Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    : Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


    Her gün aşura! Her Yer Kerbela.

    Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

    Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

    İmam Hüseyin (a.s.): 782

    Deliller Konumu: 4

    Sadece bu delillerle değil size daha sayısız delillerdende örnekler verebiliriz, dolayısıyladır ki, bizler, Ehl-i Sünnet’in yani Ahmed b. Hanbel zamanına kadar Hz. İmam Ali (a.s.)’a ve hilafetine pek sıcak bakmadıklarını biraz da olsa dile getirdik...
    İlk olarak Ahmed b. Hanbel, Hz. İmam Ali (a.s.)’ı halife olarak tanırken hadis ehl-i bunu kabul etmedi.

    Çünkü onlar Abdullah b. Ömer’e tâbî idiler. Ahmed b. Hanbel’in verdiği bu kararın insanlar tarafından kabul görmesi uzun bir zaman aldı. Hanbelîler, Ahmed b. Hanbel’in bu kararından dolayı kendilerini Ehl-i Beyt dostu olarak gösterebiliyordu.

    Bu yüzden de Malikî, Şafîî ve Hanefî mezheplerine göre daha çok taraftar toplamayı başarmışlardı.

    Sonuç olarak bu düşünceyi kabul etmeleri gerekiyordu. Zamanla Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, Ahmed b. Hanbel’in bu sözünde birleşti ve Peygamber (s.a.v.)’in halifelerinin sayısı dört olarak kabul gördü.

    Artık Hz. İmam Ali (a.s.) onlar için dördüncü halife konumunu almış oldu. Her ne nimetse yavaş yavaş azda olsa saygı görmeye başlandı.

    Evet bu tip deliller, o dönemlerde Ehl-i Sünnet’in İmam Ali (a.s.)’ı kötülediği ve küçük düşürmeye çalıştığının açık göstergeleri değil de acaba nedir sizce? Buna rağmen, ‘’Böyle bir şey nasıl olur?

    Hâlbuki bugün Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat Hz. İmam Ali (a.s.)’ı seviyor ve onun adını andıklarında hakkında Allah ondan razı olsun diyor!’’ denilebilir mi?

    Bu taktik ve düşüncelere karşıda cevabımız şudur ki: Aradan uzun bir zaman geçti ve Ehl-i Beyt imamları artık hayatta değillerdir. Bu durumda yöneticilerin durumunu tehlikeye düşürecek herhangi bir tehdik de söz konusu değil. Diğer taraftan da, zaten İslam devleti ve hükümeti diye bir şey yani (İslam) hükümet de ortada yok.

    Vaktiyle İslam ülkeleri Moğolların, Tatarların ve daha birçok ülkenin hâkimiyeti altına girmişti. Şimdilerde ise din yani (İslam devleti) kavrmaı Müslümanların gözünde zayıfladı. Müslümanların çoğu, zamanın boş sanatları ve eğlenceleriyle meşgul durumdalar.

    Bir grup Müslüman içki, kumar, kadın vs. Eğlencekerke gününü gün ederken, bir grup Müslüman da namazı hiçe sayarak heva ve heveslerine kapıldılar. Kötüler iyi oldu, iyiler de kötü. Her yeri fesat sardı.

    Hal böyle olunca içinde kıpırdama hisseden Müslümanlar geçmişlerine bakıp, ağlayıp sızlanmaya başladışlar. Müslümanların görkemli zamanını yâd ederek o dönemleri ‘’altın dönemler’’ olarak zihinlerine kazıdılar. Yazan. imam Dikmen


    Yorum


      : Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


      Her gün aşura! Her Yer Kerbela.

      Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

      Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

      İmam Hüseyin (a.s.): 783

      Deliller Konumu: 5

      Bu guruba göre en iyi zaman sahabeler zamanıydı. Çünkü sahabeler ülke sınırlarını genişleterek doğuda ve batıda Emevi İslam imparatorluğunu göçlendirmişler, diğer medeniyetleri dize getirmişlerdir. Bu mesele ve konu hakkında bir gerçeğe değinmeden edemiyeceğiz:

      ‘’Muaviye müslüman halk kitlelerine’’ şöyle diyordu: ‘’Ben sizinle oruç tutasınız ve zekat veresiniz diye savaşmadım; ben sizlere hükmetmek için ve Peygamber soyunu Ehl-i Beyt’i yok etmek için Kur’an’ı kendi istek ve doğrultularımda kullanmak için savaştım. Sizin istememenize rağmen Allah bu makamı bana verdi.’’

      Evet görüldüğü gibi, Muaviye daha ileriye giderek onu müslümanın diyen halklara hükmetmek için Müslümanları öldürmede Allah’ın kendisine yardımcı olduğunu iddia ediyor. ‘’Muaviye’nin bu hutbesi çok meşhur bir hutbedir.’’ (Mekatil-ut Talibiyyin, sayfa. 70; ibn-i Kesir’in Tarihi, cild. 8, sayfa. 131- şerh-i ibn-i Ebi’l Hadid, cild. 3, sayfa. 16.)

      Hatta halk istemediği halde, oğlu lanetlik Yezid’i veliat tayin etmesini bile Allah’u Teala’nın iradesiye olduğunu iddia etmiştir.

      Tarihçilerin nakline göre çeşitli İslam bölgelerine Yezid’e bi’ât toplamak için mektuplar gönderiyor ve zamanın Medine valisi olan Mervan ibn-i Hakem’e yazdığı mektupta ise ‘’Allah’ın Yezid’e bey’at etmeği takdir ettiğinden’’ bahsediyordu. (El- İmamet-u ve’s siyaset, cild. 1, sayfa. 151; Muaviye’nin Yezid’e bi’ât toplama bölümü.)

      Hz. İmam Hüseyin (a.s.)’in şehadetinden sonra Hz. İmam Hüseyin (a.s.)’ın oğlu Hz. İmam Zeyn’ul abidin’i (aleyselam) zincirlere bağlı bir şekilde esir olarak Kufe valisi fasık ibn-i Ziyad’ın meclisine getirdiklerinde o me’lun aynı tavırı ve Hz. İmam Zeyn’ul Abidin (a.s.)’a işaretle ‘’Kimdir bu’’ diye sormuştur. Yazan. imam Dikmen

      Yorum


        : Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


        Her gün aşura! Her Yer Kerbela.

        Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

        Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

        İmam Hüseyin (a.s.): 784

        Deliller Konumu: 6

        Ona ‘’Bu İmam Hüseyin (a.s.)’ın oğlu İmam Ali (Zeyn’ul Abidin a.s.)’dir denince ‘’Allah Huesyin’in oğlu Ali’yi öldürmedi mi? demiştir. (Maksadı Kerbela’da Hz. İmam Hüseyin (a.s.)’la birlikte şehid olan İmam Hüseyin (a.s.)’nın oğlu Ali isimli diğer bir oğludur.)

        Bu sözü duyan İmam Zeyn’ul Abidin (a.s.)’ın halası Hz. Zeynep (a.s.) o mel’una ‘’Hayır, onu Allah’ın ve Resulü’nün düşmanları öldürdü’’ cevabını vermiştir. O zaman mel’un ibn-i Ziyad, Hz. Zeynep (a.s.) hitaben

        ‘’Allah’ın senin ailenin başına getirdiği belayı nasıl buldun?’’ diye sormuş Hz. Zeynep (a.s.) ise ‘’Ben güzellikten başka bir şey görmedim.’’ Onlar Allah’ın kendilerine şehadeti takdir ettiği bir grup idiler;

        onlar da savaşıp şehid edildiler. Çok yakında Allah seninle onları bir yerde toplayacak ve o zaman muhakkat muhakeme edileceksin. O gün bak gör, kim kurtulacaktır. Annen senin yasına otursun ey Mercane’nin oğlu. Diye cevap vermiştir. (Mekatil’ut Talibiyye-in-Maktel’ul Huseyn.)

        Kısaca bu inanç yani (insanın işlerinde mecbur olduğu inancı) Beni Ümeyye ve yardımcılarının uydurdukları olup Alevi Şî’a dışında bütün İslam ümmetine çeşitli şekillerde sirayet etmişlerdir.

        Evet Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat Ahmed b. Hanbel’in zamanında bütün sahabeye, içlerinde de Hz. İmam Ali (a.s.)’a rahmet okumaya başladılar Ehl-i Sünnet bütün sahabeyi adil bildiğinden dolayı İmam Ali (a.s.)’ı da o sahabelerden ayırmıyorlardı.

        Çünkü onu dışlayacak olsalar tutunacak dalları kalmaz, rezil olurlardı. Akıl sahipleri onları suçlardı. Dolayısıyla insanlara İmam Ali (a.s.)’nın dört halifeden biri olduğunu ve Peygamberimizin (s.a.v.)’in ilim şehrinin kapısı olduğununu ihtiraf etmişlerdir, ‘’radiyallah anh’’ veya ‘’keremellahu vecheh’’ demişlerdir.

        Biz Ehl-i Sünnet’e şöyle diyebiliriz ki: Madem onu ilmin kapısı olarak görüyorsanız, o halde neden dünya ve ahiret işlerinde ona uymuyorsunuz? Neden size açılan kapıyı kendi elinizle geri teptiniz de ilmde, yücelikte fazilette Hz. İmam Ali (a.s.)’nın tozu bile olamayacakları Ebu Nanife, Malik, Şafi e Ahmed b. Hanbel ve İbn-i Teymiye gibi kimselerin peşinden gidiyorsunuz? Yer nere, gök nere?

        Bunların arasındaki farkların ne anlama geldiğini biliyormusunuz? Kılıçla orak bir olur mu? Aklı olan bir insan hiç İmam Ali (a.s.) ile Muaviye’yi bir tutarlar mı? Yazan. imam Dikmen


        Yorum


          : Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


          Her gün aşura! Her Yer Kerbela.

          Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

          Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

          İmam Hüseyin (a.s.): 785

          Deliller Konumu: 7

          Hz. Peygamber (s.a.v.)’ın Hz. İmam Ali (a.s.) hakkında söylediklerini dikkate almasak bile, Hz. Peygamber (s.a.v.)’den sonra İmam Ali (a.s.)’ı takip etmek zorunda olduğumuz kadar da her Msülümanın da farzıdır.

          Ehl-i Sünnet mensupları şöyle diyebilir: ‘’Hz. İmam Ali (a.s.)’nın üstünlüğünü, İslam devleti yönetim kurumlarında cihadlarını, derin ilmini, yüceliğini ve takvasını herkes bilir. Hatta bugün Ehl-i Sünnet, İmam Ali (a.s.)’ı Şî’î’leri ve evlatları olan (Aleviler) daha iyi tanır ve sever!’’ (Bu söz, günümüzde Ehl-i Sünnet tarafından sıkça tekrarlanmaktadır.)

          Biz de cevap olarak diyoruz ki: Siz ve sizin geçmiştekileriniz, Hz. İmam Ali (a.s.)’a yıllarca hakaret edildiği zaman neredeydiniz? Özellike ‘’neredeydiniz’’ sorusunu kullandım.

          Çünkü bugünkü Ehl-i Sünnet Sahih-i Müslim’de ‘’Muaviye’nin Hz. İmam Ali (a.s.)’a lanet okuduğunu ve halktan da lanet okumasını istediğini, yine halkın bu emre uyarak ona ve evlatlarına lanet okuduğunu’’ okumuş görmüştür.

          Buna rağmen Eh-i Sünnet, Muaviye’yi vahiy kâtibi olarak görüyor ve onu kendilerine örnek alıyor. Demek ki, Hz. İmam Ali (a.s.)’a olan muhabetteleri doğru değildir.

          Hz. Muahmmed (s.a.v.) buyurmuyorlar mı! Ali sana buğz eden bana etmiştir! Bana buğz eden de Allah’a buğz etmişlerdir!...

          Kenilerinin sonu cehennem olduğu kesindir. Acaba siz Ehl-i Sünnet sadece bu hadis ilkesi doğrultusunda cehennemlik değilmisiniz? Ki Buna benzer sayısız hadislerin olduğu da bir gerçek...

          Kuran ve Ehl-i Beyt araştırmaları olarak tarihte onlardan herhangi bir şahsın bu işe itiraz ettiğini veya İmam Ali (a.s.)’i sevdiği için öldürüldüğünü görmedik, duymadık. Evet, Ehl-i Sünnet mensubu birinin böyle bir şey yaptığını asla görmek ve duymayacağız da.

          Çünkü onlar her zaman padihşahların emirlerin ve hükümdarların yanında yer alarak onlara bi’ât ettiler ve onların tavırlarına razı oldular.

          Âlimleri İmam Ali (a.s.) dostlarının katledilmeleri için sayısız fetvalar veriyorlardı. Bu tip âlimlerden günümüzde sayısızsa var.
          Hıristiyanlar asırlar boyu Yahudilere düşmanlık ederek onları fesat unsuru olarak gösterdiler.

          Yahudileri Hz. İsa (a.s.)’ı öldükmekle suçladılar. Ama güçleri azaldığında, inançları zayıflayıp dünyavî meşgalelere yöneldiklerinde kilseyi tarihe göndüler. (Çünkü kilise, bilim ve bilim adamalarıyla mücadele içerisindeydi.)

          Bu zaman zarfında Yahudilerin gücü arttı. Öyle ki, Arap ve İslam topraklarını işgal ederek doğuda ve batıda yayıldılar. Sonunda da bugünkü şeytan üçgeni İsrail devletini kurdular. İş öyle bir yere dayandı ki, Papa Yuhanna Pulos, Yahudi hahamlarla düzenlenen bir konferansta Yahudilerin Hz. İsa (a.s.)’ı öldürmediklerini açıklamak zorunda kaldı.

          O zamanki Hıristiyan toplumun yaklaşımı, bugünkü Ehl-i Sünnet’in yaklaşımıyla ne kadar da benzeşiyor.? Yazan. imam Dikmen

          Yorum


            : Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


            Her gün aşura! Her Yer Kerbela.

            Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

            Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

            İmam Hüseyin (a.s.): 786

            Ehl-i Sünnet Mezheplerinin Ortaya Çıkış Tarihler Konumu:

            Kur’an ve Ehl-i Beyt araştırmaları olarak sayısız kaynak ve belgelerle bu meseleler hakkında detaylı araştırma ve çalışmalar yaptık. Yine bu mesele ve konular üzerinde durmaya çalışacağız.

            Yukarda da adı geçen kitapların hepsi şunda itifak etmişlerdir ki ‘’Ehl-i Beyt mektebine’’ bağlı olmayan müslümanlar yani (Ehl-i Sünnet) Hz. Resulullah (s.a.v.)’ın vefatlarından sonra şer’i İslam hukuk ve kanunları hükümlerini sahabeden olan kari (Kur’ân hafızları) ve alimlere müracaat ederek onların Hz. Peygamber (s.a.v.)’den duydukları veya duymadıkları halde hadislere, hadis bulunmadığı takdirde ise onların kendi fikri içtihadlarına dayanan fetvalarına göre amel edip veriyorlardı.

            Bu husus açıkça bazı tarih kitaplarında olsun ve isterse de biraz yukardaki konularımızın belgeleriyle zikretmiş bulunuyoruz. Örneğin Makrizi bu mesele hakkında şöyle naklediyor:

            ‘’Cennetle müjdelenen on kişi Hz. Resulullah (s.a.v.)’ın zamanında bile içtihad edip yanlış fetva veriyorlardı.’’

            Biz bu konu ve meseleler hakkında bir sözü daha önce de nakletmiş bazı yönlerini eleştirmiştik. Kısacası Hz. Resulullah (s.a.v.)’in vefatlarından hemen sonra İslam devleti yani (dini) hükümleri hususunda ashap mercileri oldu.

            Onlar Kur’ân ve İslam devletinin (dini) hükümlerini halka öğretmek için çeşitli bölge ve şehirler yerleştiler. Bunlar Hz. Peygamber (s.a.v.)’in düşünce ve ideolojisi doğrultusunda değilde kendi menfai icabları doğrultusunda bir Emevi devletinin kurulma metotlarından başka bir şey değildi.

            Makrizi daha sonra bu konu ve meseleler hakkında şöyle nakletmektedirler:

            ‘’Ashab Hz. Resulullah (s.a.v.)’ın vefatlarından hemen sonra çeşitli beldelere dağılarak, Bazıları ise Ebubekir’le birlikte Medine’de kalarak, Ebubekir’in Kur’ân ve Sünnet’ten bildiği şeyler hüküm vermeye başladı.

            Kur’ân ve Sünnet’ten bir meselenin hükmünü bilemeyince de o mevzunun hükmünü yanındaki ashaptan soruyordu. Onların da konu hakkında bilgileri olmadığında içtihad ediyorlardı.’’ (El-Hutat-ül Makriziyye, cild. 2, sayfa. 322.)

            Biz de böylece görüyoruz ki, sahabe Kur’an ve Sünnet’ten bir mevzunun hükmünü çıkarmadıkları zaman kendi akıllarınca içtihad etmeye başlıyorlardı.

            Daha sonra da şöyle devam ediyorlardı:

            ‘’Ebubekir’den sonra da Ömer’in dönemiyle daha sonraki dönemlerde gerçekleştirilen fetihler sonucu sahabenin yakın veya uzak şehirlere dağılması daha bir artış kaydetmeye başlamış oldu. Sahabenin bulunmadığı yerlerde o şehirin emirinin kendisi içtihad ediyordu.’’ (El-Hutat-ül Makriziyye, cild. 2, sayfa. 322.) Yazan. imam Dikmen


            Yorum


              : Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


              Her gün aşura! Her Yer Kerbela.

              Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

              Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

              İmam Hüseyin (a.s.): 787

              Asıl Konu: ‘’Fetvalarda ki İhtilafın Sebeb’’ Konumu: 1

              Bu mesele üzerinde durmaya ve bu konuların iç yüzünü irdelemeye gerçeklerin gündem konusu haline getirmek zorundayız ki, bu hukuksal yönüyle İslam devletinin sarsılmasına neden olmuştur.

              Sahabenin fetvalardaki ihtilaflarının asıl sebebini ise yine değerli Ehl-i Sünnet ulemalarından olan sayın Makrizi hazretlerinin şöyle açıklamalarına bağlamak zorundayız:

              ‘’Ashabın hepsi Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanında bulunup ondan devletin idare şekillerinin hükmü hakkında öğretilerini imkanına sahip değildirler.

              Hz. Resulullah (s.a.v.) ashap tarafından yönetilen sorulara verdiği cevapları bazıları duyuyordu, bazıları ise alış verişlerinde olduklarında dolayıda duymuyorlardı.

              Hz. Resulullah (s.a.v.)’dan hadis yolula intikal eden şer’i hükümlerle ilgili bilgiler de şehirlere dağılmış oldu. Her şehirde Hz. Resulullah (s.a.v.)’e ait hadislerin ancak bir kısmı biliniyordu.

              Mısır, Şam, Basra ve Kufe’ye dağılan ashabın hepsi bir arada Hz. Peygamber (s.a.v.)’in meclislerinde hazır bulunamıyorlardı. Dolayısıyla birinin duymuş olduğu bir hadis diğeri duymayabilirdi.

              Neticede sahabiler de şer’i hükmünü bilmedikleri konularda kendi fikir ve düşünceler doğrultularında içtihad ediyorlardı.

              Bu müçtehidler ilim, vb. hususlarda eşit olmadıklarından dolayıda ister istemez görüş ve içtihadlar da birbirinden farklı oldu.

              Başka bir ifadeyle farklı müçtehidlerin varlığı, farklı ,çtihadların ortaya çıkmasına sebep oldu.

              Bi ihtilaflar sahabenin asrından sonra daha da çoğalmaya başlaması icab oldu. Sahabeden sonra tabiinden olanlar, genelde sahabenin fetvalarına uydular ve o fetvalardan dışarı çıkmadılar.’’ (El-Hutat-ül Makriziyye, cild. 2, sayfa. 322.)

              Evet yukarda da belirtmiş olduğumuz cümlede yer alan ‘’genelde’’ tabirinden tabiinden bazen sahabenin fetvasına muhalefet ederek içtihad ettiklerini anlaşılmaktadır. Yazan. imam Dikmen

              Yorum


                : Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                Her gün aşura! Her Yer Kerbela.

                Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                İmam Hüseyin (a.s.): 788

                Asıl Konu: ‘’Fetvalarda ki İhtilafın Sebeb’’ Konumu: 2

                Mevlevi Şah Veliyullah ‘’Ikğl Ciyd Fi Ahkam-il İçtihad ve-t Taklid’’ adlı kitabında şöyle nakletmektedirler:

                ‘’Ümmet, şeriatı öğrenmede selefe yani (geçmişlere) ihtimal edileceği hususunda icma etmiştir. Tabiin sahabeye, tabiine tabi olanlar da onlara itimad etmişlerdir...

                Sonradan gelenlerin öncekilere başvurmasının gerekliliği icmaya dayanmanın yanı sıra akılla da desteklenmektedir.’’ (Dairet-üt Mearif, Ferid Vecdi, cild. 3, sayfa. 245.)

                Mevlevi Şah Veliyullah bu son sözüyle uzman olan kimseye müracaat etmenin, aklen güzel olduğunu kasdediyor. O’nun sözlerinden anlaşıldığı üzere müslümanlar, halifeler dönemiyle ondan sonraki dönemlerde devletin hükümlerini şehirlerine gelmiş olan ashabın alimlerinden ve Kur’ân karilerinden öğreniyorlardı.

                Onlar da Hz. Resulullah (s.a.v.)’den duydukları şeyler üzere veya kendi içtihadlarıyla halka fetva veriyorlardı. Ashaptan sonra devletin hükümlerini tabiinden ve kendi şehirlerine gönderilmiş olan emirlerden alıyorlardı.

                Onların fetvaları ise farklıydı. Bu fetvalar ilk önce fetva sahibinin bulunduğu şehirde, daha sonra yavaş yavaş diğer şehirlerde yayılıyordu.

                Yıllar ve asırlar boyunca müslümanların sireti yani (hareket metodu) bu şekilde devam etmiştir.

                Mevlevi Şah Veliyullah ‘’Riaslet-ül İnsaf’’ adlı kitabında da şunları kaydetmektedirler:

                ‘’Müslümanların birinci ve ikinci yüzyılda bir mezhep üzere amel etmek hususunda ittifakları yoktu. Halk, İslam devletinin hükümlerini babalarından veya kendi şehirlerinde bulunan alimlerden çğreniyorlard.’’ (Dairet-üt Mearif, Ferid Vecdi, cild. 3, sayfa. 221.)

                Bu sözlerden de açıkça anlaşılıyor ki: İslam devletinin ortaya çıkışından iki asır sonraya kadar geçen süre içerisinde dünyaya gelen müslümanlar, hayatlarını İslam devleti yani (İslam dini) üzere sürdürmüşler ve müslüman olarak Kur’an ve Ehl-i Beyt’e düşman olarak ölmüşlerdir. Oysa ki, bu müslümanlar, mezheplerin kurucularının hiçbirinin ismini dahi duymamışlardır. Yazan. imam Dikmen


                Yorum


                  : Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                  Her gün aşura! Her Yer Kerbela.

                  Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                  Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                  İmam Hüseyin (a.s.): 789

                  Asıl Konu: ‘’Fetvalarda ki İhtilafın Sebeb’’ Konumu: 3

                  Bu sözlerden de anlaşıldığı üzere belli bir şahısa mensup olan herhangi bir mezhebe, veya sadece dört mezhepten birine tabi olmak, İslam’da beyan edilmemiş ve onun gereklerinden biri olarak belirtmemişlerdir.

                  Sahabe ve tabiinlerinden asırlardan takriben 240 hicri yıl yani iki buçuk yüzyıla yakın zamandan sonrası için Makrizi şöyle naklediyor:

                  ‘’Sahabe ve tabiinin asrı geçtikten sonra şehirlerdeki fakihler devreye girdi. Mesela Kufe’de Ebu Hanife, Süfyan ibn-i Ebi Leyla; Mekke’de ibn-i Cerih; Medine’de Malik ve ibn-ül Macişun; Basra’da Osman Teymi ve Suvar; Şam’da Evzai ve Mısır’da ise Leys ibn-i Sa’d halkın mercii oldular. Bu fakihler, ahkamı tabiinden ve tabiinin tabilerinden alıyor veya içtihadiyorlardı.’’ (El-Hutat-ül Makriziyye, cild. 3, sayfa. 332.)

                  İslam ülkeleri ve şehirlerinde bu fakihler zamanla çevre toplayıp ün salarak mezhep imamları olarak tanındılar. Bu mezheplere uyanlar da onların izleyicileri olarak bilindiler. Bu fakihler mezhep imamlar olarak ortaya çıkmadan önce mezhep diye bir şey bilmiyorlardı.

                  Böylece tabiinden asırlardan sonra mezhep imamlarının ünlülerinin yayılması üzerine mezhepler ortaya çıkmaya başlamış ve bu akım Hicri 4. yüzyılın başlangıcına, hatta ortalarına dek devam etmiştir. Bu süre içerisinde mezhep sınırlandırılması diye bir şey söz konusu olmamıştır. Yazan. imam Dikmen


                  Yorum


                    : Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                    Her gün aşura! Her Yer Kerbela.

                    Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                    Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                    İmam Hüseyin (a.s.): 790

                    İslam Tarihin’de Varlığını Sürdürülen Ehl-i Sünnet Mezhepler Konumu:

                    Bu konu ve meseleler hakkında düşüncelerimizin sabitleştirilmesi açısında yapılacak en önem çalışmalarımızdan biride İslam Peygamberinin vefatlarında sonra gündemde olmayan bir meseleyi mezhep konusu şekline sokularak Müslüman halk kitlelerine zorla kabul ettirilen Ehl-i Sünnet mezheplerin varlığı olmasıdır.

                    Ahmed Timur Paşa, adı geçen makalesinde varlığını sürdürebilen mezhepler hakkında şunları nakletmişlerdir:
                    ‘’Şüphesiz, mezhepler yani (eskiden) çoktu. Ama bütün müslümanların bugüne kadar güvendiği mezheplerin sayısı dörttür.’’

                    1- Hanefiyye: ‘’Bu mezhebin kurucusu İmam Ebu Hanife Numan ibn-i Sabit El-Kufi’dir.’’ Hicri. 150’de vefat etmişlerdir.

                    2- Malikiyye: ‘’Bu mezhebin kuruucusu ise İmam Malik ibn-i Enes’tir.’’ İmam Malik, Hicri. 93’de doğmuş, Hicri. 179’da vefat etmişlerdir.

                    3- Şafiiyye: ‘’Bu mezhepin kuurucusu İmam Muhammed İdris-i Şafii’dir.’’ İmam Şafii, Hicri. 105’de doğmuş, Hicri. 204’de vefat etmişlerdir.

                    4- Hanbeliyye: ‘’Bu mezhebin kurucusu ise İmam Ahmed ibn-i Hanbel’dir.’’ İmam Ahmed ibn-i Hanbel, Hicri. 164’de doğmuş, Hicri. 241’de vefat etmişlerdir.

                    Evet her ne hikmetse kendi yaşayıs zaman zarfında mezheb kurmamış, fakaf günümüze Ehl-i Sünnet alimleri bu dört mezhepleri kurdurup günümüze kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Yazan. imam Dikmen

                    Yorum


                      : Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                      Her gün aşura! Her Yer Kerbela.

                      Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                      Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                      İmam Hüseyin (a.s.): 791

                      Varlıklarını Sürdüremeyen Mezhepler Konumu: 1

                      İslam tarihinde varlıklarını sürdüremeyen mezheplerden bazılarıda şunlardır:

                      1- Süfyan ibn-i Said-i Sevri’nin mezhebi. Hicri. 197’de doğmuş, Hicri. 161’de vefat etmişlerdir.

                      2- Hasan İbn-i Yesar El-Basri’nin mezhebi. Hicri. 21’de doğmuş ve Hicri. 110’da vefat etmişlerdir.

                      3- Evzai mezhebi. Bu mezheb’in kurucusu Abdurrahman ibn-i Amr’dır. Hicri. 88’de doğmuş ve Hicri. 157’de vefat etmişlerdir.

                      4- İbn-i Sevr mezhebi. Kurucusu İbrahim ibn-i Halid-i Kelbi’dir. Hicri. 246’da vefat etmişlerdir.

                      5- Zahiri mezhebi. Kurucusu Davud ibn-i Ali El-İsfahani’dir. Hicri. ?? doğmuş ve Hicri. 207’de vefat etmişlerdir.

                      6- Ceriri mezhebi. Kurucusu Muhammed ibn-i Cerir-i Taberi’dir. Hicri. 224’de doğmuş ve Hicri. 310’da vefat etmişlerdir.
                      Ceriri mezhebini Hicri. 325’de vefat eden Ebu Bekir ibn-i Ebi-s Selc, ondan sonra da öğrencisi Kadı Muafi ibn-i Zekeriyya En-Nehrevani (vefatları: Hicri. 390) yaymaya çalışmışlardır.

                      Makrizi’nin İslam devleti yani (dinin) hükümlerini tabiinden veya tabiinin tabilerinden alan veya içtihad eden ‘’Beldeler fakihler’’ olarak zikrettiği bazı mezhep imamları da şunlardır.

                      1- ‘’Ebu-l Haris Leys ibn-i Sa’d ibn-i Abdurrahman-i Fehmi Horasani.’’ Hicri. 94’de doğmuş, Hicri. 175’de Kahire’de vefat etmişlerdir. Hadis ve fıkıh alanında yaşadığı dönemde kendi şehrinin imamı olmuştur.

                      2- İbn-i Cerih Abdülmelik ibn-i Abdulaziz, Hicri. 80’de doğmuş, Hicri. 150’de vefat etmişlerdir. Kendi zamanında Hicaz’ın imamı olmuştur.

                      3- Macişun Abdulaziz ibn-i Abdullah ibn-i Ebi Selmet-il Medeni El-İsfahani.’’ Fakih, hafız ve güvenilir bir alimdi, Hicri. 164’de Bağdad’ta vefat etmişlerdir.

                      4- ‘’Osman ibn-i Ömer ibn-i Musa Et_Teymi.’’ Hicri. 145’de vefat etmişlerdir. Halife Mansur’un asrında kadılık yapmışlardır. Yazan. imam Dikmen


                      Yorum


                        : Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                        Her gün aşura! Her Yer Kerbela.

                        Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                        Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                        İmam Hüseyin (a.s.): 792

                        Varlıklarını Sürdüremeyen Mezhepler Konumu: 2

                        Bunlardan başka, ünleri dört bir yana yayılan diğer bazı mezhepler de vardır. Bu mezheplerin imamlarına, hayatlarında ve bazen de vefatlarından sonra bir fetva mercii olarak başvurulmuş, müslümanların büyük bir kısmı onlara tabii olmuş ve onların fetvalarıyla amel etmişlerdir.

                        Ancak bu mezhepler, taraftarlarının vefatlarından sonra terkedilmişlerdir. Yalnızca imamlarının hayatında birtakım taraftar toplayan mezhepler sayıya gelmeyecek kadar fazladır. Bunlar taklid edenlerinin ölmesiyle ortadan kalkmışlardır.

                        Şüphesiz, bu imamlar, fetva ve görüş açısından farklı olmalarının yani sıra kazandıkları mevki ve itibar yönünden ve ünlerinin dört bir yana yayılması bakımından da farklı idiler.

                        Bu ise şartların, bazı mezheplerin yayılmasına elverişli olup, diğer bazısının yayılmasına müsait olmayışından kaynaklanmaktadır.

                        Şimdi sizinle bir objektif olarak bir meseleyi andınlatmaya çalışalım. Bakalım içimizde ki, düşüncelerden birinin gerçek dişi olduğun kanısını müslüman halk kitlelerine sunalım.

                        Bir yukarda anılan Ehl-i Sünnet mezhep konularının içeriliğini göz önüne getirerek Kur’an ayet ilkeler bağında bir özdeşleştirelim.

                        Mesele şu; Eğer Müslüman olduğumuzu ida edersek bunun bir gerçek yanı olduğunun bilincine varmış olacağız. Eğer bu müslümanlıkla herhangi bağlantısının olmadığını ön görüleri ile ispat edersek bunun bizim için ne anlama geldiğini sizlerde anlamış olacaksınız.

                        Ya Kur’ân’a ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in İslam devleti proleteryası egemenliği altında gerçekleşmiş olan Kur’an akaidi ile bağdaşlaşmış bir İslam ümmet kavramında bir düşüncenin varlığına inanacağız veya bunlar ters geçip Ehl-i Sünnet alimlerince kendi fikir ve düşünceler doğrultusunda Ömer b. Hattab’ın ön gördüğü bir icmai tefrika şeklindeki itilali olmuş bir İslam-i devlet şekliyle Sünniliği mecburi edilerek müslümanlığı kabul edeceğiz.

                        Şimdi her şeyden evel biz Müslüman olduğumuz ve İslam ümmeti kavramı adı altında gerçekleşmiş olduğu Kur’an akaidi ile şöyle kullanılmaktadır.

                        ‘’Dinlerini parça-parça, bölüp bölük-bölük fırkalara ayıranlarla hiçbir ilgin olamaz ve şüphe ki, onların bu hareketini Allah soracaktır ancak ve sonra da işledikleri işleri haber verecektir onlara.’’ (al-An’ân Sûresi. 159.ncü ayet ilkeleri.) Şimdi ise çalışmalarımıza devam edelim... Yazan. imam Dikmen


                        Yorum


                          : Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                          Her gün aşura! Her Yer Kerbela.

                          Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                          Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                          İmam Hüseyin (a.s.): 793

                          Ehl-i Sünnet Mezheplerin Bazılarının Yayılıp
                          ve
                          Hatta Bazılarının Yayılmamalarının sebeb Knumu: 1

                          Biz müslüman olarak sadece bu Kur’an’ın bu ayet ilkesi içerisinde İslam anayasa hukuk çerçevesinde bölünmeler ve hatta kendi fikir düşüncelerimize kapılarak hareket eder ve kendi akıllarımızca icmai içtihadlar yaratmaya çalışırsak acaba bizim İslam devleti ile bir alakamız veya bağlantımız kalabilecek mi? Bu ayet ilkesini tekrar göz önüne getirerek tekrarlayalım!...

                          ‘’Dinlerini parça-parça, bölüp bölük-bölük fırkalara ayıranlarla hiçbir ilgin olamaz ve şüphe ki, onların bu hareketini Allah soracaktır ancak ve sonra da işledikleri işleri haber verecektir onlara.’’ (al-An’ân Sûresi. 159.ncü ayet ilkeleri.)

                          Kendi açısından bir mezhep imamının öğrencilerinin, taraftarlarının ve mübelliğlerinin çokluluğu, bunların toplumsal mevkii ve iktidarları, o mezhebin yayılma ve ilerlemesinde etkili olan dış etkenlerden sayılır.

                          Şimdi kendi, kendimize bir soru sorabileceğimizi düşünelim ki, yukardaki ayet ilkesinde belirtilen kelime ve Kur’an ilke ayetinde belirtildiği gibi ‘’dinlerini’’ yani idare şeklinde olan İslam cumhuriyeti devletinin parça-parça bölüp bölük-bölük bölünmesinin kayıtsız ve şartsız olmadığı ve bu gibi bir girişinde bulunanın cezası ebedi cehennem olduğunu ve bunun Hz. Muhammed (s.a.v.)’den herhangi hadis ilkesine dayanmasığı açık ve net delildir.

                          Aynı şekilde bu etkenlerin olmaması da o mezhebin ilerleme ve yayılmasını engelleyip gittikçe isminin ortadan kalkmasına izinin kaybolmasına ve nihayet tamamıyla yok olup unutulmasına sebep olmaktadır.

                          Hicri ikinci yüzyılın sonralarında ve ondan sonraki dönemlerde ortaya çıkan birçok mezhepler hakkında gerileme etkenleri daha ağır bastığı halde bu İslam dışı mezheplerden dördünün ilerleme ve yaılıma şansı daha çok aktif hale gelmiştir.

                          İslam tarihları bazı mezheplerin bâki kalmasının nedenlerini ve bu bekanın mezhep mensubu kimselerin gücü ile halife ve sultanların sultasından kaynaklandığını göstermektedir. Biz bunlardan bazısına işaret edeceğiz. Yazan. imam Dikmen

                          Yorum


                            : Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                            Her gün aşura! Her Yer Kerbela.

                            Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                            Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                            İmam Hüseyin (a.s.): 794

                            Ehl-i Sünnet Mezheplerin Bazılarının Yayılıp
                            ve
                            Hatta Bazılarının Yayılmamalarının sebeb Knumu: 2

                            ‘’Dinlerini parça-parça, bölüp bölük-bölük fırkalara ayıranlarla hiçbir ilgin olamaz ve şüphe ki, onların bu hareketini Allah soracaktır ancak ve sonra da işledikleri işleri haber verecektir onlara.’’ (al-An’ân Sûresi. 159.ncü ayet ilkeleri.)

                            Bu konu ve mesele hakkında Makrizi ‘’El-Hutat’’ adlı eserinin dördüncü cildinde özet olarak şöyle nakletmektedir:

                            ‘’Kadı Ebu Yusuf,’’ Hicri, 170’de Harun Reşit tarafından kadılık görevine atandı ve işine devam ederek başkadılığa kadar yükseldi.

                            O, bu makamda Horasan’dan tutun da Şam’a kadar bütün beldelerde, çzellikle Ebu Hanife’yi taklid edenleri bu makama atamaya dikkat ediyordu. Böylece Hanefi mezhebinin yayılmasında Ebu Yusuf en büyük etken rol oynamış oldu.

                            Burda kendi kendimize bir soru sormamızın gerekliliği olduğunu düşünürsek acaba Ebu Yusuf’un yukardaki Kuran ayet ilkesinden haberi mi? yoktu, yoksa açıkaça Kuran ayet ilkesine mualif bir şekilde karşı gelip suç mu? işlemişmidir.

                            Doğuda Hanefi mezhebinin yayılmasıyla birlikte Batı Afrika’da Ziyad ibn-i Abdurrahman vasıtasıyla Maliki mezhebi yayılmaktaydı. Böylece Malik’i mezhebini o bölgede yayan ilk şahıs o olmuştur. Malik’i mezhebini Hicri. 163 yılında Mısır’a götüren ilk şahıs ise Abdurrahman ibn-i Kasım olmuştur.’’

                            Yine bu şahsın da Kuran’a malif olduğu ortada değilmi?

                            ‘’Dinlerini parça-parça, bölüp bölük-bölük fırkalara ayıranlarla hiçbir ilgin olamaz ve şüphe ki, onların bu hareketini Allah soracaktır ancak ve sonra da işledikleri işleri haber verecektir onlara.’’ (al-An’ân Sûresi. 159.ncü ayet ilkeleri.) Yazan. imam Dikmen


                            Yorum


                              : Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                              Her gün aşura! Her Yer Kerbela.

                              Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                              Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                              İmam Hüseyin (a.s.): 795

                              Ehl-i Sünnet Mezheplerin Bazılarının Yayılıp
                              ve
                              Hatta Bazılarının Yayılmamalarının sebeb Knumu: 3

                              Ve yine Makrizi bu sözünün devamında şöyel bir netlik kazandırarak rivayetlerini açıklamaya devam ediyor:

                              ‘’Muhammed ibn-i İdris-i Şafii’nin mezhebinin Mısır’da yayılması da, onun Hicri, 198 yılında o bölgeye gitmesiyle başlamıştır. Fatımi halifesi olan Muizz-ü Dinillah, Ebu Temin Muid Cevher komutasında Mısır’a bir ordu (Hicri. 358 yılında) sevkedinceye kadar Mısır’da resmi olan mezhep, Maliki ve Şafii idi.

                              Onlar Mısır’ı ele geçirince Şia ve Alevi Mezhebi (Caferi’lik mezhebi) yayılmaya başladı.; öyle ki, artık Alevi ve Şî’a mezheplerinden başka Mısır’da bir mezhep baki kalmadı.

                              Bu nakilden anlaşıldığına göre Hanefi mezhebi, Hicri, Yedinci yüzyılına kadar henüz Mısır’a girmiş değildi. (El-Hutat-ül Makriziyye, cild. 2, sayfa. 334.) Veya en azından resmi bir mezhep olarak tanınmamaktadır.

                              Oysaki doğuda yani (Horasan, Irak, Şam vs.) diğer mezheplerden önde gelmekteydi. Bütün bunlar, bir yerde mevcud olup diğer yerde mevcud olmayan etkenlerin tesiriyle olmuştur. Hanbeli mezhebine yakın olarak yayılmıştır.

                              ‘’Şezerat-üz Zeheb’’ kitabında, Hicri. 675’de vefat eden Şemsüddin Muhammed ibn-i Abdulvahhab-i Harrani-i Hanbeli’nin tercüme-i halinde şöyle naklediyor:

                              ‘’Bu şahıs Mısır’ın bazı şehirlerine kadılar tayin etti. O, Mısır bölgesinde Hanbeli mezhebine göre hükmeden ilk şahıstır.’’ (Şezerat-üz Zeheb, cild. 5, sayfa. 348.)

                              Bu gerçekler, Makrizi’nin sözünden de anlaşılmaktadır. O önceki sözünün devamında buna benzer aynı şöyle anlatmaktadır:

                              ‘’Daha sonra, Mısır sultanı Baybaros Mısır’a Şafii, Maliki, Hanefi ve Hanbeli olan dört kadı tayin etti ve bu dörd İslam dışı mezhepleri tanımaya başlatı.’’ (El-Hutat-ül Makriziyye, cild. 2, sayfa. 344.) Yazan. imam Dikmen

                              Yorum


                                Ynt: Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura makalesi.


                                Her gün aşura! Her Yer Kerbela.

                                Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. aşura özel makalesi.

                                Hz. Adem ( a.s. )'ın Varisi

                                İmam Hüseyin (a.s.): 796

                                İslam Uleması ve Mezheplerin Sadece

                                Dört Mezhep Olarak

                                Sınırlandırmanın Sebeb Konumu:

                                Kuran ve Ehl-i Beyt araştırmaların objektif olarak ele almayı irdelendiği konu ve meselelerin fıkıh ve icma yolu ile incelendiğinde Ehl-i Sünnet ulema ve alimlerin kendi akıl ve fikirlerince uyguladıkları insafsızca verilen idarelerin yapılanmasındadi görüşlerin İslam hukuk ve felsefe şartlarıntan tam anlamıyla uyuşmadığı ve Kur’an ayet ilkeleri ile bağdaşmadığı ve Hz. Muhammed (s.a.v.) ideoloji akaidiyle özleşmediği gerçeğini burda anılan kur’an ayet ilkesiyle yüzde yüz zıdlaştığının tam gerçeğidir.

                                ‘’Dinlerini parça-parça, bölüp bölük-bölük fırkalara ayıranlarla hiçbir ilgin olamaz ve şüphe ki, onların bu hareketini Allah soracaktır ancak ve sonra da işledikleri işleri haber verecektir onlara.’’ (al-An’ân Sûresi. 159.ncü ayet ilkeleri.)

                                İslam’da mezhep tarihlerinin Mısır’da dört mezhebin her birinden bir kadı tayin edilmesinden anlaşıldığı üzere dört mezhep, Hicri. 17 Zilkade 658’de saltanatı ele geçiren ve Hicri. 676’da vefat eden Baybaros’un zamanında resmiyete geçmiştir. Ondan önce Hanefi ve Hanbeli mezhepleri henüz resmiyet kazanmamışlardır.

                                Bu konu ve mesele hakkında yine Makrizi kendi senediyle şöyle nakletmektedireler:

                                ‘’Hicri. 665 yılında Mısır’da dört mezhepe bağlı dört kadının atanması hareketinin, yavaş yavaş diğer yerlere de sızması üzere zamanla tüm İslam beldelerinde dört mezhebin dışında resmi olarak tanınan başka bir mezhep kalmadı.

                                Öyle ki, artık halk diğer mezheplerden yüz çevirmeye başladı. Bu mezheplerden birini taklid etmedikçe hiçbir kadı, iş başına getirilmedi.

                                Bu müddet zarfında çeşitli fakihler de bu mezheplere uymanın farz, bunların dışında diğer bir mezhebe uymanın haram yani (yasak) olduğuna dair fetva vermiş oldular.

                                Bugüne kadar da bu fetvalara göre yanlış e yersiz amel konumları ile İslam katdikleri sürdürmektedirler.’’ Yazan. imam Dikmen

                                Yorum

                                YUKARI ÇIK
                                Çalışıyor...
                                X