Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Satanizm ve Satanistler

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    #16
    Ynt: Satanizm ve Satanistler

    Bunların ve başka yazarların -bazıları gerçek, bazıları uydurma- yardımlarıyla bir “açıklamalar” tufanı yaklaşık on iki yıl boyunca yağmur gibi yağmıştı. Sadece Paladizm’in doğuşu veya dahası onun, Albert Pike’ın yönetimi altında Masonluğun Charleston’daki idare merkezi ve dünya üzerindeki ona bağlı kolları ile en yüksek derecelerinden gelişmesi nakledilmedi; fakat aynı zamanda bu kurumun; birisi Diana Vaughan, diğeri de Adriano Lemmi tarafından yönetilen, birbirine karşılıklı düşman iki güce ayrılması anlatıldı. Diana Vaughan’ın kişisel ve aile tarihi “Mémoires”in önemli bir kısmını kapsar. Vaughan onunla dünyayı aydınlatmıştır. Ayrıca, esrarengiz detaylar hikayede yer alır ve onu tamamlar. Fakat bu hikayelerde Bataille’in olağanüstü seyahatlerine ifrat derecesinde yer verilir. Orada anlatıldığına göre Bataille, Doğu hizmetinde bir gemi doktoru olarak yola çıkmıştır. Ne derece güvenilir olduğu konusunda biraz tereddüt bulunan Bataille, anlatılanlara göre, Masonluğa Napoli’de sokulmuş ve rüşvetle en yüksek dereceyi elde etmeyi başarmıştır.


    Bu özellikle donatılmış olarak o, teşkilatın Doğu ve Batı’daki en gizli hücrelerine kadar girmiştir. Bu hücrelerden birini o, Singapur’daki bir Presbiteryen 186Şapel’i 187 olarak tasvir etmiştir. Orada Bataille, bir Hanım Templar’ın, Paladist âyinine göre, tiksindirici müstehcenlik içerisinde üyeliğe kabulüne tanıklık etmiştir. Yine o, Kalküta’da, Lusifer’in bizzat hazır bulunduğu, bir nutuk verdiği ve bir insan kurbanı kabul ettiği bir Mason Locası’nda hazır bulunmuştur. Ayrıca Bataille, Cebelitarık’ta büyük kayada büyük mağaralar keşfettiğini; bu mağaralarda, ceza olarak verilen iş mahkumiyetine çarptırılan İngiliz suçluların kaldığını söylemiştir. Bu suçlular Baphometler’i ve diğer putları ve ölümü istenen herhangi birini yoketmek için kullanılacak korkunç zehirler dahil, Kara Büyü’nün 188 çeşitli vasıtalarını yapmakla meşgullerdi. Bu seyahatler bir şekil içinde tasarlanmış ve ortaçağ büyü hikayelerinde yeri olmayacak tarzda hem acayip, hem de korkunç özelliklerle süslenmişti.
    Leo Taxil ve işbirlikçileri, bu tür vasıtalarla, Avrupa Kıtası’nda kilise mensuplarından ve dindar halktan geniş çapta bir kitlenin zaafından yararlanmayı ve onları kandırmayı başarmışlardı. Şüphesiz bu “açıklamalar” Masonlar tarafından reddedilmiş ve yalan olarak ifşa edilmişti.
    Böyle birinin varlığından ve kimliğinden emin olma düşüncesiyle Bayan Diana Vaughan’ın ortaya çıkarılması yolundaki talepler, onun, hayatının kızdırılan Masonlar’ın ve Paladistler’in saldırılarından korunması için, gizli kalmaya mecbur bırakılmış olduğu bahanesiyle bertaraf edilmişti.
    Daha sonra ortaya çıkarıldığı kadarıyla, Leo Taxil’in bayan sekreteri tarafından D. Vaughan adına yazılan Mektuplar ve bazı durumlarda onun eserlerinin hediyelik nüshalarıyla birlikte ortaya çıkan açıklamalar, Kilise’nin ve Katolik Kilisesi’ne ait mahkemenin yüksek mevki sahibi kimseleri tarafından kabul edilmiş ve en yaltaklanıcı tarzda cevaplandırılmıştı. Eğer Leo Taxil’in söylediklerine güvenilebilirse, bizzat Papa ona kendi papalık takdisini göndermişti. Öte yandan Grenoble Piskoposu, D. Vaughan’ın varlığına ve onun ihtidasında samimi olduğuna çocukça inancını defalarca doğrulamıştır. Bu Piskopos, Vaughan’ı, Arc’lı Joan ile mukayese etmiş ve Vaughan’ı dua etmeye, çalışmaya, mücadele etmeye ve eğer gerekirse darağacında dahi ölmeye teşvik etmiş; bazan zafer için bu bedel talep edilir, demiştir. Bu tür kuru laflar, fesatçılar tarafından, bu “açıklamaları” kabul edenlerin inancını artırmak için tabii olarak yayınlanırdı.


    186 Presbiteryen; İskoçya Protestan Kilisesi’ne ait, demektir.
    187 Şapel; okul, işyeri, saray vb. yerlerde bulunan küçük kilise, demektir.
    188 Büyü; kara ve ak büyü diye iki kısma ayrılmıştır. Uygulama bakımından kara büyü insan hayatına, sağlığına, malına mülküne, evine, hayvanlarına vb. zarar vermeye yönelen büyü çeşididir. Birbirini sevenleri ayırmak, cinsel kudreti felce uğratmak, birinin hastalığını ve ölümü-
    nü sağlamak vb. bu büyünün uğraşı alanına girer. Kara büyü, dinî obje ve kudretlerden olumsuz yönde yararlanmaya çalışır. Uygulama tekniği, taklit ve temas ilkesine dayanır. Ak büyü
    ise; uygulama bakımından insanın ve toplumun iyiliğine yönelen büyüdür. Bkz. Örnek, Sedat
    Veyis, Etnoloji Sözlüğü, Ankara, 1971, s. 15, 131.


    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

    Yorum


      #17
      Ynt: Satanizm ve Satanistler

      Her şeye inanan saf halk arasında meydana getirilen bu heyecan, 1896’da Trente’de düzenlenecek olan Antimasonik Kongre’de özel ilgi meydana getirdi. 16. yy’da büyük Konsil’in düzenlendiği 189yer olan aynı kasabada düzenlenecek bu Antimasonik Kongre’nin, Masonluğa ve Protestanlığa son darbeyi vurması ümit edilmişti. Papa Leo XIII. tarafından Masonluğa karşı başlatılmış olan bu kampanya, Leo Taxil ve müttefiklerinin “açıklamalarıyla” daha da ilgi çekici hale gelmişti. Diğer taraftan, bu “açıklamalar”a dair şüpheler çeşitli bölgelerde açıklanmış ve böylece gizli bir şüphecilik cereyanı başlamıştı. Leo Taxil bu durumu kendine has cesaret ve küstahlığıyla karşılamıştı. Sonunda Trente’ye gitti. Kongre üyeleriyle buluştu ve orada ateşli ve uzun bir konuşma yaptı. Diana Vaughan’ın varlığına, tarihine ve ihtidasına dair bir bilgi vermesi hususundaki taleplere cevap olarak o, Vaughan’ın varlığını ciddi olarak teyid etti. Ayrıca, Vaughan’ı kendi gözleriyle gördüğünü, fakat onun, her saat Masonlar’ın hançerleri ile öldürülmekle tehdit edilmiş olduğundan, gizlendiği yerden çıkmaya cesaret edemediğini açıkladı. Ancak güvenilir bir komisyona delillerini verebileceğini belirtti. Sonuç, Taxil adına tam bir başarı idi. Şüpheciler suskundu. Taxil âdeta zafer kazanmıştı.
      O ânın kahramanı olan Taxil, hararetli ve uzun süre devam eden alkışlarla mükafatlandırılmış ve piskoposlar sarayına davet edilmişti. Orada o Piskopos190 tarafından kabul edilmiş ve en seçkin kilise temsilcileri ve çeşitli Roma Katolik devletlerinden soylular arasına katılmıştı.
      Fakat sahtekarlığın artık sonu yaklaşıyordu. Eylül sonunda Taxil Kongre’de zafer kazanmıştı. Bunun üzerinden ancak iki haftalık bir süre geçmişti ki Bataille (Hacks) maskeyi kaldırdı. O, Roma Katolik dinine karşı bütün hürmetsizliğini açıklayarak, “Kölnische Volkszeitung” adlı gazeteye yazdı ve biraz sonra, 2 Ekim’de, Paris’teki Univers’e, “Le Diable au xix Siecle (Ondokuzuncu Yüzyılda Şeytan)” ve Diana Vaughan’ın Marchen (aslı esası olmayan masallar) ve tam bir dolandırma olduğunu açıkladı. Taxil, birkaç ay boyunca bu işi pişkinliğe vurdu. Sonunda o, 19 Nisan 1897’de, Paris, Boulevard St. Germain’de, Coğrafyacılar Topluluğu salonlarında bir miting düzenleyeceğini ilan etti. Güya bu mitingde Diana Vaughan kendisini halka gösterecekti. Ancak Taxil, mitingde kürsüye tek başına çıktı. Kalabalık bir topluluğa, Paladizm ve Diana Vaughan’ın onun kendi uydurmaları ve yıllarca devam eden yayınlarında oldukça abartılı bir şekilde ortaya atılmış olan açıklamaların büyük bir sahtekarlık veya Taxil’in kendi düzmecesi (euphemism), bir mistifikasyon (bir şeyi esrarlı gibi gösterme) olduğunu itiraf etti Taxil, “ben bazı şeyleri esrarlı gibi göstermeyi daima sevdim” diye bir açıklamada bulundu ve yüzsüz bir şekilde Katolik basına ve kendisine, hepsinin en
      güzeli ve kariyerini taçlandıracak ve tamamlayacak olan mistifikasyonu organize etmede yapmış oldukları fevkalade yardımdan dolayı piskoposlara teşekkürlerini bildirmeye gitti.
      Taxil tarafından aldatılmış bulunan kurbanlarının şiddetli öfkesi sınırsız, fakat güçsüzdü. İlk önce onlar Taxil’in itirafına inanacak gibi oldular; Diana Vaughan’ın varlığına dair inançlarından da tamamen vazgeçemediler. Fakat Taxil’in önceki ve sonraki “açıklamalarını” birbirinden ayrı tuttular; “en azından öncekilerin temelini teşkil eden önemli gerçekler olmalı” diye düşündüler. Şüphesiz bir kısmı, öteden beri hakikatten şüphelendiklerini iddia ettiler ve onların çabaları, Papa ve diğer yüksek
      dereceli kilise yetkililerinin bu dolandırıcılığa inanmaya kendilerini hasretmediklerini göstermeye yöneltildi. Fakat, tabii olarak kendisi üzerine yoğunlaşan açıklamaların şiddeti Leo Taxil’i rahatsız etmedi. Şüphesiz o, bu arada para ve şöhret kazanmış; hayretten ağzı açık kalmış müritleri üzerinde tatbik etmiş olduğu en masum metotlarla mübalağalı yalanlar silsilesini kabul ettirmişti. Balon patladığında, er veya geç o, Katolik dünyayı nasıl kandırdığının hikayesini yazmak üzere kaçınılmaz olarak
      bir köşeye çekilecekti.






      189 Trente Konsili veya Konsilleri; 1545-1563 yılları arasında Katolik Kilisesi tarafından Trente’te tertip edilmiştir. 19. Ökümenik konsil olarak kabul edilen bu konsilde görüşülen temel
      konular; gittikçe yayılan protestanlık akımı karşısında öngörülen karşı reform düşünceleriyle
      çeşitli konulardaki kilise disiplin kurallarının belirlenmesi ve teyidini ihtiva ediyordu. 1537’de
      Papa III. Paul tarafından çağrılan bu konsil, ancak 1545’te toplanabilmişti. Geniş bilgi için
      bkz. Aydın, Mehmet, Hıristiyan Genel Konsilleri ve II. Vatikan Konsili, Konya, 1991, s. 47-
      50; Gündüz, age, s. 372.

      190 Piskopos (Bishop), Kilise’de üst düzey görevliye verilen isimdir. Bkz. Gündüz, age, s. 308.


      Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

      Yorum


        #18
        Ynt: Satanizm ve Satanistler

        Toprak ekime hazırlanmıştı fakat Taxil tarafından saçılan tohum kök salamayacaktı. Ortaçağların uzun alacakaranlığı boyunca ve daha sonrasında, kötü ruhlar tarafından cismani veya yarı-cismani biçimdeki iğvalar ve fertler tarafından araya sokulan Şeytan’ın kendisiyle yaptıkları ittifakları dahil, ruhi dünyanın insanlıkla münasebetleri ile ilgili çok sayıda hikaye birikmiştir. Fakat ne hikmetse bu hikayeler Roma Kilisesi tarafından asla reddedilmemişti. Dahası, onların manastır kayıtlarında ve en meşhur aziz ve muallimlerin hayat ve yazılarında biraraya getirilmiş olduklarını düşünerek, otorite tarafından kabul edilmiş ve yerleştirilmiştir. Yine onlar, büyücü kadın takibatları kurbanlarından alınan itiraflarla teyid edilmiş, kilise mahkemeleri ve sivil mahkemeler tarafından, kendilerine dayanılarak binlerce erkek ve kadının en acımasız ölümlere mahkum edilmiş olduğu deliller olarak ciddiyetle kaydedilmiş ve yine onlar, hiçbir şüphe duymaksızın Engizisyon Mahkemesi üyesi Sprenger, Cizvit Delrio ve büyü ve sihir konusundaki diğer eser sahipleri tarafından öğretilmişlerdi. 191


        İlk çağlardan itibaren büyücülük, en çirkin tarzda seksüel ahlaksızlık ve rakip ve müstehcen bir dine ait olan nefret verici âyinler, kabul edilmiş doktrinlere karşı olan kimselere ve inanmayanlara isnad edilmiştir.

        Kilise, uzun süre Masonluğa kesin olarak karşı koymuştu. Muhtemelen bu, her şeyden önce, Masonluğun ketumluğunu kıskanmaktan ve ikinci olarak, Masonluğun çok iyi bilinen serbest fikirliliğinden (liberalizm) kaynaklanan bir karşı koyma idi. Son zamanlarda Pius IX., Masonlar’ı, “Şeytan’ın Sinagogu” olarak açıklamış ve bu düşüncesini tasdik etmişti. Ayrıca, onların kökünü kazımak için, papanın mutlak yetkisi olmasına taraftar bir grubun etkisi altında kurulan, bir Fransız kardeşlik cemiyetini de teşvik ve himaye etmişti. 1884’te, yani Leo Taxil’in “ihtidası”ndan önceki yıl, Leo XIII., katolik piskoposlara gönderdiği genelgesiyle birlikte; cürümde gem vurulmamış, nizama aşırı riayetsizlik suçuyla, aile bağına saygısızlıkla, hukukun ve ahlakın temellerini tahribe girişmekle ve amacı insanlığın yıkılışını hazırlamak olan bir fırka olarak Masonlar’a çıkıştı. Aynı zamanda inananlara, Masonlar’ın maskesini kaldırma ve onlara karşı koyma çağrısında bulundu. Böylece Leo XIII., pratik olarak yeni bir haçlı seferi başlatmış oldu. Daha sonra o, açıklamalarına, Mason cemaatinin cehalet ve bağnazlıklarını da ilave ederek daha da ileri gitti.


        Böylece Taxil, mezhep acılığı ve yalanla itham edilen bir toprağa tohumunu kurnazca ekti. Büyücülüğün ve Black Mass’ın görevleri önceki bir buçuk asır boyunca düzensiz olarak yerine getirilmişti. Böylece onlar, Roma Kilisesi’nin geleneksel tutumunu güçlendirmiş ve yetersiz bile olsa, Papa’nın ifşa ve itham davranışına yeni yeni temeller sağlamıştı. Taxil ve müttefiklerinin “açıklamaları”, mutaassıp kimseler tarafından şiddetli arzuyla kavranmış ve Avrupa Kıtası’nın her yerinde hızla yayılmıştı. Onlar hiçbir şekilde tenkit de edilmemişlerdi. Masonlar’ın, onun açıklamalarına yönelik inkarlarına da önemsemeye değmez muamelesi yapılmıştı. Masonlar’a ve Paladistler’e atfedilen organizasyon, hakikatte cizvitlerin gerçek organizasyonunun beceriksizce bir taklidi idi. Eğer ikisi arasındaki uygunluğa dikkat edilirse, cizvit organizasyonun bilinen varlığı sadece inananların zihinlerine, muhaliflerinin neden dolayı suçlanmış olduklarına ikna olmayı sağlamaya hizmet etmiş olacaktır.


        Taxil’in maceraperestliklerinin incelenmesi, bu maceraların Engizisyon Mahkemesi üyelerinin ve diğer yazarların büyücüler hakkındaki eski eserlerinden çıkarılmış olduklarını, A. L. Constant’ın Eliphas Lévi müstear ismi altında yazılan “Dogme et rituel de la haute magie (Büyük Büyünün Dogma ve Ritüeli, Paris, 1861)” isimli eserinden ve Fransız Mason Ragon’un araştırmalarından üstü kapalı sözlerle tamamlandığını gösterir. 192

        Hacks’ın daha olağanüstü hikayeleri Başpiskopos Meurin’in karmakarışık eserinden esinlenerek düzenlenmişti. Diana Vaughan’ın itirafları da Taxil ve Hacks’ınkiler üzerine bina edilmişti. Eğer herhangi bir hakikat prensibi, “mistifikasyonun” ilave katının temelini teşkil ediyorsa, bunun Fransa ve başka yerdeki değişik kiliselerden takdis edilmiş ekmeğin hiçbir açık delili olmaksızın, hırsızların iddalarıyla sağlandığına geniş çapta inanılmıştır. Bu iddialar nereye kadar doğru olursa olsun; “cürümden dolayı herhangi bir kimseye karşı gerçekleştirilmiş olan hiçbir takibat yoktur” demek mümkün değildir. Hakikatte, çıkan şiddetli gürültüden sonra Trente Kongresi komitesi üyeleri tarafından, Taxil’den, böyle bir hırsızlığı, kalemine sansasyonel malzeme sağlamak için Paris’te Notre-Dame’dan 193
        tasarladığı yolunda şüphelenilmişti. Fakat bu görev muhtemelen sadece bir dedi kodudan ve boş laftan ibaretti. Böyle tuhaf bir hile, kazara, ara sıra yapılmıştır ve bu hile, cehalet ve taassubun daha az olduğu bir çevrede başarılı olamamıştır. 194


        191 Hartland, “Satanism”, ERE, XI, 206
        193 Notre-Dame, Paris’te bulunan ünlü bir katedraldir (büyük kilise). Gotik tarzda inşa edilen ve
        1163’te yapımına başlanan bu bina 1182’de tamamlanmıştır. Ancak ön cephesi 13. yy’da ilave edilmiştir. Bkz. Gündüz, age, s. 287.
        194 Hartland, “Satanism”, ERE, XI, 207.



        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

        Yorum


          #19
          Ynt: Satanizm ve Satanistler

          Paladistlerle Templier Şövalyeleri Arasındaki İlişki


          Hatırlanacağı gibi Paladistler ismi Paladium’dan, yani Palas Athena’nın Troy’un güvenliğini sağladığına inanılan heykelinden türetilmiştir. Bu heykel veya putun adı Baphomet olup Paladistler’in bu puta saygı gösterdikleri ifade edilmişti. Nihayet bu putun, Roma’ya götürüldüğü ve orada Vesta mabedinde saklandığının kabul edildiği belirtilmişti. 195


          Templier Şövalyeleri ise; 12. yy’da Kudüs’te kurulmuş olan bir Fransız Şövalyeler Birliği idi. Bu Şövalyeler Birliği’ne 14. yy’da Fransa’da yapılan suçlamalar arasında, daha önce Paladistler tarafından saygı gösterilen puta (Baphomet) ibadet de vardı. Dolayısıyla Paladistler’le Templier Şövalyeleri arasındaki ortak noktalardan birisi, aynı puta ibadet etmiş olmaları veya ibadet etmekle suçlanmış bulunmalarıdır. Diğer taraftan, Templier Şövalyeleri’nin bastırılmasından sonra aynı putun beş asır boyunca gizlice korunduğu ve sonunda, 1801’de bu Şövalyeler Birliği’nin Büyük Üstadı Jacques de Molay’ın kafatası ile birlikte İsaac
          Long
          adlı birisi tarafından Paris’ten, ABD.’nin Charleston kentine götürüldüğü söylenmiştir. 196


          Ayrıca, bu Şövalyeler’in Kudüs’teki etkinlikleri sona erdikten sonra Kıbrıs’a gitmeleri; oradan da Fransa’ya geçmiş olmaları, Atina’da ortaya çıkmış olan Paladium inancından bir şekilde haberdar olmuş ve böylece etkilenmiş veya bu inancı Fransa’ya taşımış olabilecekleri düşüncesini de hatıra getirmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da, bu Şövalyeler Birliği’nin liderleri Jacques de Molay’a “Büyük Üstad” ünvanının verilmiş olması ve kafatasının ABD.’ye götürülmüş bulunmasıdır. Bu durum da, Templier Şövalyeleri’nin Masonluk’la ilişkisinin bulunup bulunmadığı sorusunu akla getirmektedir.

          195 Pike, ERR, 288.
          196 Bkz. Hartland, “Satanism”, ERE, XI, 204.


          Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

          Yorum


            #20
            Ynt: Satanizm ve Satanistler

            Templier Şövalyelerinin Masonlukla İlişkisi

            Az önce de ifade edildiği gibi, “Büyük Üstad” gibi unvan veya “kafatası” gibi semboller, ister istemez Masonluğu akla getirmektedir. Çünkü Masonluk’ta en çok kullanılan ünvanlardan birisi de “Üstad” veya “Büyük Üstad”dır. Yine Masonlar’a isnad edilenler arasında “kafatası” veya “kuru kafa” gibi semboller vardır. Öte yandan, yukarıda adı geçen put (Baphomet) ve Molay’ın kafatasının, ABD’nin Charleston kentinde, Masonlun bir önceki safhası olduğu söylenen bir topluluğun kutsal objeleri haline geldiği iddia edilmişti. Aynı zamanda, bu topluluğa yapılan suçlamalar arasında; bu inanca kendini adamış kimselere Şeytan’ın şahıs şeklindeki suretinin gösterilmesi ve bu kimselerin, Şeytan’a organizeli ve düzensiz ibadetleri de vardı.
            Bu suçlamalardan bir kısmı, 1307 yılında Templier Şövalyeleri’ne isnad edilenler arasında da yer alıyordu.
            197


            Ayrıca bir başka benzerlik de, bazı Mason gruplarının, bu Şövalyeler’i kendi ataları olarak kabul etmiş bulunmalarıdır. Böyle bir benzerlik ve ilişkinin kurulmasına sebep olarak da; bu Şövalyeler’in inanç ve uygulamalarını saran gizem ve onların dikkat çeken dolambaçlı kiliseleri gösterilmektedir. 198
            Hepsinden önemlisi de, Ilgaz Zorlu gibi bazı günümüz araştırmacılarının da, Masonluğun, Templier Şövalyeleri’nin en gelişmiş uzantısı olduğunu ifade etmiş olması, 199 bu ilişkiyi teyid eder mahiyettedir. Yine “Masonluk ve Masonlar” adlı bir kitapta, “Haçlı Seferleri ve Doğu Tefekkürünün Batıya Tesiri” başlığı altında şu bilgiler verilmiştir:
            “Ortaçağda, Masonluğun dışında, fakat sonra ona yardımcı olacak ve geliştirecek bir takım gizli cemiyetlerin kurulmasında Haçlı Seferleri’nin büyük rolü olmuştur. Haçlı Seferleri, Doğu düşünce sisteminin ve dinî görüşlerinin Batı’ya geçmesine büyük ölçüde yardım etmiştir. Haçlılar, gittikleri Kudüs’te de, diğer dinlerin tesirinden kurtulmak ve korunmak için çeşitli teşekküller ve gizli cemiyetler kurmuşlardır. Bir takım gizli işaretler, remizler ve kendilerini tanıtmak için semboller koymuşlardır. Sen Baptist Şövalyeleri, Sen Jan Locaları, Evanjelist teşekkülleri hep Kudüs’te bu maksatlarla kurulup daha sonra Avrupa’ya geçen ve yayılan gizli cemiyetlerdir. Halbuki o sıralarda Avrupa’da da buna benzer pek çok gizli cemiyet vardı. Kilise’nin baskısı, Krallar’ın çok merkeziyetçi ve despot idaresi, derebeyliğin verdiği siyasi ve iktisadi keşmekeş her yerde gizli teşekküllerin doğmasına yol açmıştı. Bunlardan da en nüfuzluları askerî-dinî bir teşekkül olan Templier Şövalyeleri denilen tarikattı. Bunun kökleri 1118 tarihine kadar uzanıyordu. Ayrıca Rose Croix cemiyeti, İlumine, Ördre Tetonik gibi tarikatlar da vardı.
            Kudüs’ten gelenler de bunlara katılınca Avrupa, gizli cemiyetlerle, fikirde ve siyasi yaşayışta hürriyet isteyen teşekküllerin kaynaştığı bir yer haline geldi. Bunların içinde en avantajlı durumda olanlar Masonlar’dı. Çünkü hem Krallık ve Kilise tarafından korunuyorlar, hem de siyasi bir güç olarak görünmedikleri ve şimdilik böyle bir niyet taşımadıkları için göze batmıyorlardı. Fakat diğerleri öyle değildi. Onlara karşı, dinî bakımdan Kilise, siyasî ve askerî hâkimiyet noktayı nazarından da Krallıklar cephe almışlardı. Kilise-Monarşi ikilisi bunlara karşı mücadeleye geçti. Templier’in son üstadı Jak dö Molay, 1314 yılında Fransa Kralı
            Güzel Filip tarafından idam edildi. Bunu diğer tedhiş ve baskılar takip etti. Selameti, cemiyeti dağıtmakta bulan Şövalyeler kapağı Mason localarına attılar. Hem kendilerini emniyete almış, hem de faaliyetlerine daha sağlam bir teşekkülde devam etmek fırsatı bulmuş oluyorlardı. Bu katliamlar yıllarca devam edecek ve hepsi de gizliliği baş vasıf kabul eden bu cemiyet mensupları eski Mason localarının da çehresini değiştirecektir”.
            200


            Templier Şövalyeleri ile Masonluk arasındaki ilişkiyi çok net bir şekilde ortaya koyan bu bilgilerden sonra, Satanizm’le Büyü ve
            Büyücülük
            arasındaki ilişkiye geçmek mümkün olacaktır


            197 Bkz. Hartland, “Satanism”, ERE, XI, 204.
            198 Bkz. Hinnells, DR, 183-184.
            199 Zorlu, age, s. 99
            200 Gün, İzzet Nuri-Çeliker, Yalçın, Masonluk ve Masonlar, İstanbul, 1978, s. 17-18


            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

            Yorum


              #21
              Ynt: Satanizm ve Satanistler

              Satanizm İle Büyü ve Büyücülük Arasındaki İlişki

              Yukarıda da belirtildiği gibi, bir anlamda Paladizm’in devamı mahiyetinde ortaya çıkan ve Paladistler’le Templier Şövalyeleri’nin ortaklaşa saygı göstermiş oldukları putu (Baphomet) ve Templier Şövalyeleri’nin Büyük Üstadı Molay’ın kafatasını kutsal objeleri haline getiren; belki de Paladistler-Templier Şövalyeleri-Masonluk arasındaki ilişkiyi sağlayan topluluk, başlangıçta Charleston’da bulunan idare merkezlerini daha sonra Roma’ya taşımışlardı. Bu topluluğun bir özelliği de, büyü uygulamasının onların localarında gelişmiş olmasıydı. Aynı zamanda bu topluluk; büyü uygulaması dışında, İsa ve onun dininden uzaklaşma, iğrenç ve müstehcen âyinler yapma ve belirli zamanlarda Şeytan’a tapınma vb. ile suçlanmışlardı. İşte bu durum, büyücüler veya büyücülükle Satanizm arasındaki ilişkiyi hatıra getirmektedir. Çünkü, bu suçlamalardan bir kısmı, büyü uygulaması devam ettiği sürece, büyü ile ilgilenen kimselere karşı da yapılmıştı. 201


              Daha açık bir ifadeyle, ortaçağlarda ve daha sonraki dönemlerde büyücü kadınlar (witches) ve inkarcılar (heretikler) genellikle Şeytan’a tapınmakla suçlanmışlardır. 202
              Diğer taraftan, ister iyi niyetle ister kötü niyetle yapılmış olsun, Avrupa’ya ait büyü 14. yy’ın ortalarından önce sihirden ayrı tutulmamıştı.
              14. yy’ın ortalarından itibaren Kilise, büyücü kadınların Şeytan’la ittifak sözünü içeren bir “anlaşma” yaptıkları düşüncesini vurgulamıştı. Bu anlaşma gereği Şeytan da, karşılık olarak, onlara büyüsel etki gücü verecekti. Böylece büyücülük “sahte bir din” haline geldi ve 1484’te büyücülüğe karşı, diğer sapık gruplara karşı düzenlenene benzeyen ve papalık bildirisiyle tasdik edilen bir kampanya başlatıldı. Büyücülüğe ve büyücülere karşı başlatılan bu amansız mücadeleye devam edildi ve bu geçici büyü modası İngiltere adalarında (Britanya) tutmasına ve 1692’de Salem, Massachusetts’te bir patlama olmasına rağmen, 1700’den önce en azından ikiyüz bin kişi, ağırlıklı olarak kıta Avrupası’nda idam edilmişti. Öte yandan, geliştirilmiş bir inanç sistemi de olgunlaştırılmıştı:
              Vücutlarında bir “büyücü nişanı” taşıyan büyücü kadınlar, Cumartesi geceleri Şeytan’a tapınma âlemleri düzenlediler; geceye hayvan veya sinek suretine bürünerek iştirak ettiler ve gece boyunca hayvan kılığına bürünmüş müşahhas Şeytan suretinde kaldılar.
              Büyücülük; modern bir Batı dini olarak, esasen Avrupa büyücülüğünü Hıristiyanlık öncesi merhametli verimlilik dininin bir devamı gibi gören antropolog Margaret Murray’ın (1863-1963) teorilerinden esinlenmişti. Bazı yerlerde o aynı zamanda halk büyücülüğünden arta kalan gelenekleri de içine almıştı. 203
              Bir başka anlatıma göre, 15. yy’da, Şeytan’la ittifak halinde oldukları söylenen yeni bir mezhepten söz edilmiş ve bir Sebt (Cumartesi) günü kadınların Şeytan’a uçup gittiklerinden bahsedilmiştir. Bunun üzerine Papa İnnocent VIII, 1484’te bir bildiri yayınlamış ve “son günlerde her cinsten pek çok kişinin kendilerini şeytanlara adadıkları ve henüz ana rahmindeki çocukları öldürdükleri kulaklarımıza geldi” demiştir.
              Engizisyon Mahkemesi o sırada hali hazırda iş başında idi 204 ; 1459’da Arras’taki duruşmalarda suçlu bulunan büyücüler, “Vaudois” veya “Waldensias” adı altında yakılmışlardı. Fransız Parlamentosu daha sonra bu hükümleri feshetmiş olmasına rağmen, biri dışında, suçlananların tamamı idam edilmişti. İnnocent’in Bildirisi Engizisyon üyelerine yeniden güç verdi ve onların Almanya’daki liderleri Kramer ve Sprenger, “Malleus Maleficarum (Büyücülerin Tokmağı)” adı verilen, davaya bakma usulünün adı kötüye çıkmış bir el kitabını ortaya koydular. İtiraflar ortaya koyma amacıyla yapılan bu işkence usulü; çocuklara anne babalarını ihbar etme, savunma avukatlarına müvekkillerine ihanet etme vs. cesareti verdi. Kilise mahkemeleri tarafından mahkum edilen büyücüler, diri diri yakılmak üzere dünyevi güçlere (sivil otoriteye) teslim edildiler.
              Bu yolla ne kadar insanın öldürüldüğü kesin olarak bilinmemekle beraber, Bamberg Piskoposu’nun tek başına 600 büyücüyü yakmış olduğunun iddia edilmiş olması 205 bu konuda bir fikir veriyor gibi görünmektedir.


              201 Hartland, “Satanism”, ERE, XI, 204.
              202 Brandon, DCR, 558; Hinnells, DR, 286
              203 Hinnells, DR, 352.
              204 Engizisyon kurumu, Kilise’nin gücünü kaybetmesine paralel olarak Aydınlanma döneminde
              gerilemeye başlamıştır. 20. yy’ın başlarından itibaren ise, Engizisyon terimi Katolik Kilisesi
              literatüründen çıkarılmış ve onun yerine, “İnancı korumakla yükümlü olan kutsal makam” ifadesi kullanılmaya başlanmıştır. 1965’te alınan bir kararla bu kavram yeniden gözden geçirilerek, “İnanç öğretisi kutsal kurulu” şeklinde kullanılagelmiştir. Bkz. Gündüz, age, s. 116.
              205 Brandon, DCR, 650.


              Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

              Yorum


                #22
                Ynt: Satanizm ve Satanistler

                Büyü’ye inanç, Avrupa’da, eğitimli sınıflar arasında zaman içinde azalmıştır. Ancak günümüzde küçük grupların bazan Büyü’yü tatbik ettikleri iddia edilmektedir. Özellikle “ak büyüler”in iyilik düşüncesiyle veya özel seremonilerde iyi niyet gösterisiyle icra edildiği belirtilmektedir. Fakat bunların ortaçağ büyü inancıyla hiçbir ilişkileri yoktur. Çünkü ortaçağ büyü inancı, Black Mass veya Şeytan’a tapınma kültleriyle iyinin zıddını yapan kötü kimselerin düşüncelerine dayandırılmıştır. Fakat bunların yapıldığına dair özel delilin bulunamadığı; çünkü konu ile ilgili kayıtların tamamen büyücülere kendi kuruntularını isnad eden ön yargılı Engizisyoncular’dan geldiği söylenmiştir. Hatta özgürce verilen veya işkence ile alınan itirafların, aslında Engizisyoncular tarafından yazılmış olduğu da ifade edilmiştir. 206


                Öyle anlaşılıyor ki ortaçağlarda bazı sapık düşünceli veya Kilise karşıtı kimseler ya da şu veya bu sebepten dolayı cezalandırılmak istenenler; genellikle büyücülükle, Şeytan’a tapınmakla veya dinsizlikle vs. suçlanarak Engizisyon Mahkemeleri’nde yargılanmış ve diri diri yakılmak suretiyle işkenceyle öldürülmüşlerdir. Aslında konumuz doğrudan
                büyücülük olmamasına rağmen, büyü ve büyücülük hakkında biraz fazla bilgi verişimizin sebebi, büyücülükle Satanizm arasındaki ilişkiyi daha anlaşılır bir şekilde ortaya koymaktır. Burada belki; büyücüler niçin Şeytan’a veya şeytanî güçlere tapınmışlardır? gibi bir soru akla gelebilir. Kaynaklardan edindiğimiz bilgiler ışığında bu soruyu şöyle cevaplandırmak mümkün olur gibi görünmektedir: İfade edildiğine göre pek çok büyü uygulaması Şeytan’a tapınma ile irtibatlandırılmıştır. Böyle bir uygulamadaki hâkim düşünce ise; belirli bir grup tarafından anlaşılabilen ezoterik (gizli, gizemli) bilgi yoluyla şeytanların ikna edilebileceği ya da büyücünün emirlerini yerine getirmeye mecbur bırakılacağı şeklindedir. 207


                Aslında burada yapılmak istenen, büyü vasıtasıyla Şeytan’la veya şeytanî güçlerle temas kurarak, bir nevi onların gücünden yararlanmak veya onları kendi emelleri doğrultusunda kullanmaktır. Çünkü büyünün; “ tabiatüstü güçleri kotrol altında tutma veya yönlendirme yoluyla olayların rotasını istenilen yönde değiştirme amacıyla yapılan bir şahıs veya grup teşebbüsü” şeklinde de tanımlanabileceği belirtilmiştir. 208


                Bir Katolik Ansiklopedisi’nde de,Satanizm’le büyü arasındaki ilişki, bir yakın akrabalık ilişkisi çerçecesinde değerlendirilmiş ve şu açıklama yapılmıştır:
                Satanizm büyünün (magic) yakın akrabasıdır. Aynı şekilde büyücülük de, ‘din’ olarak Satanizm’in akrabası olmaktadır. Burada gizli olana (mystery) temas etme, görünmeyen dünya ile ilişkiye girme duygusu söz konusudur. Bu ise, dinî duygunun eski (arkaik) formlarından biridir; fakat esas itibariyle korku ona egemen olmuştur.
                Büyücünün bizzat kendisi, Lusifer gibi Tanrı ile özdeşleşme konusunda belirli bir arzu duymaktan uzak değildir. Büyücü bunu gerçekleştirmek için karşı Tanrı (anti-Dieu) durumundaki Şeytan’a sıkça çağrıda bulunur. Bunu da, Karanlıklar Meleği gibi, Tanrı’nın gücüyle yarışmak için yapar”
                . 209



                İşte bu ve benzeri düşüncelerden dolayı, büyü uygulaması büyücülük (witchcraft) mesleğini ortaya çıkarmıştır. Böylece büyücülüğün din karşısındaki statüsüne, belirli bir zaman ve yerin hâkim dinî akidesi tarafından karar verilmiştir. Daha aşağı derecedeki rûhi güçleri gerçek veya potansiyel olarak kötü kabul eden herhangi bir dinî gelenek, aynı zamanda onlarla herhangi bir şekilde ilişki kurmayı da kötü görmüştür.
                Büyücülüğün, özellikle doğru akidenin güçlü olduğu dönemlerde, bir “şeytan-ibadeti” olarak tekrar tekrar tanımlanması buradan gelmektedir.
                Satanizm’le Büyücülük arasındaki ilişki de işte bu noktada kendini göstermektedir. Gerçekte, kötü olarak bilinen bir güce bile bile ibadet etmek demek olan Satanizm, din tarihinde ayrı ve başlı başına bir fenomendir. Ancak, belirtmek gerekir ki, büyünün veya büyücülüğün her çeşidini Satanizm’le irtibatlandırmak doğru değildir. Çünkü Şeytan’a tapınma ile irtibatlandırılan büyü, “kara büyü (black magic)” adı verilen ve [color=rgb(255, 0, 0)]kötü maksatlarla yapılan büyüdür. [/color]210

                206 Brandon, DCR, 651.
                207 Brandon, DCR, 418.
                208 Sharpe, Eric J., 50 Key Words: Comparative Religion, Great Britain, 1971, s. 35.
                209 J. Vernette, “Satanisme”, CHAD, XIII, 846.
                210 Sharpe, age, s. 78-79; Brandon, DCR, 649-651.




                Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                Yorum


                  #23
                  Ynt: Satanizm ve Satanistler

                  Roma Katolik Kilisesi İle Satanizm Arasındaki İlişki

                  Şüphesiz herhangi bir din veya dinî kurumla, daima dinlerin karşısında ve en uç noktada yer alan Şeytan veya Şeytan’a tapınma (Satanizm) arasında ilişki kurmaya çalışmak veya ilişki olup olmadığını araştırmak, ilk bakışta insana biraz garip gelebilir. Ancak, böyle bir başlık altında bu ilişkiyi araştırmak, konunun kendi akışı içerisinde ortaya çıkmış bir durumdur. Çünkü Şeytan’a tapınmanın, Katolik Hıristiyanlığı’na karşı, değişik zamanlarda aşırı isyankarlar ve müfrit gruplar tarafından gerçekleştirilmiş olduğu söylenmiştir. 211
                  Diğer bir ifadeyle Satanizm’in, her ne kadar tarihi olarak geçmişte nadiren vuku bulmuş olduğu söylenmiş olsa da, aslında Hıristiyanlığa karşı bir reaksiyon olarak ortaya çıktığı da bir gerçektir. 212

                  Bu ilişkinin en açık delillerinden birisi de, Satanistler’in, Katolik Kilisesi’nde düzenlenen Ekmek-Şarap Âyini’ni inkarcı bir tutum içerisinde, hafife alarak, alaycı bir tavırla ve beceriksizce taklit etmiş olmalarıdır. Satanistler’in bu âyinine, kutsal ekmeği de içine alan Black Mass (Şeytan’a tapınma âyini) adı verilmektedir. Fakat bu âyinde Hıristiyanlık’ta uygun bir şekilde takdis edilmiş- kutsal ekmek bulundurulması, kutsal ekmeği hafife alma amacı taşımaktadır. 213
                  Yine bu âyinde, Hıristiyanlığa ait dinî unsurlardan; takdis edilmiş ekmeği (Eucharist) istihzalı ve inkarcı bir tutum içerisinde bulundurmayı sembolize eden siyah mumlar ve ters çevrilmiş İsa’lı haç vb. de göze çarpmaktadır.
                  Ayrıca bu ilişkinin en çarpıcı örneklerinden bir diğeri de, J. K. Huysmans’ın “La-Bas” isimli romanının önemli şahsiyetlerinden biri olan, dininden dönmüş bir papazdır. Yukarıda da belirtildiği gibi bu şahıs, Hıristiyalık’tan ayrıldıktan sonra Satanistler’in lideri gibi hareket etmiş ve Roma Katolik Âyini’nin edebe aykırı, yakışıksız ve iğrenç taklidi olan Black Mass’ı icra etmiştir. Belki de ortaçağlardan beri inkarcıların ve büyücülerin icra etmekle suçlandığı Black Mass’ın aynı zamanda Satanistler tarafından da yerine getirilmiş olmasında bu papazın etkisi olmuş olabilir. Böyle bir ilişki Satanistler’in Black Mass’ı tatbik etmelerinin nereden icab ettiğini de kısmen açıklayacaktır.
                  Roma Katolik Kilisesi ile Satanistler arasındaki ilişkiyi gösteren benzer bir örnek de, Marsilya’lı Gabriel Jogand’dır. Hatırlanacağı gibi Jogand, önceleri bir cizvit kolejinde eğitim görmüş ve daha sonra tarikatten ilişkisini keserek bir Bohem hayatı sürdürmeye başlamıştı. Bununla da kalmayıp Roma Katolik Kilisesi’ne ve onunla ilişkili her şeye ve herkese saldırmaya başlamıştı. Hatta dine karşı saldırıları ve şahıslar hakkındaki onur kırıcı yazıları yüzünden, zaman zaman Fransız Mahkemeleri tarafından çeşitli cezalara dahi çarptırılmıştı. Fakat konumuz açısından en ilginç olanı ise, Jogand’ın, daha sonra 1881 yılında Mason olmasıdır. Jogand’ın bu tutumu, Masonluk’la Satanizm arasında herhangi bir ilişkinin olup olmadığı hususunu hatıra getirmektedir. Dolayısıyla yeni bir başlık altında, Masonluk’la Satanizm arasında şu veya bu şekilde bir ilişkinin olup olmadığını araştırmamız gerekecektir


                  211 Pike, ERR, 339.
                  212 Hinnells, DR, 286
                  213 Pike, ERR, 339


                  Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                  Yorum


                    #24
                    Ynt: Satanizm ve Satanistler

                    Masonlukla Satanizm Arasındaki İlişki


                    Şüphesiz konumuz Masonluk olmadığı gibi, amacımız da Masonluğun Satanizm’le ilişkisini sorgulamak değildir. Fakat konunun tabii seyri ve geçmişte böyle bir ilişkinin vaki olduğunun belirtilmiş olması ve günümüzde de hâlâ böyle bir ilişkiden yer yer söz edilmesi, konunun objektif bir bakış açısıyla ve yeni bir başlık altında ele alınıp incelenmesi zaruretini ortaya çıkarmıştır. Ancak, Masonluk’la Satanizm arasındaki ilişkiye geçmeden önce, Masonluğun kökeni, ilişkili bulunduğu dinî veya felsefî sistemler ve yarı gerçek yarı efsanevi anlatımlara yer vermenin, konudaki bazı kapalılıkları gidermesi açısından faydalı olacağı kanaatindeyiz.
                    Stephen Knight’ın eserinde belirtildiğine göre, Masonluğun doğuşunu milattan 4000 yıl önceki bir zamana dayandırmak âdet haline gelmiştir. Dolayısıyla Masonlar’ın üyelik belgelerinde mesela 1983 tarihi, A.S. 5983 olarak gösterilir. Bundan maksat da, Masonluğun Hz. Âdem’le yaşıt olduğunu veya Masonluğun insanlık kadar eski bir geçmişe sahip bulunduğunu anlatmaya çalışmaktır. Hemen belirtmek gerekir ki, böyle bir tarihlendirme uygulaması Yahudiler’de de görülmektedir. 214
                    Bazıları da Mason atalarının Kelt rahipleri veya Kelt büyücülerinin olduğunu (geçmişte bazı Masonlar’ın büyücülükle suçlanmaları belki bu iddia ile bağlantılı olarak değerlendirilebilir!), bazıları da Yahudi münzeviler olabileceğini iddia etmişlerdir. Hatta Rosicrucianizm, Gnostisizm, Kabbala, Hinduizm ve bir sürü dinî, felsefî eski kültlerden kalma âdet ve geleneklerin azar azar da olsa Masonluk’ta yerinin olduğu da ifade edilmiştir. 215
                    Masonluğun kökenini Hz. Âdem’e kadar götürmeyip Hiram Efsanesi’ne dayandıranlar da vardır. Efsane’ye göre Kral Davut, Kudüs’te “Beyt-i Makdis”i inşa etmek ister. Fakat o, bu inşaatın, o güne kadar bilinen geometrik prensiplerle yapılması arzusundadır. Memleketin her yanından 40 bin amele toplatılır. Bunlara “Mason”, yani “duvarcı” ismi verilmiştir. Bu işçilerden üç bin tanesi usta olarak ayrılır ve diğerlerine nezaretle görevlendirilir. İnşaatın başlaması sırasında Davut (a.s) ölür ve inşaatı oğlu Süleyman devam ettirir. Sonradan “Süleyman Mabedi” diye de anılan bu yapıda çalışan ustalardan biri de Adon Hiram Abif’tir. Dul bir kadının oğludur.
                    Anlatıldığına göre Hiram; maiyetindeki işçileri çırak, kalfa ve usta diye üçe ayırmış
                    216 ve hepsine mimarlık bilgilerinin bir kısmını öğretmişti. Çıraklar usta ve kalfaların, kalfalar da ustaların bildiği sırları bilmezlerdi. Çıraklar ücretlerini B, kalfalar J sütunundan, ustalar ise orta hücreden alırlardı. İnşaatın sona ermesine doğru usta olmayı bekleyen üç kalfa gerekli ehliyeti gösteremedikleri için usta yapılmamışlardı. Fakat bunlar mutlaka usta olmak istiyorlardı. Bunun için ustalık sırlarını zorla öğrenmeye karar verdiler. Hiram, bir öğle üzeri mabedi gezmek ve inşaatı kontrol etmek üzere geldiği zaman pusuda bekleyen üç kalfadan birincisi Hiram’ın yolunu Güney Kapısı’nda kesti ve ustalık sırlarını kendisinden sordu. Hiram, “bu sırların ancak çalışma ile elde edilebileceğini” söyledi. Bu cevap üzerine kalfa bir cetvel ile Hiram’ın sol omuzuna vurdu. Tehlikeyi gören Hiram Mabed’in Batı Kapısı’ndan dışarı çıkmak istedi. İkinci kalfa da oradaydı ve o da Hiram’a ustalık sırlarını sordu. Hiram onun isteğini de reddetti. Bunun üzerine ikinci kalfa Hiram’ın sağ omuzuna gönye ile vurdu. Hiram bu defa Doğu Kapısı’na yürüdü. Orada da üçüncü kalfa kendisini bekliyordu. Hiram onun da isteğini reddedince, kalfa elindeki çekiçle Hiram’ın başına vurarak onu öldürdü. Bu üç
                    katil, Hiram’ı, önce Mabed’in önündeki bir yere gömdüler. Gece olunca da cesedi dağa götürdüler. Orada gömüp mezarının üzerine Akasya dalları diktiler.

                    214 Bkz. Zorlu, age, s. 124.
                    215 Knight, age, s. 21.
                    216 Masonluğun; daha sonraları da Çıraklık, Kalfalık ve Ustalık şeklinde üç dereceli bir örgüt olarak çalıştığı bilinmektedir. Bkz. Knight, age, s. 10; Hinnells, DR, 127-128.


                    Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                    Yorum


                      #25
                      Ynt: Satanizm ve Satanistler

                      Hiram’ın ölümü bütün çalışmaları durdurdu. Her tarafı matem kapladı. Hz. Süleyman da Hiram’ın ölmeden önce ustalık sırlarını tehdit altında açıklamış olmasından endişelenmişti. Zaten Hiram’ın cesedi bulunmadıkça öldürüldüğüne de inanmak mümkün değildi. Bunun için Süleyman, Hiram’ın cesedinin aranmasını ve ceset bulununca söylenecek ilk kelimelerin ustalığın yeni kelimesi, mukaddes sözü olmasını emretti. Yapılan uzun bir araştırmadan sonra, Akasya dallarının da yardımıyla Hiram’ın gömüldüğü yer keşfedildi ve bu sırada “Mac Benah” ve “Moabon” kelimeleri söylendi. Bunlar o andan itibaren ustalığın mukaddes kelimeleri oldu.
                      Hz. Süleyman, Hiram’ın katillerinin bulunmasını emretmişti. Bunun için bütün Masonlar (duvar işçileri) seferber oldular. Bunlardan Joapert isimlisi bir mağaraya girip oradaki pınardan susuzluğunu giderirken, Hiram’ın, oraya saklanmış olan katili Abiram onu gördü. Joapert’in üzerine hançerle saldırdı. O da kendini korumak için Abiram’ı öldürdü. Öldürürken de “Nekah” diye bağırdı. Katilin diri olarak yakalanmasını isteyen Süleyman, bu işe çok kızdı. Fakat, Joapert’in kendini müdafaa için onu öldürdüğünü öğrenince müsterih oldu.
                      Daha sonra Hiram’ın diğer katilleri de yakalandı ve Süleyman onları cezalandırdı. Bunlardan sonra Mabed çalışmaları yeniden başladı. Süleyman, yeni bir “Büyük Mimar Üstat” tayin etti. Ondan sonra, kaybolan kelimenin bulunması için çalışıldı. Nihayet bir mabed harabesinde “Mikap bir taş” üzerinde kaybolan kelime bulundu. Bu kelime, “Kainatın Ulu Yaratıcısı”nın ismi idi. Yani JEHOVA, İbranice Allah!

                      Hiram Efsanesi’nde sözü geçen işaretler, isimler ve kelimeler Masonluk sembolizminde önemli bir rol oynamaktadır. İşte Masonluğun merasim safahatının, kıyafetlerinin, sembollerinin, derecelerinin ve hiyerarşinin temelleri bu Hiram Efsanesi’nden geldiği söylenmekte veya ona izafe edilmektedir. Modern Masonluğun bu Efsane ile ilgisi sadece
                      bunlardadır.
                      217
                      Bütün semboller Süleyman Mabedi’nin inşasından alınmıştır. Mesela üçüncü derecenin mukaddes kelimesi “Mac Benah” ve
                      “Moabon”dur. Akasya dalı aynı derecenin tanışma nişanıdır. Üçüncü derecedeki üstatların çalıştığı yere, Hiram Efsanesi’nde olduğu gibi, Orta hücre denilmektedir. İlk üç derecenin çalıştığı salon da Süleyman Mabedi’ne göre tanzim edilmiştir. İki taş sütundan sağdakinin ismi Yakin (Jachin), soldakinin ismi Boaz’dır. 218
                      Bu sütunlar üzerindeki yarılmış nar şekli Süleyman Mabedi’nin sütunlarında da vardı. Bütün bu malumatı bize Yahudiler’in mukaddes kitabı olan Tevrat vermektedir. Dokuzuncu derecede de reis, “pek muktedir üstat” ismini taşır. Bu tabir, Efsane’deki Süleyman’ı temsil eder. Bu derecenin mukaddes kelimeleri de, Efsane’de bahsedilen Joapert ve Abiram kelimeleridir. Yine bu derecede yürüyüş tarzı, “elinde hançer olduğu halde birkaç hücum adımı” ile yürümektir.
                      Masonların klasik yardım şekilleri de bu Efsane’den alınmıştır. Zor durumda kalan Mason, “Dul kadının çocukları, bana imdat edin” der. Masonlar’a göre bunun sebebi şudur. “Muhterem üstadımız Hiram ölünce Masonlar onun anasına riayet ettiler ve Hiram kendilerini kardeş telakki ettiği için, onlar da Hiram’ın anasını saydılar”.


                      217 Knight da, bu hususla ilgili olarak şöyle demiştir: “...Localardaki törenler genellikle Masonluk tarihinin efsaneleşmiş hikâyeleri üzerine kurulmuştu. Nuh’un Gemisi ve Babil Kulesi, Eski Ahitler’den alınmış lejandlardı. Ne var ki, Hz. Süleyman’ın Mabedi hikâyesi ile ilgili ritü-
                      eller -ki bugünkü törenlerin esasını teşkil ediyor- sonradan uydurulmuştu. Fakat Eski Ahitler’de bu Süleyman hikâyesine ait bir lejand olmadığı halde neden bunu seçmişlerdi? Hiç kimse buna tatminkar bir cevap bulamamıştır”. Age, s. 28.
                      218 Bu direkler hakkında I. Krallar, 7/21’de şu bilgiler verilmektedir: “...Ve direkleri mabedin eyvanında dikti; ve sağ direği dikti ve onun adını Yakin (Pekiştirecek) koydu; ve sol direği dikti
                      ve adını Boaz (Kuvvet bunda) koydu”. Ayrıca bkz. II. Tarihler, 3/17.


                      Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                      Yorum


                        #26
                        Ynt: Satanizm ve Satanistler

                        Hiram Efsanesi, çeşitli derecelerin ünvanlarını ve çalışma tarzını da geniş şekilde tesir altına almıştır. Masonik çalışmalar Hiram Efsanesi’ne uygun sözlerle açılıp kapanır. Masonik derecelerdeki terfiler dahi, Efsane’nin bir manada canlandırılışıdır. Mesela, 2. dereceden 3. dereceye terfi sırasında, Hiram’ın öldürülüşü ve cesedinin bulunuşu temsil edilir. 3. dereceden 4. dereceye geçiş ve 9. dereceye terfi sırasında yine Hiram’ın katlinin ve Abiram’ın Joapert tarafından öldürülüşünün mizanseni yapılır ve bundan bazı felsefi sonuçlar çıkarılmak istenir...219
                        .
                        Bu Efsane’nin bütün teferruatıyla anlatıldığı eserde; Masonlar’ın kendi tarihlerinin bu noktadan başladığını ileri sürmekten zevk aldıkları, bunun onlara, mensup oldukları cemiyetin ayrı bir dine benzeyen havasını teyit etmesi bakımından gizli bir gurur verdiğini; aynı zamanda mesleklerinin eskiliğini ispat etmiş olduklarını zannettirmekte olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca, bu iddiaların kaydı ihtiyatla karşılanması gerektiği, Efsane’de iddia edilen durumlarla bugünkü Masonluğun en ufak bir ilgisinin bile kalmadığı da vurgulanmıştır. 220


                        Her ne kadar Efsane de olsa, Masonluk hakkındaki bu ayrıntıyı verdikten sonra, Masonluk’la Satanizm arasındaki ilişkiyi ele almak uygun olacaktır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, bizi böyle bir ilşikiyi araştırmaya sevkeden en önemli sebep, aslen Hıristiyan olan ve bir cizvit kolejinde eğitim görmüş bulunan Gabriel Jogand’ın Satanistler’le ilgili çeşitli açıklamalar yaptıktan sonra Mason oluşudur. 221
                        Üstelik Masonluk’la Satanizm arasındaki ilişkiyi gösteren husus sadece Jogand örneğinden ibaret de değildir. Çünkü hatırlanacağı gibi, Satanizm’in tarihçesi verilirken Paladistler-Templier Şövalyeleri ve Satanistler arasındaki ilişkiden söz edilmiş ve Masonluğun da,Templier Şövalyeleri’nin en mütekamil şekli olduğunun belirtildiği 222 kaydedilmişti. Bunların ortak noktalarından birisi de, bu grupların hepsinin de aynı zamanda Şeytan’a tapınmakla suçlanmış olmalarıydı.
                        Yine, Masonluk hakkında iddialı ve seviyeli bir araştırma yapmış bulunan Stephen Knight, konu ile ilgili kitabında, “Maskeli Şeytan mı?” başlığı altında bu konuyu ele almakta ve giriş parağrafında şunları söylemektedir: “250 yıldan daha uzun bir süredir, Masonluğun karşısında olanlar, onların yaptığı ibadetleri Şeytan’a tapınma şeklinde değerlendiriyorlar. Amaçlarımdan biri, bu ithamların doğru olup olmadığını bulmaktı...” 223
                        Ayrıca Knight, eserinin bir yerinde “JAH-BUL-ON” kavramından hareketle, Masonluk’la Satanizm arasındaki ilişkiye bir anlamda
                        kavramsal olarak şöyle dikkat çekmektedir: “...Yükselme töreninde, Kainatın Ulu Mimarı’nın adı ‘Jah-Bul-On’ olarak verilir...Jah-Yehova, İbraniler’in tanrısı; Bul-Baal, eski Samiler’in doğurganlık tanrısı olup erotik sihir törenleri ile ilgilidir; On-Osiris, eski Mısırlılar’ın yer altı tanrısı”. 16. yy. demonologlarından John Weir de, Baal’ın Şeytan olduğunu; kötülüğü temsil eden bu nesnenin örümcek şeklinde olup biri insan, biri kurbağa, biri de kedi kafası olan üç tane kafası bulunduğunu söylemiştir. 224
                        Ancak, hemen belirtmek gerekir ki, geçmişte Masonlar’ın Şeytan’a tapınmakla suçlanmış bulunmaları veya bir grup Mason’un aynı zamanda Şeytan’a da tapınmış olması, günümüz Masonları’nın da Şeytan’a tapıyor oldukları anlamına gelmez. Diğer taraftan, geçmişte yapılmış olan bu iddia ve suçlamalar tamamen Masonlar’ı kötülemek ve onları yıpratmak amacına yönelik de olabilir. Çünkü 18. yy’da Masonluk, Avrupa ve Kuzey Amerika’da geniş çapta yayılmış ve o zamandan beri çeşitli gruplara ayrılmıştı. Mesela Masonluk, Avrupa’da radikalleri ve deistleri cezbetmiş ve hem komünist partiler hem de Roma Katolikliği tarafından genel olarak şüphe ile yaklaşılmıştı. 225
                        İşte böyle bir yaklaşım tarzı onların Şeytan’a tapınmak vs. ile suçlanmış olmalarına sebebiyet vermiş de olabilir. Nitekim Masonlar da, kendilerinin asılsız iddialar yüzünden suçlandıklarını ve bu suçlamaların çok ağır sonuçlar doğurduğunu, Satanizm’in revaçta olduğu ve Masonlar’ın Şeytan’a tapınmakla suçlandıkları 1880’li yıllarda söylemişlerdir. Masonlar’ın bu iddiası üzerine zamanın papası Leo XIII., Vatikan’a bağlı kiliselere yollanmak üzere “Humanus Genuş” adlı bir yazı hazırlamıştı. Masonluğu, Şeytan’ın krallığına bağlı gizli bir örgüt olarak nitelendiren Leo XIII’ten yarım yüzyıl sonra da Yunan Ortodoks Kilisesi, Masonluğun 18. yy. öncesine ait çok tanrılı inanç biçimini geri getirmeyi amaçladığını söylemiştir. 226



                        219 Bkz. Gün-Çeliker, age, s. 11-15.
                        220 Bkz. Gün-Çeliker, age, s. 11.
                        221 Bkz. Hartland, “Satanism”, ERE, XI, 204.
                        222 Zorlu, age, s. 99.
                        223 Knight, Biraderlik: Masonların Gizli Dünyası (terc. Kemal Çiftçi), İstanbul, 1990, s. 208.
                        224 Knight, age, s. 213
                        225 Hinnells, DR, 128.
                        226 Knight, age, s. 223 vd


                        Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                        Yorum


                          #27
                          Ynt: Satanizm ve Satanistler

                          Masonlar’ın bu iddia ve suçlamaları kabul etmemelerini bir anlamda tabii gören Knight, şu açıklamayı yapmaktadır:
                          Tecrübeli Masonlar’ın anlattıklarından ve sadece bazı Masonlar’ın anlayabileceği türdeki çok gizli metinlerden anladığımıza göre, kendi aralarında bile bu Şeytan’a tapınma olayından açık açık bahsetmezler. Aslında böyle bir şeye de gerek yoktur. Çünkü Masonluk sistemi içinde geçen uzun süreli eğitim, zaten kişinin bu konuyu anlamasını sağlamaktadır...” 227
                          .
                          Bütün bu açıklamara rağmen, bu noktada ön yargılı olmamak, konuya daha objektif bir tarzda yaklaşmak bilimselliğin bir gereği olduğu gibi, bizi daha sağlıklı bilgiler edinmeye de sevkedebilir. Fakat her şeye rağmen bu iddia ve suçlamaların günümüze kadar gelmiş olması ve günümüz yayınlarında da bu tür iddialara yer verilmiş bulunması, konuyu üzerinde durmaya ve bu iddiaların doğru olup olmadığını araştırmaya değer kılmaktadır. Konuyu bu açıdan gündeme getiren ve günümüzle irtibatlandıran en son örneklerden birisi de, Hulki Cevizoğlu’nun, “Ceviz Kabuğu” isimli proğramına çıkarmış olduğu bir Mason konuğuna hemen hemen aynı soruları sormuş bulunmasıdır. Her ne kadar Cevizoğlu’nun konuğu, söz konusu bu iddiaları kabul etmemiş veya dolaylı cevaplar vermiş olsa dahi, 228 hâlâ bir kısım insanların kafalarında bu tür istifhamların bulunması, yeni yeni istifhamlara sebebiyet verebilecek gibi görünmektedir.
                          Aslında Masonluk’la Satanizm arasındaki ilişki konusu veya başka bir ifadeyle, Masonlar’ın Şeytan’a tapınmakla suçlanmış olmaları ve konu ile ilgili kaynaklardan edinmiş olduğumuz bilgi ve intibalar, Masonluk’la Hıristiyanlık veya Masonluk’la Kilise arasındaki ilişkiyi hatıra getirmektedir. Çünkü 19. yy’ın sonlarında vuku bulan bazı olaylar; özellikle dinden dönen bazı Hıristiyan din adamlarının önce Satanist olması, sonra da Mason teşkilatına girmiş bulunması, Hıristiyanlık-SatanizmMasonluk arasında ilişki kurmamızı gerektirmektedir. HıristiyanlıklaSatanizm arasındaki ilişki daha önce ele alındığından, şimdi de Hıristiyanlık’la Masonluk arasındaki ilişkinin ele alınması, Satanizm konusunun aydınlatılması yolunda bir düğümü daha çözecek gibi görünmektedir


                          227 Knihgt, age, s. 220.
                          228 Bkz. Cevizoğlu, age, s. 9 vd



                          Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                          Yorum


                            #28
                            Ynt: Satanizm ve Satanistler

                            Hıristiyanlıkla Masonluk Arasındaki İlişki


                            Yukarıda da dikkat çekmiş olduğumuz gibi, konumuzun en önemli isimlerinden biri haline gelen Gabriel Jogand, Hıristiyanlık’tan ayrıldıktan sonra Satanist olduğunu söylemiş ve Satanistler’le ilgili çeşitli açıklamalarda bulunmuş ve daha sonra da, 1881’de Mason olduğunu ilan etmişti. Fakat Jogand’ın Masonluğu uzun sürmemiş ve Masonlar’la kendisi arasında çıkan bir kavga sonucu aynı yıl teşkilatı terketmişti. Nihayet Nisan 1885’te de, âniden “ihtida” ettiğini itiraf etmiş ve eski fikirlerini ve arkadaşlarını da reddetmişti. Çok geçmeden de, St. Merri’deki bir kilisede kendi isteği üzere günah çıkarmış; küçük bir şüphe ve gecikme döneminden sonra Jogand tekrar Kilise’ye kabul edilmiş ve Kilise ile barıştırılmıştı. İki yıl sonra da Roma’ya gitmiş ve orada Papa Leo XIII. tarafından kabul edilmiş; ayrıca Masonlar’a karşı yapmış olduğu çalışmaları tasvip görmüş ve kutsanmıştı. 229


                            İşte Jogand’ın bu gidiş-gelişleri Kilise ile Masonluk arasındaki ilişkiyi akla getirmektedir. Ancak bizim amacımız, detaya inmeden önce, konuyu Satanizm eksenli olarak incelemeyi sürdürmek ve Jogand’ın yaptıklarından hareketle, ne yapmak istediğini anlamaya ve anlaşılır kılmaya çalışmaktır. Daha açık bir ifadeyle belirtmek gerekirse biz, şu sorulara cevap aramaya çalışacağız:
                            1- Jogand, gerçekten iyi bir Hıristiyan mıydı?
                            2- Satanist olduğu konusunda samimi mi idi, yoksa Hıristiyanlığa bir tepki olsun diye mi Satanist olmuştu?
                            3- Satanist olduktan sonra Masonluğa girişi bilinçli bir tercih miydi, yoksa bazı Hıristiyan din adamları ve Kilise tarafından, Masonluğun sırlarını öğrenmek ve daha sonra da onları ifşa etmek için, kullanılmış mıydı?
                            4- Mason olduktan sonra neden kısa sürede teşkilattan ayrılmış ve tekrar Kilise’ye dönmüştü?
                            5- Yoksa Jogand, Kilise ile Masonluk arasındaki bu gidiş-gelişlerinde Kilise’yi kullanıp bu yoldan para kazanmayı ve geçimini sürdürmeyi mi planlamıştı?
                            6- Jogand, ihtida öncesi yıllarında neden genellikle “Leo Taxil” müstear ismi altında yazılarını yazmış ve gerçek ismini niçin gizlemişti?
                            İtiraf etmek gerekir ki, bu sorulara tek ve net bir cevap vermek pek de kolay görünmüyor. Ancak, konunun tarihi seyri ve Jogand’ın yazmış olduğu eserler ve yapmış olduğu ilginç “açıklamalar”, onun aslında istismarcı birisi olduğu; Hristiyanlığı ve Masonluğu istismar ettiği, Kilise’nin de zaman zaman onu istismar ettiği intibaını vermektedir. Çünkü, öyle anlaşılıyor ki Jogand, o dönemde Kilise’nin Masonluğa karşı olan tutumunu çok iyi kavramış ve bunu iyi kullanarak kendisine bu yolla çıkar sağlamıştı. Yani onun amacı çıkar sağlamaktı. Peki Kilise’nin amacı neydi? Muhtemelen Kilise’nin amacı da; Jogand gibileri kullanarak,
                            hem Masonlar’ın gizli hallerini araştırmak hem de bunları açıklatmak suretiyle Masonları ve dolayısıyle Masonluğu dindar halk nazarında kötülemek ve Masonluğa girmelerini önlemekti.


                            229 Bkz. Hartland, “Satanism”, ERE, XI, 204


                            Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                            Yorum


                              #29
                              Ynt: Satanizm ve Satanistler

                              Şüphesiz konu ile ilgili kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla 230Hıristiyanlık’la Masonluk arasındaki ilişki Jogand’ın Hıristiyanlık’la Masonluk arasındaki gidiş-gelişlerinden ibaret de değildir. Özellikle bu konunun anlaşılması ve aydınlatılmasında eserine sık sık başvurduğumuz ve amaçlarından birinin de “Masonluğun Hıristiyanlık’la bağdaşıp bağdaşmadığını açıklamaya çalışmak” olduğunu söyleyen Stephen Knight, 231 söz konusu eserinde, Masonluğun kuruluş safhası hakkında bilgi verirken şöyle demiştir:
                              “Eldeki sınırlı ve yetersiz belgelere rağmen, Masonluğun kuruluş safhası yine de olağanüstü bir hâdisedir. Bu, aslında birkaç inşaat işçisinden kurulu Katolik işçi loncalarının üretimle ilgisi olmayan, nisbeten soylu meslek sahipleri ve aristokratlar tarafından nasıl elde edildiğinin, komünist dünyanın dışında milyonlarca taraftarlarıyla, dal budak salmış Biraderlik Cemiyetleri hâlinde nasıl Hıristiyanlık dışı gizli bir teşkilata dönüştüğünün hikayesidir...” 232
                              Ancak, ifade etmek gerekir ki, ortaçağlardaki Hıristiyan Duvarcı Loncaları’nın yarı dinî yarı dünyevî bir orga-nizasyona dönüştürülebileceği fikrinin ilk olarak kimler tarafından ortaya atıldığını Mason tarihçiler de bilmemektedir... 233
                              .
                              Knight, eserinin bir başka yerinde de şöyle demektedir:
                              “Hıristiyanlık’la Masonluğun bağdaşabilmesi için aynı Tanrı’ya ibadet etmeleri gerektiğini anlayabilmek için bir ilahiyatçı olma mecburiyeti olmadığı gibi, Mason veya Hıristiyan olmaya da gerek yok. O halde geriye şu basit soru kalıyor: Bu ikisi bağdaşıyor mu? Her ne kadar kendileri aksini söyleseler de, Masonluğun başka bir Tanrı’yı kabul ettiği ve sahte bir din olduğu ispat edilebilirse, tabii ki ikisinin bağdaşamayacağı ortaya çıkar...” 234
                              .
                              Yine Knight’ın belirttiğine göre, bugünkü Masonlar’ın, duvarcı işçisi seleflerinden devraldıkları yedi temel prensipten yedincisi şöyledir:
                              “Tam bir Hıristiyan kuruluşu. O kadar ki, aslında ‘Eski Ahitler’ dahi, Ortaçağ Roma Katolik doktrinlerinden sızmış açıklamalardı...”
                              Aslında işçi sendikası niteliğinde olan bir teşkilat böylece kendi gayesinden kopuyor ve Katolik inançlar reform hareketlerinin gölgesinde kalıyordu. Nihayet bilimlerin gelişmesiyle Hıristiyanlık da geri planda kalmış ve bütün gelişmelerden sonra 17. yy’dan geriye yalnız dışa kapalı, gizli bir cemiyet çatısı kalmıştır. 235


                              Buraya kadar verilen bilgiler Hıristiyanlık’la Masonluk arasındaki ilişkiyi daha ziyade inanç nokta-i nazarından ele almaktadır. Ancak, belirtmek gerekir ki bu alıntılar, Hıristiyanlar’ın Masonluğa girmediği anlamına gelmez. Çünkü bütün karşı koymalara ve Leo XIII. gibi bazı Hıristiyan din adamlarının Masonluk aleyhindeki beyanatlarına ve başlatmış oldukları karalama kampanyalarına rağmen, özellikle Avrupa’daki Mason localarının üyeleri arasında çok sayıda Hıristiyan ve önde gelen Kilise mensupları da yer almıştır. 236
                              Hatta Masonluğun önemli merkezlerinden biri durumunda olan İngiltere’de Anglikan Kilisesi, iki yüz yıldan daha uzun bir süre Masonlar’ın kalesi haline gelmiştir... 237
                              Masonluk özellikle 18. yy’dan itibaren Hıristiyanlık’tan çok sayıda üye almakla kalmamış; aynı zamanda bir takım isim ve sıfatları da almıştır. Mesela, konumuzda da sıkça geçen Templier Şövalyeleri, Eski ve Makbul Rit, Rosicruciana Cemiyeti, Malta Şövalyeleri gibi sıfatların tamamen Hıristiyanlığa ait olduğu halde Masonluk’ta da kullanıldığı söylenmektedir. 238


                              230 Bkz. Hinnells, DR, 127-128; Knihgt, age, s. 208-241.
                              231 Bkz. Knight, age, s. 208.
                              232 Knight, age, s. 22
                              233 Knight, age, s. 23.
                              234 Knight, age, s. 209.
                              235 Knight, age, s. 25-26
                              236 Knight, age, s. 30-36.
                              237 Knight, age, s. 217.
                              238 Knight, age, s. 216-217


                              Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                              Yorum


                                #30
                                Ynt: Satanizm ve Satanistler

                                Bütün bu açıklamalardan, Masonluk ile Hıristiyanlığın ayrı şeyler olduğunu; ancak bunun, Masonluk’la Hıristiyanlık arasında ilişki olmamıştır anlamına gelemeyeceği sonucunu çıkarmak mümkündür. Her şeye rağmen, Masonluk’la Masonlar’ı da birbirine karıştırmamak gerektiğini de ifade etmemiz icap etmektedir.
                                Buraya kadar verilen bilgilerden de anlaşılacağı ve daha önce de işaret edildiği gibi, ortaçağlardan itibaren ve daha sonraki dönemlerde büyücü kadınlar (witches) ve inkarcılar (heretikler) genellikle büyücülük yapmak (witchcraft) ve Şeytan’a tapmakla suçlanmışlardı. 239
                                Fakat bu büyücü ve inkarcıların gerçekten Şeytan’a tapıp tapmadıklarına dair güvenilir delile hemen hemen hiç rastlanmadığı veya bu konuda çok az delil bulunduğu ifade edilmişti. Daha sonra da, başlangıcı ortaçağlara kadar dayandırılan ve 19. asrın sonlarında Amerika ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ortaya çıkan Satanist anlayışın tarihçesi; ilişkili bulunduğu şahıs, kurum, felsefi doktrin, inanç sistemi olabildiğince detaylı bir şekilde ele alınmış ve bir anlamda söz yirminci asrın başlarına getirilmişti.
                                Şimdi bu noktadan itibaren, Satanizm’in, yirminci asrın başlarından günümüze kadar geçirmiş olduğu safhaları da kaydederek, Satanizm’in tarihçesini tamamlamamız gerekmektedir. Ancak, hemen belirtelim ki, tarihçenin bu kısmında vereceğimiz bilgiler, aynı zamanda “Modern Satanizm” adı da verilen Satanist anlayışın hem tarihçesini hem de önemli ölçüde Satanizm’in içyüzünü ortaya koyacaktır.
                                Yirminci asrın başlarında, “kara papa” olarak da bilinen Aleister Crowly Satanizm’le irtibatlandırılmıştır. Crowly, kendisini “hayvan” diye isimlendirmesine rağmen Şeytan’ı tanımlamak için “hayat”, “sevgi” ve “ışık” kelimelerini kullanmış; bir ara vaftiz olmuş ve bir kara kurbağayı İsa niyetine çarmıha germiştir. Bütün bunlara rağmen onun bir Satanist olmadığı, aksine bir büyücü ve ökkültist olduğu da belirtilmiştir. 240
                                Son dönem veya günümüz Satanist anlayışını önemli ölçüde yansıtan Modern Satanizm’in en büyük hareketi 1960’larda ABD’de başlamıştır. Bu hareketin öncülüğünü, karizmatik şahsiyeti ve heybetli bir görünüşü yanında, kurnaz ve aynı zamanda kabiliyetli bir kişi olan Anton Szandor LaVey yapmıştır. LaVey, 1966’da, San Fransisko’da “Şeytan’ın Kilisesi’ni (The Church of Satan)” kurmuş ve onun başrahibi olmuştur. Onun ve Kilise’nin göstermiş olduğu faaliyetler de medyanın büyük çapta ilgi odağı haline gelmiştir.
                                11 Nisan 1930’da Şikago’da dünyaya gelen [color=rgb(255, 0, 0)]LaVey[/color], Alsas
                                ’lı bir soydan geldiğini; Gürcü ve Romen kanı taşıdığını ve büyükannesinin de, Transilvanya’lı bir çingene olduğunu söylemiştir. Yani LaVey, anne tarafından bir çingene kökenine sahip olduğunu belirtmiştir. Onun sahip olduğu bu arka planın, onu ileride üstleneceği role hazırladığı belirtilmiştir. Çünkü onun çingene olan anneannesi, ona Transilvanya’da vampirlerin ve büyücü kadınların efsanelerini aktarmıştır. Diğer taraftan LaVey, beş yaş gibi oldukça küçük sayılacak dönemlerden itibaren “Esrarlı Hikayeler (Weird-Tales)” ve Mary Shelley’in “Frankenstein”i ve Bram Stoker’in “Dracula”sı gibi kitapları okumaya başlamıştır. LaVey; bir aslan terbiyecisi, polis fotoğrafçısı, suç bilimci, artist ve bilimsel hipnotist olarak çalışmıştır. Müzik hayatı beş yaşında başlamış ve bu yıllar boyunca keman, davul (veya trampet), trombon, obua, piano, org çalmış ve çoğunlukla sirklerde kullanılan ve buhar ile çalınan bir çeşit org çalmayı da öğrenmiştir. Diğer bir ifadeyle o, 10 yaşında piano çalmayı öğrenmiş; 15-16 yaşlarında da San Fransisko Balesi Senfoni Orkestrası’nda obua çalmaya başlamış ve daha sonra da şehrin resmi görevli orgçusu haline gelmiştir. Ayrıca LaVey, hayatının önemli bir kısmında
                                bando, tiyatro ve kaval orgu çalmış ve sonra da, modern terkipçi teknolojisinin becerikliliğine sahip olmuştur. Sahip olduğu bu özellik de onun, her çeşit aküstik enstrümanın benzerini yapmasını sağlamıştır.


                                239 Brandon, DCR, 558; Hinnells, DR, 286.
                                240 Geniş bilgi için bkz. LaVey, Satanic Bible, s. 9.




                                Biliyorsan buyur konus...konusta feyiz alsinlar...bilmiyorsan tut dilini seni bir adam saysinlar

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X