bu mesaj bundan sonraki mesajda düzenlendiğinde buradan silinmiştir...
Duyuru
Daraltma
Henüz duyuru yok.
Bir garip din (1) : Nakşilik.
Daraltma
X
-
cundebEtiketler: Yok
-
cundeb
Ynt: Bir garip din (1) : Nakşilik.
DÜZELTİLMİŞ HALİ:
1- Şeyh Muhammed Emin "Elmevehib Elsermediyye" adlı kitabında şöyle demekte: "Nakşibendi tarikatına mensup büyük şeyhlerimizin inancı ve itikadı ehli sünnet ve'l-cemaat itikadı olup yolları sahabelerin takip ettikleri yolun aynısıdır. Bu inanç doğrultusunda tarikat prensiplerinde en ufak bir ziyade veya noksanlık olmamıştır
Yasin bin İbrahim Essenhutî şöyle diyor: "Bilmiş olki Nakşibendi tarikatı sahabe-i kiramın tarikatı olup aslında en ufak bir ziyade veya noksanlık yapılmamıştır."
3- Şah-ı Nakşibend'in yakınlarından olan Muhammed Barsa "Faslu'l-Hitab" adlı kitapta şöyle demektedir: "Şeyhimiz Şah-ı Nakşibend'in izlediği yol bütün tarikatların rehberi olup, onlarca tamamen kabul edilmiştir. Zira vefa, sadakatır Kur'ân ve sünnetten ayrılmamış, bidat ve hurafelere de itibar etmemiştir."
ŞEYH MUHAMMED BAHADDİN ŞAH-I NAKŞİBENDİN KERAMET VE MENKIBELERİ: Nakşibendi tarikatından bahsederken tarikata ismini veren ve tarikat mensuplarının çok övüp sevdikleri, aynı zamanda tarikatın temel taşlarından biri olan şeyh Muhammed Bahaddin Şah- ı Nakşıbend'den bahsetmemek mümkün değildir. Şeyh Muhammed Emin Şah-ı Nakşibendi şöyle anlatıyor: "O en büyük gavstır. Her şeyi bilir. Nurunun hidayetiyle kötülükler yok olmuş ve uzaklaşmıştır.
Şeyh Muhammed Emin, Şah-ı Nakşibend'ten şu rivayeti naklediyor: "Birgün Derviş Halile tabi oldum. Bana hayvanlara hizmet etmemi emretti. Bu emirden sonra yolda bir köpeğe rastlasam önünü kesmemek için geçmesini beklerim. Bu vaziyette tam yedi sene geçirdim. Daha sonra bana yöre köpeklerinin hizmetinde sadakatla çalışmamı ve onlardan yardım istememi emretti. Bu vaziyette de uzun bir zaman geçirdikten sonra bana: "Seni öyle bir köpeğin hizmetine göndereceğim ki o köpekten dolayı çok büyük nimetlere erişecek ve çok büyük bir mutluluk hissedeceksin." Şah-ı Nakşibend Şeyhi Derviş Halil'in işaret ettiği büyük nimet ve mutluluk kaynağı müjdeye nail olabilmek için büyük bir gayret sarfederek köpeği nihayet buluyor. Şah-ı Nakşibend köpeği bulduktan sonraki durumunu şöyle anlatıyor: "Köpeği görür görmez hemen önünde diz çöktüm ve beni şiddetli bir ağlama hissi tuttu ve ağlamaya başladım. O anda köpeğin sırt üstü yatarak dört ayağını göğe doğru kaldırıp ince, yanık ve yalvaran bir sesle dua ettiğini duydum ve tam bir tevazu içerisinde ellerimi açtım veher söylediği şeyden sonra amin demeye başladım. Bir müddet sonra köpek sustu ve ayağa kalktı. Bende o anda ellerimi yüzüme sürüp amin dedim.
Nakşibend'in anlattığı bir olayı daha nakletmekte yarar görüyorum: Şah-ı Nakşibend diyorki: "Bir gün yolda yürürken bir sürüngene rastladım. Aklıma ondan şefaat dilemek geldi. Ellerimi açtım. Sürüngen de yatarak dört ayağını göğe doğru kaldırdı ve dua etmeye başladı. Bende o susuncaya kadar amin demeye devam ettim."Hayret edilecek bir şey değil mi? Yardım ve şefaat kapıları kendisine kapandı da şefaat ve yardımı köpek ve sürüngenlerden istemeye başladı?
Sonra kim demişki: Köpek dua ettiği zaman sırt üstü yatıp dört ayağını havaya dikiyor diye. Sonra şefaat ve yardımı bir kuldan dilese, bu dilek onun işgal ettiği makama yakışmaz. Nasıl olurda şefaat ve yardımı hayvanlardan istiyor. Bu onun makamına yakışır mı?
Birgün Şah-ı Nakşibend'in müridleri kendisini Buhara'da bir sohbete davet ederler. Akşam ezanı okununca Necmeddin Dedrek'e; "Sana emredeceğim her şeyi yapar mısın?" diye sorar. Necmeddin de "Evet" diye cevap verir. Şah-ı Nakşibend; "Sana hırsızlığı emretsem yapar mısın?" diye sorunca, Dedrek "Hayır" diye cevap verir. "Çünkü Allah'ın hakkını tevbe siler ama, kulun hakkını hiç bir şey silemez" der. Şah-ı Nakşibend ona emirlerime karşı gelirsen seni müridliğe kabul etmem diye tehdid eder. O zaman Dedret şiddetli bir korkuya kapılır ve sanki dünya kendisine dar gelir. Bunu gören arkadaşları affedilmesi için şeyhe yalvarırlar ve
şeyhte onu affeder. Derdek'te onun bütün emirlerine itaat etmeye karar verir.
Şah-ı Nakşibend diyorki: Arkadaşlarımdan biriyle bazı ilimleri konuşurken söz sözü açtı. Derken söz ibadete geldi. İbadet kelimesi konusuna geldiğimiz zaman arkadaşım bana "İbadetin sınırı nerede biter" diye sorar. Ben de ona ibadet sahibi insanın, karşısındaki insana "Ol" dediği zaman ölür. İşte ibadetin orada biter diye cevap verdim. O anda da arkadaşıma "Öl" dedim. Hemen yere düştü ve ölü olarak yığıldı kaldı. Bu durumdan rahatsız olup şaşırdım. Tekrar uğradım. Baktım ki sıcağın etkisiyle tamamen değişmiş. Bu vaziyet benidaha da rahatsız etti. Tam bu anda bana ölüye diril demem emredildi. Ben de üç defe "Diril" deyince yavaş yavaş dirilmeye başladı ve hayata dönüp eski halini aldı.
Şeyh Salah diyor ki: Bir gün Şah-ı Nakşibend hazretleri müridlerine: Müridin şeyhten başkasına tabi olması onun Allah'a ulaşması yolunda büyük bir engel teşkil eder. Şah-ı Nakşibend'in bu sözünden sonra içimde imana ve İslâm'a aynı şekilde bağlanmam gereğini hissettim. Şeyhim Nakşibend bana ödnüp tebessüm ederek bana Hallac'ın (k.s.) "Ben Allah'ın dinini inkar ettim. Bence inkar vaciptir. Lakin müslümanlarca büyük bir kabahattir" diyen şiirini duymadın mı deyip beni ikaz etti.
Şah-ı Nakşibend'e edeb nedir? Diye sorulduğunda "Edeb edebi terk etmektir" demiştir.
[Yine müridlerinden birisi kendisine selam verir. Ancak Şah-ı Nakşibend selamı almaz. Müridte bu harakete epey içerler. Bunu duyan Şah-ı Nakşibend "Müridimden benim adıma özür dileyin. Onun selamını alamadım. Zira o anda hereyimle Allah'a yönelmiştim ve o anda Allah'la konuşuyordum. Onun için selamını alamadım" der.
TEVEKKÜLŞah-ı Nakşibend'in bir müridi anlatıyor: "Şeyhimin (r.a.) sevgisine mazhar olduktan sonra Allah bütün işlerimi kolaylaştırdı. Ve yüz dinar topladım. Eşimin teklifiyle yüz dinarı saklamaya karar verdim. İstenilen şekilde iyi bir mürid olmadığım için olacak ki bu karara vardım. Daha sonra Buhara'ya gidip bir ayakkabı ile diğer ihtiyaçlarımı satın aldıktan sonra Arifen köşkünde şeyhimi (r.a.) ziyarete gittim. Elini öpmeye vardığımda bana: Buhara'ya neden gittin? diye sordu. Ben de bazı ihtiyaçlarımı gidermek için dedim. Ardından bana satın aldığı ayakkabıyla diğer şeyleri ve yüz dinardan arta kalan parayı bana getir diye emretti. İstediklerinin hepsini yaptıktan sonra bana bakıp şöyle dedi: "Dilersem sana bu dağı Allah'ın izniyle altın ederim. Ancak bizim gibilerin bu fani dünyada bu tür şeylere iltifat etmemeleri
Mevehib el-Sermediyye (317), Tenvir el-Kulub (515-516)
39 İbni huzeyme (192), Tirmizi (3279)
[gerekir. Zira biliyorsun ki sana yazılan kısmette bir artma ve eksilme söz konusu değildir. Dolayısiyle para biriktirmemeni ve bu tür şeylere tevessül etmemeni tavsiye ederim" dedi.41
Anlatılan olayda iki mesele açık olarak göze çarpıyor:
Birincisi: Şah-ı Nakşibend müridinin satın aldığı eşyalarla birlikte biriktirmek üzere sakladığı yüz dinardan arta kalan bölümünü gaybı bilircesine haber verdi. "Gayb" konusunu başka bir bölümde açıkladığımız için tarikat mensuplarının şeyhlerinin gaybı bilme konusundaki inançları sonsuz olup bu hususu normal bir durummuş gibi karşıladıklarına işaret etmekle yetineceğiz. Anlatılanlar İslâm şeriatına tamamen muhaliftir. Müridin anlattıklarını kabul edecek bile olsak şeyhin bunu açıklamaması gerekirdi. Zira sahabe-i kiramdan bir çok keramet zahir olduğu halde riyaya düşmemek için ve halkın onları büyütmemesi için kerametlerini açıklamamışlardır. Ancak çok büyük bir zaruret olduğu zaman kendilerine zahir olan kerametleri açıklamak zorunda kalıyorlardı. Hz. Ömer (r.a.) minberde iken müslümanları dağ tarafından çevirmeye kalkan düşmanı görünce İslâm ordusu komutanına "Dağa dikkat, dağa dikkat" diye bağırmıştır. Hz. Ömer (r.a.) bunu orduyu hezimetten kurtarmak için yapmıştır. Yoksa etrafındaki cemaatin görmesi için değil.
İkincisi: Şah-ı Nakşibend müridini parayı biriktirdiği için azarlamış ve onu bu işten men etmek istemiştir. Çünkü biriktirme hadisesi tarikat inançlarından olan "tevekkül" akidesine aykırıdır. Mal veya para biriktirme hususunun yasaklanması sadece Nakşibendi tarikatında olmayıp bütün tasavvufi tarikatlarda mevcuttur. Ayrıca mal biriktirme tarikata göre bir suç olup cezayı gerektirir.
Şeyh Muhammed Emin anlatıyor: Bir gün bir mürid topluluğu Şeyh Cüneyd hazretlerine gelip: "Rızkımızı istiyoruz" derler. Şeyh Cüneyd: "Nerede olduğunu biliyorsanız isteyin" der. Müridler: "Biz de onu Allah'tan isteriz" derler. Şeyh Cüneyd: "Eğer Allah'ın sizleri unuttuğuna inanıyorsanız, ona bunu hatırlatınız." Müridler: "Biz de evlerimize girip Allah'a tevekkül ederiz" dediler. Şeyh Cüneyd: "Allah'ı denemek tehlikeli bir şüphedir" deyince, müridler: "Peki çare nedir?" diye sorarlar. Şeyh Cüneyd "Çare, çareyi terk etmektir" diye cevap verir.
Şeyh Muhammed, Şeyh Zennun el-Mısri'den tevekkülü şöyle naklediyor: Zennun el-Mısri
şöyle diyor: "Tevekkül sebep ve tedbir almadan, her şeyi bırakarak Allah'a yönelmektir."
Şeyh İbrahim el-Havas Hz. Hıdır (a.s.)'la aralarında geçen bir hadiseyi şöyle anlatıyor: "Bir yolda Hz. Hıdır'la karşılaştım. Bana arkadaşlık teklif etti. Onunla yapacağım arkadaşlığın tevekkülümü bozacağından korkup ondan ayrıldım."
Nakşibendi şeyhlerinden olan can canan Habibullah el-Mazhar müridleriyle beraber yola çıktığı zaman yanına binek ve azık almadan çıkardı. Yorulup konakladıkları yerde gaibten (bilinmeyen yönden) kendilerine yemek gelirdi.
NAKŞİBENDİ TARİKATI ŞEYHLERİNİN SÖZ VE KERAMETLERİNDEN BAZILARI
Şeyh Muhammed el-Masum diyor ki: Kabe-i muazzamanın beni hasretle öptüğünü gördüm. Ziyaret tavafını bitirdiğim zaman da bir melek bana haccımın kabul edildiğine dair bir mektup getirdi."Şeyh Muhammed Masum üç yaşındayken tevhid üzerine konuşmuş ve "Yer ve gök benim demiştir."Yine Şeyh Muhammed el-Masum: "Kendimi yeryüzündeki bütün zerreleri kaplayan bir nur olarak gördüm. Ayrıca nurumla bütün dünyanın güneş gibi nurlandığını (aydınlandığını) gördüm" diyor.Şeyh Habibullah Can Canan el-Mazhar diyor ki: "Kamil bir sofi, kemâli ve hayrı kendine maletmez. Çünkü o bilir ki kemal ve hayır müsteardır. Bu da hakkın ta kendisidir ki o zaman
l-Kuşeyriyye (76)
56 el-Mevehib el-Sermediyye (213), Cami Keramet el-Evliya (204/1), el-Envar el-Kudsiyye (196)
57 el-Mevehib (202)
tam bir "FENA" hasıl olur. Ve herşey doğru olarak görülür. Hallac'ın "Enel hak" deyişinin sırrı budur."Bu konu ile ilgili olarak tam bir bölüm ayırdık. Tarikat mensupları bütün yaratılmışlarda Allah'tan başka birşey görmezler. Hallac'ın "Enel hak" sözünü delil olarak almalarının nedeni budur. Çünkü Hallac kendini Allah'ın kendisi olarak kabul ediyordu. Habibullah Can Canan el-Mazhari vefat edince Kur'ân'ın yarısının göklere yükseldiğini ve dinde çatlaklıkların meydana geldiği söyleniyor. Bu sözü el-Senhuti "el-Envar el-Kudsiyye fî Menakıb el- Nakşibendiyye" isimli kitabında zikretmiştir.60
Şeyh Ahmed el-Faruki diyor ki: "Bir çok kez arşı mecidin üzerine çıkarıldım. Bir gün arşı mecide çıktım. Yer merkeziyle arşın arasındaki mesafe kadar arşın üzerine çıkınca Şah-ı Nakşibend'in makamını gördüm. Ayrıca makamının üzerinde bazı şeyhlerin makamını gördüm." Daha sonra şöyle devam ediyor: "Bilmiş ol ki arşın üzerine ne zaman çıkmak istesem bana bu imkân kolaylıkla sağlanıyor."Yine Şeyh Ahmed el-Faruki: "Kabe'nin etrafımda bana şeref ve ikrâm olsun diye Allah tarafından tavaf ettirildiğini gördüm" diyor.62Şeyh Ahmed Diyaeddin'in müridlerinden birisi kendi içinde şeyhinin bir keramet göstermesini istemiş, ancak bunu şeyhine söylemeye bir türlü cesaret edememiş. Şeyh hazretleri bunu hemen anlamış ve müridine dönüp şöyle demiş: "Doğruluk bin kerametten daha hayırlıdırŞeyh Muhammed bin Abdullah bin Mustafa el-Hani olay meydana gelmeden olayın meydana geleceğini, müridlerine hasıl olacak tehlikeleri evvelden haber verirdi. Ayrıca müridinin ne durumda olduğunu sormaz. Müridinin içinde bulunduğu durumu haber verirdi.Şeyh Taceddin bin Zekeriyya'nın küçük bir kızı vardı. Bir gün hastalandı. Şeyh babasının abdest aldığı bir sırada Allah küçük kıza babasının ayaklarını yıkadığı abdest suyundan içmesini ilham etti. Kız suyu içtikten sonra Allah'ın izniyle hastalıktan kurtuldu.
Ayrıca müridleriyle gülüp şakalaşırken bazı müridlerinin içinden gülüp şakalaşmak şeyhlik makamına yakışmaz diye geçince, Şeyh Taceddin bunu hemen anlamış ve "Şaka peygamberlerin efendisi olan Hz. Muhammed'in (s.a.v.) sünnetindendir" deyip, müridlerini uyarmıştır.Şeyh Kasım'ın kerametleri: el-Hanin naklettiğine göre bir gün Şeyh Ubeydullah Ahrar hastalanır. Ziyaretine gelen Şeyh Kasım ona; "Kendimi sana feda ettim" der. Şeyh Ubeydullah ona; "Yapma. Senin müridlerin çok, yaşın da genç" dedi. Şeyh Kasım; "Sana bu konuda istişareye gelmedim. Kendi kendime düşünüp karar verdim. Allah'ta bunu kabul etti." Bu konuşmadan bir gün sonra hastalık Şeyh Ubeydullah'tan Şeyh Kasım'a geçti. Şeyh Ubeydullah'ta doktora ihtiyaç hissettirmeyecek bir derecede iyileşti.59 el-Mevehib el-Sermediyye (277), el-Envar el-Kudsiyye (205),
60 el-Envar el-Kudsiyye (207), el-Mevehib el-Sermediyye (231-232)
61 el-Mevehib el-Sermediyye (184), el-Envar el-Kudsiyye (182)
62 el-Mevehib el-Sermediyye (185)
63 el-Envar el-Kudsiyye (272)64 Cami Keramet el-Evliya (222/1-223)
65 Cami Keramet el-Evliya (373/1)
66 Cami Keramat el-Evliya (236/2-237), el-Envar el-Kudsiyye (177)
Bir rivayete göre Şeyh Muhammed el-Masum'un müridlerinden biri, atının üzerinde yol alırken, at birden ürküp hızla koşmaya başladı. O anda mürid yere düştü ve bir ayağı da üzengiye takıldı kaldı. Ayağı üzengiye takılı olduğu halde at koşmaya ve müridi peşinden sürüklemeye başladı. O anda mürid "kayyum" olan Şeyh Muhammed el-Masum'dan yardım istiyor. Yardımı ister istemez şeyh imdadına yetişip atı durdurarak onu kurtarıyor. Aynı mürid bir gün denize düşüyor. Yüzme bilmediği için Şeyh Muhammed el-Masum'dan yardım istiyor. Tam boğulmak üzereyken şeyh onu kurtarıyor. Dikkat edilirse yazar burada şeyhe "kayyumluk" sıfatını veriyor.
Batmak üzere olan bir gemide bulunan Şeyh el-Masum'un müridlerinden biri beni kurtar diye yardım istiyor. Şeyh Muhammed el-Masum o anda müridleriyle beraber kendi evinde bulunuyordu. Şeyh müridleri arasında olduğu halde elini uzatıp gemiyi batmaktan kurtarıyor. Ve sarığıyla cübbesinin bir kısmı suyla ıslanıyor. Müridleri şeyhin elini havaya uzatıp sarıkla cübbesinin ıslanmasına hayret ettiler.
Bir gün Mevlâna Arif'in köyüne büyük bir sel baskını olur. Köylüler selden korkarak Şeyh Mevlâna Arif'e seli haber verirler. Şeyh Mevlâna Arif selin en hızlı aktığı yere oturup sele: "Beni taşıyacak gücün varsa taşı" der. Bu sözden sonra sel geri akmaya başlar. 68
Bu tehlikeler esnasında halk ellerini açıp Allah'a dua etmiyor da direk olarak şeyhlerine yönelip ondan yardım istiyor ve kendilerini başlarına gelen felâketlerden kurtarmalarını istiyor. Anlayamıyorum. Nerede bunların kalblerindeki Allah, nerede tevhid, nerede İslâm? Bu kitapların yazarları ne istiyor? Nakşibendi tarikatı şeyhelrine halkın Allah'ı bırakıp tapmalarını mı, yoksa onları Allah dışında ilah mı kılmak istiyorlar? İş bununla da bitmiyor. İnançlarına göre ölü veya diri olan bir şeyhten yardım dilemekte beis yoktur. Şeyh Muhammed Emin şöyle diyor:"Şah-ı Nakşibend müridlerine hayattayken yaptığı yardımı öldükten sonra da yapabilir. Buna delil olarak ta Allah'ın [O ölür veya öldürülürse (Hz. Muhammed (s.a.v.)) ökçelerinin üzerine gerimi döneceksiniz] (Âl-i İmran 144)69 âyetini
gösteriyor.
ıslah.de sitesinden alıntıdır.
-
cundeb
-
Musavi
-
cundeb
Ynt: Bir garip din (1) : Nakşilik.
[quote author=Musavi link=topic=22399.msg138046#msg138046 date=1325001238]
naksibendilerde sirk cukuruna dusmuslerdir.
[/quote]
nihayet birşeyler duyduk şahsınızdan.
Yorum
Yorum