Sabahattin YILMAZ
Bu yazı dizimizde İsrailoğulları tarihini yani çıkış yerleri, yaşamış oldukları bölgeler ve tarihte bıraktıkları izler gibi beraber yaşamış oldukları kavim ve milletlerle ilişkilerini ele alacağız.
İsrailoğulları denilince akla hemen yahudilik gelmektedir. Yahudilik ve siyonizm kavramları beraber anılmaya başlandığı bu son asrımızda yahudilerin kendileri için benimsedikleri "yahudi" ismini artık olumsuz gördüklerinden ısrarla "musevi" kelimesini kullanmaya başlamışlardır.
İsrailoğulları, Kur`an'da Hz.İbrahim'in torunu Hz.Yakub'dan sonra kullanılan bir terimdir. Hem zaman olarak yahudi kelimesinden önce kullanılmaya başlanmış ,hem de mana olarak yahudi kelimesinden daha geniş bir manaya sahiptir. Dolayısıyla İsrailoğulları'nın tarihi Hz.İbrahim'den sonra başlamış oluyor.
Günümüz yahudilerinin ve tarihteki yahudilerin kendilerini Hz.İbrahim'e nisbet vermeleri ve tarihlerinin başlangıcı olarak o zamanı göstermeleri tarihî gerçekleri saptırmadan ibarettir.
Hz.İbrahim, tarihte tağutlara karşı mücadelesi ve putları kırmasıyla övülen ululazm peygamberlerdendir. Resul-ü Ekrem Hz.İbrahim'in torunu olmasıyla iftihar eder ve Hz.İbrahim'e sima olarak benzediğinden onu görme arzusunda olanlara kendisine bakmalarını buyururdu. Hz.İbrahim'in tarihteki konumu ve kendisinden sonra gelen peygamberlerin ondan övgüyle söz etmesi, özellikle İsrailoğulları peygamberlerinin onu kendilerine örnek göstermeleri yahudilerin kendi soylarını Hz.İbrahim'e nispet vermelerine sebep olmuştur. Halbuki Kur'an Hz.İbrahim'in yahudi ve hıristiyan olmadığını açıkca belirtiyor.
Hz.İbrahim bugün Irak topraklarında olan Babil bölgesinde yaşıyordu. Dönemin tağutu Nemrut ile uzun yıllar mücadele ettikten sonra Ken'an diyarı denilen Filistin topraklarına hicret etti. Hz.İbrahim zamanın tağutlarıyla uzun mücadelelerin ardından oldukca yaşlanmış ve henüz bir çocuğu olmamıştı. Allah'tan kendisinden sonra bu hak yolu sürdürecek ve tağutlarla mücadele edecek bir evlat vermesini diledi. Hz.İbrahim'in Sara'dan çocuğu olmuyordu, bu değerli eşinin rızasıyla onun hizmetçisi Hacer ile evleniyor ve Allah-u Teala Hacer'den ona bir erkek çocuğu nasip ediyor, ismini İsmail koyuyorlar.
Sara, Lahic peygamberin kızıydı bütün zorluk ve mücadelelerde Hz.İbrahim'in yanında yer almış onun bütün dertlerine ortak olmuştu ve hiç bir şikayette bulunmamıştı. Bazen Hz.İbrahime ömrünün meyvesi olacak bir çocuk dünyaya getirmek istediğini belirtiyordu. Hz.İbrahim Sara'yı çok seviyordu onun yaptığı fedakarlıkları unutmamıştı ama Sara'nın bu isteğinin yaşlanmış olmaları hasebiyle mümkün olmayacağını ama ilahi lütuf sayesinde gerçekleşebileceğine inanıyordu onun için sadık bir niyyetle Allah'tan Sara'dan da kendisine bir çocuk vermesini diledi. Allah-u Teala ilahi bir mucizeyle ihtiyar olmalarına rağmen kendilerine İshak adını verdikleri bir erkek çocuk nasip etti. Böylece Hz.İbrahim'in iki oğlu olmuştu biri İsmail diğeri İshak.
İshak dünyaya gelmeden önce Hz.İbrahim Allah'ın emriyle İsmail ve annesi Haceri Mekke'ye yerleştirdi. İshak ve annesi Sara Filistin topraklarında yaşamlarını sürdürdüler.
İshak büyüyüp evleniyor ve Yakup ismini verdiği bir erkek çocuğu oluyor. Kur'an Hz.İbrahim'in Sara'dan bir cocuk istemesini ve Allah'ın onun duasını kabul etmesini şöyle beyan ediyor: "Biz ona (İbrahime )İshakı verdik fazlalık olarak da Yakub'u verdik ve hepsini peygamber karar kıldık." Hz.İbrahim'in nesli bu iki oğlundan; Hz.İsmail ve Hz.İshak'tan devam etti.
Hz.İbrahim'in torunu Hz.Yakub'un oniki oğlu dünyaya geldi, Kur'an-ı Kerim onları Al-i Yakup (Yakupoğulları) olarak belirtiyor. Hz.Yakub'un diğer bir ismi de "İsrail" idi. İsrail İbranicede "isra" ve " İl" kelimelerinden oluşuyor. İsra "kul" manasında, İl ise Allah'ın isimlerinden biridir. İsrail, Arapçada Allah'ın kulu manasında olan "Abdullah" ile eş anlamlıdır. Hz.Yakub'un çocuklarına "Beni İsrail" yani İsrailoğulları da denilir.
Hz.Yakub'dan önce yaşayan insanlar İbrani dedelerinden birine nisbet verilirdi ama Hz.Yakub'dan sonra İsrailoğulları diye adlandırıldılar. Bu isim Hz.İbrahim'den 100 yıl sonra Hz.Yakub'un soyu çoğalıp arttıktan sonra onlara verilmiştir. Dolayısıyla "İsrailoğulları" terimi hem zaman olarak hem kavim olarak ve hem de isim olarak kullanılması Hz.İbrahim'den sonra ortaya çıkmıştır.
Yahudi kelimesinin ortaya çıkış sebep ve zamanı hakkında iki görüş vardır:
1.) Hz.Yakub'un çocuklarından birinin ismi Yahuza idi "za" ekinin yerine "da" eki konulmuş ve isim Yahud olarak değiştirilmiş ve Yahud'un soyundan gelenlere yahudi denilmistir.
2.) Yahud, "hevd" kökeninden / kelimesinden türemiş dönmek ve tövbe etmek manasını taşımaktadır. Hz.Musa zamanında İsrailoğulları yaptıkları günah ve isyandan tövbe edip Allah'a itaate döndüklerinden dolayı onlara Yahud denildi.
Kısaca söylenecek olursa "Yahudî" kelimesi belirttiğimiz gibi birinci görüşe göre Hz.Yakub'un oğlu Yahuza'nın soyundan gelen ve ona tabi olanlara; ikinci görüşe göre Hz.Musa zamanında İsrailoğullarından tövbe edenlere denilir. Herhalukarda her iki görüşe göre bu kelimenin ortaya çıkış zamanı farklı olsa da "Yahudî" kelimesi İsrailoğullarının bir bölümüne denilmektedir.
"İsrailoğulları" ve "Yahudî" terimlerinin çıkış zamanına, sebebine ve Kur’an.ı Kerim’de kullanılış yerlerine bakıldığında İsrailoğulları deyiminin daha genel bir manada kullanıldığı ; hem yahudilere hem de diğer kavimlere denildiği görülecektir. Hz.Musa (a.s.) ve kendisinden sonra gelen peygamberlerin ümmetlerini İsrailoğulları oluşturmaktadır. Hz.Davud (a.s.) Hz.Süleyman ( a.s.), Hz. Zekeriyya ( a.s.), Hz Yahya ( a.s.) ve Hz İsa (a.s) Peygamberler İsrailoğularına gönderilmişlerdir. Ama Yahudiler, İsrailoğullarının bir bölümünü oluşturmaktadırlar.
İsrailoğulları Tarihinin başlangıcı
Hz.Yakup, oğullarıyla birlikte dayısının bulunduğu bölgeden Filistin topraklarına göç edip orada yaşamaya başlıyor. Hz Yusuf'un kuyuya atılmasından Mısır padişahı olduğu zamana kadar Yakupoğulları Filistin topraklarında oranın yerlileriyle dostça yaşamışlardır (M.Ö.1750). Hz.Yusuf Mısır padişahı olunca Hz.Yakup ve oğulları Filistin'den Mısır topraklarına hicret ettiler (M.Ö.1740).
O zamanlar zengin bir bölge, kalabalık ve yerleşim için mükemmel bir yer olan Mısır, stratejik olarak da büyük bir öneme sahipti. Mısır'a hakim olan dünyaya hakim sayılırdı. İsrailoğulları kendilerine yerleşim yeri olarak Mısır'ı seçip uzun zaman orada kalarak evlenip çoğaldılar büyük bir kabile oldular.
Bu bölgede huzur ve emniyet içinde yaşıyorlardı. Yüzyıllarca bu bölgede kendi inançlarını yaydılar. Hz.Yakup ve Hz.Yusuf'un vefatından sonra Mısır'ın yerlileriyle inanç konusunda ihtilafa düştüler. Mısır'ın yerlileri dinlerinden dönmüş putperestliği kendilerine inanç olarak seçmişlerdi.
Firavun'un Mısır Padişahı olmasına kadar geçen zamanda devamlı aralarında sürtüşmeler ve kavgalar oluyordu. Mısır'ın yerlileri, dedeleri Hz. Yakup, Hz.İbrahim ve Hz.İshak´ın dinine uyan İsrailoğulları'nın kendilerine hakim olmalarından korkuyor, birgün Mısır'a hakim olacakları tedirginliğini yaşıyorlardı. Bundan dolayı inanç savaşı, mezhebi kavgalar başlamıştı.
Firavun Mısır padişahı olunca muşavirlerine (vezirlerine) İsrailoğulları'nın durumunu soruyor. Vezirler İsrailoğulları'nın zengin, varlıklı olduklarını, baştaki padişahlara boyun eğmeyen ve dedelerinin dinlerine bağlı insan olduklarını söylüyorlar. Eğer bunların önü alınmazsa Mısır'ın yerlilerine de hakim olacaklarını belirtiyorlar.
Firavun, vezirlerinin tavsiyesi üzerine tedbirler aldı. Önce Mısır halkını ikiye böldü;
Mısır'ın yerlileri (Gıbtiler)
Göçmenler (Sıbtiler-İsrailoğulları )
İsrailoğulları gelenekleri ve inançları gereği kendilerinden başkasıyla evlenmiyorlar, kendilerinden başkasına kız vermiyorlardı. Dolayısıyla İsrailoğulları gittikçe çoğalıyor, kendileriyle diğerleri arasına duvar örerek kendi nesillerinin diğer ırklarla karışmasını engelliyorlardi.
Bu da Firavun ve etrafını korkutuyordu çünkü Firavun ve Mısır'ın diğer padişahları hep Giptilerden olmuştu.
Firavun, İsrailoğulları'na baskısını arttırıyor onları zor durumda bırakıyordu.Yine vezirlerinin teklifiyle, İsrailoğulları çoğalmasın, güçlenmesinler diye her doğan erkek çocuklarını öldürmelerini, kız çocuklarını serbest bırakmaları emrini verdi.
Erkek çocuklarını öldürme emrini vermesine sebep olarak
Firavun'un rüyası (Hz. Musa´nın doğacağı haberi) zikr edildiği gibi;
Onların neslini kesip, kızlarını alarak İsrailoğulları'nı zayıflatıp kendi emrine almak istemeside söylenmiştir.
Firavunun Rüyası
Firavun birgün rüyasında görüyor ki, Beyt-ul Mukaddes´ten yükselen bir ateş
Mısırlıların evlerini sarmış bütün Gibtilerin evlerini yakıyor ama İsrailoğulları'nın evlerine birşey yapmıyor.Rüya tabircileri, Beyt-ul Mukaddes´ten bir kişinin çıkıp Mısır'ı helak edeceğini ve Firavunların hükümetini yerle bir edeceği yorumunu yaptılar. Bazı kahinler ise, İsrailoğulları'ndan bir çocuğun dünyaya gelip, Firavun'un saltanatını yıkacağını söylediler.
İsrailoğulları'nı zayıflatıp onlara hakim olmak, kadın ve kızların savaşacak güçte olmadıkları için onları cariye olarak çalıştırmak için onların erkek çocuklarını öldürdüğü ikinci görüş olarak zikr edilir. İki görüş de sebep olarak birbiriyle çelişmemesiyle birlikte ikinci görüşün Kur´an ayetlerinin ışığında daha güçlü olduğu görülüyor.
"Hatırlayın o zamanı ki, Al-i Firavun sizleri şiddetli işkencelere tabi tutuyor, erkek çocukları öldürüyor, kız çocuklarını saklıyordu."[1]
"Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde ululandı, ve halkını bölük-bölük etmişti, onlardan bir topluluğu zayıf bir hale getirme de, erkek çocukları kesmede, kadınlarını bırakmadaydı."[2]
"Musa katımızdan gerçekle onlara gelince öldürün demişlerdi, onunla beraber iman edenlerin erkek çocuklarını ve bırakın kadınlarını."[3]
Ayetlerde erkek cocuklarının öldürülmesinin İsrailoğullarını zayıflatmak için yapıldığı belirtiliyor. Çünkü öldürme, Hz. Musa dünyaya geldikten sonra da devam ediyor. Heralukarda Firavun İsrailoğulları'nın erkek çocuklarını öldürüyor kız çocuklarını cariye olarak saklıyordu.
Firavun, Hz. Musa dünyaya gelmeden önce İsrailoğullarına çeşitli zulümler yapmaktaydı;
ellerinden mallarını, servetlerini alıp fakir bırakıyor, Mısır halkını tabakalara bölerek İsrailoğulları'nı en mustazaf tabaka, Gibtileri ise üstün kılıyordu.
İsrailoğulları'nı köleler gibi çalıştırdığı hatta Mısır Firavunlarının Piramit mezarlarını yapmada binlerce kişiyi kırbaçlayarak öldürdükleri tarihi kitaplarda kaydedilmiştir.
Bu tür ağır işkencelerin yanı sıra tarihde 70000 erkek çocuğun öldürüldüğü de nakledilmiştir.
Bütün bu zulüm ve işkencelere rağmen yine de Firavun ve yandaşlarının huzuru yoktu. Çünkü hükumet ve saltanatını yerle bir edecek Firavunların sonunu getirecek ilahî hüccet Hz. Musa, Firavun'un bütün tedbirlerine rağmen dünyaya gelmişti. On binlerce çocuğu öldürmesine rağmen Hz. Musa'nın dünyaya gelmesini engelleyememişti.
Allah'u Teala, Hz. Musa'yı Firavun'nun sarayında büyüttü.
İsrailoğulları, Hz.Yakup ve Hz.Yusuf'un vefatından sonra gelenekleri ve inançlarının sayesinde hep çoğaldılar zamanın firavunlarının saltanatlarını hep tehdit ettiler. Dedelerinin dinine bağlı kaldıklarından hep zulüm ve işkence gördüler. Hiçbir zaman bir yerde hakimiyet kurup hakimiyeti ele geçiremediler. Mısır toprakları onların güçlenip büyük bir kabile oldukları yerlerdir.
M.Ö. 1200 yıllarında Allah-u Teala Hz. Musa'yı Risalet makamına seçti ve Firavun ile mücadeleye başlamasını emretti.
Hz. Musa, uzun yıllar mücadeleden sonra İsrailoğulları'nı Firavun'nun zulmünden, dayanılmaz işkencelerinden kurtardı. İsrailoğulları'nın Hz. Musa´ya yaptıkları zulüm ve haksızlık, hakkı kabul etmemek için getirdikleri bahaneler ve bitmek tükenmek bilmeyen yersiz istekleri ve Allah'a isyanları dolayısıyla Allah-u Teala onları cezalandırdı. 40 yıl boyunca Sina çöllerinde avare yaşadılar, yıllarca sefil bir hayat sürdüler.
M.Ö.1055 yıllarında Hz. Musa'dan sonra Beni İsrail peygamberlerinden Hz.Yuşa bin Nun peygamberliğe seçilip İsrailoğulları'nın başına geçti. Onları perişanlıktan ve zelillikten tekrar kurtarıp güçlendirdi. Yaptıkları savaşları kazandılar. İsrailoğulları tekrar güçlenip eski kudretlerine kavuştular. Tekrar Kenan diyari denilen Filistin topraklarina dönerek Filistin yakınlarında Eriha şehrine yerleştiler. Hz.Yuşa bu toprakları kabileler arasında taksim ederek İsrailogullarını huzurlu bir yaşantıya kavuşturdu.
Yahudiler bu başarı ve zaferleriyle gururlanıp, Allah´ın kendilerine vermiş olduğu nimetleri üstünlük vesilesi sayarak kendilerinden olmayanları ezmeye ve onlara zülmetmeye başladılar, ilahî kanunları çiğnediler, ahidlerine vefa etmediler. Neticede Filistinlilerle yaptıkları savaşta bozguna uğrayıp bütün kudret ve güçlerini kaybettiler. Yine zelil bir duruma düştüler. En küçük bir kabileye dahi karşı koyamayacak hale geldiler.
Allah-u Teala, Hz. Musa hürmetine İsrailoğulları'na birçok nimetler vermişti, bu nimetlerden biride "Ahid Sandığı" idi. Bu sandık sayesinde birçok zaferler ve başarılar elde etmişlerdi. Savaşlarda bu "Sandığı" ordunun en önünde taşıyarak güven ve moral kazanırlardı. Filistinliler ile savaşlarında bütün güçlerini kaybettikleri gibi bu emaneti de kaybettiler.
Bu zelil hayatları uzun yıllar sürdü. Allah-u Teala yine İsrailoğulları Peygamberlerinden İşmuil peygamberi onları irşad etmek, bu sefil hayattan kurtararak tekrar izzet kazandırmak için mebus etti. İsrailoğulları da gördükleri zulümden bıkmışlardı. Bu Peygamberin önderliğinde savaşmaya karar verip tekrar kudret sahibi olmayı arzuluyorlardı. Hz. İşmuil'den kendilerine bir emir, komutan tayin etmesini istediler. Onunla birlikte savaşarak kaybettikleri izzeti ve topraklarini tekrar kazansınlar diye.
Kur'an-ı Kerim bu olayı Talut ile Calut´ un savaşı adı altında genişce beyan ediyor.
Bakara suresi 246- 252 ayetlerinde onların istekleri ve arzuları seçilen komutana itaatleri beyan edilmiştir.
M.Ö. 1050 yıllarında İsrailoğulları, Talut'un önderliğinde Calut ile yaptıkları savaşı kazanarak ilk yahudî devletini kurdular ve El-Halil şehrini de başkent yaptılar. Böylece tekrar "Kenan" dıyarına (Filistin) hakim olup kudreti ele geçirerek üstünlük kazandılar.
Bu savaştan önce ilahî mucizeyle Allah-u Teala, Talut´un liyakatinin nişanesi olarak Sandık-i Ahdi kendilerine tekrar gönderdi.
Tabut (Ahid Sandığı) Neydi?
Ahid sandığı hakkında, Tevrat'ta ve yahudiler arasında bir çok tefsirler yapılmıştır. Ama en doğrusu Ehl-i Beyt'den (a.s.) bizlere gelen hadislerin bildirdiğidir. Bu "Sandık", Hz. Musa'nın (a.s.) annesinin, Hz. Musa'yı Firavunlardan korumak için Hz. Musa'yı içine koyup Nil nehrine biraktığı sandık olduğu belirtilmiştir. Firavunun askerleri onu bulduktan sonra hatıra olarak saklıyorlardı. Daha sonra bu sandık İsrailoğulları'nın eline geçti, onlar da Hz. Musa'yı (a.s.) koruduğu için bu sandığı saygı ve hürmet olarak koruyorlardı.
Hz. Musa (a.s.) vefatından önce, Allah'ın hükümlerinin yazılı olduğu "Elvahi Mukaddes"i, kendi zırhını ve diğer bir takım mukaddes seyleri onun içine koyarak kendisinden sonraki peygamber olan Yuşa bin Nun'a emanet etti. Gittikçe bu sandığın önemi İsrailoğulları arasında fazlalaştı ve savaşlarda bu sandığı ordunun en önünde götürür büyük bir moral ve manevi güç olarak savaşları kazanırlardı.
Bu sandık onların elinde olduğu müddetçe huzur ve iftiharla hayatlarını sürdürüyorlardı. Ama yavaş yavaş dini hükümlerden yüzçevirmeleri, verdikleri ahidlere uymamaları, zulüm ve haksızlık yapmalarının neticesinde Filistinlilerle yaptıkları savaşta bozguna uğramış ve bu sandığı da kaybetmişlerdi..
Hz. İşmuil Peygamber, kumandan olarak Allah tarafindan Talut'un seçildiğini söyleyince itiraz ettiler kendilerinin bu makama daha layık olduklarını söylediler bunun üzerine Hz. İşmuil bunun Allah'ın emri olduğuna delil olarak bu sandığın tekrar kendilerine verilmesi olduğunu belirtiyor. Ve Ahid sandığı tekrar kendilerine veriliyor.[4]
Yahudiler kudret ve gücü ele geçirdikten sonra önce ilahî hükümleri terk ederek haksızlık ve zulüm yapmaya başlıyor ve diğer kabileleri kendi hakimiyetlerine alıp onlara hüküm sürmek istiyorlar. Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri unutup azgınlık ediyorlar.
Hz. Musa'nin vefatından sonra 200 yıl boyunca, Hz. Musa zamanında olduğu gibi sudan bahanelerle hak yoldan ayrılmayı sürdürdüler. Rahata kavuştukları anda Allah'a sükr edip kendilerine gönderilen Peygamberin yolunu devam ettirip ilahÎ emirlere uyacakları yerde hep yanlış yola saptılar, hep isyan bayrağı açtılar.
Hep Peygamberlerin sayesinde, Allah'ın inayeti ile izzete ve güce kavuştular.
Peygamberin vefatından sonra tekrar şirk, putperestlik ve azgınlık yolunu seçtiler.
[1] Bakara / 49.
[2] Kasas / 4.
[3] Mumin / 25.
[4] Bakara / 248.
Hz. Davud ve İsrailoğulları
İsrailoğullarına, Hz. Musa’dan(a.s) sonra birçok peygamber gelmişti, bu peygamberler İsrailoğullarını hidayete ulaştırmak onları refah ve huzura kavuşturmak için büyük zahmetler çekmişlerdi. İsrailoğulları, Allah’ın bu kadar nimetine karşılık isyan etmiş bu peygamberlerden birçoğunu öldürmüşlerdi. Allah-u Teala onların bunca isyan ve zulümlerine karşı yine onlara peygamber gönderiyordu, bu peygamberlerden biri de Hz. Davut idi.
Kuran-ı Kerim’de anlatılan Talut ve Calut savaşı, İsrailoğullarının ne kadar inatçı ve şükür etmeyen bir toplum olduklarını tekrar ortaya çıkarıyordu. Calut, zamanın zalim hükümdarı herkese zulüm ediyor ve kendi hakimiyetine almaya çalışıyordu. Kendilerine yapılan zulüm ve işkencelerden bıkan İsrailoğulları zamanın peygamberinden kendilerine bir kumandan tayin etmesini ve onunla birlikte bu zalime karşı savaşmak istediklerini söylüyorlar. Zamanın peygamberi de Allah’ın emriyle Talut’un kendilerine kumandan olarak seçildiğini bildiriyor. Bakara süresinde, Talut’un seçilmesi ve İsrailoğullarının tabi tutuldukları imtihanlar şöyle anlatılıyor:” Musa’dan sonra, israiloğullarından ileri gelenleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir pegambere : Bize bir hükümdar gönder ki ( onun komutanlığında) Allah yolunda savaşalım, demişlerdi. (Peygamber ) Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız, dedi. Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım, dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir. Peygamberleri onlara: Bilin ki Allah, Talut’u size hükümdar olarak gönderdi, dedi. Bunun üzerine : Biz hükümdarlığa daha layık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünde geniş imkanlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur? dediler. “ Allah sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah herşeyi ihata eden ve her şeyi bilendir” dedi. Peygamberleri onlara: Onun hükümdarlığının alameti, Tabut’un size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o Tabut’un içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sukunet, Musa ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Eğer inanmış kimseler iseniz sizin için bunda şüphesiz bir alamet vardır, dedi. Talut askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca: Biliniz ki Allah sizi bir irmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna, kim ondan içmezse bendendir, dedi. İçlerinden pek azı hariç hepsi irmaktan içtiler. Talut ve iman edenler beraberce irmağı geçince ( bazıları ): Bugün bizim Calut’a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur, dediler. Allah’ın huzuruna varacaklarına inananlar: Nice az sayıda bir birlik Allah’ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler. Calut ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında: Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Bize cesaret ver ki tutunalım. Kafir kavme karşı bize yardım et, dediler. ( Bakara: 246-250 )
Talut ve Calut’un askerleri savaşa tutuşmuşlardi. Davut, sonradan savaşa katılmış güçlü ve cesur bir gençti, elindeki sapanıyla attığı bir taş ile zalim hükümdar Calut´u öldürmüştü. İsrailoğulları arasında büyük bir itibar kazanmıştı. Calut’un ordusu, Calut öldürüldükten sonra korkup kaçıyor böylece Talut savaşı kazanmış, Allah`ın inayeti ile kaybettikleri topraklarına tekrar kavuşmuş oluyorlardı. “ Sonunda Allah’ın izniyle onları yendiler. Davud da Calut’u öldürdü. Allah ona ( Davud’a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti....( Bakara: 251 ).
Hz. Davud, Talut´un kızıyla evleniyor ve Talut hükümetinde başkumandan olarak atanıyor. Davut, katıldığı bütün savaşları, hem cismi gücünü, hem de aklî gücünü kullanarak kazanıp bu makama layık olduğunu ispat ediyordu. İsrailoğulları da ona büyük ilgi gösteriyordu. Talut’un vefatından sonra Allah´u Teala İsrailoğullarına Hz. Davud’u Peygamber olarak seçiyor.
Hz. Davud, Peygamber olduktan sonra hükümetin başkentini Habrun (El-Halil)´den, Yabus (Beyt-ul Mukaddes’e) taşıdı.
Allah`u Teala, Hz. Davud´a vermiş olduğu nimetlerden dışında, peygamber olduktan sonra peygamberliğinin nişanesi olarak da bir çok mucize vermiştir onlardan bazıları şöyledir:
Fiziksel güç ve heybet
Güçlü bir hükümet ve siyasi iktidar
Hikmetli yönetim kabiliyeti
Bilgi ve adaletle yönetim gücü
Dağlara hakimiyuet
Kuşlara hakimiyet
Zırh yapma sanatı
Demiri istediği şekle sokma sanatı ve gücü
Güzel ses
Çok tövbe ve ibadet etmek ve alçakgönüllülük
Hz. Süleyman gibi bir mirasçıya sahip olmak.
Hz. Davut (a.s.), Allah´ın kendisine vermiş olduğu bu nimetler sayesinde hükümetinin sınırlarını genişletmiş, İsrailoğulları’na büyük üstünlük kazandırmıştı. Ama İsrailoğulları bunca nimet ve inayete rağmen yine de Allah´ın emrine tamamen teslim olmuyor, basit bahanelerle isyana başvuruyorlardı. Hz. Davut, bir taraftan şirk ve putperestlikle diğer taraftan da İsrailoğulları hak yoldan ayrılmasın diye mücadele veriyordu. Ama İsrailoğulları kendilerine verilen bunca nimetlere şükretmiyor, nankörlük ederek peygambere ve Allah’ın emirlerine karşı geliyorlardı.
Allah´u Teala ceza olarak isyan eden İsrailoğulları’na veba hastalığı belasını gönderiyor, binlerce kişi bu hastalıktan ölüyor.
Hz. Davut (a.s.), İsrailoğulları’nı toplayıp bu beladan kurtulmak için topluca dua etmeye çıkıyorlar. Hz. Davut, Mescid-i Aksa´nın bulunduğu yerden Meleklerin gökyüzüne yükseldiğini görüyor. Bunun ilahî bir isaret olduğunu anlayıp kavmini oraya götürerek orada dua etmeye başlıyorlar, secdeye gidip ağlayıp yalvarıyorlar, daha secdeden kalkmadan Allah belayı yok ediyor.
Hz. Davut (a.s.), dua kabul olduğu için Allah`a şükür olarak o yere bir Mescid yapılmasını emrediyor. Daha sonraları Peygamberlerin kutsadığı ve müslümanlarin ilk kıblesi oluyor Mescid-ul Aksa.
Hz. Davud hakkında Kur`an-i Kerim birçok surede ona verilen nimetleri beyan ediyor: Bakara/ 251, İsra/ 55, Sebe/ 11-13, Sad/ 17-30, Nisa/ 163, Enbiya/ 78:80 .
Hz. Süleyman ve İsrailoğulları
Hz. Davut’tan sonra İsrailoğullarına oğlu Hz. Süleyman peygamber seçildi. Hz.Süleyman tarihte şefkatli, adil ve güçlü bir padişah olarak anılır.
İsrailoğulları, Hz. Davud gibi bir peygamberin eğitiminden geçmiş onun ile üstünlük ve itibar kazanmışlardı. Hz. Davud, kendisinden sonra Hz. Süleyman’ı yerine varis, halife tayin ettiği zaman, yine isyan edip karşı çıktılar. Kavmin büyük ve yaşlıları kendilerini bu makama layık görüyorlardı. Hatta Hz. Süleyman’ın diğer kardeşleri kendisinden yaşca büyük oldukları için kendilerinin bu makama seçilmeleri gerektiğine inanıyorlardı. Bazıları, Hz. Davud hayatta iken savaş açtılar, bazıları ise vefatından sonra Hz. Süleyman ile savaştılar ama hepsi hüsrana uğradılar.
Hz. Süleyman, Hz. Davut’tan miras kalan güçlü bir hükümete, mal-mülke ve güçlü bir orduya sahipti.
Allah-u Teala Hz. Süleyman´a bunlardan başka diğer nimetler de inayet etmişti:
1- Rüzgar onun emrindeydi
2- Cinler onun emrindeydi
3- Sonsuz yetki sahibiydi
4- Kuşların dilini biliyor ve hepsi onun emrindeydi
Hz. Süleyman’a verilen bu nimetler ve yetkiler o zamana kadar kimseye verilmemiş ve daha sonrada verilmeyecekti.
Bütün bu yetki ve nimetlere rağmen Hz. Süleyman geçimini Beyt-ul Mal’dan değil kendi eliyle yapıp sattığı sepet ile kazanıyor mütevazi bir hayat sürüyordu.
Hz. Süleyman kendisine verilen bunca nimeti, adaleti hakim kılmak, hakkı yaymak için kullandı. İsrailoğulları da bu nimetlerden en iyi bir şekilde yararlanıyorlardı.
Hz. Süleyman, Hz. Davut’un başlatıp bitiremediği Beyt-ul Mukaddes’in yapımına devam etti. Cinler ve diğerlerinin yardımıyla mermer ve diğer madenlerden Beyt-ul Mukaddesi 7 yıl sürede yapıp bitirdi. Altın, gümüş ve diğer değerli taşlarla süsleyerek görkemli bir Mabed (Mescid-ul Aksa) haline getirdi. Aynı zamanda 12 kabile olan İsrailoğullarının her birisi için Mabedin etrafinda kabilelerine ait bir kale yaptırdı.
Kudüs´de bulunan “Ağlama Duvarı” olarak bilinen “Urşilem Duvarını” da Hz. Süleyman yaptırmıştır.
Hz. Süleyman, peygamberler arasında en varlıklı peygamber olarak bilinir. Hükümetinin sınırları çok geniş bir coğrafyaya yayılmıştı.
Hz. Süleyman zamanında birçok görkemli binalar ve tarihi eserler yapılmıştır. Günümüzde bile bu eserler tarihî eser ve mukaddes yerler olarak ziyaret edilir.
İsrailoğulları ömürlerinin hiçbir döneminde görmedikleri refah ve huzur içinde yaşıyor, tarihlerinde sahip olamadıkları itibar ve izzete kavuşmuşlardı. Hiçbir eksikleri yoktu.
Hz. Süleymanın vefat zamanı gelmiş artık İsrailoğulları’nı terk edecekti. İsrailoğullarını hak yola davet etmek ve onları huzura kavuşturmak için elinden geleni yapmıştı ama onların hiç bitmeyen istek ve arzuları kendi tabiriyle, ömründe güzel ve huzurlu bir gün dahi geçirememesine sebep olmuştu. Hz. Süleyman, sarayındaki yetkililere, “bugün hiç kimseyle görüşmek istemiyorum” diye emir vermişti, sarayın en yüksek bir yerine çıkıp oradan ordusunu, adaleti hakim kıldığı ülkesini seyretmek istiyordu. Allah´ın verdiği nimetleri temaşa edip şükür edecekti. Asasına yaslanıp etrafı seyrederken ölüm meleği gelip kendisinin canını almakla görevlendirildiğini bildirdiğinde şöyle buyuruyor: “Allah-u Teala, O´na kavuşmamdan başka birşeyden lezzet almamı istemiyor demek ki, görevini yap”. Hz. Süleyman asasına dayanmış bir halde ruhunu teslim edip uzun bir zaman cansız halde kalıyor. Asaya dayalı cansız kaldığı süre hakkında çeşitli görüşler vardır: Bazıları birkaç gün öylece kaldığını, bazıları bir kaç ay , bazıları ise bir yıl boyunca asasına dayalı cansız kaldığını söylemişlerdir. İsrailoğulları, Hz. Süleyman’nın öldüğünü bilmiyorlardı yalnızca yakınları haberdardı. Başveziri Asif bin Belhiya haberi olan şahıslardandı, devlet işlerini o idare ediyordu.
İsrailoğulları, Hz. Süleyman’nın cansız bedenini görüp yaşadığını zannederek hareket etmeden, yemeden, içmeden öyle durmasına hayret edip şöyle diyorlardı:
O sihirbazdır, bizleri büyülemiş yoksa uzun müddet böyle kalamazdı.
Uzun müddet böyle kaldığına göre yemek-içmek ihtiyacı yok, yorulmuyor, uyumuyor öyleyse o bizim tanrımızdır ona ibadet edelim.
İman edenler ise şöyle dediler: “Hz. Süleyman, Allah´ın kulu ve Peygamberidir, Allah ona dilediğini yapar.”
Hz. Süleyman’nın vefat şekli de İsrailoğulları’nı imtihan vesilesiydi.
Derken, Allah´ın emriyle uzun bir zamandan sonra böcekler Hz. Süleyman’nın asasını içten yiyip kırınca Hz. Süleyman yere düşüyor ve vefat ettiği anlaşılıyor halk tarafından.
Hz. Süleyman ve Hz. Davud’un hayatlarından ibret alınacak birçok dersler var ama bu yazımız peygamberler tarihi olmadığı için kısa ve özetle yetiniyoruz.
İsrailogulları, Hz. Süleyman´dan sonra bir müddet huzur içinde yaşadıktan sonra tekrar eski yaşantılarına dönüp birbirleriyle savaşmaya ve kavgaya başladılar neticede bulundukları topraklarda ikiye bölündüler.
1- Simara ırkından olan kuzeyliler, Nablus’u başkent yapıp oraya yerleşiyorlar.
2. Yahudi ırkından olan güneyliler, Urşilem (Beyt-ul Mukaddesi) başkent yapıp Kudus’e yerleşiyorlar. Böylece çeşitli kabilelerden oluşan İsrailoğulları asırlarca peygamberlerin sayesınde beraber yaşadıktan sonra Hz. Süleyman’ın vefatının hemen akabinde tefrikaya düşüyor ve ilk defa yahudi devleti adı altında bir devlet kuruyorlar.
Bu iki devlet 200 yıl boyunca birbirleriyle savaştılar, binlerce- onbinlerce kişi bu savaşta hayatini kaybetti. Birbirleriyle savaşmanın neticesinde tamamen zayıfladılar.
M.Ö. 720 yıllarında Asuriler güçsüz ve zayıf gördükleri İsrailoğulları’nın yaşadıkları bölgelere saldırıyor şehirlerini yerle bir ediyor, evlerini yıkıp yakıyor, mallarını yağmalıyor. Ve İsrailoğulları, yine sefil ve zelil yaşantılarına geri dönüyorlardı, artık hiç güçleri kalmamıştı. Kendilerini bir araya toparlayacak liderleri de yoktu. Avareler gibi diyar-diyar dolaştılar. Kimseyle savaşacak güçleri de kalmamıştı.
M.Ö. 615 yıllarında Mısırlılarla, Asuriler arasında çıkan savaştan yararlanan İsrailoğulları tekrar Filistin’e yerleşip orada yaşamaya başladılar. Eski güç ve izzetlerini ele getirmek artık hayal olmuştu onlar için ama güçlenmek için ellerinden geleni yapıyorlardı, diğer kavimleri yağmalıyor, zülm ediyor küçük kabileleri hakimiyetlerine almak için baskı yapıyorlardı.
M.Ö.590 yılları İsrailoğulları’nın tekrar güçlenme dönemiydi. Derken “Babil” Padişahı Buht-un Nasr ile aralarında savaş çıkıyor.
Buht-un Nasr, yahudilerden intikam almak için Beyt-ul Mukaddes’e saldırıyor, şehri yakıp-yıkıyor. Mescid-ul Aksa´yı yıkarak Hz. Süleyman´dan kalan eserlerin birçoğunu tahrip ediyordu. Yahudilerin binlercesini öldürüp geri kalanları yakalayıp “Babil´e” esir olarak götürüyorlar, uzun müddet esarette kalan yahudiler tarihe “Babil esirleri” olarak geçmişlerdir.
M.Ö.500 yıllarında İran Padişahı Kuruş ile Babil’e hakim güç arasinda çıkan savaşı İranlılar kazanıyor ve Babil’i kendi topraklarına katıyorlar. Yahudiler de böylece esaretten kurtulmuş oluyorlardı. İsrailoğulları’nın bazıları Beyt-ul Mukaddes’e, topraklarına geri döndüler, Filistin topraklarına dönenler genelde dini sebepten dolayı dönenlerdi, Peygamberlerin mirasına sahip çıkıp Mescid-ul Aksa´yı tekrar inşa ettiler ve şehri yeniden yapılandırdılar.
Ama çoğu Babil´de kalıp ticaretle uğraştılar, faiz sistemini yaydılar, ekonomik olarak güçlendiler.
Filistin topraklarına geri dönen İsrailoğulları genelde Yahudilerden oluşuyordu. Filistin toprakları, ticaret, hayvancılık ve zıraat için müsait olmamasına rağmen tarih boyunca hep padişahlar ve hükümdarların dikkatini çekmiş ve en fazla saldırıya uğrayan, tahrip edilen, yağmalanan ve katliamlara sahne olan topraklar olarak tarihe geçmiştir. Bunun asıl sebebi de peygamberlerin o bölgede bulunmaları ve peygamberlerin eserlerinin orada olması gerekçe olarak gösteriliyor.
Hz. Süleyman’ın vefatından, Hz. İsa’nın doğumuna kadar İsrailoğullarına birçok peygamberler gelmiş ama hiçbirine itaat etmemiş ve zamanın hükümdarlarının sömürüsünde yaşamışlardır. Hz.İsa’nın doğumuna kadar Roma imparatorluğunun egemenliğinde yaşamlarını sürdüren İsrailoğulları, peygamberlerine hep ihanet etmiş ve Roma imparatorluğunun padişahlarını peygamberlere tercih etmişlerdir. İsrailoğullarının dini önderliğini ellerinde bulunduran Yahudi hahamları Roma imparatorluğunun himayesinde ancak kendi varlıklarını sürdürebileceklerini düşündüklerinden hem peygamberleri yalanlıyorlar, hem de siyasi hakimiyetin Roma imparatorluğunda kalması gerektiğini tebliğ ediyorlardı. Hz. Musa’nın dinine mensup olduklarını iddia edip Tevrat’a göre amel ettiklerini savunuyorlardı. Hz. Musa’nın dinini tahrif ettikleri gibi Tevrat’ı da kendi elleriyle yazıp Allah’ın hükümleri bunlardır diye topluma sunuyorlardı. Beyt-ul Mukaddes’i kendilerine merkez seçip oraya sığınarak İsrailoğullarının bütün işlerini Roma hükümdarına teslim edip kendilerini inzivaya çekmişlerdi. Böylece İsrailoğulları bu dünyaperest din adamlarının sayesinde Hz. Süleyman’dan sonra gelen peygamberlerin hiçbirine destek vermemiş, gerçek dinden uzaklaşmış tahrif edilmiş hurafelerle dolu bir din anlayışına sahip olmuşlardı. Hz İsa zamanına yaklaştıkça durumları gittikçe daha da kötüleşmiş Roma imparatorluğunun hakimiyeti altında yaşadıkları müddetçe şirke, putperestliğe yönelmişlerdi. İsrailoğullarından peygamberlerin yanında parmakla sayılacak kadar inanan kalmıştı ancak.
Hz. İsa’nın doğumu İsrailoğulları için yeni bir dönemin başlangıcı ve kendilerine gönderilen son peygamber olacaktı..
Bu yazı dizimizde İsrailoğulları tarihini yani çıkış yerleri, yaşamış oldukları bölgeler ve tarihte bıraktıkları izler gibi beraber yaşamış oldukları kavim ve milletlerle ilişkilerini ele alacağız.
İsrailoğulları denilince akla hemen yahudilik gelmektedir. Yahudilik ve siyonizm kavramları beraber anılmaya başlandığı bu son asrımızda yahudilerin kendileri için benimsedikleri "yahudi" ismini artık olumsuz gördüklerinden ısrarla "musevi" kelimesini kullanmaya başlamışlardır.
İsrailoğulları, Kur`an'da Hz.İbrahim'in torunu Hz.Yakub'dan sonra kullanılan bir terimdir. Hem zaman olarak yahudi kelimesinden önce kullanılmaya başlanmış ,hem de mana olarak yahudi kelimesinden daha geniş bir manaya sahiptir. Dolayısıyla İsrailoğulları'nın tarihi Hz.İbrahim'den sonra başlamış oluyor.
Günümüz yahudilerinin ve tarihteki yahudilerin kendilerini Hz.İbrahim'e nisbet vermeleri ve tarihlerinin başlangıcı olarak o zamanı göstermeleri tarihî gerçekleri saptırmadan ibarettir.
Hz.İbrahim, tarihte tağutlara karşı mücadelesi ve putları kırmasıyla övülen ululazm peygamberlerdendir. Resul-ü Ekrem Hz.İbrahim'in torunu olmasıyla iftihar eder ve Hz.İbrahim'e sima olarak benzediğinden onu görme arzusunda olanlara kendisine bakmalarını buyururdu. Hz.İbrahim'in tarihteki konumu ve kendisinden sonra gelen peygamberlerin ondan övgüyle söz etmesi, özellikle İsrailoğulları peygamberlerinin onu kendilerine örnek göstermeleri yahudilerin kendi soylarını Hz.İbrahim'e nispet vermelerine sebep olmuştur. Halbuki Kur'an Hz.İbrahim'in yahudi ve hıristiyan olmadığını açıkca belirtiyor.
Hz.İbrahim bugün Irak topraklarında olan Babil bölgesinde yaşıyordu. Dönemin tağutu Nemrut ile uzun yıllar mücadele ettikten sonra Ken'an diyarı denilen Filistin topraklarına hicret etti. Hz.İbrahim zamanın tağutlarıyla uzun mücadelelerin ardından oldukca yaşlanmış ve henüz bir çocuğu olmamıştı. Allah'tan kendisinden sonra bu hak yolu sürdürecek ve tağutlarla mücadele edecek bir evlat vermesini diledi. Hz.İbrahim'in Sara'dan çocuğu olmuyordu, bu değerli eşinin rızasıyla onun hizmetçisi Hacer ile evleniyor ve Allah-u Teala Hacer'den ona bir erkek çocuğu nasip ediyor, ismini İsmail koyuyorlar.
Sara, Lahic peygamberin kızıydı bütün zorluk ve mücadelelerde Hz.İbrahim'in yanında yer almış onun bütün dertlerine ortak olmuştu ve hiç bir şikayette bulunmamıştı. Bazen Hz.İbrahime ömrünün meyvesi olacak bir çocuk dünyaya getirmek istediğini belirtiyordu. Hz.İbrahim Sara'yı çok seviyordu onun yaptığı fedakarlıkları unutmamıştı ama Sara'nın bu isteğinin yaşlanmış olmaları hasebiyle mümkün olmayacağını ama ilahi lütuf sayesinde gerçekleşebileceğine inanıyordu onun için sadık bir niyyetle Allah'tan Sara'dan da kendisine bir çocuk vermesini diledi. Allah-u Teala ilahi bir mucizeyle ihtiyar olmalarına rağmen kendilerine İshak adını verdikleri bir erkek çocuk nasip etti. Böylece Hz.İbrahim'in iki oğlu olmuştu biri İsmail diğeri İshak.
İshak dünyaya gelmeden önce Hz.İbrahim Allah'ın emriyle İsmail ve annesi Haceri Mekke'ye yerleştirdi. İshak ve annesi Sara Filistin topraklarında yaşamlarını sürdürdüler.
İshak büyüyüp evleniyor ve Yakup ismini verdiği bir erkek çocuğu oluyor. Kur'an Hz.İbrahim'in Sara'dan bir cocuk istemesini ve Allah'ın onun duasını kabul etmesini şöyle beyan ediyor: "Biz ona (İbrahime )İshakı verdik fazlalık olarak da Yakub'u verdik ve hepsini peygamber karar kıldık." Hz.İbrahim'in nesli bu iki oğlundan; Hz.İsmail ve Hz.İshak'tan devam etti.
Hz.İbrahim'in torunu Hz.Yakub'un oniki oğlu dünyaya geldi, Kur'an-ı Kerim onları Al-i Yakup (Yakupoğulları) olarak belirtiyor. Hz.Yakub'un diğer bir ismi de "İsrail" idi. İsrail İbranicede "isra" ve " İl" kelimelerinden oluşuyor. İsra "kul" manasında, İl ise Allah'ın isimlerinden biridir. İsrail, Arapçada Allah'ın kulu manasında olan "Abdullah" ile eş anlamlıdır. Hz.Yakub'un çocuklarına "Beni İsrail" yani İsrailoğulları da denilir.
Hz.Yakub'dan önce yaşayan insanlar İbrani dedelerinden birine nisbet verilirdi ama Hz.Yakub'dan sonra İsrailoğulları diye adlandırıldılar. Bu isim Hz.İbrahim'den 100 yıl sonra Hz.Yakub'un soyu çoğalıp arttıktan sonra onlara verilmiştir. Dolayısıyla "İsrailoğulları" terimi hem zaman olarak hem kavim olarak ve hem de isim olarak kullanılması Hz.İbrahim'den sonra ortaya çıkmıştır.
Yahudi kelimesinin ortaya çıkış sebep ve zamanı hakkında iki görüş vardır:
1.) Hz.Yakub'un çocuklarından birinin ismi Yahuza idi "za" ekinin yerine "da" eki konulmuş ve isim Yahud olarak değiştirilmiş ve Yahud'un soyundan gelenlere yahudi denilmistir.
2.) Yahud, "hevd" kökeninden / kelimesinden türemiş dönmek ve tövbe etmek manasını taşımaktadır. Hz.Musa zamanında İsrailoğulları yaptıkları günah ve isyandan tövbe edip Allah'a itaate döndüklerinden dolayı onlara Yahud denildi.
Kısaca söylenecek olursa "Yahudî" kelimesi belirttiğimiz gibi birinci görüşe göre Hz.Yakub'un oğlu Yahuza'nın soyundan gelen ve ona tabi olanlara; ikinci görüşe göre Hz.Musa zamanında İsrailoğullarından tövbe edenlere denilir. Herhalukarda her iki görüşe göre bu kelimenin ortaya çıkış zamanı farklı olsa da "Yahudî" kelimesi İsrailoğullarının bir bölümüne denilmektedir.
"İsrailoğulları" ve "Yahudî" terimlerinin çıkış zamanına, sebebine ve Kur’an.ı Kerim’de kullanılış yerlerine bakıldığında İsrailoğulları deyiminin daha genel bir manada kullanıldığı ; hem yahudilere hem de diğer kavimlere denildiği görülecektir. Hz.Musa (a.s.) ve kendisinden sonra gelen peygamberlerin ümmetlerini İsrailoğulları oluşturmaktadır. Hz.Davud (a.s.) Hz.Süleyman ( a.s.), Hz. Zekeriyya ( a.s.), Hz Yahya ( a.s.) ve Hz İsa (a.s) Peygamberler İsrailoğularına gönderilmişlerdir. Ama Yahudiler, İsrailoğullarının bir bölümünü oluşturmaktadırlar.
İsrailoğulları Tarihinin başlangıcı
Hz.Yakup, oğullarıyla birlikte dayısının bulunduğu bölgeden Filistin topraklarına göç edip orada yaşamaya başlıyor. Hz Yusuf'un kuyuya atılmasından Mısır padişahı olduğu zamana kadar Yakupoğulları Filistin topraklarında oranın yerlileriyle dostça yaşamışlardır (M.Ö.1750). Hz.Yusuf Mısır padişahı olunca Hz.Yakup ve oğulları Filistin'den Mısır topraklarına hicret ettiler (M.Ö.1740).
O zamanlar zengin bir bölge, kalabalık ve yerleşim için mükemmel bir yer olan Mısır, stratejik olarak da büyük bir öneme sahipti. Mısır'a hakim olan dünyaya hakim sayılırdı. İsrailoğulları kendilerine yerleşim yeri olarak Mısır'ı seçip uzun zaman orada kalarak evlenip çoğaldılar büyük bir kabile oldular.
Bu bölgede huzur ve emniyet içinde yaşıyorlardı. Yüzyıllarca bu bölgede kendi inançlarını yaydılar. Hz.Yakup ve Hz.Yusuf'un vefatından sonra Mısır'ın yerlileriyle inanç konusunda ihtilafa düştüler. Mısır'ın yerlileri dinlerinden dönmüş putperestliği kendilerine inanç olarak seçmişlerdi.
Firavun'un Mısır Padişahı olmasına kadar geçen zamanda devamlı aralarında sürtüşmeler ve kavgalar oluyordu. Mısır'ın yerlileri, dedeleri Hz. Yakup, Hz.İbrahim ve Hz.İshak´ın dinine uyan İsrailoğulları'nın kendilerine hakim olmalarından korkuyor, birgün Mısır'a hakim olacakları tedirginliğini yaşıyorlardı. Bundan dolayı inanç savaşı, mezhebi kavgalar başlamıştı.
Firavun Mısır padişahı olunca muşavirlerine (vezirlerine) İsrailoğulları'nın durumunu soruyor. Vezirler İsrailoğulları'nın zengin, varlıklı olduklarını, baştaki padişahlara boyun eğmeyen ve dedelerinin dinlerine bağlı insan olduklarını söylüyorlar. Eğer bunların önü alınmazsa Mısır'ın yerlilerine de hakim olacaklarını belirtiyorlar.
Firavun, vezirlerinin tavsiyesi üzerine tedbirler aldı. Önce Mısır halkını ikiye böldü;
Mısır'ın yerlileri (Gıbtiler)
Göçmenler (Sıbtiler-İsrailoğulları )
İsrailoğulları gelenekleri ve inançları gereği kendilerinden başkasıyla evlenmiyorlar, kendilerinden başkasına kız vermiyorlardı. Dolayısıyla İsrailoğulları gittikçe çoğalıyor, kendileriyle diğerleri arasına duvar örerek kendi nesillerinin diğer ırklarla karışmasını engelliyorlardi.
Bu da Firavun ve etrafını korkutuyordu çünkü Firavun ve Mısır'ın diğer padişahları hep Giptilerden olmuştu.
Firavun, İsrailoğulları'na baskısını arttırıyor onları zor durumda bırakıyordu.Yine vezirlerinin teklifiyle, İsrailoğulları çoğalmasın, güçlenmesinler diye her doğan erkek çocuklarını öldürmelerini, kız çocuklarını serbest bırakmaları emrini verdi.
Erkek çocuklarını öldürme emrini vermesine sebep olarak
Firavun'un rüyası (Hz. Musa´nın doğacağı haberi) zikr edildiği gibi;
Onların neslini kesip, kızlarını alarak İsrailoğulları'nı zayıflatıp kendi emrine almak istemeside söylenmiştir.
Firavunun Rüyası
Firavun birgün rüyasında görüyor ki, Beyt-ul Mukaddes´ten yükselen bir ateş
Mısırlıların evlerini sarmış bütün Gibtilerin evlerini yakıyor ama İsrailoğulları'nın evlerine birşey yapmıyor.Rüya tabircileri, Beyt-ul Mukaddes´ten bir kişinin çıkıp Mısır'ı helak edeceğini ve Firavunların hükümetini yerle bir edeceği yorumunu yaptılar. Bazı kahinler ise, İsrailoğulları'ndan bir çocuğun dünyaya gelip, Firavun'un saltanatını yıkacağını söylediler.
İsrailoğulları'nı zayıflatıp onlara hakim olmak, kadın ve kızların savaşacak güçte olmadıkları için onları cariye olarak çalıştırmak için onların erkek çocuklarını öldürdüğü ikinci görüş olarak zikr edilir. İki görüş de sebep olarak birbiriyle çelişmemesiyle birlikte ikinci görüşün Kur´an ayetlerinin ışığında daha güçlü olduğu görülüyor.
"Hatırlayın o zamanı ki, Al-i Firavun sizleri şiddetli işkencelere tabi tutuyor, erkek çocukları öldürüyor, kız çocuklarını saklıyordu."[1]
"Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde ululandı, ve halkını bölük-bölük etmişti, onlardan bir topluluğu zayıf bir hale getirme de, erkek çocukları kesmede, kadınlarını bırakmadaydı."[2]
"Musa katımızdan gerçekle onlara gelince öldürün demişlerdi, onunla beraber iman edenlerin erkek çocuklarını ve bırakın kadınlarını."[3]
Ayetlerde erkek cocuklarının öldürülmesinin İsrailoğullarını zayıflatmak için yapıldığı belirtiliyor. Çünkü öldürme, Hz. Musa dünyaya geldikten sonra da devam ediyor. Heralukarda Firavun İsrailoğulları'nın erkek çocuklarını öldürüyor kız çocuklarını cariye olarak saklıyordu.
Firavun, Hz. Musa dünyaya gelmeden önce İsrailoğullarına çeşitli zulümler yapmaktaydı;
ellerinden mallarını, servetlerini alıp fakir bırakıyor, Mısır halkını tabakalara bölerek İsrailoğulları'nı en mustazaf tabaka, Gibtileri ise üstün kılıyordu.
İsrailoğulları'nı köleler gibi çalıştırdığı hatta Mısır Firavunlarının Piramit mezarlarını yapmada binlerce kişiyi kırbaçlayarak öldürdükleri tarihi kitaplarda kaydedilmiştir.
Bu tür ağır işkencelerin yanı sıra tarihde 70000 erkek çocuğun öldürüldüğü de nakledilmiştir.
Bütün bu zulüm ve işkencelere rağmen yine de Firavun ve yandaşlarının huzuru yoktu. Çünkü hükumet ve saltanatını yerle bir edecek Firavunların sonunu getirecek ilahî hüccet Hz. Musa, Firavun'un bütün tedbirlerine rağmen dünyaya gelmişti. On binlerce çocuğu öldürmesine rağmen Hz. Musa'nın dünyaya gelmesini engelleyememişti.
Allah'u Teala, Hz. Musa'yı Firavun'nun sarayında büyüttü.
İsrailoğulları, Hz.Yakup ve Hz.Yusuf'un vefatından sonra gelenekleri ve inançlarının sayesinde hep çoğaldılar zamanın firavunlarının saltanatlarını hep tehdit ettiler. Dedelerinin dinine bağlı kaldıklarından hep zulüm ve işkence gördüler. Hiçbir zaman bir yerde hakimiyet kurup hakimiyeti ele geçiremediler. Mısır toprakları onların güçlenip büyük bir kabile oldukları yerlerdir.
M.Ö. 1200 yıllarında Allah-u Teala Hz. Musa'yı Risalet makamına seçti ve Firavun ile mücadeleye başlamasını emretti.
Hz. Musa, uzun yıllar mücadeleden sonra İsrailoğulları'nı Firavun'nun zulmünden, dayanılmaz işkencelerinden kurtardı. İsrailoğulları'nın Hz. Musa´ya yaptıkları zulüm ve haksızlık, hakkı kabul etmemek için getirdikleri bahaneler ve bitmek tükenmek bilmeyen yersiz istekleri ve Allah'a isyanları dolayısıyla Allah-u Teala onları cezalandırdı. 40 yıl boyunca Sina çöllerinde avare yaşadılar, yıllarca sefil bir hayat sürdüler.
M.Ö.1055 yıllarında Hz. Musa'dan sonra Beni İsrail peygamberlerinden Hz.Yuşa bin Nun peygamberliğe seçilip İsrailoğulları'nın başına geçti. Onları perişanlıktan ve zelillikten tekrar kurtarıp güçlendirdi. Yaptıkları savaşları kazandılar. İsrailoğulları tekrar güçlenip eski kudretlerine kavuştular. Tekrar Kenan diyari denilen Filistin topraklarina dönerek Filistin yakınlarında Eriha şehrine yerleştiler. Hz.Yuşa bu toprakları kabileler arasında taksim ederek İsrailogullarını huzurlu bir yaşantıya kavuşturdu.
Yahudiler bu başarı ve zaferleriyle gururlanıp, Allah´ın kendilerine vermiş olduğu nimetleri üstünlük vesilesi sayarak kendilerinden olmayanları ezmeye ve onlara zülmetmeye başladılar, ilahî kanunları çiğnediler, ahidlerine vefa etmediler. Neticede Filistinlilerle yaptıkları savaşta bozguna uğrayıp bütün kudret ve güçlerini kaybettiler. Yine zelil bir duruma düştüler. En küçük bir kabileye dahi karşı koyamayacak hale geldiler.
Allah-u Teala, Hz. Musa hürmetine İsrailoğulları'na birçok nimetler vermişti, bu nimetlerden biride "Ahid Sandığı" idi. Bu sandık sayesinde birçok zaferler ve başarılar elde etmişlerdi. Savaşlarda bu "Sandığı" ordunun en önünde taşıyarak güven ve moral kazanırlardı. Filistinliler ile savaşlarında bütün güçlerini kaybettikleri gibi bu emaneti de kaybettiler.
Bu zelil hayatları uzun yıllar sürdü. Allah-u Teala yine İsrailoğulları Peygamberlerinden İşmuil peygamberi onları irşad etmek, bu sefil hayattan kurtararak tekrar izzet kazandırmak için mebus etti. İsrailoğulları da gördükleri zulümden bıkmışlardı. Bu Peygamberin önderliğinde savaşmaya karar verip tekrar kudret sahibi olmayı arzuluyorlardı. Hz. İşmuil'den kendilerine bir emir, komutan tayin etmesini istediler. Onunla birlikte savaşarak kaybettikleri izzeti ve topraklarini tekrar kazansınlar diye.
Kur'an-ı Kerim bu olayı Talut ile Calut´ un savaşı adı altında genişce beyan ediyor.
Bakara suresi 246- 252 ayetlerinde onların istekleri ve arzuları seçilen komutana itaatleri beyan edilmiştir.
M.Ö. 1050 yıllarında İsrailoğulları, Talut'un önderliğinde Calut ile yaptıkları savaşı kazanarak ilk yahudî devletini kurdular ve El-Halil şehrini de başkent yaptılar. Böylece tekrar "Kenan" dıyarına (Filistin) hakim olup kudreti ele geçirerek üstünlük kazandılar.
Bu savaştan önce ilahî mucizeyle Allah-u Teala, Talut´un liyakatinin nişanesi olarak Sandık-i Ahdi kendilerine tekrar gönderdi.
Tabut (Ahid Sandığı) Neydi?
Ahid sandığı hakkında, Tevrat'ta ve yahudiler arasında bir çok tefsirler yapılmıştır. Ama en doğrusu Ehl-i Beyt'den (a.s.) bizlere gelen hadislerin bildirdiğidir. Bu "Sandık", Hz. Musa'nın (a.s.) annesinin, Hz. Musa'yı Firavunlardan korumak için Hz. Musa'yı içine koyup Nil nehrine biraktığı sandık olduğu belirtilmiştir. Firavunun askerleri onu bulduktan sonra hatıra olarak saklıyorlardı. Daha sonra bu sandık İsrailoğulları'nın eline geçti, onlar da Hz. Musa'yı (a.s.) koruduğu için bu sandığı saygı ve hürmet olarak koruyorlardı.
Hz. Musa (a.s.) vefatından önce, Allah'ın hükümlerinin yazılı olduğu "Elvahi Mukaddes"i, kendi zırhını ve diğer bir takım mukaddes seyleri onun içine koyarak kendisinden sonraki peygamber olan Yuşa bin Nun'a emanet etti. Gittikçe bu sandığın önemi İsrailoğulları arasında fazlalaştı ve savaşlarda bu sandığı ordunun en önünde götürür büyük bir moral ve manevi güç olarak savaşları kazanırlardı.
Bu sandık onların elinde olduğu müddetçe huzur ve iftiharla hayatlarını sürdürüyorlardı. Ama yavaş yavaş dini hükümlerden yüzçevirmeleri, verdikleri ahidlere uymamaları, zulüm ve haksızlık yapmalarının neticesinde Filistinlilerle yaptıkları savaşta bozguna uğramış ve bu sandığı da kaybetmişlerdi..
Hz. İşmuil Peygamber, kumandan olarak Allah tarafindan Talut'un seçildiğini söyleyince itiraz ettiler kendilerinin bu makama daha layık olduklarını söylediler bunun üzerine Hz. İşmuil bunun Allah'ın emri olduğuna delil olarak bu sandığın tekrar kendilerine verilmesi olduğunu belirtiyor. Ve Ahid sandığı tekrar kendilerine veriliyor.[4]
Yahudiler kudret ve gücü ele geçirdikten sonra önce ilahî hükümleri terk ederek haksızlık ve zulüm yapmaya başlıyor ve diğer kabileleri kendi hakimiyetlerine alıp onlara hüküm sürmek istiyorlar. Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri unutup azgınlık ediyorlar.
Hz. Musa'nin vefatından sonra 200 yıl boyunca, Hz. Musa zamanında olduğu gibi sudan bahanelerle hak yoldan ayrılmayı sürdürdüler. Rahata kavuştukları anda Allah'a sükr edip kendilerine gönderilen Peygamberin yolunu devam ettirip ilahÎ emirlere uyacakları yerde hep yanlış yola saptılar, hep isyan bayrağı açtılar.
Hep Peygamberlerin sayesinde, Allah'ın inayeti ile izzete ve güce kavuştular.
Peygamberin vefatından sonra tekrar şirk, putperestlik ve azgınlık yolunu seçtiler.
[1] Bakara / 49.
[2] Kasas / 4.
[3] Mumin / 25.
[4] Bakara / 248.
Hz. Davud ve İsrailoğulları
İsrailoğullarına, Hz. Musa’dan(a.s) sonra birçok peygamber gelmişti, bu peygamberler İsrailoğullarını hidayete ulaştırmak onları refah ve huzura kavuşturmak için büyük zahmetler çekmişlerdi. İsrailoğulları, Allah’ın bu kadar nimetine karşılık isyan etmiş bu peygamberlerden birçoğunu öldürmüşlerdi. Allah-u Teala onların bunca isyan ve zulümlerine karşı yine onlara peygamber gönderiyordu, bu peygamberlerden biri de Hz. Davut idi.
Kuran-ı Kerim’de anlatılan Talut ve Calut savaşı, İsrailoğullarının ne kadar inatçı ve şükür etmeyen bir toplum olduklarını tekrar ortaya çıkarıyordu. Calut, zamanın zalim hükümdarı herkese zulüm ediyor ve kendi hakimiyetine almaya çalışıyordu. Kendilerine yapılan zulüm ve işkencelerden bıkan İsrailoğulları zamanın peygamberinden kendilerine bir kumandan tayin etmesini ve onunla birlikte bu zalime karşı savaşmak istediklerini söylüyorlar. Zamanın peygamberi de Allah’ın emriyle Talut’un kendilerine kumandan olarak seçildiğini bildiriyor. Bakara süresinde, Talut’un seçilmesi ve İsrailoğullarının tabi tutuldukları imtihanlar şöyle anlatılıyor:” Musa’dan sonra, israiloğullarından ileri gelenleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir pegambere : Bize bir hükümdar gönder ki ( onun komutanlığında) Allah yolunda savaşalım, demişlerdi. (Peygamber ) Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız, dedi. Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım, dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir. Peygamberleri onlara: Bilin ki Allah, Talut’u size hükümdar olarak gönderdi, dedi. Bunun üzerine : Biz hükümdarlığa daha layık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünde geniş imkanlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur? dediler. “ Allah sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah herşeyi ihata eden ve her şeyi bilendir” dedi. Peygamberleri onlara: Onun hükümdarlığının alameti, Tabut’un size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o Tabut’un içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sukunet, Musa ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Eğer inanmış kimseler iseniz sizin için bunda şüphesiz bir alamet vardır, dedi. Talut askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca: Biliniz ki Allah sizi bir irmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna, kim ondan içmezse bendendir, dedi. İçlerinden pek azı hariç hepsi irmaktan içtiler. Talut ve iman edenler beraberce irmağı geçince ( bazıları ): Bugün bizim Calut’a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur, dediler. Allah’ın huzuruna varacaklarına inananlar: Nice az sayıda bir birlik Allah’ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler. Calut ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında: Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Bize cesaret ver ki tutunalım. Kafir kavme karşı bize yardım et, dediler. ( Bakara: 246-250 )
Talut ve Calut’un askerleri savaşa tutuşmuşlardi. Davut, sonradan savaşa katılmış güçlü ve cesur bir gençti, elindeki sapanıyla attığı bir taş ile zalim hükümdar Calut´u öldürmüştü. İsrailoğulları arasında büyük bir itibar kazanmıştı. Calut’un ordusu, Calut öldürüldükten sonra korkup kaçıyor böylece Talut savaşı kazanmış, Allah`ın inayeti ile kaybettikleri topraklarına tekrar kavuşmuş oluyorlardı. “ Sonunda Allah’ın izniyle onları yendiler. Davud da Calut’u öldürdü. Allah ona ( Davud’a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti....( Bakara: 251 ).
Hz. Davud, Talut´un kızıyla evleniyor ve Talut hükümetinde başkumandan olarak atanıyor. Davut, katıldığı bütün savaşları, hem cismi gücünü, hem de aklî gücünü kullanarak kazanıp bu makama layık olduğunu ispat ediyordu. İsrailoğulları da ona büyük ilgi gösteriyordu. Talut’un vefatından sonra Allah´u Teala İsrailoğullarına Hz. Davud’u Peygamber olarak seçiyor.
Hz. Davud, Peygamber olduktan sonra hükümetin başkentini Habrun (El-Halil)´den, Yabus (Beyt-ul Mukaddes’e) taşıdı.
Allah`u Teala, Hz. Davud´a vermiş olduğu nimetlerden dışında, peygamber olduktan sonra peygamberliğinin nişanesi olarak da bir çok mucize vermiştir onlardan bazıları şöyledir:
Fiziksel güç ve heybet
Güçlü bir hükümet ve siyasi iktidar
Hikmetli yönetim kabiliyeti
Bilgi ve adaletle yönetim gücü
Dağlara hakimiyuet
Kuşlara hakimiyet
Zırh yapma sanatı
Demiri istediği şekle sokma sanatı ve gücü
Güzel ses
Çok tövbe ve ibadet etmek ve alçakgönüllülük
Hz. Süleyman gibi bir mirasçıya sahip olmak.
Hz. Davut (a.s.), Allah´ın kendisine vermiş olduğu bu nimetler sayesinde hükümetinin sınırlarını genişletmiş, İsrailoğulları’na büyük üstünlük kazandırmıştı. Ama İsrailoğulları bunca nimet ve inayete rağmen yine de Allah´ın emrine tamamen teslim olmuyor, basit bahanelerle isyana başvuruyorlardı. Hz. Davut, bir taraftan şirk ve putperestlikle diğer taraftan da İsrailoğulları hak yoldan ayrılmasın diye mücadele veriyordu. Ama İsrailoğulları kendilerine verilen bunca nimetlere şükretmiyor, nankörlük ederek peygambere ve Allah’ın emirlerine karşı geliyorlardı.
Allah´u Teala ceza olarak isyan eden İsrailoğulları’na veba hastalığı belasını gönderiyor, binlerce kişi bu hastalıktan ölüyor.
Hz. Davut (a.s.), İsrailoğulları’nı toplayıp bu beladan kurtulmak için topluca dua etmeye çıkıyorlar. Hz. Davut, Mescid-i Aksa´nın bulunduğu yerden Meleklerin gökyüzüne yükseldiğini görüyor. Bunun ilahî bir isaret olduğunu anlayıp kavmini oraya götürerek orada dua etmeye başlıyorlar, secdeye gidip ağlayıp yalvarıyorlar, daha secdeden kalkmadan Allah belayı yok ediyor.
Hz. Davut (a.s.), dua kabul olduğu için Allah`a şükür olarak o yere bir Mescid yapılmasını emrediyor. Daha sonraları Peygamberlerin kutsadığı ve müslümanlarin ilk kıblesi oluyor Mescid-ul Aksa.
Hz. Davud hakkında Kur`an-i Kerim birçok surede ona verilen nimetleri beyan ediyor: Bakara/ 251, İsra/ 55, Sebe/ 11-13, Sad/ 17-30, Nisa/ 163, Enbiya/ 78:80 .
Hz. Süleyman ve İsrailoğulları
Hz. Davut’tan sonra İsrailoğullarına oğlu Hz. Süleyman peygamber seçildi. Hz.Süleyman tarihte şefkatli, adil ve güçlü bir padişah olarak anılır.
İsrailoğulları, Hz. Davud gibi bir peygamberin eğitiminden geçmiş onun ile üstünlük ve itibar kazanmışlardı. Hz. Davud, kendisinden sonra Hz. Süleyman’ı yerine varis, halife tayin ettiği zaman, yine isyan edip karşı çıktılar. Kavmin büyük ve yaşlıları kendilerini bu makama layık görüyorlardı. Hatta Hz. Süleyman’ın diğer kardeşleri kendisinden yaşca büyük oldukları için kendilerinin bu makama seçilmeleri gerektiğine inanıyorlardı. Bazıları, Hz. Davud hayatta iken savaş açtılar, bazıları ise vefatından sonra Hz. Süleyman ile savaştılar ama hepsi hüsrana uğradılar.
Hz. Süleyman, Hz. Davut’tan miras kalan güçlü bir hükümete, mal-mülke ve güçlü bir orduya sahipti.
Allah-u Teala Hz. Süleyman´a bunlardan başka diğer nimetler de inayet etmişti:
1- Rüzgar onun emrindeydi
2- Cinler onun emrindeydi
3- Sonsuz yetki sahibiydi
4- Kuşların dilini biliyor ve hepsi onun emrindeydi
Hz. Süleyman’a verilen bu nimetler ve yetkiler o zamana kadar kimseye verilmemiş ve daha sonrada verilmeyecekti.
Bütün bu yetki ve nimetlere rağmen Hz. Süleyman geçimini Beyt-ul Mal’dan değil kendi eliyle yapıp sattığı sepet ile kazanıyor mütevazi bir hayat sürüyordu.
Hz. Süleyman kendisine verilen bunca nimeti, adaleti hakim kılmak, hakkı yaymak için kullandı. İsrailoğulları da bu nimetlerden en iyi bir şekilde yararlanıyorlardı.
Hz. Süleyman, Hz. Davut’un başlatıp bitiremediği Beyt-ul Mukaddes’in yapımına devam etti. Cinler ve diğerlerinin yardımıyla mermer ve diğer madenlerden Beyt-ul Mukaddesi 7 yıl sürede yapıp bitirdi. Altın, gümüş ve diğer değerli taşlarla süsleyerek görkemli bir Mabed (Mescid-ul Aksa) haline getirdi. Aynı zamanda 12 kabile olan İsrailoğullarının her birisi için Mabedin etrafinda kabilelerine ait bir kale yaptırdı.
Kudüs´de bulunan “Ağlama Duvarı” olarak bilinen “Urşilem Duvarını” da Hz. Süleyman yaptırmıştır.
Hz. Süleyman, peygamberler arasında en varlıklı peygamber olarak bilinir. Hükümetinin sınırları çok geniş bir coğrafyaya yayılmıştı.
Hz. Süleyman zamanında birçok görkemli binalar ve tarihi eserler yapılmıştır. Günümüzde bile bu eserler tarihî eser ve mukaddes yerler olarak ziyaret edilir.
İsrailoğulları ömürlerinin hiçbir döneminde görmedikleri refah ve huzur içinde yaşıyor, tarihlerinde sahip olamadıkları itibar ve izzete kavuşmuşlardı. Hiçbir eksikleri yoktu.
Hz. Süleymanın vefat zamanı gelmiş artık İsrailoğulları’nı terk edecekti. İsrailoğullarını hak yola davet etmek ve onları huzura kavuşturmak için elinden geleni yapmıştı ama onların hiç bitmeyen istek ve arzuları kendi tabiriyle, ömründe güzel ve huzurlu bir gün dahi geçirememesine sebep olmuştu. Hz. Süleyman, sarayındaki yetkililere, “bugün hiç kimseyle görüşmek istemiyorum” diye emir vermişti, sarayın en yüksek bir yerine çıkıp oradan ordusunu, adaleti hakim kıldığı ülkesini seyretmek istiyordu. Allah´ın verdiği nimetleri temaşa edip şükür edecekti. Asasına yaslanıp etrafı seyrederken ölüm meleği gelip kendisinin canını almakla görevlendirildiğini bildirdiğinde şöyle buyuruyor: “Allah-u Teala, O´na kavuşmamdan başka birşeyden lezzet almamı istemiyor demek ki, görevini yap”. Hz. Süleyman asasına dayanmış bir halde ruhunu teslim edip uzun bir zaman cansız halde kalıyor. Asaya dayalı cansız kaldığı süre hakkında çeşitli görüşler vardır: Bazıları birkaç gün öylece kaldığını, bazıları bir kaç ay , bazıları ise bir yıl boyunca asasına dayalı cansız kaldığını söylemişlerdir. İsrailoğulları, Hz. Süleyman’nın öldüğünü bilmiyorlardı yalnızca yakınları haberdardı. Başveziri Asif bin Belhiya haberi olan şahıslardandı, devlet işlerini o idare ediyordu.
İsrailoğulları, Hz. Süleyman’nın cansız bedenini görüp yaşadığını zannederek hareket etmeden, yemeden, içmeden öyle durmasına hayret edip şöyle diyorlardı:
O sihirbazdır, bizleri büyülemiş yoksa uzun müddet böyle kalamazdı.
Uzun müddet böyle kaldığına göre yemek-içmek ihtiyacı yok, yorulmuyor, uyumuyor öyleyse o bizim tanrımızdır ona ibadet edelim.
İman edenler ise şöyle dediler: “Hz. Süleyman, Allah´ın kulu ve Peygamberidir, Allah ona dilediğini yapar.”
Hz. Süleyman’nın vefat şekli de İsrailoğulları’nı imtihan vesilesiydi.
Derken, Allah´ın emriyle uzun bir zamandan sonra böcekler Hz. Süleyman’nın asasını içten yiyip kırınca Hz. Süleyman yere düşüyor ve vefat ettiği anlaşılıyor halk tarafından.
Hz. Süleyman ve Hz. Davud’un hayatlarından ibret alınacak birçok dersler var ama bu yazımız peygamberler tarihi olmadığı için kısa ve özetle yetiniyoruz.
İsrailogulları, Hz. Süleyman´dan sonra bir müddet huzur içinde yaşadıktan sonra tekrar eski yaşantılarına dönüp birbirleriyle savaşmaya ve kavgaya başladılar neticede bulundukları topraklarda ikiye bölündüler.
1- Simara ırkından olan kuzeyliler, Nablus’u başkent yapıp oraya yerleşiyorlar.
2. Yahudi ırkından olan güneyliler, Urşilem (Beyt-ul Mukaddesi) başkent yapıp Kudus’e yerleşiyorlar. Böylece çeşitli kabilelerden oluşan İsrailoğulları asırlarca peygamberlerin sayesınde beraber yaşadıktan sonra Hz. Süleyman’ın vefatının hemen akabinde tefrikaya düşüyor ve ilk defa yahudi devleti adı altında bir devlet kuruyorlar.
Bu iki devlet 200 yıl boyunca birbirleriyle savaştılar, binlerce- onbinlerce kişi bu savaşta hayatini kaybetti. Birbirleriyle savaşmanın neticesinde tamamen zayıfladılar.
M.Ö. 720 yıllarında Asuriler güçsüz ve zayıf gördükleri İsrailoğulları’nın yaşadıkları bölgelere saldırıyor şehirlerini yerle bir ediyor, evlerini yıkıp yakıyor, mallarını yağmalıyor. Ve İsrailoğulları, yine sefil ve zelil yaşantılarına geri dönüyorlardı, artık hiç güçleri kalmamıştı. Kendilerini bir araya toparlayacak liderleri de yoktu. Avareler gibi diyar-diyar dolaştılar. Kimseyle savaşacak güçleri de kalmamıştı.
M.Ö. 615 yıllarında Mısırlılarla, Asuriler arasında çıkan savaştan yararlanan İsrailoğulları tekrar Filistin’e yerleşip orada yaşamaya başladılar. Eski güç ve izzetlerini ele getirmek artık hayal olmuştu onlar için ama güçlenmek için ellerinden geleni yapıyorlardı, diğer kavimleri yağmalıyor, zülm ediyor küçük kabileleri hakimiyetlerine almak için baskı yapıyorlardı.
M.Ö.590 yılları İsrailoğulları’nın tekrar güçlenme dönemiydi. Derken “Babil” Padişahı Buht-un Nasr ile aralarında savaş çıkıyor.
Buht-un Nasr, yahudilerden intikam almak için Beyt-ul Mukaddes’e saldırıyor, şehri yakıp-yıkıyor. Mescid-ul Aksa´yı yıkarak Hz. Süleyman´dan kalan eserlerin birçoğunu tahrip ediyordu. Yahudilerin binlercesini öldürüp geri kalanları yakalayıp “Babil´e” esir olarak götürüyorlar, uzun müddet esarette kalan yahudiler tarihe “Babil esirleri” olarak geçmişlerdir.
M.Ö.500 yıllarında İran Padişahı Kuruş ile Babil’e hakim güç arasinda çıkan savaşı İranlılar kazanıyor ve Babil’i kendi topraklarına katıyorlar. Yahudiler de böylece esaretten kurtulmuş oluyorlardı. İsrailoğulları’nın bazıları Beyt-ul Mukaddes’e, topraklarına geri döndüler, Filistin topraklarına dönenler genelde dini sebepten dolayı dönenlerdi, Peygamberlerin mirasına sahip çıkıp Mescid-ul Aksa´yı tekrar inşa ettiler ve şehri yeniden yapılandırdılar.
Ama çoğu Babil´de kalıp ticaretle uğraştılar, faiz sistemini yaydılar, ekonomik olarak güçlendiler.
Filistin topraklarına geri dönen İsrailoğulları genelde Yahudilerden oluşuyordu. Filistin toprakları, ticaret, hayvancılık ve zıraat için müsait olmamasına rağmen tarih boyunca hep padişahlar ve hükümdarların dikkatini çekmiş ve en fazla saldırıya uğrayan, tahrip edilen, yağmalanan ve katliamlara sahne olan topraklar olarak tarihe geçmiştir. Bunun asıl sebebi de peygamberlerin o bölgede bulunmaları ve peygamberlerin eserlerinin orada olması gerekçe olarak gösteriliyor.
Hz. Süleyman’ın vefatından, Hz. İsa’nın doğumuna kadar İsrailoğullarına birçok peygamberler gelmiş ama hiçbirine itaat etmemiş ve zamanın hükümdarlarının sömürüsünde yaşamışlardır. Hz.İsa’nın doğumuna kadar Roma imparatorluğunun egemenliğinde yaşamlarını sürdüren İsrailoğulları, peygamberlerine hep ihanet etmiş ve Roma imparatorluğunun padişahlarını peygamberlere tercih etmişlerdir. İsrailoğullarının dini önderliğini ellerinde bulunduran Yahudi hahamları Roma imparatorluğunun himayesinde ancak kendi varlıklarını sürdürebileceklerini düşündüklerinden hem peygamberleri yalanlıyorlar, hem de siyasi hakimiyetin Roma imparatorluğunda kalması gerektiğini tebliğ ediyorlardı. Hz. Musa’nın dinine mensup olduklarını iddia edip Tevrat’a göre amel ettiklerini savunuyorlardı. Hz. Musa’nın dinini tahrif ettikleri gibi Tevrat’ı da kendi elleriyle yazıp Allah’ın hükümleri bunlardır diye topluma sunuyorlardı. Beyt-ul Mukaddes’i kendilerine merkez seçip oraya sığınarak İsrailoğullarının bütün işlerini Roma hükümdarına teslim edip kendilerini inzivaya çekmişlerdi. Böylece İsrailoğulları bu dünyaperest din adamlarının sayesinde Hz. Süleyman’dan sonra gelen peygamberlerin hiçbirine destek vermemiş, gerçek dinden uzaklaşmış tahrif edilmiş hurafelerle dolu bir din anlayışına sahip olmuşlardı. Hz İsa zamanına yaklaştıkça durumları gittikçe daha da kötüleşmiş Roma imparatorluğunun hakimiyeti altında yaşadıkları müddetçe şirke, putperestliğe yönelmişlerdi. İsrailoğullarından peygamberlerin yanında parmakla sayılacak kadar inanan kalmıştı ancak.
Hz. İsa’nın doğumu İsrailoğulları için yeni bir dönemin başlangıcı ve kendilerine gönderilen son peygamber olacaktı..