Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


    Her gün aşura! Her yer Kerbela.

    Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

    Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

    İmam Hüseyin (a.s.):
    246

    Birinci Etken:

    Biat Meselelerine Bakış:
    8



    Buyurdular. O halde, Hz. İmam Hüseyin (a.s.)’i harekete geçiren birinci etken Yezid’e biat etmeme meselesiydi. Zira Yezid, Medine valisine yazdığı mektupta şunları söylüyordu:’’ Hüseyin’i biat için tutuklayın ve onu biat edinceye dek alıkoyun.’’ İmam Hüseyin (a.s.) ise buna şiddetle karşı koymuş ve Yezid’e biat etmeğe asla razı olmamıştır.

    Cevaben şiddetle menfî olmuştur. Hattâ kerbela’da ömrünün son günlerinde dahi Ömer b. Sa’d gelip İmam Hüseyin (a.s.)’ı Yezid’e biat etmesi için razı etmeğe çalıştı ve bu konuda görüşmeler yaptığı halde imam Hüseyin (a.s.) bu tür bir işe yanaşmadı ve Aşura gününde buyurmuş olduğu sözler ilk gün şöylemiş olduğu sözlerden farklı olmadı:’’ Hayır! Allah’a yemin ederim ki, elimi asla sizin elinize vermeyeceğim.

    Yezid’e kesinlikle biat etmeyeceğim. Hatta, bugün kararlaştırdığım ve kendi ölümümü gördüğüm, canımdan aziz kimselerin öldürülüşünü, dostlarımın öldürülüşünü ve ailemin esaretini gördüğüm şu anda bile, böyle bir durumda bile Yezid’e biat etmeyeceğim.’’ Hz. İmam Hüseyin (a.s.)’ı harekete geçiren bu etken ne zamandan itibaren ortaya çıkmıştı?.

    Bu durum Muaviye devrinin son döneminde ortaya çıkmış, şiddetlenmesi de Yezid’in başa geçmesiyle olmuştu. İmam Hüseyin (a.s.) o zamandan beri biattan kaçınmış ve ömrünün son anına dek bu tavrından vazgeçmeyip direnmiştir. İmam Hüseyin (a.s.) ve onun o kutsal Kerbela kanının intikamını İmam Hüseyin (a.s.)’ın serüveninde kaleme alınıp işlenecektir. Yazan. imam Dikmen


    Yorum


      Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


      Her gün aşura! Her yer Kerbela.

      Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

      Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

      İmam Hüseyin (a.s.):
      247

      İkinci Etken:

      Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
      1

      İslam aleminin ve Müslüman halk toplumların bazı konuların üzerinde araştırma yapmadan kendi fikirlerince başkalarından öğrenmiş oldukları bilgileri ile İslam anayasını kendi fikirlerince yorumlamaları inanılmaz ölçülerde Müslüman halk toplumlarını yanlış değerlendirmelerine neden oluyor. Bu amaçlada Kuran ve Ehl-i Beyt araştırmaları bu gibi önemli meselelerinin üzerinde durarak araştırmalarını kelime kavramlarıyla ırdelemesine neden oluyor.

      Biat’ın ikinci etkenliklerin niteliğindeki Kûfe halkının İmam Hüseyin (a.s.)’a karşı duydukları biat sistemak uygulamalarıyla neden İslam’a bağlı kalmadıklarının altını çiziyorlar.

      Burada kimilerine göre, bu hareketin esas nedeni Kûfe halkının yaptığı davettir. Muaviye’nin ölümünden sonra Kûfe halkı İmam Hüseyin (a.s.)’ı halife olarak tayin etmek için davet etmişlerdir. Oysa ki böyle değildir.

      Zira Recep ayının sonlarında ve Yezid hükümetinin ilk günlerinde İmam Hüseyin (a.s.)’ın biattan kaçınmak için Medine’den çıkmıştır. Mekke, ilahî ve emin bir belde olduğu, orada daha emin bir ortam bulunduğu, ayrıca oranın Müslüman halkı daha saygıdeğer olduğu ve hükümet yetkililerinin Mekke’ye daha fazla ihtiram göstermeye mecbur olmalarından dolayı İmam Hüseyin (a.s.) buraya gitmiştir.

      Muaviye’nin ölümünün daha ilk günleri olup ölüm haberi de henüz Kûfe’ye ulaşmamıştı. Ayrıca İmam Hüseyin (a.s.)’ın Mekke’ye gidişi sadece buranın emin bir belde oluşundan dolayı değildir. Aksine, burasi değişik topluluklardan oluşan insanların bir araya geldikleri bir dayanışma ve toplumlaşma yeridir. Recep ve Şaban ayları olması hasebiyele de umre zamanı civar bölgelerdeki insanlar buraya gelirler. Burada daha çok insanı haberdar edip onlara tebliğ ve irsadda bununulabilir. Bundan da öteye hacc mevsimi yaklaşmaktadır.

      Tebliğ ve irşad için daha uygun bir ortam ve fırsat oluşturmaktadır. İmam Hüseyin (a.s.)’ın Mekke’ye gelişinin üzerinde bir iki ay geçtikten sonra Kûfe halkının mektupları gelmeye başladı. İmam Hüseyin (a.s.), hareketini Medine’den başlatmıştır. Oysa Kûfe halkının mektupları Mekke’de kendilerine ulaşmıştı. Kûfelilerin mektupları, İmam Hüseyin (a.s.)’ın biat etmeme kararı almasından ve bu eyleminin Yezid için büyük bir telike oluşturmasından sonra eline ulaşmıştır.

      Bundan dolayı Kûfe halkının yapmış olduğu davet, bu harekette asıl etken değil, aksine tali bir etkendi. Kûfe halkı için söyleyebileceğimiz tek şey, İmam Hüseyin (a.s.) için çok uygun bir fırsat vücuda getirmiş olmalardır. Yazan. imam Dikmen

      Yorum


        Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


        Her gün aşura! Her yer Kerbela.

        Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

        Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

        İmam Hüseyin (a.s.):
        248

        İkinci Etken:

        Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
        2


        Yani İslam ordusunun merkezi durumunda bulunan çok büyük bir eyalet İmam Hüseyin (a.s.)’ın yetkisine girmiş bulunuyordu. Çünkü o esnada Kûfe diğer İslam-î bölgeler üzerinde büyük bir etkiye sahip bulunyordu. Şayet Kûfe halkı verdikleri sözü yerine getirmiş olsalardı İmam Hüseyin (a.s.) kesinlikle muafaak olurdu.

        O günün Kûfe’sini o günün Mekke, Medine ve Horasan’ıyla karşılaştırmak mümkün değildir. Zira Kûfe’nin tek rakibi Şam idi. O günün İslam ülkesinde iki büyük merkez vardı. Birisi Kûfe, diğeri de Şam idi. Bütün bunların yanında bu hareketin şekillenmesinde Kûfe halkının davetinin etkisi vardı. Yani açıkçası İmam Hüseyin (a.s.)’ın Mekke’den çıkması ve burayı merkez haline getirmek istemesi bundan dolayı idi.

        Ayrıca Mekke’nin kendisi de merkez olamazdı. Çünkü bazı sorunlar vardı. Yine Kûfelilerin yaptığı bu davet, İbn-i Abbas’ın ‘’Yemen’e gidin ve oranın dağlarını kendinize karargah yapın’’ görünüşü kabul etmemesine, ayrıca dedesinin şehri olan Medine’yi merkez yapmamasına ve sonuçta Kûfe’ye kadar gelmesine sebep oldu.

        Böylece bu davet, yan bir etkisi olarak İmam Hüseyin (a.s.)’ın hareketine katkıda bulundu; bu hareketin ve kıyamın Irak’ta vuku bulmasına ve İmam Hüseyin (a.s.)’ın Kûfe’ye gelmesine neden oldu. Fakat bu asıl etken değildi. Bilindiği gibi, İmam Hüseyin (a.s.) yolculuğu esnasında Kûfe sınırına ulaşınca Hürr’ün askerleriyle karşılaştı. Bunun üzerine Kûfe halkına,’’Sizler beni davet ettiniz. Şayet istemiyorsanız geri dönerim’’ buyurdu. Fakat bunun manası,’’ Geri dönerim, hatta Yezid’e de biat ederim.

        Bugüne kadar ma’rufu emir ve münkerden nehiy konusunda, fesad ve fıskın yaygınlaşması ve buna karşılık müminlerin ve Müslümanların vazifeleri konusunda söylemiş olduğum tüm sözlerimden ve hareketlerimden vazgeçer ve gidip evimde sessiz bir şekilde otururum’’ demek değildir. Hayır, bunun manası şudur:’’Benden biat etmemi istiyorlar. Fakat ben asla biat etmeyeceğim. Bu hükümeti asla tanımayacağım, benim bir görevim var, bu görevimi yerine getireceğim. Siz Kûfe halkı beni buraya davet ettiniz ve hedeflediğim şeyde bana yardımcı olacağınızı söylediniz.

        Ben de bana yardım edeceğine söz vermiş olanların yanına geldim. Pekila çok güzel. Kûfe halkının vermiş olduğu sözden caydığının söylendiği şu anda bizler de Kûfe’ye gelmeyeceki geri dönerek kendi aslî merkezimize gideceğiz. Bu durumda bir başka yere gideriz. Medine, Mekke, Hicaz gibi yerlere gideriz. Ama asla biat etmeyeceğiz. Biat etmekten dolayı öldürülme pahasına bile olsa bu görüşümüzden vazgeçmeyeceğiz.’’ Yazan. imam Dikmen

        Yorum


          Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


          Her gün aşura! Her yer Kerbela.

          Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

          Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

          İmam Hüseyin (a.s.):
          249

          İkinci Etken:

          Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
          3


          İmam Hüseyin (a.s.) Kûfe varıncaya dek iki, üç merhalede imtihanla karşılaştığını görmekteyiz. İmam Hüseyin (a.s.) şöyle buyuruyor:’’ Sizler bana mektuplar yazdınız, benim temsilcime biat ettiniz. Benim gelmemi istediniz. Şayet istemesydiniz ben gelmezdim…’’

          Bu sözlerin manası,’’ Eğer sizler davet etmeseydiniz ben de kıyam etmezdim ve Yezid’e Biat ederdim!’’ demek değildir. Tam aksine İmam Hüseyin (a.s.) kasdettiği şudur:’’Eğer sizler davet etmeseydiniz ben Kûfe’ye gelmez Basra’ya veya Horasan’a ya da Yemen’e giderdim. Yahut Mekke’de kalırdım. Hiçbir şekilde biat etmez ve ölünceye dek itirazımı sürdürürdüm.

          Veya dedemin Medine’sine gider orada dost ve yardımcım olmasada ölünceye dek direnir ve asla biat etmem. O halde Kûfelilerin İmam Hüseyin (a.s.)’a yaptıkları çağrının tesiri imam Hüseyin (a.s.)’ı Mekke’den Kûfe’ye kadar getirecek kadardır. Burada elbette, onlar İmam Hüseyin (a.s.)’ı davet etmeselerdi İmam Hüseyin (a.s.) kesinlikle Medine’de kalırdı demekde istemiyoruz. Hayır, bunların tümünü tarih kitaplarında gösterilmektedir.

          İmam Hüseyin (a.s.) Yezid açısından sakıncalı biriydi. Mekke’de kalmış olsaydı bile oradaki durum Kûfe’nin kinden daha iyi değildir. Tarihten de anlaşılacağı gibi şayet İmam Hüseyin (a.s.) biat etmezse kendisini ortadan kaldırmayı kararlaştırılmışlardı. Ünlü tarihçi Kuleynî ve başkalarının da naklettiği gibi, İmam Hüseyin (a.s.)’ın olaydan haberi vardı. Hacc mevsiminde Mekke’de kalsa ihram içinde olduğu halde bile Benî Ümeyye’nin silahlı bir memurları tarafından mübaret temiz kanının akıtılması mümkündü.

          Bu durumda hem Allah’ın mübaret evi Kâ’be, hem de Hacc ve İslam’a büyük bir darbe vurulmuş olacaktı. Yani iki darbe. Hem Hz.Peygamber (s.a.v.)’ın torununa ibadet esnasında darbe vurulmuş olacak, hem de Allah evinin hareminde darbe indirilmiş olacaktı. Ayrıca, kanı da heder olacak ve İmam Hüseyin b. Ali (a.s.)’in birisiyle kişişel bir anlaşmazlığı vardı. Zaten katil de kaçmıştır denilecekti.

          Nitekim mübarek imam Hüseyin (a.s.)’da bunu kendi sözlerinde dile getirmiştir. Kendisine, ‘’ Siz Medine ve Mekke gibi emin bir beldede idiniz. Buralarda çıkmış olduğunuz şu an kendiniz için bir tehlike oluşturmuş olmuyor musunuz? diye sorulduğunda şöyle buyurmuşlardır:’’ Bir hayvanın inine veya yuvasına dahi saklansam bunlar beni serbest bırakmayacaklardır.

          Bu kanı kalbimden atıkmadıkları sürece beni rahat bırakmazlar. Benim onlarla olan anlaşmazlığım barışı kabul etmez bir anlaşmazlıktır. Onlar benden asla kabul etmeyeceğim bir şey istiyorlar. Ben de onlardan asla kabul etmeyecekleri yüklenmeyecekleri şeyi istiyorum.’’ Yazan. imam Dikmen

          Yorum


            Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


            Her gün aşura! Her yer Kerbela.

            Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

            Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

            İmam Hüseyin (a.s.):
            250

            İkinci Etken:

            Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
            4

            Ebi Abdullah İmam Hüseyin (a.s.)’ın kıyamında ma’rufu emir vardır. Bu etken İmam Hüseyin (a.s.)’ın bizzat kendi sözlerinde açık bir şekilde yeralmaktadır. Tarih şunları yazmatan bile çekilmemiştir: Muhammed Hanifiyye bu esnada felç olmuş, sakat kalmış ve cihad’da çıkamaz bir durumdaydı. Bundan dolayı da cihada katılamamıştı.

            İmam Hüseyin (a.s) bir vasiyetname yazarak bu vasiyetmameyi kardeşi Muhammed Hanefiyye’ye teslim etti. Burada İmam Hüseyin (a.s.) Allah’ın ve O’nun Peygamber’nin vahdaniyetine şahadet getirdikten sonra şu cümleleri dile getirerek kaydeder:’’

            Bu vasiyetnamem, benden sonra’’Hüseyin dedesinin dininden çıkmiştir’’ diyecekleri içindir.’’ Bunu söyledikten sonra kıyamnın sırrını şu cümlelerle ifade etti:’’ ben azgınlık, fesad, zulüm yapmak ve makam elde etmek için Medine’den ayrılmadım. Ben dedemin ümmetini islah etmek, ma’rufu emredip münker’den nehyetmek, dedem, Resulullah ve babam Ali b. Ebî talib’in yolunu ihya etmek için kıyam ettim. Onlar benden biat sitemeseler bile yine de tuttuğum yolu sürdürürüm’’ (İmam Hüseyin’in hayatı, cilt. 2, sayfa. 264, maktel-i Harezmî cilt. 1, sayfa. 188.)

            Dünya halkları bilsin ki İmam Hüseyin b. Ali (a.s.)’ın amacı mevki ve makam değildi, servet peşinde koşan biri olmadığı gibi fesad ve bozgunculuk çıkaran bir kişi de değildi. Zalim ve zorba birisi asla değildi. Bu ruh, ilk günden son güne ve son ana dek onun mukaddes vücudunda yer etmiş, onun kanından ve hislerinden bir parça olmuştu.

            Bu ruhun İmam Hüseyin (a.s.) b. Ali’den ayrılmasının imkanı yoktu. Ömrünün son anlarında dahi sözlerinden yine gayret, cesaret ve büyüklüğün yankılandığını ve şöyle haykırdığını görüyoruz:’’ Ey Ebu Süfyan ailesinin taraftarları yazıklar olsun sıze! Eğer Allah’ı tanımıyorsanız, kıyanet gününe iman ve itikadınız yoksa dünyanızdan özgür bir şekilde yaşayın.’’ (El-Luhuf, sayfa. 47, Tarih-i İbn-i Esir cilt. 3, sayfa. 294; Dureru’l-Ebkar sayfa. 38.)

            Bu üç etken değer açısından aynı oranda değillerdir. Bu etkenlerin her biri İmam Hüseyin (a.s.)’ın hareketine belirli oranlarda değer katmışlardır. Fakat Kûfe halkının yapmış olduğu davetin harekete verdiği değer çok basit bir değerdir. Zira güç ve kuvvete sahip olan bir yer, kendi hazırladığını da haber verir, gösterir.

            Bu zahiri açıdan zafer ve ilerleme için etkilifir. Fakat daha o ilk günlerden beri ortaya çıkan biat isteme etkeni bu harekete en fazla değeri kazandırandır. Çünkü biat istenmesi daha ilk günlerde ve henüz herhangi bir topluluk davet et yardım etme vadinde bulunmamıştır. Başta zorba ve silahlı bir hükümet bulunmaktadır. Yazan. imam Dikmen

            Yorum


              Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


              Her gün aşura! Her yer Kerbela.

              Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

              Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

              İmam Hüseyin (a.s.):
              251

              İkinci Etken:

              Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
              5


              İçindeki kin ve düşmanlığı daha Muaviye zamanında en açık bir şekilde belirginleşmiş bir devlet ortamı vardır, ve hatta işi ülkenin tüm yanında Mekke ve Medine gibi yerlerde dahi Cuma günlerinde İmam Ali b. Ebî Talib (a.s.)’ı şehidlerin efendisi İmam Ali (a.s.)’ı hutbelerinde ibadetin bir gereğiymiş gibi kötüleyen ve bu yolda Müslümanların beytülmalını harcayan, o günün din adamlarını Peygamber (s.a.v.) hadislerini degiştirmekle görevlendiren, Peygamber’in hadislerindeki isimleri değiştiren ve İmam Ali (a.s.)’ın düşmanlarını methedecek hadisler düzen sözde alimleri mükafatlandıran bir yönetim biçimi hakimdir.

              Bu değerlendirme değer kazanmasındaki en büyük etken buydu. İslam tarihçileri olsun diğer aşamadaki tarihçilerin yazdığına göre, Sumre b. Cendeb, İmam Ali b. Ebi Talib (a.s.) aleyine bir hadis uydurmanın karşısılığında sekiz bin miskal altın almıştır. Bundan dolayı, tarihi tarihi değiştirmek bunlar için pek zor bir şey değildir.

              Tarihin bir kısmı doğru olarak sonraki dönemlere aktarılabildiyse bu, İmam Hüseyin (a.s.)’ın hareketin ve benzeri hareketlerin bereketinden ileri gelmektedir. V e şayet İmam Hüseyin (a.s.) de sükût etmiş olsaydı tarih kaçınılmaz biçimde değişmiş ve husrana uğramış olacaktı.

              Bundan dolayıdır ki, İmam Hüseyin (a.s.)’ın hareketine biat alma isteğinin yaptığı etki Kûfe halkının davetinin etkisinden çok daha fazla ve tesirli bir değer katmıştır. Fakat üçüncü etken olan ve islamın ön şartını tam kelime anlamıyla etken olan ma’rufu emir ve münkerden nehiy etkeninin değeri daha başkadır. İmam Hüseyin (a.s.) açık bir şekilde kendi hareketini buna dayandırmaktadır.

              Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadislerine ve kendi hedefine ulaşma konsusunda bu etkeni kullanmaktadır. Defalarca ma’rufu emir ve münkerden nehiy adını zikretmektedir. Daha biattan ve Kûfe halkının davetinden sözetmediği bir zaman bile bundan sözetmektedir. Yazan. imam Dikmen

              Yorum


                Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                Her gün aşura! Her yer Kerbela.

                Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.


                Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                İmam Hüseyin (a.s.):
                252

                İkinci Etken:

                Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
                6



                Bu etken, İmam Hüseyin (a.s.)’ın hareketine davet ve biat isteğinden çok daha fazla değer kazandırmaktadır. Bu hareketin ebedi olarak canlılık bulmasının, hatırlanmasının ve öğretici olmasının sebebi bu etkendir. Her ne kadar diğer etkenlerin hepsi de öğretici ise de bu etkenin öğreticiliği daha fazladır.

                Çünkü bu etkenin gerekliliği ne davete dayalı, ne de biat isteğine..! Yani eğer ortada bir davet sözkonusu olmasaydı ve kendisinden biat istenmeseydi dahi İmam Hüseyin b. Ali (a.s.) ma’rufu emir ve münkerden nehiy kanununun gereği olarak harekete geçip kıyam edecek ve asla sessiz bir şekilde oturmayacaktı.

                İşte birinci etken (zira halk davette bulunup bir topluluk oluşturdıkları için İmam Hüseyin (a.s.)’ın harekete geçti) ile üçüncü etken etken arasında büyük bir farkın olması buradan kaynaklanıyor. Bundan dolayı da başka bir sebeb aramak gerekmez.

                Fesat her tarafı kaplamış, Allah’ın yapılması gereken kanunları yasaklamış ve kaldırmıştır. Helal (yani serbest kılınmıs kanunları ) Müslümanların beytülmalı ehil olmayan ve Allah’ın razı olmadığı yollarda harcamada bulunan bir zümrenin eline geçmiş vs. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:’’

                Her kim böyle bir durumu görür de itiraz etmezse, her kim böyle bir durumu görür de bunun karşısında direnmezse, ilahi kanuna göre Allah böyle bir kimseyi zalimlerin, zorbaları ve Allah’ın devletini değiştiren kişilerin layık oldukları yere gönderir. Yazan. imam Dikmen

                Yorum


                  Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                  Her gün aşura! Her yer Kerbela.

                  Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                  Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                  İmam Hüseyin (a.s.):
                  253

                  İkinci Etken:

                  Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
                  7


                  Böyle bir kişi ancak zalimler ve zorbalarla haşrolmağa layıktır.’’ Bundan dolayı İmam Hüseyin (a.s.) dedesinin buyurduğu emre dayanmıştır. Zira bu tür şartlar altında durumu bilen, anlayan ve itira etmeyen kimseler, günahkâr topluluklarla ortak bir nitelik taşır olurlar. Bu konu ile ilgili hadis sadece bu değildir.

                  Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v.)’den bir çok hadis nakledilmiştir. Sekizinci İmam (İmam Rıza (a.s.), Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.v.)’den bir hadis nakletmektedir. Şöyle buyurmuşlardır:’’ İnsanlar, ma’rufu emir ve münkerden nehiy vazifesini birbirinin omzuna yükledikleri zaman ilahî azabı tatmağa layık olurlar. (Vesail, cilt. II, sayfa. 394)’’

                  Şayet bu taraftan birisi susar da bir başkasının başlatmasını beklerse, bu bir başkası da bir diğerinin bu vazifeyi yüklenip başlatmasını beklerse sonuçta hiç kimse tarafından harekete geçilmez.

                  Bu da ilahî azabın beklenmesi anlamına gelir. İlahî azab gökten taşın yağması mı demek! Hayır. İlahî azab, Kur’an’ın ayet ilkelerinde açıkça ifade edilmiştir:’’

                  De ki: O, üzerinize üstünüzden, hayut ayaklarınızın altından bir azab göndermeğe, ya da sizi parti birbirinize düşürüp kiminize kiminiz hıncını tattırmağa kâdirdir.’’ (En’am Sûresi. 65.)

                  Hz. Peygamber (s.a.v.) Ekrem şöyle buyurmaktadır:’’İnsanlar, ma’rufu emir ve münkerden nehiy görevini bir yana bıraktıkları andan itibaren peşlerinden ilahî azabın gelmesi kesindir.’’ Hem Şia alimleri, hem de Ehl-i Sünnet alimlerinden nakledilen bir hadis daha vardır.

                  Kuleynî,Usûlü Kâfi’de, Gazalî de İhyâu Ulumi’d-din’de şöyle nakletmektedirler:’’Ma’rufu emir ve münkerden nehiy, daima aranızda varolmalıdır. Eğer aranızda bu kalkarsa işledğiniz kötülükler size musallat olur.

                  İyileriniz Allah’a dua edip yardım dilerse bile duaları kabul olunmayacaktır.’’ (Vesailu’ş-Şia cilt. II. Sayfa. 394; Sefînetu’l-Bihar, Bâbu Dua, cild. I. Sayfa. 449.) Gazalî bu konuda çok güzel bir değerlendirmede bulunmaktadır. Yazan. imam Dikmen

                  Yorum


                    Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                    Her gün aşura! Her yer Kerbela.

                    Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                    Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                    İmam Hüseyin (a.s.):
                    254

                    İkinci Etken:

                    Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
                    8


                    ‘İyileriniz dua eder, fakat kabul olunmaz’ sözünün manası Allah’ın yardıma çağırsalar da yardıma gelmez demek değildir. Aksine bunun manası şudur: O kadar alçalır ve aralarındaki korku ve muhabbet öylesine ortadan kalkar ki zalim ve zorba kimselerin arasına katıldıkları zaman ne kadar yardım dilerse dilesinler onlara değer verilmez.

                    Hz. Peygamber (s.a.v.)’ın şöyle buyurdukları söylenir:’’Şayet izzet ve şerefe sahip olmak istiyorsanıy, ma’rufu emir ve münkerden nehiy emrinin gereği gibi yapınız, ta ki, düşmanlarınıy sizleri hesaba katsın.’’

                    Eğer ma’rufu ve emir ve münkerden nehiy aranızda canlı tutmazsanız, bunun birinci netyicesi zayıf düşüp aşağılanmanızdır. Bu takdirde düşman da sizi pek hesaba katmaz; bir köle ve esir gibi bir istekte bulunsanız dahi buna cevap verilmeyeceği gibi savaşmaları da kaçınılmaz olacaktır.

                    Dünyanın mürüvvetsiz erbabının kapısında
                    Hoca ne zaman kapıya çıkar diye niye oturursun.
                    Sabır ve zafer iki eski dosttur.
                    Sabrın sonucunda zafer ortaya çıkar.
                    (Hafız Dinân-ı )

                    Bu güzel anlamlı dörtlük bana göre ise güzel bir anlam ifade teşkil eder. Bizler herhalukarda İslam’da böyle kesin bir esasa sahip bulunmaktayız. İmam Hüseyin (a.s.)’de bu esasa dayanmıştır.

                    Farzedelim ki, halk İmam Hüseyin (a.s.) davet etmemiş ve lanetlik Yezid hükümeti de kendisinden biat istememiş olsun. Yine de İmam Hüseyin (a.s.) ben bu esasın gereği yerine getirecek ve yerinde oturmayacağım’’ demektedir.

                    Ma’rufu emir esası o kadar önemlidir ki, sacede Kuran’ı bile gözönünde bulundursak bu konu hakkında bu ilahî kitapta ne ölçüde sözedildiğini görmemiz mümkündür. Yazan. imam Dikmen

                    Yorum


                      Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                      Her gün aşura! Her yer Kerbela.

                      Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                      Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                      İmam Hüseyin (a.s.):
                      255

                      İkinci Etken:

                      Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
                      9


                      Kur’an ma’rufu emir ve münkerden nehiy ilkesini esasını yerine getirmeyen geçmiş milletlerin bedbahtlıkları konusunda çok sayıda misal vermiştir:’’Sizden önceki nesillerden akıllı kimselerin, insanları yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan mennetmeleri gerekmez miydi?

                      Ta ki neticede bu milletler bozgunculuk sonucunda yok olmasalardı.’’ (Hud Suresi. 116.)Ve yine başka bir kavim hakkında şöyle buyurduklarını:’’ Yaptıkları kökülükten vazgeçmiyorlardı. Ne de kötü şey yapıyorlardı.’’(Maide Suresi. 79.) Evet bu kavimler bedbaht olup huşrana uğrayıp helak olmuşlardır.

                      Ne için ? Çünkü münkerden nehyetmiyorlardı. Bozgunculukla mücadele etmiyor ve çok kötü işler yapıyorlardı.’’İçinizden hayra yani (ma’rufa) çağıran, iyiliği buyurup kötülükten yani (münkerden) meneden bir topluluk olsun. İşte onlar kurtuluşa erenleri ta kendileridir.’’(Ali İmran Suresi. 104)

                      Eğer biraz akıllıca düşünüp ayet ilkesinde ki ’’min’’ edatını ayrı olarak gözönünde bulundurur ve bu şekilde tefsir edersek ayet ilkesindeki mana şu anlama gelir:’’İyiliği emredip kötülükten menetmeniz için İçinizden bu tür bir ümmet çıkmalı veya hepiniz öyle bir ümmet olmalısınz.’’

                      Her iki tefsir de doğrudur ve aralarında herhangi bir zıtlık yoktur. Çünkü iyiliği emir ve kötülükten nehiy halk için genel bir hukuk görevidir. Toplum için de bu konuda sorumlu ve bu konuyla görevli olan belirli bir grup için de özel bir görev ve sorumluluk vardır. Al-i İmran Suresinde ma’rufu emir ve münkerden nehiy konusu ile ilgili bir çok ayet ilkeside bulunmaktadır.

                      Burada bir incelik mevcuttur. Bu incelik de şudur: Bu ayet ilkesi, Allah’ın ipine yani (kanunlarına) sımsıkı sarılın ve asla dağılmayın’’ ayet-i şerifesinden hemen sonra gelir ve insanları birliğe davet edip tefrikadan sakındırır. Onlara şunları hatırlatır:

                      Ey müslümanlar, aranıza tefrika ve ihtilafın girmesinden sakının. Aranızda çıkan ihtilafları giderme konusunda çaba sarfediniz. Aranızdaki ayrılıkları azaltınız, çoğaltmayınız. Bu ayrılıklardan ve ihtilaflardan İslam düşmanlarından başkası faydalanmaz. İslam düşmanları bizden ne ister?

                      Acaba bizlerden değişik mezhepler adı altında birbirimize düşmekten başka bir şey mi ister? Daha sonra şöyle buyrulmaktadır ki:’’İçinizden, hayra çağıran bir ümmet bulunsun.’’

                      Burada Kur’an’ın hayr kelimesinden maksadı, ittihad’ olsa gerekir. Yani aranızda daima Müslümanları vahdet ve ittihad’a davet eden, onlar arasında meydana gelen tefrika ve ihtilaflarla mücadele eden ve buna karşı savaş açan bir topluluk bulunsun. Ve yine başka bir yerde de şöyle buyrulmaktadır. Yazan. imam Dikmen

                      Yorum


                        Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                        Her gün aşura! Her yer Kerbela.

                        Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                        Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                        İmam Hüseyin (a.s.):
                        256

                        İkinci Etken:

                        Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
                        10


                        ’’Kendilerine açık deliller geldikten sonra ayrılığa düşüp ihtilaf edenler gibi olmayın.’’(Ali imran Suresi. 105.) evet işin ilgi çeken yanı şudur ki, vahdeti tevşik eden ayet ilkeleri ile tevrikadan sakındıran ayet ilkeleri arasında şu ayet ilkesi yer almaktadır:’’İçinizden, hayra davet eden bir ümmet bulunsun.

                        Ma’rufu emretsin ve münkerden nehysin. İşte kurtulaşa erenler onlardır.’’ Özellik burada bir konuyu belirtmekte yarar görerek şu özellik açıkça ortaya çıkmaktadır:

                        Kur’an, hayırlar arasında tüm hayırların kaynağı ve menşei durumunda bulunan Müslümanlar arasındaki iyi niyet ve vahdet hayrını temel ilke olarak kabul etmiştir. Kur’an ve sünnet açısından bu konunun önemi çok büyüktür. İslam’ın bu konuya ne derecede önemli verdiğide ortadadır.

                        Elbette tarih süreci içerisinde bu konunun bunca önem ve büyüklüğüne rağmen, İslam dünyasında yokedilmeğe terkedilmesi ve önemsiz bir şekle sokulmasının tarihi sebeplerini araştırmak gerekir.

                        Burada, Sünnilerin biz Alevi ve Şialardan daha fazla bir şekilde bu konuyu kendi kitaplarında dile getirdiklerini itiraf etmek gerekir. Eğer, fıkıh hukuksal kitaplarını araştıracak olursak, tüm konularda Şia ve Alevi fıkıh hukukunda daha dikkatlıca, daha açıklayıcı, daha teferuatlı ve daha kaynaklı olduğu görülecektir.

                        Ama yinede tüm konular için de ma’rufu emir ve münkerden nehiy bölümü üzülerek belirtelim ki, çok küçük kalmıştır. Maalesef bu konu genel olarak çok küçük ve önemsiz bir hale getirilmiştir.

                        Ehl-i Sünnetin kelam fırkalarından olan Mutezile fırkası, ma’rufu emir ve münkerden nehiy esasını dinin detayı değil de temel bir esası olarak değerlendirmişlerdir. Tarihçiler bu konu hakkında şunları söylemektedirler: Bu konunun bir kenara bırakılmasının ve önemsenmemesinin nedeni, zamanın siyasî güçlerininin buna karşı takındıkları tavırdan dolayıdır demişlerdir.

                        Çünkü bu konu hakkında sözetmek zamanın halifelerinin durumunu tehlikeye sokuyor ve bu esasla ilk önce kendileri karşı karşıya geliyordu. Bundan dolayı da tarihçiler, kendi kitaplarında bu konu hakkında ya hiç bir şey söylememeğe ya da çok az yer ayırmağa mecbur idiler. Dinlerin yani (devletlerin)’ın temel bir esası olmasına rağmen bunu fazla irdelememek zorundaydılar.

                        Bu konunun bizim kitaplarımızda da çok küçük bir yer işgal ettiğini üzülerek ifade etmemiz gerekecektir. Ama Kuran ve Ehl-i Beyt araştırmaları olarak islam’ın temel devletleşme ilkelerinde hukuksal anayasasının anlam ifade ediş şekliyle üzerine gidecektir.

                        Benim veya bizim görebileceğimiz kadarıyla, ameli ile ilgili kitaplarda ma’rufu emir ve münkerden nehiy easasının yer altığı son kitap, Şeyh Behaî’nin Câmî’sidir. Yazan. imam Dikmen

                        Yorum


                          Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                          Her gün aşura! Her yer Kerbela.

                          Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                          Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                          İmam Hüseyin (a.s.):
                          257

                          İkinci Etken:

                          Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
                          11


                          Kaldı ki bu kitap da dört asır öncesine dayanmaktadır. (İmam Hüseyin (a.s.)’ın Necef’te yayınlanan bir risalesinde de ma’rufu emir, münkerden nehiy konusuna geniş bir yer ayrılmıştır.) Ondan sonra da , hatta amel ile ilgili kitaplarda bile bu bölüm tamamen ortadan kaldırılmıştır.

                          Osya ki, bu bölüm de tıpkı namaz gibi farzlardandır. Köle ve cariye meselesi gibi değildir ki bu gün bu mesele yoktur diyelim. Hayır tam aksine ma’rufu emir meselesi ortadan kalkacak bir konu da değildir.

                          Kimi müsteşriklerin İslam’a yönelik defalarca iftiralarda bulunmaları ve kendi kitaplarında tekrar tekrar yazmaları buradan kaynaklanıyor bence. Bu konu ile ilgili gördüklerimizi insan ve kader isimli bölümlerde ele alınarak işlenecektir.

                          Avrupalı müsteşriklerden bazıları İslam Devleti yani (dini)’ni İslam kaza ve kader dinidir diye itham etmişlerdir. Açıkca yani, İslam insanoğlu için hiçbir sorumluluk ve faaliyet getirmeyen bir dindir deyimlerini kullanmışlardır.

                          Ama biz burda İslam sadece bir din değildir, İslam devletleşme şekilliğininde temel hukuk kaynağı olduğunu kanıtlamaya özen göstereceğiz. Oysa İslam, bütün işlerin ve bütün sorumlulukların Allah’a dayanması gerektiğini emreder. Neyse? Sen bekleyeceksin de Allah’ın neler yaptığını göreceksin!...

                          İslam, insanoğluna özgürlük vermezmiş! İslam, insana serbest tanımazmış! İslam insana sorumluluk ve taahhüt yüklemezmiş!... Deniliyor ki varolan her şey Allah ve O’nun iradesinden ibarettir ve senin bu sorumluluk ve taahhüt konusunda hiçbir eylem gücün kesinlikle yoktur.

                          Bu açık bir iftiradır. Oysa Kur’an bu konu ve meselelerde Yahudileri ayrı şekilde suçlamıştır: Yahudiler,’’ Dediler ki, ey Musa, sen ve rabbin gidin savaşın, bir burada oturuyoruz.’’(Maide Suresi.24 ayet ilkesi) Musa,’’Ey kavmim, Allah’ın size nasib ettiği kutsal toprağa girin, arkanıza dönmeyin, yoksa kaybedersiniz.’’

                          Dedi. Yahudiler de Musa (a.s.)’a cevap olarak,’’Ey Musa, biz burada oturuyoruz. Sen ve Rabbin gidin savaşın ve düşmanı bu topraklardan çıkarın. Daha sonra biz buraya gireriz.’’(Maide Sûresi.21)

                          Bedir savaşında Hz. Peygamber (s.a.v.) ashabına danışırken şöyle buyurdular:’’ Sizin görüşünüz nedir? Acaba düşmanı karşılamaya mı? Gidelim yoksa Medine’ye mi? Dönelim?..’’ Yazan. imam Dikmen

                          Yorum


                            Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                            Her gün aşura! Her yer Kerbela.

                            Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                            Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                            İmam Hüseyin (a.s.):
                            258

                            İkinci Etken:

                            Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
                            12


                            Mikdad buna şöyle cevap verdi:’’Ya Resulullah! Bizler Benî İsraîl gibi, Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz burada oturuyoruz gibi vir şey söylemeyiz. Sen ve Allah en doğrusunu yaparsınız. Bizim söyleyecek bir sözümüz yok. Siz neye emrederseniz onu yaparız. Eğer denize atlayın derseniz, biz atarız. Ateşe atlayın dersenız ateşede atlarıy.’’

                            İnsanın özgürlüğü ve onun kendisi karşısındaki sorumluluk, taahhüt ve görevleri konusunda adaletle muamele eden Kur’an’dır. Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır:

                            ’’Biz ona yolu yani (hukuku) gösterdik. Ya şükredici ya da nankör olur. Ona kalmış bir şey.’’(İnsan Sûresi. 3) ‘’Ona iki yol yani (hayır ve şer yolunu) gösterdik. Fakat o, (hedefe varmak ve yapılan iyilikleri yani (doğrulara) teşekkür etmek için sarp yokuşu geçemedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin?

                            Bir boynu (kölelik esirlik) zincirinden çözmek, yahut doyurmaktır açlık gününde akraba olan yahut hiçbir şeyi olmayan yetimi.’’(Beled Sûresi. 10-15). Kim de ahireti ister ve inanarak ona yaraşır biçimde çalışırsa öylelerinin çalışmalarının karşılığı veririz.’’(İsrâ Sûresi. 19.)

                            Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir.’’( Şura Sûresi. 30.) Vay haline o kimseler ki, kitabı elleriyle yazıp az bir paraya satmak için’ Bu Allah katındandır’ derler. Ellerinin yazdığından ötürü vay haline onların! Kazandıklarından ötürü vay haline onları!’’ (Bakara Sûresi. 79.)

                            Afınıza sığınarak bırda bir şey söylemek istiyorum, ama yine de herhangi bir suç islemeyeceğinden Allah’a sığınıyorum. Geçen günlerde internet sayfalarında bir yazı okumuştum. Yine de bu yazılan yazının içeriğine değinmek istemiyorum. Yazı Ehl-i Sünnet kardeşlerimizden birisine ait.

                            Yazıda da Hz. Ebu Tâlib (a.s.) hakında müslüman olup olmadığı idi. Değerli kardeşimiz kendi aklınca gerçek olmayan bir kaç tane yalancı hadisle onun yani Hz. Ebu Tâlib (a.s.) kafir olarak ölmüstür.

                            Deyimi. İşte yukarda anlatılan ayet ilkesinde para karşılığında Kur’an ayet ilkelerini yazıp satmaları. Bu söz hem Kur’an’a büyük bir hakaret ve hemde Hz. Peygamber (s.a.v.)’e büyük bir hakaret ve yine hemde Hz. Ebu Tâlib (a.s.)’a çok büyük bir iftira ve hakaret. İşte bunun gibi daha sayısızca kişilerin övülmesi gibi. Yazan. imam Dikmen

                            Yorum


                              Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                              Her gün aşura! Her yer Kerbela.

                              Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                              Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                              İmam Hüseyin (a.s.):
                              259

                              İkinci Etken:

                              Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
                              13


                              ‘’İnsanların kendi elleriyle kazandıkları suçlar (günahlar) yüzünden, karada ve denizde fesat çıktı.’’(Rum Sûresi. 41.) Kur’an’da insanın özgürlük ve serbestliğini dile getiren çok sayıda ayet ilkeleri mevcuttur. Kur’an’ı değiştirmek veya ona eklemelerde bulunmak hiç mümkün değildir.

                              Kur’an, Allah’ın hukuksal anayasas münezzeh olduğunu bozgunculuk ve karışıklık çıkarma fillerini kendisine yakışmamamız konusunda defalarca da uyarılarda bulunmaktadır.’’ Biz onlara zülmetmedik. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.’’ (Nahl Sûresi. 118.)

                              Yani denmektedir ki, şayet bir kısım insanlar azgınlık içine girmiş ve betbaht olup çaresiz duruma düşmüşler ise biz onlara zulmetmiş değiliz. Kendileri kendilerine zulmetmişlerdir...

                              Bu konuda yine Kur’an-ı Mecid’de bir çok ayet ilkelerinde belirtiler bulunmaktadır. Bu yalancılıkları karşısında doğru bir nokta olan bir diğer konu da şudur: İslam’da diğer milletlerde bulunmayan bir husus vardır. İslam bir insanı sadece Allah karşısında kendi şahsı açısından sorumlu görmemektedir. İnsan-ı Allah’a karşı sorumlu olarak gördüğü gibi kendi toplumuna karşı da sorumlu görmektedir.

                              Ma’rufu emir ve münkerden menetme işte budur. Açıkçası yani, ey insan, sen yalnızca yaratıcının zâtı karşısında sorumlu değilsin. Aynı zamanda toplum karşısında da sorumlu ve yükümlüsün. Şimdi böyle bir devlete bunları iddia ettiği anlamda’’ Kaza ve Kader dini’’ veya (devleti) denilebilir mi?

                              Allah bütün işleri yoluna koyacak, insan ise başıboş olacak ve hiç bir sorumluluğu olmayacak!! Olacak iş mi? bu? Kur’an’da bu tür bir kaza ve kader asla onaylamaz. Asla bözle bir görüşü kabul etmez. Aslında bu konu ve meseleler bu ayet ilkelerinde de daha ayrıntılı iki ayet ilkesinde daha Kur’an’da yeralmaktadır.

                              ’’Bir millet, kendi durumunu değiştirmedikçe Allah’da onların durumunu değiştirmez.’’(Ra’d Sûresi. 11.) Meşhur bir tabirle, bu ayet ilkesi oturup beklenti içinde olanlar için çok saf ve temiz bir su misalidir. Allah’ın devamlı bir şekilde işleri düzenlemesini bekleyip oturanların başına bu saf ve temiz su dökülür ve içinde bulundukları bu durumun yanlış olduğunu onlara hatırlatır. Ayet-i ilkesi kerimede tahkik ve te’kid harfları kullanılmıştır.

                              Yani, o halkın ve topluğun kendisiyle ilgili ve kendi içinde varolan durumu değişmedikçe Allah asla bir halkın veya toplumun durumunu değiştirmez, O halde Allah umursamazlık içinde olan bir toplumun durumunu onların yararına çevirmez. Acaba bundan daha güçlü ve kuvvetli bir sorumluluk bulunabilir mi? hele bu, toplum karşısındaki bir sorumluluk ise yine bu konu ve meselelerde geçmiş ümmetlerden birinin kaderi hakkında nazil olan iki diger ayet ilkesi kerimelerinde şöyle bir tavır kullanılmaktadır:

                              ’’Bu böyledir; çünkü bir millet kendilerinde bulunan yani (güzel meziyeti) değiştirmedikçe Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez.’’ (Tevbe Sûresi. 112) Ve bu ayet ilkesinde te’kid yani (vurgu) daha fazladır. Yazan. imam Dikmen

                              Yorum


                                Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                                Her gün aşura! Her yer Kerbela.

                                Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                                Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                                İmam Hüseyin (a.s.):
                                260

                                İkinci Etken:

                                Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
                                14


                                Burada maksat şudur ki: O topluluk kendi durumlarını değiştirmedikçe biz de onları değiştirdik.. Bu ayet ilkesindeki ’’Lem yeku muğayyiren (biz değiştirici değiliz)’’ cümlesine dikkat çekicidir. Yani Allah, böyle değildir ve O’nun ilahlığı da böyle olmamasını gerektirir.

                                Örneğin, siz’’ben böyle olmadım ve değilim’’ derken kendi şahsınızla ilgili bir vurguda bulunuyorsunuz demektir. Bu ayet ilkesinde de Allah’ın Allah oluşu, böyle olmamasını gerektirir. Diğer ikinci bir açıdan da bu ayet ilkesinde olan ilgisi açısından zikrediyoruz:

                                ’’Biz, elçi gönderdikçe (hiçbir kavme) azap edecek değiliz.’’ (Al-i imran Sûresi. 137) Ve yine burada buyrulmaktadır ki istenen şudur: Biz kendilerini bir delili olmaksızın azablandıracak değiliz.

                                Biz, ancak bir milleti, anlayıp kavradıktan ve bununla amel ettikten sonra azablandırırız...’’Onlar nefislerinde olanı değiştirmedikçe’’ ayet ilkesindeki bir incelik mevcuttur. Bu incelik, fiilen ma’lûm yani (etken) ve çoğul sigasında kullanılmış olmasıdır.

                                Fiil, meçhul (edilgen) sigasındakı kullanılmamıştır; şayet meçhul sıgasında kullanılmış olsaydı manası şu şekilde olurdu: Allah, kendileriyle ilgili durum ve vaziyetler değiştirmedikçe bir topluluk için ortada olan durum ve vaziyet değiştirmez. Bundan dolayı da durumu kendi elleriyle ve kendi özgür irade düşünceleriyle kararlaştırmaları gerekir.

                                Kendileri özgürce karar vermedikçe ve bunu dışa yansıtmadıkça içinde bulundukları durum bir sonuca ulaşmaz. İnsanlar, dışardan birilerinin gelip de durumlarını değiştirmelerini ve işlerini düze çıkarmasını beklememelidir. Kendisi için dişardan bir danışman getiren bir millet asla muvaffak olamaz.

                                Bir fikir, bir düşünce ve bir eylem planı olmalıdır; böyle birini kendi içinden seçmeli ve ne yapacaksa kendi içinde yapmalıdır. Bir millet ancak bu şekilde olduğu zaman ilahî rahmet ve yardımı bekleyebilir. Şayet bu ilahî yardımlar bu şekildeki boş beklemelerle gerçekleşecek olsaydı herhalde İmam Hüseyin (a.s.) b. Ali buna herkesten daha layiktı. Allah’ın, kendi rahmetini bu milletin üzerine indirmesini herkesten çok O’nun beklemesi daha uygun olurdu. Yazan. imam Dikmen

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X