Duyuru

Daraltma
Henüz duyuru yok.

Batının Fedaisi Değiliz(Zeki SAVAŞ)

Daraltma
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Hepsini Temizle
yeni gönderiler

    Batının Fedaisi Değiliz(Zeki SAVAŞ)

    17 Aralık 2010

    NATO genel sekreteri Anders Fogh Rasmussen, 19 Kasım 2010'da Portekiz'in başkenti Lizbon'daki zirve toplantısından bir süre önce İngiliz Daily Telegraph gazetesine yaptığı açıklamada, İran’ın nükleer silah saldırısına karşı Avrupa kıtasını korumak amacıyla yeni bir füze kalkanı sistemi oluşturmak istediklerini açıklamıştı.

    Bu satırlar, füze kalkanı projesinin Türkiye'ye yerleştirilmesinin esas amacına dönük niyetin sarahaten açığa vurulmasıydı. Amerika ve Avrupa aynı paralelde düşünüyordu.

    Batılıların bu açıklamalarına karşılık Türkiye Dışişleri Bakanı Davudoğlu, "Biz, çevremizdeki hiçbir komşumuzdan tehdit algılaması içinde değiliz... NATO’ya dönük bir tehdit gelebileceği kanaatinde de değiliz" şeklinde cevap vermişti. Birçok kimse Ak Parti iktidarının bu tahmili teklifi reddedeceğini düşünüyordu ve hatta kesin gözüyle bakıyordu. İkinci 'One minute' olayının yaşanacağı bekleniyordu. Olaya bakış açıları arasındaki fark da uzlaşmanın olmayacağına işaret ediyordu. Ne var ki, beklentilerin ve öngörülerin tersine kötü niyetli teklif Türkiye tarafından kabul edildi.

    Türkiye ile İran arasında dört asırdır hatırı sayılır bir sorun yaşanmamıştır. Batılıların dışında kimse böyle bir sorunu ne öngörüyor ne de istiyor. Sorun Türkiye ile İran arasında değil, İran ile Batı arasındadır. İran ile İsrail arasında sıcak bir temasın yaşanması uzak bir ihtimal değildir. Böyle bir durumda İran ile Batı arasında da sıcak bir temas kurulabilir. İsrail ile başlayan ve Batıya sıçrayan bir çatışmada Türkiye Batının fedaisi, kurbanı, ön cephede bedel ödeyen koruyucusu haline getirilmek isteniyor.

    Türkiye'nin, Doğu ile Batının arasında çıkacak bir savaşta taraf olmaması, kabul edilebilir bir yaklaşımdır. Ama illa da bir tarafın yanında yer alacaksa, ait olduğu medeniyetin yanında yer alması gerekir, dışlandığı medeniyetin değil. Yarım asra yakındır Avrupa Birliği'nin kapısında Doğu medeniyetine aidiyetinden dolayı bekletilen Türkiye'nin kendisini dışlayan medeniyetin koruculuğunu üstlenmesi içe sindirilebilecek kadar küçük bir zillet değildir.

    Avrupa Savunma Ajansı'na üye olarak alınmayan ve bu birliğin silah üretim projelerinde yer alma imkânı kısıtlanan Türkiye'nin aynı Avrupa'ya yönelecek füzelere göğüs germesi, ülkesini füze savaşlarında kurban haline getirmesi kabul edilebilir ve yutulur cinsten değildir.

    Eğer Türkiye'ye yerleştirilen savunma füzeleri, İran ile İsrail arasında çıkacak bir çatışmada İran tarafından gelecek füzelere karşı kullanılacaksa veya en basitinden savunma füzelerinin yerleştirilmesinde bu amaç da gözetilmişse, Türkiye Siyonist rejim için de fedai olarak seçilmiş demektir.

    Son yıllarda izlenen nisbeten bağımsız ve onurlu dış politika sayesinde ve özellikle de Siyonist rejime karşı sert çıkışlar ve tedbirler vesilesiyle Tayyip Erdoğan'ın ve Türkiye'nin ağırlığı ve saygınlığı İslam dünyasında büyük bir artış gösterdi. Füze savunma sistemini kabullenmek, bu saygınlığı ve ağırlığı sıfırlayabilir ve hatta gelişmelere göre tam tersine çevirebilir. Batının doğrudan jandarması, Siyonist rejimin dolaylı koruyucusu olan bir Türkiye'nin İslam dünyasında yeri olmaz. O zaman Türkiye aynen Kürdistan'daki korucular ve cahşlardan daha kötü bir konuma düşmüş olur. Hiçbir iktidarın ve özellikle de AK Parti iktidarının Türkiye'yi böyle bir konuma düşürme hakkı yoktur. Ahmet Davudoğlu'nun misyonuna ve vizyonuna ise hiç yakışmıyor ve mutlak bir çelişki oluşturuyor.

    Bu proje Türkiye'ye İslam dünyasında itibar kaybettireceği gibi içeride de AK Parti iktidarına itibar kaybettirir. Nasıl ki, izzetli politikalar dışarıda ve içeride değer artışını sağlıyorsa, zillet içeren politikalar da dışarıda ve içeride değer kaybına yol açar. Çünkü ortada çok ciddi bir çelişki vardır. Ak Parti iktidarı neden bu korkunç çelişkiye düştüğünü açıklamak zorundadır. Gerçekleri kendi kamuoyuyla, kendi milletiyle paylaşması, onları bu düşüşten kurtarabilir.

    Türkiye'nin son yıllarda izlediği dış politika, Türkiye'nin Amerika-İsrail hattından uzaklaştığını, o meş'um yörüngenin dışına çıkmaya başladığını gösteriyordu ki, bu izzetli çıkış Türkiye'ye büyük değer kazandırmıştı. Füze savunma sisteminin kabulü, Türkiye'nin tekrar eski yörüngeye oturtulduğu izlenimini veriyor. Türkiye'nin Amerika-İsrail hattına dönüşü, Türkiye halklarına ve İslam dünyasına karşı sorumsuzca bir davranıştır.

    Komünizmin çöküşünden sonra NATO'nun yeşil hattı düşman ilan etmesiyle NATO da büyük ölçüde Amerika-İsrail hattına girmiştir. NATO İslam'ı düşman ilan ettiğinde ne el-Kaide bugünkü gücündeydi ne de İran'ın nükleer konusu bu kadar gündemdeydi. Öyleyse İran ve el-Kaide sadece birer bahanedir.

    Değişen dünyanın yeni koşullarında Türkiye de AK Parti iktidarıyla kendine yeni ve onurlu bir konum arayışı içine girdi. Daha önce düşman bildiği Rusya Türkiye'nin en büyük ticari ortağı haline geldi. Hakeza yine komünizmden dolayı düşman bildiği Çin ile askeri tatbikat yapacak kadar ilişkileri geliştirdi. Dışlanan Arap dünyası ile tarihi köklere dayalı esaslı stratejiler geliştirilmeye başladı. Balkanlarda etkinlik oluşturdu. Kafkaslara uzandı ve tüm komşularıyla iyi ilişkiler kurdu. Bütün bunlar, Türkiye'nin Amerika-İsrail hattından uzaklaşmasıyla sağlandı.

    Şimdi ne oldu da bütün bu olumlulukların kazanıldığı yeni stratejileri boşa çıkaracak, kazanılan dostları düşman yapabilecek bir dönüş yapıldı? Neden ve niçin? Böylesine köklü bir değişikliğin çok önemli sebepleri olmalı ama kimse bunu bilmiyor. Dış politikadaki bu dönüş, içerideki anayasa tartışmaları kadar önemlidir. Eğer böyle bir köklü değişikliğe gidilecekse, halka sorulması gerekmez miydi? Bunun için bir referandum icap etmez miydi? İç ve dış politikalardaki ana meselelerin çözümüne halkın karar vermesi gerekmiyor mu?

    Bu mesele bir oldu bittiye getirilmeyecek kadar büyüktür.


    La Şii , La Sunni , İlla Vahdeta İslami..!!

    #2
    Ynt: Batının Fedaisi Değiliz(Zeki SAVAŞ)

    Kara Leke(Zeki SAVAŞ)

    03 Aralık 2010
    Füze kalkanı projesi, Türkiye'de konunun önemine layık bir mahiyette tartışma ve değerlendirmeye tabi tutulamamışken arkasından gelen Wikileaks tartışmaları, böylesine önemli bir mevzuyu en azından bir süreliğine iyice gündemden düşürme tehlikesini beraberinde taşıyor.

    Füze kalkanı projesi, Türkiye'yi bir yandan komşuları için öte yandan da kutup olma ihtimalini taşıyan yeni oluşumlar için karşı bir tehdit unsuruna dönüştürme tehlikesini içinde barındırıyor.

    Amerika ve Avrupa'nın öncü ülkeleri başta İslam dünyasının merkezi olan Ortadoğu'ya ve kenar bölgelerde yer alıp yükselmekte olan Rusya, Hindistan ve Çin gibi güçlere karşı NATO üzerinden baskı oluşturmaya, düşman yaratmaya ve çatışma ortamını canlı tutmaya çalışıyor. Mezkur projeyle Türkiye bu meş'um stratejilerin uygulanmasında cephe ülke haline getiriliyor.

    Füze sisteminin Türkiye'ye yerleştirilmesi, NATO'nun yeni dönemde savaş cephesi olarak Ortadoğu'yu seçtiği anlamına gelir. Ortadoğu demek, İslam dünyası demektir. İslam dünyasının hedef alındığı bir projede Türkiye nasıl cephede yer alabilir? Türkiye'nin itirazları sonucu projenin hedefleri içinde her hangi bir ülke veya bölge adının zikredilmemesi olumlu bir gelişme olarak algılanabilir ama bu durum, acı gerçeği değiştirmez. Sadece hedefin ismi ifade edilmemiştir ancak hedef bellidir. İslam dünyasında da en belirgin hedef İran'dır. Türkiye'nin kadim tarihi komşularından olan ve İslam dünyasının önemli merkezlerinden birini teşkil eden İran'ı birinci derecede hedef alan bu sistemin ülkemize yerleştirilmesi, Batı-İslam çatışmasında daha doğrusu Batının İslam dünyasına yapacağı bir saldırı ve bunun üzerine çıkacak bir çatışmada ülkemizin Batı cephesi için hatt-ı mukaddem haline getirilmesi demektir. Asırlarca İslam dünyasında merkezi ağırlığı taşımış bir ülkeyi şer cephesi olan Batının öncü kuvveti haline getirmek affedilemez bir yanlıştır, kara bir lekedir ve bu kara lekenin altına Ak Parti iktidarı imza atmıştır.

    Ak Parti iktidarı bu sistemi İslam dünyasının aleyhine olacak bir mahiyette kullandırmayacağı konusunda kendisine güvenebilir. Bunu doğru kabul etsek bile, Ak Parti iktidarının geçici ama NATO şemsiyesi altında kurulan bu tür askeri tesis ve sistemlerin Amerika'nın nüfuzu altında kalıcı olduğu gerçeği, uzun süreli olacak bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.

    Eğer bu projeyle Siyonist rejimin koruma altına alınması gizlenen hedefler arasında ise ki, böyle bir amacın güdülmüş olması da kuvvetle muhtemeldir, o zaman içine çekilmek istendiğimiz tehlike çok daha vahimdir. Siyonist rejimin koruyucu kalkanı haline getiriliyoruz demektir. Füze kalkanı projesiyle Siyonist rejimin hedef alındığına inanan bir tek insan bulunamazken bu projeyle İsrail'in korunmak istendiğine inanmamak için inandırıcı gerekçe bulunamaz.

    Böyle bir proje ile elbetteki tek bir ülke hedef alınmış değildir. İkinci hedef ülke, Suriye'dir. Birinci ve ikinci hedef ülkelerin Müslüman komşularımız olması, tarihi, kültürel ve dini bağlarımızın olduğu ülkeler olması meselenin ciddiyetini kaç kez arttırmaktadır.

    Amerika önderliğindeki Batının bu tür hamleleri, Türkiye'yi Batı ile Doğu medeniyetleri arasında bir köprü rolünü üstlenmekten çıkarıp Batı medeniyetinin Doğu/İslam medeniyetine dönük barbarca saldırılarında ateş hattı haline getirir.

    Türkiye, Amerika'nın İslam dünyasına saldırı düzenlediği bir güzergah mıdır? Türkiye, Batının emperyalist saldırılarda kullanacağı bir siper midir? Türkiye, Amerika emperyalizminin vurucu gücü olan NATO'nun saldırı üssü müdür? İkinci Körfez Savaşı olarak anılan Irak'ın işgalinde de Türkiye ana güzergahlardan biri olarak kullanılmak istenmiş ve her ne kadar bu istek Meclis tarafından reddedilmiş ise de Amerika üslerinden Irak'a sayısız saldırılar yapılmaya ve gerekli lojistik destekler verilmeye devam edilmiştir.

    Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Amerikalı generallerin başkomutanlık yaptığı NATO'nun cephe planlayıcıları, yeni bir düşman inşa etmeye başladılar. Yeni dönemdeki yeni düşman İslam'dı. NATO'nun yeni vizyonu buna göre şekillendi. Türkiye'nin, bu yeni vizyonda rol almaktan kaçınması gerekirken füze kalkanı gibi bir projeye ev sahipliği yapması her yönüyle kabul edilemez bir çelişki, her yönüyle zillet yüklü bir kabuldür.

    Asıl dikkat çekici olan, NATO'nun füze kalkanı projesini Türkiye'ye dayatmasındaki zamanlamadır. Türkiye Ak Parti iktidarı öncülüğünde bir yandan komşularla sıfır problem dış politikasını başarıyla uygularken, öte yandan eksen kayması bağlamındaki tartışmalara 'merkezimiz Ankara yönümüz 360 derece' derken ve bu politikayı da başarıyla uygularken, beri yandan İsrail'e 'One minute' deyip onu katil olarak niteleyip Siyonist rejimle ilişkileri minimum düzeye indirirken ve de Ortadoğu ve İslam dünyasında barışa, işbirliğine, sorun çözmeye yönelirken birden böyle bir teklif dayatmasına maruz kalması ve bu teklifi kabullenmesi bir tesadüf müdür yoksa uygulanan pozitif dış politikayı anlamsızlaştırmaya, frenlemeye dönük ve Türkiye'yi cezalandırmayı amaçlayan bilinçli bir siyaset midir? Bu varsayım doğruysa, Ak Parti iktidarı hangi koşullar ve hangi tehditler altında bunu kabul etmiştir? Eğer bir baskı ve tehdit varsa bunu başta kendi milletiyle paylaşıp destek araması gerekmez miydi? Sonra İslam dünyasından destek istemesi icap etmez miydi? Eğer bir baskı ve tehdit yoksa neden ve niçin başarıyla uyguladığı politikalarını tersine çevirebilecek bu teklifi kabul etti? İslam dünyasında gittikçe ağırlığı artan Recep Tayip Erdoğan, bu ağırlığını zedeleyecek ve hatta kendisinin değerini düşürecek böyle bir teklifi neden ve niçin kabullendi? Misyonuna ve vizyonuna ters düşen bu dayatmayı hangi delillere binaen benimsedi?

    Bu ve benzeri sorulara ikna edici cevaplar verilmediği sürece bu tavizkar politikayı mahkum etmeye devam edeceğiz; doğru politikaları takdir etmeye devam ettiğimiz gibi.


    La Şii , La Sunni , İlla Vahdeta İslami..!!

    Yorum


      #3
      Ynt: Batının Fedaisi Değiliz(Zeki SAVAŞ)

      12 ARALIK 2010

      Fitneye Alet olmak(Zeki SAVAŞ)

      Amerika-İsrail hattı, NATO üzerinden Türkiye'yi bir fitnenin içine sürükleyebilir. Füze savunma sistemi, Batının çıkarları ve şeytanlıkları adına Türkiye'nin başına büyük belalar açabilir.

      Türkiye-Batı ilişkilerinin tarihi mahiyeti, Türkiye'nin kazanımlarının kayıplarından daha çok olduğuna delil teşkil ettiği inancındayım.

      Osmanlının gerileme döneminde Batı ile kurulan ilişkiler, zayıfın güçlü ile kurduğu ilişkiler şeklinde gelişti. Batı, güç dengesinin kendi lehine olduğu bu ilişkiden hep kendi çıkarına yararlandı ve sonunda İttihat ve Terakki'nin marifetiyle Osmanlının dağılmasını sağladı.

      Osmanlının bakiyesi olan Cumhuriyet döneminde de bir yandan yeni rejimi kendi tarihi ve kültürel köklerinden öte yandan da ait olduğu medeniyetten uzaklaştırdı ve kendi içine de almayarak Batı ile Doğu arasında jandarma görevini sürdürmesini istedi. Osmanlı bakiyesi Türkiye, İkinci Dünya savaşından sonra da Amerika-İsrail yörüngesine oturtuldu. Neredeyse iki asrı bulan bu tarihi süreçte kazanımla kayıplar arasındaki fark artarak devam etti.

      Amerika-İsrail hattının NATO üzerinden yaptığı son hamle, yakın gelecekte Türkiye'yi kendisinden kaynaklanmayan bir dizi savaş ve çatışma ortamının merkezine yerleştirebilir. Amerika Savunma Bakanlığı'nın Avrupa ve NATO politikasından sorumlu yetkilisi Jim Townsend'in Lizbon anlaşmasından önce ''balistik füze tehditlerinin nereden gelebileceğine baktığımızda, bize göre Türkiye çok fazla ön cephede yer alıyor. Dolayısıyla coğrafi açıdan, Türkiye, sistemin bazı bölümlerine ev sahipliği yapmada iyi bir yer olabilir" demesi, bu sistemin, Türkiye'yi uzun vadede bir çok ülke ile karşı karşıya getirebileceğini gösteriyor. Balistik füze tehdidi sadece İran ile ilgili değildir. Rusya ve Kuzey Kore de bu tehdidin içinde yer alıyor.

      Türkiye'nin Rusya, Kuzey Kore, İran ve Suriye ile bir problemi yoktur. Yeni dönemde ve yeni dış politika sayesinde adı geçen bu ülkelerden üçüyle çok iyi ilişkiler geliştirilmiş durumdadır. Bunlar dost ülkelerdir ve en az Türkiye'nin Batılı müttefikleri kadar Türkiye'ye yakındırlar. Türkiye kimin adına neden ve niçin kısa ve orta vadede bu komşu ve dost ülkeler ile Batı arasında çıkabilecek bir füze savaşında düşman hale gelsin? Adı geçen ülkelerin füzeleri Türkiye'deki NATO'nun savunma füzeleriyle düşürüldüğü zaman Birinci Dünya Savaşı'nda olduğu gibi Türkiye kendisin büyük bir çatışmanın ortasında bulacaktır. Böyle bir durumda Türkiye, Batının emperyalist hedefleri uğruna Rusya ile, Araplar ile ve İran ile çatışma durumuna gelecek ki, bu, fitneden başka bir şey değildir.

      Türkiye'nin, füze savunma sistemini NATO'nun 'bir müttefike saldırı bütün müttefiklere saldırıdır' konseptinin yer aldığı 5. madde temelinde caydırıcı bir unsur olarak kabul etmiş olması, fitne tehlikesini önlemiyor. NATO, Amerika-İsrail yörüngesine çok yakın duruyor ve İslam dünyasına karşı saldırgan bir politika izliyor. NATO'nun haksız bir saldırısına karşı, karşı cevabın gelmesi de doğaldır. Böyle bir durumda, NATO ülkelerinden biri veya birkaçı saldırıya uğramış kabul edileceğinden dolayı 5. madde devreye girecek ve Türkiye istemese de kendisini, kendisinin istemediği bir savaşın ortasında bulacaktır. Böylesi bir durumda Türkiye'nin, ilgili konseptte her hangi bir ülke adının zikredilmemesini sağlayarak aldığını düşündüğü tedbir işe yaramayacaktır.

      Füze savunma sisteminin Türkiye'ye yerleştirilmesinin uzun vadede bölge bazında bir fitne odağına dönüşme ihtimali oldukça yüksektir. Bu sistem, NATO adına Amerika ağırlıklı bir dizi askeri tesisin var olanlara eklenmesine yol açacak. Bu tesislerin kalıcı olacağı, geçmişteki örnekleri gibi Türkiye'nin bilgisi dışında kullanılacağı, Amerika-İsrail lehine casusluk faaliyetlerinin yürütüldüğü merkezlere dönüşeceği kuvvetle muhtemeldir. Amerika dünyanın her yerindeki NATO tesislerinden ilgili ülkelerin ve bölgelerin iç işlerine karışmak, rejimleri değiştirmek, savaşlar çıkartmak için kullandığı bilinen gerçeklerdendir.

      Amerika ile İsrail arasındaki istihbarat alış verişi dikkate alındığında bu tür tesisler vasıtasıyla elde edilecek bilgilerin Siyonist rejime aktarılacağı kuşkusuzdur. Siyonist rejim de Amerika vasıtasıyla elde ettiği bilgileri kendi şom amaçları için kullanmaktan çekinmeyen bir fitne odağıdır.

      Uzun süreydi Avrupa'ya yerleştirilmek istenen füze savunma sisteminin kısa sürede bir oldu bittiyle Türkiye'ye yerleştirilmesine karar verilmesi tesadüf değildir. Türkiye, çevresindeki bölgesel sorunları barış ve ikili ilişkilerle çözme yolunda başarılı adımlar atarken birden bire bölgesel bir tehdide dönüştürülme potansiyelini içinde barındıran askeri bir caydırıcılığa ev sahipliği yapar hale getirilmesi, hem cari dış politikayla çelişiyor hem de fitne kokuyor.

      Türkiye İran ile ilgili nükleer sorunu barışçı yoldan çözme konusunda İran ile anlaşmaya varmasına rağmen Amerika ve Avrupa bu anlaşmayı görmezlikten geldi. Eğer sorunu çözmek istiyorlardıysa, böyle bir fırsat kaçırılmazdı. Açıkça görülüyor ki, Amerika ve Avrupa bölgesel sorunları barışçıl yöntemlerle çözmek yerine kendi yayılmacı politikalarının gerektirdiği çatışmacı siyasetleri tercih ediyor. Onlar kendi tercihlerinde özgür ise, Türkiye neden kendi kararlarında özgür davranmıyor? Türkiye, NATO'nun bu teklifini hangi ulusal ve bölgesel çıkarları esas alarak kabullenmiştir

      Hükümetin, kamuoyunu tatmin edecek bir açıklama yapması gerekir. İkna edici deliller sunamadığı sürece ciddi bir sorumluluk altında kalmaya devam edecektir.


      La Şii , La Sunni , İlla Vahdeta İslami..!!

      Yorum


        #4
        Ynt: Batının Fedaisi Değiliz(Zeki SAVAŞ)

        Büyük Şeytanın Şerri(Zeki SAVAŞ) 17ARALIK 2010

        Amerika'nın birinci derecede rol aldığı askeri üslere ev sahipliği yapmak, Amerika'ya kendi ülkesinde daha çok yer açmak, Şeytana daha çok yaklaşmak anlamına gelir. Şeytan da hayır yerine şer ürettiğine göre, Amerika'ya daha çok imkan sunmak, onun daha çok şer üretmesine imkan hazırlamak manasına gelir.

        NATO şemsiyesi adı altında ülkemizde yuvalanan Amerika, edindiği mevzileri yeterli bulmuyor olacak ki, yenilerini de istiyor. Eskilerinden ne hayır gördük ki, yenilerine kapı aralayalım.

        İncirlik üssü'nde bulunan 90 kadar taktik nükleer silah bizim ne işimize yarar? Bizim kendimize ait nükleer silahımız yok. Böyle bir proje de yok. Nükleer silahların kullanılmasına da karşıyız. Peki o zaman Amerika'nın nükleer silahlarının ülkemizde ne işi var? Amerika bu silahları bizim için kullanmayacağına göre, gerekli gördüğünde kendi menfaatleri için kullanmayı düşünüyordur. Amerika'nın çıkarları için kullanılacak nükleer silahlara biz niçin ev sahipliği yapalım?

        İnsanlık düşmanı nükleer silahların bir gün bizim ülkemizden fırlatılması, bizi nükleer bir felaket ve şerrin içine yuvarlamaz mı? Bu silahların kullanılması bir yana, bulundurulması dahi büyük bir tehlike ve risktir. Biz bu riski ne adına kabulleniyoruz? Sovyetler Birliği dağıldı, yeni dünya oluştu ama bu yenilik Türkiye'ye gelmedi. Yeni dünya düzeninde Amerika'nın nükleer silahları hangi gerekçeyle Türkiye'de bulunuyor? Dünya değişiyor ama Şeytanın şerrinden uzaklaşamıyoruz.

        Amerika'nın Irak'ı işgalinden sonra Irak'ta yaşananlar, Şeytanın girdiği yerde çıkardığı ifsada dair unutulmaz örnekleri tarihe kaydettirdi. Öldürülen ve yaralanan insanların sayısını artık bilen yok. Irak'taki patlamalar artık adi vakalar gibi geliyor bize. Cinayetlerin tekrarı, 'Irak'ta meydana gelen bir patlamada 25 kişi öldü 40 kişi yaralandı' şeklinde bir haberi gazetelerde okuduğumuzda, belki bir ses bombasının etkisini bile yüreklerimizde uyandırmamasına neden olmuş durumdadır.

        Bir de bu patlamaların Amerika'da gerçekleştiğini düşünelim. Washington'da bir bomba patlasın ve onlarca ölü ile yüzlerce yaralı arkasında bıraksın, gör bakalım neler olur? Yunus Emre'nin "Yerden göğe küp dikseler/Birbirine berkitseler/Alttakini bir çekseler/Seyreyle sen gümbürtüyü" dediği gibi o zaman seyir eyle sen Şeytanın çıkaracağı gümbürtüyü.

        Sahi neden bu patlamalar hep Irak'ta, Lübnan'da, Filistin'de, İran'da, Pakistan'da, Afganistan'da, Türkiye'de olur da Şeytanın karargahında veya onun Batılı müttefiklerinin başkentlerinde olmaz? Bomba koymak kötü ise, her yerde kötüdür. Neden bombalar hep Doğuda patlar? Eşitlik ve adalet ya hiçbir yerde bombaların patlamamasını veya her yerde bombaların patlamasını gerektirmiyor mu? Batı emanda biz yamanda olacağız, bu nasıl eşitlik ve adalet? Onlar güvenlik içinde, biz ateş içinde olacağız. İşte Şeytanın şerri budur.

        Wikileaks'in yayınladığı belgelere göre 2003 ile 2009 yılları arasında Amerika Savunma Bakanlığı ile Mossad'ın işbirliği sonucu Irak'ta 650 civarında bilim adamı terör edilmiştir. Iraklı bilim` adamlarının Irak'ın işgalinden sonra terör edilmeye başlandığı her kesin bildiği bir gerçek. Wikileaks, sadece rakam vermiştir. Bu rakamlar eksik veya fazla olabilir ama olayın kendisinin doğru olduğu önceden biliniyordu.

        İşkenceye, sorguya tabi tutulan, ülkesinden kaçmak zorunda kalan bilim adamları da ayrı bir konu. Bilim adamlarını öldürmek, Amerika gibi bir şeytanın girdiği yerlerde çıkardığı ifsadın bir başka çarpıcı örneği. Bilimselliği dünyaya ihraç etmek ister gibi görünen Batılılar, Doğuda bilim adamlarını avlıyorlar. İran'da da son yıllarda çok sayıda bilim adamı terör edildi. Bilim adamlarını öldürmek, barbarca ve insanlık dışı bir eylem türü. Batının geçmişinde kendi bilim adamlarını öldürmek gibi karanlık bir geçmişleri var. Sonraları bilimin önemini anlayınca, bilimi sadece kendilerine ait görmeye başladılar ve Doğudaki bilim adamlarını öldürmeye devam ettiler ve ediyorlar.

        Peki Doğuluların Batıdaki bilim adamlarını öldürme gibi bir siyasetleri var mı? Amerika'da 650 değil, altı bilim adamı öldürülse, dünyayı yıkar yakarlar. Amerika'daki bilim adamları öldürülmelidir demiyorum. Neden Doğudaki bilim adamları Amerika’nın desteğiyle öldürülüyor sorusuna cevap arıyorum? Bilim adamlarını öldürmek bir gereklilikse, Batıdaki ve Amerika'daki bilim adamları da bundan emanda olamaz. Bilim adamlarını öldürmek kötü ise, neden Irak'ta 650 bilim adamı öldürülüyor? Bilim adamları ya Doğuda da öldürülmeyecek veya Batıda öldürülecek. Bu işin sonu oraya varır. Barbarlık Doğuda caiz, Batıda haram olacak. Böyle bir dünya, Şeytanın şer girdabında yuvarlanıyor demektir.

        Bilim ve bilimsel gelişmeler Batıda ilerlemenin ve modernleşmenin göstergesi olarak mukaddes sayılacak ama Doğuda ölüm ve infaz nedeni olacak. Bu, adalet değil, Şeytanın şerrinin ta kendisidir.

        Irak'taki Ebu Gureyb Cezaevinde Iraklılara yapılan insanlık dışı işkence ve tecavüzler, insanı insanlığından utandıracak cinsten şeni fiillerdi. Ebu Gureyb'te olanları anlamak için empati yapmamız gerekir. Kendimizi onların yerine koyalım. Dünyanın öbür ucundan birileri özgürlük ve demokrasi adına gelip ülkemizi işgal ediyor ve bizleri cezaevine tıkıp duyduğumuz ve gördüğümüz o deni fiilleri üzerimizde uyguluyor. Böyle düşünürsek, Iraklı Müslümanların başına geleni bir parça derk ederiz.

        Sahi hangi Doğu ülkesinin Amerika veya Avrupa'da ceza ve sorgu evi var? Hangi Doğu ülkesi Amerikalı ve Avrupalı terörist ajanları kendi ülkelerinde cezaevine sokup sorgulayabiliyor? Bırakın onları onların ülkesinde sorgulamayı, onları cinayet işledikleri ülkelerde bile sorgulayamıyorlar. Neden ve niçin? Bu soruları sormak ve cevabını bulmak ve gereğini yapmaya çabalamak bizim hakkımız değil mi? İnsan hakları, Batılılar olunca söz konusu ama Doğulular olunca geçersiz. Bu adalet midir yoksa Şeytanın şerri midir?

        Pakistan, Birleşmiş Milletlerin de ifade ettiği gibi tarihin kaydettiği en büyük insanlık felaketini (sel felaketini) yaşarken ve bir çok ülke oraya insani yardım ulaştırmaya çabalarken, büyük şeytan Amerika'nın insansız savaş uçakları Pakistan'ı bombalamaya devam ediyordu. Bizde 'İnsan, düşmanına bile böyle davranmaz' diye bir söz vardır. İnsan düşmanına dahi böyle davranmaz dedirtecek cinsten bir düşmanlık örneği. Doğuda bir millet bir musibete duçar olmuş, herkes bir şekilde yardım etmeye çalışıyor, Amerika ise bomba gönderiyor. Bildiğimiz Şeytan'ı aratacak cinsten bir şeytanlık ve şerden başka bir şey değildir Amerika'nın yaptıkları.

        Tesadüf müydü bilmem ama bu yazıyı yazarken haberlere bir göz atayım dedim. Dünya turu haberlerinde yine Amerika'nın insansız uçaklarının Pakistan'da bir yerleşim yerini bombaladığını ve 15 kişinin öldüğünü söyledi. Yine başına yıkılan evler, evsiz kalan yoksul insanlar, canlarını yitiren masum siviller ve …

        Irak'taki gibi Pakistan'daki haberlere de alıştık. Büyük Şeytanın cinayetlerine ünsiyet sağladık galiba.

        Acaba Newyork'u Doğuya ait bir ülkeden giden bir bomba vursa ve 15 kişi ölse, evler viran olsa, iki satırlık bir haberle mi geçiştirilir? Dünyayı başımıza yıkarlar. Peki ya onların dünyası? Hep Doğuluların mı dünyası başlarına yıkılacak? Onların dünyası hep sağlam mı kalmalı? Onların evleri başlarına yıkılmayacaksa, bizimkiler niçin yıkılıyor? Adalet, hepimize lazım. Güvenlik, hepimiz için gerekli. Neden bize adaletsizlik ve güvensizlik, onlara adalet ve huzur? Bu, Büyük Şeytan Amerika'nın şerrinden başka bir şey değildir.

        Gittiği her yerde şer çıkaran, ifsad eden, zulmü kaim kılan, cinayetler işleyen Amerika'nın ülkemizde daha çok üss edinmesine razı olamayız. Yenileri bir yana, eskilerinin sökülmesi gerektiğini istiyoruz. Çünkü Şeytana kendi ülkemizde dans etme imkanı verirsek, onun şerrinden emin olamayız.


        La Şii , La Sunni , İlla Vahdeta İslami..!!

        Yorum

        YUKARI ÇIK
        Çalışıyor...
        X