Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

    Yaptığımız bu açıklamalardan şunlar ortaya çıkıyor:

    1- İnsan özgürlüğünün mutlak olduğu görüşü, insanın fıtrî ve meşru hakkına açıkça ters düşer ki bu, fıtrî ve meşru hakların başında gelir.



    2- İslâm'ın geçerli saydığı köleleştirme hakkı fıtratın kanununa uygundur. Bu da İslâm toplumuna savaş açan, hak dinin düşmanlarının köleleştirilmesi ve davranış özgürlüklerinin elinden alınmasıdır. Bunlar köleleştirilip İslâm toplumunun içine çekilecekler, köle olarak yaşamaya zorlanacaklar. Bu sırada sağlıklı dinî terbiye ile eğitilecekler ve tedricî bir şekilde azat edilerek sağlıklı ve kazançlı bir şekilde özgür topluma katılacaklar. Bu arada İslâm devletinin başı, eğer toplumun yararını o yolda görürse, bütün köleleri satın alıp azat edebilir veya bu konuda ilâhî hükümlerle çelişmeyen başka bir yol izleyebilir.


    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

    Yorum


      #17
      Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

      Köleliği Kaldırma Kararı Ne Sonuç Verdi?



      Büyük devletler, Brüksel Anlaşmasını yürürlüğe koyarak köle alıp satmayı şiddetle yasakladılar. Böylece köleler ve cariyeler özgürlüklerine kavuştular. Günümüzde artık onlar kumpanyaların pazarlarında dizilip görücüye çıkarılmıyorlar ve koyunlar gibi oradan oraya taşınmıyorlar. Bunun sonucu olarak artık harem ağaları kullanma geleneği de ortadan kalktı. Günümüzde küçük örnekler hâlinde de olsa, ne bunlara ve ne onlara rastlanmıyor. Sadece ilkel toplumlarda bu tür uygulamaların olduğundan zaman zaman söz ediliyor.



      Fakat bu kadarı, yani köleleştirme isminin dillerden düşmesi ve bu isimle anılan insanların gözlerden kaybolmaları, bu konuda
      dikkatli araştırmacıları tatmin eder mi? Acaba şöyle sormazlar mı? Bu mesele bir kelime meselesi midir ki, bu konuda ismin zikredilmesinin yasaklanması yeterli olsun ve uygulamada köleye özgür insan denmek kafi görülsün de bu özgür denen kişinin emeğinin yararına el konulması ve başkalarının iradesine bağlı olması önemli görülmesin. Yoksa mesele bir içerik, bir anlam meselesi midir ki, özü ve objektif sonuçları bakımından içeriğinin durumu değerlendirilsin?



      Alın size İkinci Dünya Savaşı. Henüz üzerinden sadece on küsur yıl geçti. Galip devletler mağlup düşmanlarına şartsız teslim
      olmayı dayattılar. Sonra yurtlarını işgal ettiler. Milyonlarca mallarını aldılar. Hayattaki insanlarını ve çocuklarını tahakküm altına
      aldılar. Milyonlarca esirlerini ülkelerine taşıdılar. Onları orada istedikleri işlerde, istedikleri gibi kullandılar. Öyle ki bu durum, günümüze kadar aynen böyle yürüyor.



      Biri bana söylesin: Acaba köleliğin, kelime olarak söylenmesi yasaklansa bile, vazgeçilmez bir içeriği yok mu? Acaba bu kavramın, mutlak özgürlüğün ortadan kaldırılmasından, iradeye ve davranışlara el konmasından, güçlü ve üstün kişinin zayıf ve ezilen kişi üzerinde hükmünü adaletle veya zulümle dilediği gibi yürütmesinden başka bir anlamı var mı?


      Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

      Yorum


        #18
        Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

        Hayrete şayandır ki, İslâm'ın hükmünün mümkün olan en düzeltilmiş şekli köleleştirme diye adlandırılıyor da Batılıların hükmüne
        bu ad verilmiyor. Oysa İslâm bu konuda en kolay ve en hafif tutumu takınırken, onlar en ağır ve en zor tutumu takınıyorlar.

        Batılılar sevgi, koruma ve kayırma adı altında ülkelerimizi işgal ettiklerinde, onların sevgilerinin ve dostluklarının ne olduğunu gördük. Acaba düşmanlık ve cezalandırma amacı ile işgal ettikleri ülkelerdeki insanların başlarına neler geliyor?

        Buradan ortaya çıkıyor ki, köleliği kaldırma kararı aslında verme biçiminde alma olan siyasî bir oyundur. Önce savaş sebebi
        ile köleleştirmeyi ele alalım. İslâm bunu yürürlükte tuttu. Batılılar da her ne kadar kelime olarak söylenmesini yasakladılar ise de fiiliyatta onu yürürlükte tuttular. Babaların evlâtlarını satmaları şeklindeki köleliğe gelince, Batılılar bu tür köleliği yasakladılar; ama İslâm onu çok daha önce yasaklamıştı. Üstünlük ve siyasî egemenlik yolu ile ortaya çıkan köleliği de İslâm çok önce yasakladı.

        Batılılar da bu tür köleliği söz birliği ile yasakladılar. Fakat acaba bu yasaklama tıpkı savaş esirleri konusunda olduğu gibi sözde mi kaldı yoksa söz aşamasını aşıp içerik ve anlam aşamasına geçerek uygulamalara yansıdı mı?!

        Avrupalıların Asya, Afrika ve Amerika kıtalarındaki sömürgelerinin tarihini, buralarda işledikleri cinayetleri, döktükleri kanları,
        çiğnedikleri ırzları, talan ettikleri malları, işledikleri yüzlerce ve binlerce zulümleri gözden geçirerek bu sorunun cevabını ortaya çıkarmak mümkündür.


        Aslında bu sorunun cevabını bulmak için bu uzun -eğer gerçekten uzun ise- yolu izlemek gerekmez. Cezayir halkının Fransızlardan çektiği kıyımları, yıkımları, baskıları, bunun yanı sıra Arap ülkelerinin İngilizlerden çektiklerini, bunlara ilâve olarak Sudan halkının başına gelenler ile Amerika da Kızılderililerin dramını, Doğu Avrupa'ya Sov-yetler Birliğinin çektirdiklerini ve bizim kendimizin bunlardan ve onlardan gördüğümüz zulümleri incelemek yeterlidir. Bütün bu işleri yaparken, söyledikleri sözler kelime itibariyle şefkat ve hayırhahlıkla dolu olsa da, anlam ve içerik itibariyle köleleştirmeden ibaretti.


        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

        Yorum


          #19
          Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

          Bütün bu anlattıklarımızdan çıkan sonuç şudur: Batılılar, fıtrî sebebinin varlığı hâlinde mutlak özgürlüğün ortadan kaldırılmasını
          öngören İslâmî uygulamayı fiiliyat aşamasında benimsediler. Bu fıtrî sebep, toplumu yıkmak ve insanlığı mahvetmek isteyenlere
          karşı savaşmaktır. Bu yaklaşım, fıtrat yasasına göre meşru bir hükümdür. Objektif ve değişmez bir temeli vardır. Bu temel, insanlığın varlığını sürdürebilmesi için varlığına kastedenleri ve kalıcılık amacına karşı olanları başından savmak ihtiyacındadır. Bunun yanı sıra bu hükmün bir de akla uygun, sosyal bir temeli vardır. Hükmün objektif temelinin uzantısı olan bu temel, insan toplumunu yok olmaktan ve yıkımdan korumaktır.


          İşte Batılıların fiiliyatta gaye edindikleri, sözde karşı çıkıp içerik ve anlam plânında benimsedikleri prensip budur. Fakat onlar
          bu meşru kısmı aşarak gayri meşru alana daldılar. Bu da üstünlüğe ve egemenliğe dayalı köleleştirme uygulamasıdır. Çünkü onlar sözde köleliğin yasaklanmasından önce olduğu gibi yasaklama kararından sonra da binlerce, milyonlarca insanı köleleştiriyorlar, alıp satıyorlar, bağışlıyorlar ve kiralıyorlar.


          Fakat bu yaptıklarına köleleştirme adını vermiyorlar. Uygulamalarına sömürgeleştirme, dominyonlaştırma, denetim altında
          tutma, koruma, ilgilenme, yardım etme gibi isimler takıyorlar. Bütün bu kelimelerin bir tek fonksiyonu vardır. O da köleleştirme içeriğine örtü oluşturmaktır. Bu isimler ve sözcükler yıprandıkça, aşındıkça atılıyor ve yerine başkaları konuyor.


          Batılılar, Brüksel anlaşması ile bütün dünya insanlarının kulaklarını tırmalıyorlar, ileri uygarlığın öncüsü olan büyük devletler
          ellerinde özgürlük bayrağı taşıyarak bu anlaşma ile övünüyorlar. Fakat meseleye yakından bakınca, bu anlaşmanın sadece çocukların ve harem ağalarının alınıp satılması yolu ile gerçekleşen kölelik türünü ve iğdiş etmeyi ortadan kaldırdığı görülür. Ki, bu kölelik türü onlara önemli bir çıkar sağlamıyordu. Üstelik bu kölelik türü sosyal bir meseleden çok ferdî bir meseleye benziyor. Buna rağmen köleliğin bu türünün kaldırılmış olması, onların elinde sözden ibaret bir propaganda malzemesidir. Tıpkı kuru bir söz olmaktan öte bir anlam içermeyen öbür propaganda dayanakları gibi.


          Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

          Yorum


            #20
            Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

            Evet; bu konuda incelenmesi gereken bir başka nokta var ki, o da şudur: İslâm, silâh zoru ile ele geçirilen topraklar dışındaki yerlerde elde edilen ganimetlerin ve alınan kölelerin bölüştürülmesine toplumun fertlerinden başlıyor, sonra devlete sıra geliyor. İslâm'ın ilk yıllarındaki uygulama böyle idi.


            Batılılar ise ganimetlerden yararlanmayı sadece devletlerine mahsus bir hak sayarlar. Bu da kölelik meselesinin kendisi dışında
            kalan başka bir meseledir. İnşallah ileride zekât ve humus hakkındaki ayetleri ele aldığımızda bu meseleyi enine-boyuna inceleyeceğiz. Ve ancak Allah'tan yardım istenir.


            Bütün bunlardan sonra adı geçen Ansiklopedinin yazarının yukarıda naklettiğimiz, "Köleliğin kaldırılmasının temel gerekçesi,
            insanların haklarda ve yükümlülüklerde eşit olmasıdır..." şeklindeki sözlerine dönelim. İnsanların haklar bakımından eşit olmaları
            ne demektir? Acaba bu sözle insanların sahip oldukları ve gözetilmesi gereken haklarından yararlanmaları, ancak bu hakların
            kesin olarak eşit olmadığı, farklı olduğu mu kastediliyor? Meselâ yönetici ile yönetilen, amir ile memur, kanuna uyan ile kanunu
            çiğneyen, adil ile zalim arasında sosyal ağırlıklarının farklılığına bağlı farklılıklar olduğu gibi.



            Eğer kastedilen bu ise buna bir itirazımız yok, bu öyledir. Yalnız bunun böyle olması toplumdaki şerefli ve faydalı bir kişi ile
            topluma katılmaya lâyık bir onurun sahibi olmayan, girdiği her yerde hayatı ortadan kaldıran ve öldürücü bir zehir gibi olan kişinin eşit sayılmasını gerektirmez. Çünkü bu iki kesimi birbirinden ayrı tutarak birincisine tam özgürlük tanırken, ikincisinden özgürlüğü geri almak, fıtratın açık hükmüdür. Düşmanın, düşmanı üzerinde saldırı konularında hiçbir hakkı yoktur. Koyunun kurda ve avın arslana karşı da hiçbir yükümlülüğü yoktur.

            Eğer bu sözle insanlık sıfatının insan fertleri arasında ortak olduğu ve kim olursa olsun her insanın uygarlıkta ilerleyecek ve
            başkalarının elde ettiği mutluluğu elde edebilecek güce sahip olduğu kastediliyorsa, o zaman gelişmiş toplumlar her insana cömertçe özgürlük tanıyarak onu sağlıklı topluma katılacak şekilde eğitmekle yükümlüdürler.



            Bu görüş de doğrudur. Fakat kimi zaman eğitim faaliyeti, eğitim süreci tamamlanıncaya kadar belirli bir zaman diliminde eğitilenin
            irade özgürlüğünün askıya alınmasını gerektirir. Eğitilen kişi iradesini bilinçli olarak kullanacak düzeye gelince özgürlük nimetini
            tatmakta serbest bırakılır. Tıpkı doktorun hastasına hoşuna gitmeyen bir ilâç içirmesi ve küçüklerin büyütülmeleri sırasında
            ağırlarına giden uygulamalara tâbi tutulması gibi.



            İslâm'ın, Müslümanlara savaş açan kâfir milletlerin irade ve davranış özgürlüklerini askıya almaktaki, onları dinî toplumun içine
            alarak eğitmekteki ve tedricî bir şekilde özgürlük alanına ulaştırmaktaki görüşü ve beklentisi budur. Çünkü bu tutum sosyal
            amaçlı bir tutumdur. Bu tutumun kendisine, sonuçlarına ve etkilerine kapsamlı bir açıdan bakılmalıdır.


            Yoksa bu tutum, ferdî ve sınırlı bir açıdan değerlendirilecek ferdî ve cüz'î bir tutum değildir. [Dolayısıyla savaşta esir alınarak
            köleleştirilen insanların bazılarının ömür boyu kölelikten kurtulup özgürlüğe kavuşmamaları bu genel kanuna halel getirmez.]
            Sonra şurası şaşırtıcı bir noktadır ki, Batılılar da daha önce değindiğimiz gibi her ne kadar bu uygulamanın isimlendirilmesine
            ve iyi niyetle ele alınmasına karşı çıkıyorlarsa da fiiliyatta İslâm'ın benimsediği gibi bir tavır takınıyorlar.


            Yoksa bu sözle bütün insanların bir tutulmasının, her insanınmutlak iradesi ile baş başa bırakılmasının özgürlüğün gereği olduğu
            mu kastediliyor?


            Böyle bir yaklaşımın kabul edilmez olduğu gibi, mutlak olarak uygulanmasının mümkün olmadığı şüphe kaldırmaz açıklıkta bir
            gerçektir. Özellikle savaş açan düşman hakkında uygulanmasını düşünmek bile mümkün değildir ki, İslâm'ın mutlak özgürlüğü askıya almakta üzerinde ısrarla durduğu tek gerekçe budur. Sonra eğer böylesine sınırsız özgürlük bir hak ise bu konuda
            bir kişi, iki kişi ve bir topluluk arasında fark olmaz. O hâlde Batılılar niçin intihar durumunda olduğu gibi bir kişiye ve düello örneğinde olduğu gibi iki kişiye yasal özgürlük tanıyorlar da kendi cinslerinden olan yoksullar kesimine tenha bir yere veya bir mağaraya sığınıp kendileri ile meşgul olma, Rablerinden gelecek rızkı yiyip kendi hayatlarını yaşama özgürlüğü tanımıyorlar?



            Geriye bir şey kalıyor ki, o da şudur: Şöyle bir soru sorulabilir: Niçin İslâm, kölelere mal edinme hakkı tanımadı? Eğer tanısaydı,
            köleler edinecekleri mal sayesinde efendilerine yük olmadan zorunlu ihtiyaçlarını karşılayabilirlerdi. Yine niçin İslâm, köleliği Müslüman olmakla sınırlamadı? Eğer böyle bir sınırlama olsaydı, köle Müslüman olunca özgürlüğüne kavuşur ve böylece gerek kendi alnına ve gerekse kıyamet gününe kadar türeyecek soyunun alnına vurulmuş olan mahrumiyet damgası silinmiş olurdu.

            Fakat bu soruyu soran kimse şuna dikkat etmelidir: Kölelerin köleleştirilmeleri ve mülk edinmeden yoksun bırakılmaları ile ilgili
            hükmün ortaya çıkışı ve uygulanması, bu kölelerin ele geçirildikleri ilk günlerin şartları göz önüne alınarak yasalaşmıştır. İslam'a
            karşı savaş açan düşmanlar olan bu köleler aleyhine fıtratın vermiş olduğu özgürlüklerini ellerinden alabilme hükmü, onların sağlıklı İslâm toplumunu yıkmaya yönelik komplolarını etkisiz hâle getirmeyi ve bu amacı taşıyan direnme güçlerini kırmayı
            amaçlıyor. Güç ve kuvvet ancak malla, mülkle olur. Buna göre köleler çalışmaktan ve çalışmanın ürünlerinden yoksun kaldıkları
            zaman çatışacak veya savaşacak gücü kendilerinde bulamazlar.

            Evet; İslâm, bir ölçüde kölelere mal edinme hakkı tanımıştır. Bu mal edinme efendilerin onların mülküne geçirdiği mal üzerinde
            olabilir. Bu mülkiyet, efendinin mülkiyetinin uzantısı niteliğindedir; kölenin kendi başına tasarrufta bulunması anlamında değildir.
            Dolayısıyla herhangi bir sakınca doğmaz.


            Kölelerin köleliklerini Müslüman olmaları ile sınırlandırmaya gelince, böyle bir siyaset İslâm'ın esasını korumak, dinî toplumu
            ayakta tutmak, silâh gücü ile ele geçirilen bu saldırganları köklü bir İslâmi eğitimden geçirmek gibi temel amaçlarla çelişir. Eğer
            bu tedbir alınmazsa köleler, din devletinin egemenliği altına girip alınlarına kölelik damgası vurulur vurulmaz derhal görünüşte Müslüman olurlar ve böy-lece sayısal varlıklarını ve güçlerini korurlar, arkasından da ilk fırsatta kendilerine yasaklanan faaliyetleri yapmaya koyulurlar.



            Bu konuda günümüzün milletlerarası uygulamalarını bir yana bırakarak insanlık tarihinin belgelenebilmiş en eski uygulamalarına
            dönelim. O çağlarda iki millet veya iki kabile birbiri ile savaştığında ve biri diğerini yenip ona karşı üstünlük sağladığında galip
            gelen taraf, kılıcı düşmanının göğsüne dayayarak onu kayıtsız şartsız teslimiyete zorlamaya kendini haklı görürdü.
            Galip taraf, bu teslim alma sırasında mağlup düşmanının sadece silâhlarını yere bırakması ile yetinip onları istediklerini yapmakla
            baş başa bırakmaz, buna ek olarak yenilen düşmanının kendi emrine teslim olmasını, hakkında vereceği kararlara tamamen boyun eğmesini, lehindeki ve aleyhindeki uygulamaları,

            şahısları ve malları ile ilgili tasarruflarını peşin olarak kabul etmesini sağlardı. Düşmana dayatılan bu hâkimiyetin, bu mutlak teslimiyetin etkisini bozacak, hükmünü geçersiz kılacak, düşmana eski komplolarına ve tuzaklarına geri dönme yolunu açacak, onun daha önceki tutumuna dönme ümidini tazeleyecek bir kayıtla kayıtlanması aptallık olurdu. Galip gelen millet böyle bir aptallığa nasıl düşebilir ki, kutsal bildiği toplumun bağımsızlığı uğruna birçok insanını ve maddî varlığını feda etmiştir. Böyle bir tutum kendine zulmetmek, en kutsal değerlerini hafife almak ve kanlarını, mallarını ve emeklerini boşa harcamak olmaz da ne olur?!

            İnsanlarının hayatlarını ve mallarını feda ederek düşmanını yenen ve bu galibiyet sonunda düşmanını zillete ve perişanlığa
            mahkum ederek onlara köleliği dayatan taraf hakkında şöyle bir itiraz ileri sürülemez: Efendim, adamlar savaştılar, öldürdüler, yakıp yıktılar, sonunda düşmanlarını esir aldılar, savaşanların rakipleri üzerindeki meşru hakkına dayanarak aldıkları esirlerin özgürlüklerini kaldırmayı caiz gördüler. Peki, daha sonra doğan nesillerin çocuklarının günahı nedir? Bunlar ne silâh taşıdılar, ne kılıç çektiler ve ne savaşa katıldılar. Bu dayanaksız itirazın cevabı şudur:

            Onlar babalarının ve dedelerinin kurbanıdırlar. Bütün bunlardan sonra şunu unutmamak gerekir ki, eğer İslâm
            hükümeti İslâm toplumunun menfaatinin o yolda olduğuna karar verirse, köleleri sahiplerinden satın alarak veya başka bir
            şekilde kölelere özgürlük verme çarelerine başvurabilir.




            ----------------------------
            Asrın en büyük tefsiri olan el-Mizan Tefsirinin 6. cildinden faydalanılarak hazırlanmıştır
            www.islamkutuphanesi.com
            Dualarınızda bizleri unutmayın lütfen


            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

            Yorum


              #21
              Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

              hepsini okuyamadım ama paylaşım için teşekküler.
              Hüseyin'in şehadeti üzre müminlerin kalbinde bir aşk vardır, o aşk asla soğumaz.
              Hz.Peygamber (saa)

              Yorum


                #22
                Ynt: Kölelik ve kölelestirmek hakkinda

                rica ederim
                bende zaten hepsini birden alinti yaptim, okumak kolay olmayacak ama bu konu ateistler tarafindan sürekli üzerine gidildigi icin kaynak olarak bulunmasini istedim


                Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                Yorum

                YUKARI ÇIK
                Çalışıyor...
                X