesnelerin birebir görüntüsü, şekilleri, …vs. yoktur. Var olan, sadece ve sadece tüm bunları var saydıran, her biri bir mana ihtiva eden “frekansal data paketlerinin” hareketselliğidir. Dolayısıyla bizler gerçekte, tamamıyla zifiri karanlıklar içindeki beyin adını verdiğimiz, enerji/bilgi yumağından oluşmuş bir yapı içinde yaşamaktayız. Beyin, boyutsal derinliğe sahip olması nedeniyle de her boyutuyla, o boyuta göre şekil almış “enerji /datasal” bir yapıdadır. Böylece bizler hiçbir şekilde dış dünyaya ulaşamıyor ve hiçbir zamanda algılanan şeylerin gerçekte ne olup ne olmadıklarını ya da ne şekilde var olduklarını görememekteyiz.
Yorum