Bismillah...
Toprağımızı bombalıyor, kardeşlerimizi öldürüyorlar.
Aynen Irak, Afganistan, Pakistan’da olduğu gibi.
Enformasyon savaşı bu. Göstere göstere yapıyorlar.
Gözlerimizin içine sokuyorlar kan damlayan ellerini.
Bizler!
Bu coğrafyanın yarım asırdır “Kalp taşıyan kalpsizleri”.
Ruhunu çaldırdığından habersiz, kimliğinin arka cebinde olduğunu zannedip, köklerinden bihaber.
Aslından kaçıp taklidine ulaşamayan …
Sanki Libya daha öncesinde bize ait miymiş gibi “Yabancılar dışarı!” sloganları atan “İğdiş edilmiş coğrafyanın “hiç kimseye ait olmayan” yığınları.”
Irak’ta işgalin el değiştiği, daha doğrusu figüran değiştiği günlerdi.
Büyük Şeytan ABD ve onu var eden İngiliz emperyalizmi kol kola Irak’ın içlerinde ilerliyordu.
Türkiye insanı dünyayla beraber bir ülkenin nasıl efendiler tarafından dövüldüğünü sanki sinema seyreder misali Tv’lerden izliyordu.
Askerler Bağdat meydanına vardılar. Saddam’ın heykelinin yanına yanaştıkça spiker “Az kaldı, azaldı!” diyerek heyecanı artırıyordu.
Derken CNN TÜRK televizyonu asıl CNN’den şu malumatı verdiğinde benim gözlerim gönlümün hıçkırığına dayanamaz olmuştu.
Şöyle diyordu savaş muhabiri: “Evet değerli izleyiciler! Şu anda yanımda El Cezire muhabiri var. Hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Onu hiçbirimiz teselli edemiyoruz. Ağlamasının sebebi ülkenin işgalinden çok, Saddam’ın heykelini yıkmak için harekete geçen ABD askerlerinin Arapların sırtına binerek bu işi yapmaları. Hele bazılarının askerlerin ayağına eğilip botlarını öpmeleri!..”
Sonrası dünyanın malumu…
Irak’ta Mezopotamya’nın tarihi çalındı.
Binlerce yıllık tarihi eserler modern dünyanın eşkıyaları tarafından tarumar edildi.
Müzeler soyuldu.
Tapu daireleri kundaklandı.
Kerkük’te nüfus kütükleri yakıldı.
Ardından camiiler yıkıldı.
Milyonlarca insan öldü.
Fuhuş bizzat bu ülkeler eliyle palazlandırıldı.
Müslümanlar Şii-Sünni ihtilafı diye bir şeye inandırılmak istendi ve ziyaret mekanlarında ziyaretçiler üzerine bomba yağdırılarak müminler yıldırılmak planlandı.
Yıllar geçti ve tüm bu yaşananlar gözümüzün önünde cereyan ettiyse eğer…
Biz yaşananları yürek yangını olarak anlamadıysak; Tekrarını konuşmanın, yazmanın kime ne faydası olacak diye düşünüyorum.
Irak, Saddam döneminde de “bizim değildi” ama anlatamıyorduk.
“ABD işgal ettiğinde “Nükler bomba var! Demokrasi yok, Saddam İnsan haklarını ihlal ediyor” sözleri bir bahaneden ibarettir asıl amaç zenginlikleri çalıp götürmektir” dediğimizde Kelli felli insanlar “radikal düşünce” deyip geçiyordu.
Açın o dönemin gazetelerini bu ülkenin sözüm ona “Ortadoğu Uzmanı Gazetecileri”nin yazdıklarını bir kez daha okuyun. Bakın nasıl da iğfal edilmiş zihinlerimiz.
Aynı senaryo şimdi yine sahneleniyor.
Hüsnü Mübarek’le sanki bizim değilmiş gibi sunulan Mısır, Baradey’le bize tevdi ediliyormuş gibi bir hava estiriliyor. Ajanlar eliyle oluşturulan “davet ekipleri” muhalifler olarak adlandırılıyor.
Onların sırtına binen batılı güçlerin her biri bir petrol kuyusunun üzerine çullanıyor, yerini daha da sağlamlaştırıyor.
Amaçsız bir şekilde sadece tepkisellik ortak paydasında buluşturulan halk yığınları üzerinden bir yarım yüzyılın planı uygulanmakta.
İşi biten köleler birazda “gözdağı” eşliğinde yenileriyle değiştiriliyor.
Peki hiç mi İnkılap ruhu yok!
Elbette vardır. Ancak bunu gerçekleşmesinin temel şartı “Önderlik müessesesi ve kültürel derinlik esası” maalesef bu bölgede bir türlü gelişmedi.
Her biri kırk yıl, elli yıl önce birer cetvelle çizilip üzerine sırf uşaklık etsin diye yerleştirilen “batıya köle, kendi halkına lider” olan insanlara veya sistemlere karşı oluşan “reddiye güçleri”nin çoğu bile bu egemen emperyalizmin tuzağına düşmekten kendini kurtaramadı.
Batı, kendi kölelik sisteminin muhalefetini bile kendi dizayn etti.
Bunun dışında kalan muhalif kişilik ve topluluklarda maalesef demir yumruk altında tutuldu.
Baksanıza nasılda hızla değiştiriyorlar gündemimizi.
Şimdilerde Mısır defteri kapandı. Hele Tunus’tan hiç haber çıkmıyor artık. Bin Ali ne de çabuk öldü.
Mübarek’in ölüm haberi de geldi gelecek…
Libya muhaliflerle baş edecek duruma gelmişken yine o meşhur “İnsan Hakları” gerekçesiyle en gelişmiş silahları bu ülkeye doğrulturken aynı insan haklarının ne kadarı Suudi Arabistan’da var?
Hangi batılı yüzü kızarmadan bunu tartışabilir. Sırf o coğrafyanın adının “Suudi” olarak adlandırılması dahi müslümanlara büyük bir hakarettir ama bugün bunun konuşulması dahi bizim insanlarımıza “yeni bir şey” gibi gelmektedir.
Ali Şeraiti merhum, bir ömrü boyunca batılıların medeniyeti olmadığını, onların üzerinde oturduğu zenginliğin altında doğunun kan ve gözyaşı olduğunu diyordu.
Düşünebiliyor musunuz? Biz, BM’de 1948 yılında Mütecaviz İsrailin bu bölgeye bir kanser tümörü olarak yerleştirilmesinde “evet” oyu kullanırken 1958’de Cezayir’in sömürgeci güçlere karşı verdiği o kanlı mücadele sonrasında Bağımsızlığını ilan etme isteğine “çekimser” oy kullanan bir geçmişten geliyoruz.
Şuanda Emperyalist güçlerin silahsız ve bombasız sömürdüğü bölgelere ne demeli?
Kuveyt’de yaşanan tüketim çılgınlığı o reddeye vardı ki; artık elit tabakanın mutluluğunu maddiyat sağlayamaz durumda.
Bir çoğu psikolog gözetiminden çıktığı an intihar ediyor.
Dubai, çıkarmadığı petrolün bile parasını ABD ve Avrupa’da borsa denilen kumarda batırıyor.
Bir bölgede bu uyuşukluk sürdürülürken bir diğer bölgede ülkeleri birbirine düşman gösterip silah sanayii üzerinden milyarlarca doları kendi kasasına koyuyor, sonra onları elindeki bir üst teknolojiyle imha ederek “yeni sistem, yeni lider” adı altında başa dönüyor.
Kaddafi’nin milyarlarca doları vererek aldığı silahların kendi halkını öldürmenin dışında bir fonksiyonu olduysa eğer Suud’un, Mısır’ın, Ürdün’ünde olacaktır.
Sonuç olarak şu anda yangın yerine dönen coğrafyamızda maddi zenginliklerimizin yağmalanmasının altında yatan ana sebep kendi özümüzden koparılmamızdır.
Sorun “Öze Dönüş”ü gerçekleştirme(me)dedir.
MUHAMMED AK
Toprağımızı bombalıyor, kardeşlerimizi öldürüyorlar.
Aynen Irak, Afganistan, Pakistan’da olduğu gibi.
Enformasyon savaşı bu. Göstere göstere yapıyorlar.
Gözlerimizin içine sokuyorlar kan damlayan ellerini.
Bizler!
Bu coğrafyanın yarım asırdır “Kalp taşıyan kalpsizleri”.
Ruhunu çaldırdığından habersiz, kimliğinin arka cebinde olduğunu zannedip, köklerinden bihaber.
Aslından kaçıp taklidine ulaşamayan …
Sanki Libya daha öncesinde bize ait miymiş gibi “Yabancılar dışarı!” sloganları atan “İğdiş edilmiş coğrafyanın “hiç kimseye ait olmayan” yığınları.”
Irak’ta işgalin el değiştiği, daha doğrusu figüran değiştiği günlerdi.
Büyük Şeytan ABD ve onu var eden İngiliz emperyalizmi kol kola Irak’ın içlerinde ilerliyordu.
Türkiye insanı dünyayla beraber bir ülkenin nasıl efendiler tarafından dövüldüğünü sanki sinema seyreder misali Tv’lerden izliyordu.
Askerler Bağdat meydanına vardılar. Saddam’ın heykelinin yanına yanaştıkça spiker “Az kaldı, azaldı!” diyerek heyecanı artırıyordu.
Derken CNN TÜRK televizyonu asıl CNN’den şu malumatı verdiğinde benim gözlerim gönlümün hıçkırığına dayanamaz olmuştu.
Şöyle diyordu savaş muhabiri: “Evet değerli izleyiciler! Şu anda yanımda El Cezire muhabiri var. Hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Onu hiçbirimiz teselli edemiyoruz. Ağlamasının sebebi ülkenin işgalinden çok, Saddam’ın heykelini yıkmak için harekete geçen ABD askerlerinin Arapların sırtına binerek bu işi yapmaları. Hele bazılarının askerlerin ayağına eğilip botlarını öpmeleri!..”
Sonrası dünyanın malumu…
Irak’ta Mezopotamya’nın tarihi çalındı.
Binlerce yıllık tarihi eserler modern dünyanın eşkıyaları tarafından tarumar edildi.
Müzeler soyuldu.
Tapu daireleri kundaklandı.
Kerkük’te nüfus kütükleri yakıldı.
Ardından camiiler yıkıldı.
Milyonlarca insan öldü.
Fuhuş bizzat bu ülkeler eliyle palazlandırıldı.
Müslümanlar Şii-Sünni ihtilafı diye bir şeye inandırılmak istendi ve ziyaret mekanlarında ziyaretçiler üzerine bomba yağdırılarak müminler yıldırılmak planlandı.
Yıllar geçti ve tüm bu yaşananlar gözümüzün önünde cereyan ettiyse eğer…
Biz yaşananları yürek yangını olarak anlamadıysak; Tekrarını konuşmanın, yazmanın kime ne faydası olacak diye düşünüyorum.
Irak, Saddam döneminde de “bizim değildi” ama anlatamıyorduk.
“ABD işgal ettiğinde “Nükler bomba var! Demokrasi yok, Saddam İnsan haklarını ihlal ediyor” sözleri bir bahaneden ibarettir asıl amaç zenginlikleri çalıp götürmektir” dediğimizde Kelli felli insanlar “radikal düşünce” deyip geçiyordu.
Açın o dönemin gazetelerini bu ülkenin sözüm ona “Ortadoğu Uzmanı Gazetecileri”nin yazdıklarını bir kez daha okuyun. Bakın nasıl da iğfal edilmiş zihinlerimiz.
Aynı senaryo şimdi yine sahneleniyor.
Hüsnü Mübarek’le sanki bizim değilmiş gibi sunulan Mısır, Baradey’le bize tevdi ediliyormuş gibi bir hava estiriliyor. Ajanlar eliyle oluşturulan “davet ekipleri” muhalifler olarak adlandırılıyor.
Onların sırtına binen batılı güçlerin her biri bir petrol kuyusunun üzerine çullanıyor, yerini daha da sağlamlaştırıyor.
Amaçsız bir şekilde sadece tepkisellik ortak paydasında buluşturulan halk yığınları üzerinden bir yarım yüzyılın planı uygulanmakta.
İşi biten köleler birazda “gözdağı” eşliğinde yenileriyle değiştiriliyor.
Peki hiç mi İnkılap ruhu yok!
Elbette vardır. Ancak bunu gerçekleşmesinin temel şartı “Önderlik müessesesi ve kültürel derinlik esası” maalesef bu bölgede bir türlü gelişmedi.
Her biri kırk yıl, elli yıl önce birer cetvelle çizilip üzerine sırf uşaklık etsin diye yerleştirilen “batıya köle, kendi halkına lider” olan insanlara veya sistemlere karşı oluşan “reddiye güçleri”nin çoğu bile bu egemen emperyalizmin tuzağına düşmekten kendini kurtaramadı.
Batı, kendi kölelik sisteminin muhalefetini bile kendi dizayn etti.
Bunun dışında kalan muhalif kişilik ve topluluklarda maalesef demir yumruk altında tutuldu.
Baksanıza nasılda hızla değiştiriyorlar gündemimizi.
Şimdilerde Mısır defteri kapandı. Hele Tunus’tan hiç haber çıkmıyor artık. Bin Ali ne de çabuk öldü.
Mübarek’in ölüm haberi de geldi gelecek…
Libya muhaliflerle baş edecek duruma gelmişken yine o meşhur “İnsan Hakları” gerekçesiyle en gelişmiş silahları bu ülkeye doğrulturken aynı insan haklarının ne kadarı Suudi Arabistan’da var?
Hangi batılı yüzü kızarmadan bunu tartışabilir. Sırf o coğrafyanın adının “Suudi” olarak adlandırılması dahi müslümanlara büyük bir hakarettir ama bugün bunun konuşulması dahi bizim insanlarımıza “yeni bir şey” gibi gelmektedir.
Ali Şeraiti merhum, bir ömrü boyunca batılıların medeniyeti olmadığını, onların üzerinde oturduğu zenginliğin altında doğunun kan ve gözyaşı olduğunu diyordu.
Düşünebiliyor musunuz? Biz, BM’de 1948 yılında Mütecaviz İsrailin bu bölgeye bir kanser tümörü olarak yerleştirilmesinde “evet” oyu kullanırken 1958’de Cezayir’in sömürgeci güçlere karşı verdiği o kanlı mücadele sonrasında Bağımsızlığını ilan etme isteğine “çekimser” oy kullanan bir geçmişten geliyoruz.
Şuanda Emperyalist güçlerin silahsız ve bombasız sömürdüğü bölgelere ne demeli?
Kuveyt’de yaşanan tüketim çılgınlığı o reddeye vardı ki; artık elit tabakanın mutluluğunu maddiyat sağlayamaz durumda.
Bir çoğu psikolog gözetiminden çıktığı an intihar ediyor.
Dubai, çıkarmadığı petrolün bile parasını ABD ve Avrupa’da borsa denilen kumarda batırıyor.
Bir bölgede bu uyuşukluk sürdürülürken bir diğer bölgede ülkeleri birbirine düşman gösterip silah sanayii üzerinden milyarlarca doları kendi kasasına koyuyor, sonra onları elindeki bir üst teknolojiyle imha ederek “yeni sistem, yeni lider” adı altında başa dönüyor.
Kaddafi’nin milyarlarca doları vererek aldığı silahların kendi halkını öldürmenin dışında bir fonksiyonu olduysa eğer Suud’un, Mısır’ın, Ürdün’ünde olacaktır.
Sonuç olarak şu anda yangın yerine dönen coğrafyamızda maddi zenginliklerimizin yağmalanmasının altında yatan ana sebep kendi özümüzden koparılmamızdır.
Sorun “Öze Dönüş”ü gerçekleştirme(me)dedir.
MUHAMMED AK