GÖZYAŞI
Öyle umutlarım vardı ki seher olunca şebnem toplardı
bakire yüzüne,
Fahişe geceler utancından ter dökerdi zifaf odasında.
Gelincikler bahar gelmeden açar,
muhabbet kuşları kafesinde bile en güzel özgürlüğü
yaşardı.
Akan, sular değildi sanki
Sevdiğini gurbete gönderen masum bir sevdanın
gözyaşıydı.
Öyle bir aşkım vardı ki benim, henüz toz konmamış,
Rüyası tabir edilmemişti Yusuf'un.
Yetim kalmamıştı çocuklarım!
Akşam oldu mu mihraba, gündüz oldu mu minbere
koşardı ümitlerim.
Kerem dağları delmemiş, Mecnun Leyla demekten hayâ
ederdi yanımda,
Soğuk kış gecelerinde ateşim,
Sıcak yaz gecelerinde serinliğim olurdu
Medine sokaklarında ağlayan yetimin gözyaşları,
Sonbaharı ve ilkbaharı olmazdı dünyamın,
Bir gece yağmur yağdı mı, sabahı güneş açardı ümitlerim,
Yazı beklemezdi.
Kafesteki kuşlara özgürlük,
Özgür kuşlara hücredeki ayağı prangada mahkumun
şiirlerini okurdu gardiyan düşmanı düşlerim.
Tinerci çocuklar yuva olurdu çatısız rüyalarıma.
Ama şimdi ne oldu bana.
Güvendiğim dağlara kar yağdı yaz aylarında
Birden söndü yıldızlar,
Karardı gökyüzüm.
Güneşi tutuldu hilâli, kayboldu hayallerimin.
Artık ağlamıyor çocuklarım babam yok diye.
Riyakâ şehir!
Kuzu kılığında kurtlar…
Sevinci matem, matemi sevinç yüzler.
Sahte dolarlar, kirli hava, sarhoş kusmuğu sokaklar…
Öyle bir derdim var ki Kerbelâ kadar sıcak,
Kufe kadar soğuk durur bedenimde.
İhanet sokaklarında Ashab-ı Uhdud,
İzzet doruklarında Ashab-ı Kehf'i zemzeme eder gizli
sevdam.
Hâmân, Karun, Samirî dolu caddelerde
Ceylan'ın kefilini arar muzdarip ruhum.
Kime güvendiysem bırakıp gitti beni, yapa-yalnız kaldım
Medine'de.
Medine Şam olmuş, ihanet kokar sokakları,
Adanmış iffetli kızın mihrabı işgal edilmiş,
Fahişe nefesi kokar Mescid-i Dirar.
Ey Şimr, Nasıl kıydın Zeyneb'ime,
Hayâ etmedin mi Ümm-ü Ebiha'dan
Kerbelâ kadar taş düşsün bin yıllık mirasınıza.
Her sabah yıkılır bin yıllık ümitlerim,
Hızır şimdi Musa'yı arar şehir karanlıklarında.
Daha dönmedi o yol sevdalısı.
Sevgili elleri bağrında yolunu gözler.
Rebeze ah Rebeze!
Nasıl mezar oldun yol sevdalısına,
Neden yol vermedin, ruhunu kelepçeledin o kuru ağacın
altına.
Kurumuş ağacın o yol gülünü de kurutacağını bilemedin mi?
Yoksa sende mi ihanet ettin bu davaya?
Sen ki ümidini kesmiş kurumuştun…
Hiç mi utanmadın Medine hurmalıklarından!
Sesini duymadın mı sevdamın, kuyunun derinliklerinden?
Sen de mi Şam'a özendin dostlarım gibi?
Şam'a mı kandın, Medine varken?
Şam'a güvenme demedim mi sana?
İhanetin alamayacağı şey ve kimse yoktur Şam'ın fahişe
sokaklarında.
Ama ihanet alınamaz demedim mi sana?
Alınacak bir şey olsaydı, Kufe'de yalnız kalır mıydı kanlı
Mihrabım?
Ağıt yakar mıydı Kufe ördekleri?
Güneş tutulur muydu bu yıl?
Kadri ÇELİK
Öyle umutlarım vardı ki seher olunca şebnem toplardı
bakire yüzüne,
Fahişe geceler utancından ter dökerdi zifaf odasında.
Gelincikler bahar gelmeden açar,
muhabbet kuşları kafesinde bile en güzel özgürlüğü
yaşardı.
Akan, sular değildi sanki
Sevdiğini gurbete gönderen masum bir sevdanın
gözyaşıydı.
Öyle bir aşkım vardı ki benim, henüz toz konmamış,
Rüyası tabir edilmemişti Yusuf'un.
Yetim kalmamıştı çocuklarım!
Akşam oldu mu mihraba, gündüz oldu mu minbere
koşardı ümitlerim.
Kerem dağları delmemiş, Mecnun Leyla demekten hayâ
ederdi yanımda,
Soğuk kış gecelerinde ateşim,
Sıcak yaz gecelerinde serinliğim olurdu
Medine sokaklarında ağlayan yetimin gözyaşları,
Sonbaharı ve ilkbaharı olmazdı dünyamın,
Bir gece yağmur yağdı mı, sabahı güneş açardı ümitlerim,
Yazı beklemezdi.
Kafesteki kuşlara özgürlük,
Özgür kuşlara hücredeki ayağı prangada mahkumun
şiirlerini okurdu gardiyan düşmanı düşlerim.
Tinerci çocuklar yuva olurdu çatısız rüyalarıma.
Ama şimdi ne oldu bana.
Güvendiğim dağlara kar yağdı yaz aylarında
Birden söndü yıldızlar,
Karardı gökyüzüm.
Güneşi tutuldu hilâli, kayboldu hayallerimin.
Artık ağlamıyor çocuklarım babam yok diye.
Riyakâ şehir!
Kuzu kılığında kurtlar…
Sevinci matem, matemi sevinç yüzler.
Sahte dolarlar, kirli hava, sarhoş kusmuğu sokaklar…
Öyle bir derdim var ki Kerbelâ kadar sıcak,
Kufe kadar soğuk durur bedenimde.
İhanet sokaklarında Ashab-ı Uhdud,
İzzet doruklarında Ashab-ı Kehf'i zemzeme eder gizli
sevdam.
Hâmân, Karun, Samirî dolu caddelerde
Ceylan'ın kefilini arar muzdarip ruhum.
Kime güvendiysem bırakıp gitti beni, yapa-yalnız kaldım
Medine'de.
Medine Şam olmuş, ihanet kokar sokakları,
Adanmış iffetli kızın mihrabı işgal edilmiş,
Fahişe nefesi kokar Mescid-i Dirar.
Ey Şimr, Nasıl kıydın Zeyneb'ime,
Hayâ etmedin mi Ümm-ü Ebiha'dan
Kerbelâ kadar taş düşsün bin yıllık mirasınıza.
Her sabah yıkılır bin yıllık ümitlerim,
Hızır şimdi Musa'yı arar şehir karanlıklarında.
Daha dönmedi o yol sevdalısı.
Sevgili elleri bağrında yolunu gözler.
Rebeze ah Rebeze!
Nasıl mezar oldun yol sevdalısına,
Neden yol vermedin, ruhunu kelepçeledin o kuru ağacın
altına.
Kurumuş ağacın o yol gülünü de kurutacağını bilemedin mi?
Yoksa sende mi ihanet ettin bu davaya?
Sen ki ümidini kesmiş kurumuştun…
Hiç mi utanmadın Medine hurmalıklarından!
Sesini duymadın mı sevdamın, kuyunun derinliklerinden?
Sen de mi Şam'a özendin dostlarım gibi?
Şam'a mı kandın, Medine varken?
Şam'a güvenme demedim mi sana?
İhanetin alamayacağı şey ve kimse yoktur Şam'ın fahişe
sokaklarında.
Ama ihanet alınamaz demedim mi sana?
Alınacak bir şey olsaydı, Kufe'de yalnız kalır mıydı kanlı
Mihrabım?
Ağıt yakar mıydı Kufe ördekleri?
Güneş tutulur muydu bu yıl?
Kadri ÇELİK
Yorum