Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

felsefik öyküler...

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: felsefik öyküler...

    Şehir Kapısı ile Ağız Arasındaki Fark
    Doğu 'da bir zamanlar bilgeliğinin ülkesini bir güneş gibi aydınlattığı, zekâsı ve zenginliğine kimsenin ulaşamadığı bir kral yaşarmış. Bir gün vezir üzgün bir yüzle kendisine gelmiş ve "Yüce sultanım, siz ülkemizdeki en a-kıllı, en yüce, en güçlü insansınız. Yaşamımızın ve ölümümüzün efendisisiniz. Ülkede yolculuk ederken neler duydum, biliyor musunuz? Her yerde insanlar size şükrediyor. Fakat bazı insanlar sizin hakkınızda çok kötü konuşuyorlar. Alay ediyor ve akıllı kararlarınızı eleştiriyorlar. En güçlüden daha güçlü olan sizin gibi bir hükümdarın ülkesinde böyle bir başkaldırı nasıl olabilir?" demiş. Sultan hoşgörülü bir gülümsemeyle cevap vermiş: "Krallığımdaki her insan gibi sizler için neler yaptığımı biliyorsun. Yedi ülke kontrolümde.
    Benim yönetimimdeki bu ülkeler gelişti ve zenginleşti. Bu yedi ülkedeki insanlar beni adaletimden dolayı seviyor. Tamamen haklısın. Birçok şey yapabilirim. Şehirlerimin dev kapılarını kapattırabilirim. Fakat yapamayacağım bir şey var. Tebamın ağzını kapatamam. Asıl önemli olan bazı insanların benim hakkımda kötü şeyler söylemeleri değil, benim iyi şeyler yapmam."
    Hüseyin'in şehadeti üzre müminlerin kalbinde bir aşk vardır, o aşk asla soğumaz.
    Hz.Peygamber (saa)

    Yorum


      Ynt: felsefik öyküler...

      Hurma Yiyici
      Bir kadın, küçük oğluyla bilge Hz. Ali'ye gelmiş ve şöyle demiş: "Oğlumun ciddi bir rahatsızlığı var. Sabahtan akşama kadar hurma yiyor. Ona hurma vermezsem, bağırıp çağırıyor. Ben ne yapacağım? Ne olur bana yardım et." Hz. Ali çocuğa şefkatle bakmış ve şöyle demiş: "Benim iyi kalpli kadınım, şimdi evine dön ve yarın aynı saatte gel." Ertesi gün kadın ve oğlu tekrar Hz. Ali'nin önüne gelmişler.
      Büyük usta çocuğu kucağına oturtmuş, kendisiyle bir arkadaş gibi konuşmuş ve sonunda elindeki hurmaları alırken şöyle söylemiş: "Evlâdım, daima ölçülü ol. Hayatta tadı güzel olan başka şeyler de var." Bu sözlerle anne ve çocuğu göndermiş. Buna şaşıran kadın sormuş: "Büyük usta bunu niye dün söylemedin? Niye bu uzun yolculuğu yeniden yaptık?" Hz. Ali cevap vermiş: "Benim iyi kalpli kadınım, dün oğluna bugün söylediğimi aynı inandırıcılıkla söyleyemezdim. Çünkü dün benim de canım hurma istiyordu."

      Doğu Hikâyeleriyle Psikoterapi
      Hüseyin'in şehadeti üzre müminlerin kalbinde bir aşk vardır, o aşk asla soğumaz.
      Hz.Peygamber (saa)

      Yorum


        Ynt: felsefik öyküler...

        Umut...
        Pers Sultanı iki adamı ölüme mahkum etmiş.
        Sultanın atını ne kadar sevdiğini bilen mahkumlardan bir tanesi, hayatını bağışlarsa bir yıl içinde ata uçmayı öğretebileceğini söylemiş sultana. Kendini, dunyadaki tek uçan ata binerken hayal eden Sultan bunu kabul etmiş..
        Diğer mahkum inanmayan gözlerle arkadaşına bakmış ve,
        "Atların uçamadığını biliyorsun. Nasıl olup da böyle delice bir fikirle çıkabildin ortaya.. Yalnızca kaçınılmazı geciktiriyorsun o kadar."
        " Pek değil " demiş birinci mahkum. Kendime dört özgürlük şansı veriyorum".
        Birincisi : Sultan bu yıl ölebilir.
        İkincisi : Ben ölebilirim.
        Üçüncüsü : At ölebilir...
        Dördüncüsü... Belki ata uçmayı öğretebilirim.
        UMUTLARINIZIN HİÇ TÜKENMEMESİ DİLEĞİYLE...
        Hüseyin'in şehadeti üzre müminlerin kalbinde bir aşk vardır, o aşk asla soğumaz.
        Hz.Peygamber (saa)

        Yorum


          Ynt: felsefik öyküler...

          Tavla ve satranç...
          Pers imparatorunun başveziri Buzur Mehir tarafından,
          1400 yıl önce tasarlanan tavla oyunu,
          dünyanın en popüler oyunlarından biridir.
          Zaman kavramından alınan ilhamla tasarlanan oyunun, zamana böylesine direnmesi son derece etkileyici.Senenin birliği olarak tavla bir tanedir.
          4 köşesi 4 mevsimi, tavlanın içindeki karşılıklı 6'şar hane 12 ayı, pulların toplamı ayın 30 gününü, siyah-beyaz pullar gece ve gündüzü,karşılıklı 12'şer hane günün 24 saatini simgeler..
          Eski zamanlarda Hint İmparatoru,satranç oyununu Pers imparatoruna, yanında bir mektup ile hediye olarak göndermiştir. Mektubunda oyunla ilgili hiç bir açıklama yapmazken şöyle bir mesaj yazmıştır.
          Pers imparatoruna,
          Kim daha çok düşünüyor,
          Kim daha iyi biliyor,
          Kim daha ileriyi görüyorsa
          O kazanır.
          İşte hayat budur...
          Pers İmparatoru dönemin en alim veziri olan Buzur Mehir ile bu mesajı paylaşarak,ondan oyunu çözmesi ve kendisinin de karşılık olarak Hint İmparatoruna hediye edilmek üzere başka bir oyun icat etmesini ister.
          Vezir haftalarca çalıştıktan sonra gönderilen satrancın her taşın hareketini ve oyunu çözer daha sonra da on günde tavlayı icad eder ve imparatora sunar.
          Hint İmparatoruna tavla oyunuyla birlikte gönderilmek uzere şöyle bir mesaj hazırlanır.
          Hint imparatoruna,
          Evet,
          Kim daha çok düşünüyor,
          Kim daha iyi biliyor,
          Kim daha ileriyi görüyorsa
          O kazanır.
          AMA BiRAZ DA ŞANSTIR.
          İşte hayat budur..
          Hüseyin'in şehadeti üzre müminlerin kalbinde bir aşk vardır, o aşk asla soğumaz.
          Hz.Peygamber (saa)

          Yorum


            Ynt: felsefik öyküler...

            umut, bu hikaye de, bir sahis kötü sonu, ta bastan kacinilmaz görmüs ve kabullenmistir
            digeri ise ihtimal az cok dememis, bircok olasiligi düsünerek, farkli sonuclar ihtimaline bakmistir

            tavla oyunu ise, gercekten öyle, herseyin kontrol edilemedigi, rastgele olaylarla (zar sayisi), mantikli bir aksiyon sergileyerek, hedefe ulasabilmek, zar kac sayi verirse versin, hedef hep aynidir, tipki hayat gibi

            tesekkür ederim garib-i neyneva


            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

            Yorum


              Ynt: felsefik öyküler...

              [quote author=gulistan_2 link=topic=13771.msg158864#msg158864 date=1345194457]
              umut, bu hikaye de, bir sahis kötü sonu, ta bastan kacinilmaz görmüs ve kabullenmistir
              digeri ise ihtimal az cok dememis, bircok olasiligi düsünerek, farkli sonuclar ihtimaline bakmistir

              tavla oyunu ise, gercekten öyle, herseyin kontrol edilemedigi, rastgele olaylarla (zar sayisi), mantikli bir aksiyon sergileyerek, hedefe ulasabilmek, zar kac sayi verirse versin, hedef hep aynidir, tipki hayat gibi

              tesekkür ederim garib-i neyneva
              [/quote]

              ben teşekkür ederim ilginiz için.
              Hüseyin'in şehadeti üzre müminlerin kalbinde bir aşk vardır, o aşk asla soğumaz.
              Hz.Peygamber (saa)

              Yorum


                Ynt: felsefik öyküler...

                Narların tadı...
                Bir padişah,vezirini ve diğer erkandan birkaçını yanına alarak, payitahta (başkente) yakın yerleşim merkezlerinde bir gezintiye çıkar.Payitahttan ayrılıp bir kaç saatlik bir yol katettikten sonra yolları üzerindeki bir nar bahçesinin kıyısında dinlenme molası verirler.Olgunlaşmış,tam kıvamını bulmuş olan narlar insanın iştahını kabartıyordur.Padişah bahçe içinde çalışmakta olan yaşlı bir adamı yanına çağırır ve sorar:
                -Bu nar bahçesi kimin?
                -Benimdir efendim,babamdan miras kaldı.
                -Oğlun,uşağın var mı?
                -Allah bize oğul uşak vermedi efendim,bir karı kocadan ibaret iki kişilik bir aileyiz.
                -Peki ben de bu ülkenin hükümdarıyım,şuradan bir nar şerbeti sıksan da içsek.
                İhtiyar baş üstüne der ve hemen gidip bahçe içindeki kulübeden kalaylı,tertemiz bir tas getirir.En yakındaki ağaçtan iki nar koparır ve sıkar.İki nar tam bir tası doldurur.Padişah nar suyunu içer ve çok beğenir.İhtiyar çiftçi padişahın beraberindeki herkese sırayla nar şerbeti ikram eder.Padişah ve adamları ihtiyara veda edip yola koyulurlar.Yolda şeytan padişahın kafasını karıştırmaya başlar.
                "Madem birer ayakları çukurda olan bu yaşlı karı-kocanın mirasçıları yok,ne yapacaklar böyle güzel nar bahçesini,
                karşılığında bir kaç kuruş verip de bu bahçeyi ellerinden alayım" diye düşünür.
                Padişah ve adamları akşama doğru geri dönerlerken yine aynı bahçenin yanında konaklarlar.Padişah ihtiyardan bir tas daha nar şerbeti yapmasını ister.İhtiyar sabahki kadar candan ve gönülden olmasa da bir tas nar şerbeti yapıp sunar.Fakat padişah bu defa nar şerbetinin tadını pek beğenmez.Sabahkine hiç benzemiyordur. Sorar:
                -Baba ne oldu böyle,bu nar şerbeti sabahki ile aynı nardan değil mi?Bunun tadı hiç de hoş değil.
                -Aynı nardan evlat, aslında tadında da bir değişiklik yok,asıl değişen sizin kalbiniz.Halkınızın malına göz koydunuz,bunun için de narların tadı değişti
                Hüseyin'in şehadeti üzre müminlerin kalbinde bir aşk vardır, o aşk asla soğumaz.
                Hz.Peygamber (saa)

                Yorum


                  Ynt: felsefik öyküler...

                  Elini Değil
                  İbrahim Paşa,Şam´da bulunduğu bir gün,Emeviyye Camii´ne girer.O sırada içerde Şam´ın büyük âlimi Şeyh Said el-Halebi cemaate ders anlatıyordur.İbrahim Paşa gelip Şeyh Said´in yanına oturur.Ayaklarını uzatmış olan Şeyh,Paşa gelmesine rağmen hiç aldırış etmez.Bu vaziyet İbrahim Paşa´yı çok kızdırır ve hemen camiden ayrılır.
                  Paşa köşküne geldiğinde,dalkavuklar etrafını çevirerek onu şeyhe karşı kışkırtırlar.Onların sözlerinin tesirinde kalan Paşa,Şeyh´in hemen yakalanıp kendisine getirilmesini emreder.Fakat askerleri gönderdikten biraz sonra da yaptığı bu işten pişman olur.Çünkü bu hareketinin,başına birçok dert açacağını düşünür ve kararından vazgeçer.Kendi kendine,onu yakalatmak yerine,ona hediyeler göndermeyi düşünür.Eğer Şeyh bu hediyeleri kabul ederse,bir taşla iki kuş birden vurmuş olacaktır.Kısacası hem Şeyhi kendine bağlamış olacak,hem de onun halk nazarındaki itibarını düşürecek,böylece Müslümanlar arasındaki nüfuz ve tesirini yok edecektir.
                  Paşa bu düşüncesini tahakkuk ettirmek için,Şeyh´e hemen 1000 altın gönderir.Vezirine bu paraları Şeyh´e,talebelerinin ve müritlerinin görüp duyabileceği bir zaman ve zeminde vermesini tenbih eder.1000 altını alan vezir,doğruca Emeviyye Camii´nin yolunu tutar.Şeyhin talebelerine ders okuttuğunu görünce,kolladığı anı yakalamanın sevinciyle onlara selam verir ve yüksek sesle:
                  -Şu 1000 altını,Paşa hazretleri, ihtiyaçlarınızı görmeniz için size gönderdi,der.
                  Şeyh,şefkatle vezirin yüzüne bakar ve sakin bir eda ile şöyle cevap verir:
                  -Evladım,der.Efendinin paralarını geri götür ve ona de ki:”O” sana ayaklarını uzatmış,ellerini değil.
                  Hüseyin'in şehadeti üzre müminlerin kalbinde bir aşk vardır, o aşk asla soğumaz.
                  Hz.Peygamber (saa)

                  Yorum


                    Ynt: felsefik öyküler...

                    Meşe İle Saz
                    Meşe bir gün saza demiş :
                    " Doğrusu Tanrı size gadirlik etmiş.
                    Minnacık bir serçe konsa üstünüze beliniz bükülüverir.
                    Suları ürperten seher yeli baş eğdirir size.
                    Bir de benim şu dağ gibi gövdeme bak.
                    Güneş bile zor giriyor içime,fırtına dallarıma oyuncak.
                    Her esen yel sana bora,bana kasırgalar meltem.
                    Bari gelip gölgemde yaşasan da üzerine kanat gersem.
                    Ama sizin soyunuz nedense gider sulu rüzgarlı yerlerde biter.Acıyorum sizlere,doğa haksızlık etmiş sazlara."
                    " İyi yüreklisin " demiş saz meşeye.
                    Eksik olma ama bizim için üzülme.
                    Benden çok sen kork rüzgardan.
                    Ben eğilirim kırılmam.
                    Doğru bugüne kadar dayanmışsın,dimdik durmuş,boyun eğmemişsin.
                    Ama sert'in sert'i var,bakarsan bir gün sen de rastlarsın.
                    Demeye kalmamış rüzgar patlamış,öyle bir karayel ki .
                    O güne dek kimse rastlamamış böylesine.
                    Rüzgarların anası kuzey,en azgın oğlunu salmış dünyaya.
                    Saz eğilmiş,meşe dayanmış, karayel arttıkça artmış.
                    Sonunda birdenbire gelmiş meşenin hakkından.
                    Göklere değen başını sermiş yere,köklerini çıkarmış yedi kat yerden..
                    Hüseyin'in şehadeti üzre müminlerin kalbinde bir aşk vardır, o aşk asla soğumaz.
                    Hz.Peygamber (saa)

                    Yorum


                      Ynt: felsefik öyküler...

                      Şems-i Tebrizi'nin 40 Kuralı
                      ( Gönlü Geniş Ve Ruhu Gezginlerin Kırk Kuralı )

                      - Birinci Kural:
                      Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar.
                      Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sende korku ve utanç içindesin çoğunlukla...Yok eğer Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

                      - İkinci Kural:
                      Hak Yol' unda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil.
                      Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil.
                      Nefsini bilenlerden ol silenlerden değil!

                      - Üçüncü Kural:
                      Kuran dört seviyede okunabilir.
                      İlk seviye zahiri manadır.
                      Sonraki batıni mana.
                      Üçüncü batıninin batınisidir.
                      Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.

                      - Dördüncü Kural:
                      Kainattaki her zerrede Allah' ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescidde, kilisede, havrada değil, her yerdedir.
                      Allah' ı görüp yaşayan olmadığı gibi, O' nu görüp ölen de yoktur. Kim O' nu bulursa sonsuza dek O' nda kalır.

                      - Beşinci Kural:
                      Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır.
                      Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını.
                      "Aman sakın kendini" diye tembihler.
                      Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: " Bırak kendini, ko gitsin! "
                      Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer.
                      Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

                      - Altıncı Kural:
                      Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır.
                      Sen sen ol, kelimelere fazla takılma.
                      Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşk dilsiz olur.

                      - Yedinci Kural:
                      Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikat' i keşfedemezsin.
                      Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

                      - Sekizinci Kural:
                      Başına ne gelirse gelsin karamsarlığa kapılma.
                      Bütün kapılar kapansa bile, O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar.
                      Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var.
                      Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır.
                      Dileğin gerçekleşmediğinde de şükret.

                      - Dokuzuncu Kural:
                      Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir.
                      Sabır nedir?
                      Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir.
                      Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder.
                      Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

                      - Onuncu Kural:
                      Ne yöne gidersen git, -doğu, batı, kuzey ya da güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün!
                      Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.

                      - Onbirinci Kural:
                      Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz.
                      Senden yepyeni taptaze bir "sen" zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.

                      - Onikinci Kural:
                      Aşk bir seferdir.
                      Bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir.
                      Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

                      - Onüçüncü Kural:
                      Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı hoca şeyh şıh var.
                      Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir.
                      Tutup da ona hayran olmaya değil.

                      - Ondördüncü Kural:
                      Hakk' ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine teslim ol.
                      Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın.
                      "Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir" diye endişe etme.
                      Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

                      - Onbeşinci Kural:
                      Allah içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldür.
                      Tek tek herbirimiz tamamlanmış bir sanat eseriyiz.
                      Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır.
                      Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.

                      - Onaltıncı Kural:
                      Kusursuzdur ya Allah, O'nu sevmek kolaydır.
                      Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir.
                      Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir.
                      Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan'dan ötürü yaradılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne de layıkıyla sevebilirsin.

                      - Onyedinci Kural:
                      Esas kirlilik dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur.
                      Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır.
                      Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

                      - Onsekizinci Kural:
                      Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir.
                      Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil, bizzat içimizde bir sestir.
                      Şeytanı kendinde ara ; dışında başkalarında değil. Ve unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir.
                      Başkalarıyla değil, sadece kendiyle uğraşan insan, sonunda mükafat olarak Yaradan'ı tanır.

                      - Ondokuzuncu Kural:
                      Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları.
                      Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir.
                      Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin.
                      Yakında gül yollayacak demektir.

                      - Yirminci Kural:
                      Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir.
                      Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.

                      - Yirmibirinci Kural:
                      Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık.
                      Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı.
                      Farklılıklara saygı göstermemek kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk' ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.

                      - Yirmiikinci Kural:
                      Hakiki Allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur.
                      Ama bekri aynı namazgaha girdi mi orası ona meyhane olur.
                      Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.

                      - Yirmiüçüncü Kural:
                      Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret.
                      Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki, ağlar perişan olur onun için.
                      Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar.
                      Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz.
                      Aşırılıktan uzak dur.

                      - Yirmidördüncü Kural:
                      Mademki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi,
                      atttığı her adımda Allah'ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukta hareket etmelidir.
                      İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile gene başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.

                      - Yirmibeşinci Kural:
                      Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama.
                      İkisi de şu an burada mevcut.
                      Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında.
                      Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak, nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.

                      - Yirmialtıncı Kural:
                      Kainat yekvücut, tek varlıktır. Her şey ve herkes gözünmez iplerle birbirine bağlıdır.
                      Sakın kimsenin ahını alma, bir başkasının hele hele senden zayıf olanın canını yakma.
                      Unutma ki dünyanın öteki ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir.
                      Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.

                      - Yirmiyedinci Kural:
                      Şu dünya bir dağ gibidir. Ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir.
                      Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır.
                      Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır.
                      Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et.
                      Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak.
                      Senin gönlün değişirse dünya değişir.

                      - Yirmisekizinci Kural:
                      Geçmiş, zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret.
                      Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi.
                      Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz.

                      - Yirmidokuzuncu Kural:
                      Kader hayatmızın önceden çizilmiş olması demek değildir.
                      Bu sebepten "ne yapalım kaderimiz böyle" deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir.
                      Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir.
                      Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir.
                      Öyleyse ne hayatına hakimsin, ne de hayat karşısında çaresizsin.


                      - Otuzuncu Kural:
                      Başkaları tarafından kınansan, ayıplansan, dedikodun yapılsa hatta iftiraya uğrasan bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kötü laf etme. Kusur görme. Kusur ört.

                      - Otuzbirinci Kural:
                      Hakk'a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı.
                      Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir.
                      Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp...
                      Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız.
                      Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar, kimimiz ise ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.

                      - Otuzikinci Kural:
                      Aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki, Tanrı'ya saf bir aşkla bağlanabilesin.
                      Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma.
                      Bilhassa putlardan uzak dur dost.
                      Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma!
                      İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!

                      - Otuzüçüncü Kural:
                      Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun.
                      İnsanın çömlekten farkı olmamalı.
                      Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutanda benlik zannı değil hiçlik bilincidir.

                      - Otuzdördüncü Kural:
                      Hakk'a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir.
                      Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır, emin bir beldede yaşar.

                      - Otuzbeşinci Kural:
                      Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz.
                      Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Tanrıya inanmayan kişi ise içindeki inananla.
                      İnsan-ı kamil mertebesine varana kadar gıdım sıdım ilerler kişi.
                      Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.

                      - Otuz atıncı Kural:
                      Hileden, desiseden endişe etme.
                      Eğer birileri sana tuzak kuruyor zarar vermek istiyorsa, Tanrı da onlara tuzak kuruyordur.
                      Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sisitem karşılıklar esasına göre işler.
                      Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer.
                      O'nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz, Sen sadece buna inan!

                      - Otuzyedinci Kural:
                      Tanrı kılı kırk yararak titizlilke çalışan bir saat ustasıdır.
                      O kadar dakiktir ki, sayesinde her şey zamanında olur.
                      Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç.
                      Her insan için biz aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.

                      - Otuzsekizinci Kural:
                      "Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazırmıyım?" diye sormak için hiç bir zaman geç değil.
                      Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.
                      Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık.
                      Her an her nefeste yenilenmeli.
                      Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

                      - Otuzdokuzuncu Kural:
                      Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar.
                      Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır.
                      Hem bütün hiç bir zaman bozulmaz, her şey yerli yerinde kalır merkezinde...
                      Hem de bir günden bir güne hiç bir şey aynı olmaz.

                      - Kırkıncı Kural:
                      Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır.
                      Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma!
                      Ayrımlar ayrımları doğurur.
                      AŞK'ın ise hiç bir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.
                      Başlı başına bir dünyadır aşk.
                      Ya tam ortasındasındır merkezinde, ya da dışındasındır hasretinde.
                      Hüseyin'in şehadeti üzre müminlerin kalbinde bir aşk vardır, o aşk asla soğumaz.
                      Hz.Peygamber (saa)

                      Yorum


                        Ynt: felsefik öyküler...

                        40 altın kural. Teşekkür ederim.

                        Yorum


                          Ynt: felsefik öyküler...

                          şahmeran efsanesi


                          Evvel zamanda, Mezopotamya topraklarında doğmuş bir efsane Şahmeran. Yüzyıllardan beri anlatıla gelmiş çeşitli coğrafyalarda. Özellikle yılanlık bir bölge olan Adana-Misis'te ve Mardin'de.

                          Tahmasp isminde uzun boylu, geniş omuzlu, esmer tenli, çok yakışıklı bir genç yaşarmış zamanın durduğu bu şehirde.

                          Binlerce yılanın yaşadığı bir mağaraya yanlışlıkla girmiş Tahmasp. Mağaranın içi o kadar karanlıkmış ki hiçbir şey göremiyormuş, yalnızca etrafında dolanan yaratıkların sesini duyuyormuş. Çaresizlik içinde beklerken bir ışık huzmesi belirmiş. Işık huzmesi kendisine yaklaştıkça gözleri kamaşan Tahmasp, ellerini gözlerine siper ederek etrafında gezinen yaratıkların ne olduğuna baktığında uzunu, kısası, yeşili, siyahı ile envai çeşitte binlerce yılanın çevresini sarmış olduğunu fark etmiş. Yılanların hepsi kafalarını kaldırmış, gelen ışık huzmesine doğru bakıyorlarmış. Tahmasp'ta onların baktığı yöne doğru bakınca birden dona kalmış. Çünkü Tahmasp, bu zifiri karanlık mağaranın içinde hayatında gördüğü en güzel kadının yüzünü görmüş birden. Ona doğru daha dikkatli bakınca kadının belden aşağısının yılan olduğunu fark etmiş. Kadın ona doğru ilerliyormuş, tam karşısında durmuş, gülümseyerek elini ona doğru uzatmış. Ve demişki;
                          Korkma benden Tahmasp. Ben yılanlar ülkesinin kraliçesi Şahmeranım. Benden sana zarar gelmez. Ben dünya düzeni kurulmaya başladığı andan beri vardım. Krallığıma hoş geldin. Bundan böyle benim misafirimsin. Şimdi yat ve dinlen. Sonra seninle uzun uzun konuşuruz. Böyle deyip geldiği yoldan geri gitmiş. Tahmasp gördükleri karşısında yaşadığı dehşeti ve şaşkınlığı üzerinden atmaya çalışarak olduğu yerde kıvrılıp uyumuş.


                          Ertesi sabah uyandığında Şahmeranı karşısında mükellef bir sofranın başında otururken bulmuş. Tahmasp'ı kahvaltıya davet etmiş Şahmeran. O ise gözlerini şahmerandan alamıyormuş. Şahmeran'da ona bakıyormuş kendinden geçmiş bir halde.

                          Bak Tahmasp demiş. Ben insanlığın bütün tarihini biliyorum. İstersen sana anlatayım deyip başlamış anlatmaya. Anlatmış, anlatmış, anlatmış günler boyu. Bu sohbetler sırasında Tahmasp ve Şahmeran arasında tarihin en soylu aşklarında birisi başlamış.

                          Gel zaman git zaman Şahmeranın anlatacağı bir şey kalmamış artık. Tahmasp'ta anasını ve yeryüzünü özlemeye başlamış. Bir gün dayanamamış ve düşüncesini Şahmeran'a da açmış. Sevdiğinin kendisinden sıkıldığını ve artık gitmek istediğini duyunca önceleri kesin bir dille reddetmiş Şahmeran. Ancak günler geçip Tahmasp'ın üzüntüsünden eriyip bittiğini görünce dayanamamış ve ona şöyle demiş:

                          -Ey Tahmasp beni iyi dinle, sözlerime iyi kulak ver. Biliyorum, gitmene izin verirsem sende bana ihanet edeceksin ve yerimi diğer insanlara söyleyeceksin. Ancak bu topraklarda aşklar ölümünedir. Seni çok sevdiğimden dolayı üzülmene dayanamıyorum. Bu sebeple gitmene izin veriyorum. Ancak bana bir söz vermeni istiyorum. Ne sebeple olursa olsun başka insanlarla beraber suya girme.

                          Tahmasp sevinçle Şahmerana sarılmış ve ona asla ihanet etmeyeceğine dair yeminler etmiş.

                          Tahmasp mağaradan çıktıktan sonra bir köye yerleşmiş ve marangozluk yapmaya başlamış. Arada sırada da gizlice mağaraya giderek Şahmeranı ziyaret ediyormuş. Ancak bu mutlu günler uzun sürmemiş.

                          Tahmasp'ın yaşadığı ülkenin kralı bir gün amansız bir hastalığın pençesine düşmüş. Ülkenin bütün hekimleri gelmiş ama kralın hastalığına çare olamamışlar. Kralın kötü kalpli bir veziri varmış. Vezir her seferinde krala hastalığının tek çaresinin Şahmeranda olduğunu söylüyormuş.

                          Onun etinden bir parça yemesinin kralın hastalığının dermanı olacağını kralın kafasına sokmuş. Kralda Şahmeranın bir an önce bulunmasını emretmiş. Bütün ülkede Şahmeran aranmış. Sonunda bilge bir adam bütün insanların gruplar halinde hamamlara ve nehirlere sokulmasını tavsiye etmiş böylece Şahmeranın yerini bilen varsa onu bulabileceklerini söylemiş. Vezirde ülkedeki herkesi hamamlara sokmaya başlamış. Askerler Tahmasp'ın yaşadığı köye de gelmişler ve herkesi toplayarak büyük bir hamama götürmüşler. Tahmasp Şahmerana verdiği sözü hatırlayarak önce gitmek istememiş. Ancak askerler onu zorla içeri sokmuşlar. Tahmasp hamama girdikten sonara herkesin gözünün üzerine dikildiğini fark etmiş. Kendisine bakınca bütün vücudunun yılanlarınki gibi pullarla kaplandığını fark etmiş. Askerler hemen Tahmasp'ı yakalayarak vezirin huzuruna getirmişler. Kötü kalpli vezirin amacı kralı iyileştirmek falan değilmiş. Şahmeranı yakalayıp dünyanın bütün sırlarına sahip olmak istiyormuş. Tahmasp'a günlerce işkence yaptıktan sonra Şahmeranın yerini söyletmiş. Askerler hemen gidip Tahmasp'ın söylediği yerde mağarayı bulmuşlar ve Şahmeranı oradan çıkarıp saraya getirmişler.

                          Şahmeran ve Tahmasp kralın huzurunda karşı karşıya gelmişler. Şahmeran üzüntülü ve utanç dolu Tahmasp'a dönmüş:

                          . Ey sevdiğim, üzülme. Biliyorum ki sen bana kendi canın için ihanet etmedin ama bende sana dememiş miydim bu topraklarda aşklar ölümünedir diye. Bak şimdi anladın mı? Sen üzülme ne olur!
                          Tahmasp Şahmeranın bu sözleri karşısında daha da utanmış. Şahmeran sözlerine devam etmiş.

                          . Şimdi size sırrımı vereceğim. Kim ki benim kuyruğumdan bir parça koparıp yerse O bütün dünyanın sırrına ve gizemine vakıf olacak. Her kim ki benim kafamdan bir parça koparıp yerse o da o anda öte dünyayı boylayacak.

                          Şahmeran daha sözlerini bitirmeden kötü kalpli vezir elinde kocaman kılıcı ile atılıp Şahmeranın bedenini iki parçaya ayırmış. Ve kuyruğundan bir parça koparmış Tahmasp'ta duyduğu acı ve utancın etkisi ile fırlayıp oracıkta ölmek için sevdiğinin, Şahmeranın kafasından bir parça ısırıvermiş. Kötü kalpli vezir kuyruktan kopardığı parçayı ağzına atar atmaz oracıkta can vermiş. Tahmasp'a ise hiçbir şey olmamış Şahmeran son anda yaptığı planı ile bütün bilgisinin sevdiğine geçmesine sebep olmuş. Ancak Tahmasp sevdiğini kaybetmenin acısına dayanamayarak kendisini dışarı atmış ve dağ bayır, ülke ülke dolaşmaya başlamış. O günden sonrada Lokman Hekim efsanesi almış başını yürümüş
                          Hüseyin'in şehadeti üzre müminlerin kalbinde bir aşk vardır, o aşk asla soğumaz.
                          Hz.Peygamber (saa)

                          Yorum


                            Ynt: felsefik öyküler...

                            Bir zamanlar Orman kenarındaki kulubesinde tek başına yaşayan bir oduncu varmış. Bu adam yalnızlıktan sıkılır devamlı Allah'a dua edermiş "Allah'ım ne olur bana misafir gönder" diye. Bir gün öğleden sonra iki kişi gelmiş, bir tanesi ağır yaralıymış. Yaralı olanı kendi imkanlarıyla tedavi etmeye çalışmışlar ama başaramamışlar, adam geceye doğru ölmüş. Sabah cenazeyi gömmüşler. Diğer adam iki gün oduncunun yanında misafir kaldıktan sonra izin istemiş ve yola çıkmış. Uykusu gelince bir ağacın gölgesine uzanıp yatmış ve rüyasında ölen arkadaşını görmüş. Kendisine cennetten sesleniyormuş. Çok güzel bir köşkü ve etrafında huri kızları varmış. "Merhaba arkadaşım" demiş, "beni cennette gördüğün için şaşırdınmı? Bunun nasıl olduğunu merak ediyorsan gitte oduncuya sor" Adam dehşet içinde uyanmış ve oduncunun kulübesine geri dönmüş. "Rüyamda arkadaşımı gördüm, bana cennetten sesleniyordu, bu nasıl olabilir anlat" demiş. Oduncu da "bilmiyorum" demiş. Adam açıklamış "bak oduncu biz aslında iyi insanlar değiliz. Biz soyguncu ve katiliz, hayatımızı hırsızlık yapıp, insan öldürerek geçiririz, bizim cennete gitmemiz mümkün değil, arkadaşım nasıl cennete gittiğini senden öğrenmemi istedi. Anlat ne yaptın, bu nasıl oldu" Oduncu "Ben misafir göndermesi için devamlı Allah'a dua ederdim. Bana iki tane misafir gönderdi. Yaralı olan ölünce şöyle dua ettim. Allah'ım bana iki tane misafir gönderdin, birini yanına aldın, buradakine ben izzeti ikramda bulunacağım, oradakine de sen izzeti ikramda bulun"
                            Hüseyin'in şehadeti üzre müminlerin kalbinde bir aşk vardır, o aşk asla soğumaz.
                            Hz.Peygamber (saa)

                            Yorum


                              Ynt: felsefik öyküler...

                              Kaldırımların malzemesi

                              Sadrazam Keçecizade Fuad Paşa açık fikirli biri olduğundan,yaptığı bazı işler dar kafalılar tarafından beğenilmez,aleyhine türlü sözler söylenirdi.
                              İstanbul sokaklarının yer yer kaldırımla döşenmesi de,bir aralık düşmanlarına dedikodu fırsatı vermişti.
                              Bir gün,birisi bu kaldırımların nasıl ve neyle yapıldığını sorunca Fuat Paşa’dan şu cevabı alır.
                              - Bize atılan taşlardan yapıldı.
                              Hüseyin'in şehadeti üzre müminlerin kalbinde bir aşk vardır, o aşk asla soğumaz.
                              Hz.Peygamber (saa)

                              Yorum


                                Ynt: felsefik öyküler...

                                Bilgenin birine sorarlar:
                                - Padişahlara hazine gerek midir?

                                Bilge :
                                - Bir asıl hazine vardır,o gerektir.
                                - Asıl hazine nedir diye,Arif cevaben:
                                - Halkının hayır duaları,padişahlara hazinedir.
                                Hüseyin'in şehadeti üzre müminlerin kalbinde bir aşk vardır, o aşk asla soğumaz.
                                Hz.Peygamber (saa)

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X