Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


    Her gün aşura! Her yer Kerbela.

    Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

    Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

    İmam Hüseyin (a.s.):
    261

    İkinci Etken:

    Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
    15


    İmam Hüseyin (a.s.) ’’Bir millet kendi nefsindekini değiştirmedikçe Allah onları değiştirecek değildir.’’ Ayet ilkesinin gerçek anlamıyla yaşamak istiyordu ve yasadı.

    Olması gerekeni de uygulayıp bir değişiklikle kendi durumunda tıpkı Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.v.)’in yaptığı şekilde bunu göstermek istiyordu. Buna sözlerinde şöyle ifade ile dile getiriyordu:’’Basit ve normal işler birçok insanlar için basit ve normaldır.

    Fakat İslam hep bu tür işlerle devam bulmuyor.’’ Bazı konu ve meselelerde iş öyle bir noktaya geliyor ki ancak İmam Hüseyin b. Ali (a.s.) gibi hareket etmek ve sarsıtıcı bir tavır takınmak gerekir. Bu hareket İslam toplumunun tümünü sarsmalı, bunun etkisi asırlar boyu değişik şekillerde devam etmeli, yüzlerce ve hatta binlerce yıl sonra bile bu hareketlerin ilham kaynağı olmalıdır.

    ’’Nefislerdekini değiştirmek’’ buna denir. Bizde çocuklarımıza seviyoruz deyişimiz İmam Hüseyin (a.s.) çocuklarını sevmiyor muydu? Hiç bir şüphe bulunmamaktadırki O bizlerden daha çok çocuklarını seviyordu. Çünkü O, bizden daha insalcıl ve şefkat duyguları bizden daha fazlaydı:

    Hz. İbrahim Halil (a.s.)’a böyle değil miydi? Çocuğunu bizden daha mı az seviyordu? Tam aksine çocuğunu bizden daha fazla seviyordu. Çünkü daha insancıldı. Fakat bununla birlikte Allah’ı daha çok ve her şeyden daha fazla seviyordu. Allah karşısında hiç kimse ve hiçbir şey, hesaba katmıyordu... Bundan dolayıdır ki İmam Hüseyin (a.s.)’ın kıyamının değeri bütün kıyamlardan daha üstündür.

    Bu harekete bu üstünlüğü veren; onun her zaman tarih sahnesinde parlak olarak durmasına, diri kalmasına beşeriyet için ebedi bir ders olmasına ve benzeri olmayan bir hareket olarak tanınmasına sebep olan işte bu yöndür.

    Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.v.) İmam Hüseyin (a.s.)’ı sevmiyor muydu? da ona kerbela’da şehid olacak haberini veriyordu. O’nun bu kutsal İslam devriminin korunması için tekbir almasını öneriyordu. Burda düşünülmesi gereken konu ve meselede budur. Bu sebeptendir ki, ma’rufu emr ve münkerden nehyi İslamî değerler açısından ele alıp tanımalıyız. Bu nasıl bir esas olabilirnir ki, bu kadar büyük bir asalet ve kudrete sahiptir, İslam nazarında bu kadar önemlidir, İmam Hüseyin b. Ali (a.s.) gibi bir insanın bu yolda canını verecek, kendi kanını ve değer verdiği ailesinin ve dostlarının kanın bu mücadelede akıtacak ve dünyada eşi benzeri olmayan bir faciaya koşacak hale getirmiştir.

    Şimdi bizlerinde bindörtyüz yıl sonra da İmam Hüseyin (a.s.)’ın karşısında durup şuna şahitlik etmemizin tam zamanıdır:’’Şehadet ederiz ki sen namazı kıldın, zekâtı verdin, ma’rufu emredip münkerden nehyettin, Allah kanunların hukuksal anayasası için hakkıyla cihad ettin.’’ Yazan. imam Dikmen

    Yorum


      Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


      Her gün aşura! Her yer Kerbela.

      Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

      Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

      İmam Hüseyin (a.s.):
      262

      İkinci Etken:

      Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
      16


      Evet yine şehadet ederiz ki, sen namazı diri tuttun ve onu gereği gibi kıldım, zekât ve infakı tüm anlam ve rûkûnlarıyla yerine getirdin. Zira zekât, sadece para vermek değildir. Malın bir zekâtı vardır, konuşmanın bir zekâtı, fikir ve düşüncenin bir zekâtı ve bedenin de bir zekâtı vardır...

      Yani sana verilen bu nimeterden herbirini belirli miktarda Allah’ın kullarına vermekle bunun zekâtını vermiş oldun. Bakara Suresi ayet ilkesinde şöyle bir emir bulunmaktadır:’’Onlar ki gaybe inanıp namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.’’

      İmam Hüseyin (a.s.) ‘’kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler’’ cümlesinin ne demek olduğunu sorduklarında şöyle cevap vermişlerdir:’’Burada konu sadece mal ve servetle alakalı değildir. Aksine zekâtın gereklerinden biri de şudur ki, eğer siz bir alim veya bilim adamı iseniz, başkalarının bilmediği bir şeyi biliyorsanız yanınızda faydalı bir ilim var ise bunun zekâtı bu ilmi ihtiyacı olanlara ulaştırmanızdır.’’

      Şehadet ederiz ki, sen namazı dosdoğru kıldın, zekâtı gereği gibi verdin. Sen ma’rufu emrettin münkerden sakındırdın. Yani senin bu hareketin bütün yönüyle ma’rufu emr ve münkerden nahyetmedir. Sen Allah hukuksal anayasasının yolunda yapılması gerekeninin en büyüğünü yaptın Bizlere nasıl bir şekilde özgürlük mücadelesinin verildiğini öncülüğünü öğrettin.

      Her insanın Allah kanun ve kurallarının ne gibi bir şekilde yapıldığının gereğini önderi oldun, sen en iyi bir şekilde ne gibi bir şeyin yapılacağı baş kaldıracağını simgesini verdin. Ve yine burda çok ince bir nokta mevcuttur ki; bu da şehitliğin ne için olduğunu görmemiz konusundadır. Biz genelde bir hâkimin huzuruna onun bilmediği bir konu veya meseleyi ispat etmek için çıkarız. iddianın ispatı için örneğin,’’ Yazan. imam Dikmen

      Yorum


        Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


        Her gün aşura! Her yer Kerbela.

        Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

        Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

        İmam Hüseyin (a.s.):
        263

        İkinci Etken:

        Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
        17


        Ben bu beyefendinin falan kişiden şu kadar alacağı olduğuna şahidim’’ deriz. Acaba biz, İmam Hüseyin (a.s.) hakkında da böyle bir şeye mi? şahidlik ediyoruz? Hayır; bu konuda mânâ ve ilim ehl-i olan kişiler çok ince bir konuya temas etmektedirler.

        İnsan bazen bir konuyu söyler, fakat bunu anlatmak için değil, tam aksine karşı tarafa bunu kendisinin de anladığını ve doğru olduğunu anlatmak için yapar. Bazen de birileri karşısında bir şeye, onun da anlaması için şahitlik etmezsiniz. O bu konuyu zaten bilmektedir; sizin yaptığınız şahitlik ise bunun anladığını göstermektedir.

        Burada şahitliğin manası, o meseleyi ifade ve telaffuz etmektedir. Açıkçası yani demek istersiniz ki, senin hareketin ma’rufu emretme ve münderden nehyetme hareketidir... Burdan şunu anladım ki, siz Kûfe halkını davet etmek için kıyam etmediniz, siz sadece Yezid gibi bir zalime biat etmemek için kıyam etmediniz. Ortaya koyduğunuz hareket başka bir mesajı içermektedir ve başka bir hakikati taşıyordunuz.

        Sen, İslam’da başka bir esası icra ettin; o da ma’rufu ve münkerden nehiy idi. İnsan amelinin bir şekilde yönü, bir de ruhî yönü düşüncesi vardır: Bir işi ben ve siz aynı şekilde yapıyor olabiliriz. Örneğin her ikimizde namaz kılıyoruz ve infaka bulunuyoruz. Bunlar şekil açısından aynıdır. İkimiz de şekil olarak aynı şeyi yapıyoruz.

        Fakat siz bunları yaparken iyi niyet, huşu, muhabbet, aşk ve ruhî bir heyecan ile yapıyorsunuz; bense bu şekilde yapmıyorum olabilirim. İşte, sizin bu amelinizi kat kat üstün kılan bu ruhî yöndür. Birçok insan Alllah yolunda cihad etmiştir ve etmektedir ki, iyi de niçin?’’

        İmam Ali (a.s.)’ın Hendek günü indirdiği darbeler, sakaleyn ibadetinden daha fazla faziletlidir.’’ Niçin İmam Ali (a.s.)’nın bir darbesi bu kadar değer buluyor? Bu, ariflerin deyimleriyle, İmam Ali (a.s.)’nın fenafillah oluşundandır.

        O’nun yaptığı iş öyle bir noktadadır ki, düşman O’nun mübaret yüzüne tükürünce orada kızgınlığının etkisi ameline yansır düşüncesiyle düşmanın kafasını kesmekten vazgeçmiş, kendi varlığını gözününde bulundurmamıştır, yanlızca Allah’ın varlığını gözününde bulundurmuştur. Yazan. imam Dikmen

        Yorum


          Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


          Her gün aşura! Her yer Kerbela.

          Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

          Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

          İmam Hüseyin (a.s.):
          264

          İkinci Etken:

          Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
          18


          Bu yönü sadece Allah’ın velileri ve nebilerinin amellerinde görmek mümkündür. Bu amelin vasıflarını Kur’an ayet ilkelerinde şöyle açıklanmaktadır: ‘’(Bu alışverişi yapanlar) Tevbe eden, ibadet eden, hamdeden, seyahet eden, rûkû eden, secde eden, ma’rufu emredip münkerden nehyeden ve Allah’ın yasaksal kanunlarını uygulayan (onları çiğnemeyen) insanlardır. O müminleri müjdeler.’’

          Buradaki ’’Ma’rufu emredip münkerden nehyetme’’ cümlesinin kaç özellikten sonra geldiğine dikkat edin. ‘’Tâibûn’’, Hakk’a doğru yönelenler ve arifler, sûlûk’un birinci durağının tevbe olduğunu söylerler. Çünkü tevbe dönüş demektir, değişikliğe uğramak demektir.

          Bir defa Hakk’ın yoluna girer ve tevbe eden sonra sadece Allah’a kulluk ederler, başkasına asla. Allah, onların varlıklarına hâkimdir. Yalnızca Allah’ın emrini ve yalnızca O’na ibadeti kabul ederler. Allah’tan gayrısını asla övmezler. Esasında başka bir varlığı övgü ve senâya layık görmezler.

          Sadece ce sadece Allah’ı över ve O’ndan yardım dilerler.’’Es Sâlihûn’’; seyahat ederler. Seyahat konusunda tefsirlerde değişik görüşler mevcuttur. Kimileri bunun oruç anlamına geldiğini söylemişlerdir. Yani oruç esnasındaki ruhî seyahat. Fakat bir çok araştırmacı bunu kabul etmemiştir. Değerli ustadlardan Allame Tabatabaî El-Mizân’da bu görüşe katılmayarak şuna ihtimal vermişlerdir.’’Maksat, yeryüzünde dolaşanlar olmalıdır.

          Zira Kur’an insanları yeryüzünde dolaşmağa davet ediyor. İslam, insanın düşüneceği, ibret alacağı, tarihi ve dünyayı algılayacağı, düşünüp ders alacağı bir eyahatı onaylamaktadır. Nitekim kur’an da şöyle buyurmaktadır:’’Yeryüzünde dolaşın da yalanlayıcıların sonu nasıl olduğunu görün’’ ‘’Sâihûn’’; yani tarih üzerine araştırma yapan, beşeri toplumlar ve yaratılış kanunu üzerine araştırma yapanlar, fikir ve düşüncelerinde aydınlatıcı bir yapıya sahip olanlar demektir.

          Daha sonra Kur’an, ibadetin özelliklerinden ikisini daha zikrediyor: Rükû ve secde rablerini tesbih edenler. Rükûda iken, ‘’Subhane rabbiye’l-azim ve bihamdih’’, secde de iken de, ‘’Subhane rabbiye’l-a’la ve bihamdih’’ derler. Bu kimseler, böyle bir ruh ve düşünceyle, bu tür manevi bir sermaye ve azıkla toplumu ıslah etme salahiyetine sahiptirler. Ancak böyle kimseler toplumu ıslah edebilirler. Salih olan ve ıslah etme amacını taşıyan kimseler, terbiyeli ve edebli olan kimseler ancak ıslah edebilirler. Yazan. imam Dikmen

          Yorum


            Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


            Her gün aşura! Her yer Kerbela.

            Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

            Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

            İmam Hüseyin (a.s.):
            265

            İkinci Etken:

            Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
            19


            Evet çalışmalarızı İmam Ali (a.s.)’ın o güzel muteşem sözleriyle devam etmeye çaba göstermeye çalışacağız. Çünkü İmam Ali (a.s.)’ın makamının yüceliği hakında ister Kuran’ı Kerim ayet ilkeleri olsun isterse Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından nakledilen hadisler doğrultusunda o güzelim takvaları iletişimindeki değerleri olsun. Çok önemli mesajlar içermektedir.

            İmam Ali (a.s.)’ın Nehc’ul-Belağa’da şöyle buyurmaktadırlar: kendisini insanların önderi ve yolgösterici olarak kabul edenler ilk etapta kendilerini düzeltmelidirler. Önce kendi nefislerini terbiye etmelidirler, kendi nefislerini hesaba çekip ıslah etmelidirler.

            Ancak salih bir kişiliğe sahip oldukları zaman kendilerini topluma yol gösterici, eğitici, kurtarıcı vaiz, öğretmen ve terbiyeci liyakatına sahip görebilirler. Kendisini terbiye eden bir kimse, başkalarını talim ve terbiye eden kimseden çok daha saygıdeğerdir. Çünkü insanın kendisini islah etmesi daha zor ve daha önemlidir. Yine İmam Ali (a.s.) şöyle buyurmaktadırlar:’’

            Hakkı dille söylemenin çerçevesi her şeyden geniştir; fakat amel meydanının çerçevesi her şeyden daha dardır.’’ Ne büyük cümleler! Emirul-müminin’in bu sözleri altında harflerle yazılsa bile azdır. Onları gönüllere nakşetmek gerekir. Hakk ve adaleti söyleme safhası, dile getirme merhalesi her şeyden daha geniştir.

            Eğer insan konuşmak ve bir şeyi dile getirmek isterse bu her şeyden çok hakk etrafında olur. Fakat amel meydanına gelince hakk meydanından daha dar bir meydan olamaz. İşte bu noktada insan bu işin ne kadar zor olduğunu görmektedir.

            Hakkında çok çok konuşabileceği bir konu veya meseleye amel meydanında sıra geldiğinde bir adım bile atmanın çok zor olduğunu farketmeldir.’’Kendi nefsini edeb ve terbiye eden kişi başkalarını edeb ve terbiye edenden daha üstündür.’’ Yazan. imam Dikmen

            Yorum


              Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


              Her gün aşura! Her yer Kerbela.

              Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

              Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

              İmam Hüseyin (a.s.):
              266

              İkinci Etken:

              Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
              20


              Burada konu edilen Kur’an, tüm bu sıfatlardan sonra şöyle buyurmaktadır: ’’Ma’rufu emrederler ve münkerden nehyederler.’’ Bunlardır ancak, hayrı yayma yolunda şer ve fesatla mücadeleye yönelebilecek olanlar. Böyle bir selahiyete sahip olanlar sadece böyle kimselerdir.

              Sizce bunda altın anlamındaki sözlerden Muaviye veyahut Yezid gibi bir zalimde bu takvalar varmıdır ? bunlar bu gibi önemli makamlarda oturma saliyetini elde edebilirler mi? düşünülmesi gereken konu ve meselelerde bunlardır?...

              Mü’minler müjde ver, eğer tevbe eden, ibadet eden, seyahat eden secde ve tüm bunlardan sonra ma’rufu emir ve münkerden nehyeden olurlarsa muvaffak olacaklardır. Ama bu vasıfların tümünü taşıdıkları halde ma’rufu emir, münkerden nehyetme vasıfını taşımıyorlarsa onları bırak. Çünkü hiçbir yere varamazlar. Ve eğer ma’rufu emir ve münkerden nehy etmeye vasfını taşıyor olmalarına karşın tam bir karmaşa içindeyseler, yani tevbe etmeği emretmelerine rağmen kendileri daha az tevbe ediyorlarsa yine onları bırak.

              Emiru’l-mü’minin imam Ali (a.s.) şu hadisi şerifleriye devam edelim: ‘’Allah lanet etsin kendisi terkettiği halde ma’rufu emredene ve kendisi yaptığı halde münkerden nehyedene.’’ (Nehcu’l-Belağa, 129.ncu Hutbeleri.) Açıkçası yani, tevbe edenlerden olmayan, ibadet eden, rükû eden secde eden ve hamdedenlerden olmadıkları halde ma’rufu emredip münkerden nehyedenlere Allah lanet etsin.

              İşte burda düşünülmesi gerekem en önemli etkenlerden islam hukukunda vacipleri yerine getirilmeden Hz. Muhammed (s.a.v.)’ın makamında oturup O’nun o kutsal görevini ima edenler bu konun içindedir. Ve ayreten de o makamı işgal edip fetvalar verip kendilerini belirli bir adaletin üstünde olduklarını temsil eden kişilerin İmam Ali (a.s)’ın dediği laneti hakk etmiş olacaklardır.

              Henüz bu merhaleleri katetmedği halde ma’rufu emredip münkerden nehyetmeğe kalkışanlara Allah lanet eder. Arifler bu meseleler ve konularda bir tabir kullanır ve şu ifadeler iddia ederler:’’Sülûk ehlinden dört çeşit hukuk mevcuttur.’’ Yazan. imam Dikmen

              Yorum


                Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                Her gün aşura! Her yer Kerbela.

                Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                İmam Hüseyin (a.s.):
                267

                İkinci Etken:

                Kûfe Halkının Daveti Üzerinde Biat:
                21


                1. Halktan, yatatılanlardan Hakk’a doğru gidiş, 2. Hakk’ta Hakk için seyir ilahî düsturları elde etme, 3. hakk’tan Halk’a gidiş, yani insanları irşad etme amacıyla seyir, 4. Halkta Hakk için gidiş. ( Değerli Ehl-i Sünnet alimlerinden Esfâr-ı Molla Sadra, cilt. 1, sayfa. 13. Kur’an-ı Mecid, geçmişteki bazı toplumlardan sözederken; içlerinde kendilerini ıslah edecek bir gücü bulundurmamaktan, ma’rufu emir ve münkerden nehiy esasını yerine getirecek bir gücü bulundurmamaktan dolayı parçalanıp yok olan toplumları bizlere açık bir şekilde hatırlatmaktadır.)

                Evet bizimde burda söylemek istediklerimiz şunlardır: Ancak o menzillere varmış olan ve kendisinin varmış olduğu bu yerlere insanları da götürmek için görevli olan kimseler rehberlik etmeğe, yolgösterici olmağa ve ma’rufu emredip münkerden nehyetmeye layıktır.

                Burda kast etmek istediğimiz ma’rufu emreden münkerden nehy edip İslam hukuksal anayasasını terk etmeyip belirli bir İslam mücadelesinin başlangıcını oluşturan İmam Hüseyin (a.s.)’ın hareketinin asıl değerini ma’rufu emreden münkerden nehyetme esasından aldığı kesin olarak anlaşılmaktadır. Artık bu esası çok iyi anlamak gerekecektir.

                Acaba bu ma’rufu emr ve münkerden nehy esası ne kadar mühimdir ki İmam Hüseyin (a.s.) b. Ali bu hukukta şehid olmuş ve O’nun gibi şahşiyetler de bu hukuk yolunda kendilerini kurban etmişlerdir? Evet, ma’rufu ve münkerden nehiy esası İslam’ın ayakta kalabilmesi için tek ve en temel esastır. Şayet bu esas olmazsa İslam diye bir şey de olmayacaktır.

                Düşün ki bir bina veya fabrika daha otesine giderek otomobiliniz vardır. Bunların araştırma ve inceleme yapılmadan, mütehasıs bir mühendis olmaksızın nasıl yapılabileceğini tahmin edebilir misiniz? Bu esaslar olmaksızın onların işlev görmesi mümkün değildir. Toplum da böyledir, ve hatta onun ihtiyacı yüz kat daha fazladır. Doktora ihtiyacı olmayan bir insan görebilir misiniz?

                İnsan ya kendisi bedeninin doktoru olur ya da bir başkası. Eğer ihtisas sahibi insan göz, kulak, boğaz, burun, mizac, sinir vesaire tıp dallarını önemsiyorsa bunun sebebi, bu bilim dallarının vücudu gözönünde bulundurmasıdır. Bundan da dolayı insan, bedeni açısından doktora ihtiyaç hisseder. Peki, toplumun bakım, araştırma ve inceleme istemediği söylenebilir mi? Acaba böyle bir şeye imkan var mı? Asla! Bundan dolayı İmam Hüseyin (a.s.) b. Ali, ma’rufu emir ve münkerden nehiy yolunda öldürüldü.

                Yani İslam’ın bekâsı için temel esası teşkil eden bir esastan dolayı; öyle bir esas uğruna ki, eğer bu esas olmazsa toplum parçalanacak, fırkalara ayrılacak, yokolup ortadan kalkacaktır. Bu esasın ortada olmadığı esnada toplum da sahip olduğu değerleri kaybedecektir. Bunun için bu esas o kadar önemldir ki, İmam Hüseyin b. Ali (a.s.) gibi birisi bu yolda şehid olup İslam anayasasının değerini verecekti. Yazan. imam Dikmen

                Yorum


                  Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                  Her gün aşura! Her yer Kerbela.

                  Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                  Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                  İmam Hüseyin (a.s.):
                  268

                  İmam Ali (a.s.)’ın 129.ncu Hutbelerinin Metni:

                  Canımızdan daha değerli olan mevlamız seyidimiz önderimiz İmam Ali (a.s.)’ın bu değerli hutbelerindeki insanlara vermiş olduğu mesajın ne anlama geldiğinin içeriğine girmeden metni’ni vermek bizin araştırmacı olarak temel ilke görevimizdir.

                  Bunun açıklanması ve doğru algılanması inanan insanları kendi fikir ve düşüncelerin özgürlükleriyle ilgilidir.

                  ‘’Ey Allah’ın Kulları! Siz ve bu dünyadaki arzularınız eceli belli olan yerde konuklayan veya ödeme zamanı geldiğinden alacaklıları alacağını istemeye gelmiş borçlularsınız. Ömrünüz tükeniyor, yaptıklarınız yazılıp sayılıyor. Nice çaba gösterenler kaybetmiş ve nice zahmet çekenler zarar etmişlerdir...

                  Hayrın yüz çevirip uzaklaştığı, şerrin yönelip yaklaştığı, şeytanın da insanları helak etmeyi umduğu bir devirde yaşıyorsunuz. Şeytan kuvvetlenmiş, ordusu çoğalmış, düzeni her yana yayılıp etrafını kuşatmış avlaması kolaylaşmıştır. Çevrenizdeki insanlardan dilediğine bak; yoksulluk içinde kıvranan fakirden, küfrü Allah’ın nimetiyle değişmiş zenginden, malını çoğaltmak için Allah’ın hakkını vermeyen cimriden, kulağını öğütlere sağır eden azgın inatçıdan başkasını görebilir misiniz? Nerede iyileriniz, salihleriniz? Nerede hürleriniz, cömertleriniz? Nerede, kazançlarında titiz davranıp sakınanlarınız, dinlerinden kötülük ve günahı giderenleriniz?

                  Hepsi şu çabucak geçen, meşakkatle yaşanan bayağı dünyayı terk edip gitmedi mi? Dudakların; küçük görülsün ve unutulsunlar diye haklarında sadece kötülemek için kıpırdadığı en kötü ve aşağılık insanlar olarak mı yaratıldınız? O halde ’’İnna lillah ve inna ileyhi racıun’’ demek gerekir.

                  (‘’ Biz Allah’tan geldik ve yine O’na döneceğiz!’’ (Bakara Sûresi. 156.)

                  Evet değerli araştırmacı ehl-i olan ve olmayan Müslüman ve gayri müslimler bu değerli hutbedeki sözlerin özgürlük düşünce doğrultusundaki anlamlarının içeriğine girmeden sizlere metnini sunduk. Bunun ne anlama geldiğinin içeriğini sizlerin düşünmesini daha uygun görduk.

                  Umarım yarın yani kısa bir zaman birimi olan yaşantınızın sonucundaki mahkemi kibriya döneminde sorulan sorulara kendiniz cevap verebileceksiniz. Çünkü bundan asla çıkış yolu bulunmacaktır.

                  Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v.)’ın dediği gibi: ‘’Ben ilmin şehriyin İmam Alli (a.s.)’da kapısı. Bana varmak ve benim yüzümü görmek ancak ve ancak imam Ali (a.s.)’ın kapısından geçer. Bunu iyi düşünün isterseniz İmam Ali (a.s.)’ı kendinize imam olarak kabul edin isterse Kur’an’ın ve benim emirlerine itaat edip ve etmeyin ilahiki sizler bu kapıdan bana varmak zorundasınız.

                  Ben Allah’ın emr-i ma’rufu ve nehiy münkerden sizleri haberdar ettim. Sizlerde bunu düşünerek kabul ettiniz. Ama benim yaşantımdan sonra hem Kur’an’a ve hemde benim itretim olan Ehl-i Beyt’ime ihanet ettiniz. Elbette karşılığını göreceksiniz.’’ Yazan. imam Dikmen


                  Yorum


                    Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                    Her gün aşura! Her yer Kerbela.

                    Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                    Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                    İmam Hüseyin (a.s.):
                    269

                    Ma’rufu Emir ve Münkerden Nehyin Şartlarının Belirlenmesi: 1

                    Kur’an ve Ehl-i Beyt araştırmaların ma’rufu emir münkerden nehy kelime kavramların açıklanmasından sonra belirmek istediğimiz önemli bir kelime kavramı olan ma’rufu emir münkerden nehy kelime kavramlarını oluşturan şartların ne anlama geldiğini geniş çaplı bir özek özelliğini gündem konusunu yapmak.

                    O’nun içinde bu değerli farziyeti oluşturan kelimelerin Kur’an’da ayet ilkelerinden de açıklıkla ilke konumunu oluşturan hukuksal maddesel anlamların maddeler halinde işleyip bunlara değer vermek olacaktır.

                    Kur’an ayet ilkelerindeki iyiliği Emretmek ve Kötülükten alıkoymak sitersek ne gibi bir tür şartlara sahip olmamız gerekir? İyiliği emir ve kötülüğü nehyi ne şekilde uygulayabiliriz. Birincisi ister bir beşeri devletleşme şekilliği olsun isterse de islam-i bir devletleşme kavramı olsun ma’rufu emir nedir ve münkerden nehiy ne manaya gelir?

                    Şartların oluşturmasındaki değerini anlamak gerekir.İslam ma’rufu emir olgusunu eşyaya, ibadetlere, uygulamalara, ahlaki niteliklere, ailevî ilişkiler gibi özelliklere has kılmadığından ve sadece bunlarla sınırlı tutmadığından burada genel bir kavramdan sözetmiştir.

                    ’’Ma’rufu’’ kelimesi genel bir kelime olup her türlü iyiliği ve hayır işlerini içine alır. Karşıtı ise her türlü kötü ve çirkin eylemlerdir. Ma’rufu emir, iyiliği emretmektir. Yani devletin alt veya üst sevyesinde kurulan tüm anayasal kanunlara uygun bir şekilde hareket etmektir.

                    Münkerden menetmek de devlet ilkeleri içinde tüm kötülükten yani anarşist olaylarından çirkinliklerden alıkoymak ve bu eylemlerin önüne set çekmektir. Fakat bu emirlerden tek maksat nedir? Bilincini aramak olacaktır. Acaba ma’rufu emir ve münkerden nehiy sadece lafzen söyleme merhalesinden mi? ibarettir?...

                    Açıkçası yani, acaba ma’rufu emir ve münkerden nehiy sadece dille mi yapmak gerekir? Hayır asla ve kesinlikle böyle değildir!!... Allah’ın Resulü ya da Emiru’l-Mü’minin veya tüm İslam fakihlerine’’acaba ma’rufu emir ve münkerden nehiy dille söylemek mi sınırlıdır?’’ diye soracak olursanız vereceğimiz cevab şu olacaktır:’’

                    Hayır; ma’rufu emir ve münkerden nehiy hem yüreklerde olmalı, hemde dille olmalı ve hem de eylem planında olmalıdır. Bir müslüman bütün bir varlığıyla ve sınırlarıyla tamamıyla ma’rufu emir, münkerden nehyeden bir görüş ve yapıya sahip olmalıdır. Bu tam zıtını uygulayan asla Allah ile müslümanlıkla bağlantısı bulunmamaktadır. Yazan. imam Dikmen

                    Yorum


                      Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                      Her gün aşura! Her yer Kerbela.

                      Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                      Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                      İmam Hüseyin (a.s.):
                      270

                      Ma’rufu Emir ve Münkerden Nehyin Şartlarının Belirlenmesi: 2


                      Emiru’l-Mü’minin imam Ali (a.s.) ’’Kur’an, yeryüzünde yaşayan kimileri için ölü diye sözetmektedirler. Bunun kesin anlamı ne demektir sizce? ’’Meyyitu’l-ahyâ’’, yaşayanlar arasında ölü kimdir?’’ diye sorulduğunda muhbaret şöyle buyurmuşlardır:’’İnsanlar birkaç grup ve sınıftırlar. Kimi insanlar kötülükleri gördükleri zaman kendi içlerinde üzüntüye kapılırlar ve kemikleri sızlar. Dilleri ile de bir şeyler söylerler ve bu kötülüğe karşı konuşurlar.

                      İrşadda bulunurlar. Bu merhaleyle de yetinmezler ve işin eylem planına girerler. Ne tür bir eylem olursa olsun. İster şefkatle, isterse şiddetle, tekme veya tokatla.

                      Yani bu kötülüğü ortadan kaldırmak için ne gerekiyorsa bunu yaparlar. Bu tür insanlar tam manasıyla diridirler. Fakat toplumun içinde bir sınıf da vardır ki bir kötülük gördüklerinde yürekleri yanar, dilleriyle de feryadu figan ederler, nasihat ve tavsiyelerde bulunurlar. Fakat iş amel, eylem ve yaptırım noktasına gelince bunu yapmazlar. Bu tür insanlar eylem adamı değildirler. Bu sınıfın varlığında hayat ve yaşamdan iki haslet mevcuttur.

                      Fakat bir haslet mevcut değildir. Yani bunlar ilk ikisini tamamıyla yerine getirmiş, ama sonucusunu yerine getirmemiştir. Bu da bir sınıftır. Herhangi bir kötülük karşısında yürekleri yanan, fakat bunun ötesinde bir şey yapamayan kimselerdir bunlar. Kötülükler karşısında yürekleri yanar. Fakat bu daha öteye gitmez.

                      Sadece yüreklerinde kalır. Örneğin gazetede halkın bayram gününde İmam Hüseyin b. Ali (a.s.)’a saygı göstermek istenmediğini okurlar. Yas günlerinde İmam Hüseyin (a.s.)’ı anmak istemediklerini okurlar. Oysa bu ülke İmam Hüseyin (a.s.)’ın ülkesidir, bu millet İmam Hüsyin (a.s.)’ın milletidir.

                      Bizlerde bu değişik kültürlerden yararlandık ve hâlâ da yararlanmaktayız. İmam Hüseyin b. Ali (a.s.)’da bu ülkenin ve bu milletin şiarıdır. Halkın böyle bir yas gününde uygun olmayan yerlere gitmesi İmam Hüseyin b. Ali (a.s.)’a ihanettir. Yazan. imam Dikmen

                      Yorum


                        Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                        Her gün aşura! Her yer Kerbela.

                        Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                        Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                        İmam Hüseyin (a.s.):
                        271

                        Ma’rufu Emir ve Münkerden Nehyin Şartlarının Belirlenmesi: 3


                        Evet, bu sınıf ve sınıflar örneğin böyle bir durumu görür ve bundan büyük bir rahatsızlık duyar, ama yanındaki arkadaşına,’’Kardeş, imam Hüseyin (a.s.)’a karşı saygını koru. Her ne kadar bu güne kadar bizleri İmam Hüseyin (a.s.)’i korumadıysak da bizi bugünlere taşıyan bu İmam Hüseyin (a.s.)’ın hareketidir’’ deme cesaretini kendinde bulamıyor.

                        Değerli Ehl-i Sünnet ulemalarından olan değerli Ustad Muhammed Lahorî’nin deyimiyle, Müslümanlar hiçbir zaman İslam’ı korunmamışlardır. Tam bunun aksine daima İslam Müslümanlaru korumuştur.. Büyük bir tehlike ülkeyi tehdik altına aldığı zaman görüyoruz ki İmam Ali b. Ebû Talib (a.s.) Nehcu’l—Belağa ve İmam Hüseyin b. Ali (a.s.)’nin işaret ettiği noktaya geliniyor.

                        Bizlerde Kur’an ve Ehl-i Beyt’in Gemiye bindikleri zaman, devlet yalnız Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar. Fakat (Allah) onları sâlimen karaya çıkarınca hemen (O’na) ortak koşarlar.’’ (Ankebut Sûresi. 65.) diye nitelendirdiği bir insan topluluğuyuz. İnsanlardan bazıları vardır ki gemilerine bindiklerinde ve onları bir tufan karşıladığında hemen ‘’Allah Allah’’ sedaları yükselmeğe başlarlar. Kurtulma ümidiyle Allah’tan başka hiçbir şeyi düşünmezler.

                        Fakat bu içten gelen duygularına rahmen kutulup karaya çıktıklarında ve herhangi bir tehlike duymadıklarında tamamıyla Allah’ı unuturlar. Ve hatta müşrik ve inkarcı dahi olurlar. Ma’rufu emir ve münkerden nehyin derecelernden birisi de çocuklarınızın isimlerini koymada dikkatli olmamızdır. Yani çocuklarınıza İslam’i isimler takın ve gayri İslam’i isimlere karşı mücadele edin. Yazan. imam Dikmen

                        Yorum


                          Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                          Her gün aşura! Her yer Kerbela.

                          Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                          Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                          İmam Hüseyin (a.s.):
                          272

                          Ma’rufu Emir ve Münkerden Nehyin Şartlarının Belirlenmesi: 4


                          Bu da münkerden nehy demektir. Çocuklarınızın, okullarınızın, hastahanelerinizin, şirket ve kuruluşlarınızın isimleri bile İslam-ileştirilmeye çabalamalıyız. İslam’ın dilini diri tutun. Arab dili bir kavmin dili değildir. İslam’ın dilidir. Şayet Kur’an olmamış olsaydı böyle bir dil asla dünyada bu derece yaygınlık kazanmazdı.

                          Ayrıca da Arab diliyle mücadele etmek harflerle mücadele etmek değildir. Aksine Kur’an’la mücadele etmektir. Arab diliyle mücadele edenler, Kur’an’ı toplumun içinden çıkarıp bertaraf etmek istiyorlar. Bir kültür ve medeniyetin diri ve zinde kalmasının ilk şart, dilinin diri ve zinde kalmasıdır.

                          Zira onun dili ölür ve ortadan kalkacak olursa o da ölmüş demektir. Arab diline karşı yapılmakta olan bu açık mücadelenin idrakında olmalısınız. Bunun akletmeli ve bilmelisiniz ki vallahi bu mücadele İslam’a karşıdır. Allah’a yemin olsun ki bizler İslam’ın dili olan bu Arab dilini korumakla yükümlüyüz.

                          Kendimizi ve çocuklarımızı bu dili öğrenmekle yükümlü tutalım. Herkes bu dili öğrensin. Sadece zarar etmemekle kalmaz dahası da fayda sağlamış oluruz. Arab dili,, dünya dilleri arasında diri olan bir dildir. Bir düşünün ki İngiliz dilinin reklamı o dereceye yapılmaktadır ki bu dil tüm ailelerimizin içine nüfûz etmiştir. Acaba bunu niçin yapmaktadırlar?

                          Bize acıdıklarından mı? Yoksa adetlerini geleneklerini, kültür ve düşüncelerini içimize sindirmek isteyişlerinden mi sizce? Sahip oldukları medeniyet ve yapılarını bize aşılamak ve ruhumuzu parçalamak için mi? Biz Müslümanlar ne kadar gafil olduk ve bu gafletimizi sürdürmekteyiz.

                          Sadece biz Türkler değil, İslam dünyasının her neresine gitseniz Müslümanların asırlardır uykuda oduklarını görürsünüz. Değişik ülkelerden gelmiş iki müslümanın Mekke ve Medine’de birbirleriyle konuşmak istediklerinde birbirlerinin dilini anlamamaları ve düşüncelerini İngilizce olarak ifade etmelerinin ne kadar ayıp ve üzüntü vericidir, bir durum olması gerektiğinin farkında mıyız acaba? Bu halimiz üçyüz, dört yüz yıllık bir durumdur.

                          Müslüman ülkelerini Emperyalist ve faşist güçler işgal etmiş. Biz müslümanlarsa buna bakıp gülüyoruz. Bununlada yetinmiyerek onlara bir zulmüde biz yapmaya çalışıyoruz. Acaba bu kadar zaman yetmez mi? ve artık birazcık olsun uyanıp bu durum karşısında kıyam etmemiz gerekmez mi? Kendimize gelmemizin zamanı gelmedi mi? acaba?

                          Elbette insanın Müslümanların yavaş yavaş uyanış dönemine girdiklerini görmesi sevindirici bir şeydir. Yazan. imam Dikmen

                          Yorum


                            Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                            Her gün aşura! Her yer Kerbela.

                            Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                            Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                            İmam Hüseyin (a.s.):
                            273

                            Ma’rufu Emir ve Münkerden Nehyin Şartlarının Belirlenmesi: 5


                            ’’Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten menedersiniz ve Allah’a inanırsınız.’’ (Al-i İmran Sûresi. 110.) Bu büyük vazife iki önemli esas ve konu ve iki temel şarta sahiptir. Bunlardan birincisi, rüşd, uyanıklık ve basirettir. Ma’rufun hangisi olduğunu bilmemiz gerekir.

                            Bu haber alma ve bilinçlenme sahibi ve gücü, ruhbilimi ve toplumbilimi insanın nasıl ma’rufu emredip münkerden nahyedeceğini anlamasını ister. Ma’ruf ve münker yolunu biribirinden ayırmasını, ma’rufun nerede olduğunu, münkerin hangisi olduğunu görmesini, münkerin kökünü nereden kaynaklandığını insana öğretir.

                            Bundan dolayıdır ki din yani (devlet) öncüleri cahil bir kişinin ma’rufu emir ve münkerden nehy yapmamasının daha iyi olduğunu söylemişlerdir. Niçin? ‘’Çünkü onlar ıslah etmekten çok daha fesat çıkarırlar.’’ Çünkü cahil bir yönetici ve kimse ma’rufu emir ve münkerden nehyetmek istediğinde iyi yapamayacağı yerde daha da kötü bir sonuça yolaçabilir. Bu konu hakkında müsamaha ve yumuşak uygulamalar çok fazladır. Her ne kadar bu görev ortadan kalkıyor değilse de bizler kalkıp ‘’Biz cahiliz, cahil olduğumuz için de bu yükümlülük üzerinden’’ diyerek bir kenara çekilemeyiz.

                            Burada Kur’an şu cevabı verir: ‘’Helak olan açık delille helak olsun, yaşayan da açık delille yaşasın.’’ (Enfal Sûresi. 42.ci ayet ilkesi ve Nisa sûresi. 163.cü ayet ilkesi.) ‘’Hz. Peygamber (s.a.v.) geldikten sonra insanların Allah’a karşı bahaneleri kalmasın.’’ (Nehcu’l-Belağa, 32.ci Hutbe.) İmam-i Masum’a insanlardan bir kısmının cahil olduğu söylendiğinde şöyle karşılık vermişleridir.

                            Biz burda İmam Ali (a.s.) 32.ci hutbelerinden iki yorum açısından mana verip yorumlamaya çalışacağız. Nasıl bir şekilde değerlendirileceğinizde siz kendi düşünce istekleri doğrultusunda olacaktır:

                            Kıyamet gününde ilmiyle amel etmemiş bir kişiyi getirirler. Ona sahip olduğu ilmiyle amel etmediği sorulur. Cevab veremez. Elbette bu kişi lâyık olduğu o kötü ve korkunç yerine gidip varacaktır. Daha sonra bir başka kişiyi getirirler. Ona da niçin amel işlemediğini sorulur. Şöyle cevap verir: Ben bilmiyordum ve anlamıyordum.

                            Acaba bilmemek ve anlamamak mazeret midir? Niçin öğrenmek ve anlamak için çaba harcamadın? Aalah’u Teala bu akıl ve düşünceyi ne için yaratmiştır? Elbetteki gidip öğrenmen ve düşünce kurman için. Sen sadece kendi içinden bulunduğun anın durumunu kavrayabilen değil, aksine kendinden sonraki anı, geleceğini de kavrayıp anlayabilen kişilerden olmalısın...

                            Evet Hz. İmam Ali (a.s.)’ın zamanındaki insanları kınayarak şöyle buyurduğunu naklediyorlar:

                            ‘’Ey insanlar! (ehl-i) çok inatçı be nimetlere karşı nankör bir zamanda sabahladık. (Bu zaman’da) iyiler kötü sayılıyor, zalim zulmünü isyanını arttırıyor. Bildiğimiz şeylerden faydalanmıyor, bilmediklerimizi sormamakta ve musibet bela gelip çatmadıkça da korkmamaktayız.’’ Yazan. imam Dikmen

                            Yorum


                              Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                              Her gün aşura! Her yer Kerbela.

                              Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                              Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                              İmam Hüseyin (a.s.):
                              274

                              İnsanlar dört kısımdır: 1

                              Bir kısmı ruhları zayıf, kılıçları kör ve malı mülkü ekonomik durumu az olduğu için yeryüzünde fesat bozgunculuk çıkarmazlar.

                              Bir kısmı da kılıcını çekmiş, kötülüğünü açığa vurmuş, yaya atlı tüm adamlarını toplamış, fitne fesat için kendini hazırlamış, devletinin yani (dini) yok edip gitmiştir. Bütün bunları da elde edceği mal veya başbuğu olduğu atlılar yani (ordu) veya kendini yüceltecek bir minber edinmek için yapar. Dünyayı nefsi için bir değer görmen ve (dünyayı) Allah’ın indinde olanlara tercih etmen ne de kötü ticarettir...

                              Bir kısmı da dünyayı ahiret ameliyle yani (ibadet ve kulluğunu gösteriş yaparak) ister ve ahireti ise asla dünya ameliyle (gerçek, ibadet, zühd ve takvayla) talep etmez. Kendini mütevazi gösterir, adımlarını (zararsız insanlar gibi) birbirine yakın atar, (ibadet için) eteğini toplar, kendini emin güvenilir kılmak için süsler. Allah’u Teala’nın örtüsünü de günahlara bir vesile kılar.

                              Bir kısmı da hiç bir yüceliği olmadığından ve bir makam ve mevkiye ulaşacak aracı yani imkanı bulunmadağından evinde inzivaya çekilmiş, artık arzularına ulaşamaz bir halet içinde bu kaldığı haliyle de kanaat ehl-i görünür ve zühd elbisesine bürünür. Halkbuki ne geceleri ne de gündüzleri kanaat ve zühd ehl-i değildir.

                              Geri kalanlarsa gidecekelri yeri yani (ahireti) anmakla gözlerini yumarlar. Mahşer korkusuyla gözyaşlarını dökerler. Onlardan bazısı sürülmüş ve ürkmüş, bazısı korkmuş ve yenilgiye uğramış, bazıları susmuş ve ağızlarını yummuş, bazıları da insanları ihlasla (doğru yola) davet etmiştir. Bazıları üzülür, sızlanırlar. Takiyye sebebiyle adları şanları anılmaz, zayıflık kavramıştır onları. Adeta acı tuzlu bir deniz içindedirler.

                              Ağzıları bağlı (sesleri çıkmaz) ve kalpleri yaralıdır. Halka öğüt vermekten usanmazlar. Yenilgilerden dolayı güçsüz düşmüş ve öldürüle öldürele azalmışlardır. Yazan. imam Dikmen

                              Yorum


                                Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                                Her gün aşura! Her yer Kerbela.

                                Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                                Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                                İmam Hüseyin (a.s.):
                                275

                                İnsanlar dört kısımdır: 2


                                ‘’O halde dünya, deri tabaklanan ağacın yaprağından ve yün kırpılan makasın arttığından daha düşük aşağı olmalı. Sizden sonrakiler sizden ibret almadan, sizden öncelikilerden ibret alın siz. Kınanmış çirkin dünyayı terk edin. Zira dünya, sizden daha çok kendine alaka duyan ve kendisiyle dostça ilişkileri içinde olan kimseyi bile atıp reddetmiştir.’’

                                Değerli ustad Seyid Razi (r.a.) şöyle diyor: ‘’Bazı cahiller bu hutbeyi Muaviye’ye isnad etmişlerdir. Ama hiç şüphesiz bu hutbe Hz. İmam Ali (a.s.)’ındır. Altın nerede, toprak nerede? Tatl su nerede, tuzlu-acı su nerede? Bunun en büyük delili de edebiyatçı eleştirmen ve basiret sahibi Amr b. Bahr’ul-Cahiz’in ‘’el-Beyan ve’t-Tıbyan kitabında şöylediği şu sözdür: ‘’Bu hutbeyi Muaviye’ye isnad etmişlerdir...

                                Ama bu hutbe İmam Ali (a.s.)’in sözüne ve halkı kısımlara ayırış metoduna daha çok benzemektedir. Zira o halkın galebe, zillet, takiyye gibi hallerini daha iyi bilmektedir...

                                Allah’ın lanetine ve gazabına uğrayan Muaviye’nin konuşmalarında zühd ve takvadan söz ettiği, Allah’a kulluk yolunu seçtiği nereden görülmüştür ki?’’

                                Emiru’l-mü’minin İmam Ali (a.s.)şöyle buyurmaktadırlar: ‘’Başlarını bela gelmedikçe işin mahiyetini anlayıp düşünmezler.’’ Halkımız cahil ve bilgisiz bir halk oluverdi. Başlarına bir belanın gelmesi an meselesidir. Başlarına bela gelmedikçe işin mahiyetini anlayıp düşünmezler. İleri görüşlü kimseler olamazlar.

                                Niçin olamazlar? Sadece kendi içinde bulundukları anı bilen ve o andan haberi olan kimseler olmakla kalmayıp bununla birlikte toplumbilim konu ve meselelerini o derece iyi bilmelidirler ki kendilerinden sonra gelecek zamanın da bilincinde olup doğru teshisler koyabilmelidirler. ‘’Andolsun biz, önceden İbrahim’e de doğru yolu bulma kabiliyetini vermiştik. Zaten biz onun olgun insan olduğunu biliyorduk.’’ (Enbiya Sûresi. 51 ayet ilkesi.)

                                İmam Hüseyin (a.s.) b. Ali’nin hareketine çok miktarda değer veren özelliklerden bir tanesi de onun sahip olduğu aydın görüşlülüğü idi. İmam Hüseyin (a.s.), o günlerde başka insanların göremeyeceği şeyleri perde arkasında oynanan oyunları görüyordu. Bizler bugün oturmuş, o günün olaylarını konuşuyoruz.

                                Fakat o günün insanları, içinde bulundukları dönemi İmam Hüseyin (a.s.)’ın anladığ derecede veya şekilde anlamamaktadırlar. Onu doğru biçimde ancak İmam Hüseyin b. Ali (a.s.) anlayabilmektedir. Ayrıca o günün iletişim araçları da bugünküne göre çok geriydeydi. Yazan. imam Dikmen

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X