Bismillahirrahmanirrahim
Gaybet döneminde fakihlerin “Siyasal İslam” ve “İslam Fıhkında Devlet ” konusunda farklı tabirler kullandıklarını ve konuyu yaşadıkları zamanın şartlarına uygun deyimlerle beyan ettiklerini geçen yazımızda açıklamış ve gaybet döneminin ilk kuşak fakihlerinin görüşlerini aktarmıştık. Gaybet döneminin iki kuşak fahikleri “velayet-i fakih” konusuna bir öncekilerden daha geniş ve kapsamlı bir şekilde değinmişlerdir. Tarihte fıkıh, edebiyat, usul, ahlak, siyaset alanında meşhur ve dini otorite olarak kabul gören fakihlerin görüşlerini aktarmaya devam ediyoruz.
Seyyid Razi ve Seyyid Murtaza( h.355- 436 / 359-408):
Fıkıh, edebiyat, kelam ve zamanın yaygın ilimleri dallarında Şeyh Mufid’in yetiştirdiği öğrenciler arasında en meşhur ve önemlilerinden olan iki kardeş Seyyid Razi ve Seyyid Murtaza’dır. Bu alanların yanısıra siyasal İslam hakkında da belirgin ve net görüşleri olan bu iki kardeş siyasal konularla ilgili görüşlerini eserlerinde yer yer beyan etmişleridir; Bu görüşler edebiyatta şiirleriyle, fıkıh ve usulda verdikleri fetvalarında görülmektedir. İslam devlet fıkhının siyasal alanında Seyyid Razi’nin daha etkili olduğu bilinmektedir.( Mahmud Salavati /İslam Devlet Fıkhının Temelleri s.24)
Seyyid Razi, edebiyet, hadis ve tarih alanındaki geniş araştırması ve yeteneği ile hz.Ali’nin (a.s) hutbelerini, mektuplarını ve hikmetli sözlerini içeren Nehc-ul Belağa kitabını derlemiştir. İslam hükümeti ve siyasal fıkıh alanında eşsiz olan bu eserin içeriği özellikle Hz.Ali’nin (a.s) Malik Eşter’e yazdığı ahidname bütün beşeriyet alemine siyasi bir öğretidir. Maalesef Nehc-ul Belağa’nın fıkhı ve siyasi değeri ilim havzalarında gerektiği gibi tanınmamıştır. Nehc-ul Belağa alimler tarafından fikhî ve usulî kaidelerle içtihadi bir metodla incelenecek olursa İslam devlet fıkhı alanında en esaslı ve temel kaynaklardan biri olduğu ortaya çıkacaktır.
Seyyid Razi’ın titizlik ve büyük bir fedakarlıkla tedvin etmiş olduğu Nehc-ul Belağa, onun edebiyat, kelam konularının yanısıra siyasal İslam‘a da ne kadar önem verdiğinin bir nişanesidir. Nehc-ul Belağa’da İslam devlet fıkhı başlı başına bir konu olup uzmanların bu konuda ayrı bir araştırma yapması gerekmektedir.
Ebu es-Salah Halebi ( h. 374- 447 ) :
Ebu es-Salah, Seyyid Murtaza’nın öğrencisi ve onun Halep ve Şam bölgelerindeki temsilcisiydi. Şeyh Mufid’den sonra “siyasal islam” ve “devlet fikhının” ilerleyip gelişmesinde en büyük etkisi olan fakihlerden biridir. Zamanına alim, sağlam siyasi görüşleri olan, ahkamı anlama ve hükümleri beyan etmede basiret sahibi bir fakih olan Takiyyuddin Ebu es- Salah Halebi’nin siyasi ve devlet konularındaki fetva ve görüşleri o kadar muhkem, metin ve evrenseldir ki aradan bin yıl geçmesine rağmen ilim havzalarında hala cezzabiyetini korumaktadır.
Ebu Salah Gaybet döneminde Müslümanların velayetlerini gerekli şartlara sahip fakihlerin üstlenmesi gerektiğine fatva verip fakihlerin “emri bil-maruf” , “kazavet”(yargılama), “Müslümanlar arasındaki ihtilafları halletme” konularında fetva vermeleri ve “ilahi hududu” icra etmeleri gerektiğini beyan etmektedir.
Halebi, ‘El-Kafi fil Fıkh’ kitabında şöyle buyurmaktadır: “... Fısk ve ahkamı: Fısk, şeriata muhalif olan ama küfr derecesine ulaşmamış amele denir. Bu iki şekilde tasavvur edilebilir; ya insanın geçmişine aittir veya geleceğine. Birinci durumda o şahısı cezalandırmak, İslam liderinin veya İslam liderinin naibi olma liyakatine sahip şahısın yetkisindedir.” ‘El-Kafi fil Fikh’ kitabı, s.263
Müslümanlar üzerindeki velayetin asaleten masum imama ait olduğunu isbat ettikten sonra bu makamın, gerekli şartlara sahip “ men tesihhu niyabetuhu anh” “masumun niyabetine layık kimse” için de geçerli olduğunu ispat etmektedir. Herkes bilmektedir ki; İslam sultanın/liderinin naibi olma liyakatine sahip olan, gerekli şartlara sahip fakihten başkası değildir.
Ebu Salah Halebi, bu alanda kendine has üslubuyle yazmış olduğu kitabında “İslam devlet fıkhının” teferruatını/detaylarını açıklamıştır. Devletin gerekliliğini, topluma liderliğin zaruretini, imamın asıl velayet/imamet sahibi olduğunu, onun yokluğunda velayet sahibi naibinin şartlarını, iktisadi fıkhı; zekat, humus, ganimet ve enfal gibi, hudut ve te‘ziratı, siyasi ve ibadi namazları ve bunlar gibi onlarca konuyu “el- Kafi fil-Fıkh” kitabında beyan etmiştir.
Halebi kendi asrında ve öncesinde İslam devletinden açık ve net bir şekilde bahs eden ilk fakihtir. El- Kafi kitabında İslam devletinin zaruretini şöyle beyan etmektedir : “Liderlik ve önderliğin zaruretinin delili şudur, bu mesele Allah tarafından bir lütuftur çünkü onların (insanların) bir takım hükümlerle mükellef kılınıp lidersiz ve rehbersiz olmaları aklen abestir. Biliyoruz ki heybet , kudret ve sözü geçen rehberlerin toplumda olması toplumda kötülüklerin yok olmasına ve iyiliklerin artmasına vesile olmaktadır, aksi olursa kötlüklerin yaygınlaşacağı ve iyiliklerin azalması görülecektir.....” El-Kafi fil-Fıkh/ s.85
İslam devletinin gerekliliğini “akli delil” ve ”lütuf kaidesiyle” ispat ettikten sonra masumun imamet ve velayetini ve gaybet zamanında fakihlerin velayetinin gerekliliğini açıklamaktadır.
Şeyh Tusi ( h. 485- 560 ):
Şeyh ut-Taife lakabına sahip Ebu Cafer Muhammed bin Hasan Tusi kadim fakihlerden olup bir müddet Bağdat’ta bulunduktan sonra ictimai ve siyasi meselelerden dolayı Necef’e hicret etmiş ve Necef ilim havzasını tesis etmiştir.
Şeyh Tusi, devlet fıkhı konusunda yeni bir konu gündeme getirmemiş, kendisinden önceki fakihler gibi fıkıhın çeşitli bablarında velayet-i fakih ve İslam devlet fıkhı hakkında görüş ve fetvalarını beyan etmiştir. Şia‘nın kaynak hadis kitaplarından olan “Tehzib-ul Ahkam” kitabında fakihin velayeti, fakihlerin toplumsal, siyasi, kazai(yargı) yetkileri hakkında mustakil bir fasıl ayırmıştır. (“Babu men ileyhil-Hukm ve Eksam ul- Guzat vel Muftin” Tehzib ul-Ahkam c. 7 s.217 )
“Hükümet hakkı olan, kadılar ve fetva verenlerin kısımları” adlı fasılda bu konuları genişce beyan etmiştir. Gaybet döneminde “veliyyi fakihin yetkileri” hakkında şeyh Mufid’in verdiği fetvayı onaylayıp, fakihin yetkilerine Cuma namazının ikame edilmesini de eklemiştir.
Şeyh Tusi, “En-Nihayetu fi Mucerredil Fıkh vel-Fetava” kitabının cihad bölümünde, emri bil maruf, ümmetin önderliğinde fakihin velayeti, hadlerin uygulanması gibi konuları beyan etmiştir. Bunların yanısıra Şeyh Tusi’nin fıkıh kitaplarından olan “El-Hilaf” ve “el-Mebsut’ta” ve tefsir kitabı olan “el-Beyan fi Tefsir il-Kur’an’ın” birçok yerlerinde devletle ilgili konulara yer vermiştir.
Şeyh Tusi’nin vefatından sonra ilim havzaları çeşitli dış sebeplerden dolayı bir süre duraklama ve zayıflama dönemleri geçirmiştir. Fıkıh alanındaki tekamül ve ilerleme zayıflamış, gerçek içtihad bir müddet sekteye uğramıştır.
İbn-i İdrisi Hilli ( h.543-598):
İbn-i Zühre’nin öğrencilerinden olan Hilli, Ebu Salah’tan 100 sene sonra yaşamıştır. “Es-Serair” adlı kitabında Velayet adında bir fasıla yer vererek “tenfiz-ul ahkam” yani “ahkamın icra edilmesi” gerektiğini vurgulamaktadır. Kitabının “emri bil- maruf” babında şöyle kaydeder:” Hadler, Allah’ın mensup ettiği sultandan veya masum tarafından mensup edilen şahıstan başkası tarafından icra edilemez. Müslümanlar arasında hükümet ve kadılık yapmak, hak sultandan başkasına caiz değildir. Hakikat budur ki masum imamların bu işleri yapmaları kendileri için mümkün olmazsa, emin, şeriatın kaynaklarında tahkik ehli olan, diyanet ehli ve dine amel eden alimlere bırakmışlardır. Eğer birisi davacı olduğu birisini ihtilafın hallolması ve hüküm vermesi için fakihın huzuruna çıkmaya davet eder ve taraf kabul etmez ve zalim tarafından tayin edilmiş hakime gitmeyi fakihe gitmeye tercih ederse hakkı çiğnemiş, günah işlemiş ve imamına muhalefet etmiştir. ( Es-Serair / Emri bil-maruf babı)
İbn-i İdris Hilli, masum imamın niyabetine layık olan fakihin şartlarını şöyle sıralamaktadır;
- Ahkama hakkıyla alim olmalı
- Ahkamı gerektiği gibi uygulama gücüne sahip olmalı
- Takva, tefekkür gücüne ve akıla sahip olmalı
- Zamanın durumuna ve şartlarına basireti olmalı
- Adaleti, takvası zahir olmalı ve dini hükümlere amel eden olarak tanınmalı
- Fetva vermede devamlılığı olmalı
Ahkamı icra etmenin masum imamlara mahsus olduğunu ispat ettikten sonra o hazretlerin salahiyetini kabul ettikleri fakihlerin şartlarını yukurıdaki şartlar olarak sıralamıştır.
Muhakkiki Hilli ( h.602- 676 ) :
Muhakkik Hilli, Şerayi ul- İslam kitabının Emri bil- Maruf babında şöyle buyuruyor: “Masum imamın zamanında hiç kimsenin hadleri uygulama hakkı yoktur. Yalnız İmam veya O’nun tarafından tayin edilmiş kimse tarafından uygulanabilir.... gaybet döneminde agah fakihler, halk arasında hüküm sürebilecekleri gibi hadleri de uygulayabilirler.” (Şeraiyi ul İslam/ Emri bil maruf babı)
Muhakkik Hilli, Şeraiyi ul-İslam kitabının kazavet bölümünde şöyle buyuruyor: “Bir kimse için velayetin sabit olması için masum imamın tayini veya izini gerekmektedir. Masum imamın olmadığı dönemdegerekli şartlara sahip fakihin velayeti nafizdir. Bunun delili de İmam Sadık‘ın (a.s) hadisidir ki buyuruyor:Gerekli şartlara sahip fakihi kadı olarak belirleyin, çünkü ben onu sizlere kadı olarak karar kıldım, muhakemede ona müracaat edin, şartlara sahip fakihin varlığına rağmen zalim kadıya muracaat eden hata etmiştir” (Şerayi-ul İslam / Kadavet kitabı)
Muhakkik Kereki ( h. 868 -940 ):
Allame Hilli’nin “Kavaid ul- Ahkam” kitabına şerh olarak yazdığı “Cami ul-Mekasid” kitabında şöyle buyuruyor: “ Fakihlerimiz ittifak etmişlerdir ki, fetva verme şartlarına sahip adil fakih -ki şer‘i ahkamda müctehid olarak tabir ediliyor- gaybet döneminde niyabetin sözkonusu olduğu bütün alanlarda masum imam tarafından niyabete sahiptir. Halk, ihtilaflı oldukları konularda ona müracaat etmeli ve onun verdiği hükme itaat etmelidirler. Bu fakih, bir kimsenin elde ettiği malların kendi hakkı olmadığını tesbit ederse ondan alabilir ve onları satabilir veya sahipsiz mallar üzerindeki tasarrufu gereği velayetini kullanabilir. Bu velayet masum imam tarafından tayin edilen ve tasarruf hakkın sabit olan bütün alanları içerir. Bu görüşün delili, İmam Sadık‘ın (a.s) buyurduğu hadistir: “ Gerekli şartlara sahip fakihi kadı olarak belirleyin, çünkü ben onu sizlere kadı olarak karar kıldım, muhakemede ona müracaat edin, şartlara sahip fakihin varlığına rağmen zalim kadıya müracaat eden hata etmiştir”. ( Muhakkik Kereki / Cami ul- Makasid )
Muhakkik Kereki dönemine kadar ” İslam devlet fıkhı” hakkında fakihlerin görüşleri dikkatli incelendiğinde hem fıkhın bütün dallarının, hem de siyasal fıkhın ne kadar ilerlediği görülmektedir.
Siyasal konularda günümüzde dahi göndeme gelmeyen ve beşeri sistemlerin, siyasal bilimlerde o kadar ilerlemesine rağmen henüz onların dahi ulaşamadığı değerli ayrıntılı bilgilere rastlanır. Bütün ilimler gibi siyasal bilimlerin de kaynağı Kur’an, Sünnet ve masumların maarifi, öğretileri olursa hiç kuşkusuz bu mektebin öğrencilerinin öğretileri de mükemmel olacaktır.
Sabahyil@hotmail.com
Gaybet döneminde fakihlerin “Siyasal İslam” ve “İslam Fıhkında Devlet ” konusunda farklı tabirler kullandıklarını ve konuyu yaşadıkları zamanın şartlarına uygun deyimlerle beyan ettiklerini geçen yazımızda açıklamış ve gaybet döneminin ilk kuşak fakihlerinin görüşlerini aktarmıştık. Gaybet döneminin iki kuşak fahikleri “velayet-i fakih” konusuna bir öncekilerden daha geniş ve kapsamlı bir şekilde değinmişlerdir. Tarihte fıkıh, edebiyat, usul, ahlak, siyaset alanında meşhur ve dini otorite olarak kabul gören fakihlerin görüşlerini aktarmaya devam ediyoruz.
Seyyid Razi ve Seyyid Murtaza( h.355- 436 / 359-408):
Fıkıh, edebiyat, kelam ve zamanın yaygın ilimleri dallarında Şeyh Mufid’in yetiştirdiği öğrenciler arasında en meşhur ve önemlilerinden olan iki kardeş Seyyid Razi ve Seyyid Murtaza’dır. Bu alanların yanısıra siyasal İslam hakkında da belirgin ve net görüşleri olan bu iki kardeş siyasal konularla ilgili görüşlerini eserlerinde yer yer beyan etmişleridir; Bu görüşler edebiyatta şiirleriyle, fıkıh ve usulda verdikleri fetvalarında görülmektedir. İslam devlet fıkhının siyasal alanında Seyyid Razi’nin daha etkili olduğu bilinmektedir.( Mahmud Salavati /İslam Devlet Fıkhının Temelleri s.24)
Seyyid Razi, edebiyet, hadis ve tarih alanındaki geniş araştırması ve yeteneği ile hz.Ali’nin (a.s) hutbelerini, mektuplarını ve hikmetli sözlerini içeren Nehc-ul Belağa kitabını derlemiştir. İslam hükümeti ve siyasal fıkıh alanında eşsiz olan bu eserin içeriği özellikle Hz.Ali’nin (a.s) Malik Eşter’e yazdığı ahidname bütün beşeriyet alemine siyasi bir öğretidir. Maalesef Nehc-ul Belağa’nın fıkhı ve siyasi değeri ilim havzalarında gerektiği gibi tanınmamıştır. Nehc-ul Belağa alimler tarafından fikhî ve usulî kaidelerle içtihadi bir metodla incelenecek olursa İslam devlet fıkhı alanında en esaslı ve temel kaynaklardan biri olduğu ortaya çıkacaktır.
Seyyid Razi’ın titizlik ve büyük bir fedakarlıkla tedvin etmiş olduğu Nehc-ul Belağa, onun edebiyat, kelam konularının yanısıra siyasal İslam‘a da ne kadar önem verdiğinin bir nişanesidir. Nehc-ul Belağa’da İslam devlet fıkhı başlı başına bir konu olup uzmanların bu konuda ayrı bir araştırma yapması gerekmektedir.
Ebu es-Salah Halebi ( h. 374- 447 ) :
Ebu es-Salah, Seyyid Murtaza’nın öğrencisi ve onun Halep ve Şam bölgelerindeki temsilcisiydi. Şeyh Mufid’den sonra “siyasal islam” ve “devlet fikhının” ilerleyip gelişmesinde en büyük etkisi olan fakihlerden biridir. Zamanına alim, sağlam siyasi görüşleri olan, ahkamı anlama ve hükümleri beyan etmede basiret sahibi bir fakih olan Takiyyuddin Ebu es- Salah Halebi’nin siyasi ve devlet konularındaki fetva ve görüşleri o kadar muhkem, metin ve evrenseldir ki aradan bin yıl geçmesine rağmen ilim havzalarında hala cezzabiyetini korumaktadır.
Ebu Salah Gaybet döneminde Müslümanların velayetlerini gerekli şartlara sahip fakihlerin üstlenmesi gerektiğine fatva verip fakihlerin “emri bil-maruf” , “kazavet”(yargılama), “Müslümanlar arasındaki ihtilafları halletme” konularında fetva vermeleri ve “ilahi hududu” icra etmeleri gerektiğini beyan etmektedir.
Halebi, ‘El-Kafi fil Fıkh’ kitabında şöyle buyurmaktadır: “... Fısk ve ahkamı: Fısk, şeriata muhalif olan ama küfr derecesine ulaşmamış amele denir. Bu iki şekilde tasavvur edilebilir; ya insanın geçmişine aittir veya geleceğine. Birinci durumda o şahısı cezalandırmak, İslam liderinin veya İslam liderinin naibi olma liyakatine sahip şahısın yetkisindedir.” ‘El-Kafi fil Fikh’ kitabı, s.263
Müslümanlar üzerindeki velayetin asaleten masum imama ait olduğunu isbat ettikten sonra bu makamın, gerekli şartlara sahip “ men tesihhu niyabetuhu anh” “masumun niyabetine layık kimse” için de geçerli olduğunu ispat etmektedir. Herkes bilmektedir ki; İslam sultanın/liderinin naibi olma liyakatine sahip olan, gerekli şartlara sahip fakihten başkası değildir.
Ebu Salah Halebi, bu alanda kendine has üslubuyle yazmış olduğu kitabında “İslam devlet fıkhının” teferruatını/detaylarını açıklamıştır. Devletin gerekliliğini, topluma liderliğin zaruretini, imamın asıl velayet/imamet sahibi olduğunu, onun yokluğunda velayet sahibi naibinin şartlarını, iktisadi fıkhı; zekat, humus, ganimet ve enfal gibi, hudut ve te‘ziratı, siyasi ve ibadi namazları ve bunlar gibi onlarca konuyu “el- Kafi fil-Fıkh” kitabında beyan etmiştir.
Halebi kendi asrında ve öncesinde İslam devletinden açık ve net bir şekilde bahs eden ilk fakihtir. El- Kafi kitabında İslam devletinin zaruretini şöyle beyan etmektedir : “Liderlik ve önderliğin zaruretinin delili şudur, bu mesele Allah tarafından bir lütuftur çünkü onların (insanların) bir takım hükümlerle mükellef kılınıp lidersiz ve rehbersiz olmaları aklen abestir. Biliyoruz ki heybet , kudret ve sözü geçen rehberlerin toplumda olması toplumda kötülüklerin yok olmasına ve iyiliklerin artmasına vesile olmaktadır, aksi olursa kötlüklerin yaygınlaşacağı ve iyiliklerin azalması görülecektir.....” El-Kafi fil-Fıkh/ s.85
İslam devletinin gerekliliğini “akli delil” ve ”lütuf kaidesiyle” ispat ettikten sonra masumun imamet ve velayetini ve gaybet zamanında fakihlerin velayetinin gerekliliğini açıklamaktadır.
Şeyh Tusi ( h. 485- 560 ):
Şeyh ut-Taife lakabına sahip Ebu Cafer Muhammed bin Hasan Tusi kadim fakihlerden olup bir müddet Bağdat’ta bulunduktan sonra ictimai ve siyasi meselelerden dolayı Necef’e hicret etmiş ve Necef ilim havzasını tesis etmiştir.
Şeyh Tusi, devlet fıkhı konusunda yeni bir konu gündeme getirmemiş, kendisinden önceki fakihler gibi fıkıhın çeşitli bablarında velayet-i fakih ve İslam devlet fıkhı hakkında görüş ve fetvalarını beyan etmiştir. Şia‘nın kaynak hadis kitaplarından olan “Tehzib-ul Ahkam” kitabında fakihin velayeti, fakihlerin toplumsal, siyasi, kazai(yargı) yetkileri hakkında mustakil bir fasıl ayırmıştır. (“Babu men ileyhil-Hukm ve Eksam ul- Guzat vel Muftin” Tehzib ul-Ahkam c. 7 s.217 )
“Hükümet hakkı olan, kadılar ve fetva verenlerin kısımları” adlı fasılda bu konuları genişce beyan etmiştir. Gaybet döneminde “veliyyi fakihin yetkileri” hakkında şeyh Mufid’in verdiği fetvayı onaylayıp, fakihin yetkilerine Cuma namazının ikame edilmesini de eklemiştir.
Şeyh Tusi, “En-Nihayetu fi Mucerredil Fıkh vel-Fetava” kitabının cihad bölümünde, emri bil maruf, ümmetin önderliğinde fakihin velayeti, hadlerin uygulanması gibi konuları beyan etmiştir. Bunların yanısıra Şeyh Tusi’nin fıkıh kitaplarından olan “El-Hilaf” ve “el-Mebsut’ta” ve tefsir kitabı olan “el-Beyan fi Tefsir il-Kur’an’ın” birçok yerlerinde devletle ilgili konulara yer vermiştir.
Şeyh Tusi’nin vefatından sonra ilim havzaları çeşitli dış sebeplerden dolayı bir süre duraklama ve zayıflama dönemleri geçirmiştir. Fıkıh alanındaki tekamül ve ilerleme zayıflamış, gerçek içtihad bir müddet sekteye uğramıştır.
İbn-i İdrisi Hilli ( h.543-598):
İbn-i Zühre’nin öğrencilerinden olan Hilli, Ebu Salah’tan 100 sene sonra yaşamıştır. “Es-Serair” adlı kitabında Velayet adında bir fasıla yer vererek “tenfiz-ul ahkam” yani “ahkamın icra edilmesi” gerektiğini vurgulamaktadır. Kitabının “emri bil- maruf” babında şöyle kaydeder:” Hadler, Allah’ın mensup ettiği sultandan veya masum tarafından mensup edilen şahıstan başkası tarafından icra edilemez. Müslümanlar arasında hükümet ve kadılık yapmak, hak sultandan başkasına caiz değildir. Hakikat budur ki masum imamların bu işleri yapmaları kendileri için mümkün olmazsa, emin, şeriatın kaynaklarında tahkik ehli olan, diyanet ehli ve dine amel eden alimlere bırakmışlardır. Eğer birisi davacı olduğu birisini ihtilafın hallolması ve hüküm vermesi için fakihın huzuruna çıkmaya davet eder ve taraf kabul etmez ve zalim tarafından tayin edilmiş hakime gitmeyi fakihe gitmeye tercih ederse hakkı çiğnemiş, günah işlemiş ve imamına muhalefet etmiştir. ( Es-Serair / Emri bil-maruf babı)
İbn-i İdris Hilli, masum imamın niyabetine layık olan fakihin şartlarını şöyle sıralamaktadır;
- Ahkama hakkıyla alim olmalı
- Ahkamı gerektiği gibi uygulama gücüne sahip olmalı
- Takva, tefekkür gücüne ve akıla sahip olmalı
- Zamanın durumuna ve şartlarına basireti olmalı
- Adaleti, takvası zahir olmalı ve dini hükümlere amel eden olarak tanınmalı
- Fetva vermede devamlılığı olmalı
Ahkamı icra etmenin masum imamlara mahsus olduğunu ispat ettikten sonra o hazretlerin salahiyetini kabul ettikleri fakihlerin şartlarını yukurıdaki şartlar olarak sıralamıştır.
Muhakkiki Hilli ( h.602- 676 ) :
Muhakkik Hilli, Şerayi ul- İslam kitabının Emri bil- Maruf babında şöyle buyuruyor: “Masum imamın zamanında hiç kimsenin hadleri uygulama hakkı yoktur. Yalnız İmam veya O’nun tarafından tayin edilmiş kimse tarafından uygulanabilir.... gaybet döneminde agah fakihler, halk arasında hüküm sürebilecekleri gibi hadleri de uygulayabilirler.” (Şeraiyi ul İslam/ Emri bil maruf babı)
Muhakkik Hilli, Şeraiyi ul-İslam kitabının kazavet bölümünde şöyle buyuruyor: “Bir kimse için velayetin sabit olması için masum imamın tayini veya izini gerekmektedir. Masum imamın olmadığı dönemdegerekli şartlara sahip fakihin velayeti nafizdir. Bunun delili de İmam Sadık‘ın (a.s) hadisidir ki buyuruyor:Gerekli şartlara sahip fakihi kadı olarak belirleyin, çünkü ben onu sizlere kadı olarak karar kıldım, muhakemede ona müracaat edin, şartlara sahip fakihin varlığına rağmen zalim kadıya muracaat eden hata etmiştir” (Şerayi-ul İslam / Kadavet kitabı)
Muhakkik Kereki ( h. 868 -940 ):
Allame Hilli’nin “Kavaid ul- Ahkam” kitabına şerh olarak yazdığı “Cami ul-Mekasid” kitabında şöyle buyuruyor: “ Fakihlerimiz ittifak etmişlerdir ki, fetva verme şartlarına sahip adil fakih -ki şer‘i ahkamda müctehid olarak tabir ediliyor- gaybet döneminde niyabetin sözkonusu olduğu bütün alanlarda masum imam tarafından niyabete sahiptir. Halk, ihtilaflı oldukları konularda ona müracaat etmeli ve onun verdiği hükme itaat etmelidirler. Bu fakih, bir kimsenin elde ettiği malların kendi hakkı olmadığını tesbit ederse ondan alabilir ve onları satabilir veya sahipsiz mallar üzerindeki tasarrufu gereği velayetini kullanabilir. Bu velayet masum imam tarafından tayin edilen ve tasarruf hakkın sabit olan bütün alanları içerir. Bu görüşün delili, İmam Sadık‘ın (a.s) buyurduğu hadistir: “ Gerekli şartlara sahip fakihi kadı olarak belirleyin, çünkü ben onu sizlere kadı olarak karar kıldım, muhakemede ona müracaat edin, şartlara sahip fakihin varlığına rağmen zalim kadıya müracaat eden hata etmiştir”. ( Muhakkik Kereki / Cami ul- Makasid )
Muhakkik Kereki dönemine kadar ” İslam devlet fıkhı” hakkında fakihlerin görüşleri dikkatli incelendiğinde hem fıkhın bütün dallarının, hem de siyasal fıkhın ne kadar ilerlediği görülmektedir.
Siyasal konularda günümüzde dahi göndeme gelmeyen ve beşeri sistemlerin, siyasal bilimlerde o kadar ilerlemesine rağmen henüz onların dahi ulaşamadığı değerli ayrıntılı bilgilere rastlanır. Bütün ilimler gibi siyasal bilimlerin de kaynağı Kur’an, Sünnet ve masumların maarifi, öğretileri olursa hiç kuşkusuz bu mektebin öğrencilerinin öğretileri de mükemmel olacaktır.
Sabahyil@hotmail.com