Agnostisizim: Eski Yunan’a dayanan bu felsefe, insanların bilgilenmeyi duyuları ile elde ettiğini, dolayısıyla duyu dışındaki bilgi hakkında yorum yapamayacağını bu nedenle de bir yaratıcının var olup olamayacağının hiçbir zaman ve biçimde bilinemeyeceğini söylemektedir. Çünkü onlara göre, yaratıcının varlığını ve yokluğunu ispat edecek veriler bulunamadığından “Yaratıcının var olduğu” veya “Yok olduğu” ifade edilemeyecektir. Yani bu iki temel düşüncenin ortasında yer alan felsefik bir görüş. Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki, yaratıcı derken de kesinlikle Dinlerin bildirdiği yaratıcı kast edilmemektedir. Haliyle Dinlere de inanmazlar. Eğer yaratıcı varsa bunlardan tamamen farklı bir varlık olması gerektiğine inanırlar. Oysa sadece, insan duyularının sınırlı olmadığına ilişkin kesin bilimsel veriler ile Kuantum Fiziğindeki, “birimde, tüme ait olanın aynen mevcut olduğu” gerçeğini göz önüne alsak bile bu felsefenin geçersiz olduğunu bizlere göstermesi için yeterlidir. Kaldı ki, bir yaratıcının bulunması halinde gerekli çalışmalar yapılmadığı için birimin kendisini azap ortamında bulması gerçeği de, daha başından bu düşüncenin iflası anlamına gelmektedir.
Duyuru
Daraltma
Henüz duyuru yok.
Kuantum ve Din – 6
Daraltma
X
-
Ynt: Kuantum ve Din – 6
Nihilizm (Hiççilik): ilk çağda ortaya konmuş olan bu felsefeye göreyse özetle, gerçekte varlık yoktur, varlık gerçek değildir. Her şey tamamıyla bir hayalden ibarettir. Asıl olan yokluktur, Hiçliktir. Var olsa bile o varlığın bilinemeyeceğini, bilinse bile, bildirilemeyeceğini de ifade etmektedir (bu son iki görüş, ilk görüşle bayağı çelişmektedir). O yüzden her değeri, her gerçeği ve her şeyi reddederler. Gerçekte her şey bir Yokluktan, Hiçlikten ibaret olduğundan Mutlak Varlık diye bir şeyden de bahsedilemez (bir defa ortada olan sistem ve düzenin inkarı var. Bu Sistem neyin nesi, neden, niçin yokluk değil de varlık söz konusu olmuş? Hiçlik kavramını tam olarak tanımlayamadıkları gibi, “Mutlak Hiçlik” Kavramından da haberleri yok). Varlık, bir varlığın varlığına bağlı olarak mevcuttur. Bu yüzden bu felsefede, varlıktan bağımsız bir varlık söz konusu olamaz (Kuantuma ait sadece bir iki özellik mevcut, fakat diğer özelliklerin hiçbiri yok, Kuantum Potansiyelinin adı bile yok, üstelik içermediği o özelliklerle de çelişmektedir). Nasıl ki rüyalarda görünen varlıklar gerçek olmayıp rüyanın sona ermesiyle o varlıklar ortadan kalkıyorsa, insanlar da öldükten sonra her şey sona ermekte, yokluğa geri dönmektedir. Bu nedenle metafizik (yani alt) boyutlar ve varlıklar, dolayısıyla Ruhun varlığı ve ölümsüzlüğü, haliyle Dinler de geçersizdir. Geçmişin de bir anlamı olmayıp sadece ve sadece o anın bir önemi bulunmaktadır. Çünkü her şey boş, amaçsız, gelip geçici olduğundan yaşamı çok ciddiye almanın da bir anlamı yoktur (geçmişin, geleceğin ve yaşamın bir anlamı yoksa şu anın da bir değerinin olmaması gerekmez mi?). Bununla birlikte, Mutlak bir bilgiden, hatta doğru bilgiden bahsedilemeyeceğini, dolayısıyla Bilimin dahi asla her şeyi (evrenin ve insanın var oluşunu) çözemeyeceğine inanmaktadırlar (sanki bilimsel veriler onların söylemlerini onaylıyormuşçasına konuşuyorlar. Oysa durum bunun tam tersi. Kaldı ki, kabul ettikleri bilim de gerçekte yok değil miydi?). Ahlaki değerlere, toplumsal kurallara da pek değer vermezler, onların da geçici ve gerçek olmamalarından ötürü. Böylece mevcut düzen ve değerlerle birlikte her bir şeye karşı çıkarlar (varlıklarının ve bu düşüncelerinin devamı, içinde yer aldıkları düzene bağlı değil mi? Ayrıca kendileri ve aileleri için de bu durumu düşünebiliyor, bunu yaşantılarıyla da ortaya koyabiliyorlar mı? Elbette hayır).
-
Ynt: Kuantum ve Din – 6
Bu son iki felsefenin daha fazla kritiğini, hatta “Kuantum”, “Kuantum Potansiyeli”, “Hiçlik” ve “Mutlak Hiçlik” açısından değerlendirilmesini size bırakıyorum. Çünkü Mutlak Sistem ile Hakikati göz önüne alarak düşündüğümüzde bunlardaki daha fazla eksiklikleri, dolayısıyla yanlışlıkları, çelişkili ifadeleri, yaşamın gerçekliği ile olan kopukluklarını ve açıklık getirilemeyen çoğu şeyi artık rahatlıkla görebiliriz (yazı dizisi boyunca bunlara da cevap teşkil edecek oldukça noktaya değinmiştim). Ancak yine de iki noktaya değinmeden geçemeyeceğim. Bunlardan ilki, Nihilizmin, temel dayanağı olan “Hiçlik ve varlığa” bakışı ile Sufizmin belirttiği “Hiçlik ve varlık” ilişkisi kesinlikle aynı şeyler değillerdir. Aralarında dağlar kadar farklılıklar bulunmaktadır. İkincisi ise, Boyutlar, Boyutlar arası farklılıklar ve aralarındaki ilişkiler hiç belirtememektedir, çünkü yok sayılmaktadır. Ayrı bir deyişle, hangi boyutta hangi anlayışın geçerli olduğu üzerinde hiç durulmamış. Bu yüzden de maddesel boyuttaki işleyiş görülmeyip daha üst boyuta ait olan bir gerçek, sanki o maddesel boyutta işlevsel haldeymiş gibi kabul etdilmektedir. Kısacası varlığın hangi boyut itibariyle gerçek, hangi boyut itibariyle ve neye göre hayal olduğunu ayırt etmemiz gerekir. Madem her şey hiç ise, elini ateşe soktuğunda da elinin yanmaması gerekir. Demek ki, elin yandığı bir boyut da varmış.
Bugüne kadar dünyada yaygın olan temel felsefik görüşlere baktığımızda ise, hepsinin, önemli bazı bilimsel veriler de dahil, birçok şeyi reddetmeleri veya kabul etmemeleri ya da görememeleri sebebiyle, “Mutlak Gerçeğin” sadece belli bölümlerini doğru tespit edebildiklerini geri kalanına ise bu bilgilere göre tanımlama getirdiklerini görmekteyiz. Tıpkı meşhur bir hikayedeki, körlerin bir filin çeşitli organlarını tutup tespit ettikleri o organa göre o filin ne olduğu konusunda tanımlamalar yapmaları gibi. Haliyle, onlar fili ne kadar doğru tanımlayabiliyorlarsa, bu felsefeler de Hakikati ve Onun Sistem ve Düzenini o kadar doğru tanıyabiliyor demektir. Oysa tüm bunlara karşın, (İslam Dininin verilerini en derin boyuttan ve en geniş bir biçimde açıklayan) İslam Sufizmi, “Kuantum” ve “Kuantum Potansiyeli” boyutunu tek tek tanımladığı gibi, gerek “Hiçlik Boyutunun” gerek “Mutlak Hiçlik Boyutunun” ne olduğunu, yanı sıra da “Mutlak Hiçliğin”, diğer üç boyutla olan bağlantısını ve bu üç boyutun da yukarıdan aşağıya doğru birbirleriyle olan ilişkilerini bir bir açıkladıklarını göstermiştik. Yeri geldikçe daha da detaylı olarak göstermeye devam edeceğiz. Bu nedenle İslam Sufizminin diğer felsefelerden en önemli farklılıklarından biri, istisnasız, hangi seviyeden olursa olsun tüm sorulara cevap verebilmesidir.
Yorum
-
Ynt: Kuantum ve Din – 6
Bu arada “bu felsefik görüşleri, akımları bilmek bizlere ne kazandırır?” diye bir soru sorulabilir. Gerçekten de bu çok önemli bir sorudur, çünkü şeytanlar, ölüm anının hemen öncesinde insanların imanını almak üzere onlara musallat olacak, çeşitli fikir ve algı oyunlarıyla biz tüm insanları epeyce zor durumda bırakacaklardır. Bu nedenle şeytanlar,“… bu dünyada ne hal ile ölürseniz o hal üzere baas olursunuz” hadisi hükmünce, insanların sonsuz geleceğini ve idrak düzeyini belirleyecek olan son kayıtların negatif yönlü olarak yüklenmesini sağlamaya çalışmaktadırlar. Son anda “Kelime-i Şehadet” getirmenin ne kadar büyük bir nimet olduğunu burada görmüş oluyoruz. Bununla birlikte zamanı tam olarak bilinmese de çok güçlü olan işaretlerden pek uzak olmayan gelecekte açığa çıkacağı görülen “Deccal” lakaplı şahsiyet de anlattığımız tüm bu felsefelere uygun paralel söylemlerle ortaya çıkacağından ve söylemlerinin doğruluğuna ilişkin olağan üstü İstidraçlar sergileyeceğinden, insanların büyük çoğunluğu tarafından çok rahat kabul görecektir.
Buna karşın Resulullah’ın soyundan olan ve “Zati İlimle” ortaya çıkacak olan “Mehdi Lakaplı” O Zat ise, tüm bu felsefelerin dışında farklı ve çok çok üzerindeki bir anlayışla, yani Resulullah’ın sembol ve mecaz ağırlıklı olarak ortaya koyduğu “Allah Kavramı” ve “Onun İlminde yarattığı Sistem ve Düzeni” günün en zirve Batı İlmiyle açıklayacağı için, anlattığımız felsefik akımlarla kayıtlı, şartlanmalı insanlar tarafından önceleri anlaşılamayacak ve reddedilecektir.
Yorum
-
Ynt: Kuantum ve Din – 6
İslam ve Sufizmi: Sufizmin ayet ve hadislere dayandığını, günümüz bilimsel verileriyle aynı şeyleri dillendirdiğini, dolayısıyla dinsel verilerin bilimsel karşılıklarına çeşitli yazılarımızda fazlasıyla değinmiştik. Bunlara tekrardan değinmenin bir anlamı yok. Ancak bazı noktaları hatırlayarak olaya farklı açılardan bilhassa “Yenilen Modu” açısından yaklaşmaya çalışalım.
“La ilahe illallah” cümlesi Tanrı ve Tanrılık kavramının var olmadığını, tüm sonsuz varlığın (boyutsal anlamda) öncelikle sonsuz-sınırsız Tek bir yapı (Kuantum Potansiyeli) halinde mevcut olduğunu, (yine boyutsal anlamda) sonra da bu yapının Zat’a göre hayal olduğunu (Zatta yapı diye bir şey olamaz), çokluk kavramının ise, “Uluhiyet kavramı” (Allah isminin karşılığı olan Uluhiyet Kavramı, tüm boyutları içine alan bir kavramdır) içinde değerlendirilmesi gerektiğini bize söyler. Dolayısıyla “Çokluk Boyutu” Tekliği bölen bir durum değildir. Kısacası iki temel boyut vardır, “Zat” yani, “Ahadiyet Boyutu (Mutlak Hiçlik)” ile “Kuantum Potansiyeli Boyutu”. Kuantum Potansiyeli boyutu da, “Dalgalanmamışlık” ve “Dalgalanmışlık” Boyutu olarak iki boyuta sahiptir. Nari ve Maddesel boyutlar ise, Suretler boyutu adı altında Kuantum Potansiyelinin Dalgalanmışlık boyutunun projeksiyonu olan ve yine “ bir tür Dalgalanmalardan” oluşmuş boyutlardır. Dolayısıyla bu “projeksiyon olmuş boyutun da” Durgun (Dalgalı olmayan) yanı bulunmaktadır. Suretler boyutunun, Kuantum Potansiyeli boyutunun projeksiyonu olması sebebiyle, İlmi boyutları bu Potansiyeli Boyutun Dalgalanmamışlık Boyutunda düşünmemiz gerekir. Ancak Kuantum Potansiyelindeki dalgalarda kodlu olan sonsuz varlık da Kuantum Potansiyeli içinde olmalarından dolayı, yine İlim Boyutu içindedir, İlmin bir boyutundaki İlmi Boyut olarak. Bu sebeple her şey (sonsuz varlık oluşumları) gerçekte Kuantum Potansiyelinde yaşanmaktadır. “Ahadiyet İlmi” ise, “Mutlak Zat” Boyutudur. Bu yüzden Dinsel veri adı altındaki tüm kavramları bu ana boyutlarda, boyutlar içinde tek, tek bulmamız gerekir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, “Kuantum Potansiyeli” tamamıyla Soyut boyuttur. “Zat” ise, Soyutluluğu bile kabul etmez. “Zat’i Boyut” derken de, Varlığa nispetle olan bir tanımlamadır. Gerçekte, “Mutlak Hiçlikte”, kendi ismi gibi, boyut kavramı da geçersizdir.
Yorum
-
Ynt: Kuantum ve Din – 6
“B Sırrına” gelince, “Kur’an’ın sırrı Fatiha da, Fatiha’nın sırrı Besmelede, Besmelenin sırrı da başındaki “B” dedir. Ben, O “B” nin altındaki Noktayım” diyen Hz Ali(r.a), bu “Nokta” sırrına işaret etmektedir. “B Noktası”, Sonsuz- Sınırsız Kuantum Potansiyeli boyutunun da dayandığı “Zati Noktadır (Ahad’dır) (Hiçlik değil, Mutlak Hiçliktir)”. “Zat’ın” kendi içindeki tecellilerini de içerecek şekilde tüm boyutları kapsar (anlatım sadedinde, “Ahad, direkt değil, “Hu’ nun” vasıtasıyla Sıfat ve Esmaların toplu olarak bulunduğu “Data” boyutuna tecelli etmekteydi).
“ B sırrı” anlayışıyla Tanrı ve Tanrılık sistemi ortadan kalkar. “B sırrıyla” Kur’an’ı Okuyan, Tanrının gönderdiği Tanrı kitabını değil, kendi derinliğindeki (boyutsal uzantısındaki) Kâinat Kitabını Okur. Bu arada birim kendisini Kuantum Potansiyeli boyutunda tanıdığı zaman, bulunduğu boyuta göre tümü değerlendirir. Yani tüm boyutlar, “Zati Noktadan (Noktasından)” kapasitesi oranında açığa çıkar ki, bu da zamansızlık ve mekânsızlıktaki boyutsallığı oluşturur. “B Sırrıyla” Besmelenin anlamı yani, bir işe başlanıldığında ya da Kur’an okunmadan önce Besmele çekilmesinin birinci anlamı ise, Elmalı Hamdı Yazır’ın ifadesiyle, “Ben bunu O’nun namına, O’na hilafeten, O’nu temsilen, O’nun bir aleti olarak yapıyorum, bu iş hakikatte benim veya başkasının değil, ancak O’nundur” demektir. İkinci anlamı da, eğer bir iş yapılıyorsa, o işten daha fazla fayda temin etmek, daha kolay ve rahat başarabilmek için öncesinde güç kazanma, eğer ayet veya dua okunuyorsa, öncesinde enerji takviyesiyle birlikte o şeyi dikeysel ve yataysal anlamda daha fazla anlamayı, kavramayı sağlamak amacını taşımaktadır. Kur’an ayetlerine “B” anlayışıyla baktığımızda misal vermek açısından birkaç ayet ise, şöyle Okunmaktadır.
Yorum
-
Ynt: Kuantum ve Din – 6
Sufizmin dikkât çektiği önemli bir nokta da, görünen ya da görünmeyen çokluk boyutunun, Allah’ın Esma bileşenlerinden meydana gelmesi ve bununda “Salt Esma” ya dayanması sebebiyle Allah, “Alemlerin Rabbi (Rabbül Alemin)” iken (Allah o boyut itibariyle Rab ismini alır. Dolayısıyla Rab, Allah’tır. Ancak Allah, Rab değildir, olamaz da. Bu boyut farklılıklarına çok dikkât etmemiz gerekir), Allah, “Nokta (Esma Mertebesi)” İtibariyle Âlemlerden beridir. Temel Öz Boyutu itibariyle ise, “Zatı Yönüyle” Âlemlerden yani, “Esma Bileşimleri” ve Onun kaynağı olan “Salt Manalardan” beridir, onunla kayıtlı değildir (bu durum her bir boyut ve onun bir üst boyutu için de geçerlidir) (1). Kur’an da bu durum, “Allah Âlemlerin Rabbidir”, “Allah Âlemlerden Ganidir” şekliyle ifade edilmiştir. Görüldüğü gibi bu da Tanrı ve Tanrılık sisteminin mevcut olamayacağını bize göstermektedir.
Yorum
-
Ynt: Kuantum ve Din – 6
Zaten İslam Dünyasında, maalesef ne “La ilahe İllallah (Tanrılar, dolayısıyla bir Tanrı yoktur, yalnızca Allah)” sözünün Hakikati, ne de “B Sırrı” ile ayetlere bakış söz konusu olmadığı, dikkate alınmadığı için, “Allah kavramı ve İlminde yarattığı Sistem ve Düzen”, Tanrı ve Tanrı’nın sistemi biçiminde algılanmakta, sonuçta ise, Dinsel veriler ile insanı Hakikatine götüren günümüz biliminin ortaya koyduğu zirve anlayışlar hiçbir şekilde bağdaştırılamamaktadır. Mesela, araştırmacılar big- bang olayını sırf bir Tanrıya bağlamak için bir üstte ifade ettiğimiz bakış açılarına dayalı Klasik Kozmolojiyi kullanırlarken, “Kuantum Kozmolojisini (Vakum Boyutu ve bundaki etkinliğini)” hiç hesaba katmamakta, “Kuantum Potansiyelinden” ise hiç bahsetmemektedirler. Bunların içinde Tasavvufu kabul edenler ise (haliyle Sufizmin tamamen tersine) Tanrıya dayalı, yani insanı, sahip olduğu varlığıyla birlikte, hiçlikteki Tanrıya belli bir mesafeye gelinceye kadar yaklaştırmayı amaçlayan, Tasavvuf anlayışlarını dillendirmektedirler. Oysa Klasik Kozmolojiye işaret eden ilgili ayet ve hadisler bile, aynı zamanda “Kuantum ve Kuantum Altı Boyutuna da” işaret etmektedir ki, işin asıl olan yanı da budur.
Yorum
-
Ynt: Kuantum ve Din – 6
Mesela “ (katmanlarıyla birlikte) Arz ve Gök bitişikken biz ayırdık onları” ayetine bakacak olursak, bu ifade bir taraftan, (Klasik fizik açısından) yeryüzünün ve güneş sisteminin, daha doğrusu tüm yıldız sistemleri ve galaksilerin mevcut olmadığı, evrenin çoğunlukla Hidrojen ağırlıklı, Hidrojen ve Helyumdan oluşmuş (big-bang’den yaklaşık iki yüz – üç yüz bin yıl sonrasındaki) gaz aşamasına işaret ederken, aynı zamanda diğer taraftan (Kuantum Fiziği açısından) “Kuantum Boyutundaki” “Süper-Pozisyon” durumunu ya da daha derin boyuttan “Kuantum Potansiyelindeki” Projekte olmamış durumu bizlere anlatmaktadır. Böylece, gördüğümüz sistem ve düzen var olmazdan evvel, “Yer” ve “Gök” tamamen farklı bir yapıda birleşik haldeyken, “Süper pozisyon” durumunun çökertilmesi ya da “Kuantum Potansiyelinin” Projeksiyonu sonucu algıladığımız evren, boyut boyut (aşama aşama) meydana gelmiştir. Yine aynı şekilde mesela, “Ben yürüyen Kur’an’ım” diyen Hz Ali de (r.a), “İlim bir Nokta idi, Cahiller onu çoğalttı” ifadesiyle, “algılananların, algılayıcılar tarafından meydana getirildiğini belirterek hem “Kuantum Potansiyeli” Boyutuna, hem de “Kuantum Boyutuna” işaret etmektedir.
Bununla birlikte, diğer ayet ve hadislerde geçen Arz, Sema, Arş, Su, …vb kavramlar da aynı şekilde, “Kuantum Boyutlarındaki gerçekleri ifade etmektedir”. Şimdi de bunlardan bazılarını görelim.
“ Yedi Gök, Yer ve bunlarda bulunanlar, O’ nu tespih ederler” / “ Yedi Göğü ve Yerden bir o kadarını da yaratan Allah’tır”, “ Arşı Su üzerinde iken, hanginizin daha güzel iş işleyeceğini ortaya koymak için Gökleri ve Yeri Altı Günde yaratan O’dur”, “ Allah var idi ve onunla birlikte hiçbir şey yok idi. Ve Allah’ın Arşı Su üzerinde duruyordu. Sonra Allah, Kâinatın tamamını taktir ve tespit etti. Ve Göklerle, Yeri yarattı”/ “Rahman Arşı istiva etmiştir”, “ Gökleri gördüğünüz gibi direksiz yükselten, sonra Arşa hükmeden her biri belli bir süreye kadar hareket edecek olan güneşi ve ayı buyruğu altına alan, işleri yürüten, ayetleri uzun uzun açıklayan Allah’tır”, “ O, Gökleri, Yeri ve aralarında olanları Altı Günde yaratan sonra Arşın üzerine hükümran olandır, O Rahmandır”, “ Allah Gökleri, Yeri ve bunların arasındaki şeyleri Altı Günde yaratan sonra Arş üzerine istiva buyurandır”, “ Rabbin O Allah’tır ki Gökleri ve Yeri Altı Günde yarattı. Sonra Arş üzerine hükümran oldu her şeyi tedbir eder” , “ Allah hiçbir şey yaratmazdan önce Arşı Su üzerinde idi”. (1)
Yorum
-
Ynt: Kuantum ve Din – 6
Öncelikle, anlatılan ifadeleri, yukarıdan aşağıya doğru olarak Arz (ve katmanları) da dahil olmak üzere hepsini “Kuantum Potansiyeli Boyutu” içinde olan şeyler olarak düşünmemiz gerekir (Arz kavramının, bir yönüyle evren ve ışınsal boyutlarla ilgili olduğunu da hatırlamakta fayda var). Projeksiyon (Suretler) boyutu içindeki şeyler olarak değil. Çünkü “Suretler Alemi” dediğimiz yapı (evren, kâinat içindeki her şey) gerçekte, “Kuantum Potansiyelindeki” dalgalarda mevcut olup o dalgalanmadaki bilgi birikimlerinin (data paketlerinin) birbirlerini terkipleri kadar deşifre etmeleri sonucu meydana gelmekteydi. Böylece ayet ve hadisler, Allah’ın “İlminde” var ettiğini, Arş’ın altında ortaya koyuşunu yani, “Yerleri (Arz’ları) ve Gökleri (Semaları)” yaratışını ve tüm o boyuta olan hükmedişini anlatmaktadır. Burada ifade edilen “Su”, “enerji/ data okyanusu” olup “Arş’ın, Su üzerinde olması” ise, İlim Boyutuyla, “enerji/ data” okyanusu arasındaki hayali “boyutsal sınır” olduğunu, dolayısıyla Arş’ın tüm “enerji okyanusunu” kapsadığını bize söylemektedir. Başka bir deyişle Arş, İlmindeki manaların Kuvveden fiile dönüştüğü yani çokluk boyutu dediğimiz Ef’al boyutuna dönüştüğü sınırdır. Allah’ın Yedi Sema ve O Semalar içindeki, tüm katmanlarıyla birlikte (ki, bu da Yedi boyuttur) Arz’ı yaratıp sonra da Arş’a hükmetmesi de, Sonsuz- Sınırsız “State (Durgun)” haldeki “Salt Enerjinin”, Sonsuz Varlığın tüm boyutlarını meydana getirmek üzere Dalgalanması ve bu Dalgalanma sonucu oluşan tüm “enerji/ data” türlerine her an hükmetmekte olduğunu, tasarrufta bulunduğunu anlatmaktadır (“ Boyutlar Ve Maddeleşmeler – I” ile “ Yerler, Gökler Ve Kıyamet – II” de açıkladığım bu Yedi Katmanı, daha sonra detaylarıyla açıklamaya çalışacağım Stringler açısından daha da net olarak görebileceğiz).
Yorum
-
Ynt: Kuantum ve Din – 6
Ayette geçen “Göklerin (Semaların) direksiz olarak yükseltilmesi” ise, olayın somut boyutla ilgili olmadığını, tamamen soyut boyutla alakalı olduğunu belirtmektedir. “Yedi kat Gök (Sema) ile Yedi Kat Arz’ın yaratılmasının Altı Günde olması” durumu ise “gün” kavramının boyutsal anlamda “an” ya da eski dille “tecelli” olduğunu göz önüne alırsak, “Kuantum Potansiyelinde”, ayrı bir deyişle Stringler boyutunda, içinde Arz katmanlarına ait kodların da bulunduğu “Yedi Sema Boyutunun”, “String’lerin” Altı yönlü (boyutsal) hareketliliği ile Altı “an’ da” veya “tecelli de” meydana geldiğini ifade etmektedir.
“Fussilet Suresi 9. 11. ve 12. ayetinde ise, “ De ki, Arz’ı iki süreçte yaratmış olanı mı inkâr ediyorsunuz; Ona denk Tanrılar mı oluşturuyorsunuz? İşte O Rabbül Alemindir… / Sonra Duhan (Şekillenmemiş yapı) halindeki Sema’ya yerleşerek Sema’ya ve Arza dedi ki, isteyerek yahut zorunlu olarak gelin ikiniz. İkisi de dediler ki: isteyerek itaat ediciler olarak geldik… / Böylece onları “iki süreçte” Yedi Sema olarak hükmetti ve her Sema da onun işlevini vahyetti…” diyerek 9. ve 12. ayette yukarıda anlatılan durumdan farklı olarak “Yedi kat Sema ve Arzı”, “iki aşamada” yaratıldığını söylemektedir. “Yerlerin ve Göklerin” “iki aşamada” yaratılışının da, aslında iki farklı boyuta karşılık gelen açıklamaları bulunmaktadır. Alt boyuttaki bakış açısına göre, Arz’ın (Yer’in) yaratılışındaki iki aşamadan birincisi, Dünyanın maddi yapıya dönüşme süreci iken, ikinci aşaması da, yeryüzündeki Canlıların oluşum sürecidir.
Yorum
-
Ynt: Kuantum ve Din – 6
“Göklerin iki aşamada oluşunun” ilki ise, Kuantum Köpüğündeki sonsuz Aknoktalardan biri olan ve bizim evrenimizi oluşturan o tek Aknoktanın açılımı ile başlayıp, Hidrojen ve Helyumdan meydana gelmiş gaz yapıya dönüşüm ile sonuçlanan süreçtir ( bu süreç içinde dört temel kuvvetin aşama- aşama ayrışması, taneciklerin oluşması yani, plazma durumu söz konusudur). İkinci aşaması da, bu dev gaz bulutun belli odaklarda çökerek galaksilerin ve yıldızların (yıldız sistemlerinin, haliyle bizim güneş sistemimizin) oluşma sürecidir. Bu ayetin üst boyut açısından açıklamasını da size bırakıyorum.
Bu arada çok çok önemli bir hususa değinirsek, “Kuantum Potansiyelindeki” “Dalgalanmamışlık” yani, “State” durumu, “Hiçlik” Boyutudur. Ancak “Mutlak Hiçlik” dediğimiz, “Ahadiyet” boyutu değildir. “Sanal Vakum” halindeki “Hiçlik” ise hiç değildir. Çünkü “Hiçlik” boyutu, “Esma Boyutunun Zatı’dır”. “Mutlak Hiçlik” Boyutunda, “Hiçlikten” dahi bahsedilemez. Bu nedenle “Allah’ın Ahadiyeti”, “Hiçliğin”, yani “Kuantum Potansiyelinin” de Özüdür. “Sanal Vakum (Kuantum Köpüğü)” yani “Kuantum Boyutunun da”, “Kuantum Potansiyelinin” bir projeksiyonu olduğunu “Kuantum Ve Mistisizm – (4)” yazımızda detaylarıyla açıklamıştık. Demek ki, “dalgalanmama” ve “dalgalanma” durumunu belli bir “Enerji Alanına” bağlı olarak, ayrı ayrı iki farklı boyutta düşünmemiz gerekiyor (bunun Dinsel verilerle olan bağlantısına birkaç yazı sonra değineceğim).
Fussilet – 11. ayetin yorumuna gelince, bu ayeti de yine iki farklı boyut açısından düşünebiliriz. Ayet, birinci bakış açısıyla bizlere “şekillenmemiş yapının” yani, yine evrenin oluşumunun bir dönemindeki Hidrojen ve Helyumdan oluşmuş devasa gaz yapının, “Allah’ın İlmindeki” manaları açığa çıkartmak için, bildiğimiz “Gök Semaları ile bu Semaların hükmü altında olan Arz ve katmanları” biçiminde ortaya çıkışını anlatmaktadır. İkinci bakış açısına göre de, Kuantum Potansiyelinin “State (Durgun, Dalgalanmamış)” yani, “şekil almamış” yapısının yine Allah’ın bir kısım Esmasını açığa çıkartmak için Dalgalanarak Yedi Kat Sema ve Arz’ı meydana getirmesidir ki, bu yukarıda da dediğimiz gibi “Kuantum Potansiyeli” içinde olan bir durumdur. Böylece ilgili “data’sal” hareketliğin projeksiyonu sonucu “bilgiler”, “Suretler Boyutu” halinde ortaya çıkarlar.
Fussilet Suresi 9.- 11. ayetlerle birlikte “O, Yeryüzünde (Arzda) olanların hepsini sizin için yaratan, sonra Göğe yönelip onları Yedi Gök hâlinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir” Bakara – 29. ayetinde ise, sanki bilimsel verilere, sisteme ters gelecek şekilde, önce yeryüzünün (Arz’ın) yaratılışından sonra da Göklerin (Semaların) yaratılışı ve Arş’a hükmedilişten bahsedilmektedir. Oysa yine daha derinlikli bilimsel verilere (Kuantum Fiziğine) göre bu anlatımın da doğru olduğunu anlıyoruz. Çünkü zamansızlık ve mekânsızlık boyutunda “Newtonsal Fizikteki” gibi gerçekte nedensellik ilkesi bulunmaz. Bu yüzden olayların kendisi bir blok halinde anlatılmakta, olayların sıralamasından ise, bahsedilmemektedir. Kısacası, Kur’ an bu anlatımıyla da bizlere, farklı bir bakış açısının ya da açılarının daha olduğunu göstermektedir.
Yorum
Yorum